29 Mayıs 2013 Çarşamba

Salat'ın (Namaz'ın) Vakitleri Üzerinden İlmihal Kur'ancılığı Yapmak

Salat kavramı kur'anda en fazla yer tutan kavramlardan biri olup, kullanılan dilde birden fazla anlama gelen kelimelerden olması nedeniyle bu kelimenin türevleride kur'anda farklı anlamlarda kullanılmıştır. Bu yazımızın amacı bu kavramı genel olarak değil,dilimizde kullandığımız adı ile "namaz" dediğimiz secdeli (ritüel) salat'ın vakitleri ile ilgili olan kur'an ayetlerinin hangi vaktin namazı ile ilgili olduğu ile olacaktır.    

Nisa s. 101-102. ayetlerinde korku durumu (savaş vs) gibi hallerde salat'tan kısaltma yapılabileceğini ve bu kısaltılmış salatın şeklini izah ettikten sonra 103. ayetinde şu şekilde buyurulur , "Namazı bitirdikten sonra ayaktayken, otururken ve yere uzanmışken Allah'ın adını anınız. Tehlikeyi savuşturup güvene kavuştuğunuzda namazı tam olarak kılınız. Zira namaz müminlere, vakitleri belirli bir farzdır." Bu şekilde yapılan salatın vakitleri belirli olarak yazılmış olduğunu bildiren rabbimizin bu vakitleri kur'anın diğer ayetlerine ne şekilde serpiştirdiğini görmek faydalı olacaktır.  Bu ayet bize gösterirki secdeli salat her halukarda edası gerekli olup en zor zamanda bile terkdilmemesi gerekli olan bir ibadettir. 

Öncelikle nur . 58. ayetini ele alarak burada bahsedilen vakitlerin hangi vakitler olduğunu görelim. 

 "Yâ eyyuhellezîne âmenû li yeste’zinkumullezîne meleket eymânukum vellezîne lem yeblugûl hulume minkum selâse merrât(merrâtin), min kabli salâtil fecri, ve hînetedaûne siyâbekum minez zahîrat(zahîrati), ve min ba’di salâtil ışâi, selâsu avrâtin lekum, leyse aleykum ve lâ aleyhim cunâhun ba’de hunn(hunne), tavvâfûne aleykum ba’dukum alâ ba’d(ba’dın), kezâlike yubeyyinullâhu lekumul âyât(âyâti), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun)".

-----[024.058] [E0] Ey o bütün iyman edenler! ellerinizdeki memlûkleriniz ve sizden henüz bülûğa irmiyenler üç vakıt size istiyzan etsinler: sabah namazından evvel ve öğle sıcağından elbisenizi çıkardığınız sırada, bir de yatsu namazından sonra ki sizin üç eksikli vaktınızdır, bunların maadasında ne size ne onlara günah yoktur, üzerinize dolaşırlar, birbirinize bakarsınız, işte böyle size Allah âyetleri beyan ediyor, ve Allah alîmdir, hakîmdir.

Ayette 3 tane gün içindeki vakitten söz edilerek bu vakitlerde izin istenmesi emredilmektedir. Bu vakitlerden iki tanesi "salatil fecr" ve "salatil işa" olarak namaz vakitleri olarak diğer vakit ,"ezzahireti" (öğle vakti) olarak geçmektedir. Bu ayete istinaden kur'anda namaz vakitlerinin sabah-öğle-akşam olarak 3 tane olduğunu iddia edenlere rastlamakla beraber iki yanlışın yapıldığına şahid olmaktayız. 1- öğle vakti olarak geçen kelimeye salat izafe edilmediği için öğle namazı bu ayetten çıkmaz, 2- "salatil işa"yı akşam namazı olarak anlayanlar bu kelimenin anlamının akşam namazını karşılayıp karşılamadığı konusunda herhangi bir araştırma yapmadan bu kelimenin başka ayetlerde geçen "akşam" şeklindeki karşılığını dikkate alarak meallerdeki anlama tabi olup işin içinden çıkmak istemektedirler. Ayette geçen "fecr" ve "işa" kelimelerinin hangi vakitleri içine aldığını görelim.   

"Fecr" kelimesi, bir nesneyi geniş biçimde yarmak anlamından hareketle geceyi yarmasından dolayı gündüzün başlarına , yani ufkun güneişin ilk ışıklarıyla kızardığı tan vaktinin adı olup "sabah namazı" olarak bildiğimiz vakte tekabul ederki bu vakitte herhangi bir ihtilaf yoktur.  

"İşa" kelimesi ile ifade edilen kelimenin yatsı vakti olmadığı bu vaktin akşam vakti olduğunu iddia edildiğini gördüğümüz için " salatil işa"nın hangi namaz olduğu üzerinde durmak gerekmektedir.  

"Aşiyyu" kelimesi , güneşin meridyen düzleminden batışa geçtiği zamandan sabaha kadar olan vakit anlamındadır. "Sabaha kadar olan" denilmesinden kasıt  sabah namazının girdiği ana kadar olan vakittir. Bu kelimenin nasıl bir akşama delalet ettiğini bu kelime ile ifade edilen yan anlamlardan çıkarabiliriz ,çünkü bu kelimenin akşamı karşıladığı iddiasında bulunanlar yatsı namazının kuran'da olmadığı iddiasını dillendirmektedirler. 

"el işae" göze arız olan karanlık- "aşevtünnare" gece ateşe doğru yöneldim- "el uşvetu"alevli odun parçası (karanlığı aydınlatması) - "el aşvau" önünde ne olduğunu görmeyen bundan dolayı her şeye çarpan dişi deve - şeklinde yan anlamları olan bu kelimenin ifade ettiği yan anlamlar nasıl bir akşam vaktini izah ettiğini anlatması bakımından dikkate değer kelimelerdir. Akşam'ın iyice karardığı vaktin adını karşılayan bu kelimenin ifade ettiği salat vakti yatsı adıyla maruf salat vaktini ifade ettiğini söylemek daha doğru olup bildiğimiz akşam namazı vaktini karşılamamaktadır.   

Nur s. 58. ayetinden , sabah ve yatsı namazı olarak iki adet namazdan bahdesildiğini görmüş olduk. Kur'anın diğer ayetlerine dağılmış olan vakitlerin hangileri olduğunu ilgili ayetleri okuyarak anlamaya çalışalım.    

 "Ve ekımis salâte tarafeyin nehâri ve zulefen minel leyl(leyli), innel hasenâti yuzhibnes seyyiât(seyyiâti), zâlike zikrâ liz zâkirîn(zâkirîne)."
-----[011.114] [E0] Hem namaz kıl gündüzün taraflarından ikisinde ve gecenin gündüze yakın saatlerinde, çünkü hasenat, seyyiatı giderir, bu, idrâki olanlara bir öğüddür.  

Hud s. 114. ayetinde belirtilen "gündüzün iki tarafı" ve " gecenin zülefi" hangi vakitlere tekabul edebilir? dersek ve bu ayet ile ilgili görüşlere baktığımızda farklı izahlar olduğunu görmekteyiz. "gündüzün iki tarafı" ile kastedilen salatın hangi salat olduğu ile ilgili izahlara baktığımızda , "sabah-ikindi" , "sabah-öğle-ikindi" ,"sabah-akşam" , "öğle-akşam", "öğle-ikindi" şeklinde farklı görüşlere rastlamaktayız.   

"Gecenin zülefi" ile ilgili izahlara baktığımızda ise , "yatsı" , "akşam-yatsı" , "sabah-akşam-yatsı" namazları olduğu şeklinde farklı görüşlere buradada rastlamaktayız.  

Ayetler üzerinde her ne kadar farklı görüşler mevcutsa'da "gündüzün iki tarafı" ile kastedilenden anlaşılabilecek olan gündüz vakti 2 , "gecenin zülefi" ile anlatılandan kastedilenin kelimenin çoğul olduğu düşünülecek olursa gece 3 olmak üzere günlük olarak 5 vakit olarak edası gerekli olan secdeli salat çıkarılması mümkündür.  

"Ekımis salâte li dulûkiş şemsi ilâ gasakıl leyli ve kur’ânel fecr(fecri), inne kur’ânel fecri kâne meşhûdâ(meşhûden)." 
-----[017.078] [E0] Güneşin kaymasından gecenin kararmasına kadar namazı güzel kıl, bir de kıraetiyle mümtaz olan sabah namazını, zira sabah Kur'anı hakıkaten meşhuddur (şühuda mazhardır)

İsra s. 78. ayetindeki vaktin "şems'in duluku"ve " leyl'in ğasak'ı" şeklinde anlatılan vaktin hangi vakitler olduğuna bakacak olursak güneşin batıya doğru meyletmesinden başlayan vakitten , gecenin kararmasına kadar olan zamanı içine alır.  

Bu ayetlerin dışında bazı vakitlerde "tesbih edilmesi" şeklinde ayetler mevut olup bunların secdeli salat ile ilgisinin bulunup bulunmadığı tartışma konusu olabilir.   

Aslında anlaşılması gereken konu secdeli salat dediğimiz ve dilimizde "namaz" olarak bilinen ibadetin vakitleri konusunda daha önceki uygulamaların dikkate alınıp alınmaması ile olan bağı olup bazı iddia sahiplerine göre kur'anın 5 vakit değil 3 vakit namaz emrettiği yolundaki görüşleri kur'andan çıkardıklarını söyleyenlerin ne derece isabet ettiğidir.  

Kur'anın " SALATI AYAKTA TUTUN"  şeklindeki emrinin bir çok ayette tekrarlanması kulun salatının sadece belli vakitler içinde değil , belli vakitler içinde yapması gereken salatın hayatının diğer saatlerindeki Allah cc ye  karşı olan kulluğunun dışa vurumudur.   

Konumuz "salat" kavramını konuşmak olmadığı için bu kavram ile ifade edilen namaz kelimesinin ve bunun vakitleri ile ilgili olarak konuyu açmak istiyoruz.  

Kur'anın " şu zamanlarda salatı ikame edin"  veya " şu vakitlerde tesbih edin"şeklindeki ayetleri aslında günün 24 saatini kapsayan zamanlar olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Kulun salatının ne veya nasıl olması gerektiğini anlamak için nur. 41. ayetini anlamak gerektiğini düşünmekteyiz.  

E lem tera ennallâhe yusebbihu lehu men fîs semâvâti vel ardı vet tayru sâffât(sâffâtin), kullun kad alime salâtehu ve tesbîhah(tesbîhahu), vallâhu alîmun bimâ yef’alûn(yef’alûne).

Göklerde ve yerde olan kimselerin, sıra sıra uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiğini görmez misin? Her biri kendi salatını ve tesbihini bilir. Allah, onların yaptıklarını bilendir.

Nur s. 41 . ayetinde Allah cc nin yaratmış olduğu varlıkların tümünün onu tesbih ettiği ve bu tesbih salatın nasıl yapılması gerektiğinin bilindiği anlatılmaktadır. Kuşların tesbihi ve salatı onların uçmaları olup hiç bir kuş " ben uçmak istemiyorum" şeklinde bir itirazda bulunup tesbihini ve salatını terkedemez, bu mealdeki başka ayetlerde kur'anda mevcut olup yerde ve gökte herkesin Allah cc yi tesbih ettikleri bildirilmektedir.  

Allah cc nin yaratmış varlıklardan olan ins ve cin toplulukları mensuplarının büyük çoğunluğu Allah cc ye yapmaları gereken tesbih ve salatlarını ya inkar etme yada savsaklama durumunda olmaları bir gerçektir.

-----68.028 (İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: «Ben size dememiş miydim? (Allah'ı) Tesbih edip yüceltmeniz gerekmez miydi?»

 -----029.045Kitap'tan sana vahyolunanı oku; salatı ikame et; muhakkak ki salat hayasızlıktan ve fenalıktan alıkor; Allah'ı anmak en büyük şeydir! Allah Yaptıklarınızı bilir.
Kur'anın pek çok yerinde bulunan ankebut s. 45. ayetindeki "salatı ikame " emrinden kastedilen şeyin, ikame edilen salat ile kişinin "fahşa" ve "münker"den alıkonulacağıdır. Şuayb as ın hud suresinde anlatılan kıssasının 87. 2ayetinde "Ey Şuayb! Babalarımızın taptığını bırakmamızı emreden veya mallarımızı istediğimiz gibi kullanmamızı meneden senin salatın mıdır? Sen doğrusu aklı başında, yumuşak huylu birisin» dediler." denilmesinden şuayb as, salat'ının gereği olarak kavmini fahşa ve münker'den alıkoymak istediğini görmekteyiz.

