30 Haziran 2013 Pazar

Çocukları Sünnet Ettirmek Şirk midir?

Son zamanlarda Kur'an merkezli bir anlayış ile dini anlama iddiasında olanların gelenekteki  dini kural haline gelmiş bazı uygulamaları da sorgulamaya başladıklarına şahit olmaktayız , çocukların sünnet ettirilmesi uygulaması da bu sorgulamaya takılan konulardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.   

Sünnet uygulaması çok eski tarihten beri uygulanan bir ameliye olması hasebiyle bunu sadece dini bir uygulama olarak görme yanlışından kurtulunması gerekmektedir. Tevrat'ta İbrahim as ın 99 yaşında sünnet olduğu ve o zamandan beri süregelen bir uygulama olduğu şeklinde yaygın bir düşünce mevcut olmasına rağmen sünnet'in İbrahim as dan önce uygulanan  bir yöntem olduğu , tarihçi Herodot ve Mısır arkeolojik bulgularından elde edilen bilgilere dayanarak bilinmektedir.

Yazımızın konusu sünnet'in tarihçesi , fayda veya zararları olmadığı için sünnet'in tarihçesini değil, iddia edildiği üzere yaratılışı değiştirmek demek olup bunun şirk olup olmadığı üzerine olacaktır.     

Kur'an merkezli düşünce savunması içinde olanların haklı olarak öne sürdükleri argüman, sünnet edilme konusunda kur'anda herhangi bir emir bulunmaması hatta Nisa s. 119. ayetini delil getirerek bu uygulamanın şeytan iğvası olduğu öne sürülmektedir. Evet Kur'anda sünnet edilme ile ilgili olarak uzaktan yakından delil olabilecek hiç bir ayet olmadığı muhakkaktır.  

Sünnet edilmeyi müdafaa  etmek için ya muharref olduğunu iddia ettiğimiz Tevratı yada zan olduğunu iddia ettiğimiz rivayetleri delil getirmek mecburiyetinde olduğumuzu da biliyoruz. Bu kaynakları başkaları bazı konularla ilgili olarak delil getirdiği zaman ret edip sünnet konusu ile ile ilgili olarak kabul etmenin çelişki olacağı da herkesin malumudur. O zaman çocukların sünnet edilmesine Kur'ani boyuttan bakacak olursak nasıl bir müdafaamız veya reddimiz olmalıdır?.

Bu konu ile ilgili olarak dini metin olan Tevrat kaynaklı bilgi elimizde olup bu olayın Allah cc nin emri olup olmaması konusu Tevrat metninin tahrif edilmiş olması hasebiyle kesin bir bilgi olarak karşımızda durmamaktadır. , İbrahim  as ın Tevratta 99 yaşında Allah cc nin emri ile sünnet olması ve bu şeklide sünnet edilmenin onun bir sünnet olarak bu güne kadar devam etmesi Kur'ani bir delil sayılmaz.

Rivayetlerde Muhammed as ın sünnetli doğmuş olması yine rivayetlere bakış açımızın gereği olarak kesin bilgi içermez. Şurası bir gerçek'ki sünnet edilme ameliyesi Kur'anın nazil olmasından öncede Araplar arasında uygulanan bir yöntem olduğu cahiliye Arap şairlerinin şiirlerinden anlaşılmaktadır. Sünnet edilmenin kökeni Kur'anın nazil olmasından önce bilinen ve uygulanan bir gelenek olduğu konusunda herhangi bir itiraza mahal bırakmayacak şekilde açıktır. O zaman konu bu eylemin şirk olup olmamasında düğümlenmektedir.   

Kur'anın insanları şirk bataklığından kurtarıp tevhidin nuruna ileten bir kitap olması hasebiyle nuzül dönemi muhataplarının şirk olan uygulamalarını tevhidi boyuta getirmiştir. Kur'an nazil olmadan önce kurban,hacc, salat gibi ibadetler bilinen ve icra edilen ibadetler idi, ancak şirk bulaştırılmış bir halde icra olunmaktaydı. Kur'an bu ibadetleri sadece Allah cc ye hasredilerek yapılan ibadetler olarak yeniden düzenlemiştir.    

Çocukların sünnet edilerek Allah cc nin şirk saymış olduğu ve Nisa s. 119 da şeytanın insanları yoldan çıkarmak için kullandığı yöntemlerden olan "yaratılışı değiştirmek" olsa idi kur'an bu şekildeki bir şirkin ortadan kalkması için gerekeni yapardı. Kur'anın nazil olmasından önce cahiliye Araplarının şirk olarak yapmış oldukları bütün eylemleri ortadan kaldırma noktasında bir çok ayeti barındıran Kur'anda sünnet edilmenin şirk olduğu noktasında bir ayet bulamıyoruz. O zaman günümüzde sünnet edilme olayına Kur'ani olarak nasıl bir boyut kazandırabiliriz?  

 Sünnet edilme insanlık tarihinin en eski ameliyelerinden birisi ve bu ameliyenin İsrailoğulları ve Araplardan süregelen geleneksel bir uygulama olup dini yönden herhangi bir farziyeti yoktur. Ancak toplumdaki algı bunu farzlaştırmış olup ateist bir babayı bile çocuğunu sünnet ettirmek zorunda bırakmıştır. Sünnet edilme olayına bakışımızın, bunun yapılmasının farz olmadığı gibi,  şirk'te olmadığı yönünde olması gerektiğini düşünmekteyiz.    

Sünnet edilme konusunun yaratılışı değiştirmek olduğu fikrini Türkiye de ilk seslendirenlerin kendilerini "Hanif" olarak adlandıran kişilerden geldiğini hatırlamakta fayda vardır. Haniflik söylemini dillerinden düşürmeyen bu kişilerin bir çoğu atamız İbrahim'in şirk olarak gördüğü ve ateşe atılmak pahasına kırdığı putların önünde secde ve rüku etmelerine bakacak olursak sünnetin şirk olup olmaması konusunda fikir yürütebilecek en son insanlar dahi olmayacağı ortadadır. Bugün kur'anın şirk gördüğü eylemleri haniflik!! adına savunan kişilerin sünnet edilme olayını şirk! olduğu için  muvahhidlik adına red etmeleri onların ne kadar samimi olduklarının bir göstergesidir.   

Yaratılış değişmesi konusu ile ilgili olarak karşı çıkılması gereken şeylerden biri kız çocuklarının kulaklarının delinmesi veya pirsing denilen aksesuarların vucutlardaki bazı bölgelere takılarak "hilkat garibesi" şeklinde gezilmesi olduğunu düşünmekle beraber küpe takmak için kulak delinmesinin de sorgulanması gerektiğini de düşünmekteyiz.

Sonuç olarak, sünnet edilme dini yönden herhangi bir mecburiyet değil öteden beri süregelen bir gelenek olup yapılması veya yapılmaması neticesinde günah veya sevap açısından herhangi bir getirisi veya götürüsü olmayan bir işlemdir. Şirk olduğu iddiası doğru bir iddia olmayıp eğer şirk olsa idi kur'anın nazil olması aşamasında bunun belirtilip bu uygulamanın ortadan diğer şirk uygulamaları gibi kaldırılması gerekirdi. 

Bu gelenek çocuğun küçük yaşta kendi rızasının  olup olmadığı  sorulmadan yapılmış olması da ayrı bir sıkıntılı durum olup eğer gelenek çocukların baliğ olma yaşından sonra sünnet edilmesi şeklinde gelmiş olsaydı ve çocuk kendi rızası ile olmama yolunu seçse idi  ona zorlama şeklinde hiçbir yaptırım uygulanamazdı. Sünnetli olmak Müslüman olmanın şiarlarından olmayıp geleneğin bir uygulamasıdır ve sünnet olmayı istemeyen bir kişiyi zorla sünnet etmekte İslamın bir emri değildir. Muvahhidlik adına putların önünde secde edip sünneti şirk sayan düşünce sahiplerinin samimiyetinin sorgulanması ve bu düşünceyi savunan iyi niyetli kişilerin bu düşünceyi ortaya atan kişilerin ne kadar muvahhid olduğunu sorgulamalarını tavsiye etmekteyiz.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

29 Haziran 2013 Cumartesi

Vahy'in Kaynağı,İzlediği Yol ve Teşbihi Bir Anlatım

Allah cc alemlere rahmet ve hidayet olmak üzere indirmiş olduğu kitabının kaynağını ve muhammed as a ulaşmasına kadar olan yolu yine kitabında bizlere anlatmaktadır. Allah cc, ruh'ul emin,ruh'ul kuds ,cibril adını verdiği elçisi ile vahyini, beşer elçi muhammed as a ulaştırdığını bildirirken bu ulaşma şekli gaybi bir konu olması  ve gaybi konular ile ilgili bilgilerin teşbihi (benzetmeli) bir anlatım şeklinde bizlere anlatılması hasebiyle vahyin izlediği yol bizlerin anlayabileceği bir benzetme tarzı ile anlatılmaktadır.    

Allah cc kulu muhammed as a indirdiği kitabın kaynağının kendisi olduğunu indirmiş olduğu kitabının bir çok ayetinde bizlere bildirmektedir. 

-----017.105 Kuran'ı ancak hak olarak indirdik ve o da indiği gibi hak olarak kaldı. Seni de yalnız müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.
-----003.003 Sana kitabı hak ile ve kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. Ve Tevart'ı ve İncil'i indirdi.
-----004.136 Ey İnananlar! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitap'a ve daha önce indirdiği Kitap'a inanmakta sebat gösterin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününu inkar ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır.
-----007.196«Çünkü benim dostum, Kitap'ı indiren Allah'tır. O, iyileri dost edinir.»
-----025.001 Furkan'ı alemlere bir uyarıcı olsun diye, kuluna indiren (Allah) ne yücedir!
-----039.023 Allah kelâmın en güzelini indirdi, ikizli, ahenkli bir kitab, ondan rablarına saygısı olanların derileri örperir, sonra derileri de kalbleri de Allahın zikrine yumşar, o işte Allah rehberidir, Allah onunla dilediğini doğru yola çıkarır, her kimi de Allah şaşırtırsa artık ona hidayet edecek yoktur. 
-----002.023Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah'tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.
-----015.009Hiç şüphesiz, zikri (Kur'an'ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.
-----016.089 Biz o gün, her ümmet içinde, kendilerinden kendi üzerlerine bir şahit göndereceğiz. Seni de onların üzerine şahit getireceğiz. Bu kitabı da, her şeyi açıklayan ve müslümanlara doğruyu gösteren bir rehber, bir rahmet kaynağı ve bir müjdeleyici olarak indirdik.
-----076.023 Gerçekten Kur'an'ı Biz sana aşama aşama indirdik.
-----002.091 Onlara, «Allah'ın indirdiğine inanın» denildiğinde «Bize indirilene inanırız» deyip ondan sonra gelen Kuran'ı inkar ederler; halbuki o, ellerinde bulunan Tevrat'ı tasdik eden hak bir Kitap'dır. Onlara «Eğer inanıyor idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?» diye sor.
-----006.092 Bu indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayan, Mekkelileri ve etrafındakileri uyaran mübarek Kitap'dır. Ahirete inananlar buna inanırlar, namazlarına da devam ederler.
-----027.006 Hiç şüphesiz, bu Kur'an, sana, hüküm ve hikmet sahibi olan, (ve her şeyi gerçeğiyle) bilen (Allah'ın) katından ilka edilmektedir.

Kur'anın bir çok ayeti, kitabın Allah cc den indirilmiş olduğuna dair ayetlerle doludur. Başka bir ayetler gurubuda kur'anın Allah cc den kimin elçiliği ile muhammed as a ulaştığını bizlere anlatmaktadır.  

----- 022.075 Allah; meleklerden elçiler seçer. İnsanlardan da. Doğrusu Allah; Semi' dir, Basir'dir.

Hacc s. 75. ayetinde meleklerden seçilmiş olan elçilerin vahyi ulaştırmadada rol oynadığını görmekteyiz.  

----- 002.097 De ki; «Kim Cibril'e düşman olursa - ki O Allah'ın izni ile Kur'an'ı, O'na inanmayanın elleri arasındaki Tevrat'ı onaylayıcı, müminlere yol gösterici ve müjde kaynağı olarak senin kalbine indirdi.
----- 016.002 Allah kullarından dilediğine buyruğunu bildirmek için meleklerini vahiyle indirerek şöyle der: «İnsanları uyarın ki, Benden başka tanrı yoktur. Benden sakının.»
----- 016.102  De ki: «Kuran'ı; Ruhul Kudüs  Rabbinin katından, inananların inançlarını pekiştirmek, Müslümanlara doğruluk rehberi ve müjde olmak üzere gerçekle indirmiştir.»
-----026.193-5 Onu Rûhu’l-emin, uyaranlardan olman için, senin kalbine açık ve vazıh bir Arapça ile indirmiştir.

