30 Mart 2015 Pazartesi

Yakub (a.s) Kıssası ve Evlat İle İmtihanı

Yakub (a.s) Allah (c.c) nin göndermiş olduğu Elçilerdendir , fakat onun diğer Elçiler gibi Kur'anda kıssa yollu bir anlatım dahilinde bir kıssasını görmemekteyiz. Yusuf suresi içindeki Ayetlerden onunda kıssasını okumak mümkündür. Yusuf suresi içinde onun öne çıkan özelliği , tıpkı dedesi İbrahim (a.s) gibi onunda evlat ile imtihan edilmiş olmasıdır. "Kıssa içinde kıssa" olarak niteleyebileceğimiz bir anlatım dahilinde Yakub (a.s) ın kıssasını , oğlu Yusuf (a.s) kıssasının içinde okumak mümkündür.

Kıssa yollu anlatımlardan hasıl olması gereken , kıssanın bize dönük mesaj çıkarılması şeklindeki okumamızı, bu sure içindeki Yakub (a.s) ın kıssasında da yaparak , onun kıssasından bize çıkabilecek mesajlardan birisi, olan evlat ile imtihan konusundaki başarısını ,Yusuf suresindeki Ayetleri , Yakub (a.s) açısından bakarak tefekkür etmeye çalışacağız.  

Yakub (a.s) ın 12 oğlundan biri olan Yusuf bir gün babasına şunları söyler. 

 [012.004] Bir zaman Yusuf babasına, «Babacığım!» dedi. «Ben  on bir yıldızın, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm.»

Bunu duyan Yakub (a.s) oğluna şunları öğütler. 

[012.005-6] Babası şunları söyledi: «Oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır».«Rabbin seni böylece rüyandaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek; daha önce, ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Doğrusu Rabbin bilir, hakimdir.»

Yakub (a.s) ın 12 oğlundan ikisi olan Yusuf ve kardeşi, muhtemelen başka bir eşten olan çocukları olup , diğer 10 oğlu aynı eşten doğmuşlardır ,bunu aynı surenin 59. Ayetinde ki "Baba dan Kardeş" ibaresinden anlamaktayız. Yakub (a.s) ın Yusuf ve kardeşine karşı olan ilgisi diğer çocukları rahatsız etmektedir.

[012.008]  Hani demişlerdi ki: Biz, güçlü bir topluluk olduğumuz halde Yusuf ve kardeşi, babamızın yanında daha sevgilidirler. Doğrusu babamız apaçık bir sapıklık içindedir.

Yakub (a.s) ın 10 oğlu , diğer kardeşleri olan yusuf ve kardeşinin , babalarının yanında daha sevgili olmasından şikayetçi olmaktadırlar . Bu şikayetlerinin sebebi ne olabilir ? sorusunun cevabını şöyle vermek mümkündür. Yusuf ve kardeşinin, büyük ihtimal 11. ve 12. çocuk olması nedeniyle yaş bakımından daha küçük olmaları, onların diğer ağabeylerine nazaran himayeye daha fazla muhtaç olduklarını gösterir . Bu durum Yakub (a.s) ın diğer çocuklarını sevmediği anlamına asla gelmez ,Yusufun ağabeylerinin , "Daha sevgilidirler" şeklindeki sözleri bunu göstermekte olup bunun anlamı , Yakub (a.s) ın nezdinde bütün çocukların "Sevgili" olduğu fakat kıskançlık duygularının ağır basarak bu sevginin onlara yansımaması ağabeyleri tarafından istenmektedir.

Bu kıskançlık öyle bir safhaya gelmiştir ki , Yusufu öldürmeyi dahi göze almışlardır. 

[012.009] «Yusuf'u öldürün, ya da bir yere atın ki, babanızın yüzü (sevgisi) size kalsın, sonra yine salih bir kavim olursunuz.»

"Öldürdükten sonra salih bir kavim olursunuz" ifadesi , bu yapılanın yanlış olduğunun bilindiği fakat 5. Ayette gördüğümüz üzere "Şeytanın insana apaçık bir düşman olmuş olması" onun, insanlara yaptıklarını güzel göstererek nasıl bir iğva ile yaklaştığını göstermektedir. Ağabeylerden birinin bu şekil bir kurtulma ameliyesi içine sinmemiş olacakki başka bir teklifte bulunur. 

 
[012.010]  İçlerinden bir söz sahibi şöyle dedi: «Yusuf'u öldürmeyin, bir kuyunun dibine bırakın da ordan geçen kafilenin biri onu bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın.»

Yusufa karşı yapacakları kumpas konusunda aralarında anlaştıktan sonra babalarına gelerek, onu kendileri ile birlikte pikniğe göndermesini ister

[012.011-2] Bunun üzerine «Ey babamız! Yusuf'un iyiliğini istediğimiz halde, onu niçin bize emniyet etmiyorsun? Yarın onu bizimle beraber gönder de gezsin oynasın, biz onu herhalde koruruz» dediler.

Ağabeylerinin bu isteğine karşın , bulundukları bölgede vahşi hayvanların bulunduğu ve Yusufun kendisini koruyamacağı gerekçesini ileri sürerek bu isteğe sıcak bakmaz.

[012.013]  Beni, dedi: onu götürmeniz her halde mahzun eder ve korkarım ki onu kurt yer de haberiniz olmaz

Yakub (a.s) ın bu sözlerine karşılık , oğulları ısrarcı davranır.

[012.014]  «And olsun ki, biz kuvvetli bir toplulukken kurt onu yerse, biz aciz sayılırız» dediler.

Bu ısrarlara dayanamayan Yakub (a.s) Yusufu ağabeyleri ile birlikte gönderir.

[012.015] Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, biz Yusuf'a: Andolsun ki sen onların bu işlerini onlar (işin) farkına varmadan, kendilerine haber vereceksin, diye vahyettik.

Yusuf hakkındaki kararlarını uygulamaya koyduktn sonra babalarına dönmüşler ve aralarında şu konuşma geçer. 

 [012.016-7]  Yatsı vakti, ağlayarak babalarının yanına dönüp dediler ki: «Ey babamız, biz yarışmak üzere bulunduğumuz yerden ayrılırken Yusuf’u da eşyalarımızın yanında bıraktık. Bir de döndük ki onu kurt yemiş! Şimdi biz doğru da söylesek sen bize inanmayacaksın!»

Yakub (a.s) oğullarının bu sözlerine inanmaz .

 [012.018] Üzerine başka bir kan bulaşmış olarak Yusuf'un gömleğini de getirmişlerdi. Babaları: «Sizi nefsiniz bir iş yapmaya sürükledi; artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah'tan yardım istenir» dedi.

Bu Ayetle ilgili olarak , Yakub (a.s) ın Yusufun ölmediğini bildiği halde, neden bu sözlerinin yalan olduğunu ve Yusuf u ya geri getirmelerini ya da ona ne yaptıklarını doğru olarak söylemelerini neden istemediği sorusu akla gelebilir.

Surenin 6. Ayetine baktığımızda , Yakub (a.s) ın oğluna , "Rabbin seni böylece rüyandaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek; daha önce, ataların İbrahim ve İshak'a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve Yakub soyuna da tamamlayacaktır. Doğrusu Rabbin bilir, hakimdir." demektedir. Rabbimizin Yusufa olan  nimetini tamamlayacağından şüphesi olmayan Yakub (a.s) oğlunun ölmediğine kesin inanmaktadır ve nimetin tamamlanması sürecinde dedesi İbrahim (a.s) gibi , kendisinin de  bir tür evlat imtihanın dan geçirildiğini ve buna sabır etmesi gerektiğini anlamış olduğunu çıkarmak mümkündür. "Sabrun Cemilun" deyimi ,Yakub (a.s) ın bunun bir deneme olduğunu idrak ettiğinin göstergesi olup , dedesinin aynı imtihana tabi tutulup ,hem oğlunun bağışlandığını artı bir de babası İshakın ona verildiğini bilen biri olarak bu imtihana güzelce sabretmesi gerektiğini idrak ettiğini göstermektedir. 

Aradan yıllar geçer , bu yıllar içinde Yusuf kuyudan kurtulmuş, Mısırda saraya satılmış , orada yetişmiş , iftiraya kurban giderek hapse girmiş , sonra suçsuzluğu anlaşılmış ve hapisten kurtulmuş , kendisini zindana atan tarafından yönetim kademesine getirilmiştir. Yönetime geçtikten sonra Mısırda kıtlık başlamış ve kıtlık ekonomisi onun yönetiminde hasarsız atlatılmaya çalışılmaktadır.

Kıtlık , Yakub (a.s) ve oğullarını da vurarak , onları da zahire yardımı için Yusuf (a.s) ın karşına getirmiş , ağabeyleri kardeşlerini tanımamış olsa da, Yusuf (a.s) ağabeylerini tanımıştır. Onlardan aynı babadan olan diğer kardeşlerini de getirmelerini ister. Bu konuda ısrarcı olan Yusuf (a.s) getirmedikleri takdirde bir daha onlara erzak vermeyeceğini söyler, ağabeyleri bu isteği yerine getirmeye çalışacakları söyleyerek ayrılırlar. Bu isteğinin kötü bir amaca matuf olmadığını bilmeleri için , erzak için getirdikleri parayı yüklerinin içine koyar , evlerine döndüklerinde Yusuf (a.s) ın bu isteğini babalarına ileten oğulları , onun bu isteğinin kötülük amaçlı olmadığını görerek , babalarından kardeşlerini alarak tekrar Mısıra gitmek isteklerini belirtirler. Yakub (a.s) bu isteği bazı şartlar karşılığında yerine getirir. 

 [012.066-67]  Babaları: «Hepiniz helak olmadıkça onu bana geri getireceğinize dair Allah'a karşı sağlam bir söz vermezseniz, sizinle göndermeyeceğim» dedi. Söz verdiklerinde: «Sözümüze Allah vekildir» dedi.Babaları: «Oğullarım! Tek bir kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah katında size bir faydam olmaz, hüküm ancak Allah'ındır, O'na güvendim, güvenenler de O'na güvensinler» dedi.

"Deveni sağlam bağla sonra Allah tevekkül et" deyimine uygun bir yöntem ile oğullarına tedbirli davranmalarını öğütleyen Yakub (a.s) ın bu sözünü yerine getirmelerine rağmen , kardeşinin Yusufun yanında kalmasını engel olamayacakları şu şekilde beyan edilmektedir. 

 [012.068] Babalarının emrettiği gibi girdiler. Esasen bu, Allah katında onlara bir fayda sağlamazdı, ancak Yakub içindeki arzuyu ortaya koymuş oldu. O, şüphesiz kendisine öğrettiğimizi bilir fakat insanların çoğu bilmezler.

Yakub (a.s) ın küçük oğlunu korumak isteğine rağmen , Yusuf (a.s) ın kardeşini alıkoyma isteği vardı ve bu 2 isteğin hangisinin galip geleceğini gelecek günler gösterecekti. Yusuf (a.s) ın kardeşini alıkoymak için yaptığı taktik başarıya ulaşmış ve kardeşi ağabeyinin yanında kalmıştı. Yusuf un kardeşleri olduğundan habersiz olan ağabeyleri, babalarına ne cevap verecekleri bilememektedirler.

[012.080] Ondan ümitlerini kesince, (meseleyi) gizli görüşmek üzere ayrılıp (bir kenara) çekildiler. Büyükleri dedi ki: «Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya benim için Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en hayırlısıdır.

Babalarının yüzüne bakmaktan utanan kardeşlerden bir tanesi geri dönmeyi red ederek , diğer kardeşlerinin geri dönmesini ister. 