"Salat" kavramı ile ifade edilen şeyin , kulun bütün gün içinde rabbine karşı olan vazifelerini yerine getirmesi ile ilgili bir kavram olduğuna göre "şu vakitlerde salat edin" emrinin namaz ibadeti adı verilen bölümünün hangi vakitler içinde eda edilmesi konusuda önemli olup bu vakitlerin uygulamasının muhammed as tarafından nasıl olduğu konusu önemli bir konudur.İsra s. 78. ayeti veya hud s. 114. ayetindeki "şu vakitlerde salat edin" denilen ayetlerdeki vakitlerin net bir vakit olmadığı bu konudaki yapılan farklı görüşlerden anlaşılmakta olup bu ibadetin kendisine kitap indirilen ve bize bilmediklerimizi öğreten elçinin yapmış olduğu tatbikatının göz önüne alınmak mecburiyeti gereği ortaya çıkmaktadır.

Kur'an insana bilmediklerini öğretenin , Allah ve elçileri olduğunu beyan eder.İnsanlara dinleri konusunda bilmediklerini elçileri vasıtası ile öğretmiş olduğunu yine kur'an beyanı ile öğrenmekteyiz.

-----002.151]  Nitekim Biz size, ayetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size kitabı ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan, bir resul gönderdik. 
-----62.2-3 O'dur, ümmiler içinde kendilerinden olup onlara ayetlerini okuyan, onları temize çıkarıp parlatan, onlara kitap ve hikmet öğreten bir peygamber gönderen. Oysa bundan önce açık bir sapıklık içindeydiler. Henüz onlara katılmamış bulunan diğer insanlara da (o Peygamberi göndermiştir). O, çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

Cuma s. 3. , "onlara katılmamış olan diğer insanlar" gurubuna girenlerin bizler olduğu ve onun çağrısının bizler için ne ifade etmesi gerektiğini beyan eden bir ayet olması bizim elçi ile olan bağımızın ölçüsünü bildirir.

 -----019.059Sonra bunların ardından öyle bir nesil geldi ki, salatı zayi ettiler, heva ve heveslerine uydular; onlar bu taşkınlıklarının karşılığını mutlaka göreceklerdir.

Zaman içinde zayi edilen salatın ikamesi için yeniden elçiler gönderen Allah cc muhammed as ı son elçi olarak göndererek zayi edilen salat'ın yeniden ikame ettirmiştir. Yeniden ikame edilen bu salatın içinde onun ritüel kısmı olan namaz'da vardır.    

Muhammed as ın elçiliği önderliğinde örneklendirilen namazın hangi vakitler içinde ikame edildiği onunla beraber ikame edenlerin uygulamaları ile günümüze kadar gelmiştir. Ancak "sadece kur'an" söyleminin bir gereği zan edilerek bu uygulamalar göz ardı edilerek kur'an mealinden bu vakitlerin yeniden tesisi yoluna gidilmek istenmekte ve bugünkü uygulamadan farkı vakit adetleri olduğu iddiaları dillendirilmeye çalışılmaktadır.    

"Sadece kur'an" söylemi demek onun elçisinin örnekliğini de içinde barındıran ayetlerin bir nevi red edilmesi anlamına gelmektedir. Geleneğin ilmihal bilgilerine mahkum ettiği namazı "sadece kur'an" söylemi içinde bir başka şekilde ilmihal bilgilerine indirgemek anlamına gelen vakit veya rekatları konusunda farklı düşüncelerin namaz ibadeti ile anlaşılması gereken mesajı dışlamak anlamına gelmektedir.     

Bugün vakit adedi olarak 5 olan isimleri sabah-öğle-ikindi-akşam-yatsı olarak bilinen namazların hiçbiri muhammed as tarafından sadece kendi düşüncesi olarak ihdas edilmemiş olup kur'an ayetlerinin ona verdiği emir doğrultusunda yapmış olduğu uygulamalardır.  

Geçmişte birinin ak dediğine diğerinin kara demeyi sanki görev edinmiş gibi farklı düşünceler içinde olan mezhepler ve fırkaların namaz vakitleri konusunda herhangi bir farklı düşünce olmamaları bu vakitlerin yazılı materyal şeklinde değil uygulamalı materyal şeklinde gelmiş olmanın daha doğru bir şekil olmasından değil midir?   

Müslüman olmak iddiasında bulunan kimselerin özellikle "kur'an müslümanı" olduğunu iddia edenlerin , gelenekteki "aşırı yüceltmeci" peygamber anlayışına tepki için "yere batırıcı" peygamber anlayışını öne çıkarmış olmalarının en büyük tezahürü namaz vakitleri konusunda görülmektedir. Allah cc nin dini için her şeyini terk eden elçilerin son halkası olan muhammed as aynı sıkıntılara göğüs gererek elçiliğini ifa etmiş olması en azından ona göstermek zorunda olduğumuz bir saygıyı gerektirir. Kur'an adına onu haşa adam yerine dahi koymayan anlayışları gündeme getirmek gaflet ve dalalet eseri değilse hıyanet eserinden başka bir şey olamaz.   

Bugün kur'andan habersiz bir insanın eline kur'an versek , "al sana bu Allah cc nin kitabı bundan sorumlusun" desek kitaptaki ruku ve secdeyi nasıl yapacağını nereden bilecek? . Bizler kafamızı pc misali formatlayarak yeniden kur'anı okumaya çalışsak önceki bilgilerimizi silmemiz nedeniyle  o kitaptaki bir çok konuyu anlamamız mümkün olmayacaktır. Başka konulardaki bilgilerin bizlere yüzyıllardır aktarılarak gelmesine herhangi bir itirazımız mümkün olmadığı halde namaz ibadetinin bizlere aktarılarak gelmesi konusundaki itirazımızın sebebi haklı bir sebeb olamaz.    

Hadis ve sünnet'in kaynağının muhammed as olması , sünnet adı altında gelen uygulamaların kaynak olarak daha sahih olmasından hareketle namaz vakitleri konusundaki uygulamaların bizler içinde geçerli olması gerektiği sakıldan çıkarılmamalıdır.  

Üzüntümüz odur'ki başkalarını takit konusunda hassas olan insanların geleneksel taklitçiliğe savaş açmasına karşın bu konularda fikir beyan insanların düşüncelerine tabi olmaları savaş açtıkları taklitçiliğe boyun eğmeleri anlamına gelir. Namaz vakitleri ile olduğu düşünülen ayetlerin sadece mealleri üzerinde yürütülen düşünceler bizleri doğru bir karar vermemizi güçleştirir . Arap dilinde  o kelimenin hangi anlamlara geldiğini bilmeden sadece meallerde ki anlama takılarak yapılan yorumlar bizleri gereksiz ayrılıklara düşürmekten başka işe yaramayacak olup bu ayrılıkların kimlerin ekmeğine yağ süreceği akıldan çıkarılmamalıdır.   

Aynı durum namaz rekatları konusunda da dile getirilerek kur'anın bu konudaki emrinin nisa s. deki kısaltılmış namazın 1 olduğundan hareketle normal zamandaki namazın 2 rekat olması gerektiği söylenmektedir. Kur'anın rekat konusunda net bir bilgi vermemesinin bu konudaki elçi as ın uygulamasının örnek olmasını gerektirir.

Sonuç olarak, namaz vakitleri konusunda bugün uygulanan 5 vaktin dışındaki farklı düşüncelerin" ilmihal kur'ancılığı" yapmaktan öte gidemeyeceği namaz ibadetinin kur'andaki asıl vurgulanan boyutunu öteleyici bir anlama gelmesi açısından yanlış bulduğumuzu, doğrusunun namaz ile vurgulanmak istenen Allah cc den başkasına kul olmadığımızı cümle aleme ilan ettiğimizin idrak edilmesi olmalıdır.

                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.  





25 Mayıs 2013 Cumartesi

Rum Ordusunun Galibiyet Haberi ve Allah c.c nin Bilgisine Sınır Koymak

Allah cc alemlere, rahmet ve hidayet olmak üzere elçisi muhammed as a indirdiği kitabının rum s. ilk ayetlerinde rum ordusunun yenildiği bir savaşın ardından bir kaç yıl içinde tekrar galip geleceğinin haberi vermektedir. Bu ayetler tarihi bir bilgi vermenin ötesinde bizler için gayb olan bir konunun Allah cc için aynı durumda olmadığının bilgisi olması açısından önemlidir.    

Allah cc nin bilgisi konusu çok öteden beri tartışılan bir konu olup bu konunun bir başka yönü kader konusu ile bağlantılıdır. İslam düşünce tarihi içinde oluşmuş olan bazı fırkaların Allah cc nin bilgisinin öncesi ve sonrası olması konusunda bazı farklı görüşler içinde oldukları bilinmekte olup bu yazıdaki amaç onları tartışmak olmayıp kur'anın bu konu ile ilgili beyanını ortaya koymaya çalışmak olup öncelikle rum s. ilk ayetleri ve diğer kur'an ayetleri çerçevesinde konu ile ilgili ayetleri okumaya çalışacağız.   

1 - Elif, Lâm, Mim.
2 - Rumlar yenildi.
3 -  en yakın bir yerde onlar, bu yenilgilerinin ardından mutlaka galib geleceklerdir.
4 -  birkaç yıl içinde . Onların bu yenilgilerinden önce de sonra da emir Allah'ındır ve o gün müminler, sevineceklerdir.
5 -  Allah'ın yardımıyla . Allah dilediğine yardım eder, galip kılar. O çok güçlüdür, çok merhamet edicidir.
6 - Allah'ın vaadi budur. Allah, vaadinden caymaz. Fakat insanların çoğu bilmezler.  

Vermiş olduğumuz ayet mealleri rum s.1-6. ayet mealleri olup rumların yenilgisinin ardından birkaç yıl içinde tekrar galip gelecekleri bildirilmekte olup, bu bilgi bir kaç farklı yönden mesaj taşımaktadır.  

Kur'an pek çok yerde gayb'ın Allah cc den başkası tarafından bilinemeyeceğini, cin s. 27. ayetinde ise istisna yapılarak razı olduğu elçilerine açacağını bildirmektedir. Rum ordusunun yenilgisinin ardından tekrar galip geleceği elçilere açılan gayb bilgisinin bir örneğidir. Elçilere açılan geçmiş gayb, kendisinden öncekilerin durumları olup yine bu şekildeki gayb bilgisi razı olunan elçilere vahiy ile bildirilmiştir. Rum s. ayetlerinde açılan ise gelecek gayb olup yine bu şekildeki gayb haberi ise vahiy ile bildirilmiştir. Rivayetlerde özellikle gelecek gayb ile ilgili olan haberlerin muhammed as  a atfen yapılmış haberler olup bilgi değeri açısından herhangi bir kıymeti bulunmamaktadır.  

Allah cc nin geçmişi ve geleceği bilmesi onun ilahlığının şanından olup onun gelecek ile ilgili olarak herşeyi bilmesi yadırganacak bir durum değildir, aksine yadırganacak ve yanlış olan onun özellikle kullarının yapacaklarını önceden bilmemesi iddiasıdır.

Geçmişte ortaya itikadi fırkalardan bazıları kulun fiili işlemesinde onun bir dahli olmadığı, kurulmuş bir saat veya kukla misali olduğu üzerine düşüncelerini oluşturmuş olup ,"cebriyye"fırkası olarak bilinmektedir. Buna karşın haklı olarak "Allah madem kullarının ne yapacakları üzerinde müdahil imtihanın gereği ne ?" sorusu sorulmuş ve bunun cevabı aranmaya başlanmıştır.  