Allah cc nin insanlara indirdiği kitabını meleklerden seçmiş olduğu elçileri ile beşer elçilere ilka ettiğini ayetlerin delaleti ile gördük, birde bu vahyin insanlara ulaştırılma süreci içinde cin ve şeytanların o vahye herhangi bir müdahelesi olmadan ulaştığına dair ayetler mevcuttur. Vahy'in melek elçi ile beşer elçiye ulaştırılırken o vahye herhangi bir harici müdahelenin olmadığının anlatımı bizlere teşbihi bir anlatım uslubu içinde anlatılmaktadır.    

-----015.016-8Gerçekten Biz, gökte burçlar yarattık ve onları seyredenler için yıldızlarla süsledik. Hem onu kovulmuş her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ışık kovalar.
-----037.006-10  Muhakkak ki, Biz yakın olan göğü ziynet ile yıldızlar ile bezedik. Ve hem her isyankar şeytandan muhafaza ettik.Onlar yüce alemi asla dinleyemezler. Her yönden kovularak atılırlar. Onlara sürekli bir azap vardır.Ancak bir çalıp çarpan m üstesna. Ona da hemen bir parça ateş parçası ulaşıverir.
-----072.008-9 «Doğrusu biz göğü yokladık; fakat onu güçlü koruyucular ve şihablarla kaplı (doldurulmuş) bulduk.»Oysa gerçekten biz, dinlemek için onun oturma yerlerinde otururduk. Ama şimdi kim dinleyecek olsa, (hemen) kendisini izleyen bir şihab bulur.

Bu ayetlerde teşbihi olarak vahyin izlediği yolun güvenli bir yol olduğu bu yolda herhangi bir varlığın vahyin muhteviyatına harici bir etkide bulunmasının imkansız olduğu vurgusu yapılmaktadır.   

 -----056.077-80Doğrusu bu Kitap, sadece arınmış olanların dokunabileceği, saklı bir Kitap'dadır.  Alemlerin Rabbi tarafından indirilmiş olan Kuranı Kerim'dir.
-----080.011-6 Hayır! Şüphesiz bunlar (âyetler), değerli ve güvenilir kâtiplerin elleriyle (yazılıp) tertemiz kılınmış,  mukaddes sahifelerde (yazılı) bir öğüttür; dileyen ondan (Kur'an'dan) öğüt alır.

Vakıa ve abese surelerindeki ayetler'de Allah cc nin vahyine muhahhar meleklerden'den başkasının dokunamayacağı buyurularak cin veya şeytanlar tarafından bir etkinin olmasının mümkün olmadığı beyan edilmektedir.  Şuara s. 210-211-212. ayetlerde "Kuran'ı şeytanlar indirmemiştir.Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez.Doğrusu onlar vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır." yine vahye şeytanların bir müdahelesi olamayacağı bildirilmektedir.   

Hicr, saffat ve cin surelerinde, dünya semasının korunması ile ilgili kullanılan "buruc" kelimesi anlam olarak kalelerdeki kuleler anlamında olup kur'anda muhkem anlamda kullanımıda mevcuttur. Nisa s. 78. ayettte "Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler(burucin) içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: «Bu Allah'tandır» derler, bir kötülüğe uğrarlarsa «Bu, senin tarafındandır» derler. De ki: «Hepsi Allah'tandır». Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?" buyurularak kişinin kendisini koruyabilecek bir yer anlamından hereketle teşbihi bir anlamda vahyin yolundaki kaleler olarak kullanılmıştır. Bu ayetlerdeki anlatımı teşbihi bir birçimde anlatacak olursak ayetlerin daha iyi anlaşılacağını ümid ediyoruz.   

Allah cc muhammed as a indirilen kitabın ayetlerinin muhkem ve müteşabih olarak ayırmıştır, müteşabih kısımdaki ayetleri nuhkemlerin delaleti ile anlamak mümkündür. Müteşabih kısmın ayetleri gaybi konular hakkında olup gözümüzle görme imaknı olmadığı için, gözümüzle gördüğümüz ve şahid olduğumuz alan verilerine benzetilerek anlatılmaktadır. Bilindiği gibi Allah cc kendini bize tanıtırken müteşabih yani benzeşmeli bir usulup ile anlatarak bildiğimiz alan verilerinden olan " HÜKÜMDAR" tasviri ile ilgili bilgiler dahilinde anlatmaktadır.   

Bilindiği üzere herhangi bir hükümdar emrini direk kendisi değil seçtiği bir elçi vasıtası ile halkına duyurur. Allah cc de aynı şekilde seçtiği bir elçi ile emrini kullarına duyurmaktadır. Hükümdarın mesajını iletmesi için gönderdiği elçinin yolu eğer güvenli olmaz ise elçinin yolu kesilerek hükümdarın mesajının muhataplarına ulaşması mümkün olmaz , bunun için elçinin yol güvenliği sağlanmalıdırki mesaj hükümdarın yazdığı şekli ile muhataplara ulaşsın.   

Aynı şekilde Allah cc nin elçisine verdiği mesaj beşer elçiye ulaştırılırken yok güvenliği emin olmalıdırki o mesaj muhammed as a herhangi bir eksik veya harici katılım olmadan ona ulaşsın. Hicr,saffat ve cin surelerindeki ilgili ayetler  yol güvenliğinin tam olarak sağlanarak vahyin hükümdarların hükümdarı olan Allah cc nin yazdığının aynı şekli ile muhammed as ulaştığı bilgisi verilmektedir.      

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

21 Haziran 2013 Cuma

Meryem s. 24. Ayetinin Bazı Farklı Mealleri Üzerine Bir Mülahaza

Meryem s. 16-34. ayetler arasında anlatılan İsa as ın doğumu ile ilgili olarak 24. ayette şu şekilde buyurulmuştur. 

" Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki tahteki seriyyâ(seriyyen).
"Derken ona altından nida etti: sakın mahzun olma, rabbın senin altında bir su arkı vücûde getirdi"   

Birçok Kur'an mealinde yukarıdaki meal benzerinin yapılmış olmasına rağmen bir kaç tane mealde farklı çeviriler olduğuna şahid olduğumuz ve bu meallere katılmadığımız için bu meallerdeki hata olduğunu düşündüğümüz noktalara bu yazımızda değinmek istiyoruz. Önce hatalı olduğunu düşündüğümüz mealleri görelim.    

Diyanet işleri meali
Onun altından bir ses kendisine şöyle seslendi: «Sakın üzülme, Rabbin içinde bulunanı şerefli kılmıştır.

Ahmet Tekin
İçinden bir ses Meryem’e:
'Sakın bir çocuk doğuracağım diye üzülme, Rabbin rahmindekini en itibarlı bir şahsiyet olarak görevlendirecek, alt tarafından da bir su kanalı, bir çay akıtacak.' diye seslendi.

Bekir Sadak
(24-25) Onun altindan bir ses kendisine soyle seslendi: «Sakin uzulme, Rabbin icinde bulunani serefli kilmistir. Hurma agacini kendine dogru silkele, ustune taze hurma dokulsun.

Mustafa İslamoğlu
bunun ardından o (hurma ağacının )alt tarafından ona hitaben bir ses geldi sakın üzülme işte rabbin senin (rahminde ) olanı şerefli kılmıştır.  

Mustafa Öztürk
Bu sırasa ona birisi (isa)alt tarafından şöyle seslendi: (anacığım) üzülme artık,rabbin dünyaya getirdiğin çocuğu değerli /şerefli kıldı.Şimdi sen hurma dalını kendine  doğru çekip silkele de sana taze hurmalar dökülsün.   

Örneklerini verdiğimiz farklı mealler ayetin metnindeki "seriyyen" kelimesinin anlamı üzerindeki tercihten kaynaklanmaktadır. 

"Se-re-ye" kelimesi sözlükte ,gece yola çıkmak,yürümek anlamındadır. "Seriyyen" kelimesi ise, gece akıp giden nehir veya yüksek bir paye,asalet,saygınlık, onur ve cömertliğe sahip olan adam anlamındadır (el müfredat).  "Seriyyen" kelimesine hangi anlamın verilebileceği kelimenin diğer kelimeler veya diğer ayetler ile bağlantısından anlamak mümkündür.  

"Tahte" kelimesi anlam olarak "alt" demek olduğuna göre "tahteki" kelimesi "senin altında" anlamına gelir. "Tahteki seriyyen" (senin altından nehir) veya (senin altındakini şerefli kıldık) bu iki anlamdan birisi kur'an bütünlüğüne uygun diğeri değildir. Arapça bilmenin sadece Kur'an meali yapmaya yeterli olmadığı arapça bilmekten önce meal yapma durumunda olan kişinin kur'an bütünlüğüne vakıf olması gerektiğini bu konular ile ilgili yazılarımızda vurgulamıştık ve yine vurguluyoruz. 

İslamoğlu hoca veya Ahmet Tekin hocanın bu şekilde meal vermelerini eleştirmemizi bazılarına garip gelebilir "sen kimsin ki onları eleştirebiliyorsun?" gibi ama biz şahısların karizmasına değil onların yazdıklarına bakıp doğru veya yanlış yapıp yapmadıklarına bakmak zorundayız.   

Meryem'in çocuğunu doğurması anında bu olayın vaki olduğu açıktır, sayın Öztürk hoca konuşanın parantez içinde isa olduğunu söylemekte ama buna katılmadığımızı ifade edelim . Yukarda verdiğimiz ayet meallerinde "tahtike" kelimesi "içinde" veya "rahminde" şeklinde çevrilmiş olup "tahte" kelimesinin  "alt" anlamı ile uyuşmamaktadır. Şimdi anne karnında olan bir çocuğa "annesinin altında" demek ne kadar doğrudur?. Annesinin altında olan İsa as değil "seriyyen" kelimesinin daha uygun anlamı olan" su arkı " anlamı daha doğrudur.

Al-i imran s. 35. ayetine baktığımız zaman Meryemin doğum öncesi annesinin onu adaması ile ilgili olarak söylediği sözler Meryem s. 24. ayetine verilen sıra dışı anlamın doğru olup olmadığı yönünde bizlere bilgi verebilir. 

  "İz kâlet imraetu ımrâne rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî, inneke entes semîul alîm(alîmu)."

 (Hani İmran'ın karısı: "Rabbim, karnımda olanı, 'her türlü bağımlılıktan özgürlüğe kavuşturulmuş olarak' Sana adadım, benden kabul et. Şüphesiz işiten bilen Sensin Sen" demişti.) 

Ayette dikkat edecek olursak İmranın karısı" karnımda olanı"  (bi batni) kelimesi ile ifade etmektedir. "Tahteki" kelimesine," karnında" anlamı verilmesi kur'an bütünlüğü açısından bakıldığında uygun düşmediği görülmektedir. Eğer ayette "karnındakini şerefli kıldık" anlamının verilmesi doğru  olsaydı "tahteki"kelimesi yerine "batnıke" (senin karnındaki) kelimesi kullanılması gerekirdi.   

Tahte kelimesinin anlamını değiştirerek "alt" anlamı yerine "içinde" anlamı verilmesinin doğru bir çeviri olmadığını düşünüyoruz. Sayın Mustafa Öztürk hocanın konuşanın İsa as olduğunu parantez içi belirtmesi ve sanki çocuk dünyaya geldiği zaman konuşması gibi bir çeviri yapması gariptir. Daha doğum anı gerçekleşmeden olan bu olayın doğum sonrasını ve İsa as ın konuştuğunu belirtmesi İsa as ın annesi tarafından kavmine getirildiği zaman konuştuğuna dair olan bilgimiz ile  uyuşmamaktadır. Belki "o zamanda konuştu " diye bir itiraz gelebilir ama ayetin metin çevirisi bunu kabul etmemekte olup Öztürk hocanın "yorum meal" tarzı çeviri metodunun pek sağlıklı olmadığını maalesef göstermektedir.   

