29 Mart 2013 Cuma

Kur'an Müslümanlığını Yeniden Düşünmek (1)

"Kur'an müslümanlığı" deyimi türkiye müslümanlarının aşağı yukarı 40 yıldır gündemlerinde olan bir deyim olup, hadis,mezhep,tasavvuf vs müslümanlıklarına alternatif amaçlı samimi bir çıkış olarak bizimde ilk yıllardan beri içinde olmaya çalıştığımız bir deyimdir. Allah cc nin fussilet s 33. ayetinde bizler için seçmiş olduğu müslüman isminin önüne herhangi bir isim koymanın pek doğru olmamasına rağmen kur'anın öncellenmesini teşvik amaçlı olarak bu deyim bizler için çok cazip gelmişti ve bugünde cazipliği devam etmektedir.  

Hareketin ilk başladığı zamanlardan bu yana bir özeleştiri yapmak gerektiğini düşündüğüm için bu yazıyı ve aynı başlık altında farklı konuların nasıl anlaşıldığını ve nasıl anlaşılmasını gerektiği konusunda düşünce serdetmek için bu yazı bir giriş mahiyetindedir. Kur'an müslümanlığı düşüncesinin çıkış amaçları bugünde müslümanların içinde bulunduğu sıkıntılara bir alternatif olma iddiasında çıkmıştır. Rivayetlerin kur'anın önüne geçirildiği , falan şeyhin falan alimin otoritesi , bunların karizmatik durumları kur'anın önünde en büyük engel olduğunu farkedenler kur'anın öncellenmesi gerektiğini, bu kişi  kurum ve düşüncelerin sağlamlığının kur'anla ölçülmesi gerektiğini savunmuşlardır.   

40 yıl önce böyle samimi düşüncelerle ortaya çıkan hareketin bugün geldiği noktaya bakacak olursak " nerede yanlış yaptıkta bu kadar farklı kur'an anlayışı ortaya çıktı" dedirtecek kadar ayrışımın olması bizleri derinden üzmektedir. İnsanları birleştirmek inen bir kitabın, sadece onun öncellediklerinin iddia edenler tarafından bu faarklı anlaşılması geldiğimiz noktanın acı bir sonucu olsa gerektir.   

Eline bir kur'an alan kişinin , namaz yok, hacc yok, faiz helal,başörtüsü yok, içki helal diyerek koşup gelmesi kur'anın bir hayat kitabı olmaktan çıkarılıp kelimelerinin tahlil edildiği bir oyuncak haline sokulan bir kitap haline getirildiğinin bir işaretidir. Muhammed as ın bazı çevrelerde yarı ilah pozisyonuna sokulmasına tepki olarak bazı çevrelerdede muhammed ismi üzerinde bir alerji oluştuğunu görmekteyiz.  

"Kur'an müslümanlığı" deyiminin içini dolduran kişilere elbette sözümüz olamaz ancak üzüntümüz  bu deyimi içi boş sadece entel faaliyet olarak görüp eseri kişinin üzerinde görülmeyen bir etiket olarak taşıyanlar içindir. Gelenekteki yanlış inançlara tepki olarak gündeme gelen bu düşünce gelenekteki doğruları atarak yerine kendi anladıkları yanlışları doğru olarak koyarak doğru sandıkları yanlışlar üzerinden ürettikleri kur'an anlayışlarının kendileri için bir şey ifade etmediğini gördükçe "deizm" bataklığına saplanmaktadırlar.   

Mezheplerin müslümanlar üzerindeki ayrıştırıcı etkisi ile bütün mezheplere hayır deyip, iş kur'anı anlamaya gelince kur'an dışı oluşturulmuş düşüncelerle kurana bakanların her biri ayrı bir mezhep oluşturduklarının farkında bile değillerdir.   

Bu satırları yazan acaba kur'an müslümanlığından istifamı etti diye bir düşünce aklına gelenlere derimki, eskisinden daha kavi ve daha heyecanlı olarak kur'an müslümanlığı düşüncesinden bir milim dahi geri atmak niyetinde değiliz. Amacımız , bu hareketin başıboş biçimde herkesin kendi anlayışını din edindiği bir hareket olmaktan çıkıp ortak bir anlayış zemini oluşturmak çabasıdır. Bundan önceki yazılarımızı takip edenler bilirler'ki yazılarımızda sahih bir kur'an anlayışı üzerinden yola çıkıp ortak bir anlayış zemini üzerinde ısrarla durmaktayız. Tabiki , "senin teklif ettiğin anlayışın sahih olduğuna dair delilin nedir" diyenede yanlışlarımızın kur'an açısından ne olduğunu gösterdikleri zaman onlara teşekkür etmekten bir an geri durmadığımızın bilinmesini isteriz.    

Kur'an müslümanlığını yeniden düşünmek başlığı altında giriş olarak ve genel olarak sıkıntılarımızı ortaya koymaya çalıştığımız bu giriş yazısının bundan sonraki devamında düşüncelerimizi ortak bir noktada toplama amaçlı olarak bazı alt başlıklar açıp , elçi , namaz,oruç,hacc , vahiy, kur'an kıssaları vs. gibi konuları yazıya taşıyıp düşünce birliği sağlanmasına çalışılacaktır. 
                                              gayret bizden başarı Allah cc dendir.

28 Mart 2013 Perşembe

Nuh s. 27. Ayetinin Meali Üzerine Kısa Bir Düşünce

Bu yazımızda nuh as ın kıssasının anlatıldığı nuh s. 27. ayeti ile ilgili yapılmış olan iki farklı meali üzerinde durup hangi mealin kur'an bütünlüğüne daha uygun olduğu hakkındaki düşüncemizi ortaya koyacağız. Bu ayet ile ilgili yapılmış olan iki farklı meal şu şekildedir.  

----- «Doğrusu Sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; sadece ahlaksız ve çok inkarcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler.»
-----Zira sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarıyorlar, ve nankör facirden başka da doğurmuyorlar.

Ayetin mealindeki farklı çeviri arapça metindeki "ve la yelidu" kelimesinin çevirisindedir. Kelime arapça gramer olarak "fiili muzari nefi istikbal" geniş ve gelecek zamanın olumsuzudur. Ancak bu kelime geniş zaman kullanımı yerine gelecek zaman ile ilgili kullanılmış ve dolayısı ile nuh as ın hud s . deki anlatılan kıssasında 31. ayette "«Size, Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum; gaybı da bilmem; doğrusu melek olduğumu da söylemiyorum; küçük gördüklerinize Allah iyilik vermeyecektir diyemem; içlerinde olanı Allah daha iyi bilir. Yoksa şüphesiz haksızlık edenlerden olurum.»" demiş olmasına rağmen kavmi ile gelecekte olan bir şeyi haber söylemiş olması yani kavmi için helak isterken gelecek ile olarak" kafir ve facirden başkasını doğurmazlar" demesi "ben gaybı bilmem" diyen bir elçi için çelişki arzetmektedir. Şu bir gerçektir' kafir bir ebeveynden mü'min bir çocuk , mü'min bir ebeveynden'de kafir bir çocuk dünyaya gelebilir.    

Öyleyse bu ayetin mealini geniş zaman olarak "doğurmuyorlar" şeklinde çevirmek daha doğru olacaktır. Çünkü gaybı bimeyen bir elçi şahid olduğu bir durum ile ilgili konuşmaktadır ve kavminin bireylerinin gelecekte kafir ve facir bir nesil dünyaya getireceğini değil, içlerinde olduğu 950 yıl boyunca şahid olduğu bir durumu dile getirmektedir ve "facir ve kafirden başkasını doğurmuyorlar " demektedir.  

Dikkatli bir meal okuyucusu bu ayetin "doğurmazlar" şeklinde yapılmış olan meallerini okurken "başka ayette ben gaybı bilmem diyen nuh as burada gaybı nasıl bilmiş" diye bir soru aklına gelebilir ancak bu ayet ile ilgili meallere baktığımızda doğru olduğunu düşündüğümüz mealin incelemiş olduğumuz mealler içinde sadece elmalılı hamdi yazır'ın yapmış olduğu mealde görebildik ve maalesef onunda sadeleştirme adı altında yapılan bir mealininde bir cinayete kurban edilerek diğer mealler gibi yapıldığını gördük.   

Nuh s 27. ayeti ile ilgili olarak doğru ve kur'an bütünlüğüne daha uygun olduğunu düşündüğümüz elmalılı hamdi yazır'ın meali şudur.  

071.027 [E0] Zira sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarıyorlar, ve nankör facirden başka da doğurmuyorlar.

                                    EN DOĞRUSUN ALLAH (C.C) BİLİR.

26 Mart 2013 Salı

İbrahim a.s-Mekke-Mescidilharam-Kabe- Hacc

Bu yazımızda başlıktan anlaşılacağı üzere , kur'anın bu kelimeler temelinde insanlara yüklemiş olduğu ritüel ibadetin kur'anda anlatıldığı ayetleri alıntılayacağız, bu ayetleri alıntılarken kronolojik bir sıra takip etmeyede gayret edeceğiz inş.

Bu kelimelerin kullanılması ibrahim as ın,müşrik olan kavmini lut as ile birlikte terketmesi ve ardından ibrahim as ın kavminin helak edilip, ibrahim as ın başka topraklara gelmesi ile kur'anda anlatılmaya başlanmaktadır. İbrahim asın kavminin helak edilme olayı diğer elçilerin kıssası içinde anlatılmasının aksine diğer ayetlerde anlatılmıştır ve çoğumuzun gözünden kaçmıştır. İbrahim as ın kavminin healk edilmesi hacc. 42-43-44 ve tevbe 70. ayetlerinde bildirilmektedir. 