Bu düşünceye karşı olarak, cebriyyenin başka bir kolu olan cehmiyye , " Allah cc nin ilminin sonradan meydana geldiği ve bir şeyi yaratmadan önce bilmesinin caiz olmadığı" nı söylemişlerdir. İslam düşünce tarihinde ortaya çıkan itikadi fırkaların hepsi birbirinden ucube düşüncelere sahip olup kur'an dışı kaynaklardan aldıkları bilgileri kur'ana yamamaya çalışarak düşüncelerine islami bir kılıf giydirmeye çalıştıkları bilnen bir gerçektir. Kur'anın gündem etmediği konuları tartışıp bunlara kur'andan delil getirmeye çalışmak bu fırkaların genel bir özellği olup önkabullu okumalar neticesinde çıkarılmış suni düşünceler yüzyıllarca tartışma konusu yapılmış olup bu konuda bunlardan biridir.  

"Gayb" kavramını kur'an insanların bilmediği geçmiş ve gelecek olaylar için kullanmakta olup, Allah cc için böyle bir durum sözkonusu olamaz. Rum ordusunun yenilgisinin ardından tekrar galip geleceği insanlar için bir gayb bilgisi olup," Allah cc nin gaybı bilmesi" demek kendi açısından gayb olan bir şeyi anlamına asla gelmeyip bizler açısından gayb olan bir şeyi bilmesi anlamına gelir'ki karıştırılan nokta burası olup Allah cc için gayb diye bir şey olmasının imkanı yoktur.    

Hadid s. 22-23. ayetlerinde , arz veya insanlara isabet eden herhangi bir şeyin onun meydana gelmesinden önce bir kitapta bilgisinin olduğu ve bu bilginin kulun imtihanı olduğu bildirilmektedir. Bu önceden bilmenin kulların yapacakları üzerinde herhangi bir baskı olmayıp , kulların özgür iradeleri ile yapacaklarının önceden bilinmesi anlamına gelir. Bu şekilde bir bilinmenin imtihana herhangi bir etkisi olmayıp kulun yapacak olduğu ameller noktasında serbest olmadığı anlamına gelmez.   

Rum ordusu tekrar galip gelecekse bunu Allah cc nin onların galip geleceklerinin ezelde yazdığı için değil yenilgilerinin ardından toparlanarak galip gelmenin gereklerine uyarak yeniden savaşacaklarını ve sonunda neticenin rum ordusunun galibiyeti ile sonuçlanacağını bilmesidir. Rum ordusu şayet bu ayeti bilse ve ona inansa, "  Allah bizim galip geleceğimizi ezelde yazmış nasılsa galibiz savaşta fazla güç sarfetmememize gerek yoktur" deselerdi acaba galip gelebilirlermiydi?.  

Rum ordusunun bu galibiyeti onların sebeblere tevessül ederek savaşmaları sonucudur. Allah cc nin bilgisinin sınırlayarak "Allah cc nin bir şeyi yaratmadan önce bilmesi caiz değildir" diyen görüşün kur'an tarafından red edildiğinin açık bir örneğinin sergilendiği ayetlerdir. Bu düşünceyi red eden gaybi konularda haber veren buna benzer bir çok ayetin bulunduğunu geçmişteki bu tür düşünceleri bugün taklit ederek Allah cc nin bilgisine sınır koymak isteyenlere hatırlatırız.   

4. ayetteki " o gün Mü'minler sevineceklerdir" cümlesi ile ilgili olarak bir kaç söz etmek yerinde olacaktır. Ayetin öncesi Rumların galibiyetine Mü'minlerin sevinmesi demek onların "ehli kitap" savaştıkları ordunun müşrik olması "ehveni şer!" duyguları altında Hristiyanların galibiyetlerine sevinecekleri anlamına gelmez. "O gün Mü'minlerin sevinmesi" demek, bu galibiyetin olmadan önce haberinin verilerek kur'anın olmadan önce verdiği bir haberin gerçek çıkması sonucudur. Sayın Abdülaziz Bayındır hoca 4. ayet ile ilgili olarak önceki yıllarda söylemiş olduğu bu sevinmenin "bedir galibiyetinin haberinin verilmesi" iddiasından sanırız yeni ortaya "attığı düşünceleri ile çelişki arz edeceği için geri dönmesi gerekmektedir. 

Allah cc nin dilediğine yardım etmesi demek onların galibiyetlerinde baskıcı rol oynayarak karşı tarafın mağlubiyetinde etkin rol oynaması anlamında olmayıp galibiyeti isteyen tarafın gerekleri yerine getirmesinin sonucudur.

"Allah kulunun imtihanı ile ilgili sonucunu bilmez" şeklindeki düşüncenin rum s. ayetleri üzerinden ne derece doğru olduğunu düşünecek olursak şöyle bir netice çıkar. Rum ordusunun ve savaştığı tarafın'da imtihana tabi tutulduğu gerçeğinden hareketle bu imtihanın rum ordusunun galibiyeti karşı tarafın mağlubiyeti ile sonuçlanacağını olay daha vaki olmadan bilinmesi bu düşüncenin yanlışlığını ortaya koyması açısından önemlidir.  

Sonuç olarak, Rum s. ilk ayetleri olmamış bir olayın sonucunun nasıl olacağını bilinmesi şeklinde mesaj taşıyan ayetler olup , Allah cc nin bilgisini sınırlayan düşünceleri red eden ayetlerdir.   

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.





22 Mayıs 2013 Çarşamba

Rum s. 30. Ayeti ve Fıtrat, Rab-Abd İlişkisi

Rum s. 30. ayetinde Rabbimiz mealen "Öyleyse sen, yüzünü Hanif olarak dine, Allah'ın fıtratına çevir ki O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Ama insanların çoğu bilmezler." buyurmaktadır. Ayette bütün insanların, "fıtrat" adı verilen bir yaratılış düzeni içinde yaratıkları ve hiç bir insanın bunun dışında olmadığı beyan edilmektedir. 

Peki bu nasıl bir fıtrat'tır ki dünyanın neresinde olursa olsun ve ya hangi bölgesinde olursun değişmiyor , yani Mekke'de Kabe'nin karşısında doğan bir çocuk ile Avustralya'nın Aborjin yerlisi olarak doğan bir çocuk aynı sistem üzerinde yaratılıyor.  Kur'an bunun  cevabını diğer surelerde ki ayetlerde vermektedir. Rum s. 30. ayetini bağlamı içinde okuduğumuz takdirde bu cevaplardan birini surenin ilgili ayetlerinde'de görmekteyiz.   

Allah cc kur'anda mesel darb ederek anlatma üslubunu bir çok ayette kullanmış olup bu tür anlatımlar insanın anlamasını kolaylaştıran ve hatırda kalıcı olmasını sağlayan bir anlatım tarzıdır. Bu tarz anlatımı bizlere kendisini tanıtırken ve bizim Allah cc karşısındaki durumuzu anlatan ayetlerde'de karşımıza çıkmaktadır. Rum s. 28. ayetinde bu şekilde bir mesel darb edilmiş olup konumuz  ile yakın alakalıdır.  

----- 030.028 (Allah) size kendinizden bir misal verdi: Hiç size kısmet ettiğimiz şeyde elleriniz altındaki kölelerinizden ortaklarınız bulunur da onlarla siz eşit olur, aranızda birbirinizi saydığınız gibi, onları da sayar mısınız? İşte düşünecek bir toplum için ayetleri böyle ayırdediyoruz.
-----030.029 Fakat zulmedenler hiç bir ılimsiz hevalarına uydular, artık Allahın şaşırdığını kim yola getirebilir? onlara yardımcılardan eser de yoktur.
-----030.030 Öyleyse sen, yüzünü Hanif olarak dine, Allah'ın fıtratına çevir ki O, insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur. Ama insanların çoğu bilmezler.
-----030.031 Hepiniz O'na yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, salatı ikame edin; müşriklerden olmayın.
-----030.032 (O müşrikler ki,) Kendi dinlerini fırkalara ayıran ve kendileri de parça parça olmuşlardır; ki her grup kendi elindekiyle övünüp-sevinç duymaktadır.

Rum s. 30. ayetini 28-32. ayetlerin bağlamı içinde okuduğumuz takdirde 30. ayetin mesajı daha net anlaşılacaktır. Fıtrat,Rab,kul ilişkisini kur'an içine serpilmiş olan ayetleri bir araya getirdiğimiz takdirde anlamamız kolaylaşacaktır. Başlangıç ayetimiz araf s. 172-173. ayetleridir.   

   -----007.172-3 Rabbin, ademoğlunun sulbünden soyunu alıp devam ettirmiş, onlara: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim» demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar da: «Evet şahidiz» demişlerdi. Bu, kıyamet günü, «Bizim bundan haberimiz yoktu» dersiniz veya «Daha önce babalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir soyuz, bizi, boşa çalışanların yaptıklarından ötürü yok eder misin?» dersiniz diyedir.

Ayetler yaratılan ve yaratılacak olan bütün insanların, Allah cc yi rab olarak bilme itiyadında yaratılmış olduklarını beyan etmektedir. Bu beyana Mekke'de  veya Aborjin yerlisi olarak doğan herkes dahildir.Adem'den başlayıp kıyamete kadar doğan her insan kıyamet günü kendisine verilen bu bilgi dahilinde hesaba çekilecektir. Bunun içindir'ki, ne bizim Müslüman bir anne babadan doğmamız avantajdır, ne de Aborjin yerlisi bir ana babadan doğmak  dezavantajdır. Allah cc nin elçileri vasıtası ile indirmiş olduğu herhangi bir kitap kendisine ulaşmamış olup o kitaplardaki emir ve yasaklardan haberi olmadan yaşamış bir insana bu kitaplardaki emir ve yasaklara uyup uymadığı sorulmayacak olup bu insanlar fıtratlarında olan Allah cc yi mi yoksa başkasını mı Rab olarak bilip bilmediği üzerinden sorguya tutulacaklardır.  

En'am s. ayetlerindeki İbrahim as kıssası fıtratı çalıştırarak Rabbi bulmanın anlatıldığı bir bölümdür, ayetlerde İbrahim as görmüş olduğu yıldız, ay ve güneşin önce parıltısına binaen , "bunlar Rabbim olabilir " demiş sonra fıtratı çalıştırma örneği olarak onların batttıklarını görünce onların üstünde başka bir varlığın olduğunu kavmine tebliğ etmiştir. İlgili ayetlerde "bu benim Rabbimdir" demesi tartışma konusu olmasına rağmen onun üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanmak İbrahim as ın yıldız, ay ve güneşe Rabbim neden dediği tartışmalarına gerek bırakmayacaktır.    

Yazımızın başında kur'anın mesel yolu ile anlatıma önem vererek bu uslubta bir çok ayeti barındırdığına işaret etmiştik. Kur'an bize Allah cc yi tanıtırken yine bu uslubu kullanarak "Rab-Abd" tasviri içinde anlatır. Kur'anın nazil olduğu zaman içinde "Rab" kelimesinin Araplar için ifade ettiği anlam teşbihi içinde Allah cc nin, "Alemlerin Rabbi" olması yine o günkü kullanılan ve bilinen anlam olarak "köle"yani abd kelimesi etrafında bizim onun karşımızdaki durumumuzu anlatmıştır. YANİ ALLAH CC BİZİM RABBİMİZ BİZDE ONUN ABD I YANİ KULUYUZ..  

Bu durumu anlatırken insanların köle -efendi ilişkisi içinde birbirleri ile olan durumlarını örnek vererek bizlerin onun karşısındaki durumuzu beyan etmiştir. Rum s 28 . ayeti buna bir örnektir. Allah cc ayette, köleleriniz ile kendinizi aynı kefeye nasıl koymazsanız bende sizi benle aynı kefeye koymam veya köleniz ile aranızda nasıl bir statü farkınız varsa benimle sizin arasındada benzer statü frakı vardır deyip kimseyi rablik iddiasında bulunmamaya çağırmaktadır.   

30. ayette bahsedilen "fıtrat" o fitrattır'ki Araf s 172-173. ayetlerinde beyan edildiği üzere bizleri kendisinden üstün varlığı rab olarak bilme itiyadında yaratmış olup hiç bir insan bu şekilde bir fıtrat dışında değildir. 30. ayet bizlerin bu fıtrat üzere yani "abd-köle" fıtratı üzere yaratıldığımızı bütün insanların bunun dışında olmadığının beyanıdır.    