 [012.081-82] Babanıza dönün ve deyin ki: «Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın bekçileri değiliz.«Ve içinde bulunduğumuz şehre sor ve içinde gelmiş olduğumuz kervana da. Ve biz şüphe yok ki, elbette sâdık kimseleriz.»

Babalarına dönünce , önceden sabıkalı oldukları için yine oğullarının kendisine yalan söylediklerini düşünen Yakub (a.s) artık 3. oğlundan birden mahrumdur. Sabretmeyi sürdüreceğini söyleyerek , Allah (c.c) den ümidini kesmemenin örneğini gösteren Yakub (a.s) ın bu durumu şöyle anlatılmaktadır.

[012.083]  (Babaları) dedi ki: «Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.»

Yakub (a.s) oğullarının ayrılığına sabredeceğini ifade eder fakat bu sabır kolay değildir ve kederini şu sözlerle ifade etmektedir.

[012.084] Onlara sırt çevirdi, «Vah, Yusuf'a yazık oldu!» dedi ve üzüntüden gözlerine ak düştü. Artık acısını içinde saklıyordu.

Oğulları babalarının bu hallerini görüyor fakat onlarda onu teselli etmekten başka bir çare bulamıyorlar ve onun sağlığının gittikçe bozulmakta olduğunu görüyorlardı.

 [012.085] «Allah'a yemin ederiz ki, Yusuf'u anıp durman seni bitkin düşürecek veya helak olacaksın» dediler.

Yakub (a.s) oğullarına şu cevabı veriyordu. 

 [012.086] Dedi ki: «Ben dolgunluğumu ve üzüntümü ancak Allah'a şikayet ederim ve Allah tarafından sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim!

Üzüntü ve kederini yalnız Allaha şikayet etmesi , çare nereden gelecekse , derdini ona arzetmesi anlamındadır. Yakub (a.s) ,Yusufun ölmediğini diğer kardeşlerine de söyleyerek ondan diğer kardeşinden kendisine haber getirmelerini isteyerek Mısıra geri dönmelerini ister.

[012.087] «Ey Oğullarım! Gidin, Yusuf'u ve kardeşini arayın. Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin; doğrusu kafirlerden başkası Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez.»

Yakub (a.s) üzerinden , Allahın rahmetinden ümit kesilmemesi , böyle bir ümit kesmenin kafirlerin ameli olduğu hatırlatırlak her zaman ümitvar olunması mesajı verilmektedir. Mısıra gidip Yusufun huzuruna çıktıklarında , Yusuf kardeşlerine gerçek kimliğini açıklar ve kardeşleri ona yaptıklarından dolayı pişmanlıklarını sergilerler. Yusuf büyük bir hoşgörü göstererek kardeşlerine karşı herhangi kötü bür sözde bulunmaz ve gömleğini kardeşlerine vererek onu babalarının yüzüne bırakmalarını söyler.

Yakub (a.s) a ulaşmak için yola çıkan kervandaki gömleğin kokusu uzaklardan kendisine ulaşır , fakat bu kokuyu başkalarının hissetmesi imkansızdır. Yusuf (a.s) ın gömleğinin babasının yüzüne bırakılması sonucu , babasının gözünün açılmasına sebeb olan gömleğin teşbihi bir anlatıma sahip olduğunu düşünerek , "Ravh , ilka , basiran, beşir " gibi kelimelerin Kur'andaki diğer Ayetlerle bağını kurarak ayrı bir çalışmada ele almak istiyoruz.

[012.094-96] Kervan, memleketlerine dönmek üzere ayrıldığında, babaları: «Doğrusu ben Yusuf'un kokusunu duyuyorum; ne olur bana bunak demeyin» dedi. Dediler ki: Allah'a yemin ederiz, sen hala eski şaşkınlığındasın.Fakat müjdeci gelip de onu yüzüne sürünce; derhal gördü ve dedi ki: Ben, size Allah katından sizin bilmeyeceğinizi biliyorum, dememiş miydim?

Görme duyusuna yeniden kavuşan Yakub (a.s) ın oğulları yaptıkları hatanın farkına vararak babalarından günahlarının bağışlanması için dua etmelerini istemlerine karşın babaları onlara tek bir kötü söz etmeden bu isteklerini yerine getireceğini söylemektedir. Yakub (a.s) ı yıllarca elem ve keder içinde bırakan, gözlerinin görmemesine sebeb olan hatalarına karşın , babalarının tek bir söz bile etmeyerek hatalarını yüzlerine vurmaması bize dönük bir örneklik olarak okunacak mesajlardandır.

[012.097-98] (Oğulları:) «Ey Babamız! Suçlarımızın bağışlanmasını dile, bizler hiç şüphesiz suçluyuz» dediler.Dedi ki: «Sonra sizin için Rabbime istiğfar edeceğim. Gerçek şu ki, çok bağışlayan O'dur, merhameteden O'dur.

Yakub (a.s) ın hata yapan oğullarının tevbe etme zamanı önemli olup , can boğaza dayanmadan yapılan bir tevbenin örneğini göstermişlerdir. Böyle bir durumda yapılan tevbelerin geri çevrilmeyeceğini bir çok Ayette beyan eden rabbimiz, bunun canlı bir örneği üzerinden ispatını da yapmıştır.

Yıllar süren hasret sona ermiş ve mutlu sona kavuşulmuş , Yakub (a.s) oğlu ile , oğlu Yusuf(a.s) babası ile yıllar süren hasretlerini sona erdirmişlerdir.

[012.099-100]  Yusuf'un yanına geldiklerinde, o, anasını babasını bağrına bastı, «Allah'ın dileğince, güven içinde Mısır'da yerleşin» dedi.Ana ve babasını taht üzerine çıkardı, hepsi Yusuf için secdeye kapandılar. Yusuf da: «Ey babacığım, işte bundan önceki rüyamın yorumu bu; gerçekten Rabbim onu gerçekleştirdi, cidden bana iyilikte bulundu;çünkü beni zindandan çıkardı; şeytan benimle kardeşlerimin arasını dürtüştürdükten (bozduktan) sonra sizi çölden buraya getirdi. Gerçekten Rabbim, dilediği şey için aldığı tedbirde çok hoş davranır. Gerçek şu ki, O, herşeyi çok iyi bilen, her yaptığın bir hikmete göre yapandır!

Bu Ayette gözümüze çarpan bir durum , Kur'anda bir çok Ayette okuduğumuz nimete eriştikten sonra yan çizerek nankör olan insan yerine , nimete eriştikten sonra dahi Rabbini unutmayan insan portresi çizilerek , olması gerekenin örnekliği Yakub (a.s) ve oğulları üzerinden verilmektedir. 

Yakub (a.s) iyice yaşlanmış ve ölüm anı gelip dayanmıştır , o anda bile oğullarına kime kulluk etmeleri konusunda hatırlatmalarda bulunmaktadır.

[002.131-133]  Rabbi ona: «Teslim ol» deyince (o:) «Alemlerin Rabbine teslim oldum» demişti.İbrahim bunu oğullarına vasiyet etti. Yakub da: «Oğullarım! Allah dini size seçti, siz de ancak O'na teslim olmuş olarak can verin» dedi.Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya'kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuşuzdur, dediler.

Sonuç olarak ; Yusuf (a.s) ın kıssası içinde okumaya çalıştığımız babası Yakub (a.s) ın kıssasında öne çıkan mesajlardan birisi , evlat ile olan çetin imtihana tıpkı dedesi İbrahim (a.s) gibi tabi tutulması ve sabrederek başarmasıdır. Bir tarafta oğulları tarafından kendisinden ayrılan oğlu Yusufun hasreti ile yıllarca üzülen Yakub (a.s) , diğer yanda oğlunu kendisinden ayırdıklarını bile bile yıllarca diğer oğulları ile ile yaşayan Yakub (a.s) bu tür bir imtihana sabretmek tabiri caizse her babayiğidin harcı değildir .Kıssa yollu anlatımları, mesaj içerikli okumaya tabi tuttuğumuzda bir çok mesajı içerdiği görülecektir. Bu yazımızda Yakub (a.s) kıssasını okumaya çalışarak öne çıkan mesajlardan birisini okumaya çalıştık , "Bu kıssa sadece bu kadar mesaj içermektedir" şeklinde bir iddiamız olmamakla birlikte bu yazımızda böyle bir örnekliği okumaya çalıştık. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

27 Mart 2015 Cuma

Kıble Kavramı Üzerine Bir Düşünce Çalışması

Kıble , insanların hayatlarını tanzim ettikleri düşünce ,sistem , inanç ,yaşam biçimi gibi unsurlar ile birlikte ifade edilen sembolik bir kavramdır. İstisnasız olmak üzere , Yeryüzünde yaşayan tüm insanlar yaşam süreleri içinde belirli bir hayat tarzı üzerinde yol izlerler , bu izledikleri yolu  belirleyen bir takım temel kurallar olup, bu kurallar dahilinde bir yön takip etmektedirler. "Yüzünü Çevirmek" olarak ifade edilen bu durum tüm insanlara has bir durum olup , herkesin hayatını belirleyen bir yöne yüzünü çevirmiş olması orasının "Kıble" olarak anlamını bulması demektir. Bu durum Bakara s. 148. Ayetinde şu şekilde beyan aedilmektedir. 

 [002.148] Herkesin bir yönü vardır oraya döner. Öyleyse siz hayırlı işlerde birbirinizle yarışın! Nerede bulunursanız bulunun, Allah hepinizi birden getirir. Şüphesiz ki Allah her şeye kadir'dir.

İnsanlık tarihinin özetini iki kelime ile özetleyecek olursak ,"Kıble Savaşları" olarak özetlemek mümkündür. Her kim olursa olsun kendi tabi olduğu kıblesine diğer insanlarında tabi olması veya başka kıbleye tabi olmamak için bir mücadele içine girer. Bu durumu Bakara s. 145. Ayetinde şöyle görmekteyiz.

[002.145] Sen, Kitap verilenlere her türlü delili getirsen, yine de kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. And olsun ki, eğer sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, şüphesiz o zaman zulmedenlerden olursun.

"Kablu" zaman zarfı olup "öncelik" ifade etmektedir , izafe edildiği şeye göre değişkenlik arz eder. Zaman , Mekan , Konum veya yapılan bir işteki önceliği ifade eder. "Kıble" kelimesi ; "Bir yeri öne almak , öncelik vermek" , mekan zarfı olması nedeniyle belirli bir mekanı önüne almak anlamındadır.

Yazımızda bu kelimenin, kişinin yaşantısındaki sosyolojik boyutu ve bu kelime ile bağlantısı olan kelimelerin üzerinde durmaya gayret edeceğiz. Kıble kelimesinin anlaşılabilmesi için "Vech" kelimesinin anlamının anlaşılması önem arz etmektedir.

"Elvechü" ; kelimesinin temel anlamı, "Yüz" dediğimiz, insanın bir organına verilen isimdir. Yüz , kişinin nesneyi ilk karşıladığı yani Göz, Kulak, gibi duyu organları ile algılama imkanına sahip olan en önemli kısmı olması nedeniyle , kişinin yönelişi ile alakalı bir kelimedir. "Yüzünü Döndürmesi" , duyu organları ile algıladıkları neticesinde onu hayatında pratize etmesi anlamındadır.

"Semi , Basar Fuad" olarak Kur'anda yerini bulan bu üçlü duyu organları ile algılananlar neticesinde oluşan bilgiler , kişinin yüzünü o tarafa döndürmesi ile neticelenir. Kişinin elde ettiği bilgi , doğru veya yanlış olabilir, ancak her iki durumda da kişi yüzünü bir yere çevirerek orayı "Kıble" edinir. 