26. ayette " Ye iç, gözün aydın olsun. İnsanlardan birini görecek olursan 'Ben Rahman için oruç adadım, bugün hiçbir insanla konuşmayacağım' de.»"" buyurulması "tahteki seriyyen" kelimesinin su arkı olduğu düşüncesini dahada kuvvetlendirmektedir, çünkü içilecek bir şeyin orada bulunması ve ondan iç denilmesi "seriyyen" kelimesinin su arkı anlamı şeklinde çevrilmesini gerekli kıldığını düşünmekteyiz.    

Ayrıca , Mü'minun s. 50. ayetinde "Biz, Meryem'in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık ve ikisini barınmaya elverişli ve akar suyu olan bir tepede yerleştirdik." buyurulması Meryem s. 24. ayetindeki "seriyyen" kelimesinin "akarsu" anlamını pekiştirmektedir. 

Eğer , bu ayetin çevirisi yapılırken , konu bütünlüğü dikkate alınarak , Mü'minun s. 50. ayeti dikkate alınsaydı hatalı bir meale imza atılmamış olurdu.

Sonuç olarak, Meryem s. 24. ayetinin  diyanet işleri ,Mustafa İslamoğlu,Ahmet Tekin,Bekir Sadak ve Mustafa Öztürk hocalar tarafından yapılan çevirileri  hem Arapça metin karşılıkları hemde kur'an bütünlüğü açısından bakıldığında doğru bir çeviri olarak görülmemektedir. Doğru olan bir çok çevirideki "Derken ona altından nida etti: sakın mahzun olma, Rabbın senin altında bir su arkı vücûde getirdi" şeklindeki çeviridir. 

Doğru şekilde çeviri yapmadıklarını düşündüğümüz sayın hocalara saygımız olmakla beraber her ne kadar arapça önemli ise kur'an bütünlüğüne vakıf olmakta Arapçaya vakıf olmaktan daha fazla gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.   

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

20 Haziran 2013 Perşembe

Ölüm İle Yeniden Diriliş Arasını Kur'an Nasıl Anlatıyor?

Allah cc son elçisi muhammed as vasıtası ile indirdiği kitabında bizleri imtihan için yarattığını ilk ölümümüzün ardından kıyamet sonrası yeniden dirilirek dünyada işlemiş olduklarımızın karşılığının ebedi cennet veya cehennem olark verileceğini bildirmektedir. Ölüm ile yeniden diriliş arasındaki zaman ile bilgi kur'anda açık ve net  olmasına  rağmen rivayetlerin gölgesi altında kalarak anlaşılma çabaları bu konuyuda kur'an dışı bilgilerle örtmüş ve rivayetleri kur'ana uydurma amaçlı olarak sadece bir ayet üzerinden kabir azabının varlığına delil çıkarılmaya çalışmıştır. Biz bu yazımızda kur'anın ölüm ile yeniden diriliş arasındaki geçen zamanı kıyamet sonrası yeniden dirilenlerin aralarındaki konuşmalarının geçtiği ayetleri alarak konuyu aydınlatmaya gayret edeceğiz. Ama önce mü'min s. 46. ayeti üzerinde kısaca durmak istiyoruz.   

Kabir azabının olduğunu iddia eden kitaplara baktığımız zaman ölüye yapılan azabın onun bedenine değil ruhuna olduğu şeklinde ibarelere rastlamaktayız. Kur'anın insan için ruh ve beden ayrımı yapmadığı göz önüne alınacak olursa bu konunun baştan sakat bir konu olduğu açıktır.Kabir azabını müdafaa eden görüşe göre beden ölmekte fakat ruh ölmemekte dolayısı ile azab gören ruhtur. Bu görüş beraberinde problemleri getiren bir görüştür, bilindiği gibi ahirette yeniden diriliş dünyada iken olan halimizin aynısı olarak gerçekleşecektir, kur'an buna ölümden sonra yeniden diriliş der, eğer ruh ölmüyorsa ve kabirde azab gören ruhsa yeniden dirilip hesaba çekilmenin ne anlamı olabilir?. Bazı islam filozofları yeniden dirilişin bedenen olacağını bu yüzden red etmişlerdir. Onun için insanın beden ve ruh şeklinde bir ayrımına gidilerek azab görenin beden değil ruhudur denilmesi ayrı bir çelişki olup ölmeyen şey tekrar nasıl dirilir diye itiraz etmişlerdir. İnsanın kıyamette bedenen dirilerek hesap göreceği konusu kur'anın net beyanı olmasına rağmen dirilişten önce kabirlerde azab görmesi görmesi konusu çelişkili bir konu olup madem ruh asıl ise ve ölmüyor ise yeniden dirilip hesaba çekilmenin anlamı nedir? diye haklı olarak sorulmaktadır.   

Eğer bu konuya sadece kur'an ne diyor diye bakılmış olsaydı kabirde ruh azab görüyor diye bir iddia ortaya dahi atılmaz ve bu tür tartışmalara mahal bile kalmazdı . Biz yazımızın iesas amacı olan ölüm sonrası yeniden dirilişe kadar geçen zamanın yeniden dirilenler arasındaki konuşmaların yansıması ile nasıl anlatıldığını gösteren ayetlere geçelim.  

-----17.052   O, sizi çağırdığı gün; hamdederek davetine uyarsınız. Ve çok az kalmış olduğunuzu zannedersiniz.
-----020.103-104 Onlar, aralarında: «On günden fazla durmadınız.» diye gizli gizli konuşacaklar. Onların sözünü ettiklerini biz daha iyi biliyoruz. Tutulan yol bakımından onların daha üst olanları ise: «Siz yalnızca bir gün kaldınız» derler.
-----023.112-113-114 Allah onlara yine: «Yeryüzünde kaç yıl kaldınız» der.«Bir gün veya daha az bir süre kaldık, sayanlara sor» derler.Buyurur: Sadece az bir süre kaldınız; keşke siz (bunu) bilmiş olsaydınız!
-----030.055-56 Kıyamet koptuğu gün suçlular sadece çok kısa bir müddet kalmış olduklarına yemin ederler. Böylece onlar dünyada da aldatılıp haktan döndürülüyorlardı.Kendilerine ilim ve iman verilenler; «And olsun ki, siz Allah'ın yazısında mevcut yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu yeniden dirilme günüdür, fakat sizler anlamıyordunuz» derler.
-----010.045 Onları toplayacağı kıyamet günü, sanki gündüz, birbirleriyle sadece tanışacakları bir saat kadar kalmış gibidirler. Allah'ın karşısına çıkmayı yalan sayanlar kaybetmişlerdir.
-----046.035 O halde üstün irade sahibi peygamberlerin sabrettiği gibi sabret ve onlar hakkında ivedilik etme! Onlar, kendilerine va'dedilen acıyı görecekleri gün, gündüzün bir saatinden başka durmamışa döneceklerdir. Bu yeterli bir tebliğdir. Demek ki, helak edilecekler, başkası değil, ancak itaattan çıkmış fasıklar topluluğudur!
-----079.046 Onlar, onu (kıyameti) görecekleri gün, sanki bir akşam veya bir kuşluğundan başka durmamışa dönecekler.
----- 036.052  «Vah halimize! Yattığımız yerden bizi kim kaldırdı?» derler. Onlara: «İşte Rahman olan Allah'ın vadettiği budur, peygamberler doğru söylemişlerdi» denir.
-----037.019-20-21İşte o, yalnızca bir tek çığlıktan ibarettir; artık kendileri (diriltilmiş olarak) bakıp durmaktadırlar.Şöyle derler: «Vay bize! İşte bu ceza günüdür.»Onlara: «İşte bu, yalanladığınız hüküm günüdür» denir.
-----054.007-8 Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde ve dâvetçiye koşarak kabirlerden çıkarlar. O esnada kâfirler: Bu, çok çetin bir gündür! derler.
-----070.043-4 O gün onlar, sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi, gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir halde kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür!    

Yukarda meallerini vermiş olduğumuz örnek ayet meallerinden görüleceği üzere ölümden sonra yeniden dirilenlerin birbirlerine sormuş oldukları sorular onların azab görmüş olduğuna dair hiç bir şekilde bilgi içermemektedir. Birçok ayete rağmen sadece mü'min s. 46. ayetine dayanarak kabir azabına delil getirmeye çalışmak "kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak" metodu ile yapılan bir çalışma olup ön kabulleri kur'ana tasdik amacından başka bir şey değildir.    

Bazı ayet meallerine baktığımız zaman kabirlerinden çıkanların birbirlerine sormuş olduğu sorulardan olan "ne kadar kaldınız" sorusuna "dünyada" ilavesi yapılarak sanki ayet metnindenmiş gibi bir hava oluşturularak kabir azabına kur'ani delil çıkarma yoluna gidildiğine şahid olmaktayız.  
----- 002.259 Yahut altı üstüne gelmiş bir kasabaya uğrayan kimseyi görmedin mi? «Allah burayı ölümünden sonra acaba nasıl diriltecek?» dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra diriltti, «Ne kadar kaldın?» dedi, «Bir gün veya bir günden az kaldım» dedi, «Hayır yüz yıl kaldın, yiyeceğine içeceğine bak, bozulmamış; eşeğine bak ve hem seni insanlar için bir ibret kılacağız, kemiklere bak, onları nasıl birleştirip, sonra onlara et giydiriyoruz» dedi; bu ona apaçık belli olunca, «Artık Allah'ın her şeye Kadir olduğuna inanmış bulunuyorum» dedi.
-----018.019 Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: «Ne kadar kaldınız?» dedi. «Bir gün veya daha az bir müddet kaldık» dediler. «Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Paranızla birinizi şehre gönderin, sakın sizi kimseye duyurmasın» dediler.
Bakara s. 259 ve kehf s. 19. ayetlere bakacak olursak yeniden dirilişin dünyada iken canlı provası diyebileceğimiz ayetlerde kaldıkları süre olarak dünyada kaldıkları süre olarak "bir gün veya daha az" demeleri uykuda ve ölüm halinde kaldıkları süredir.    

 -----043.077] Ey Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin! diye seslenirler. Mâlik de: Siz böyle kalacaksınız! der.
Zuhruf. 77. ayetinde cehennemde azab gören birisinin cehennem bekçisine olan feryadı dile getirilerek o kişinin ölümü istediği görülmektedir. Eğer bu kişi ölümden önce kabirde bir azab görmüş olsaydı ölümü istermiydi? çünkü ölüm sonra beklediği kabirdede azab görmüş olsaydı böyle bir istekte bulunmazdı.   

-----040.011] Onlar: «Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı itiraf ettik, bir daha çıkmağa yol var mıdır?» derler.
 Mü'min s. 11. ayetinde yine cehennem ehlinin feryadı dile getirilmekte ve onlar rablerinden onun öldüren ve dirilten kudretini dile getirerek artık ölümü istemektedirler, aynı şekilde ölüm sonrası yeniden dirilişe kadar herhangi bir azab görmüş olsalardı acaba ölümü isterlermiydi?

Sonuç olarak, kabir azabı konusu kur'anın ortaya attığı bir konu olmayıp aksine kur'ana rağmen ortaya atılan konulardan olup rivayetleri kur'ana uydurma amaçlı olarak sadece tek bir ayetten yola çıkılarak delil  getirilmeye çalışılmış bir konu olup bu şekilde getirilen delilde insanı beden ve ruh şeklinde yine kur'andan onay almayan bir ayrıma gidilerek yapılmıştır. İnsanın beden ve ruh şeklinde bir ayrımı sadece kabir azabını doğrulamak için yapılan bir ayrım olup buda ayrı bir sorunu beraberinde getirerek haklı olarak bazı filozofların bedenen dirilişi inkarına kadar götürmüştür. Kabir azabı etrafında çerçevesindeki bu tür konular kur'anı rehber edinerek çıkarılmayan hükümlerin beraberindeki getirebileceği sorunlarada bir  örnektir. İnsan kur'anın ifadesi ile bedenen ölür ve kıyamete kadar kabirlerde bekler ve o zaman içinde herhangi bir hesap sonucu cennet bahçesi veya cehennem çukuru şeklinde bir mekana sahip olmaz, çünkü hesaplar yeniden diriliş sonucu olacak ve herkes yapmış olduğu amelleri neticesinde ebedi mekanına kavuşacaktır.   

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

19 Haziran 2013 Çarşamba

Müşriklerin Miraç İstekleri ve İsra s. 93. Ayeti

Müşriklerin kendilerine gelen elçileri red etme sebeblerinden biri onlarında kendileri gibi bir beşer olmaları veya melek olmamaları olup bu red bahanelerinin aynısı ile son elçi muhammed as da muhatap olmuştur. Kur'anın pek çok ayeti onun melek olmadığı, beşer olduğu, çarşılarda gezip durduğu bahaneleri öne sürülerek red edildiğini beyan etmektedir.    