Bizlerin istisnasız olarak kendi üzerimizde üstün bir varlığı gücünü hissederek yaşama itiyadında yaratılmamız gerçeğinden hareketle kendimizden üstün 2 farklı rabbe iman etmekteyiz, 1- Allah cc yi 2- şeytanı . Bütün insanlar istisnasız olarak ya Allah cc yi yada şeytanı rab olarak bilerek hayatlarını onların vahy ettikleri üzerine kurarlar.  

Bizler Allah cc yi rab olarak bilip onun vahyettiklerine üzerine hayatımızı yönlendiririz. Şeytanı Rab edinenler ise onlarda aynı şekilde şeytanın vahyettikleri üzerine kurulmuş olan dinlerini hayatlarına ikame ederler. Asıl olan ve Allah cc nin "Alemlerin Rabbi" olmasına binaen bütün insanların ona kul-abd olması gerektiğidir.   

Başka ayetlerde kendisinin yegane ilah ve rab olduğunu bir çok vurgulayan Allah kendisinden başka ilahlar olması durumunda olacakları şu şekilde bildirmektedir. 

 -----021.022Yerde Gökte Allahtan başka ilâhlar olsa idi ikisi de fâsid olmuş gitmişti, rabbın o arşın rabbı Allah münezzeh sübhandır onların isnad ettikleri vasıflardan.
-----039.029 Allah, geçimsiz efendileri olan bir adamla, yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Övülmek Allah içindir, fakat çoğu bilmezler.

Allah cc kendisinin tek olduğu ve kendisinden başka ilahlar olsaydı doğacak olan kaosa dikkat çekerek akletme ile ilgili mesel vererek bizleri bilgilendirmektedir. Allah cc nin, yaratmış olduğu insanlara elçiler ve kitaplar göndererek fıtratları doğrultusunda olan ,kendisinden yüce bir varlık olan Allah cc yi Rab olarak ibadet yani kulluk etmelerini istemiştir, ancak şeytan o insanlara çeşitli vesveseler vererek kendisini Rab olarak bilmelerini vahyederek bir çok insanı yoluna çekmiştir.   

Sonuç olarak, Rum s. 30. ayeti insanın fıtrat olarak kendisinden yüce olan bir varlığa kul olma itiyadında yaratılmış olduğu ve bu durumu 28. ayette bir meselle anlatarak kendimiz üzerinden görselleştirip köle-efendi (Rab) arasındaki statü farkına bizim bile razı olamayacağımızı bildirip kendisinin buna hiç razı olmadığı , insan kendi statüsünü bilip kul olmaktan sıyrılıp rab olmaya soyunamayacağı bunun tersi bir duruma soyunduğu takdirde sonuçlarına katlanacağını müteaddit ayetlerde bildirir. Allah cc nin Rabliğini red edip kendisini rab ilan eden kullara uyanların da aynı şekilde sonucuna katlanacağını beyan eden Rabbimizin ebedi azabına düçar olmamak için kendisinden başka ilah ve rab tanımadan onun kulu olduğumuzu unutmamız gerekmektedir.   

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Sünnet Terimi ve Allah'ın Sünneti-Resulun Sünneti-Müşriklerin Sünneti

Yazımızın başlığına 3 farklı sünnet kelimesini kullanmamız bu kelimenin genel bir anlamı olduğu içindir. Hangi terkiple kullanılırsa bu terim ,"onun izlediği yol" anlamına gelmektedir , dolayısı ile Kur'anda bu anlama uygun sünnet çeşitleri görmekteyiz.   

"Sünnet" kelimesi, "iyi veya kötü tutulan yol,gidişat, davranış" anlamlarına gelmektedir. Bu anlama gelen kelimenin önce Kur'anda Allah cc nin kendi uyguladığı yolu yani sünneti olarak kullanılan ayetleri görelim.   

 -----008.038 Kâfir olanlara de ki, nihâyet verirlerse geçmişteki günahları onlara bağışlanır. Ve eğer yine geri dönerlerse, artık şüphe yok ki, evvelkilerin sünneti geçmiştir.

Enfal s. 8. ayetinde kafirlerden mü'minlere olan düşmanlıklarına son vermeleri istenilmekte, aksi takdirde kendilerinden evvel geçmiş olan kavimlere uygulanan helak sünnetinin uygulanacağı tehdidinde bulunulmaktadır. 

-----003.137 Sizden önce, Allah’ın koymuş olduğu sünnete uygun olarak, nice olaylar, ümmetler geçti... İsterseniz dünyayı gezip dolaşın da dîni yalan sayanların âkıbetlerini görün!

Al-i imran s. 137. ayetinde, dini yalanlayanların akıbetlerinin helak olduğu bu helakın bir sünnete uygun olarak herkese uygulandığının , yıkıntılarının görüleceği bildirilmektedir.

-----004.026 Allah, size açıklayarak anlatmak, sizi sizden öncekilerin sünnetlerine iletmek ve tevbelerinizi kabul etmek ister. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Nisa s. 22-23-24-25. ayetlerinde bildirilen hükümlerin 26. ayette kendilerinden öncekilere uygulanan emirler olduğu bildirilerek kur'andaki ilgili hükümlerin kur'an nazil olmadan evvel insanların yükümlü oldukları emirler olduğu beyan edilmektedir.   

----- 015.013 Onlar ona (indirilen Kitaba) inanmazlar, oysaki evvelkilerin sünneti geçmiştir.

Hicr s. 15. ayetinde kendilerine indirilen kitablara inanmayanlara uygulanan helak sünneti hatırlatılmaktadır.   

----- 017.76 77 Memleketinden çıkarmak için seni nerdeyse zorlayacaklardı. O takdirde senin ardından onlar da pek az kalabilirlerdi.Senden önce gönderdiğimiz resuller hakkında cari olan sünnet budur. Sen bizim sünnetimizde asla bir değişiklik bulamazsın!

İsra s. 76-77. ayetlerinde, müşriklerin Muhammed as ı yurdundan etmek için zorlamaları neticesinde başlarına gelecek olanların kendilerinden önce geçmiş olan kavimlerin kendilerine gönderilenleri inkar edip yurtlarından çıkarmaları neticesinde başlarına gelen helak olayının bunlarında başlarına geleceğini bunun Allah cc nin bir sünneti olduğunu bu sünnette bir değişiklik yapmadan aynısını Mekke müşrikleri içinde uygulayacağı beyan edilmektedir.    

-----018.055 İnsanlara doğruluk rehberi gelmişken, onları inanmaktan, Rablerinden mağfiret dilemekten alıkoyan öncekilere uygulanan sünnetin kendilerine de uygulanmasını veya gözleri göre göre azaba uğramayı beklemeleridir.

Kehf s. 55. ayetinde, kendilerine gönderilen elçiye inanmamalarına sebeb olan şeyin kendilerinden öncekilere uygulanan helak sünnetinin gelmesini beklemeleri olduğu beyan ediliyor. Kur'andaki diğer ayetlerde müşriklerin iman etmelerinin artık kendilerine helak gelince ancan bu imanlarının kendilerine fayada vermediği beyan edilirek bu hatırlama yapılıp mekke müşriklerininde helak gelediği vakit imanlarının fayda etmeyeceği hatırlatılmaktadır.   

 -----033.037-38 Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye: «Eşini bırakma, Allah'tan sakın» diyor, Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik, ki evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah'ın buyruğu yerine gelecektir.Allah'ın Peygamber'e farz kıldığı şeylerde ona bir güçlük yoktur. Bu, Allah'ın öteden beri, gelmiş geçmişlere uyguladığı sünnetidir. Allah'ın emri şüphesiz gereği gibi yerine gelecektir.

Ahzab s. 37.38. ayetinde, insanlar arasında yaygın olan bazı adetlerin elçilerinin vasıtası ile  kaldırmasının Alah cc nin bir sünneti olduğu vurgulanarak Muhammed as ı evlatlığının boşamış olduğu hanımla evlendirerek, evlatlıklarının boşamış olduğu kadınlarla evlenilmesini hoş karşılanmayan bir toplumda bu tabuyu onun vasıtası ile kaldırması konu edilmektedir.

-----033.60-61-62 İkiyüzlüler, kalblerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haberler yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse, and olsun ki, seni onlarla mücadeleye davet ederiz; sonra çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar.Lanetlenmiş olarak, nerede bulunurlarsa yakalanır ve hem de öldürülürler.(Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah'ın sünnet idir. Allah'ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın.

Ahzab s. 60-61-62. ayetlerinde, münafıkların mü'minlerin elleri ile nifaklarından vazgeçirilmelerinin Allah cc nin bir sünneti olduğu bu sünnetin öncekiler içinde uygulandığı bildirilmektedir. 

-----035.42-43 Var güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki; kendilerine bir uyarıcı gelecek olursa; muhakkak ki, ümmetlerin herhangi birinden daha doğru yolda olacaklardır. Fakat kendilerine bir uyarıcı gelince; onların sadece nefretlerini artırdı.(Bu da) yeryüzünde bir kibirlenme ve bir suikast düzenidir. Halbuki fena düzen ancak sahibinin başına geçer. O halde öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Sen Allah'ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın. Sen Allah'ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın.

Fatır s. 42-43. ayetlerinde, kendilerine elçi geldiği takdirde iman edeceğini söyleyenlerin o elçi geldiği zaman onu inkar etmeleri ve bu inkarlarının neticesinde helake uğramalarının Allah cc nin sünneti olduğu aynı şekilde mekkeli muhataplarında bu inkarlarına devam ettiği takdirde değişmeyen sünnetin uygulanacağı bildirilmektedir.   

 -----40.082-85Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını bir görsünler. Onlar, kendilerinden (sayıca) daha çoktu ve yeryüzünde kuvvet ve eserler bakımından da kendilerinden daha üstündüler. Fakat kazanmakta oldukları şeyler, (azaba karşı) onlara hiç bir şey sağlayamadı.Resulleri onlara açık açık delilleri getirdikçe, bunlar kendilerinde bulunan bilgi ile şımarıp böbürlendiler. Sonunda alaya almalarının cezası, kendilerini her taraftan kuşatıverdi.Şiddetli azabımızı gördüklerinde: «Yalnız Allah'a inandık; O'na koştuğumuz eşleri inkar ettik» dediler.Ama baskınımızı görüp de öylece inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu; Allah'ın kulları hakkında öteden beri cari olan sünnetidir. Ve işte kafirler burada hüsrana uğramışlardır.

Mü'min s. 82-85. ayetlerinde, güçlü ve kuvvetli kavimlerin kendilerine gelen elçileri inkar etmeleri sonucunda helak edilmeleri anlatılmakta, burada "müşriklerin sünneti" diyebileceğimiz bir durum bizlere anlatılarak o müşriklerin helak anında iman etmeleri , bu imanlarının onlara fayda vermemesi Allah cc nin sünneti olduğu beyan edilemektedir.  

  -----048.22-23 Kâfir olanlar, sizinle savaşmış olsalardı, arkalarını dönüp kaçarlardı; sonra, ne bir veli (koruyucu dost), ne de bir yardımcı bulamazlardı.Bu, önceden beri geçmiş olan Allah'ın sünnetidir. Ve sen; Allah'ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın.

Fetih s. 22.23. ayetinde mü'minlerle savaşan kafirlerin kendilerine bir dost ve yardımcı olarak Allah cc yi yanlarında bulamamalarının öteden beri süregelen bir sünnet olduğu beyan edilmektedir.    

Kur'anda "sünnet" kelimesi ile ilgili olarak geçen ayet meallerini sıraladıktan sonra görünen odurki "Allah'ın sünneti" olarak bizlere bildirilen ayetlerin ağırlık noktası , kendilerine gelen elçiyi red edenlerin helak edilmesinin bir sünnet olduğu ve bu sünnette değişme olmadığı görülmektedir.   