------022.042-4(Resûlüm!) Eğer onlar (inkârcılar) seni yalanlıyorlarsa, (şunu bil ki) onlardan önce Nuh'un kavmi, Âd, Semûd, İbrahim'in kavmi, Lût'un kavmi ve Medyen halkı da (peygamberlerini) yalanladılar. Musa da yalanlanmıştı. İşte ben o kâfirlere süre tanıdım, sonra onları yakaladım. Nasıl oldu benim onları reddim (cezalandırmam)!
-----009.070 Onlara kendilerinden önceki toplumlara, yani Nuh, Ad, Semud kavmine, İbrahim kavmine, Medyen halkına ve yurtları altüst edilenlere ilişkin bilgiler gelmedi mi? Bu toplumlara, peygamberleri açık anlamlı mesajlar getirmişlerdi. Allah'ın onlara zulmetmesi sözkonusu değildi; fakat onlar kendi kendilerine zulmettiler.

İbrahim as ın hayatı kur'anda iki safha halinde anlatılmış olup bu kelimeler hayatının ikinci safhasında kur'anda anlatılmaktadır. Hayatının ikinci safhası ankebut suresinde anlatılan  kıssasının 16-27. ayetlerdeki bölümün 26. ayetinde, " Bunun üzerine ona bir tek Lut iman etti. İbrahim de: «Ben Rabbime hicret edeceğim, şüphesiz ki O, güçlüdür, hikmet sahibidir.» dedi." ve saffat suresinde anlatılan kıssasının 99. ayetinde, "İbrahim dedi ki: «Ben Rabb'ime gidiyorum, O beni doğru yola iletecek.»"buyurularak başlamaktadır.

Evlenip aradan uzun bir zaman geçtiği halde çocuğunun olmadığını saffat s. 100. ayetinde ettiği duadan ve bu duanın kabul olunduğu vaktin çocuk sahibi olma yaşını geçtikleri zaman olduğunu , hud,hicr ve zariyat surelerinde "ibrahim'in misafirleri nin haberi" olarak geçen bölümde görmekteyiz bu bölüm ile ilgili ayetler bu konu ile ilgili olarak yazmış olduğumuz yazıda mevcuttur. İlk oğlu dünyaya geldikten sonra geçirmiş oldukları imtihandan yüz akı ile geçmeleri neticesi ibrahim asın ishak adında oğlu dünyaya gelmiştir.  İsmail as ile birlikte beytin temellerini yükseltmeleri bakara s 124-132. ayetleri şöyle anlatılmaktadır.  

-----124 - Şunu da unutmayın ki, bir zamanlar İbrahim'i Rabbi, birtakım kelimeler ile imtihan etti, o, onları sona erdirince, Rabbi ona, "Ben seni bütün insanlara imam yapacağım." buyurdu. İbrahim, "Zürriyetimden de yap!" dedi. Rabbi ona "zâlimler benim ahdime nail olamaz!" buyurdu.
-----125 - Biz ta o zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri kıldık. Siz de Makam-ı İbrahim'den kendinize bir namazgah edinin. Ayrıca İbrahim ile İsmail'e şöyle ahid verdik: "Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rükû ve secde edenler için tertemiz tutun!"
-----126 - Ve o vakit İbrahim "Ey Rabbim, burasını güvenli bir belde kıl, halkından Allah'a ve ahiret gününe iman edenleri çeşitli meyvalarla rızıklandır" diye yalvardı. Allah buyurdu ki: "küfredeni dahi rızıklandırır da hayattan biraz nasip aldırırım, sonra da onu ateş azabına uğratırım ki, orası ne yaman bir duraktır!"
-----127 - Ve ne vakit ki İbrahim, Beyt'in temellerini yükseltmeye başladı, İsmail ile birlikte şöyle dua ettiler: Ey Rabbimiz, bizden kabul buyur, hiç şüphesiz işiten sensin, bilen sensin.
-----128 - Ey bizim Rabbimiz, hem bizim ikimizi yalnız senin için boyun eğen müslümanlar kıl, hem de soyumuzdan yalnız senin için boyun eğen müslüman bir ümmet meydana getir ve bize ibadetimizin yollarını göster, tevbemize rahmetle bakıver. Hiç şüphesiz Tevvâb sensin, Rahîm sensin.
-----129 - Ey bizim Rabbimiz, bir de onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki, onlara senin âyetlerini tilavet eylesin, kendilerine kitabı ve hikmeti öğretsin, içlerini ve dışlarını tertemiz yapıp onları pâk eylesin. Hiç şüphesiz Azîz sensin, hikmet sahibi Sensin.
-----130 - İbrahim'in milletinden, kendine kıyan beyinsizden başka kim yüz çevirir? Biz onu dünyada seçkin birisi yaptık, hiç şüphesiz o, ahirette de iyilerden biridir.
-----131 - Rabbi ona, "İslâm ol!" emrini verince, o "Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum." dedi.
-----132 - Bu dini İbrahim, kendi oğullarına vasiyyet etti, Yakub da öyle yaptı: "Ey oğullarım! Muhakkak ki, bu dini size Allah seçti, başka dinlerden uzak durun, yalnızca müslüman olarak can verin!" dedi.  

İbrahim s 35-41. ayetlerde beytin temellerinin yükseltilmesi sonrası şu şekilde anlatılır.   

 -----35 - Hatırla ki; Bir zaman İbrahim şöyle demişti: "Rabbim! Bu şehri güvenli kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut!
-----36 - "Rabbim! Çünkü onlar (putlar) insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular. Şimdi kim bana uyarsa, o bendendir; kim bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan ve çok merhamet edensin.
-----37 - "Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bir kısmını namazı dosdoğru kılmaları için, senin Beyt-i Haram'ının yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmını onlara meylettir. Ve onları bazı meyvelerle rızıklandır ki şükretsinler.
-----38 - "Ey Rabbimiz! Sen bizim gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da şüphesiz bilirsin. Çünkü yerde ve gökte, hiçbir şey Allah'tan gizli kalmaz.
-----39 - "İhtiyarlık halimde bana İsmail'i ve İshak'ı lutfeden Allah'a hamd olsun. Şüphesiz ki Rabbim duamı çok iyi işitir.
-----40 - "Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazını dosdoğru kılanlardan eyle! Ey Rabbimiz! duamı kabul et!
-----41 - "Ey Rabbimiz! Herkesin hesaba çekileceği günde beni, ana-babamı ve müminleri bağışla!"   

Mekke'de yapılmış  olan bu beyt ile ilgili olarak al-i imran s. 96-97 de şunları görüyoruz.  
 

 -----3.096 Gerçek şu ki, insanlar için ilk kurulan Ev, Bekke (Mekke) de, o, kutlu ve bütün insanlar (alemler) için hidayet olan (Kâbe) dir.
-----3.097Onda apaçık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağni (kimseye muhtaç değil, her şey ona muhtaç)dir.

İbrahim s. 37. ayetinde gördüğümüz duanın kabul olduğu ve bu dua neticesinde kıyamete kadar sürecek olan insanlar için yapılmış olan beytin ziyaret edilmesi ve bu ziyaret esnasında yapılacak olan ibadetler hacc c. ayetlerinde şöyle anlatılır.

-----26 - Bir zamanlar Kâbe'nin yerini İbrahim'e şu şekilde hazırlamıştık: Sakın bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada (kıyama) duranlar, ruku edenler ve secdeye varanlar için evimi tertemiz et.
-----27 - İnsanları hacca çağır; yürüyerek veya incelmiş binekler üstünde (uzak yollardan) her derin vadiyi aşarak sana gelsinler.
-----28 - Ta ki kendilerine ait birtakım menfaatlere şahid olsunlar; Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken O'nun adını ansınlar. Siz de onlardan yiyin, yoksulu, fakiri de doyurun.
-----29 - Sonra kirlerini giderip temizlensinler. Adaklarını yerine getirsinler. Kâbeyi tavaf etsinler.
-----30 - Emir budur, Allah'ın yasaklarına kim saygı gösterirse, bu, kendisi için Rabbinin katında şüphesiz hayırdır. Size bildirilegelenden başka bütün hayvanlar helal kılınmıştır. O halde o pis putlardan kaçının ve yalan sözden sakının.
-----31 - Allah için, O'na eş koşmayan, O'nun birliğine inanmış kimseler olun. Allah'a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgarın bir uçuruma sürüklediği şeye benzer.
-----32 - Bu böyledir; kim Allah'ın nişanelerine, kurbanlıklarına saygı gösterirse, şüphesiz o kalblerin takvasındandır.
-----33 - Sizin için onlarda belli bir süreye kadar bir takım faydalar vardır. Sonra bunlar Beyt-i atik (kâbe) de son bulurlar.
-----34 - Her ümmet için Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerine O'nun adını ansınlar diye bir mabed yapmışızdır. Hepinizin ilâhı bir tek ilâhtır. Onun için yalnız O'na teslim olan müslümanlar olun. (Ey Muhammed!) Allah'a itaat eden alçak gönüllüleri müjdele.
-----35 - Ki Allah anıldığı vakit onların kalpleri titrer. Onlar başlarına gelene sabreden, namaz kılan kimselerdir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.
-----36 - Kurbanlık deve ve sığırları Allah'ın size olan nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Ön ayaklarının biri bağlı halde keserken üzerlerine Allah'ın adını anın. Yanları yere yaslandığı vakit de onlardan yiyin, kanaat edip istemeyene de, isteyene de yedirin. Böylece onları sizin buyruğunuza verdik ki, şükredesiniz.
-----37 - Elbette onların etleri ve kanları Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak O'na sizin takvanız erecektir. Onları bu şekilde sizin buyruğunuza verdi ki, size yolunu gösterdiğinden dolayı, Allah'ı tekbir ile yüceltesiniz. (Ey Muhammed!) Vazifelerini güzelce yapan iyilik sevenleri müjdele.    

Diğer zamanlarda yapılması helal olan bazı şeyler hacc mekanında belli bir zamanda kişiye haram olup bu haramlılığa "ihram yasakları" denir , kişi bu zaman zarfı içinde özel bir giysi giyer ve bu konu maide suresinde şöyle anlatılır. 