Maalesef "beşer bir elçi" müşrikleri rahatsız ettiği gibi müslümanlarıda rahatsız ederek son elçi muhammed as ı kur'anın kendisine vermediğini söylediği istenilen ayetleri(mucizeleri) müslümanlar kur'ana rağmen verdirmişlerdir. İsra s 59. ayeti bunun açık bir örneğidir " Bizi ayetlerle göndermekten, öncekilerin onu yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı. Semud'a dişi deveyi görünür  olarak gönderdik, fakat onlar bununla  zulmetmiş oldular. Oysa biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz."

Bu ve benzeri ayetlere rağmen müslümanlar son elçi muhammed as adına akla hayale gelmedik mucize iddiaları uydurarak müşriklerin red edilen isteklerini uydurma rivayetlerle yerine getirmiş olup miraç uydurmasıda bunların en bariz örneklerinden biridir. Kur'anın hiç bir ayetinde miraç ile ilgili en ufak bir karine dahi olmamasına rağmen isra s. 1. ayeti ve necm surelerinin ilk ayetleri bu konu ile ilgili olarak zorlama te'villerle ilişklendirilmek istenmiştir.  

İsra s. 90-95. ayetlerine baktığımız zaman müşriklerin bu tür isteklerine karşılık "ben bir beşer elçiden başkası değilim" cevabının verilmesi istenmektedir. 93. ayete baktığımızda müşriklerin isteklerinin tanıdık bir konu üzerinde yoğunlaştığını görmekteyiz.    

" «Veya altın bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin ama oradan okuyacağımız bir kitap indirmezsen yine o yükselmene inanmayacağız.»"  
Altın'dan ev istemelerinin yanında  özellikle muhammed as ın göğe yükselmesini ve oradan bir kitap getirmedikçe yine inanmayacaklarını söylemeleri bizlere yabancı gelmemektedir.   

Bilindiği gibi isra s. ilk ayetinde "Uzaktır bütün noksanlıklardan O ki, kulunu bir gece Mescidi Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya götürdü; ona ayetlerimizden gösterelim diye. Gerçek şu ki, O'dur işiten gören!" buyurulmasının eksikliği !! miraç ile tamamlanmış mescidi aksa'dan göklere çıkma rivayetleri kitaplarımızda yer almış ve imanın şartı haline getirilmiştir.    

İsra s. 93. ayetinde "yahut göğe yükselmelisin ama oradan okuyacağımız bir kitap indirmezsen yine o yükselmene inanmayacağız" sözlerine karşılık Allah cc elçisine " BEN ASLINDA GÖĞE ÇIKTIM ORADAN BAKARA S. SON İKİ AYETİNİ BİLE GETİRDİM" şeklinde demesini neden vahyetmedide " SUBHANALLAH BEN ANCAK BEŞER BİR RESULUM" demesini emrettiği hiç düşünülmezmi? . Kulunu mescidi haramdan sonra göklere çıkardığını beyan etmeyen Allah cc hatta aynı surenin 93. ayetinde bu isteğin geri çevrildiğini neden beyan ettiği hiç düşünülmezmi?.   

Sonuç olarak , muhammed as ın beşer olmasının kabulu bırakın müşrikleri ona iman etiğini iddia bir kesime bile zor gelerek onu insanüstü bir elçi olarak görme eğilimi ağır basan bir düşünceyi genel geçer bir düşünce olarak oturtmaya çalışmalarına  rağmen bir çok kur'an ayeti bunu red etmektedir. Miraç iddiaları aynı bu düşüncenin bir ürünü olup müşriklerin bu istekleri 93. ayette geri çevrilmesine rağmen imanın şartı mesabesinden bir kabulu gerektirdiği öne sürülerek inkarı kişiyi dinden çıkmaya kadar götürdüğü yalanı ile insanlar bir nevi mahalle baskısı şeklinde bastırılmışlardır. Şunu düşüncelerinden ötürü hesap vereceğine inanan biri olarak haykırıyorum.  

YANLIŞ YOLDA OLANLAR, MİRAÇ UYDURMASINI KUR'AN AYETLERİNE İMAN EDEREK RED EDENLER DEĞİL , ESAS YANLIŞ YOLDA OLANLAR MİRAÇ UYDURMALARINI İLGİLİ AYETLERE RAĞMEN ELÇİNİN BEŞER OLMASINI İÇİNE SİNDİREMEYEN MÜŞRİKLERİN ZİHNİYETİNE SAHİP OLANLARDIR.    

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

18 Haziran 2013 Salı

Allah c.c Kebir mi Ekber mi?

Yazımıza böyle bir soru başlığı koyma nedenimiz kur'anı kendisine rehber edindiğini iddia eden bazı kişilerin özelllikle namazlarda çok kullanılan bir kelime olan ALLAHU EKBER kelimesinin bir kıyaslama kelimesi olduğu , ekber denilmesinin başka büyüklerinde var olduğunu kabul ederek Allah cc nin onlarla kıyaslanarak allah en  büyüktür denilmesinin yanlış olduğu, doğru olanın ALLAHU KEBİR denilmesi olduğu yolunda bazı düşünceleri duymaktayız. Bu tür düşüncelerin ortaya atılmasının sebebini kur'an bütünlüğünden habersiz olunmasına bağlamaktayız.   

Al-i imran s. 7. ayetinde kitabın ayetlerinin muhkem ve müteşabih olarak indirildiği bildirilmekte olup, özellikle müteşabih ayetlerin kapsama alanına hangi tür ayetlerin girdiği konusu önemlidir. Kur'an bilindiği üzere bizlere gözle görmediğimiz alan veya varlıklar ile ilgili bilgiler vermektedir. Allah,melek,cin,cennet.cehennem gibi varlıklar ve alanlar ile ilgili ayetlerin muhtevası "müteşabih ayetler" yani benzeşen ayetler" kategorisine girmektedir. Kur'an bizlere  göz ile şahid olamadığımız alan ve varlıkları  anlatırken göz ile şahid olduğumuz alan bilgilerine benzeştirerek anlatmakta olup buna müteşabih anlatım yani benzeştirerek anlatım denilir.    

Allah cc nin kendisini bizlere tanıttığı ayetlerde kur'anın müteşabih yani benzeştirerek anlatım metodu içinde anlaşılması gerekmektedir. Allah cc bizlerin gözümüzle göremediğimiz bi varlık olması kendisini bizlere gözümüzle gördüğümüz alanın bilgileri içinde benzeştirerek anlatmasını gerektirmekte olup kur'anda bunun yüzlerce örneği bulunmaktadır.     

"Allahu ekber " (Allah en büyüktür) demenin "sakıncalı ve bu şekil bir söylemin Allah cc yi kıyaslamak olduğu , başka büyüklerinde var olduğunu kabul anlamına geldiği" şeklinde düşünce müteşabih anlatımı anlamamaktan kaynaklanan bir anlayışın vardığı yanlış sonuçlardan birisidir.

Bu konuda tartışmanın ne kadar yanlış olduğunu sadece enam s. 19. ayetini okuduğumuz takdirde görmek yeterli olacaktır.

Kul eyyu şey’in ekberu şehâdeh(şehâdeten), kulillâhu şehîdun, beynî ve beynekum ve ûhiye ileyye hâzâl kur’ânu li unzirekum bihî ve men belag(belaga), e innekum le teşhedûne enne meallâhi âliheten uhrâ, kul lâ eşhed(eşhedu), kul innemâ huve ilâhun vâhidun ve innenî berîun mimmâ tuşrikûn(tuşrikûne).
«Şahit olarak hangi şey daha büyüktür» de. «Allah benimle sizin aranızda şahiddir. Bu Kuran bana, sizi ve ulaştığı kimseleri uyarmam içi n vahyolundu; Allah'la beraber başka tanrılar bulunduğuna siz mi şahidlik ediyorsunuz?» de. «Ben şehadet etmem» de. «O ancak tek Tanrıdır, doğrusu ben ortak koşmanızdan uzağım» de.

Enam s. 19. ayetinde, Allah cc nin kendisinin şahidlik bakımından daha büyük yani EKBER olduğunu beyan etmektedir. Şimdi soruyoruz, Allah cc nin kendisini ŞAHİDİ EKBER olarak vasıflandırması yanlışmıdır?

Ikra’ ve rabbukel ekrem(ekremu). Oku! (Çünkü) Rabbin Ekrem'dir!
Alak s. 3. ayetinde Allah cc nin kendisini "el ekrem" yani en kerim olarak başka kerimler ile kıyaslaması yanlışmıdır?  

Summe ruddû ilâllâhi mevlâhumul hakk(hakkı), e lâ lehul hukmu ve huve esraul hâsibîn(hâsibîne).
Sonra gerçek mevlaları olan Allah'a döndürülürler. Dikkat edin, hüküm O'nundur ve O hesabı en hızlı görendir.
Enam s. 62. ayetinde Allah cc nin kendisini "esraul hasibin" en hızlı hesap görücü olarak vasıflandırması kendisinden başka hesap görücüler olduğunumu kabul ederek "en hızlı" demiştir?

Ve izâ ezaknen nâse rahmeten min ba'di darrâe messethum izâ lehum mekrun fî âyâtinâ, kulillâhu esrau mekrâ(mekren), inne rusulenâ yektubûne mâ temkurûn(temkurûne).
 İnsanlara, kendilerine dokunan bir darlıktan sonra genişlik tattırdığımız zaman hemen ayetlerimiz hakkında hileler düşünmeye başlarlar. De ki: 'Allah düzen kurmada daha hızlıdır.' Elçilerimiz sizin düşündüğünüz hileleri yazmaktadırlar.
Yunus s. 62. ayetinde "en hızlı düzen kurucu" diye vasıflandırmasına acaba nasıl bir itiraz olabilir?

hud s. 45. ayeti ve tin s. 8. ayetinde "ahkemul hakimin" derken Allah kendisini başka hakimlerle neden kıyas ediyor diyebilirmiyiz?  

Mü'minun s. 14. ve saffat s. 125. ayetinde "ahsenul halıkin" derken kendisini başka yaratıcılar ile kıyaslıyor diyebilirmiyiz? bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür.  

Araf s. 151, yusuf s. 64-92,  enbiya s. 83. ayetlerinde "erhamurrahimin" şeklinde geçen ayetler de rabbimizin kendisini merhametlilerin en merhametlisi olarak vasfetmesi acaba kendinden başka merhametli ilah varda kendisini onunla kıyaslıyor diyebilirmiyiz?. 

Birçok ayette "alime" fiilinden türeyen ismi tafdil sigası olan "a'lemu" kelimesi Allah cc için kullanılmaktadır " inni a'lemu" (ben en iyi bilenim) şeklinde kullanılmış olması Allah cc nin kendisini başka bilenlerle kıyaslaması olarak görmek mümkünmüdür?

Allah cc şahidlerin EKBERİ , kerimlerin EKREMİ, hızlıların ESRAASI yım ,hakimlerin AHKEMUSU yum, rahimlerin ERHAMI , bilenlerin A'LEMU SU diye bizlere buyurmakta iken şimdi yine sorarız. "ŞİMDİ ALLAH CC NİN KİTABINDAN BAŞKA HANGİ SÖZE İNANACAKSINIZ?".  

Allah cc nin kendisi için kullandığı bu kelimeler kur'anı tek kaynak kabul ettiğini iddia edenlerin kur'an bütünlüğünü gözetmeden yapmış olduğu okumaya bir örnek teşkil etmesi açısından acı bir örnek olup belki biraz ağır olacak ama Allah cc nin kitabını oyuncak etmek anlamına gelmekten başka bir sonucu yoktur.  

Bu tartışma , "kaş yapayım derken göz çıkartma" mesabesinde bir durumuda meydana getirmektedir şöyleki; "kebir kelimesi anlam olarak "büyük" demektir , ekber kelimesi ise anlam olarak "daha büyük" demektir, şimdi biz ekber kelimesinin yerine kebir kelimesinin kullanarak Allah cc yi daha doğru büyüklediğimizi düşünüyorsak büyük bir yanlış içindeyiz demektir. Kur'an dilinin özelliğine dikkat edecek olursak Allah cc kendi ilahlığını ortaya koyarken müşriklerin ilah olarak kabul ettiği varlıkları kendi ile kıyaslayarak onların hakiki ilah olamayacağını beyan eder. Şimdi Allah cc kendini diğer sahte ilahlarla kıyaslarken biz buna hayır olmaz şeklinde itiraz etmek " kraldan fazla kralcı " olmak anlamına gelir. Kebir kelimesi ekber'den daha alt bir anlamı ifade ettiği için "Allahu kebir" şeklinde ifade "kaş yapayım derken göz çıkartmaya" vesile olur.