Özellikle kur'an kıssalarını okumada önkabullu davranan bir kesim elçilerin bazıları ile ilgili olarak anlatılan görsel ayetlerin inkarına "Allahın sünnetinde değişiklik bulamazsın" cümlesini dillerine dolayarak bu tür ayetlerin imkansız olduğunu savunmaktadırlar. Ortasından kırpılarak yapılan bağlamdan kopuk olarak yapılan bu okumada, Musa as ın asası yılan olamaz, deniz ortadan ikiye ayrılamaz,İsa as babasız doğamaz veya İbrahim as ın atıldığı ateş gerçek ateş olamaz  gibi çıkarımlar yapılmakta savunma ayeti olarak ortasından kırpılıp okunan "Allahın sünnetinde değişiklik bulamazsın" ayeti dilden düşürülmemektedir.   

Allah cc hangi sünnetinde değişiklik olmadığını ayetleri bütüncül bir yaklaşım ile okunduğu kolayca görülebilecek iken kıssalarda anlatılan görsel ayetlerle ilgili olarak "böyle bir şey olamaz" mantığıyla yapılan bir okumada yapılan zorlama tevillere maalesef  ortasından kırpılan "Allahın sünnetinde değişiklik olmadığı" ayeti payanda yapılmak istenmektedir.    

Yine Kur'an hakkında  problemli düşüncelere sahip olduğunu düşündüğümüz bazı kişiler, kur'andan "Sünnetullah" kelimesinin geçtiği "peygamber sünneti" diye bir kelimenin geçmediğinden hareketle Muhammed as ın yaşamış olduğu hayatındaki Kur'ani uygulamaları ret etme yoluna gittikleri görülmektedir.  

Sünnet kelimesi sadece Allah cc için kullanılacak özel bir kelime olmayıp genel bir kelimedir. 

Allah cc nin uyguladığı izlediği bir yol varsa elçilerinde bir yolu sünneti vardır, hatta müşriklerinde helak anında iman etmeleri onların bir sünneti olarak karşımız çıkmaktadır. Muhammed as ın kur'anı hayata tatbik etme noktasında izlediği yolda onun bir sünneti olup buna karşı çıkmak kur'anla elçinin arasını ayırmak anlamına gelir.  

Müşriklerin sünneti olarak niteleyebileceğimiz ilgili ayetlere bakarsak görülür ki , onların her elçi geldiğinde kendilerinden önce helak olan kavimlerin o elçilere karşı geliş yollarını izleyerek sanki karbon kağıdı konmuş gibi aynı sözleri tekrarlamaları, gelen elçilerin beşer olmalarına itirazları, melek elçi istemeleri vs gibi. 

Elçilerin sünnetleri olarak niteleyebileceğimiz ayetlere bakarsak, kendilerinden önce gelen elçiler  gibi aynı tebliği yapmaları, müşriklere karşı olan duruşları, onlara karşı olan tebliğ ve davranışları onların sünneti olarak bizlere örneklik sergilemektedir.   


Kur'anın "sünnet" terimini has değil genel olarak kullanımı bu kelimenin Muhammed as ın örnekliğini ret için istismar edilip kur'anda "Muhammed as ın sünneti geçmiyor" şeklinden bir bahane ile dışlama yoluna gitmek kur'anı arkaya atmaktan başka bir anlamı yoktur. Kur'an bir çok kıssada Muhammed as dan önceki elçilerin örnekliğini anlatırken o elçilerin sünnetlerini de anlatmaktadır, Mekki sureler deki vahiy karşıtlarına nasıl davranılacağını öğütleyen ayetler veya muhataba nasıl tebliğ yapılacağını öğütleyen ayetleri uygulama safhasına koyması Muhammed as ın sünneti değilde nedir?

Medine de nazil olan ayetlerde Mekke deki nazil olan ayetler gibi yaşanan hayatın içindeki olaylarla ilgili olarak inmiş olup yaşantı ve örnekliği bir arada bizlere sunan ayetlerdir. Bizler bu ayetler içinde resul as ve arkadaşlarının yaşantılarını görüp kur'an ayetlerinin bir ütopik düşünceyi anlatmadığını görüyoruz.  

Yaşanmış ve örnekli bir hayattan soyutlanarak okunan bir Kur'an ütopik bir kitap olmaktan öteye geçmeyen "eskilerin masalları" mesabesinde kalmaya mahkum bir kitap olmaktan öteye geçmeyecektir. Kur'anda sünnet kelimesinin  sadece "sünnetullah" olarak geçmesi demek başka sünnetlerde yok demek anlamına gelmez. Resul as ın yaşanmış örnekliğini ret etmek demek Kur'ani bir düşünce olmayıp kur'an düşmanlarının payandalığını yapan bazı cahil kesimin kandırılarak onların kullanılmasından başka bir şey değildir.  

Bizler resul sünneti adı altında yapılan yanlışları gözönüne alıp onun örnekliğini red etmemiz demek "papaza kızıp oruç bozmak " deyiminin bir karşılığıdır. Hiç bir yanlış uygulama bizlere doğru olanları da atmak hakkını vermez bu tür yaklaşımlar doğru ve iyi niyetli yaklaşımlar değildir. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.



19 Mayıs 2013 Pazar

Beyt'ul Ankebut ve Beyt'ullah

Allah azze ve celle alemlere rahmet ve hidayet olan kitabının ankebut s. 41. ayetinde mealen şöyle buyurmaktadır. 

 "Allah'tan başka dost edinenlerin durumu, kendine yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Halbuki, evlerin en çürüğü şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi. "

Bu ayet mesel ile anlatmanın güzel örneklerinden biri olup örümceğinin evinin dayanıksızlığının  teşbihi üzerinden , Allah cc den başka veli edinenlerin durumunu örümceğin yapmış olduğu ev misali bir üfürükle yıkılacak cinsten evler olduğu bildirilmektedir. Bu ayetteki teşbihten hareketle kabenin "beyt" olarak adlandırılmasının ve kabenin "beyt'ullah" olarak anılmasının bizler için ne anlam ifade etmesi gerektiği üzerinde durmak istiyoruz.    

"Beyt" kelimesi lügatte "insanın gece sığındığı yer" anlamına gelir. Kur'an gece kelimesini hem hakiki manada "günün bir vakti" olarak, hemde mecazi manada "vahye iman etmeyenlerin" durumları ile ilgili olarak kullanımıştır. Hakiki anlamda "vennehar" olarak gece kelimesi mecazi anlam olarak vahyi kabul etmemeyi gecenin karanlığı anlamında "ezzulumat" olarak kullanır. 

----- [002.257]  Allah iman edenlerin velisidir onları zulümattan nura çıkarır, küfredenlerin ise velileri Taguttur onları nurdan zulümata çıkarırlar, onlar işte eshabı nar, hep orada kalacaklardır.
-----005.016] Allah bununla rıdvanı ardınca gideni selâmet yollarına doğrultacak ve iznile onları zulmetlerden nura çıkarıb doğru bir yola koyacak.
-----006.039]  Ve o kimseler ki, Bizim âyetlerimizi yalanladılar. Zulmetler içinde kalmış birtakım sağır ve dilsizlerdir. Allah Teâlâ kimi dilerse şaşırtır, kimi de dilerse doğru bir yol üzerinde kılar.
-----006.122]  Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamıyanın durumu gibi midir? İşte, kâfirlere yapmakta oldukları böyle 'süslü ve çekici' gösterilmiştir.
-----014.001]  Elif, Lam, Ra. bir kitab ki sana indirdik insanları Rablarının iznile zulmetlerden nûra çıkarasın diye: doğru o azîz hamîdin yoluna ki bütün izzet-ü hamd onun.

Örnek ayet meallerinden anlaşılacağı üzere vahiy, mecaz anlamda "ennur"(aydınlık) vahye iman etmemek ise, "ezzulumat" (karanlık) anlamında kullanılmıştır. İnsan nasıl gecenin karanlığından veya tehlikesinden bir yerlere sığınma ihtiyacana binaen kendisine "beytler" (evler) inşa ettiyse , Allah cc de insan için "ezzulumat" kelimesi ile karanlığa benzettiği "şirk" ten şığınmak için "beyt" inşa ettirmiştir. Mekke'de olan bu beyt sembolik olarak "Allahın evi" adıyla bilinir ve o eve sığınanın şirkte düşmekten emin olacağı bildirilir.   

----- 003.96-97Gerçek şu ki, insanlar için ilk kurulan Ev, Bekke (Mekke) de, o, kutlu ve bütün insanlar (alemler) için hidayet olan (Kâbe) dir.Orada apaçık alametlerle, İbrahim'in makamı vardır. Kim, oraya girerse emin olur. Ona yol bulabilen herkesin, Ka'be'yi haccetmesi insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır. Kim inkar ederse; bilsin ki doğrusu Allah, alemlerden müstağni'dir.

97. ayette, "kim oraya girerse emin olur" cümlesini biraz açmak istiyoruz. Bir insanın beyt'in içine girmesi onun canını garanti alması konusu bir tarafa daha geniş anlamını düşünecek olursak "beyt' e girmek" ten kasıt o beyt üzerinden kur'anın anlatmış olduğu tevhid akidesinin altına girmektir.  

Şeytan ve yandaşlarının kıyamete kadar insana düşman olacakları onu şirk bataklığına gömmek için ellerinden geleni yapacakları bilinen bir gerçektir. İbrahim ve oğlu ismail  as .ın temellerini yükselltiği ve insanlar için yapılan ilk ev olmasının bu evin temellerinin ne kadar eski olduğunu göstermektedir. İnsanlar için kurulan ile ev olması oradaki yerleşim tarihinin'de eskilere dayanmasının bir göstergesidir.   

Sembol kelimesi , "bir gayeyi bir fikri ifade eden ortak bir anlamı olan harf,kelime veya obje" anlamına gelen bir kelimedir.  Kabe'ninde taş bir bina olmasının ötesinde sembolize ettiği bir anlam vardır. 

-----002.125 Biz ta o zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri kıldık. Siz de Makam- ı İbrahim'den kendinize bir namazgah edinin. Ayrıca İbrahim ile İsmail'e şöyle ahid verdik: «Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de rükû ve secde edenler için tertemiz tutun!»

Bakara s. 125. ayetinde geçen "beytiye" (benim evimi) şeklindeki geçen kelime kabeyi Allah cc nin "beyt'im" yani evim şeklinde tanımlaması burasının diğer bir adının BEYT'ULLAH olarak kabul edilmesini beraberinde getirmiştir. Burada yeri gelmişken şunu ifade etmek isterizki, kur'anı tek kaynak olarak aldıklarını söyleyen bazı kişiler bu şekilde bir kelimenin kur'anda geçmediğini öne sürerek bu kullanımın yanlış olduğunu iddia etmektedirler. Onlara sadece kur'andaki kabe,hacc ,mekke ile ilgili ayetlerin sadece meaalerini değil metinleri ile birlikte okuyarak bu kelimenin nasıl geçtiğini sonrada bu kullanımın kur'anla nasıl  
örtüştüğüne bakmalarını tavsiye ediyoruz.   

"Kabe" veya "beytullah" sembolleri üzerinden verilmek istenen mesajı anlamak için önce  "beyt" kelimesinin insan için ne  ifade ettiğini anlamak, sonra ankebut s. 41. ayetindeki ayetin mesajını anlamak gerekmektedir. Ankebut s. 41. de Allah cc örümceğin evinin dayanıksızlığını hatırlatarak sağlam evin hangisi olmasını gerektiğini göstermektedir. Allahın evinin şirke karşı sığınılabilecek en sağlam ev olduğu yukarda mealini verdiğimiz al-i imran s. 96-97. ayetlerinden anlaşılmaktadır. İnsanların oraya girmeleri demek sadece çatısının altında toplanmak şeklinde değil, beyt sembolü üzerinden anlatılmaya çalışılan kişinin şirk zulumatından tevhid nuruna girmesidir.

İnsanların yılın belli bir zamanında bir araya gelerek kabeyi tavaf etmeleri veya dünyanın  neresinde olurlarsa olsunlar salatlarında yüzlerini oraya döndürmeleri orasını Allah cc nin sığınılacak evi olduğunu unutmamaları anlamına gelir. Bugün bu şuurdan yoksun olarak yapılan bu ritüeeller bazı kesimlerin istismar edebileceği bir hale gelmiş ve beyt2in bir put olduğu düşüncesi dile getirilmeye başlanmıştır.   