----- 1 - Ey iman edenler! Sözleşmeleri yerine getirin. İhramlı iken avlanmayı helal saymamanız şartıyla, çeşitli hayvanlar size helal kılındı. Ancak haram oldukları size okunacak olanlar müstesna. Şüphesiz Allah dilediği hükmü verir.
----2 - Ey iman edenler! Allah'ın alâmetlerine, haram aya, kurbanlık hediyelere, gerdanlıklarına ve Rablerinden lutuf ve rıza bekleyerek Kabe'ye yönelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram'dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı olan kininiz, sizi saldırıya sevk etmesin. İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir.
-----95 - Ey iman edenler, ihramlı iken av hayvanı öldürmeyin. İçinizden kim kasten onu öldürürse, yaptığı işin vebalini tatması için, öldürdüğü hayvanın dengi ona cezadır ki, Kâbe'ye ulaşacak bir kurban olmak üzere buna yine içinizden iki adaletli kişi hükmeder; yahut (ceza olmak üzere) bir keffarettir ki, ya o nisbette fakirleri doyurmak, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Allah geçmişi affetmiştir. Fakat kim de bu suçu tekrarlarsa, Allah ondan intikamını alır. Allah damia gâliptir, intikam sahibidir.
-----96 - Size ve yolculara yiyecek olmak üzere, deniz avı ve onu yemek helal kılındı. Kara avı ise, ihramlı olduğunuz müddetçe size haram edilmiştir. Huzurunda toplanacağınız Allah'tan korkun.
-----97 - Allah, Kâbe'yi, o Beyt-i haram'ı, haram ayı, kurbanı ve (kurbanlardaki) gerdanlıkları insanlar için bir nizam kıldı. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olan herşeyi bildiğini ve Allah'ın herşeyi hakkıyle bilici olduğunu sizin de bilmeniz içindir.

İbrahim as ile başlayan hacc ibadeti zamanla tevhidi boyuttan uzaklaşmış ve şirk unsurlarının dahil edilerek bozulduğu bir ibadet haline gelmiştir. Kur'anın nazil olması ile birlikte bu ibadetteki ritüeller aynen devam edilmekte ancak onun tevhidi boyutu ön plana çıkarılmaktadır.  Bakara s 196-203. ayetler arası bu ritüellerden bahsetmektedir.   

 -----196 - Hac ve umreyi de Allah için tamam yapın. Eğer bunlardan alıkonursanız, o zaman kolayınıza gelen bir kurban gönderin. Bununla beraber bu kurban, kesileceği yere varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden hasta olana veya başından bir rahatsızlığı bulunana tıraş için oruç veya sadaka yahut da kurbandan ibaret bir fidye gerekir. Engellemeden kurtulduğunuz zaman da her kim hacca kadar umre ile sevab kazanmak isterse, ona da kolayına gelen bir kurban gerekir. Bunu bulamayana ise üç gün hacda, yedi de döndüğünüzde ki tam on gün oruç tutması lazım gelir. Bu hüküm, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah'ın azabı gerçekten çok şiddetlidir.
-----197 - Hac, bilinen aylardadır. Her kim o aylarda hacca başlayıp kendisine farz ederse; artık hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz hayırdan ne işlerseniz, Allah onu bilir. Kendinize azık edinin. Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı Allah korkusudur. Ey akıl sahipleri! Benden korkun!
-----198 - Rabbinizin lütfunu istemenizde size bir günah yoktur. Arafat'tan indiğiniz zaman Meş'ar-i Haram yanında (Müzdelife'de) Allah'ı zikredin. O'nu, size gösterdiği şekilde zikredin. Doğrusu siz, bundan önce gerçekten sapmışlardandınız.
-----199 - Sonra insanların akıp geldiği yerden siz de akıp gelin. Allah'tan bağışlanmanızı isteyin. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
-----200 - Nihayet hac ibadetlerinizi bitirdiğiniz zaman, önceleri babalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. İnsanlardan kimisi: "Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver!" der. Onun için ahirette hiçbir kısmet yoktur.
-----201 - Yine onlardan: "Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir güzellik ve ahirette de bir güzellik ver ve bizi ateş azabından koru!" diyenler vardır.
-----202 - İşte onlar için, kazandıklarından bir nasib vardır. Allah, hesabı çok çabuk görür.
-----203 - Bir de sayılı günlerde Allah'ı zikredin (tekbir alın). Bunlardan kim iki gün içinde (Mina'dan) dönmek için acele ederse ona günah yoktur. Kim geri kalırsa ona da günah yoktur. Ama bu, takva sahipleri içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki, siz ancak O'nun huzuruna varıp toplanacaksınız.    

Bakara s 197. ayetindeki "hac bilinen aylardadır" cümlesinden bazıları, bu önceden bilindikliğe yeni anlamalar yüklemeye çalışarak nüfus kalabalıklığını öne sürüp izdihamı önlemek için haccın 4 aya yayılması gerektiğini söylemektedirler. Hacc, madem bilinen bir zamanda ise ve bizde bu bilinmişliğe uymak durumundaysak bu düşüncenin dayanağı aylar kelimesinin çoğul olarak kullanımını yanlış anlamaktan kaynaklanan bir düşünce  olduğu açıktır. O zaman şunuda sormak durumundayız madem hacc 4 ay ise ayetin devamındaki yasaklar(kadına yaklaşmamak gibi) 4 ay boyuncamı sürmesi gerekir.   

Ayrıca haram aylar konusuda yanlış anlaşılan konulardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Kur'anın haram ayların hangileri olduğu yolunda bir bilgi vermemesi bunun daha önceden bilinen ve uygulanan bir durum olduğu içindir. Zilkade-zilhicce-muharrem ve recep aylarının haram aylar bilinip uygulanmasına karşın yeni nesil haram ay mucidleri bu ayların yerine başka haram ay koymak hevesindedirler. Ancak tevbe suresinde haram ayı okuyan bu yeni nesil mucidler ayetin devamındaki "haram ayları ertelemenin ne analam geldiğini okumaya unutuyorlar.

Allah cc hacc zamanındaki belli günlerde koymuş olduğu yasakların hikmetini maide s. 94. ayetinde şu şekilde açıklamaktadır.
Ey İnananlar! Gıyabında Kendisinden, kimin korktuğunu ortaya koymak için, (ihramlıyken) elinizin ve mızraklarınızın ulaştığı avdan bir şeyle Allah and olsun ki sizi dener. Bundan sonra kim haddi aşarsa ona elem verici azab vardır.
"Gıyabında korkmak" diye belirtilen husus insanlar için güzel bir terbiye metodu olup kerkesin başına bir polis koymanın mümkün olamayacağı düşüncesinden hareketle, insanların vicdanlarında bu işi halletmek düşüncesinin bir ürünüdür. Allah cc bu haramlılığı bir görevliye devredin deseydi insanlar belki bu görevlinin gözünden kaçarak haram olan fiili işlemek itiyadında olabilirlerdi , ama Allah cc nin kendisini her yerde ve her zaman gördüğü bilincinde olan insanlar için böyle bir polisiye tedbire ihtiyaç yoktur. 

Yukarda mealini vermiş olduğumuz ayetler bize hacc ibadetinin ibrahim as dan bu yana yapılan zamanı ve mekanı belli olan ibadetlerden olduğunu öğretmektedir. Hiç kimse kalkıp bunun yerini ve zamanını değiştirelim şeklinde bir düşünce ortaya atamaz , "hacc bilinen aylardadır" cümlesine dayanarak "bak aylardadır diyor neden tek ayın içine sığdırılıyor" diye bir cümle atmak kişinin eğer samimiyetsiz değilse cahiliyetini ortaya koymasından başka bir işe yaramaz ibrahim as dan bu yana zamanı bilinen bir ibadetin nufüs fazlalığı gerekçe gösterilerek belli zamanlara yayma düşüncesi ancak yaşar nuri öztürk gibi kişilerin düşüncesini taklit etmekten başka bir şey değildir.

"Elmescidil haram" (haram mescid)kabe'nin içinde olduğu mekanın adıdır, "haram" denilmesi oraya girenin canına herhangi bir zarar verilmesinin yasak oluşundandır. Bu yasaklılık al-i imran s 97. ayetinde görülebilir. Kıble konusu ile ilgili ayetlerdede gördüğümüz bu kelime bizlere , herkesin yüzünü döndüğü bir kıblesi olduğu ve bizlerinde yüzümüzü o tarafa çevirmek şeklinde bir emri kapsamaktadır. Mescidil haram terkibi belli bir mekanı gösterdiğine göre bizlerin yüzümüzün o tarafa çevrilmesi ne anlama gelmektedir?.    


Yazımızın başından verdiğimiz ayet meallerindende görüleceği gibi tevhid çağrısının elçilerinden olan atamız ibrahim as ın yerleştiği ve  bu inancın temellerini attığı bir şehir olan mekkedeki bu mescid ve içindeki kabenin bir hacc mekanı olması müslümanların birlik ve beraberlik göstergelerinden biridir. Her ne kadar bugün içi boşaltılmış bir şekilde yapılan bu ibadetin olması gereken hali oradaki sembolik mekan ve ritüellerin tevhid eksenli bir ibadet olduğunun  unutulmamasıdır. Namazların hemen ardından kabenin eşiğine yüz sürmek için insanların birbirini ezercesine koşturmaları bu ibadetin gereği gibi anlaşılmadığının bir işaretidir. Müslümanların günlük hayatlarında yapmış oldukları ritüel ibadetlerden olan namazlarında yönelinmesi gereken mekan olması tevhidi boyut ile alakalıdır. Hiç kimse kalkıp ben bu yön harici istediğim yöne dönerim diyemez, bakara suresindeki ilgili ayetlerde (148) herkesin yüzünü döndüğü bir kıblesi olduğunun belirtilmesi onların mescidi harama yönelmedikleri dolayısı ile tevhid inancından kendileri soyutlamaları anlatılır. Bizde onlar gibi tevhid inancından kendimizi soyutlamadan yüzümüzü mecdi haramdan yani tevhidden çevirmeden hayatımızın her anında oranın konumuna uygun eylemlerde bulunmalıyız. Yüzümüzün o tarafa çevrili olması sadece ritüel ibadetlerimizde olması gereken değil ritüeller haricindeki vakitlerimizde geçirdiğimiz zamanlardaki eylemlerimiz içinde geçerlidir.   