Sonuç olarak, Allah cc kebirmidir? ekbermidir? şeklinde yapılan bir tartışma "Allah cc yi hakkı ile takdir ededeme" şeklinde bir anlayışın sonucu olup kur'anı bir kere arapça metninden okuyarak Allah için kullanılan bazı kelimelerin insanlar içinde nasıl kullanıldığına bakılması gerekir. Hadi kur'anın tamamından vazgeçtik sadece yusuf suresini okumak bile bu konuda bizlere doğru bilgiyi vermesi açısından yeterli olacaktır. Yusuf suresinde kullanılan bazı kelimeler esma ül hüsnaya dahil olan isimler olup insanlar için kullanılmıştır. Bu mantıkla gidersek yusuf suresinde geçen kelimeler için ne diyebiliriz?.  

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

15 Haziran 2013 Cumartesi

İsa a.s Ölmedi ise Yahya a.s Neden Öldü?

Yazımızın başlığı ilk bakışta biraz garip gelebilir ama isa as ın akıbeti konusu ile ilgili olarak kur'an dışı rivayetlere dayanarak onun ölmediğini savunanlar meryem suresindeki iki ayet arasındaki çelişkili anlayışlarını nasıl düzeltme yoluna gideceklerini merak etmekteyiz.

Meryem s. 33. ayetinde "Ves selâmu aleyye yevme vulidtu ve yevme emûtu ve yevme ub’asu hayyâ(hayyen)."(«Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün esenlik banadır.») şeklinde isa as ın dili ile doğduğu zaman konuştukları anlatılmaktadır. Ayette geçen "öleceğim gün" kelimesinin arapça metninin "emutu" olarak geçmesi isa as ın ölmediğine ve kıyamete yakın geri geleceğine dair ortaya atılan delillerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. İsa as ın kıssasının geçtiği ayetlerde "teveffi" kelimesinin geçmesi onun mevt olmadığına yani ölmediğine dair bir bilgi olarak anlaşılması gerektiği onun "mevt" olmasının kıyamete yakın gelmesinden sonra olacağı şeklinde islam düşüncesinde yaygın bir görüş mevcuttur.    

İsa as ın durumunun daha kolay anlaşılması için "vefat" kelimesinin anlamı ve bu kelimenin geçmiş olduğu bir kaç ayet örneği vermek istiyoruz.    

"el vefa" kelimesi lugatte, tamam noktasına ulaşmış olana (örneğin tam dirhem yada kile , ölçek anlamında) denir.
(evfeytül keyle velveznü) vezni veya kileyi ölçeği tamamlamak,tamam etmek,ondan hiçbir şeyi eksiltmemek anlamına gelir ( el müfredat) . 
 
"Vefa" kelimesinin "bir şeyi tamam etmek" anlamı olduğuna göre isa ın vefatı neden onun ömrünün tamam olmadığını, kıyamete yakın bir zamanda gelerek ömrünün geri kalanını tamamlacağını gösterir ? diye bir soru mecburen akla gelmektedir.     

                                                 "Minareyi çalan kılıfını uydurur"    

İsa as ın akıbeti ile ilgili olarak "teveffi" kelimesinin geçmesi rivayetlerle uyuşmadığı için kur'anı rivayetlerle uyuşturmak amaçlı olanlar isa as ın vefat etmesinin onun uyku hali olduğu onun bu uykudan uyanmasının kıyamete yakın zamanda gerçekleşeceği kılıfını uydurarak zümer s 42. ayetine "mal bulmuş mağribi" gibi sarılmıştır. 

 -----39. 42- Allâhu yeteveffel enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menâmihâ, fe yumsikulletî kadâ aleyhel mevte ve yursilul uhrâ ilâ ecelin musemmâ(musemmen), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
(Allah alır o canları öldükleri zaman, ölmiyenleri de uyuduklarında, sonra üzerlerine ölüm hukmü verdiklerini alıkor da diğerlerini salıverir bir müsemmâ ecele kadar, şübhesiz ki bunda düşünecek bir kavm için âyetler var)    

Allah cc zümer s 42. ayetinde, nefislerin mevt olma halini onların yaşama sürelerinin tam olarak verilmesi , bu mevt halinin bazılarının uykularında gerçekleştiği, bazılarının ise uyku harici zamanlarda gerçekleştiğini bildirmektedir. Kulun vefat etmesi demek , ona verilen yaşama süresinin tam olarak verilmesi ve bu süre bittiği zaman onun vefat ettirilmesinin kulun mevti yani ölümü demek olduğu anlamına gelir'ki ,"vefat" ve "mevt" kelimeleri birbiri ile girift bir anlam taşımaktadır.   


6.60-  Ve huvellezî yeteveffâkum bil leyli ve ya’lemu mâ cerahtum bin nehâri summe yeb’asukum fîhi li yukdâ ecelun musemmâ(musemmen), summe ileyhi merci’ukum summe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
(Geceleyin sizi öldüren O’dur. Belirli bir sürenin geçmesi için sizi yeniden dirilttiği gündüzleri de ne yaptığınızı bilir. Sonra dönüşünüz O’na olacak ve O size ne yapmış olduğunuzu haber verecektir.).

Enam s. 60. ayetinde ise, uykudan uyanma yeniden dirilişe benzetilerek bütün insanların ölümden sonra dirilişi bir nevi hergün kendi hayatları içinde şahid oldukları haberi verilerek yeniden dirilişi inkar etmenin mümkün olamayacağı bildirilmektedir.   

 3.55-İz kâlellâhu yâ îsâ innî muteveffîke ve râfiuke ileyye ve mutahhiruke minellezîne keferû ve câilullezînettebeûke fevkallezîne keferû ilâ yevmil kıyâmeh(kıyâmeti), summe ileyye merciukum fe ahkumu beynekum fîmâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).
Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni ben vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.

Al-i imran s 55. ayetinde "seni ben vefat ettireceğim" derken , "senin öldürmek isteyenler amaçlarına ulaşamayacak" anlamında kullanılmış olması ihtimali daha kuvvetlidir.  

 5.116.117- Ve iz kâlellâhu yâ îsebne meryeme e ente kulte lin nâsittehizûnî ve ummiye ilâheyni min dûnillâh(dûnillâhi) kâle subhâneke mâ yekûnu lî en ekûle mâ leyse lî bi hakk(hakkın) in kuntu kultuhu fe kad alimteh(alimtehu) ta’lemû mâ fî nefsî ve lâ a’lemu mâ fî nefsik(nefsike) inneke ente allemul guyûb(guyûbi). Mâ kultu lehum illâ mâ emertenî bihî eni’budûllâhe rabbî ve rabbekum, ve kuntu aleyhim şehîden mâ dumtu fîhim, fe lemmâ teveffeytenî kunte enter rakîbe aleyhim ve ente alâ kulli şey’in şehîd(şehîdun).
 Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, «Beni ve anamı, Allah'tan başka iki tanrı bilin» diye sen mi dedin, buyurduğu zaman o, «Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin.

Maide s. 116-117. ayetlerde isa as ın kıyamet günü hesap anı gösterilerek ona iman ettiğini iddia edenlerin yanlış inaçlarının hesap gününde nasıl bir muamele görecekleri teşhir edilmektedir. "Ben hayatta olduğum sürece onlara şahid idim ama onların içinden ayrılınca ne yaptıklarını bilmem ancak sen bilirsin" diyen isa as ın bu içlerinden ayrılması onun göğe çekilmesi olarak anlamlandırılmış olup tamamen rivayetleri kur'ana uydurma amaçlı bir anlamlandırmadır.    

Bir insanın "vefat" ettirilmesi onun ömrünün tamamlanması demek olduğuna göre onun tekrar yeryüzüne gelerek hayat sürmesi onun ömrünün tamamlanması anlamındaki "vefat" kelimesine ters bir durumdur.Rivayetlere uygun  kur'an meydana getirme çabasının bir ürünü olan "vefat" kelimesinin takla attırılarak uyku veya göğe çekilme anlamı verilerek isa as ın kıyamete yakın gelmesi konusu başlı başına garabet bir konu olup kaynağını kur'andan alan bir anlayış değildir.  

İsa as ın vefat ettirilerek uykuda bekletilmesi kıyamete yakın yeniden gelerek hayatını tamamlaması ve ölmesi şeklinde bir anlayış zümer s. 42. ayetinde uykudaki ölümün "yeteveffe" kelimesi ile ifade edilmesinden hareketle isa ın şu andaki halinin uykudaki ölüme benzetilerek rivayetlerin desteklediği bir anlayışa kur'andan getirilmeye çalışılan zorlama delillerden bir tanesidir. Ayet genel olarak kulların hayatlarının nasıl sonlandırılacağı konusu ile ilgili olarak bilgi vermekte iken isa as için özel bir anlayış geliştirilerek onun uyuduğu ve kıyamete yakın bir sürede yeniden dünyaya geleceği inancı bu ayetten delil getirilmeye çalışılmıştır.   

Peki isa as kıyamete yakın bir zamanda gelecekse onun kıyametten önce öleceğine dair bir bilgi varmıdır? , eğer kıyamet gününü görerek bütün insanlarla birliktemi ölecekse maide s 117. ayette dediği "beni vefat ettirince sen gözetleyici oldun" sözü nasıl gerçekleşecek çünkü kıyamet ile birlikte isa as da dahil bütün insanlar yok olacağı için Allah cc nin insanları gözleyicilik durumu diye bir şey sözkonusu olmadan herkes hesap yerine gidecektir.

19.33- Ves selâmu aleyye yevme vulidtu ve yevme emûtu ve yevme ub’asu hayyâ(hayyen)
Selam bana; hem doğduğum gün, hem öleceğim gün, hem de diri olarak kaldırılacağım güne!»

Meryem s. 33. ayetinde, isa as "öleceğim gün" diyerek kendi ölümünden bahsetmekte ancak bu ayetteki onun ölüm anı "yeniden dünyaya döndükten sonra olacaktır " şeklinde bir iddiada bulunulmaktadır. Ayette "emutu" şeklinde "mevt" kelimesinin türevi geçmesi onun vefat etmesi anlamında değil vefat ettikten sonra dünyaya tekrar gelerek sonra mevta olması olduğu anlayışı oturtulmaya çalışılmıştır. Mevt ve vefat kelimeleri kur'anda birbirinden farklı bir şekilde kullanılmadığına, "ömrün tamama erdilerek hayatın sonra erdirilmesi" anlamında olduğuna göre isa as için kullanılan mevt ve vefa kelimeleri neden farklı olarak anlamlandırılmaktadır ? diye sorulduğunda bunun cevabı ortada olup ," rivayetlere uygun din anlayışlarının kitaba uydurulmasının acı bir örneği olduğu" şeklinde cevap verilebilir.     

  19.15-Ve selâmun aleyhi yevme vulide ve yevme yemûtu ve yevme yub’asu hayyâ(hayyen).
Doğduğu günde, öleceği günde ve dirileceği günde ona selam olsun.

Meryem s. 15. ayetinde yahya as  için "öleceği gün" denilmektedir. Şimdi soruyoruz, Bu ayet, yahya as ila isa as ın aşağı yukarı aynı zamanda yaşadığı hesab edilecek olursa ,okuduğumuz kur'an ayetleri onların vefatından 600 kusur yıl sonra indirildiği bilinen bir gerçektir ve 600 kusur yıl sonra inen kur'anda yahya as için "öleceği gün" deniliyorsa yahya as ın ölmediği konusunda neden hiçbir şekilde bilgiye rastlamıyoruz?    

Burada bunları söylerken yahya as ın öldüğünü red ediyor değiliz,  isa as ın ölmediğini iddia edenlerin bir çelişkisini ortaya koyma amaçlı olarak yazıyoruz.  Yahya as için"öleceği gün" şeklinde bir kelime kullanılmasına rağmen onun ölmediği konusunda bir itirazları olmayan düşünce sahipleri isa as için kullanılan "öleceğim gün" kelimesinden onun daha ölmediğini vefat kelimesini yerinden oynatarak (israiloğullarının kelimeleri yerinden oynatma misali) onu uyku yapmışlar meryem s. 33 . ayetinde "demek daha ölmemiş" denilebilmektedir.  Dürüst olmak adına isa as ın ölmediğine inananlara şu çağrıyı yapmak istiyoruz, YA İSA AS IN DA ÖLDÜĞÜNÜ KABUL EDİN VEYA YAHYA AS  IN DA ÖLMEDİĞİNİ KABUL EDİNKİ ÇELİŞKİLERİNİZ BELKİ BİRAZ AZALIR.  