Allah (c.c) nin bizler için razı olduğu yüzümüzü çevirmemiz gereken tek bir Din ve onu tek bir Kıblesi vardır. Ancak kullardan bir kısmı, bu Dini ve Kıbleyi red ederek başka Dinler ve Kıbleler ihdas ederek şirk bataklığına düşmektedirler. 

Kıble kelimesi ile alakalı olan kelimelerden birisi de "Salat" kelimesidir. Bu kelime, kulun yönelimi ile alakalı olup etle tırnak misali birbiri ile çok yakından alakalıdır. Bu kelime kişinin hayatını tanzim ettiği , adına "Din" dediğimiz yaşam şeklinin ,kulun hayatına yansımış şekli olarak , Kur'an literatüründeki adıdır. 

Kişinin duyu organları ile algılayarak bir inanca sahip olması neticesinde VECHini (Yüzünü) döndürdüğü , yaşam biçimi haline getirerek SALATını ikame ettiği , yani inandığı her hangi bir Din için yöneldiği , yerin adı KIBLEdir. Konumuzun asıl amacı bu kavramın Müslüman açısından ifade ettiği anlamdır.

Bakara s. 145. Ayetinde , herkesin Vechini döndürdüğü bir taraf olduğu beyan edilmektedir. Öyleyse , Müslüman için yüzünü döndürmesi gereken yani Salatını ikame edeceği sistemin kaynağını alacağı bir bir merci olmalıdır. Bu merci Allah (c.c) nin kendisi olup , yaşamımız içinde ikame edeceğimiz Salatın nasıl olması gerektiğini haber veren Elçiler ve Kitaplar ile bunları bize beyan etmiştir. 

[002.149]  Her nereden yola çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir, şüphesiz bu Rabbinden bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
[002.150] Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir. İnsanların zulmedenlerinden başkalarının size karşı gösterecekleri bir hüccet olmaması için, her nerede olursanız, yüzlerinizi oranın semtine çevirin, bu hususta onlardan korkmayın. Benden korkun da size olan nimetimi tamamlayayım. Böylece doğru yolu bulursunuz.

Bakara s. 149. ve 150. Ayetlerinde , Vechin "Mescidi Haram" yönüne döndürülmesi emrini görmekteyiz. "Bu emir hayat içinde nasıl gerçekleşebilir ?" sorusunun cevabını anlamak için Mescidi Haram adı ile anılan bölgedeki "Kabe" nin işlevi ve sembolik olarak ifade ettiği anlamı ortaya koymak gerekmektedir.

"Sembol" kelimesi ; Bir gayeyi , fikri , amacı ifade eden , görüldüğü zaman akla ortak bir şeyin geldiği nesne veya duyu organlarımızı ile algılayamadığımız bazı şeyleri hatıra getiren gözle görülen şeyler anlamındadır.

"Kabe" , Mekke şehrinde imar edilmiş bir yapıdır. Onu görünüş olarak Mekke de imar edilmiş diğer evlerden ayıran herhangi bir özellik yoktur. Mekke nin etrafında bulunan taşlardan inşa edilmiş sıradan bir yapı olması yanısıra orayı farklı kılan Allah (c.c) tarafından ona yüklenen özel bir konum olup  sembolize ettiği bazı anlamlar vardır. Mesele sembolize ettiği şey ve o sembolun bize ne ifade ettiği veya etmesi gerektiğidir.

[003.096-97] Muhakkak ki insanlar için konulmuş ilk ev (BEYTİN); çok mübarek olarak kurulan ve alemler için hidayet olan Bekke'deki dir.Onda apaçık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir.

"Kabe" adındaki yapının, "Beyt" olarak ifade edilmesi önemli bir noktadır , bu kelimenin anlamı üzerinde durarak sembolize ettiği anlamın anlaşılması biraz daha kolaylaşacaktır.

"Beyt" kelimesi ; "İnsanın gecenin tehlikesinden ve karanlığından sığındığı yer" anlamındadır. "Gece" kelimesinin kullanıldığı "Zulumat"kelimesi ise , "Işığın yani nurun olmaması" anlamındadır. "Nur" kelimesi ise , "Karanlıkta görmeye yol bulmaya yarayan ışık" temel anlamından hareketle , Kur'ana isim olmuştur. Kur'an kelimelerinin birbirleri ile olan anlam örgüsünüde, bir kaç kelimenin birbiri ile olan bağını kurmaya çalışarak görmeye çalıştık.

Burada yeri gelmişken kısa bir hatırlatma yapmak istiyoruz. Kur'an anlatım metodu olarak seçtiği yollardan birisi de mesel yolu ile anlatım metodudur. Nur s. 34.35 Ayetlerde "Nur" kelimesinin mesel yolu ile yapılan anlatımı , Kur'anın en güzel meselli anlatımlarından birisidir.
"Nur s. 35-36.. Ayetleri ve Kuran'ın Mesel İle Anlatım Uslubu" Başlık bir yazımızda bu konuyu ele almaya çalışmştık.


"Kabe" nin sembolik bir yapı olarak , Allah (c.c) tarafından  "Beytim" (2.125/ 22.26) olarak nitelemesinin veya "Beytullah" teriminin ne anlama geldiği şimdi anlaşılabilir.

Allah (c.c) kullarının , küfrün karanlığından sığınarak aydınlık bir ortama kavuşmalarını sembolize eden bir ev yapılmasını emrederek, herkesin buraya sığınması neticesinde , küfrün karanlığından emin olarak aydınlığa kavuşacağını beyan etmiştir. 

Bu kavuşmanın , herkesin o evin içinde oturması  gibi şekilde olmayacağı kesindir , öyleyse "Buraya sığınmak veya yüzün buraya döndürülmesi nasıl ve ne şekilde hayata yansıtılabilir?" sorusunun cevabını aramak gerekmektedir. 

"Salat" kelimesinin anlamına tekrar dönecek olursak, bu kelime kulun , İlah ve Rab kavramlarının içerdiği anlamlar dahilindeki yönelimini ifade etmektedir. Kul hayatında İlah ve Rab olarak kimi kabul ettiyse onun çizdiği yol üzerinde yürür ve Salatını ona yapmış , yüzünü ona çevirmiş ve onun kıblesine dönmüş sayılır. 

Kul eğer hayatında Allahı, İlah ve Rab olarak kabul etmişse, bu kabulunu hayatının her anında onun kendisi için çizdiği sisteme göre bir hayat sürerek gösterir ve Salatı gerçek İlah ve Rab olan Allah için ikame etmiş olur. Salatı Allah  için yapmış olması onun yüzünü Mescidi Haram yönüne döndürmesi anlamına gelir. "Yüzü Mescidi Haram yönüne döndürme" eylemi sadece Namaz için geçerli bir emir telakki edilir hale geldiği için , bir yerlerde yanlış yapıldığını farkeden bir kısım insan, bu hatayı düzeltmek veya doğru olanı yerine koymayı çalışmak yerine, olanı toptan kaldırmak düşüncesi içine girerek , Kıble , Namaz , Hacc gibi kelimeler ile ifade edilen şeyleri red yoluna gitmektedirler.

"Namaz" , Salat kavramı içinde bir cüz olup , kulun belirli vakitlerde Rabbine karşı olan tezellülünü şekilsel olarak ifade ettiği bir eylemdir. Bu gün her ne kadar içi boşaltılmış bir ibadet olarak yerine getiriliyor olmuş olması , onun Tevhidi bir eylem olduğunun şuuruna vakıf olduğunun unutulmasını gerektirmemektedir. Bu ibadetin en önemli boyutu birlikteliğin , ve kardeşliğin dışa vurumudur. Bu ibadette öne çıkan unsurlardan birisi de, belli bir yere yönelmek ile ortaya çıkmaktadır.

Yeryüzünde Tevhidin sembolize edildiği "Allahın Evi" yani küfrün karanlığından kaçarak nura kavuşulan bir yapı olarak inşa edilen "Kabe" bu yönelmenin yapılacağı tek mekandır. Hayatının her anında Allah (c.c) nin onun için beyan ettiği hükümlere tabi olarak yüzünü ona döndürdüğünü deklere eden kul , aynı deklereyi Namazında oraya yönelerek bir kere daha teyid eder. 

Bu bağlamda , Namazda Kabeye yönelmek şeklinde direk bir emir olmadığı düşüncesinden hareketle , "Nereye canım isterse dönerim" düşüncesi içinde olan bir takım kişilere rastlamaktayız. Namaz ritüel olarak yapılan bir takım eylemlerden ibaret olduğuna , bu eylemlerden amacın Allah kul olduğumuzu deklere etmek olduğuna göre, yöneldiğimiz yön tabi olduğumuz İlah ve Rabbın Yeryüzündeki sembolik evine doğru olmalıdır ki , kime sığındığımızı şekilsel olarak topluca dosta ve düşmana gösterelim. 

Şurası unutulmamalıdır ki Kur'an, "Resimli Namaz Hocası" şeklinde bize herşeyi tarif etmesi gereken bir Kitap değildir. "Namazda Kabeye yönelin şeklinde bir emir Kur'anda bulamıyorum" diyen birisi , ya Kur'anın mesajından habersiz bir cahil , ya da Kur'anın mesajından haberdar olan bir haindir bunun üçüncü bir şıkkı yoktur. Özellikle Salat ve Kıble kavramları üzerinde oynanmak istenen bir takım oyunlara bazı yazılarımızda dikkat çekmeye çalıştığımızı burada hatırlatarak , bu kavramların önemini bizlerden daha fazla kavrayan düşmanların, bu kavramlar üzerinde  "Kur'an merkezli düşünce" postuna bürünerek içten içe nifak çıkarmak istediklerini dikkati çekmek istiyoruz.  

"Kıble" kavramı sosyolojik bir olgu olup , aynı düşünce etrafında birleştiklerini iddia edenlerin , bu iddialarını kendi aralarında ve başkalarına karşı bir göstermelerinin sembolik bir ifadesidir. Namaz ibadeti , Müslümanların kendi aralarındaki birlik ve beraberliğin tek yürek olmanın bir ifadesi olarak günde 5 vakit tekrarlanmaktadır. Bu ibadeti yapanların farklı noktalara yönelmiş olması veya farklı noktalara yönelme gayretleri , bu ibadetten kast edilen anlamın anlaşılamamış olmasının bir sonucudur. 

"Kıble" kavramı bütün düşünce sistemlerinde var olan bir olgu olup , her düşünce sistemi kendi düşüncesinin ilhamını aldığı İlahına belirli zamanlarda yönelerek iman tazelerler. Aynı inanca mensup olduğunu iddia eden bir kimse , herkesin yöneldiği yönün tersine veya o düşünceye aykırı olarak herhangi bir görüş beyan ettiği takdirde genel geçer Kıbleye uymamış olur. "Nereye istersem uyarım" mantığı birlikte düşünme ve hareket etme mantığına uymayan bir davranış olarak hiç bir düşünce sisteminde kabul edilir bir davranış değildir.  

                                                   KIBLE AYETLERİ

Bu bağlamda Bakara suresi içindeki , Kıblenin değişimi ile ilgili Ayetler üzerinde durmak gerektiğini düşünmekteyiz. İlgili Ayetlerin tarihi arka planını kısaca hatırlayacak olursak , Mekke den Medineye hicret eden Muhammed (a.s) ın Mekke de iken yöneldiği Mescidi Haram yönüde değil , rivayetlerden Kudüs olarak öğrendiğimiz yöne dönmekteydi. 