Beytullah'ın sembolize ettiği anlamı bırakıp onun taşına ve örtüsüne tazime başlayan müslümanların bu yaptıkları Allah cc nin kendi evine istediği tazim olmayıp aksine tevhid akidesinin aksine yapılan bir hareket olduğu bilinmelidir. Yapılan bu yanlışlar beytullahın olması gereken işlevini müslümanlardan daha iyi kavrayan şeytan yandaşlarının işlerine gelmiş kendilerini kur'anla özdeşleştiren ancak kur'andan haberi olmayan bazı kesimleri kullanarak müslümanlardaki bu şuuru örtmek için beytullahın bir put olduğu sözlerini onlara söylettirme çabasına girmişlerdir. Beytullah'ın bir put olduğunu herhangi bir gayri müslüma kişi söylese bu sözleri dolayısı ile bütün müslümanların onlara tepkisini bilen şeytan yandaşları bazı cahil kesimleri kandırarak bu söylemlerini sözde kur'anı öncelliğini iddia eden saf kişileri söyletebilmektedirler.

-----002.189  Onlar sana hilalleri soruyorlar. De ki: «Onlar, insanlar için ve hac için vakit ölçüleridir. Birr, evlere arkalarından gelmenizle değildir, gerçek birr, korunanlardır. Evlere kapılarından gelin ve Allah'tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.

Bu ayetteki "evlere arkadan girme" ile alakalı olarak tefsirlerde cahiliye devrinde hacc zamanı insanların evlerine kapıdan değil arkadan girdikleri gibi bilgilere rastlamakla beraber bu deyimin daha geniş bir anlamı olması gerekiğini düşünmekteyiz. Ayette "birr" kavramı ile anlatılmak istenen şey insanların kendi yanllarından uydurdukları bid'at inaçların yanlış olduğu Allah cc ye yakınlık adına yapmış oldukları uygulamaların yanlış olduğu, eğer Allah cc ye yakın bir kul olmak istiyorlarsa "evlere kapılarından girmeleri" yani Allah cc nin em
i doğrultusunda hareket etmeleri emredilmektedir. Bazıları evlere arkadan girme yanlışına karşı başkalarının o evi kökten yıkma çabası doğru bir yöntem olmayıp şeytan yandaşlarının ekmeğine yağ süren düşüncelerdir.  

----- 71.028 «Rabbim! Beni, anamı, babamı, evime inanmış olarak gireni, inanan erkek ve kadınları bağışla; zalimlerin de yalnız helakını artır.»

Nuh s. 28. ayetinde nuh as "evime inanmış olarak gireni bağışla" diye yapmış olduğu dua onun geceleri barınmak için oturduğu eve anlamında değil onun davetini kabul edenler anlamındadır.   

Sonuç olarak, ankebut s. 41. ayetinde "çürük ev" teşbihinden hareketle bu tür evlere girilmemesi, aksine sağlam olan eve yani Allah cc nin evine girilmesi gerektiği bizlere emredilmektedir. Semboller ve meseller üzerinden yapılan anlatımların anlaşılma kolaylığı üzerinden hareketle ,Allahın beyt'i olan kabeye kur'anın emrettiği şekilde yapılan tazimler ve onun müslümanlar için ifade ettiği anlamın doğru şekilde anlaşılması şirk evlerini terkedip tevhid evine girmek olduğudur.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.


14 Mayıs 2013 Salı

Firavun'un Sihirbazlarının Verdiği Mesaj

Musa as ın kıssası kur'anda en fazla yer tutan kıssalardan birisidir. Musa as ın firavun'un sihirbazları ile olan karşılaşması ve karşılaşma sonundaki olanların verdiği mesaj düşünülmesi ve örnek alınması gereken mesajlardır. Olay 3 ayrı surede anlatılmakta ve ayet mealleri şu şekildedir.   

                         Araf s. 113-126. ayetlerinde anlatılan ayet mealleri 

113 - O sihirbazlar Firavun'a geldiler: "Galip gelirsek bize muhakkak mükâfat var değil mi?" dediler.
114 - "Evet" dedi (Firavun), "Üstelik o zaman benim yakınlarımdan olacaksınız."
115 - Sihirbazlar, Musa'ya: "Ey Musa! Önce sen mi hünerini ortaya koyacaksın, yoksa biz mi?" dediler.
116 - Musa, "Siz atın" dedi. Atacaklarını atınca herkesin gözünü büyülediler ve onları dehşete düşürdüler. Doğrusu büyük bir sihir gösterdiler.
117 - Biz de Musa'ya "Sen de asânı bırakıver." diye vahyettik. Birdenbire asâ, onların bütün uydurduklarını yakalayıp yutuverdi.
118 - Artık hakikat ortaya çıkmış ve onların bütün yaptıkları boşa gitmişti.
119 - Orada mağlup olmuş ve küçük düşmüşlerdi.
120 - Sihirbazlar hep birden secdeye kapandılar.
121 - "Âlemlerin Rabbine iman ettik." dediler.
122 - "Musa'nın ve Harun'un Rabbine."
123 - Firavun: "Ben size izin vermeden iman ettiniz ha!" dedi. "Şüphesiz bu bir hiledir, siz bunu şehirde kurmuşsunuz, yerli halkı oradan çıkarmak istiyorsunuz, sonra anlayacaksınız!"
124 - "Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, sonra da bilin ki, sizi astıracağım."
125 - Onlar da: "Şüphesiz o takdirde biz Rabbimize döneceğiz." dediler.
126 - "Senin bize kızman da sırf Rabbimizin âyetleri gelince onlara iman etmemizden dolayıdır. Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve canımızı müslüman olarak al." derler.  

                                         Taha s. 57-76. arası anlatılan ayet mealleri    

56 - And olsun ki, biz, Firavun'a mucizelerimizin hepsini gösterdik. Böyle iken o yine onları yalan sayıp kabulden çekindi.
57 - (Firavun Musa'ya şöyle) dedi: "Ey Musa! Sen sihrinle bizi yerimizden çıkarmak için mi geldin bize?"
58 - "O halde biz de senin sihrin gibi bir sihirle sana geleceğiz (karşına çıkacağız); şimdi bizimle senin aranda bir vakit ve bir buluşma yeri tayin et ki; ne senin, ne bizim caymayacağımız uygun bir yer olsun."
59 - Musa: "Sizinle buluşma zamanı, süs (bayramı) günü ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir." dedi.
60 - Bunun üzerine Firavun döndü gitti ve bütün hile vasıtalarını topladıktan sonra geldi.
61 - Musa onlara dedi ki: "Yazıklar olsun size! Allah'a yalan uydur mayın. Sonra bir azab ile kökünüzü keser. Gerçekten (Allah'a) iftira eden hüsrana uğramıştır."
62 - Sihirbazlar aralarında işlerini tartıştılar ve konuşmalarını gizli tuttular
63 - (Sihirbazlar daha sonra Musa ve Harun'u göstererek şöyle) dediler: "Bu ikisi muhakkak sihirbazdır; büyüleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve de örnek dininizi yok etmek istiyorlar."
64 - "Onun için bütün tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra hep bir sıra halinde gelin. Bugün üstün gelen muhakkak zafer kazanmıştır."
65 - Sihirbazlar: "Ey Musa! Ya sen at, yahud ilk atan biz olalım" dediler.
66 - Musa dedi ki: "Hayır, siz atın." Bir de ne görsün! Onların ipleri ve değnekleri, yaptıkları sihirden ötürü kendisine sanki yürüyorlarmış gibi geldi.
67 - Bu yüzden Musa içinde bir korku hissetti.
68 - Biz dedik ki: "Korkma, çünkü sen muhakkak üstünsün (galib geleceksin) "
69 - "Sağ elindekini atıver, o, onların yaptıklarını yutar. Çünkü onların yaptıkları ancak bir büyücü tuzağıdır. Büyücü ise, her nerede olursa olsun başarıya ulaşamaz."
70 - Sonunda bütün sihirbazlar secdeye kapandılar, "Musa ile Harun'un Rabbine iman ettik" dediler.
71 - Firavun: "Ben size izin vermeden mi ona iman ettiniz? O, muhakkak size sihir öğreten büyüğünüzdür. And olsun ki, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve muhakkak sizi hurma dallarına asacağım. Böylece hangimizin azabının daha şiddetli ve devamlı olduğunu bileceksiniz" dedi.
72 - (İman eden sihirbazlar şöyle) dediler: "Bize gelen bu açık mucizeler ve bizi yaratana karşı, asla seni tercih edemeyiz. Ne hüküm vereceksen ver. Sen, ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin."
73 - "Doğrusu biz hem günahlarımıza, hem bizi zorladığın sihre karşı, bizi bağışlasın diye, Rabbimize iman ettik. Allah (sevabça senden) daha hayırlı ve (azab verme bakımından da) daha devamlıdır."
74 - Her kim Rabbine suçlu olarak varırsa, şüphesiz ki ona cehennem vardır. Orada ne ölür, ne de dirilir.
75 - Kim de ona bir mümin olarak salih ameller işlemiş olduğu halde varırsa, işte onlara en yüksek dereceler vardır.
76 - Adn cennetleri vardır ki, altlarından ırmaklar akar, onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. Ve işte bu, (küfür ve isyandan) arınanların mükafatıdır.    

                                         Şuara s. 36-51. ayet mealleri  

36 - Dediler ki: "Bunu ve kardeşini eğle, şehirlere de toplayıcılar gönder."
37 - "Bütün bilgiç sihirbazları sana getirsinler."
38 - Böylece, sihirbazlar belli bir günün tayin edilen vaktinde bir araya getirildi.
39 - Halka, "Siz de toplanıyor musunuz? (Haydi çabuk olun)" denildi.
40 - "Üstün gelirlerse herhalde sihirbazlara uyarız" dediler.
41 - Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a "Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır, değil mi?" dediler.
42 - Firavun cevaben: "Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin, gözde kimselerden olacaksınız" dedi.
43 - Musa onlara "Atın, ne atacaksanız" dedi.
44 - Bunun üzerine iplerini ve değneklerini attılar ve "Firavun'un kudreti hakkı için şüphesiz elbette bizler galip geleceğiz" dediler.
45 - Ardından Musa asâsını attı; bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor!
46 - Sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
47 - "İman ettik, dediler, Âlemlerin Rabbine "
48 - "Musa ve Harun'un Rabbine!"
49 - Firavun (kızgınlık içinde) dedi ki: "Ben size izin vermeden O'na iman ettiniz ha! Anlaşıldı ki o size sihri öğreten büyüğünüzmüş! Ama şimdi bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama ke stireceğim, hepinizi çarmıha gerdireceğim!"
50 - "Zararı yok dediler nasıl olsa biz Rabbimize döneceğiz."
51 - "Herhalde biz müminlerin evveli olduğumuzdan dolayı, Rabbimizin bize mağfiret buyuracağını ümit ederiz"   

Kıssa içinde kıssa denilebilecek türden bir anlatımı olan sihirbazların iman etmesi ile sonuçlanan karşılaşma ile ilgili ayet mealleri bu şekildedir.  

Sihirbazlar firavuna geldikleri zaman ona söyledikleri ilk söz "galip geldikleri zaman alacakları mükafat" idi, firavunu sihirbazların bu sözlerine karşılık onların galip geldikleri takdirde "elmukarrebin" lerden olacaklarını söylemektedir. "Elmukarrebin"(yakınlaştırılmışlar) kelimesinin geçmiş olduğu diğer ayetlere bakacak olursak . (3.45-56.11.88-/83.21.28 ) bu kelimeyi Allah cc nin cenneti haketmiş kulları içinde kullandığı görülür. Firavun'un , sihirbazlarının galip geldiği takdirde onları "elmukarrebun"dan kılacağını söylemesi sihirbazlara vermeyi vaad ettiği mükafatın büyüklüğünü teşbih için kullanılmış bir kelimedir.

Sihirbazların yapmış olukları sihir musa as ın asası tarafından yok edilince sihirbazlar bu durumun bir sihir olamayacağının farkına vararak iman ederler. Olay ile ilgili olarak geçen ayetlerde firavunun sihirbazları öldüreceğini söylemesi sihirbazların firavuna boyun eğmeyerek onun vereceği "elmukarrebin" payesi ile Allah cc nin vereceği "el mukarrebin" payesi arasında seçim yaparak firavunun geçici dünya hayatında vereceği mükafatı ellerinin tersi ile iterek ölümü göze almışlar ve imanlarından dönmemişlerdir.    