Bakara s 177. ayetinde " Yüzlerinizi Doğu ve Batı tarafına çevirmeniz «bir» değildir. Lakin asıl «bir»; Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitablara, peygamberlere iman eden, malını seve seve yakınlarına, yetimlere, miskinlere, yolculara, dilenenlere, kölelere, esirlere veren, namazı kılan, zekatı veren, muahede yaptıklarında ahidlerini yerine getiren, sıkıntıda, hastalıkta ve şiddetli savaş anında sabredenlerinkidir. İşte sadık olanlar da onlardır ve müttakiler de onlardır."  buyurulması bu durumu açıklayan bir ayettir yüzünü çevirmekten kastın sadece şekilsel bir tarafının olmadığı aksine bu çevirmenin kişiyi bazı şeyleri yapmaya mecbur tutmasıdır, kuru kuruya bir çevirmenin Allah cc indinde herhangi bir değeri yoktur.

Sonuç olarak atamız ibrahim as ın haniflerden olmasının anlamı olan bu ibadetlerin şeklen ve içinin dolu olarak uygulaması bizler için ve kıyamete kadar gelecek olan kendisini müslüman olarak isimlendiren insanlar içinde olmazsa olmazlardan olup hiç kimsenin bunu değiştirmek veya red etmek şeklinde bir tercihi yoktur.    

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

24 Mart 2013 Pazar

İbrahim a.s ın Misafirleri İle İlgili Farklı Anlatımlar Üzerine Bir Düşünce Denemesi

 Atamız ibrahim as ın kıssası kur'anın birden fazla suresinde anlatılan kıssalardan biridir, ibrahim as kıssası içinde "ibrahim'in misafirleri" şeklinde başlayan ve lut as kavmini helak ile görevli elçilerin önce ibrahim as a uğrayarak hem helakı hemde ona salih bir erkek evlat haberi verdiklerini görüyoruz. Hud,hicr ve zariyat surelerinde tafsilatlı ankebut suresinde kısaca anlatılan bu kıssanın anlatıldığı surelerde aynı olayın biraz farklı olarak anlatıldığı dikkatli bir kur'an okuyucusunun gözünden kaçmadığı da malumdur. 

Farklı anlatımların sadece bu kıssada olmadığı da malumdur. Kur'anda bir elçinin kıssası birden fazla yerde anlatılıyorsa o kıssadaki aynı olay farklı ibarelerle neden anlatılır? sorusu zihinleri kurcalayan bir sorudur. Bu sorunun cevabını şı şekilde vermek mümkündür, kur'anda adı geçen elçilerin kıssalarının anlatılma gayesi tarihi ve kronolojik bilgi vermek amaçlı değildir. Kıssayı sadece olayın geçtiği zaman ,mekan ve şahıslarla sınırlamak kur'anın bu kıssayı anlatmadaki amacına uygun değildir. Kur'an o kıssayı anlatırken muhataplarına mesaj vermeyi amaçlar aynı olayın bir surede farklı diğer bir surede farklı ibarelerle anlatılmasını bu amaç doğrultusunda bakmalıyız. Şimdi "ibrahim'im misafirlerinin" anlatıldığı surelerde karşılaştırmalı olarak bu olayın nasıl anlatıldığına geçebiliriz.   

Kıssanın hud s. 69-76. ayetlerinde anlatılan kısmının meali şöyledir.    

 69 - Andolsun ki, İbrahim'e de elçilerimiz (melekler) müjde ile geldiler ve "selâm" dediler, o da "selâm" dedi ve hemen gidip onlara kızartılmış bir buzağı getirdi.
70 - Fakat onların o buzağıya el sürmediklerini görünce, tuhafına gitti ve içinde onlara karşı bir korku uyandı. Onlar da "Korkma, biz Lut'un kavmine gönderildik." dediler.
71 - İbrahim'in karısı ayakta duruyordu bunun üzerine yüzü güldü. Ona İshak'ı ve İshak'ın arkasından da Ya'kub'u müjdeledik.
72 - "Vay başıma gelene!" dedi, "Ben bir kocakarıyım, kocam da yaşlı bir adam. Bu gerçekten çok tuhaf bir şey!"
73 - Dediler: "Sen Allah'ın emrine mi şaşıyorsun? Allah'ın rahmeti ve berekâtı üzerinizdedir. Ey ev halkı! Muhakkak ki O, hamiddir (övülmeye lâyıktır), meciddir (cömertliği boldur)."
74 - İbrahim'den korku iyice geçip gidince, bu müjde de kendisine gelince, bizim (meleklerimiz)le Lut kavmi hakkında tartışmaya girişti:
75 - Çünkü İbrahim, çok yumuşak huylu ve çok yufka yürekli (yanık kalbli) idi.
76 - Melekler: "Ey İbrahim! Bu konuda bizimle tartışmaktan vazgeç. Çünkü Rabbinin emri kesin olarak geldi ve onlara geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azap gelecektir.  

Hicr s 52-60. ayetlerinin meali şöyledir. 

51 - Hem o kullara, İbrahim'in misafirlerinden de haber ver.
52 - Hani melekler, İbrahim'in yanına girdikleri zaman, "selam" demişler, İbrahim de onlara: "Biz sizden korkuyoruz" demişti.
53 - Melekler: "Korkma! Gerçekten biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz" dediler.
54 - İbrahim dedi ki: "Bana ihtiyarlık gelmişken, beni mi müjdeliyorsunuz, neye dayanarak beni müjdeliyorsunuz?"
55 - Melekler: "Seni gerçekle müjdeliyoruz. Sakın Allah'ın rahmetinden ümidini kesenlerden olma!" dediler.
56 - İbrahim dedi ki: "Rabbimin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?"
57 - "Ey elçiler! Başka ne işiniz var?" dedi.
58 - Melekler şöyle dediler: "Biz suçlu bir kavmi cezalandırmak için gönderildik.
59 - Ancak Lût ailesi müstesnâdır. Biz, onların hepsini muhakkak kurtaracağız.
60 - Yalnız Lût'un karısı müstesnâ, çünkü onun helak edilenlerle birlikte yok edilmesini takdir ettik. 

Zariyat s. 24-37. ayetlerinin meali şöyledir.   

 24 - Ey Muhammed! İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?
25 - Hani onlar İbrahim'in huzuruna girmişlerdi de "Selam sana!" demişlerdi. İbrahim: "Size de selam" demiş, ve içinden: "Bunlar tanınmamış bir topluluk!" diye geçirmişti.
26 - İbrahim, sonra ailesine giderek semiz bir buzağı (eti) getirdi.
27 - Onu önlerine sürerek: "Yemez misiniz?" dedi.
28 - Yemediklerini görünce onlardan içine bir korku düştü. Onlar İbrahim'e: "Korkma!" dediler ve onu çok bilgili bir oğul ile müjdelediler.
29 - Bunun üzerine karısı (Sâre) bir çığlık atarak geldi ve elini yüzüne vurarak: "Ben kısır bir kocakarıyım, nasıl çocuğum olur?" dedi.
30 - Misafir melekler: "Evet bu böyledir. Rabbin böyle buyurdu. Gerçekten O hüküm ve hikmet sahibidir. Herşeyi hakkıyla bilir." dediler.
31 - İbrahim, kendisine misafir olarak gelen meleklere: "Acaba sizin asıl önemli işiniz nedir ey elçiler?" dedi.
32 - Onlar: "Gerçekten biz günahkâr bir kavim (olan Lût kavmine) gönderildik.
33 - Onların üzerine çamurdan pişirilmiş sert taşlar yağdıracağız.
34 - O taşlardan herbirinin haddi aşanlardan kime isabet edeceği Rabbin katında işaretlenmiştir." dediler.
35 - Nihayet biz müminlerden orada bulunan kimseleri çıkardık.
36 - Fakat biz orada müslümanlardan bir ev halkından başka kimseyi de bulamadık.
37 - Biz orada acı bir azabdan korkan kimseler için bir ibret nişanesi bıraktık.   

Ankebut s.31-32. ayetlerinde kısa olarak şu şekilde anlatılır.    

Elçilerimiz İbrahim'e müjde ile geldiklerinde: «Biz şu kent halkını yok edeceğiz, çünkü oranın halkı zalim kimselerdir» dediler.İbrahim: «Ama Lut oradadır» dedi, elçiler: «Biz orada olanları daha iyi biliriz; onu ve geride kalanlardan olacak karısı dışında ailesini kurtaracağız» dediler.

Kıssanın ilk ortak yönü gelen kimselerin ev halkına selam vermeleridir , bu durum bizlere nur s. 27. ayetinde " Ey inananlar! Evlerinizden başka evlere, izin almadan, seslenip sahiplerine selam vermeden girmeyiniz. Eğer düşünürseniz bu sizin için daha iyidir." mealinde yabancı evlere girme adabının canlı uygulamasını göstermektedir. Hud ve zariyat s. bölümünde hemen kızartılmış bir buzağı getiren ibrahimin as ın bu durumu hicr s. de anlatılmaz. Gelen kişilerden korktuğunu hicr s . de onlar gelir gelmez söyleyen ibrahim as onlardan korktuğunu gelen misafirlere ikram ettiği buzağıya el sürmediklerini görünce söylemiştir. Bu anlatımdan çıkarabileceğimiz mesaj gelen bir misafire izzeti ikramın ata geleneği olduğu ve misafirinde bu ikramı kabul etmesinin onun ev sahibine karşı olan iyi niyetinin bir göstergesi kabul edilir, eğer misafir bu yemeği kabul etmez ise onun ev sahibine karşı bazı art niyetli düşünceler içinde olduğu düşünülür. Bugün memleketimizde bazı  kan davalarının giderilmesi için verilen yemekleri düşüncek olursak, bu yemeklerin  insanlar arasında bir dostluk bağının kurulması için köprü kurulmasının mümkün olduğunu düşünmek mümkündür.  