Bu konu ile ilgili olarak şöyle bir problem vardır; Muhammed (a.s) Mekke de iken yöneldiği Kabe'nin yerine, Kudüse yönelmesi için Kur'an içinde buna delalet edebilecek net bir Ayet görülmemektedir. Gayri metluv vahiy düşüncesine sahip olanlar , bu durumun gayri metluv vahiy ile gerçekleştiğini iddia etmekte olmalarına karşın böyle bir durumun vaki olmadığını düşünmekteyiz. 

Mekke de nazil olan İsra s. nin 1.ve 8. Ayetler arasının mesajını okumaya çalıştığımızda , bu Ayetlerin Muhammed (a.s) için bir hicret hazırlığı ve hicret edeceği yerde karşılaşacağı kavim olan İsrailoğulları ile ilgili bilgilerin verilmesi olarak okumak mümkündür. Musa (a.s) a verilen Kitap ile kendisine verilen Kitabın ortak bir kaynağı olduğunu bilen Muhammed (a.s) , bir rivayete göre daha Mekke de iken, bir başka rivayet göre Medineye hicret ettikten sonra Kudüse doğru yönelmiştir. Rivayetlerin hangisinin doğru olduğunu tartışmaktan çok , rivayetlerin ortak yönü ve Kur'anın desteği ile , Muhammed (a.s) ın Medinede Kabe den farklı bir yöne yönelmiş olduğudur. 

Bakara s. 115. Ayetinin Kabe harici bir yöne yönelmesi konusunda vahyin onayı olduğunu düşünmekteyiz. Bu Ayeti günümüzde "Canım nere isterse oraya dönerim" düşüncesinde, olanlar kendi düşüncelerine destek olan bir Ayet zannı ile okumakta olmalarına rağmen , onlara sözümüz Ayetleri bağlam ve siyak sibak dahilinde okumalarıdır.

 [002.115]  Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz Allah'(ın rahmeti ve nimeti) geniştir, O her şeyi bilendir.

Bakara s. 144. Ayeti, Kıblenin değişimi ile ilgili bir Ayet olup , bu Ayetin tefsiri ile ilgili bazı bilgileri hatırlatarak bu konudaki görüşlerimizi paylaşmak istiyoruz. Bu Ayet ile ilgili tefsirlerde , Muhammed (a.s) ın döndüğü yerden memnun olmayarak , yeniden Kabeye dönmek için vahiy beklediğini , "Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnud olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz." cümlesinden çıkarmaktadırlar , bu düşünceye katılmadığımızı söyleyerek gerekçelerini şöyle sıralayabiliriz; 

Muhammed (a.s) bir Elçidir , vaizfesi Rabbinin ona vahyettiklerini muhataplarına iletmektir. İçide bulunduğu durumdan hoşnutsuz olması gibi bir şeyin olması mümkün değildir. Kıblenin Kudüs yönüne döndürülmesi ile ilgili olarak net bir Ayet olmaması, bu konuda Elçinin içtihadının rol oynadığı kanaatini uyandırmaktadır. Kudüs yönünden eğer memnun değilse Elçinin vahiy beklemesine gerek olmadığını , nasıl Kudüse yöneldiyse , aynı şekilde Mekkeye yönelebilirdi . 

Ayet içindeki " Tekallube" kelimesinin, El müfredattaki anlamına baktığımızda bu kelimenin "Çevirip durmak" şeklinde anlamı olduğu gibi , "Tasarrufta bulunmak" anlamına da sahip olduğunu görürüz. "Sema" kelimesini , vahy ile alakalandırırsak bu cümlenin , "Senin yüzünü vahye çevirdiğini görüyoruz" şeklinde bir anlam kurarak , Muhammed (a.s) ın memnuniyetsizlik gibi bir duruma sokmaktan kurutulmuş oluruz. Ebu Müslim İsfahani bu konuyla ilgili olarak " yüzünü göklere döndürmesi duadır" diyerek daha doğru bir yaklaşım sergilemiştir. 

Bakara s. 143. Ayeti , Kıblenin sosyolojik boyutu olan , birlik ve beraberlik işareti olmasına işaret etmektedir. Aynı Kıbleye dönmekte tereddüt gösterenler için kullanılan "Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir" cümlesi , bu gün " Canım nereye isterse oraya dönerim" şeklinde kafasına göre takılmak isteyenler için düşünülmesi gereken bir cümledir. 

Kıble ile ilgili Ayetleri şöyle bir sıra dahilinde okuduğumuzda daha kolay anlaşılacağını düşünmekteyiz.

[002.142]  İnsanların beyinsizleri, «Yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir?» diyecekler; de ki: «Doğu ve batı Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola eriştirir».
[002.144] Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu  görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de nerede olursanız olun,  yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.
[002.143]  Böylece sizi insanlara şahid ve örnek olmanız için tam ortada bulunan bir ümmet kıldık. Peygamber de size şahid ve örnektir. Senin yöneldiğin yönü, Peygambere uyanları, cayacaklardan ayırdetmek için kıble yaptık. Doğrusu Allah'ın yola koyduğu kimselerden başkasına bu ağır bir şeydir. Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder.
[002.145] Sen, Kitap verilenlere her türlü delili getirsen, yine de kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. And olsun ki, eğer sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, şüphesiz o zaman zulmedenlerden olursun.
[002.146]  Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu  oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler.
[002.147] Gerçek Rabb'indendir, sakın şüphelenenlerden olma.
[002.148]  Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Nerede olursanız olun Allah sizi bir araya toplar, Allah şüphesiz her şeye Kadir'dir.
[002.149]  Nereden  çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Şüphesiz bu, Rabbından bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
[002.150] [IK] Nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de nerede olursanız, yüzünüzü o yana döndürün, Ta ki, zalim olanlardan başka insanların aleyhinizde bir delili bulunmasın. Artık onlardan korkmayın, Benden korkun ki, hem üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım, hem de siz hidayeti ümid edebilesiniz.

Sonuç olarak; "Kıble" kavramı,"Salat" kavramı gibi Mümin olsun olmasın her insanın yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. Her insan , yaşamı içinde mutlaka bir inanç sistemine dahil olarak hayatını devam ettirir. Dahil olduğu inanç sisteminin belirlenmiş kuralları olup bu kurallara uymak zorunluluğu herkes için geçerlidir. Kişinin bu kurallara uyması , onun "Yüzünü döndürmesi" anlamına gelip , yüzünü döndürdüğü yerin adı "Kıble"dir. Bu kavram Müslümanın lügatında sadece belirli vakitlerde Mekke şehrinde bulunan Kabeye dönmek şekilde hayat bulmuş olsa da , olması gereken hayatının her anında bu tür yönelimi gerçekleştirmesidir. Bu yönelim 24 saat Kabeye doğru yüzünü döndürmek şeklinde değil , 24 saatinin her anında Allah (c.c) nin onun için vaz ettiği kurallar çerçevesinde hareket etmekle gerçekleşir.

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

25 Mart 2015 Çarşamba

Cin s. İle İlgili Bir Tefekkür Çalışması: 25-28.Ayetler

CİN Suresi ile ilgili olarak bundan önceki yazılarımızda Sure'nin 24. ayetine kadar tefekkür etmeye gayret etmiştik. Bu yazımızda Sure'nin geri kalan ayetlerini tefekkür etmeye gayret edeceğiz.

Kul in edrî e karîbun mâ tûadûne em yec’alu lehu rabbî emedâ(emedan)

[072.025] De ki: Size vaadedilen yakın mıdır, yoksa Rabbım onu uzun süreli mi kılmıştır bilemiyorum.

Elçilerin kavimlerine olan tebliğlerinde öne çıkan unsur; onların inkarlarına karşılık helak edilme tehditleri ve yeniden diriliştir. Müşrik muhataplar bunları red ederek bir nevi rest çekerek elçilere "Sözünüzde sadıksanız tehdit ettiğinizi getirin" şeklinde ifadeler kullanmışlardır.

[008.032] Bir de: «Ey Allah'ımız, eğer bu (Kur'an) bir gerçek olarak Senin katından ise, gök yüzünden üstümüze taş yağdır veya acıklı bir azab getir (bakalım) .» demişlerdi.

[010.048-9] «Ne zamandır bu va'dedilen (azap); eğer doğru söylüyorsanız?» diyorlar. De ki: «Ben Allah'ın dilediğinin dışında kendi kendime ne bir yarar, ne de bir zarara malikim!» Her ümmetin bir eceli vardır; ecelleri gelince artık bir an geride kalamazlar, ileri de gidemezler.

[017.051] Veya gözünüzde büyüttüğünüz bir yaratık olun. Diyecekler ki: Bizi tekrar kim diriltir? De ki: Sizi ilk defa yaratmış olan. Sana başlarını sallayacaklar ve ne zaman o? diyecekler. De ki: Yakın olması umulur.

[021.038] «Doğru sözlü iseniz bildirin bu tehdit ne zamandır?» derler.

Muhammed(a.s); sadece bir elçi olması sebebi ile gayb hakkında herhangi bir bilgisi bulunmadığını, görevinin sadece aldığı vahyi iletmek olduğunu, saat konusunda herhangi bir bilgisi olmadığını birçok ayette gördüğümüz gibi ifade etmektedir.

[021.109] Eğer yüz çevirirlerse, de ki: «Size düpedüz açıkladım; tehdit olunduğunuz şeyin yakın mı uzak mı olduğunu bilmem.»

[021.111] Bilmem. Belki bu, sizin için bir deneme ve bir süreye kadar yararlanmadır.

[046.009] De ki: «Ben peygamberlerden bir türedi değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemiyorum. Ben, yalnızca bana vahyedilmekte olana uymaktayım ve ben, apaçık bir uyarıcı-korkutucudan başkası değilim.»

Gelecek ayetler, gayb bilgisinin kime, ne kadar açılacağı ile ilgilidir.

Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehadâ(ehaden)

[072.026] Gaybı bilendir. Gaybını kimseye açıklamaz.

"Ğayb" kelimesi "algıdan ve insanın bilgisine saklı kalan şeylerle" ilgili olarak kullanılır. Ğayb bilgisinin sadece O'nun yanında olduğu ile birkaç ayet örneği ile 26. ayeti biraz daha pekiştirelim.

[006.059] Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitap'tadır ancak O bilir.

[010.020] Bir de «Ona Rabbinden daha başka bir âyet indirilse ya!» diyorlar. De ki: «Gaybı bilmek ancak Allah'a mahsustur, bekleyiniz bakalım, ben de sizinle beraber bekleyeceğim şüphesiz.»

[011.123] Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Bütün işler O'na döndürülür. Öyleyse O'na kulluk et, O'na güven. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

[016.077] Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir, kıyamet saatinin kopuşu bir göz kırpması kadar veya daha çabuk bir zaman içinde olur. Şüphesiz Allah her şeye Kadir'dir.

[027.065] De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.

Gayb bilgisinin sadece kendi yanında olduğunu daha birçok ayette beyan eden Rabbimiz, buna bir istisna getirerek kime, nasıl ve ne kadar açtığını devam eden ayetlerde beyan etmektedir.

İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ(rasaden)

[072.027] Ancak elçileri içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici) ler dizer.

[003.179] Allah, murdar olanı, temiz olandan ayırd edinceye kadar mü'minleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir. Allah sizi gayb üzerine muttali kılacak da değildir. Ama Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer. Öyleyse siz de Allah'a ve Resulüne iman edin. Eğer iman eder ve korkup-sakınırsanız, sizin için büyük bir ecir vardır.

Allah(c.c), gaybını seçtiği elçiler dışında kimseye açmayacağını beyan etmektedir. Bu durumu Muhammed(a.s) bazında değerlendirdiğimizde şöyle bir durum ortaya çıkar; Muhammed(a.s)'ın gaybe muttali olması demek, onun Kur'an harici bir gayb bilgisine sahip olması anlamına asla gelmez. Ayetlerde gaybı bilmediği kendi ağzından bildirilmektedir.