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

13 Haziran 2013 Perşembe

KUR'AN İNKARCILARININ ZİHNİYET ATALARI

Yazımıza bu başlığı koyma sebebimiz sayın Ebubekir sifil'in, 11 nisan 2013 tarihinde yazdığı "sünnet inkarcılarının zihniyet ataları" yazısındaki  bazı konuları "kur'ana rağmen illede rivayeti öncellemek"  mantığı ile kaleme almış olduğuna şahid olmaktayız. Sayın yazarın öncelikle sünnet-hadis ayrımını öğrenip yazısının başlığını öyle atmasını isterdik çünkü yazısı "hadis" dediğimiz sözlü rüvayetlerin inkarına binaen ele alınmış bir yazı olmasına rağmen "sünnet inkarcıları" tabirini kullanması sayın yazarın bu iki kelimenin anlam alanı konusunda eksik bilgi sahibi olduğunu göstermektedir.

Sayın yazar Ahmed b. hanbel'in müsnedinden bir rivayet alıntılayarak bu rivayet üzerinden sünnet müdafaası !! yapmaktadır.
"Abdullah b. Abbâs (r.a)’ın naklettiğine göre Hz. Ömer (r.a) bir konuşmasında “recm”den bahsetmiş ve şunları söylemiştir: “Bu konuda sakın aldanmayın! Zira recm, Allah Teala’nın haddlerinden bir haddir. Dikkat edin! Resulullah (s.a.v) da recmetti; O’ndan sonra bizler de bu cezayı uyguladık. Eğer insanların, “Ömer, Allah’ın Kitabı’na, onda olmayanı ilave etti” deme ihtimali olmasaydı, recm hükmünü mushafın (bir sayfasının) kenarına yazardım. (…) Dikkat edin! Sizden sonra birtakım insanlar gelecek; recmi, şefaati, Deccal’ı, kabir azabını ve (günahkâr) bazı (mümin) kimselerin cehennemde (bir süre azap görüp) karardıktan sonra oradan çıkacağını yalanlayacaklar.”"   

Ömer r.a söyle(til)diğine göre recm,şefaat,deccal,kabir azabı ve günahkar mü'minlerin cehennemde yandıktan sonra çıkarılacaklarını gelecekteki bazı (sünnet inkarcısı !!) insanların yalanlayacakları haber verilmiştir.    

Müslümanım diyen kime sorsak kur'anın Allah cc nin indirmiş olduğunu kabul eder ve o kitaptaki hükümler ile amel etmenin başta muhammed as olmak üzere bütün müslümanların üzerine farz olduğunu asla inkar etmezler, sayın hocaya sorsak eminiz oda kabul edecektir.  

Sayın yazarın bayraktarlığını yaptığı ehli sünnet itikadına göre recm cezası zina yapan evli kadın veya erkeğe uygulanması gereken bir cezadır. Bu cezanın dayanağı ise Allah cc tarafından indirilmiş! olmasınarağmen keçinin yediği recm cezasının yazılı olduğu bir ayettir. Recm cezasını muhammed as ın uyguladığına dair rivayetler mevcut olup ömer r.a nın söyle(til)diği bir rivayette "Eğer insanların, “Ömer, Allah’ın Kitabı’na, onda olmayanı ilave etti” deme ihtimali olmasaydı, recm hükmünü mushafın (bir sayfasının) kenarına yazardım." şeklinde bir sözde mevcuttur.  

"Ehli sünnet itikadı" adı altında kur'anın korunmuşluğuna gölge düşüren rivayetler hepimizin malumu olup özellikle "hükmü ve metni mensuh ayetler" kategorisi altında kur'ana alınmayan bir çok ayetten bahsedilmesi din düşmanlarının alay konusu dahi olmuş olup bazı kesimlerin rivayetleri kurtarma adına kur'ana eksiklik izafe etmeleri kabul edilecek bir durum değildir. 
"Recm" konusuda " metni mensuh hükmü baki" ayetler kategorisine alınarak "keçi yemiş olsada ayetin hükmü bakidir" denilerek recm cezası etrafında nasıl KURAN İNKARCILIĞI  yapıldığını ortaya koymak istiyoruz.  

Zina cezası ile ilgili ayetler bilindiği üzere nur s. ilk ayetlerinde mevcut olup bu konu ile ilgili olarak daha önce " recm kavramı ve zina fiilinin kur'ab ve tevrattaki cezası" başlığı ile bu konu hakkında müstakil bir yazımız mevcut olmasına rağmen özet olarak zina cezası ile ilgili kur'anın evli bekar ayrımı yapmadığını görelim.      

Nur s. 1. ayetinde hükümleri farz kılınan bir sure olduğu bildirildikten sonra, 2. ayetinde zina eden kadın ve erkeğin her birine 100 celde vurulması emredilmekte ve bu cezaya mü'minlerden bir tayfanın o AZABA ( 100 celde vurulmasına) şahid olması istenmektedir. Azab kelimesi anahtar bir kelime olup ilerleyen ayetlerde evli bir erkeğin karısına zina ettiği suçlaması ancak bu olaya 4 şahid getirememesi durumunda uygulanacak prosedür anlatılmaktadır. Kadın içinde aynı prosedürün uygulanması emredilmekte ve kadın zina yapmadığına dair yemin ettiği takdirde AZABIN ondan kalkacağı emredilir (nur s. 8). Şimdi soruyoruz, yeminleşen insanlar evlidir 8. ayette kadının üzerinden kalkan AZAB ikinci ayetteki AZAB değilmidir? ve yine soruyoruz, 2. ayetteki AZAB 100 celde olduğuna göre 8. ayetteki EVLİ KADININ ÜSTÜNDEN KALKAN AZAB 100 celde değilmidir?  Yine soruyoruz, nisa s. 25. ayetinde evli cariyenin zina ettiği takdirdeki cezası hür kadının yarısı olduğuna göre recm cezasının yarısı nasıl tatbik edilecektir?.     

-----69.044-7Eğer o  bizim adımıza birtakım sözler uydursaydı, onu elimizle yakalar, sonra da onun şah damarını keserdik. O zaman sizden hiç biriniz de buna engel olamazdınız.

Recm cezasını savunmak demek kur'anı inkar etmekten başka bir şey olmadığı açık iken hala sünneti müdafaa! adına muhammed as aatfen uydurulan rivayetlerin hesabını vermek kolay olmayacaktır. Görevi kendisine vahyolunanı tebliğ olan bir elçinin kur'anın açık bir hükmünü terkedip başka hükümler vermesi mümkünmüdür? . Recm cezasını kabul etmek demek hem kur'anı inkar anlamına hemde muhammed as a iftira atmak demek olduğunu bilmeleri için hesap gününümü bekliyorlar?  

-----004.082 Kuran'ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı.
-----018.001-4 Hamd olsun Allah'a ki, O, (insanları) kendi tarafından çetin bir azap ile ikaz etmek, iyi iş ve davranışlarda bulunan müminlere, kendileri için, içinde ebedî kalacakları (cennette) güzel bir ecir bulunduğunu müjdelemek ve «Allah evlât edindi» diyenleri de uyarmak için kuluna (Muhammed'e), kendisinde hiçbir (tezat ve) eğrilik bulunmayan dosdoğru Kitab'ı indirdi.

Hem Allah cc nin indirdiği kitapta çelişki yoktur ayetlerine iman edeceğiz hemde nur s. ayetlerinde evli bekar ayrımı yapmadan zina cezasının aynı olduğunu göreceğiz, hemde "evliyi recm edin" şeklinde çelişkili  olarak inen bir ayeti keçiye yedirip hem kur'anın korunmuşluğuna gölge düşüreceğiz sonra "bu kitap korunmuştur ve çelişkisizdir" diyeceğiz, Buna çocuklar bile güler sayın ebubekir sifil.     

Recm cezasının kur'ana uymadığı iddiaları dün üretilen iddialar olmayıp ibni kuteybe'nin "hadis müdafaası" adlı yüzlerce yıl önce yazdığı eserinde bu konu ile ilgili ayetleri nasıl rivayetlere uydurma gayreti içinde olduğu görüldüğü zaman ortaya çıkacaktır.

"Rivayetlerin kur'ana arz edilmesi gerekir" sözünü duydukları zaman elektrik çarpmış gibi olmalarının sebebi bu yüzden olsa gerektir'ki uydurdukları dinlerini başlarına yıkılacaktır. Eğer sizin alnınız ak başınız dikse din adına her ne iddianız varsa o dinin kaynağı olan kur'ana arzedilmesinden neden korkarsınız?

Ömer r.a söyle(til)diği rivayetler içinde isa as ın nüzulü ile ilgili bir haber verilmemesi bizi derinden üzmüş haberi uyduran zatın neden bunu atladığı merekımızı celbetmiştir, çünkü nerede kur'an dışı bilgi varsa ömer r.a gelecekte onların red edileceğini haber vermiş ama isa as ın nüzulunu red edeceklerini haber vermeyi unutmuş olduğunu tahmin ediyoruz.   

Sayın sifil yazısına şöyle devam etmektedir.

"Bu, son derece ilgi çekici bir rivayettir. Hz. Ömer (r.a)’ın, burada söylediklerini “kendi tahmini” olarak söylediğini düşünmek mümkün değildir. Burada ileride cereyan edecek bir durumdan haber verilmektedir ve Efendimiz (s.a.v)’den işitilmiş bir bilgiye dayandığında şüphe yoktur.

Yazıda katıldığımız cümle "kendi tahmini” olarak söylediğini düşünmek mümkün değildir." Kesinlikle evet ömer r. a bunları kendi tahmini olarak söylemesi mümkün olmayıp onun adına iftira uyduranlar tarafından söylenmiş olması daha mümkündür. Kendisi etiketli bir ilahiyatçı olmasına rağmen dini konularda dayandığı delili yukardaki cümlelerinden anlamak mümkün olan sayın KURAN İNKARCISI ZİHNİYETLİ yazarın atalarının kim olduğu bellidir.    

Bu kur'an inkarcısı insanların günümüzdeki uzantılarından olan sayın yazarın ömer r.a adına uydurulan rivayetlere sahiplenmesi atalar dini savunucularının tipik bir örneği olup "biz babamızdan böyle gördük" zihniyetinin devamıdır.    

Yanlış olan şey ,kabir azabı, deccal,şefaat gibi konuların kabul edilmesi olmasına rağmen yavuz hırsız edaları ile bunları red edenlerin "sünnet inkarcılığı" ile suçlanıp hakaretlere maruz kalmasıdır. Esas suçlanması gerekenler ise kur'ana rağmen bu tür rivayetlere sarılıp kuranı inkar edenler olmalıdır. 

"Usta bir propaganda dili kullanılarak insanımıza, asırlardır din adına yanlış bilgilendirildikleri telkin ediliyor ve bu telkini yapanlar, bu “tarihî arıza”yı (!) “Kur’an adına” düzeltmek için canla başla çalışıyor!!""  diyen sayın yazar kendisinin acemi bir dil kullanarak asırlardır din adına uydurulan yanlış bilgileri kur'ana rağmen inkar ettiğinin acaba farkındamıdır.     

Şimdi burada akıla bir soru geliyor, "bu kur'an inkarcılarının zihniyet ataları kim ? "diye . Bu sorunun cevabınıda kur'anın israiloğulları ile ilgili ayetlerinde bulmaktayız. İsrailoğulları ile ilgili ayetlere baktığımız zaman onların kitablarına karşı yaptıkları tahrif çalışmaları, dillerini eğip bükmeleri, kitaptan olmadığı halde kitaptan demeleri,harfleri yerinden oynatmaları gibi yaptıkları bu zihniyetin atalarının kim olduğu konusunda bizlere gerekli bilgiyi vermektedir.

UYDURULMUŞ VE İFTİRA RİVAYETLERE KARŞI ASIRLARDIR KUR'AN ADINA KARŞI ÇIKAN ZİHNİYETİN ATALARI İLE, UYDURULMUŞ RİVAYETLERİ DİN DİYE İNSANLARA ANLATAN ZİHNİYETİN ATALARI ELBETTE BİR DEĞİLDİR.