Geliş sebeblerini ise  hud s. de , lut kavmine gönderildikleri,hicr ve zariyat s. de, bilgin bir oğul müjdelemek için geldikleri şeklinde ifade ederler. Hud s. de lut kavmine gönderildiklerini öğrenen ibrahim as ın gülmesini gelenlerin onlara bir zarar vermeyecekleri için içinin rahatlaması olarak anlamak mümkündür. Hicr s. kendisine müjdelenen bilgin çocuk karşısında şaşkınlığını ibrahim as ın dile getirmesine karşın bu şakınlığı zariyat s. de ibrahim as ın karısında görmekteyiz, yani her ikiside yaşlı olmalarına karşılık müjdelenen bu çocuk karşısında şakınlıklarının dile getirmekten geri duramamışlardır.  Oysa aynı ibrahim as saffat s 100. ayetinde "Rabbim, bana iyilerden (bir evlat) ihsan et!»"diye dua etmiştir , tabi bu duasının  çocuk sahibi olabileceği bir zamanda yapılmış olması muhtemeldir 101. ayette "Biz de ona yumuşak huylu bir oğlan müjdeledik." şeklindeki karşılığın uzun yıllar sonra olduğunu gelen misafirlere yaşlı olduğu gerekçesi ile verdiği tepkiden anlamaktayız. Bu olaydan bizlerin çıkarabileceği mesaj , Allah cc den bir istekta bulunduğumuz zaman o isteğin gerçekleşmesinin bizim istediğimz zaman değil Allah cc nin istediği zaman olacağını aklımızdan çıkarmamamız olmalıdır.Herhangi bir kul , "dua ettim dualarım kabul olmadı" şeklinde bir ümitsizliğe düşmesinin mü'min bir kula yakışmadığı ibrahim as ın dili ile zariyat 56. da bildirilmektedir.  

                                  İSHAK VE YAKUBUN MÜJDELENMESİ   

Hicr ve zariyat s. de "bilgin bir çocuk" müjdelenmesine karşın hud s.de "ishak ve yakubun" müjdelendiğini görmekteyiz. İshak'ın müjdelenme zaman saffat s. 112 de , ibrahim as ın oğlu ile birlikte imtihan edilip bu imtihandan yüz akı ile çıkması sonucunda olduğunu görüyoruz. Bilindiği üzere yakub as ishak as ın oğlu olup ibrahim as ın da torunu olmaktadır , yine bilindiği üzere ibrahim asın iki oğlundan ilki ismail as olup ikincisi ishaktır, hicr ve zariyatta isim verilmeden müjdelenen bir çocuğa karşılık hud s. de isim verilerek ishak ve ardından yakup as dan bahsedilmektedir. Bu şekilde bahsedilmesinin hikmeti nedir ? diye sorulduğunda şöyle bir cevap verilebilir. "Bilgin çocuk" şeklinde yapılan bir vasıflandırılma, ismail,ishak ve yakub as ortak bir vasıftır yani her 3 de salih birer kuldur ama doğum zamanları farklıdır , ancak son günlerde öne sürülen Allahın bilgisinin sınırlandırma düşüncelerinin tahlili açısından bu ayetler bizlere yol göstermektedir. "Şey" kelimesi üzerinden yola çıkılarak bir insanın ne zaman "şey" haline geleceği hakkındaki bazı yanlış çıkarımlara bakacak olursak, ishak ve yakub as ın adının yıllar önce zikredilerek kullar nezdinde onların " şey " olmamasından önce Allah cc nin bilgisi dahilinde onların "şey" olduğu bilgisi mevcuttur. Allah cc ishak as ın evlenip yakub as adında bir oğlu dünyaya geleceğini bırakın o dünyada iken bilmeyi daha ilk erkek kardeşi dünyaya gelmeden bilmiş olması "Allah senin kiminle evleneceğini bilmez" diyen düşüncenin yanlışlığını gösteren delillerden birisidir. Allah cc nin "yerin ve göğün gaybını bilirim" şeklindeki iddiasının canlı bir ispatı ibrahimin misafirleri kıssasında isim verilerek ispat edilmiştir.     

                                                        EHLİ BEYT KAVRAMI 
Bugün islam dünyasında şia adı ile yapılmış ayrışımın dayandığı  delilerden bir tanesi ahzab s 33 .  deki "Evlerinizde oturun; eski Cahiliyye'de olduğu gibi açılıp saçılmayın; namazı kılın; zekatı verin; Allah'a ve Peygamberine itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! (ehl-i beyt) Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister." mealindeki ayetteki ehli beyt kelimesinin "yutahhiruküm" kelimesi ile birlikte kullanılmasından kelimedeki "küm" zamirinin müzekker (eril) zamir olmasından yola çıkılarak kastedilen kişinin ali , hasan, hüseyin r.a lar olduğu sonucuna varılmıştır. Ancak aynı şekilde bir kullanım hud s.73 de " Dediler ki: «Sen Allah'ın emrinden taaccüb eder misin? Ey ehl-i Beyt! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphe yok ki o hamîddir, mecîddir.»" mealindeki ayettede mevcuttur. İbrahim as ın karısının şaşkınlığı karşısında elçiler ibrahim as ın karısına 73. ayetteki cevabı verirken "aleyküm" kelimesini kullanmışlardır, buradada " küm" zamiri müzekker olarak ibrahimin as ın karısına verilen verilen cevapta kullanılmıştır. Hud s. 73 ayeti nasıl ibrahim as ve eşi için kullanılıyorsa ahzab s. 33. ayetide muhammed as ve eşleri için kullanılmıştır.

                                                    LUT AS  KAVMİNİN HELAKI
Gelen elçiler ibrahim as a geliş amaçlarından birisininde lut as kavmini helak etmek için geldiklerini söylemeleridir. Hicr ve ankebut s. de anlatılan kısımda lut as ın karısının geride kalanlar arasında olacağından bahsedilmektedir. Bu şekilde bir anlatım bize, Allah cc nin gayb konusunda bilgisinin sınırı olamayacağını göstermektedir, buna benzer bir bilgiyi hud s 36. da " Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık (sana) asla inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte olduklarından (günahlardan) dolayı üzülme."buyurularak Allah cc nin gayb bilgisinin sınırı olmadığı gösterilmektedir. İblisin tevbe ederek kurtulma şansı olduğunu iddia edenler iblis ile ilgili ayetlerin yanısıra lut as ın karısının artık tevbe etmeyeceğinin nasıl bilindiği konusunda acaba cevapları ne olabilir.  
Lut as ın kavminin helakı ile ilgili olarak s. deki bölümde farklı bir usluba rastlamaktayız. Diğer surelerdeki bölümlerde gelecek zaman ile ilgili konuşmalar  varken zariyat s. de gelecek zaman ile birlikte işin olup bittikten sonraki hali ile ilgili olarak bilgiler verilmektedir. Taşlar yağdıracağız diyen elçiler sözlerinin devamında işi yaptıktan sonraki durumuda ibrahim as a anlatmaktadırlar, peki bu anlatım uslubundan nasıl bir mesaj çıkarmak mümkündür?. Yine burada gayb bilgisinin sınırı meselesi ortaya çıkmaktadır o ana kadar helakı eden lut kavminin  o andan sonra helaktan kurtulmak için hiç bir şekilde gerekeni yapmayacağını Allah cc nin bildiğinin mesajını çıkarmak mümkündür desek acaba kim buna hayır der?   

Sonuç olarak, kur'an kıssalarının bizlere anlatılmasındaki temel prensip o kıssalardaki anlatılanlardan ve anlatım uslubundan mesajlar çıkarmaktır. Kur'an herhangi bir kıssayı tarihi bir bilgi vermek amaçlı anlatmış olsaydı aynı kıssada ne farklı anlatımlar nede şimdiki zaman ile gelecek zamanı aynı anda anlatmazdı. Kıssaları sadece anlatıldığı zaman ve mekan içinde anlamaya kalktığımızda anlama eksikliği kaçınılmazdır. Kıssalardaki bu tür anlatımlardan acaba kast edilen mesaj nedir sorusunun cevabını arama amaçlı olarak okunan kıssalardan çeşitli mesjlar çıkarılabilir. Kur'an bir kıssayı anlatırken o kıssa içinde bir kaç farklı konuyu ihtiva eden mesajlar taşımaktadır. Şahsen bu kıssayı daha önceki okumalarımdan çıkarmadığım bazı düşünceleri son zamanlardaki, Allah cc nin bilgisine sınır koyma düşünceleri etrafında okuduğum zaman bu kıssada verilmek istenen mesajlardan birisinde bu olduğunu gördüm. Tabiki mesaj sadece budur şeklinde bir kastımız olamaz belki bir zaman sonra bu kıssadan daha farklı bir mesaj elde etmek mümkün olacaktır ama bugün okuduğum zaman mesaj olarak algıladığım konuları paylaşmak istedim. 

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.


 331 - Elçilerimiz İbrahim'eİbrahim: «Ama Lut oradadır» dedi, elçiler: «Biz orada olanları daha iyi biliriz; onu ve geride kalanlardan olacak karısı dışında ailesini kurtaracağız» dediler.
(iki oğul vereceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: "Biz bu memleket halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir."