[006.050] De ki: «Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum.» De ki: «Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?»

[007.188] De ki; ben kendime, Allah'ın dilediğinden başka bir yarar ya da zarar dokunduracak güçte değilim. Eğer görünmeyeni, gaybı bilseydim, daha çok iyilik elde ederdim. Ve başıma hiçbir kötülük gelmezdi. Ben sadece müminler toplumuna seslenen bir uyarıcı ve müjdeciyim.

Kendi ağzından "Ben gaybı bilmem" diyen bir elçinin ümmeti olarak bizler "Sen bilmezsen biz sana bildirttiririz" diyerek onun ağzından birçok uydurma rivayetlerle onun gayb hakkındaki bilgilerini(!) aktararak, kendi düşüncelerimizi ona tasdik ettirmeyi maalesef başarmışız. Ancak Muhammed(a.s)'ın gayb bilgisi Kur'an haricinde olmadığı yine ona Kur'an içinde vahyedilen ayetler ile gayb bilgisine sahip olduğu ayan beyan ayetlerde görülmektedir.

[003.044] Bu Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın.

[011.049] İşte bunlar, sana vahyile bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen bilirdin, ne de kavmin. O halde sabret, iyi sonuç Allah'tan korkanlarındır.

[012.102] İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin).

[028.044-46] Musa'ya o emri vahyettiğimiz sırada sen batı yönünde bulunmuyordun, olayı görenlerden de değildin.Ama biz nice nesiller var etmiştik. Sen, Medyen halkı arasında bulunup, onlara ayetlerimizi okumuyordun, fakat o haberleri sana gönderen Biziz. Sen, Musa'ya hitap ettiğimiz zaman Tur'un yanında da değildin. Senden önce kendilerine uyarıcı gelmeyen bir toplumu uyarman için, Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin; belki düşünürler.

Kerametleri müritlerinden menkul din baronları, tabiileri üzerindeki karizmalarını devam ettirmek için kendilerine bu tür bilgilerin verildiğini iddia ederler ki bu iddia tamamen iftira mahiyetindedir. Allah(c.c)'nin gaybını bile sadece Kur'an ayetleri haricinde açmadığı Elçisi'ne, açılmayan gayb bilgisinin kendilerine vahy yolu ile açıldığı iddiası, iddia sahiplerinin itikatlarında derin yaralar açar. Ayet içinde geçen "Razı olduğu Resuller"in istisna edilmesi istismara uğrayarak "Razı olduğu şeyhler"e dönüştürülmüş ve ortaya gayb bilgisine sahip olduğunu iddia eden bir sürü soytarı türemiştir.

Rivayet kitapların önemli yer tutan "Gaybî Hadisler"in tamamı uydurma kategorisine dahil olup, bu rivayetlerin bir çoğu fırka veya mezhepleri kötüleyici veya takdir edici olup, fırka mensuplarının indi düşüncelerini Muhammed (a.s) üzerinden temize çıkarmak veya karşı tarafı onun üzerinden mahkum etmek amacına matuftur.

Ayetin ikinci cümlesi olan "Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer." ayetini anlamak için yine Kur'anın diğer ayetlerine müracaat etmek gerekmektedir. "Gözetleyici" olarak ifade edilen durum, sadece elçiler için geçerli değildir. Bütün insanlar için geçerli olan bir durum olan ve "gözetleyiciler" tarafından her anının kayıt altına alındığı şeklindeki bilgiler Kur'anın diğer ayetlerinde mevcuttur.

[013.011] İnsanı önünden ve arkasından izleyen (melekler) vardır, onu Allah'ın emri ile gözetlerler. Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez. Allah, bir toplumun herhangi bir kötülüğe uğramasını dileyince, onu hiç kimse önleyemez. İnsanların Allah'dan başka hiçbir koruyucusu, kayırıcısı yoktur.

[050.016-8] And olsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz; Biz ona şah damarından daha yakınız. Onun sağında ve solunda yerleşmiş iki kayıtçı vardır. Ağzından çıkan bir tek söz olmaz ki yanında, bu iş için hazırlanmış gözcü olmasın, onun söylediğini ve yaptığını kaydetmiş olmasın.

[045.029] «Bu kitabımız gerçekten sizin aleyhinize konuşur. Biz yaptıklarınızı şüphesiz bir bir kaydediyorduk.»

[010.021] İnsanlara darlık geldikten sonra onlara bolluğu taddırdığımızda, hemen ayetlerimize dil uzatmağa kalkışırlar; onlara de ki: «Hile yapanın cezasını vermekte Allah daha çabuktur.» Elçi meleklerimiz kurduğunuz tuzakları hiç şüphesiz yazmaktadırlar.

[054.052] İnsanların yaptıkları her şey kitablarda kayıtlıdır.

[021.094] İnanmış olarak yararlı iş işleyenin ameli inkar edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.

[007.007] And olsun ki, yaptıklarını kendilerine bir bir anlatacağız, zira onlardan uzak değildik.

Bütün insanlar gibi Muhammed(a.s)'ın da yaşadığı hayat içinde yapmış oldukları kayıt  altına alınarak, hesap günü onun karşısına çıkacaktır.

Li ya’leme en kad eblegû rısâlâti rabbihim ve ehâta bimâ ledeyhim ve ahsâ kulle şey’in adedâ(adeden)

[072.028] Ki böylece onların (peygamberlerin), Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah) onların nezdinde olup bitenleri çepeçevre kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır (kaydetmiştir).

Elçilerin görevinin; Rablerinin onlara yüklediği "risalet" vazifesini tebliğ etmek olduğu birçok ayette beyan edilmiş ve bu vazifelerine hakkı ile riayet ettikleri haber verilmiştir. Bu durum önceki elçilerin ağızlarından şu şekilde aktarılmaktadır.

[007.062] (Nuh)«Size Rabbimin risâletlerini (dinine ait hükümleri) tebliğ ediyorum ve sizin için hayırhâh bulunuyorum ve ben Allah Teâlâ'dan sizin bilmediklerinizi biliyorum.»

[007.068] (Hud) «Size Rabbimin risâletlerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için bir emin öğüt vericiyim.»

[007.079] (Salih) Artık onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: «Ey kavmim! Ben size Rabbimin risâletini muhakkak ki, tebliğ ettim ve sizin için öğüt verdim. Velâkin siz hayırhâh olanları sevmezsiniz.»

[007.093] (Şuayb) O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: «Ey kavmim andolsun, size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, küfre sapan bir topluluğa karşı nasıl üzülebilirim?»

[033.039] Ki onlar (o peygamberler) Allah'ın risaletini tebliğ edenler, O'ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter.

[005.067] Ey Peygamber! Sana Rabbinden indirilmiş olanı tebliğ et. Ve eğer yapmaz isen O'nun risâletini tebliğ etmiş olmazsın. Ve Allah Teâlâ seni nâsdan korur. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ kâfir olan bir kavme hidâyet etmez.

Allah(c.c) sadece elçi kullarını değil, bütün kullarını çepeçevre kuşatarak onların bütün yaptıklarını saydığını diğer ayetlerde de beyan etmektedir.

[018.049] Amel defteri ortaya konunca, suçluların, onda yazılı olanlardan korktuklarını görürsün, «Vah bize, eyvah bize! Bu defter nasıl olmuş da küçük büyük bir şey bırakmadan hepsini saymış!» derler. İşlediklerini hazır bulurlar. Rabbin kimseye haksızlık etmez.

[019.093-94] Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahmân'a gelecektir.O, bunların hepsini kuşatmış ve sayılarını tesbit etmiştir.

[036.012] Gerçekten Biz Biziz, ölüleri diriltiriz; önden gönderdiklerim ve bıraktıktan eserleri kitaba geçiririz. Zaten herşeyi açık bir kütükte «İmam-ı Mübin» de de ihsa (sayıp tesbit) etmişizdir.

Sonuç olarak; CİN Suresi ayetlerini tefekkür etmeye çalıştığımız bu yazılarımızda öne çıkan vurgu diğer Kur'an surelerinde olduğu gibi tevhid ve şirk merkezli bir anlatımdır. Bu surede özellikle Mekkelilerin cinlere verdikleri değer ve cinlerin Mekkelileri şirke sürüklemesi göz önüne alınarak, onların lisanı üzerinden onlara tevhid çağrısı yapılmaktadır. Ayetlerin tarihsel arka planı böyle olmasına rağmen, tevhid çağrısının evrensel olması nedeniyle bu ayetler çağlar boyunca bizler için birer yol gösterici olacaktır.

Modernist düşünce sahiplerinin cin düşüncesi olan, cinlerin insan oldukları hatta bu suredeki cinlerin Yahudiler olduğu düşüncesi, kendi içinde şöyle bir çelişkiyi barındırmaktadır. Ayette Kur'an dinleyen cinlerden "Yahudiler" olarak bahsedilmemektedir. Peki "bu düşüncenin kaynağı nerede?" denilince, cevap olarak rivayetler ortaya konulmaktadır. Rivayetler konusunda dikkatli olan bir düşüncenin, bazı konularda rivayetlere sarılmış olmasının çelişkili bir durum olduğunu hatırlatmak isteriz. CİN Suresini okurken tartışılması gereken; cinlerin ne olduğu veya ne olmadığı değil, Kur'an'ın anlatım sanatı dahilinde vermek istediği mesaja odaklanmak gerektiğini bir kere daha hatırlatmak isteriz.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

24 Mart 2015 Salı

Cin s.İle İlgili Bir Tefekkür Çalışması :18-24. Ayetler

Bundan önceki üç yazımızda, CİN Suresi'ni 17. ayetine kadar tefekkür etmeye çalışmıştık. Bu yazımızda 18-24. ayetler arasını tefekkür etmeye çalışacağız.

Ve ennel mesâcide lillâhi fe lâ ted’û maallâhi ehadâ(ehaden).

[072.018] Şüphesiz mescidler, (yalnızca) Allah'a aittir. Öyleyse, Allah ile beraber başka hiç bir şeye (ve kimseye) dua etmeyin.

Bu ayet itikadımızı oluşturması gereken ayetlerden biri olup, daha iyi anlamak için "secde" ve "mescid" kelimelerin ifade ettiği anlamın ortaya konulmasında fayda vardır.

"Secde" kelimesi "öne eğilme, aşağı bükülme, kendini alçaltma, kibrini gururunu kırmak" anlamındadır. Terim anlamı olarak "Allah'a karşı kibirini ve gururunu kırarak O'na kulluk etmek" anlamındadır. Bu kelime sadece namaz içindeki rükunlardan birisi değildir. Namaz içinde yaptığımız secde günün belli bir vaktini kapsar ancak kul Allah'a karşı olan acziyetini hayatının her safhasında göstermek mecburiyetindedir. Kulun Allah'a karşı olan acziyetini her halinde göstererek O'na karşı kibirli bir tavır takınmadan, O'nun kendi hayatı için çizdiği kurallara riayet etmek, Allah'a secde etmek anlamındadır. Kul eğer hayatını Allah dışındakilerin çizdiği yola göre tayin ediyorsa, secdesini onlara yapıyor anlamına gelir ve bu durumun adı "şirk"tir.

"Mescid" kelimesi zaman ve mekan ismi olup "secde edilecek zaman ve mekan" anlamındadır. Bu kelime sadece namaz kılınan mekanları kapsayan bir kelime değildir. Zaman ismi olması nedeniyle "mescid" kelimesi "secde edilecek zaman" anlamı da taşır ki bu zaman ise kulun 24 saatini kapsar. Sadece üstü örtülü bir mekan anlamı verdiğimiz takdirde, bu kelime ile ifade edilmek istenen anlamı daraltmış olacağımız için, bu kelime kulun her anını kapsayan bir zamandır.