Sihirbazlar o an için imanlarını gizleyip takıyye yaparak firavun'dan canlarını kurtarıp içi Allah cc ye kul dışı firavuna kul olarak refah içinde bir hayat sürmeleri pekala mümkündü. Böyle yapmamaları onların haşa geri zekalılar olduğunumu gösterir?.  

Dün meydanlarda "her firavuna bir musa" diye bağıran bazı ağabeylerimiz dün lanetledikleri firavunların bugün kendilerine sunmuş olduğu dünyalık "elmukarrebun" luğu ahiret "elmukarrebun" luğuna tercih ederek Allah cc ye olan kulluklarını açığa vurma cesaretini kaybetttiklerine şahid olmaktayız. Kendileri ile beraber yola çıkanların yollarına aynı kararlılıkla devam ettiklerini görünce onlara alaycı tavırlarla " siz daha oralardamısınız?" şeklinde sözler sarfetmektedirler.  

Yukarda meallerini vermiş olduğumuz ayetlerin arapça metinlerini dünya şampiyonları hafızlar tarafından dinlerken gözyaşlarını tutamayan bu eski ağabeylerimiz bu ayetlerin mesajı ile ilgili olarak hiç bir düşünme gereği dahi duymamaları içler acısı bir durumdur.  

Rabbimiz bizleri dünya hayatının geçici nimetleri ile ahiret hayatının ebedi nimetleri arasında seçim yapmak durumunda kaldığımız zaman firavunun sihirbazları örneğinde ölümü dahi göze alarak yamulmadan ahireti seçen kullarından kılsın. Amin





9 Mayıs 2013 Perşembe

Kitabı Tahrif Teknikleri Konusunda Bir İroni Denemesi (Geleneksel Metod)

Allah cc nin alemlere rahmet ve hidayet olarak göndermiş olduğu kitaplar zaman içinde şeytan ve askerleri vasıtası ile değişime uğratılıp insanların hevalarına uygun olarak yeniden tanzim edilmeye çalışıldığı bilinen  bir gerçekliktir. Adını bildiğimiz iki kitab olan tevrat ve incil bu uygulamadan nasibini almış ve tabileri olduğunu iddia eden insanlar tarafından tahrif edilerek "Allah cc nin kitabı budur" denilerek az bir pahaya satılmaya çalışılmıştır. Konumuz tevrat ve incilin tahrifi değil kur'anın tahrifi olup bu yazı başlıktanda'da anlaşılacağı üzere bir ironi denemesidir. İroni anlam olarak "söylenenin tam tersinin kastedildiği ifadedir. Söylenen ya da yapılan eylem, ciddi görüntüsü altında, karşıt söylenceyi ya da eylemi, çelişki noktasına çekmeyi hedefler. Mizahdan farkı olarak, ironi daha eleştirel yaklaşır. İroni mimik, jest ve tonlama ile söylemek istenenin altını, dolaylı çizer." şeklinde tarif edilmiş olup bizde bu tarife uygun tahrif tekniklerini sıralamaya çalışacağız.

                      1- NASİH-MENSUH TEORİSİ İLE TAHRİF TEKNİĞİ

Önce bakara s. 106. ayeti,nahl s 101-102. ayeti ve ala s.6-7. ayetleri bağlamlarından koparılarak, kur'anda bazı ayetlerin yürürlükten kaldırıldığı düşüncesi ortaya atılır. Sonra bu teori kategorilere ayrılır. 1-metni baki hükmü mensuh ayetler, 2-metni mensuh hükmü baki ayetler, 3- metni ve hükmü mensuh ayetler gibi. Daha sonra kur'andaki zina cezasının evli ve bekar ayrımı yapmadan aynı olduğu kapatılır, 2. kategoriye uygun olarak recm cezasının evliler için taşlayarak öldürme şeklinde olduğunu belirten ayetin nazil olduğu fakat muhammed as ın vefatı sırasındaki karışıklıkta ayeti mübarek bir keçinin yediği rivayet kitaplarına sokulur ve böylelikle 2. kategoriye uygun olan bir ayet bulunmuş olur. Elimizdeki kur'anın içine alınmayan bir çok ayet olduğu aynı rivayet kitaplarına sokuşturularak 3. kategori oluşturulmuş olur. Bunları okuyan bir gayri müslim " yahu bu müslümanlar ne antika hem ellerindeki kitaplarının Allah'tan indirildiği gibi aynı derler hemde kur'ana alınmayan bir çok ayetten bahsederler" dedirtip bir taraflarıyla gülmeleri sağlanır.    

Zina cezasının evliler için ayrı olduğu ile ilgili gerekli düzenlemeler yapılıp bunu kabul edenlerin KUR'AN İNKARCISI olduğu gizlenip, etmeyenlerin HADİS-SÜNNET İNKARCISI oldukları yaygaraları koparılır.

       2. OLUŞTURULAN KUR'AN DIŞI İTİKADLARA UYGUN TAHRİF TEKNİĞİ

Cahiliye döneminden beri süregelen emevi- haşimi çekişmesinin adı, şia ve ehlisünnet olarak değiştirilip itikadi bir alana çekilip müslümanların kıyamete kadar birbirlerine düşman olmaları sağlanır.    

Kur'an, yunan, hint, iran düşüncelerinden alınan felsefe ve tasavvuf düşünceleri ile yeniden yorumlanır. Artık kur'an Allahın indirdiği amacın dışına çıkarılmış ve herkesin kendi düşüncesini onaylayan bir noter olmuştur.

Şirk kavramı özellikle tasavvufçular tarafından mecraıından çıkarılarak insanlara hoş gösterilir ve din maskesi altında mekke müşriklerini aratacak müşrikler türetilir.  

İtikadi mezhepler adı altında kur'an ile ilgisi olmayan meseleler üretilir ve bunların kur'andan delilleri çıkartılmaya çalışılarak kur'ani bir mesele olduğu zannı verilir.     

          3. KUR'ANA EŞDEĞER KİTAPLAR ÜRETİLEREK TAHRİF TEKNİĞİ 

Muhammed as ın söylediği sözler önce necm suresi ayetleri bektaşi misali okunarak üsütü kapatılır ve "onun her söylediği vahiydir" teorisi üretilerek sözlerininde kur'an ile aynı olduğu dayatması yaplır. Bunlar yapılırken yine muhammed as a uygun sözler söyletilerek onun desteği sağlanır. Erike hadisi gibi rivayeler üretilerek " Süslü koltuğuna yaslanmış adama, benim hadislerimden biri okunur da o kişinin vaziyetini hiç bozmadan `Bizlerle sizler arasındaAllahu Teala`nın kitabı (Kuran-ı Kerim) vardır. Ondan bulduğumuz helal şeyleri helal sayıyoruz, haram olarak bulduğumuz şeyleri de haram kabul ediyoruz` deme zamanı yaklaşmıştır. Sizleri de ikaz ediyorum Kuran-ı Kerim`de bulunan bütün hükümler haktır ve Resulullah`ın haram kıldığı şeyler Allah`ın haram kıldığı şeyler gibidir.`" gibi sözler söyletilir.     

Tevratın içine dahil edildiği gibi kur'an mushafına harici sözlerin ilave edilmesine gerek yoktur. Kütübü sitte adı altında oluşmuş olan külliyatı özellikle buhari ve müslimi "la yus'el" (sorgulanamaz) kitaplar haline getirerek gerektiği yerde onları kur'anın önüne geçirmek.
"Hadisleri kur'ana arz edelim" diyenleri sapkınlıkla suçlayalım ve "sahih hadisin kur'ana arzına gerek olmaz" tarzında bahaneler uyduralım, "sahih dediğiniz hadisin sahihliğinini deliline dair vahiymi var?" gibi soru soranları "hadis inkarcısı" veya "sünnet inkarcısı" gibi sözlerle damgalayalım. Çünkü  "hadis" adı altında üretilen bir çok husus bu hadislerin sahih olmadığı anlaşıldığında temelinden sarsılacaktır.    

4. KUR'AN MEALLERİNE GEREKLİ PARANTEZLER AÇARAK TAHRİF METODU

Kur'anın asıl metninde olmayıp hadis olduğunu söylediğimiz sözlerle oluşmuş olan din kurallarını kur'andanmış gibi göstermek için ayet aralarına parantezler açılarak oluşturmuş olduğumuz kurala uygun hale getirebiliriz. Örnek parantezler aşağıda verilmiştir. Mesela isa as ın yeniden dünyaya inmesi düşüncesi hıristiyan düşüncesi olmakla birlikte bu düşünceyi müslümanlar için bir inanç konusu haline getirip uygun rivayetlerle destekleyip bazı ayetlere parantez içi tahrif metodu yolu ile sanki ayet öyle diyormuş gibi bir hava verdirebiliriz örnek bir meal denemesini  olarak zuhruf s. 61. ayeti üzerinde uygulayabiliriz .  
" Gerçekten o, (İsâ'nın yere inişi) kıyâmetin yaklaştığını gösteren bir bilgidir. Sakın kıyâmet hakkında şüpheye düşmeyip, bana uyun, bu doğru yoldur."   

 Aynı metod ile müslümanların kur'an ile bağlarını koparabilmek için onu canları istediği zaman ellerine alamayacaklarını empoze edip "abdestsiz kur'ana el sürmek haramdır" şeklinde bir düşünceyi yayalım buna destek içinde vakıa suresi 79. ayetini bektaşi misali okumalarını sağlayarak sanki kur'andanmış gibi anlamalarını sağlayalım örnek bir tahrifi şu şekilde yapabiliriz. "Ona tertemiz (abdestli) olanlardan başkası dokunamaz."

Kendi kafalarınca düşünce üretmemeleri ve kafalarını başkalarına kiraya vererek onların doğrultusunda düşünmeleri için ayet meallerini ona göre ayarlayalım yine örnek bir çalışma olarak enbiya s. 7 ve nahl s.43. ayetlerinin meallerini şu şekilde ayarlayalım. 
----- Eğer bilmiyorsanız bilenlerden sorunuz.
----- Eğer bu konuları bilmiyorsanız ilim adamlarına sorunuz.
Uyanık ve kur'andan haberi olanlar bu iki ayetin öncesinide okuyun derlerse o zaman işimiz yaş çünkü bu iki ayetin öncesi "Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz kişilerden başkasını peygamber olarak göndermedik." şeklinde olup sonrasının doğru meali ""Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun." şeklindedir, ama içiniz müsterih olsun müslümanların çoğu kur'anın adına inanır içindekilerden iyiki haberi olmaz.

Müslümanlar arasında , kitaplarınındaki şefaat konusunun müşrik inancı olduğunun belirtilmesine rağmen onlara Allah cc den başka kimselerin şefaatçi olabileceklerine dair bir inancı yayarsak "garanti affedileceğiz" veya "bana ....... şefaat edecek nasıl olsa" diyerek onların günah işlemelerini kolaylaştırabiliriz. Bu inancı yaymamızda gerekli olan uydurmaların yanısıra kur'andaki şefaati red eden ayetler üzerinde gereki teviller veya meallerinde gerekli oynamalar yapılarak kur'anın red ettiği bu inancın müslümanlar arsında bir akide konusu olmasını sağlayabiliriz.

               5. ALİMLERE TABİ OLMAK  YOLU İLE TAHRİF METODU

Aklı çalıştırmamak için gerekli önlemler alındıktan sonra artık sıra düşünceleri tektip hale getirmek kolay olur. Özellikle dini hurafe anlatmaktan başka bir şekilde anlamayan alimleri! öne çıkarıp onların din tariflerinden başka tarifin olamayacağına inandırıp artık rahat rahat köşemize çekilebiliriz. "Sen ....... dan dahamı iyi biliyorsun?" şeklindeki sözlerle  o kişilerin sorgulanamaz oldukları yayılmalıdır. Artık  kendini müslüman zanneden ancak kur'andaki dini reddeden bir islam toplumu oluşmuştur şimdiden sizi tebrik ederim.  
                                                                                                                         İmza  
                                                                                                                        Şeytan

7 Mayıs 2013 Salı

Kudsi Hadis- Nebevi Hadis ayrımı Üzerine Bir Değerlendirme

Bilindiği üzere geleneksel islam düşüncesinde muhammed as ın ağzından çıkan kur'an harici sözler , "hadisi nebevi" ve "hadisi kudsi" diye ikiye ayrılmaktadır. Bu yazımızda "hadisi kudsi" olarak ayrılan sözlerin kaynağı ile ilgili bir değerlendirmede bulunmak istiyoruz.