Abdullah b. Abbâs (r.a)'ın naklettiğine göre Hz. Ömer (r.a) bir konuşmasında "recm"den bahsetmiş ve şunları söylemiştir: "Bu konuda sakın aldanmayın! Zira recm, Allah Teala'nın haddlerdinden bir haddir. Dikkat edin! Resulullah (s.a.v) da recmetti; O'ndan sonra bizler de bu cezayı uyguladık. Eğer insanların, "Ömer, Allah'ın Kitabı'na, onda olmayanı ilave etti" deme ihtimali olmasaydı, recm hükmünü mushafın (bir sayfasının) kenarına yazardım. (…) Dikkat edin! Sizden sonra birtakım insanlar gelecek; recmi, şefaati, Deccal'ı, kabir azabını ve (günahkâr) bazı (mümin) kimselerin cehennemde (bir süre azap görüp) karardıktan sonra oradan çıkacağını yalanlayacaklar."[1] - See more at: http://www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=gazete&no=1322#sthash.SxPSMSl2.dpuf
Abdullah b. Abbâs (r.a)'ın naklettiğine göre Hz. Ömer (r.a) bir konuşmasında "recm"den bahsetmiş ve şunları söylemiştir: "Bu konuda sakın aldanmayın! Zira recm, Allah Teala'nın haddlerdinden bir haddir. Dikkat edin! Resulullah (s.a.v) da recmetti; O'ndan sonra bizler de bu cezayı uyguladık. Eğer insanların, "Ömer, Allah'ın Kitabı'na, onda olmayanı ilave etti" deme ihtimali olmasaydı, recm hükmünü mushafın (bir sayfasının) kenarına yazardım. (…) Dikkat edin! Sizden sonra birtakım insanlar gelecek; recmi, şefaati, Deccal'ı, kabir azabını ve (günahkâr) bazı (mümin) kimselerin cehennemde (bir süre azap görüp) karardıktan sonra oradan çıkacağını yalanlayacaklar."[1] - See more at: http://www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=gazete&no=1322#sthash.SxPSMSl2.dpuf
Abdullah b. Abbâs (r.a)'ın naklettiğine göre Hz. Ömer (r.a) bir konuşmasında "recm"den bahsetmiş ve şunları söylemiştir: "Bu konuda sakın aldanmayın! Zira recm, Allah Teala'nın haddlerdinden bir haddir. Dikkat edin! Resulullah (s.a.v) da recmetti; O'ndan sonra bizler de bu cezayı uyguladık. Eğer insanların, "Ömer, Allah'ın Kitabı'na, onda olmayanı ilave etti" deme ihtimali olmasaydı, recm hükmünü mushafın (bir sayfasının) kenarına yazardım. (…) Dikkat edin! Sizden sonra birtakım insanlar gelecek; recmi, şefaati, Deccal'ı, kabir azabını ve (günahkâr) bazı (mümin) kimselerin cehennemde (bir süre azap görüp) karardıktan sonra oradan çıkacağını yalanlayacaklar."[1] - See more at: http://www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=gazete&no=1322#sthash.SxPSMSl2.dpuf

12 Haziran 2013 Çarşamba

Ayın Yarılması Konusu ve Helakın Sünneti

Kamer s. 1. ayetinde "Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı." buyurulması etrafında şekillenen rivayetlere bakacak olursak muhammed as dan ayı yarmasını isteyen müşriklerin isteği üzerine bu olayın gerçekleştiği şeklindeki rivayetler herkesin malumu olup bu rivayetleri buraya alıp "bilgi kirliliği " tabir ettiğimiz bu rivayetlerle okuyucuyu meşgul etmek istemiyoruz.  "Ayın yarılması" ayeti  eğer gerçek olsaydı ve müşriklerin bunu inkar etmeleri sonucu önceki kavimlere uygulanan helak sünnetinin mekke içinde gerçekleşmesi gerekli olduğu konusunun diğer ayetler ile ortaya koymak gerekmektedirki ayet ile rivayet çelişitği zaman ayetin kabul edilme gerçeği bilinsin.   

 -----006.037 Ve dediler ki: Ona Rabbından bir ayet indirilmeli değil miydi? De ki: Şüphesiz Allah, ayet indirmeye kadirdir. Ne var ki, onların çoğu bilmezler.
-----006.109 Ve Allah Teâlâ'ya olanca yeminleriyle kasem ettiler ki, eğer onlara bir âyet gelirse elbette O'na imân edecekler. De ki: «Âyetler ancak Allah'ın indindedir.» Size ne bildirecektir ki, o âyet geldiği vakit de yine imân etmeyeceklerdir.
-----010.020 Bir de «Ona Rabbinden daha başka bir âyet indirilse ya!» diyorlar. De ki: «Gaybı bilmek ancak Allah'a mahsustur, bekleyiniz bakalım, ben de sizinle beraber bekleyeceğim şüphesiz.»
-----013.007 Küfredenler, derler ki: Ona Rabbından bir ayet indirilmeli değil miydi? Sen; ancak bir uyarıcısın ve her kavmin bir yol göstericisi vardır.
-----029.050-51 Ve dediler ki: «Onun üzerine Rabbinden âyetler indirilmiş olmalı değil mi idi?» De ki: «O âyetler ancak Allah'ın indindedir ve ben ancak bir apaçık nezirim.»Kendilerine okunan bir Kitap'ı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan topluluk için rahmet ve ibret vardır.

Vermiş olduğumuz ayet mealleri örnekleri, kendilerine gelen beşer bir elçiyi kabullenmek istemeyen müşriklerin  gönderilen ayetleri azımsayarak ilave ayetler istemesi anlatılarak, istedikleri ayetleri Allah cc nin göndermeye kadir olduğunu ancak kendilerine okunan kitap ile yetinilmesi gerektiği ifade edilmektedir. Gelgelelim bu ayetleri müslümanlar sanki hiç inmemişcesine üzerlerini örterek muhammed as a atfen bir çok görsel ayet (mucize) isnad etmişlerdir.  

Kur'an, diğer elçilere verildiği bildirilen bu tür ayetlerin yalanlanması neticesinde o kavmin helak edildiğini bildirerek mekkeli muhataplarına böyle bir şet istememelerini bildirerek inanmamalarının neticesinde onlara helakın hak olacağını beyan eder.     

 017.059] [E0] O istenilen âyetler (mu'cizeler) le risalet vermekten bizi men'eden de yoktur, ancak onları evvelki ümmetler tekzib ettiler, Semude gözleri göre göre o nakayı(dişi deve) verdik de onunla kendilerine zulmettiler, halbuki biz o âyetleri ancak korkutmak için göndeririz.

İsra s. 59. ayetinde , Allah cc nin Muhammed as a kuran harici ayetler vermeme sebebi olarak , ondan önceki kavimlerin bu ayetleri red ederek helaka uğradıkları, eğer mekkelilere istedikleri verildiği takdirde onu inkar edecekleri bilindiği için istediklerinin verilmediği ve kur'an ile yetinilmesi (ankebut 50-51) gerektiği anlatılmaktadır.    

Kur'anda sadece isra s. 59. ayeti olsa dahi Muhammed as a mucize diye tabir edilen görsel ayetlerin neden verilmediği bu ayette açık ve net bir şekilde anlatılmış olmasına rağmen muhammed as adına onlarca mucize isnad edilerek onun adına iftiralar edilme yoluna gidilmesi hıristiyanvari elçi anlayışının müslümanların elinde nereleri gittiğinin açık bir göstergesidir.    

Ayın yarılması konusu mucizeler içinde ayrı bir yer bulmuş ve kur'ani bir dayanağa oturtulmaya çalışılmıştır. Ancak kamer suresinden sonra indirilen isra suresi 59. ayetinde kesinlikle böyle bir görsel ayetin indirilmediği beyan edilmesine rağmen kamer suresinde ,  Allah cc nin" indirmem"dediği görsel ayet isra sureinden önce inen kamer suresinde yerini buluyor? . Bu tür çelişkili anlayışlar miraç iddialarındada yerini bulmuş olup isra s. 1 . ayetinde anlatılan isra hadisesine ek olarak birde miraç hadisesi uyduranlar isra suresinden önce indirilen necm suresinden miracı çıkarmaya çalışmışlardır. Aynı çelişki ayın yarılma iddialarındada söz konusudur, Allah cc kamer suresinde "ay yarıldı" diyerek bir mucizeye !! işaret edecek kamer suresinden sonra indirdiği isra suresinde "indirmem" diyecek bu şekildeki bir anlayış  kur'ana iftiradan başka bir şey değildir.   

Şimdi haklı olarak, "isra 1. ayetinde isra hadisesi olağanüstü bir olay değilmi?" diye sorulabilir, bizde cevap olarak isra hadisesi Muhammed as dışında kimsenin görmüş olduğu bir olay olmayıp bu olayın inkarı neticesinde helak edilmek Sünnetullah gereği değildir deriz.   

"Ayın yarılması" olayı gerçek olarak vaki olmuş olsa kamer suresinin "Onlar, bir ayet görürlerse yüz çevirirler ve; süregelen bir büyüdür, derler.Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Halbuki her işin ulaşacağı yeri vardır.And olsun ki, onları bu hallerinden vazgeçirecek nice haberler gelmiştir. Bunlar üstün bir hikmettir fakat uyarılar fayda vermiyor.Öyleyse onlardan yüz çevir; çağıran, görülmemiş ve tanınmamış bir şeye çağırdığı gün;" mealindeki 2-6 ayetleri mekkelilerin helakını gerektirecek bir durumun olmadığı hem ayetlerde hemde yaşanmışlık olarak görülmüştür.   

İsra s. 59. ayetinde salih as ın kavmi Semuda dişi devenin gönderildiği fakat bu ayeti keserek helakı hak ettikleri bildirilmekte , sünnetullah gereği aynı şekilde ayet olduğu iddia edilen ayın yarılmasının gerçek olduğu iddia edildiği takdirde sünnetullahın tecellisi Mekke içinde geçerli olacağı beyan edilmektedir. Mekkenin helakı gerçekleşemediğine göre ayın yarılması iddiasının gerçek olması imkansız olup bu şekilde bir iddia elçinin değerini yükseltmek adına Allah cc nin değerini düşürme çabasıdır.  

Peki kamer suresi ilk ayetini nasıl anlamak gerekir denilecektir. İlk dönem tefsirlerinde dahi "ayın yarılma" iddiaları ihtilaflı bir konu olması bu iddianın dayanağının çürüklüğü konusunda bilgi verebilir. "Şakkul kamer" arapların günlük dilde kullandığı , "herşey ayan beyan ortaya çıktı" anlamında kullandıkları bir deyim olduğunu ragıp el isfahani "el müfredat" adlı eserinde belirtmektedir.   

Allah cc diğer kavimlerin aksine olarak mekke toplumunu helak etmeme sebeblerinden biriside diğer elçilere vermiş olduğu görsel ayetlerin muhammed as a verilmemesidir, eğer rivayet kitaplarında anlatıldığı gibi onlarca mucizeyi gösteren muhammed as a inanmayan müşriklerin bir kere değil defalarca helakı söz konusu olması gerekirdi. Kamer s. 1-6 ayetleri doğru okunduğu takdirde böyle bir mucizenin sözkonusu olmadığı görülür. Salih as ın kvmine gönderilen dişi deve o kavme bir ayet olarak gönderilmiş ve o deveyi kesip ayeti inkar etmeleri neticesinde kavmin helakı hak olmuştur. Ayın yarılması eğer bir ayet olmuş olsayıd bunun inkarı neticesindede mekke toplumunun helak edilmesi bir sünnetullah gereğidir. Bu konu ile ilgili olarak "kavimlerin helakı ve helakın sünneti" başlıklı yazımıza bakılabilir.

Sonuç olarak, Muhammed as ın ayı yardığına dair getirilen rivayetlere dayanak yapılmaya çalışılan Kamer s 1. ayeti ayın gerçek olarak yarılmış olduğunu bildiren bir ayet olmayıp, arap dilinde "her şeyin ayan beyan ortaya çıkması" ile ilgili olarak kullanılan bir deyimdir. İsra s. 59. ayetinde muhammed as ın diğer elçilere verilen görsel ayetlerle(mucize) gönderilmeme sebebi ,o ayetin inkarı neticesinde sünnetullah gereği mekkenin helakı ile sonuçlanması demek olduğu için Kur'andan başka hiçbir şekilde mucize denilebilecek şeylerin ona verilmediğini beyan eder. Kur'anın beyanı aksine ayın yarıldığını iddia etmek Muhammed asın diğer elçileriden aşağı bırakmamak adına yapılan bir yanlış olması yanında daha büyük bir cürüm olarak Allah cc nin sünnetini hiçe saymak anlamına gelir.   