"Mescidlerin Allah'a ait olması"nın ne anlama gelebileceği, kelimenin bu tarifinden sonra daha kolay anlaşılacaktır. Mescid kelimesi kulun yaşadığı her anı kapsayan bir kelime olup, kul yaşadığı her an içinde Allah'tan başkasına secde etmemekle görevlidir. Bunun tersi bir durumun literatürdeki adı "şirk" olup, ayet içinde "Allah ile birlikte başka kimseye dua etmeyin" buyrularak böyle bir ortaklığın asla kabul görmeyeceği beyan edilmektedir. Bu emrin bir benzerini A'RAF 29 ayetinde de görmekteyiz.

[007.029] De ki: «Rabbim adaleti emretti. Her mescitte yüzleriniz doğru tutun ve O'na dininizde samimi olarak ibadet edin! Sizi ilkin O yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz.

Allah(c.c)'nin tek ilah olmasına dayalı bir sistem Kur'an'ın temel çağrısı olup, onun dışında ilahlar edinmek birçok ayette yasaklanmıştır.

[028.088] Allah'la beraber başka tanrı tutup tapma. O'ndan başka tanrı yoktur. O'ndan başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur, O'na döndürüleceksiniz.

[017.039] Bunlar Rabbinin sana bildirdiği hikmetlerdir. Sakın Allah'la beraber başka tanrı edinme. Yoksa yerilmiş ve kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.

[023.117] Kim Allah ile beraber ona ilişkin geçerli kesin bir kanıt (burhan) ı olmaksızın başka bir ilaha taparsa, artık onun hesabı Rabbinin katındadır. Şüphesiz küfredenler kurtuluşa eremezler.

[026.213] Sakın Allah ile beraber başka bir ilâha da dua etme. Sonra muazzep olanlardan olursun.

[027.060] Yoksa gökleri ve yeri yaratıp sizin için gökten bir su indiren mi? Biz, o su ile gözleri ve gönülleri açan bahçeler bitirmekteyiz. Siz onların bir ağacını bile bitiremezdiniz. Allah' la birlikle bir tanrı mı var? Hayır, onlar, sapıklığa giden bir topluluktur.

[050.026] O ki Allah'ın yanında başka ilâh edinmiştir. Haydi ikiniz birlikte onu şiddetli azaba atın.»

[051.051] Allah ile beraber başka bir ilah(ı ortak) kılmayın. Gerçekten ben sizi, O'ndan yana açıkça uyarıp-korkutmakta olanım.

Ve ennehu lemmâ kâme abdullâhi yedûhu kâdû yekûnûne aleyhi libedâ(libeden).

[072.019] Şu bir gerçek ki, Allah'ın kulu (olan Muhammed,) O'na dua (ibadet ve kulluk) için kalktığında, onlar (müşrikler,) neredeyse üzerine üşüşeceklerdi.

Bu ayeti anlamak için 18. ayete geri dönmek gerekmektedir. 18. ayette "Allah ile beraber başka birine dua etme" emrini hayatında pratize etmek için kalktığı zaman, Allah ile birlikte başka ilahlar edinmiş olanlar buna karşı çıkmaktadırlar. Tarih boyunca "müşrik" vasfını taşıyan insanların öne çıkan şirkleri "Allah ile beraber başka ilahlar" edinmiş olmalarıdır. Şirkin bu türü bugün dahi kendisini Müslüman olarak bilen insanların bir çoğunda mevcuttur.

[068.051] O inkâr edenler Zikr'i (Kur'an'ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devirivereceklerdi. Hâla da (kin ve hasetlerinden:) «Hiç şüphe yok o bir mecnundur» derler.

[022.072] Onlara ayetlerimiz apaçık olarak okunduğu zaman, inkar edenlerin yüzlerinden inkarlarını anlarsın. Nerdeyse, kendilerine ayetlerimizi okuyanlara saldıracaklar. De ki: «Size bundan daha fenasını haber vereyim mi? Allah'ın inkarcılara vadettiği ateş! Ne kötü bir dönüştür!..

[038.005] İlâhları hep bir ilâh mı kılmış? Bu cidden şaşılacak bir şey: çok tuhaf. Onlardan ileri gelenler; «yürüyün, tanrılarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen şüphesiz budur.»

[025.041] Seni gördükleri zaman, «Allah'ın gönderdiği elçi bu mudur?» diye alaya almaktan başka birşey yapmazlar. "Eğer biz ilahlarımıza ısrarla bağlılığımızı sürdürmeseydik, az kalsın bu adam bizi onlardan vazgeçirecekti" derler. Yakında azabımızı gördüklerinde kimin yolunun sapık olduğunu öğreneceklerdir.

[071.023] Sakın ilahlarınızı bırakmayın; ne Vedd'i ne Suva'ı, ne Yağus'u, ne Yeuk'u ve ne de Nesr'i dediler.

Kul innemâ ed’û rabbî ve lâ uşriku bihî ehadâ(ehaden).

[072.020] De ki: «Ben ancak Rabbime dua eder ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmam»

Surenin 2. ayetine göz attığımız zaman, 20. ayet ilgili olduğu görülecektir. Mekkelilerin değer verdikleri cinlerin ağzından, onların artık şirki terkettikleri ve tevhide döndükleri 2. ayet içinde görülmektedir. Mekkelilerin aynı duruma gelmeleri için gereken şeyin Muhammed(a.s)'a vahyedilene ve ona uymak olduğunu görmekteyiz.

Bütün elçilerin ortak çağrısı olan tek bir ilaha kulluk etmeyi, elçiler önce kendi hayatlarında pratize ederek "Müslümanların ilki" olmuşlar ve sonra muhataplarına tebliğ etmişlerdir. 19. ayette örneği görüldüğü üzere, bütün elçilere "Müstekbir" ve "Mele" kelimeleri ile ifade edilen "o kavmin mal ve servet sahipleri"ne karşı çıkarak kontrolun ellerinden gitmemesi için var güçleri ile gayret etmişlerdir. Müstekbirlerin bu gayretlerine karşı elçiler ve beraberindekiler yılmamış, onlar da canlarını ve mallarını ortaya koyarak onlara karşı çıkmışlardır. 20. ayet başındaki "kul" (de ki) emri sadece söz ile ifade edilmesi gereken eylemi değil, pratik hayat içinde yaşanarak Allah(c.c)'den başkasına dua etmemek ve ona hiç bir şeyi şirk koşmamak doğrultusunda bir hayat sürmeyi emretmektedir. Bu tür emirler Kur'an'ın pek çok ayetine yayılarak hatırdan çıkarılmaması amaçlanmıştır.

[018.110] De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. (Şu var ki) bana, İlâh'ınızın, sadece bir İlâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.

[033.039] Onlar ki Allahın risaletlerini tebliğ ederler ve ondan korkarlar, Allahdan başka kimseden korkmazlardı, hisaba alacak da Allah yeter

[013.036] Kendilerine kitap verdiklerimiz, sana indirilenden memnun olurlar. Karşı guruplar içinde ise, onun bir kısmını inkar edenler vardır. De ki: «Ben ancak Allah'a kulluk etmekle ve O'na asla ortak koşmamakla emrolundum. Hepinizi ancak O'na çağırıyorum ve dönüşüm O'nadır.»

[109.001-2] (Resûlüm!) De ki: Ey kâfirler! Ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmam.

[010.104] De ki: «Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz bilin ki ben Allah'tan başka taptıklarınıza tapmam. Ancak, sizi öldürecek olan Allah'a kulluk ederim. İnananlardan olmakla emrolundum.»

[039.014] De ki: «Ben, dinimi Allah'a halis kılarak O'na kulluk ederim;

[039.064] De ki: «Ey cahiller! Bana, Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emredersiniz?»

Kul innî lâ emliku lekum darren ve lâ reşedâ(reşeden).

[072.021] De ki: «Doğrusu ben, sizin için ne bir zarar, ne de bir yarar (irşad) sağlayabilirim.»

Kur'an'ın değişik surelerine yayılmış olan diğer ayetleri birlikte okuyarak konunun anlaşılmasını kolaylaştıralım.

[007.188] De ki: «Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Görülmeyeni bileydim, daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük de gelmezdi. Ben sadece, inanan bir milleti uyaran ve müjdeleyen bir peygamberim.»

[010.049] De ki: «Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Her ümmet için bir süre vardır; süreleri sona erince bir saat bile geciktirilmezler ve öne de alınmazlar.»

[005.076] «Size zarar da fayda da veremeyecek, Allah'tan başka birine mi kulluk ediyorsunuz?» de. Allah hem işitir, hem bilir.

[013.016] De ki: «Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?», «Allah'tır» de. «Onu bırakıp, kendilerine bir fayda ve zararı olmayan dostlar mı edindiniz?» de. «Kör ile gören bir olur mu? Veya karanlıkla aydınlık bir midir?» de. Yoksa Allah'a, Allah gibi yaratması olan ortaklar buldular da, yaratmaları birbirine mi benzettiler? De ki: «Her şeyi yaratan Allah'tır. O, her şeye üstün gelen tek Tanrı'dır.»

[020.089] Onlar görmüyorlar mıydı ki, o buzağı, kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara ne bir zarar, ne de bir yarar vermeye sahip bulunamıyordu.

[025.003] Müşrikler Allah'ı bir yana bırakarak hiç bir şey yaratamayan kendileri birer yaratık olan, kendilerine ne zarar ve ne de fayda dokunduramayan; öldürmeye, yaşatmaya ve yeniden diriltmeye güçleri yetmeyen ilahlar edindiler.

"Fayda veya zarar vermek" olarak ifade edilen; ilah olmanın gereklerinden birisi olup, Allah(c.c)'nin dışında hiçbir varlığın böyle bir gücü olmadığı vurgulanmaktadır. Müşriklerin Allah(c.c) dışında kulluk ettikleri varlıkların "fayda veya zarar verme gücü" gibi bir şeye sahip olmadıkları vurgulanarak, gerçek ilahın insanlara bunları veren olduğu hatırlatılmaktadır. Gelecek olan ayetler Muhammed(a.s)'ın görev ve yetki sınırlarını çizen ayetlerle siyak sibak içinde okunduğunda, onun beşer bir Elçi olduğu, görevinin sadece tebliğ olduğu, bunun dışında herhangi bir yetkiye ve güce sahip olmadığı hatırlatılmaktadır.

Bu ayetler; Müslümanların geleneksel Peygamber algısını yeniden sorgulanması gerektiğini vurgulayan ayetlerdendir. Beşer olması nedeniyle Mekkeliler tarafından yadırganan Muhammed(a.s), ona iman ettiğini iddia edenler tarafından dolaylı olarak onun beşer oluşu yadırganmakta ve yarı ilah durumuna çıkarılma düşüncelerinin ne kadar yanlış olduğu onun dilinden söyletilerek red edilmektedir.

Kul innî len yucîrenî minallâhi ehadun ve len ecide min dûnihî multehadâ(multehaden).

[072.022] De ki: «Şüphe yok, beni Allah'tan hiç bir kimse elbette koruyamaz ve ben O'ndan başka bir sığınacak bulamam.»

Her şeyin üzerinde tek güç sahibi olanın sadece Allah(c.c) olduğu hatırlatılarak, eğer O bir kuluna hayır veya şer dilerse bunun önüne kimsenin geçemeyeceği, kul sığınılacak merci olarak O'ndan başka birini bulamayacağı, şayet başka birinden böyle bir beklentisi olursa bunun adının "şirk" olduğu yine hatırlatılmaktadır. Bu konuda birkaç ayet örneği ile konunun anlaşılması kolaylaşacaktır.