32 - (İbrahim) dedi ki: "Ama orada Lut var!" Şöyle cevap verdiler: "Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o geride (azabda) kalacaklar arasındadır. "
1 - Elçilerimiz İbrahim'e (iki oğul vereceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle 31 - Elçilerimiz İbrahim'e (iki oğul vereceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: "Biz bu memleket halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir."
32 - (İbrahim) dedi ki: "Ama orada Lut var!" Şöyle cevap verdiler: "Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o geride (azabda) kalacaklar arasındadır. "
dediler: "Biz bu memleket halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir."
32 - (İbrahim) dedi ki: "Ama orada Lut var!" Şöyle cevap verdiler: "Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o geride (azabda) kalacaklar arasındadır. "
 31 - Elçilerimiz İbrahim'e (iki oğul vereceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: "Biz bu memleket halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir."
32 - (İbrahim) dedi ki: "Ama orada Lut var!" Şöyle cevap verdiler: "Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o geride (azabda) kalacaklar arasındadır. "

31 - Elçilerimiz İbrahim'e (iki oğul vereceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: "Biz bu memleket halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir."
32 - (İbrahim) dedi ki: "Ama orada Lut var!" Şöyle cevap verdiler: "Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o geride (azabda) kalac arasındadır. "

22 Mart 2013 Cuma

Bir Markalaştırılmış Kitap Hadisi ve Kur'ana Arzı

Yazımızın başlığındaki "markalaştırılmış kitap " tabiri ile neyi kastetmek istediğimizi anlatarak yazımıza başlayalım. Bu tabir ile, "Kur’an’dan sonra ikinci sahih kitap" adı verilecek kadar Kur’an’la yarıştırılan, başta Buhari olmak üzere "kütübü sitte "veya" kütübü tis'a" adı verilen hadis kitaplarındaki bazı hadislerin Kur’an ile taban tabana zıt olduğunun ayan beyan ortada olmasına rağmen yüzyıllar öncesine dayanan oluşturulmuş karizma sebebi ile , "Buhari hadisi" veya "Müslim hadisi" denilince sanki Allah (cc)nin ayeti imiş gibi kabul gören bu kitapları kastetmekteyiz. Bu kitaplar ve bunları meydana getiren hadisçiler etrafında oluşturulan sahte karizma veya markalaştırma bu kitapların ve içindeki hadislerin toplayıcılarının "la yus'el (sorgulanmaz) olmasını getirmiş Kur’an’a uymasa da uydurulur hale getirilmiş hiç uydurulamadığı zamanda kitabın ötelenerek o hadisin alınması durumunu ortaya çıkarmıştır. Muhammed sav in Kur’an’a aykırı bir söz söylemesinin mümkün olmadığını herkesin iddia etmesine rağmen uymayan bu hadisler etrafında din oluşturulmuş ve bu din genel geçer inanç haline sokulmuştur.

"Hadisi Kur’an’a arz etmek" sözünü duyan insanlar "aslandan kaçan yaban eşekleri " misali, ürkerek bu düşünce sahiplerini sapıklık ile itham etmekten de geri durmamaktadırlar. Bahsettiğimiz kitaplardaki bütün hadisleri uydurma olarak görmediğimizi belirtmekle birlikte bu hadislerin Kur’an’a arz edildiği takdirde üzerine kurulan din binasının büyük bir sarsıntı geçireceği bu hadislerin Kur’an’a arz edilmesinden korkan güruhun malumudur.

"Sahih hadis Kur’an’a arz edilmez" şeklinde saçma bir sözü kalkan edinerek bu hadislerin Kur’an’a aykırı olsa da müdafaa edilmeye çalışılması gerçekten korkunç bir durumdur. Bu sözle, markalaştırılmış kitaplardaki hadislerin hiçbirinin Kur’an’a arzına gerek olmadığını söyleyen bu insanlar, acaba "sahih hadis" damgasını vururken neyi baz almaktadırlar? Senet zincirindeki kişilerin yine bazı kişiler tarafından "sika" yani güvenilir olması acaba vahiyle mi belirleniyor ki o hadis sahih oluyor ve artık Kur’an’a arzı bile gerekmiyor.

Bu girişten sonra, bu kitaplarda bulunan bir hadisi ve bu hadisin Kur’an’la sağlamasının yapılmasına geçelim, hadisimiz Buhari, Müslim, Tırmizi ve Ebu Davut’ta bulunmaktadır ve şu şekildedir.

10- BÂB: ÂDEM İLE MÛSÂ PEYGAMBER LERİN AZÎZ VE CELÎLOLAN ALLAH HUZURUNDA BİRBİRLERİNE KARŞI HÜCCETGETİRİP ÇEKİŞMELERİ
25 İbnu’t-Tîn şöyle demiştir; Bu hadisin Kader Kitabı’na girme sebebi Yüce Allah’ın müşriklerin, sadık olan Peygamber’inin gördüklerini yalanlamalarım takdir etmiş olduğuna işaret etmesidir. Bu, onların tuğyanlarında bir artırma olmuştur (Aynî).
20-…….Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdîs edip şöyle dedi: Biz bu hadisi Tâvûs ibn Keysân’dan belledik. O: Ben, Ebû Hureyre (R)’den işittim, dedi ki: Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Âdem ile Mûsâ birbirlerine karşı hüccet getirip çekiştiler. Mûsâ, Âdem’e:
— Ya Âdem! Sen bizim babamızdın. Sen bizi cennetten çıkardığın için, bizleri mahrumiyet ve zarara düşürdün! dedi,
Âdem de ona:
— Ya Mûsâ! Sen, Allah’ın kelâmı ile seçip mümtaz kıldığı ve lehine eliyle yazıp çizdiği Musa’sın. Öyle iken sen, Allah’ın beni yaratmasından kırk sene evvel üzerime takdir buyurduğu bir işten dolayı beni kınıyor musun? dedi”.
Bunu takiben Peygamber: “Böylece Âdem, Musa’ya delil ve burhan ile galip oldu. Âdem Musa’ya delil ve burhanla galip oldu” cümlesini üç kere söyledi.
Sufyân dedi ki: Bize Ebu’z-Zinâd, el-A’rec’den; o da Ebû Hu-reyre’den; o da Peygamber’den bunun benzeri hadîsi tahdîs ett.

Bu hadiste ele alacağımız konu, âdemin işlediği günahın kendisi yaratılmadan 40 sene önce takdir edildiği dolayısı ile bu günahı işlememesi gibi bir durumun olamayacağı yönündedir. Tipik bir cebriyye inancını ortaya koyan hadise göre herhangi bir kul işlemiş olduğu fiili yapmamakta serbest değildir ve dolayısı ile sorumluda değildir. Çünkü kendisi yaratılmadan önce bunu yapacağı belirlenmiştir. Bu hadisi baz alarak bir kişi işlemiş olduğu bir suçtan dolayı yarın ahirette Allah (cc)ye haşa "benim yaptığım fiilleri işleyeceğimi zaten yazmışsın beni neden mesul tuttun" diye bir soru sorması gerekir. Bu hadis kişinin iradesini hiçe sayan düşüncenin bir ürünü olup bu şekilde hazırlanan alt yapıya uygun olarak sultanların işlemiş oldukları cinayetlerin suçu Allah cc ye isnat edilmiştir. Kur’an’dan vereceğimiz 3 ayet bu düşüncenin kaynağını bizlere göstermektedir.

----- [006.148] [E0] Müşrik olanlar diyecekler ki: Allah dilese idi ne biz müşrik olurduk ne atalarımız, ne de bir şey haram kılabilirdik, bunlardan evvelkiler de böyle tekzip etmişlerdi, nihayet azabımızı tattılar, hiç de, ilim denecek bir şeyiniz var mı ki bize çıkarasınız? Siz sırf bir zann ardından gidiyorsunuz ve siz ancak atıyorsunuz
-----[016.035] [E0] Bir de müşrikler dediler ki: “Allah dileseydi ne biz, ne atalarımız ondan başka hiç bir şeye tapmazdık ve onsuz hiç bir şey tahrim etmezdik”, bunlardan evvelkiler de böyle yaptılar, buna karşı peygamberin vazifesi ancak açık bir tebliğden ibarettir.
-----[043.020] [E0] Bir de dediler ki Rahman dilese idi biz onlara tapmazdık, bu babda onların bir ilimleri yoktur sade atıyorlar.

Verdiğimiz örnek ayet meallerinde ortak nokta, müşriklerin işlemiş oldukları günahlarda kendilerinin herhangi bir rolü olmadığını söylemeleridir ancak bu sözleri Allah cc tarafından red edilmektedir. Birçok ayette insanın kendisine verilen seçme hürriyetinden ve bu hürriyeti kullanarak yolunu kendisinin belirlediği bizlere bildirilmektedir. Ancak yukardaki rivayette âdem işlemiş olduğu suçu kendi ihtiyarı olarak işlemediğini beyan etmektedir. Markalaştırılmış kitaplarda yerini bulan bu rivayet Kur’an’a arz edildiği zaman uydurma olduğu açıktır. Şimdi bazı kişilerin " sen kimsin" veya "sen falandan daha mı iyi bileceksin" dediklerini duyar gibiyim ama o kişiler bu şekilde kendilerini avutacaklarına, ancak Kur’an’a uygun olan bir sözün Muhammed (sav)in olabileceğini kafalarına yerleştirmek zorunda olduklarını bilmelidirler.

Kader konusu yüzyıllardır konuşulan ve daha da konuşulacak olan bir konudur. Zaman içinde Kur’an geri atılıp kendi fırkalarının düşüncelerini Kur’an’a onaylattırmak için uydurulan rivayetler dinimizin ayrılmaz bir parçası haline getirilmiş ve etrafında bir sürü yanlış din anlayışı oluşturulmuştur. Allah (cc)nin bizlere seçme hürriyeti vererek bu seçimimizin neticesinde ahiretteki ebedi yerimizin belirleyeceğimizi bildirmesine rağmen yanlış kader inancı bizlerin sanki bir kukla olduğumuz ve yaptıklarımızın önceden yazılarak seçim hakkımızın olmadığı şeklinde bir düşünceye bizi sevk etmiştir. Allah (cc)nin bütün eksikliklerden münezzeh olması kullarının bütün yaptıklarını bilmesinin yanında yapacaklarını da bilmesidir. Onun bizim yapacaklarımız bilmiş olması bizim irademize baskı kurması şeklinde anlaşılmamalıdır. Bugünlerde, yapacaklarını bilmediği yolunda önceden ortaya atılmış olan bazı düşüncelerin yeniden konuşulmaya başlanması yanlış kader inancının ortadan kaldırılmasına yönelik olması yönündeki çalışmalar olması bakımından görmemize rağmen, Allah cc ye "bilmemezlik" yakıştırılması bakımından "kaş yapayım derken göz çıkarmak" derecesine vardığı içinde üzüldüğümüzü beyan edelim.

EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

16 Mart 2013 Cumartesi

Fırkalardan Şikayet Ederiz Ama Fırkacılıktan Kurtulamayız

Yazımızın başlığı "acı ama gerçek" denilen durumlardan olduğu her müslümanın malumudur. Tarih boyunca müslümanların fırkalaşma neticesinde birbirleri ile savaşlarında, kafirlerle olan savaşlardan daha fazla can kaybı olduğuda herkesin malumudur.Bu durumdan herkesin şikayetçi olduğu ve fırkalaşmanın hoş bir durum olmadığı müslümanların tek bir bayrak altında toplaşması gerektiğinin her fırsatta dile getirildiği y ine herkesin malumudur. Müslümanların en büyük hastalığının teşhisi konulmuş fakat herkesin yazdığı reçete farklı olduğu için yinede birlikteliğin sağlanamaması neticesinde ensemizde pişirilen boza pişirilmeye devam edilmektedir. Her fırka mensubu fırkacılık hastalığının  çaresinin kendi fırkasına dahil olmakta olduğunu iddia ettiği için birliktelik bir türlü sağlanmamaktadır.

Kur'an , dün müslümanların ortak kitabı idi , bugünde böyledir ,yarında böyle olacaktır, maalesef  dün ,bugün ve yarın müslümanlar bu kitabın sadece adına inandıkları müddettçe şikayet ettikleri sıkıntılarına çare bulamayacaklardır,çünkü kur'an her fırkanın elinde oyuncak olmuş ve o kitap kendi fırkalarının haklılığına delil getirdikleri bir araç durumuna  düşürülmüştür. 

Kur'anın önüne geçirilmiş olan kaynaklardan bir taneside çeşitli alimlerin yazmış olduğı eserlerdir. Bu alimler ve eserleri etrafında oluşturlmuş olan sahte karizmalar içindeki yazılanlar kur'ana aykırı olsa dahi kabul ettirlmeye çalışılmaktadır. Kürsülerde boy gösteren, sezai karakoç ustanın tarifi ile " yeşil sarıklı ulu hocalar" insanlara doğruyu öğretmemeleri bir tarafa onların sorgulamalarını dahi yasaklamaktadırlar. "Biz ne dersek ona inanacaksın" baskısı altında müslümanlar inim inim inlemektedirler.   

Hepimizin şahid olduğu ama başımdan geçen bir olayı örnek vererek bu işin vehametini göstermek istiyorum. Bir facebook sayfasında "ümmetimden sıla (imam rabbani) adında bir zat gelir ümmetimdem pek çok kişiye şefaat eder" diye bir gördüm ve hadisin uydurma olduğunu ve muhammed sav in " benim adıma bir yalan uyduran cehennemdeki yerini hazırlasın" hadisini ona yazarak onu ikaz ettim, karşılığında almış olduğum cevap ise , "bu hadisin imam suyutinin cem'ul cevami adlı kitabında olduğunu ve benim bu zattan dahamı iyi bildiğim ve mütevatir bir hadisi inkar etmenin kişiyi dinden çıkaracağı idi.  

Herhangi bir alimin kitabında yazılanın kur'ana aykırı olsada "ondan dahamı iyi bilineceği" gerekçesi ile kabul gören düşüncelerinin hakim olduğu kafalardan bunu silip "kur'andan dahamı iyi bilineceği" düşüncesi hakim olmadan müslümanların fırkalaşmalarının önünün alınmayacağı bir gerçektir. Bunu nasıl yapacağız?   

 "Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da cahillikle ileri giderek Allah'a sövmesinler. Böylece her ümmete işini güzel gösterdik, sonra dönüşleri Rab'lerinedir. O, işlediklerini haber verir."

Enam s. 108. ayeti olan bu ayet müşriklerle olan ilişkiler çerçevesinde ele alınabileciği gibi kendi içimizdeki farklı fırka mensupları ile olan ilşkilerimizide düzenleme açısından bakılması gerektiğini düşünmekteyiz. Her fırka mensubu kendi yanındaki ile övünüp başkasının yanıdakini "tu kaka" şeklinde gördüğü veya kendi fırkası içindekileri "has mü'min" dışardakileri "pis müşrik" olarak dışladıkları zaman diyalog imkanının ortadan kalktığı görülecektir.    

Müslümanlar olarak yapılması gereken ilk şey , kur'anın hepimizin ortak kitabı olduğu ve dini meselelerde tek hakemin kur'an olduğunun fikir birliğine varılmasıdır. Falan alimin yazdığı filan kitabın içindekilerin doğruluğunun kur'an ile ölçülmesi gerektiği şuuruna varıldığı ana fırkacılığın büyük ölçüde ortadan kalkacağı görülecektir.   

Bunu yaparken kur'an dışındaki kitapları,alimleri vs. öncelleyenlere takınacağımız tavır onlara ulaşmamızda önemli rol oynayacaktır.Enam s 108. ayeti çerçevesinde karşımızdaki kişinin öncellediği şahsa ,kitaba , meşrebe sövmeden oradaki yanlışların kur'an çerçevesinden bakılarak görülmesini sağlamak tarihte geçmiş hiç bir alimin yazdıklarının kur'anın önüne geçemeyeceğini anlatmaktır. Allah cc musa ve harun as lara firavuna dahi "kavli leyyin" 
(güzel söz) söylemelerini "olurki öğüt alır" diyerek tavsiye etmesi bizler için tebliğde örnek olmalıdır. Bugün din hakkında en yanlış sözleri söyleyen kişiler herhalde firavundan daha asi olmasa gerektir ki onlara "kavli leyyin" ile yaklaşmayalım.   

Bunları yaptıktan sonra karşımızdaki şahsın düşüncelerini değiştirmeyerek yine eski inadında devam ederek " sen falan alimin kitabından dahamı iyi biliyorsun" şeklindeki sözleri bizleri kızgınlığa sevketmemeli ve kur'an ayetlerinde "kimse üzerine vekil olmadığımız" , " bize düşenin sadece tebliğ" olduğu hatırdan çıkarılmayarak onlardan güzelce ayrılmaktır.

Rabbimiz bütün müslümanları kur'anı öncelleyen ve meselelerini kur'an ışığında çözümleyerek kur'ana rağmen pompalanmaya çalışılan alim ve kitaplardan muhafaza etsin.

                          EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

13 Mart 2013 Çarşamba

Hadisleri Metin Tenkidi İle Okumaktan Neden Korkulur?


Bilindiği üzere , "hadis" denildiği vakit ilk olarak muhammed sav in ağzından çıktığı iddia edilen sözler akla gelir, bizde bu yazımızda bu sözlerin nasıl bir yöntem ile doğrusunu yanlışından ayrılabileceği konusundaki düşüncelerimizi paylaşacağız.  

Allah cc, muhammed sav i kendisine elçi olarak seçmiş ve ona kitabı indirmiştir, bu süreç 23 yıllık bir zaman zarfında gerçekleşmiştir. 23 yıllık zaman içinde kur'anı muhataplarına tebliğ ederken ağzından kur'an harici sözlerde çıkmıştır, bu sözlerin bir kısmı o sözleri işitenler tarafından başkalarına aktarılmış belli bir zamandan sonra bu sözler yazıya geçirilerek bugün elimizde olan hadis kitapları meydana gelmiştir.   

Hadis olarak bildiğimiz sözlerin sahih olup olmadığı konusu yüzyıllardır müslümanlar arasında ihtilaf konusu olmuş ve olmayada devam edecektir. Zaman içinde hadis'e yüklenen misyon korkunç denilebilecek boyutlara ulaşarak kur'an ile eşdeğer tutulmaya kadar gitmiştir ve bu düşüncenin uzantıları günümüzde "selef akidesi" düşüncesi adı altında devam ettirlmeye çalışılmaktadır. Hadis'in sahih olup olmaması konusunda yapılan çalışmalar malumumuzdur bu çalışmaların dayandığı yöntemlerden biri olan "sened tenkidi" metodunun bir hadis'in doğru ve yanlış olduğuna dair vereceği kararın doğru bir karar olmaktan uzak olduğunu düşünmekteyiz.    

Hadislerin toplanma süreci bilindiği üzere muhammed sav in vefatının üzerinden uzun yıllar sonraya dayanmaktadır, bu sözleri toplayan hadisçi bu sözlerin doğru olup olmadığına kendisine gelen bu sözü rivayet edenlerin kim olduklarına bakıp o kişinin güvenilir olup olmaması üzerinden karar vermiştir, bu metoda "senet tenkidi" metodu adı verilmiştir. Bu yöntem sağlıklı bir yöntem değildir, söylenen söze değil onu rivayet eden kişinin şahsiyeti üzerinde yapılan bir değerlendirme haliyle göreceli olacaktır. Aynı hadis sened zincirindeki şahısları güvenilir gören bir hadisçi tarafından sahih olarak görülürken bir başka hadisçinin o zincirdeki bir veya birkaç raviyi güvenilmez olarak görmesi o hadisi sahih olarak görmemesine yol açmıştır.   