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.


 

7 Haziran 2013 Cuma

Mü'minleri Bırakıp Kafirlerin Yanında İzzet Arayanlar

Son günlerde Türkiyede yaşanan olayların Müslümanlar tarafından okunacak yönleri olması ve bazı ayrışımların gün yüzüne çıkması açısından önemli bir fitne (deneme) konusu olduğu görülmüştür. Bilindiği üzere taksim gezi parkında bazı düzenlemelere karşı çıkmak şeklinde başlayan olaylar tahmin edilmedik bir biçimde büyümüş Türkiye nin birçok şehrinde gösterilere neden olmuştur. İstanbulda başlayan bir olayın müsebbibinin İstanbul da olmasına bakılmadan bir çok şehirdeki gösterilerde mevcut iktidar protesto edilmiştir. Yazımızın amacı olayları analiz değil bu olaylar vesilesi ile kendilerini "Anti kapitalist Müslümanlar" olarak adlandıran bazı kişilerin bu olayların içine dahil olarak gösterilere katılması ve onları desteklemesidir.   

Allah cc nin kendisine vermiş olduğu ismi yetersiz görerek ismini "şucu bucu müslüman" olarak lanse edenlerin bu isimleri bile en başta kur'anın hoş görmediği bir durumdur.   

 -----22.078 Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size «müslümanlar» adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır! 
-----41.033 (İnsanları) Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve «Ben müslümanlardanım» diyenden kimin sözü daha güzeldir?

Allah cc nin vermiş olduğu "Müslim" ismini yeterli görmeyerek önüne "anti kapitalist" eki koymak, "Ben Müslümanlardanım" demenin her türlü zulme karşı ayağa kalkmak olduğunu unutup bazılarının yanındaki ezikliklerini giderme amaçlı koyulmuş olan ilaveden başka bir şey değildir. Müslüman olmamız demek sadece belli bir zümrenin zulmüne karşı çıkmak değil her türlü zulme karşı çıkmak olduğunu unutan"ilave isimli müslümanlar" karşı taraftaki zulmu bırakın protesto etmeyi onlara destek olarak protestocuları  sahabelerle özdeşleştirme terbiyesizliğine kadar işi götürmeye cür'et edebilmişlerdir.

Olayların başlangıcının gezi parkındaki ağaçlar olarak başlaması devamının bu olayın sadece ağaç katliamını önlemek amaçlı olmadığı ,onun sadece bahane olduğu bazı önde gelen sanatçıların! mesajlarından anlaşılmış olup asıl amacın mevcut iktidarın "özel yaşama  müdahelesi" olarak tabir edilen bazı yasaklamalarına karşı çıkmak olduğu özellikle alkol yasağına karşı olan tepkilerinden anlaşılmıştır.   

Ellerinde alkollü içecek şişeleri ile "şerefine Tayyip" diye bağıranların mevcut iktidarın uygulamalarına hangi argümanlarla karşı çıktıkları belli olmuştur. Olayların asıl amacının iktidarın muhafazakar kesimim memnun eden uygulamaları olup bu uygulamalara karşı olanları çok rahatsız etmiş görünmektedir. Kısacası olayların temelinde iktidarın insanları "müslümanlaştırma" korkusu yatmakta olup karşı çıkanlar , "acaba bizde Müslüman mı olacağız" korkusu içinde bir ayaklanma girişiminde bulunmuşlardır.   

Yazıdaki amacımız iktidar uygulamalarının tahlili değil bu ayaklanmada ilave isimli Müslümanların duruşları olup izzeti nerede ,nasıl , kimin yanında aradıklarıdır.  

 -----4.139 Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah'a aittir.
-----35.010 Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır. O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a amel-i sâlih ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulur.

Al-i imran s 139. ayetinde " Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer hakikaten inanıyorsanız, muhakkak üstün olan sizsinizdir." buyuran rabbimiz bizlere, kimseye karşı bir ezikliğimiz olamayacağı üstün olmak ölçüsünün inanmak olduğu ve inananların birbirleriyle kardeş olduğu (hucurat s. 10) izzet ve şeref aramak adına kafirler ile birlikte olmamamız gerektiği yolundaki ayetlerle yol haritamızı belirlemiştir.  

Bu yol haritasında, asıl amaçları dinin öngördüğü yasakları hazmedememek olan bazı gurupların yanında yer alarak onların kuyruğu altında izzet aramak bir Müslümana yakışmaz. Hele hele dini argümanları kullanarak o insanları sahabeye benzeterek övmek kişinin kalbindeki marazı ortaya çıkaran bir durum olması itibarı ile dikkat çekici bir durumdur.   

Medinede inen ayetlere baktığımız zaman bu ayetlerde savaş ile ilgili durumların anlatıldığı ayetlerin fazlalığı dikkat çekici olup bu ayetlerin içinde en fazla yer tutan konu islam toplumu içinde "inandım" deyip fitne yani deneme zamanlarında yaz çizip gerçek yüzlerini ortaya koyanların nifakları dır.   

Yaşanan son olaylar bizlere de bazılarının kalplerindeki nifakın gün yüzüne çıkarmalarına vesile olması yönünden okunabilecek mesajlar vermesi açısından önemlidir. İsminin önüne ilave koyarak ayrımcı mezhepçi bir yaklaşım sergilemesi öteden beri rahatsızlık konusu olan bu insanların başı durumundaki İhsan Eliaçık ın daha önceki söylemlerinde öne çıkan kur'an hakkındaki sapkın düşüncelerinin kendisinin kayma eğiliminin bir göstergesi olduğu bilinen bir durum idi.    

İzzeti aradıkları adamların dün Müslümanlara yapılan zulümlerde onların yanında yer almayarak kafirce dik bir duruş sergilemelerine aldırmadan kafirlerin rahatsız oldukları bazı islami yasaklara karşı onların yanında yer almaları onların isimlerinin ancak " ANTİ KAPİTALİST MÜNAFIKLAR" dan başka bir isim olamayacağını göstermiştir.   

Kalem suresinde elçisine müşriklere hiçbir zaman "müdahene" (dalkavukluk) etmemesini emreden rabbimizin bu emri arkaya atılarak kafirlerin kuyruğu altında islami argümanları kullanarak yer almaları kafirleri memnun edeceğine inanmaları safdillikten başka bir şey olamaz.    

Allah cc nin indirdikleri ile hükmetmeyenlerin zalim,kafir ve fasıklar olduğu hiç bir zaman akıldan çıkarılmaması gerekirken, mevcut iktidarın muhafazakar uygulamaları bir kesim müslümanı atalete uğratmış ve tağuti rejimden rahatsızlık duymadan rahat bir hayat sürmelerine vesile olmuştur.    

Bugün müslümanların bu rejime karşı bir ayaklanmaya girişmeleri halinde "ANTİ KAPİTALİST MÜNAFIKLARIN" nerede yer alacakları merak  konusudur. Çünkü bugün kuyruklarının altında izzet aradıkları o kafirlerin müslümanların yanında olmayacakları açıktır.

"Ben müslümanlardanım" demenin zulmun her türlüsüne karşı çıkmak demek olduğunu unutup bir kesimin zulmune karşı çıkan diğer zalimin yanında yer almak münafıkça bir tavır olup "düşmanımın düşmanı benim dostumdur" sloganı ile yola çıkan ikiyüzlülerin yapacakları iştir.   

"Müslüman olmak" demenin, argümanlarını sadece kur'andan alıp zulme nasıl ve kime karşı mücadele etmeyi bilmek olduğunu unutmadan bugün kalbindeki nifakı ortaya çıkaran insanların kafirlerin yanında izzet aramaları artık safların belirli bir hale geldiği müslüman toplum içindeki münafıkların saflarını kafirlerin yanında almak suretiyle belli ettiği görülmelidir. Tavsiyemiz müslüman isminin başına ilave isimler alarak ve o ismin yerine "münafık"" ismin koyarak müslümanlar içinde fitne konusu olan ihsan eliaçığın nifakının samimi insanlar tarafından görülmesidir. Dün eleştirmiş olduğu , "nurcu müslüman ", "tasavvufçu müslüman" vs gibi ilaveli isimlere karşı kendisinede "anti kapitalist müslüman" adı vererek fırkalaşmaya giden insanların samimi olduklarını söyleyebilmek çok zor olup, son söylemleri ile müslümanların yanında bile olmaya dayanamadığı belli olan ihsan eliaçığın başını çektiği fırkanın ismi ancak " ANTİ KAPİTALİST MÜNAFIKLAR" olmaya yakışır.  

6 Haziran 2013 Perşembe

Yusuf s. 52. Ayetinde Konuşan Yusuf as mı Melik'in Karısı mı ?

Yusuf as ın kıssasının anlatıldığı yusuf suresi 52. ayeti ile ilgili olarak, ayetteki konuşan kişinin Yusuf as veya Melik'in karısı olduğu yönünde tefsirlerde tartışılmış olduklarını görmekteyiz. Konuşan kişinin kim olduğu ilgili ayetleri tefsir usulunda kullanılan bir yol olan "takdim-tehir" metodu ile okunduğu zaman daha kolay ortaya çıkmaktadır.   

Yusuf as hapiste iken meliğin rüyasını yorumlar ve bu yorum üzerine melik yusuf as ın yanına getirilmesini emreder, fakat yusuf as bu çağrıyı red ederek meliğin kadınların ellerini kesme sebebini sormasını kendisine gelen elçiden ister. 
-----12.050]  Melik: «Onu bana getirin» dedi. Yusuf'a elçi gelince, «Efendine dön, kadınlar niçin ellerini kesmişlerdi bir sor; doğrusu Rabbim onların hilesini bilir» dedi.

Yusuf as bu isteğinin sebebi ise 52.53. ayetlerde şu şekilde beyan edilmektedir.
-----12.052 Bu işte şunun için ki bilsin hakıkaten ben, ona gaybında hıyanet etmedim ve hakıkaten Allah hâinlerin hiylesini muvaffakıyyete erdirmez.
-----012.053 Nefsimi temize de çıkarmıyorum, çünkü nefis kötülüğü emreder; meğer Rabbim rahmetiyle bağışlaya, çünkü Rabbim çok bağışlayan, çok merhamet edendir.»

Yusuf as ın isteğinin meliğe bildirilmesi üzerine 51. ayette melik kadınları toplar ve sorar.  
-----12.051 (Melik  kadınlara) dedi ki: Yusuf'un nefsinden murat almak istediğiniz zaman durumunuz neydi? Kadınlar, Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik, dediler. Azizin karısı da dedi ki: «Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murat almak istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerdendir.»

54. ayette yusuf as ın suçsuzluğu belli olduktan sonra melik yusuf as ın tekrar getirilmesini emreder ve suçsuz olduğu kendisine bildirilen yusuf as bu çağrıyı kabul ederek meliğin huzuruna gelir.  
-----12.054Melik de dedi: getirin bana onu kendime tahsıs edeyim! bunun üzerine vaktâ ki onunla konuştu, dedi: sen bu gün, nezdimizde cidden bir mevkı' sahibisin, eminsin.

Sonuç olarak, tefsirlerde tartışma konusu yapılan yusuf s. 52. ayetindeki konuşanın kim olduğu meselesi ilgili ayetlerin takdim-tehir metodu ile , 50-52-53-51-54  sıralaması okunması sonucu daha kolay anlaşılarak 52. ayette konuşan kişinin yusuf as  olduğu ortaya çıkmaktadır. Yapılan meallerin bir çoğunda konuşan kişinin yusuf as olduğu yönündeki tesbitlerin doğru yapılmış olmasına rağmen son zamanlarda farklı olmak adına yapılan bazı ayet meallendirmelerinde bazı şazz görüşlere rağbet edildiğini, bu şazz görüşlerinde ayetin siyak sibakı veya kur'an bütünlüğü ile uyum sağlayıp sağlamadığı göz önüne alınmadan yapıldığına şahid olduğumuz için yusuf s 52. ayeti ile ilgili olarak yapılabilecek bu tür şazz meallendirmenin doğru olmadığını düşünmekteyiz.    

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.