[018.027] Rabbinin Kitap'ından sana vahyolunanı oku; O'nun sözlerini değiştirecek yoktur. O'ndan başka bir sığınılacak da bulamazsın.

Bu ayet, geleneksel düşünce içindeki "şefaat" algısının ne kadar yanlış olduğunu gözler önüne sermesi bakımından önemli bir ayettir. Cehennem'i hak etmiş birisi için Muhammed(a.s)'ın veya başka birilerinin Allah'tan ricacı olmaları şeklinde gerçekleşeceği iddia edilen bu düşünceyi red eden pek çok ayet olmasına karşın yeri geldiği için kısaca değinmek istedik.

İllâ belâgan minallâhi ve risâlâtih(risâlâtihî), ve men ya’sıllâhe ve resûlehu fe inne lehu nâre cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden).

[072.023] (Benim vazifem); ancak Allah katından olanı ve O'nun risaletlerini tebliğ etmektir. Kim, Allah'a ve Rasulüne isyan ederse; muhakkak ki onun için, cehennem ateşi vardır. Orada ebediyyen kalacaklardır.

Bu ayette, birçok ayette olduğu gibi Elçi'nin görev ve yetki sınırlarının belirlendiğini görmekteyiz. Bu belirleme bizler için de geçerlidir. Şöyle ki; karşımızdaki herhangi birisine, doğru olduğunu düşündüğümüz bir mesele hakkında bilgi vermeye çalışırken, o kişinin olumlu tepki vermemesi, bizim ona karşı sert, incitici, dışlayıcı bir tavır takınmamazı gerektirmez. Biz sadece ona anlatmakla yükümlü olup, kabul edip veya etmemek karşıdaki kişinin iradesine kalmıştır. Zorlayıcı bir tavır içine girerek kimseye iman ettirmek mümkün değildir. Tebliğ ile ilgili metodların zikredildiği bir kaç ayet örneği verdiğimizde konu daha kolay anlaşılacaktır.

[002.119] Doğrusu Biz, seni hak ile, müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir. Sen, cehennemliklerden sorumlu tutulmayacaksın.

[017.105] Kuran'ı ancak hak olarak indirdik ve o da indiği gibi hak olarak kaldı. Seni de yalnız müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.

[017.054] Rabbiniz sizi daha iyi bilir. Dilerse size merhamet eder veya dilerse size azabeder. Biz seni onlara vekil olarak göndermedik.

[050.045] Onların dediklerini Biz biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; söz verdiğim günden korkanlara Kuran'la öğüt ver.

[080.005-7]  Kendini (sana) muhtaç görmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun. Oysa ki onun temizlenip arınmasından sen sorumlu değilsin.

[026.003-4] İnanmıyorlar diye nerdeyse kendini mahvedeceksin.Dilersek, onlara gökten bir ayet indiririz de ona boyunları eğik kalır.

Hattâ izâ reev mâ yûadûne fe se ya’lemûne men ad’afu nâsıren ve ekallu adedâ(adeden).

[072.024] Sonunda, kendilerine söz verileni gördükleri zaman, kimin yardımcısının daha güçsüz ve sayısının daha az olduğunu bileceklerdir.

Bu ayeti anlamak için, müşriklerin diğer ayetlerde gördüğümüz mal, servet ve evlat sahibi olmaları nedeniyle kendilerini güçlü zannettikleri ayetleri okumamız gerekmektedir.

[068.014-15] Mal (servet) ve çocuklar sahibi oldu diye, Ayetlerimiz ona okunduğu zaman: «Öncekilerin masalları» der.

[023.055-6] Kendilerine verdiğimiz servet ve evlatlarla iyiliklerine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller!

[074.013-5] Ve yanında hazır oğullar (verdim). Ve onun için bir döşemekle döşeyiverdim. Sonra da arttırayım diye tamahkar bulunuyor.

[018.039] «Bağına girdiğin zaman, 'Maşallah, Allah'tan başka kuvvet yoktur' demen gerekmez miydi? Eğer beni mal ve çocuk bakımından senden daha az (güçte) görüyorsan.»

[071.021] Nuh dedi ki: «Ey Rabbim! biliyorsun onlar, bana isyan ettiler, malı ve çocuğu kendisine hasardan başka birşey arttırmayan kimsenin ardınca gittiler.

[102.001] (Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi 'tutkuyla oyalayıp kendinizden geçirdi.

Mal, servet ve evlat sahibi oldum diye Allah'a karşı efelenenlerin, hesap günü düşecekleri durum yine aynı Kitap'ın içindeki ayetlerde beyan edilmiştir.

[070.011-4] Onlar birbirlerine yalnız gösterilirler. Suçlu kimse o günün azabından kurtulmak için oğullarını, ailesini, kardeşini, kendisini barındırmış olan sülalesini ve yeryüzünde bulunan herkesi feda etmek ve böylece kendisini kurtarmak ister.

[080.034-6] İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden ve babasından, eşinden ve evlatlarından bile kaçar.

[026.087-9] «Ve (nâsın) kabirlerden diriltilip kaldırılacakları gün beni zelil etme. O gün, ne mal fayda verir, ve ne de oğullar. Ancak Allah'a selim bir kalp ile varan kimse müstesna.»

[092.011] O kimse ölüp ateşe yuvarlandığı zaman, malı ona fayda vermez.

[111.002] Malı da, kazandıkları da kendisine bir yarar sağlamadı.

[031.033] Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın oğlu, oğulun da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden korkun. Allah'ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Allah'ın affına güvendirerek şeytan sizi ayartmasın.

CİN Suresi 18-24. ayetlerini ele almaya çalıştığımız bu yazımızda, surenin 25-28. Ayetlerinin gelecek yazımızda ele almaya çalışacağız.

--Devam edecek--

23 Mart 2015 Pazartesi

Cin s. İle İlgili Bir Tefekkür Çalışması : 8-17 Ayetler


Bundan önceki iki yazımızda CİN Suresi'ne giriş ve 1-7. ayetler arasını tefekkür etmeye çalışmıştık. Bu yazımızda 8-17. ayetler arasını tefekkür etmeye gayret edeceğiz.

Ve ennâ le mesnes semâe fe vecednâhâ muliet haresen şedîden ve şuhubâ(şuhuben).

[072.008] «Doğrusu biz göğü yokladık; onu sert bekçiler ve kayan ateşlerle (ışınlarla) doldurulmuş bulduk.»

Ve ennâ kunnâ nak’udu minhâ mekâıde lis sem’i fe men yestemiıl âne yecid lehu şihâben rasadâ(rasaden).

[072.009] «Doğrusu biz, göğün dinleyebileceğimiz bir yerinde otururduk; ama şimdi kim dinleyecek olsa, kendisini gözleyen bir ateş (ışın) buluyor.»

Bu iki ayeti anlayabilmek için yine Kur'an'a müracat ederek ilgili ayetleri alt alta koymak gerekmektedir.

[015.016-18] And olsun ki, gökte burçlar meydana getirdik, onları bakanlar için donattık. Onları, taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan koruduk. Ancak o ki, kulak hırsızlık etmiş olur. Artık onu da apaçık bir ateş parçası takip eder.

[037.006-10] Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Ve itaatten çıkmış her azgın şeytandan koruduk; Onlar, artık mele-i a'lâ'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar. Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azap vardır. Ancak bir çalıp çarpan müstesna. Ona da hemen bir parça ateş parçası ulaşıverir.

[067.005] And olsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onları şeytanlar için taşlamalar yaptık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.

Yukarıda verdiğimiz ayet meallerinde teşbihi bir anlatım metodu ile vahyin geliş yolunun gayet güvenli olduğu, yolda herhangi bir eşkiya veya gasıp saldırısına maruz kalmadan emin bir şekilde yerine ulaştığı anlatılmaktadır.

Vahiy bilindiği üzere Allah(c.c) > Vahiy Meleği > Muhammed(a.s) şeklinde bir yol takibi ile bizlere ulaşmıştır. Allah(c.c)'nin "melek elçi"ye verdiği vahyin, yolda herhangi bir eşkiya saldırısına uğramadan, yani cin veya şeytanların ilave veya katmalarına maruz kalmadan, emin bir şekilde sahibine ulaşmakta olduğunu bu ayetlerden öğrenmekteyiz. 8. ve 9. ayetler vahyin ve Elçi'nin güvenlik yönünden hiçbir şekilde vahye gölge düşürecek eylemlere maruz kalmadığını, onların böyle bir eyleme güç yetiremeyeceğini yine cinlerin lisanı üzerinden beyan etmektedir.

9. ayeti okuduğumuz zaman, sanki cinlerin şimdi yapamadıkları bir şeyi önceden yapıyorlarmış gibi bir algı oluşmaktadır. Bu ayeti, vahyin nazil olma süreci ile ilgili olarak düşündüğümüz zaman kafada bu tür bir soru oluşmasına gerek kalmayacaktır.

Bu bağlamda müşriklerin sünneti olarak ifade edebileceğimiz ve bütün elçiler için yaptıkları "mecnun" (cinlenmiş) suçlamalarını ele almakta fayda vardır. Mekke'li müşriklerin yaşantılarında önemli rol oynayan kahinler, cinlerle irtibat kurarak gaybdan haber aldıklarını iddia ederlerdi. Muhammed(a.s)'ın okuduğu vahiy sebebi ile ona cinlenmiş suçlamaları yapılarak, okuduklarının cinler tarafından ona ilham edildiği iddia edilmiştir.

[026.027] (Fir'avun da) «Dedi ki: «Size gönderilmiş olan resûIünüz, şüphe yok ki elbette bir mecnûndur.»

[015.006] Bir de ey o kendisine zikr indirilmiş olan, dediler: mutlaka sen mecnunsun!

[037.036] Ve «hiç biz mecnun şâır için ilâhlarımızı bırakır mıyız?» diyorlardı

[051.052] İşte böyle; onlardan öncekiler de herhangi bir peygamber gelmeyiversin, mutlaka onlar da: «Büyücü veya cinlenmiş» demişlerdir.

Ona yüklenen mecnunluk iddiaları Allah(c.c) tarafından red edilerek, vahyin böyle bir şeyin eseri olmadığı ve tamamen Allah(c.c)'nin korumasında olduğu beyan edilmiştir.

[052.029] O halde anlatıp öğüt vermeye devam et; çünkü sen, Rabbinin nimeti hakkı için, ne kahinsin ne de mecnun!

[068.002] Sen, Rabbinin nimetiyle bir mecnun değilsin.

[081.022] Arkadaşınız (Muhammed) de mecnun değildir.

8.ve 9. ayetlerde yine cinlerin lisanından, vahyin izlediği yol üzerinde onların hiçbir şekilde müdahale imkanları olmadığı, vahyin emin bir şekilde yerine ulaştığı, vahiy inen "beşer elçi"ye karşı onların hiç bir müdahaleleri olmadığı söylenmektedir.

Ve ennâ lâ nedrî eşerrun urîde bi men fîl ardı em erâde bi him rabbuhum reşedâ(reşeden).

[072.010] «Yeryüzünde olanlara şer mi murad edildi, yahut Rableri onlara rüşd mü dilemiştir, doğrusu biz bilemeyiz.»