Hadisi kudsi ile ilgili olarak prof. dr. Talat koçyiğit şöyle bir tarifte bulunmaktadır.
"Hazreti Peygamber'in Allah Teâlâ'dan rivayetle ifade buyurduğu hadislere "Kudsi Hadis" denir. Hz. Peygamber'in istediği ibare ile ifade etmek üzere bazen Cibril (a.s) vasıtasıyla ve bazen de vahiy, ilham ve rüya suretiyle Allah Teâlâ'dan rivâyet ettiği hadistir. "Kudsi hadislerin, bir taraftan ilk kaynak olarak Allah Teâlâ'ya izafe edilmesi, diğer taraftan Hz. Peygamber'in hadisleri arasında ve hadis lafzıyla zikredilmesi, bunların bazı yönlerinden Hz. Peygamber'in hadislerine benzerliğini ortaya koymaktadır. Zira Kur'ân-ı Kerim Allah kelâmı olup Hz. Peygambere vahyolunmuştur; kudsî hadislerin de ilk kaynağı Allah Teâlâ olduğuna ve Hz. Peygamber tarafından ondan rivayet edildiğine göre, bunlar da vahiydir. Binaenaleyh, vahiy olmak bakımından Kur'ân-ı Kerim'le hadis-i kudsî arasında herhangi bir fark mevcut değildir. Bununla beraber Kudsî hadisler Kur'an'dan sayılmazlar; "her ikisinin de kendilerine has özellikleri vardır ve bu özellikler ikisinin aynı şey olmalarına engel teşkil ederler" Talat Koçyiğit, Hadis Istılahlarla Ankara 1980, s. 123-124)."  

 Hadisi kudsi'nin tarifi bu şekilde yapılmış olması ve bu kategorideki hadislerin aynı kur'an gibi vahiy sayılması, hadis konusu hakkındaki düşülen çelişkilerden birisidir. Bu tür hadisler muhammed as a aynı kur'anın vahyi gibi vahyedildiği iddiası muhammed as ın kendisine vahyedilen iki tür vahyi yani elimizdeki kur'andaki ayetlerin vahyi ile kudsi hadis olarak vahyedilen vahiylerin ayrımını nasıl yaptığı sorusunu akla getirmektedir.    

Cibril muhammed as a gelip "bunlar kur'ana konulacak , bunlar konulmayacak kudsi hadis olarak bunları tebliğ et" mi demiştir , yoksa tasnifi muhammed as kendisimi yapmıştır? bu cevabının verilmesi gereken bir sorudur. Cibril'in muhammed as ile arkadaş sohbeti mahiyetinde vahiy alışverişi olamayacağını düşünürsek kendisine kur'an gibi vahyedilen kudsi hadis kategorisindeki hadislerin kur'anın içine neden alınmadığı sorusunun cevabının verilmesi güçleşecektir.  

Bir başka çelişki nebevi hadis kategorisindeki hadisler için geçerlidir. Ehli hadis düşüncesi mensupları necm s. ilk ayetlerine dayanarak nebevi hadislerinde vahiy olduğunu iddia etmişlerdir. Şimdi 3 ayrı vahiy türünden bahsetmek durumunda kalmamız işin garabetini ve vehametini ortaya koymaktadır.  1. vahiy kur'an, 2.vahiy nebevi hadisler, 3. vahiy kudsi hadisler.  

Şöyle bir düşünelim, cibril muhammed as a gelerek 3 ayrı vahiy iletiyor ve bu ayrımı muhammed as tasnif ediyor. Vahiy katiplerine, "bunlar kur'an vahyinin ayetleri bunları yazın, bunlar benim sözlerim (nebevi hadis) bunları yazmayın, bunlarda manası Allah cc den ama sözleri benden (kudsi hadis) bunlarıda yazmayın"mı demiş?   

Bu soruya kimse "evet böyle olmuştur" diyemeyecektir, çünkü böyle 3 türlü vahiy türü olamaz. Alah cc elçisi muhammed as acibril vasıtası ile sadece kur'an ayetlerini vahyetmiş olup, "bunun haricinde başka şeyler vahyetmiştir" demek Allah cc ye iftiradan başka bir şey değildir.  

Sonuç olarak, nebevi hadis-kudsi hadis ayrımı tam bir garebet bir durum olup bu kategoriyi yapanların kendi içlerindeki çelişkilerinin bir göstergesidir. Kudsi hadis kategorisindeki hadisleri böyle bir kategoriye sokmadan muhammed as ın kur'an ayetlerini açıklayan sözleri olarak sadece nebevi hadis kategorisine koymak şeklindeki bir duruma itirazımız olamaz sadece o sözlerin diğer sözleri gibi kur'anla uyuşup uyuşmadığına bakıp sahih olup olmadığı kararı verilebilir. Bütün müslümanların elimizdeki kur'an hakkındaki düşünceleri Allah cc den indiği şekli gibi olduğunu düşünüp bazılarının kur'an harici ayrı 2 vahiy türü olduğunu iddia etmeleri kur'anın mevsukiyetine gölge düşürmekten başka bir işe yaramaz.    

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR. 

6 Mayıs 2013 Pazartesi

73 Fırka Hadisi Üzerine Bir Değerlendirme

Bugün müslümanlar arasındaki en büyük sıkıntılardan birisi fırkalaşmanın sonucunda doğan anlaşmazlıklar olduğu muhakaktır.Bu fırkalaşma daha ilk günlerden beri en büyük sıkıntılarımızdan biri olup bundan sonra sonrada böyle gideceği benzer olması hepimizin üzüntü kaynağı olmasına rağmen fırkalaşmadan kurtulma reçetesi olarak kimse bulunduğu yerden bir adım atmadan herkesin kendi fırkası altında toplanmaya çağırmaktadır.     

Bu çağrısına dayanak olarak 73. fırka hadisi olarak bilinen hadisi göstererek kurtulan fırkanın sadece kendi fırkası olduğunu savunmaktadır, peki bu hadis nasıl bir hadisdir'ki! herkesi fırkacılığa teşvik ediyor ve herkesi birbirine düşürüyor.

 Yahûdiler, yetmiş bir fırkaya ayrıldı. Bunlardan biri cennette, yetmişi ateştedir. Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Onlardanda yetmiş bir fırka ateşte, bir fırka cennettedir. Muhammed (s.a.v.)’in nefsi kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka cennette, yetmiş iki fırka ise ateştedir.” Sahâbîler, “Yâ Resûlüllah! Cennette olan fırka kimlerdir?” diye sordular. Resûlüllah (s.a.v.), “Cemaat” diye cevap verdi.
S.İbn-i Mâce, Fiten 17  


“İsrailoğulları yetmiş iki fırkaya ayrılmıştır. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir tanesi hariç, bunların tamamı ateştedir.” Sahâbîler, “Yâ Resûlüllah! O kurtuluşa eren fırka kimlerdir?” diye sorunca, Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu: “Benim ve ashâbımın yolunda olanlardır.” S. Tirmizî, Îman 18  

Rivayetin farklı versiyonları olmasına rağmen aşağı yukarı bütün rivayetler aynı konu etrafındadır. Hadis usulu ile ilgili bilgileri hatırlayacak olursak "fiten ve melahim "türü denilen hadislerin bir çoğu uydurma hadisler olarak kategorize edilmiştir. Muhammed as ın bir çok ayette "ben gaybı bilmem" şeklinde sözleri sarfetmiş olmasına rağmen yine  ona atfen bir çok rivayet bulunmaktadır. Bu  yazımızda yukarda metnini verdiğimiz rivayet üzerinde durmak istiyoruz.    

Bilindiği gibi muhammed as ın vefatının hemen sonrasında başgösteren fitne  hareketleri ve bu hareketlerdeki sebeblerin itikad konusu haline getirilmesi sonucu her fırak kendi itikadını haklı göstermek için ayetleri te'vil etmiş ve bununla yetinmeyerek muhammed as a atfen bir çok söz uydurmuşlardır. Yukardaki hadis ile ilgili olduğunu düşündüğümüz bir rivayetide buraya naklederek düşüncelerimizi paylaşalım.    
"Ashabım gökteki yıldızlar gibidir hangisine uyarsanız hidayete kavuşursunuz" 

Bu iki rivayette ortak nokta  "ashaba tabi olmak" üzerinde yoğunlaşmış olması  böyle bir hadisin neden söylenme ihtiyacı duyulduğunu araştırmanın lüzumu üzerinde durmayı gerektirmektedir. Bilindiği gibi muhammed as Allah cc nin elçisi olması hasebiyle kendisine vahyedilene uymak ve onu tebliğ ile memurdu, ve hayatı boyunca bu memurluğa asla aykırı söz ve davranışta bulunmamıştır. Ashabına kur'ana tabi olmaktan başka bir yol tavsiye etmeyen muhammed as neden sonrakilere "ashabına uymayı" tavsiye etmiştir ? diye bir soru akla gelmektedir.    

Fitne dönemi olarak bildiğimiz cemel ve sıffin savaşları  sonucunda islam dünyasının bazı fırkalara ayrıldığı malumdur. Şia, haricilik ve sünnilik adı ile maruf olan bu fırkalardan şia ve haricilerin ortaya akidevi yönleri bazı sahabelere kafir olarak saymak üzerine kurulmuştur. Sünni fırkanın onlara göre ashaba daha mutedil yaklaşmalarına karşın bu mutedil yaklaşıma dayanak olması için bazı hadisler uydurmuş olmasıda bir gerçektir.   

Muhammed as ın bir söz söylerken karşısındaki muhatabın literatürdeki adı  "ashabı kiram" dır. Sözlerinin hepsini bunları muhatap alrak söyleyen muhammed as ın yukardaki rivayetlerde sanki başka bir ülkeye gitmiş  ve karşısında ashabın haricinde insanlar varmış gibi "ashabım" şeklindeki sözler bu tür rivayetlerin söylenmiş değil söylettirilmiş rivayetler olduğu tezini güçlendirmektedir.    

Bugün her fırkanın "biz cemaat üzereyiz" veya " biz ashabın izi üzerindeyiz" diyerek kendilerini kurtulan fırka olarak lanse etmeleri, " hangi ashabın?" sorusunu sormamızı gerektirir.   

Ehli hadis fırkasının sahabeyi adil sayarak onu "la yus'el" (sorgulanamaz) olarak kutsama düşüncesinin, günümüzdeki atatürk'ü koruma kanunundan bir farkı görünmemektedir. Sahabeyi haşa atatürk gibi müşrik olarak görmemekle birlikte onların sorgulanmasını itikad konusu haline getirip dokunulmazlık zırhına büründürmek onların zamanındaki olanları okumamızı güçleştirmiştir. Birbirlerine karşı kılıç çeken sahabeler birbirlerini adil saymazlarken sonraki nesil onları adil sayarak kutsamış ve kafir olarak gördükleri şianın masum imamları gibi onlarda sahabeye masumiyet atfetmişlerdir.    

Bu arkaplan dahilinde muhammed as ın insanlara kur'an ile kurtulacaklarını öğütleneyi bırakıp bir sahabeye uyarak kutulacaklarını ösylemesi mümkün görünen bir şey asla olamaz. Rivayetin fırkalaşmayı teşvik eden tarafınıda görmemezlikten gelemeyiz. Kur'an birleşmeyi emrederken böyle bir rivayetle herkes kendisine bir fırka bulup oraya yerleşerek kurtulacağı zannı verilmiştir.   

Sonuç olarak 73. fırka hadisi olarak kitaplarda yerini bulan hadis! muhammed as ın söylediği bir söz olmayıp ona SÖYLETTERİLEN bir söz olup uydurma hadisler kategorisinde yerini almaya mahkumdur.    

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.