Bugün islam dünyasında büyük bir şöhret sahibi olan hadis kitaplarının içindeki tüm hadisler bu metod ile yapılan bir sağlamanın ürünüdür. Özellikle "buhari" veya "müslim" hadisi denildiği zaman akan suların durduğu bir islam dünyasında bu kitapların içinde bile sahih olmayan hadisler mevcuttur demek maalesef aforoz sebebi olmuştur. Hadis konusunda araştırma yapanlar, buhari ve müslim gibi hadisçilerin toplamış olduğu hadislerin ilk zamanlarda başka hadisçiler tarafından eleştirilmiş olduğunu göreceklerdir, ancak zaman içinde bu eserlere kazandırılmış olan karizmanın çizilme endişesi, " bu eserlerde tek bir tane dahi sahih olmayan hadis yoktur" sözünü herkese ezberletmiştir. Objektif bir hadis araştırması yapanlar buhari ve müslimdeki hadislerin bazılarının tenkid edildiğini veya ravilerinin bazı sapık mezhep mensubu olduğu gerekçesi ile onlardan hadis alınmayacağını söylemelerine rağmen  bugün bu düşüncelerin üzeri örtülmeye çalışılarak kur'andan sonraki kutsal kitaplar olarak lanse edilmeye çalışılmaktadır.  

Hadisleri sahihlemede kullanılan bu yöntem bugün kur'andan onaya almayan fakat etrafı kalın sur duvarları ile çevrilmiş bir din anlayışını ortaya çıkarmıştır. Kur'andan onay almayan bu din anlayışının yerine kur'ani bir din anlayışının hakim olması için önce hadis anlayışlarının gözden geçirilerek üzerine din bina edilen hadislerin tenkid metodunun değiştirilmesi gerekmektedir. Teklif ettiğimiz metod yeni bir metod olmayıp sahabeden beri örnekleri verilen bir tenkid metodu olup adına " METİN TENKİDİ " denilmektedir, ancak bunu yaparken önümüze "ATALAR TENKİD YÖNTEMİ" metodu kapı gibi dikilmektedir.    

"Atalar tenkid metodu" ile hadisler üzernden kurulan din anlayışlarının elden gitme korkusu bazılarını fena halde korkutmakta olduğunu üzülerek müşahede etmekteyiz, bu metod bağlıları "kur'ana dayalı metin tenkidi " metodunun yanlış bir metod olduğunu iddia ederek bu metod yolu ile hadislerin anlaşılmasını isteyenlere çeşitli sapık isimlerle yaftalayarak bu metodu gözden düşürmeye çalışmaktadırlar. "Atalar tenkid yöntemi" ile marka isim haline gelmiş olan hadis kitaplarındaki bir çok hadisin , metin tenkidine uğrayarak uydurma olduğunun ortaya çıkma korkusu bu metod bağlılarının  "haydi atalar metoduna bağlılıkta direnin" şeklinde seslerini yükseltmelerine sebeb olmaktadır.   

Metin tenkidi yöntemi ile hadislerin doğru olup olmadığının anlaşılması diğer metoda göre daha sağlıklı olduğu bir gerçektir. Güvenilirliliği hadisçiler tarafından belirlenen şahısların rivayet ettiği sözlerin doğru olmasını iddia etmek kadar yanlışbir yöntem olamaz. Kur'an müslüman olduğunu iddia eden herkes tarafından kabul edilebilir bir kitap olduğuna göre, elçi sav inde bu kitaba aykırı bir söz söylemesinin mümkün olmayacağına göre ondan gelen sözlerin sözlerin doğru olup olmadığını kur'anın karar vermesi gibi doru bir metod olamaz bunun aksini iddia etmek kişinin akidesinde derin yaralar açacak olan bir iddiadır.  

Sonuç olarak, bugün genel geçer olan hadis sahihleme anlayışının yerine kur'anı baz alan hadis sahihleme anlayışı en doğru metodtur. Bu metodu kötüleyerek kendilerinin "atalar tenkid metodunu" devam ettirmek isteyenleri Allah cc ye havale etmekten başka yapacak bir şeyimizde yoktur. 
                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

5 Mart 2013 Salı

Bakara s. 255. Ayeti (Ayetel Kürsi) Üzerine Bir Mülahaza

Bakara s. 255. ayeti olan ve "Ayetel Kürsi" adıyla bilinen ayet, bize önemli bilgiler veren ayetlerden birisidir. Bu ayette Allah cc bizlere kendisini tanıtmaktadır.   

--------ALLAHü lâ ilâhe illâ hüvel hayyül kayyûm. Lâ te'huzühû sinetün ve lâ nevm. Lehû mâ fis-semâvâti vemâ fil erd. Menzellezî yeşfeu indehû illâ biiznihi. ya'lemü mâ beyne eydîhim vemâ halfehüm velâ yühîtûne bişey'in min ilmihî illâ bimâ şâe vesia kürsiyyühüssemâvâti vel erd. Velâ yeûdühü hıfzuhumâ ve hüvel aliyyül azîm. 


-------ALLAH, O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, Kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir.  Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür.   

Elhayy, sözlükte diri ve canlı olmak manasına gelen bu kelime Allah cc nin isimlerinden olup varlığı hiç bir zaman kesintiye uğramayacak olan ezeli ve ebedi demektir. 
Elkayyum, bütün yarattıklarının idaresini elinde tutan demektir. onu değil uyku tutması uyuklamanın bile tutmaması yarattıklarının üzerinde her an gözetleyici olmasının teşbihi bir anlatımıdır. Uyku hali kişide bazı şeyleri görmesine engel bir durum meydana getirmesi nedeniyle rabbimiz bizlere kendisini böyle bir halin tutmadığını bildirerek bizlerinde,  "ELHAYY" , "ELKAYYUM" olan, kendisini uyku ve uyuklama tutmayan o ilahın kulları olduğumuz hatırlatılmaktadır.   

"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur"  bu cümle daha pek çok ayette daha bizlere hatırlatılarak göklerin ve yerin mülkünün kendisine ait olduğu ve bu mülkte ortağı bulunmadığı hatırlatılmaktadır.

"Onun izini olmadan katında şefaat edecek olan kimdir" cümlesini anlamak için nuzül dönemi şefaat anlayışını anlatan ayetlere bakmak gerekmektedir. 

------010.018 Onlar, Allah'ı bırakarak, kendilerine fayda da zarar da veremeyen putlara taparlar: «Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır» derler. De ki: «Göklerde ve yerde, Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz?» Allah, onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir.
-----006.094 Onlara: «And olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi size verdiklerimizi ardınızda bırakarak bize birer birer geldiniz; içinizde Allah'ın ortakları olduğunu sandığınız şefaatçılarınızı beraber görmüyoruz. And olsun ki aranızdaki bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmışlardır» denecek.

Hakkında Allah cc tarafından hiç bir delil olmadan kendi yanlarından uydurdukları putlarını şefaatçiler olarak gören müşriklerin bu inancı, Allah cc tarafından kendilerine böyle bir izin verilmediği gerekçesi ile red edilmektedir. İzin kelimesi şefaat konusu hakkındaki ayetlerin müşrik inancı paralelinde islam inancındada yer buldurulmuş olması nedeniyle sanki Allah cc bir başkasına izin verirse o kişininde şefaat edebileceği şeklinde saptırılmıştır. Allah cc bu yetkinin kendisinden başkasına ait olmadığını diğer ayetlerde buyurmasına rağmen o ayetlerin aksine olarak bu yetki başkalarına verdirilmek amacı ile ayetlerin anlamı üzerinde oynanmıştır.Bu ayetteki "izin" kelimeside başkalarına izin vererek şefaatte bulunulabileceği zannı verilmeye çalışılmıştır.    

"O önlerindekini ve arkalarındakini bilir" cümlesi böyle bir bilinmenin yaratılmışların bir özelliği olup bir nevi eksiklik anlamına gelir, bunun tersi bir bilinmezlik ise ilahlık vasfına haiz olan bir varlığın özelliğindendir. Allah cc bizlere , önlerindeki ve arkalarındaki her şeyi bilinen varlıkların Allah cc den başka şefaatçiler edinilmesinin şirk olduğunu bizlere hatırlatmaktadır.

"Dilediği kadarının dışında onun ilminden hiçbirşeyi kuşatamazlar", önleri ve arkalarındaki bir başkası tarafından bilinmiş olan ve Allah cc nin ilminden onun dilemesi dışında herhangi bir şey ihata edememeleri yine onların eksikliklerini ve bu eksikliklere haiz olan yaratılmışların şefaatçi olarak belirlenmelerinin yanlışlığı vurgulanmaktadır.   

"Onun kürsüsü gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır" . Bu cümlede teşbihi bir anlatım olarak "kürsi" kelimesi geçmektedir . Arş ve kürsi hükümdarın mülkünü sembolize eden objelerdir , sebe melikesinin arşı veya yusufun arşı gibi kulanımların muhkem manası yanısıra " allahın arşı" gibi müteşabih kullanımlarını kur'anda görmekteyiz. Kürsi kelimeside müteşabih bir kullanım olup üzerine oturulan veya yüksek bir yere çıkmak kullanılan nesne anlamındadır . Ayette, kürsi olarak kullanılması arşten küçük olan ve kürsisi yeri ve gökleri kaplaması onun azametinin teşbihi olarak anlatılmasıdır , kürsisi gökleri  ve yeri kaplayan bir ilahın arşının azametini tahayyül etmek insan idrakını aşar.

Göklerin ve yerin sahibi olan Allah cc ye onu korunmasının ona güç gelmeyeceği hatırlatılarak yine onun insan idrakini aşan mülkünün herhangi bir tehlike ile karşı karşıya kalma gibi bir durum olmadığı bizlere bildirilmektedir. Bakara s. 255 ayeti Alah cc nin kudretini azametini ve mülkünü bizlere anlatması ve bizlerin bu mülk sahibi olan bir varlığın kulu olduğumuz bilinci içinde sadece ona kul olmamız ve onun yetki sahasında olan bir konuyu ondan başka birine vermememiz gerektiği mesajını taşımaktadır.  

                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.