Gaybı öğrenme isteği, insanın öteden beri var olan bir hastalığıdır. Bu hastalıklarını iyi bilen cin tayfası, onları kendilerine bağlamak için gaybdan haber verdiklerini iddia ederek onları saptırmışlardır. Kendi lisanları üzerinden onların böyle bir bilgiye sahip olmadıkları haber verilerek, bu tür bilgilerin sadece yalan haber olduğu vurgusu yapılmaktadır. Surenin 26. ayetinde gayb bilgisinin sadece Allah katında olduğu ve bu bilgiyi vereceği insanların sadece elçileri olduğu beyan edilerek, kim olursa olsun "Bende gaybi bilgi var" şeklindeki iddiaların ancak yalan bilgiden ibaret olduğunun bilinmesi gerektiği haber verilmektedir. SEBE 14 ayetinde de aynı vurgu yapılarak cinlerin gaybı bilmesi gibi bir durumlarının söz konusu olmadığı haber verilmektedir.

[034.014] Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.

Rabbimiz bütün yarattıkları için "rüşd" yoluna gitmelerini diler ancak bu dilemesi kullarını zorlayıcı bir durum arz etmez. Kullarını kendi iradeleri doğrultusunda yapmış oldukları, "rüşd" veya "ğayy" yolundan hangisini seçerlerse bu yolda yürümelerini sağlar. Hangi yolu seçerlerse, ona göre karşılığını alırlar. Yaratılmışlardan hiçbir kimse gelecek ile ilgili olarak herhangi bir bilgiye asla sahip olamaz. Gayb konusunu surenin 26. ayetinde daha geniş ele almaya çalışacağız.

Ve ennâ minnes sâlihûne ve minnâ dûne zâlik(zâlike), kunnâ tarâika kıdedâ(kıdeden). 

[072.011] «Gerçek şu ki, bizden salih olanlar da vardır ve bizden bunun dışında (ya da aşağısında) olanlar da. Biz türlü türlü yolların fırkaları olmuşuz.»

Bu ayette; cinlerin de tıpkı insanlar gibi fırka fırka olduğu, Mekkeliler'i şirke sürükleyen cinlerin salih olmayanlar olduğu hatırlatması yapılmaktadır. Mekkeliler'e hitaben, "Sizlerin tabi olduğunuz cinler, salih olmayan fırka mensupları olup sizi ancak cehenneme çağırmaktan başka şey yapmazlar" mesajı vermektedirler.

Ve ennâ zanennâ en len nu’cizallâhe fîl ardı ve len nu’cizehu herebâ(hereben).

[072.012] «Biz şüphesiz, Allah'ı yeryüzünde asla aciz bırakamayacağımızı, kaçmak suretiyle de onu hiç bir şekilde aciz bırakamayacağımızı anladık.»

Allah(c.c)'nin dinini inkar ederek başka yollara tabi olanlara vaadedilen cezanın süreye bağlanmış olması, müşrikler nazarında bu azap sözünün yalan olduğu gibi bir düşünce oluşmasına sebep olmuştur. Allah(c.c) bir kulunun günahı işlediği anda cezasını verseydi, kulun tevbe ederek geri dönme imkanı kalmazdı. Allah(c.c)'nin kullarına böyle bir zaman tanıması onların hayrına olup, onun böyle bir acziyet içinde olmadığı birçok ayette beyan edilmiştir.

[008.059] İnkar edenler, asla öne geçtiklerini sanmasınlar, çünkü onlar bizi aciz bırakamayacaklardır.

[006.134] Size vadedilen, mutlaka yerine gelecektir; siz O'nu aciz kılamazsınız.

RAHMAN 33 ayetinde ise O'nun mülk sınırlarından başka bir mülk sınırına geçmek gibi bir şansımız olmadığı hatırlatılarak, kaçarak kurtulmak gibi bir durumun asla olmadığı hatırlatılmaktadır.

[055.033] Ey cin ve insan topluluğu; göklerin ve yerin çevresinden geçip gitmeye gücünüz yetiyorsa geçip gidin. Ama üstün bir güç olmadan geçemezsiniz.

Ve ennâ lemmâ semi’nel hudâ âmennâ bih(bihî), fe men yu’min bi rabbihî fe lâ yehâfu bahsen ve lâ rehekâ(rehekan).

[072.013] Doğrusu biz, o hidayeti (Kur'an'ı) işitince ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse, artık ne bir (ecrinin) eksikliğe uğratılmasından ne de haksızlık edilmesinden korkar.

Kur'an'ı işittikleri zaman inkarcı bir tavır takınanlar ile ilgili ayetleri hatırladığımız zaman, bu ayetin mesajı daha kolay anlaşılacaktır.

[008.031] Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman, «İşittik, işittik! İstesek biz de aynını söyleyebiliriz; bu sadece eskilerin masallarıdır» derlerdi.

[008.021] Ve: «Biz işittik» dedikleri halde, gerçekte işitmeyenler gibi olmayın;

[068.015] Ayetlerimiz ona okunduğu zaman: «Öncekilerin masalları» der.

Halbuki Kur'an işitildiği zaman verilmesi gereken böyle bir tepki değil, aşağıdaki ayetlerde gördüğümüz tepkiler olmalıydı.

[005.083] Resûle indirileni duydukları zaman, tanış çıktıkları gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Derler ki: «Rabbimiz! İman ettik, bizi (hakka) şahit olanlarla beraber yaz.»

[032.015] Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler.

[025.073] Kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.

[017.107] De ki: Siz ona ister inanın, ister inanmayın; şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o (Kur'an) okununca, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar.

Amellerin eksiltme veya haksızlık yapılmadan karşılığının verilmesi iman edenler veya etmeyenler için aynıdır. Dünya hayatında işlenen bütün amellerin karşılığının nasıl ödeneceği ile ilgili ayetlerden birkaç örnek okuduğumuzda bunu görebiliriz.

[020.112] İnanmış olarak, yararlı işler işleyen kimse, haksızlıktan ve hakkının yeneceğinden korkmaz.

[099.7-8] Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.

[004.040] Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz, zerre kadar iyilik olsa onu kat kat arttırır ve yapana büyük ecir verir.

[021.047] Kıyamet günü doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak Biz yeteriz.

[031.016] Lokman: «Ey oğulcuğum! İşlediğin şey, bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, Allah onu getirip meydana kor. Doğrusu Allah Latif'tir, haberdardır».

Ve ennâ minnel muslimûne ve minnel kâsitûn(kâsitûne), fe men esleme fe ulâike teharrev reşedâ(reşeden).

[072.014] «Ve elbette bizden Müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte (Allah'a) teslim olanlar, artık onlar 'gerçeği ve doğruyu' araştırıp-bulanlardır.»

Ayette "el-muslimûne" ve "el-kasitûne" olarak isimlendirilen iki gruptan bahsedilmektedir. "el-kasitûne" olarak bahsedilen grubu anlamak için, surenin 4. ayetine geri dönmemiz gerekmektedir. 4. ayet içinde geçen "şetaten" kelimesi "zalimce, haksızca, adaletsizce,
zorbaca davranış" anlamındadır. 14. ayet içindeki "kasitun" kelimesi "haksızca, zorbaca, adaletsizce davranış" demek olup bu şekil davrananların adı "el-kasitun"dur. "el-muslimun" kelimesi ise bunun karşıtı olarak kullanıldığına göre, "el-kasitun"dan olmayı gerektirecek davranışların tersini yapanların adı "el-muslimun"dur.

Ayette "rüşd" yolunun nereden geçtiği de beyan edilmektedir. "Rüşd" kelimesi "insanın bozuk ve fasid bir inanıştan dolayı cahilce hareket etmesi" anlamına gelen "ğayye" kelimesinin zıddı bir kelime olup, "hidayet" kelimesi ile aynı anlamdadır. "Hidayet" kelimesi "bir kimseye doğru yolu tutmasına takip etmesine vesile olmak" anlamında olup, "dış ve iç afetlerden, belalardan, dertlerden uzak olmak" anlamına gelen "esleme" kelimesi ile bunları birleştirecek olursak; cahilce bir inançtan sakınıp doğru bir yol üzerinde yürümenin tek çaresi Allaha teslim olmak yani "müslim"lerden olmaktır.

Ve emmel kâsitûne fe kânû li cehenneme hatabâ(hataban).

[072.015] Zulmedenler ise, onlar da cehennem için odun olmuşlardır.

Doğru yolun tersi istikametinde gidenlerin alacağı karşılık birçok yerde beyan edildiği gibi burada da beyan edilmektedir.

[002.024] Yapamazsanız --ki yapamayacaksınız-- o takdirde, inkar edenler için hazırlanan ve yakıtı insanlarla taş olan ateşten sakının.

[066.006] Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır. Onun başında gayet katı, şiddetli, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildikleri şeyi yapan melekler vardır.

Ve en levistekâmû alet tarîkati le eskaynâhum mâen gadekâ(gadekan).

[072.016] Onlar gerçekten o yol üzere dosdoğru gitselerdi, elbette kendilerini bol bir su ile suvarırdık.

Ayet içinde geçen "tarikat" kelimesi "ayaklarla 'tark tark tark' diye vurularak gidilen yol" anlamında bir kelime olup, terim olarak "kişinin doğru veya yanlış bir fiili işlerken tuttuğu yol" anlamındadır.

"İstikamet" kelimesi ise "doğru bir çizgi üzerinde olan yol"la ilgili bir kelime olup "doğru bir yolda yürüyenlere bol su verilmesi ne anlama gelir?" sorusunun cevabı olarak şunları söylemek mümkündür.

Kişinin istikamet üzere bir yol üzerinde gitmiş olması, herhangi bir yanlış yola sapmaması anlamına gelir. Böylece bu yol üzerinde gitmeyi hayatının her safhasında uygulama alanına geçirmesi sonucunda yanlış kararlar vermez ve bu doğru kararlar ile yürüdüğü yolda her bakımdan başarı kazanır. Bu başarısı dünya hayatında ona hem dünyevi, hem uhrevi bakımdan kazanç getirir.

Li neftinehum fîh(fîhi), ve men yu’rıd an zikri rabbihî yeslukhu azâben saadâ(saaden).

[072.017] Bu nimetimiz onları imtihan etmek içindir. Kim Rabbini hatırlamaktan yüz çevirirse Allah onu git gide artan çetin bir azaba sokar.

Ayet içinde geçen "fitne" kelimesi "altının kaç ayar olduğunun belirlenmesi için ateşe sokulması" anlamında olup terim anlamı olarak "insanın kaç ayar olduğunun belirlenmesi için bir takım denemelere tabi tutulması" anlamındadır.

Bir çok ayette insanın yaşadığı hayat içinde başına gelen her türlü olayın "imtihan" olgusu dahilinde değerlendirilmesi gerektiği, dünya hayatında bu imtihanı başarı ile geçenlerin Ahiret hayatında mutlu bir hayat süreceklerini Rabbimiz vâdetmiştir. Kişi, elinde olan mal ve servetin bir imtihan olduğu bilincinde olarak doğru bir yol üzerinden sapmadığı müddetçe alacağı karşılık yine bir çok ayette beyan edilmiştir.

[002.155] Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.

[057.020] Bilin ki, dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Bu, yağmurun bitirdiği, ekicilerin de hoşuna giden bir bitkiye benzer; sonra kurur, sapsarı olduğu görülür, sonra çerçöp olur. Ahirette çetin azap da vardır. Allah'ın hoşnudluğu ve bağışlaması da vardır; dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçinmedir.

[006.032] Dünya hayatı sadece oyun ve oyalanmadır; ahiret yurdu, sakınanlar için daha iyidir. Düşünmüyor musunuz?

[047.036] Doğrusu dünya hayatı oyun ve oyalanmadır. Eğer inanır ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, O, size ecirlerinizi verir; O, sizin mallarınızı tamamen sarfetmenizi istemez.

CİN Suresi 8-17. ayetlerini ele almaya çalıştığımız yazımızın devamı olan 18-28. ayetleri arasını gelecek yazımızda ele almaya gayret edeceğiz.

--Devam edecek--