28 Şubat 2016 Pazar

DUA KİTAPLARI : İnsanların Umutlarını Sömüren Ahlaksızların Sömürü Aracı

"Dua" ; "sözlükte "Çağırmak" anlamına gelen bir fiilden türeyen , ıstılahta "Kulun Rabbine olan hacetini sözlü olarak dile getirmesi" anlamına gelen bir kelimedir. 

[002.186] Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.

Kur'an içindeki bir çok ayet , Rabbimizin Bakara s. 186. ayetinde beyan etmiş olduğu, dualara karşılık verme sözünün yerine getirilmiş halini, bize canlı örnekleri ile sunarak , Rabbimizin vermiş olduğu bu sözün asla yalan olmadığını göstermektedir.

Ancak burada hatırdan çıkarılmaması gereken bir nokta vardır; Allah (c.c), kullarının dualarına karşılık vermesini şarta bağlamış , bu şartı ise, ona dua eden kulların bu karşılığı hak edecek ameller yapmasıdır. Kur'anda geçen duaya icabet örneklerinin tamamı , ancak bu şartı yerine getirmiş olanların dualarının kabul edildiğini göstermektedir. 

Ancak ne var ki biz bu günkü Müslümanlar , bu şartı göz ardı eden bir tutum içine girerek , isteğimizi sadece söze döküp , bu isteği fiil olarak göstermediğimiz için dualar karşılık bulmamaktadır. Biz Müslümanların bu hazırcılığını ranta çevirmek isteyen kendisini uyanık zanneden din tüccarları, bu durumu  istismar ederek, dua kitapları pazarlama şebekeleri kurmuşlar ve bu işi para kazanma vesilesi haline getirmişlerdir.

Yazımızın konusu , duaların nasıl kabul olunacağı hakkında değil , dua üzerinden yapılan bazı istismarları ele almaya çalışmak , ve bu yolla insanların umutlarını rant aracı haline getirerek , onları maddi ve manevi olarak sömürmeye çalışan din tüccarlarının yapmaya çalıştıkları ahlaksızlıklar hakkında bazı hatırlatmalar çerçevesinde olacaktır.

İnsanların dini duygularını istismar ederek, onlar üzerinden maddi ve manevi güç sahibi olmaya çalışmak, insanlık tarihinin kadim sorunlarından bir tanesidir. Maddi ve manevi olarak insanlar üzerinde söz sahibi olmak isteyenler , onların bu duygularını kullanarak dini, dünyevi bir kazanç kapısı haline getirmişlerdir. 

Bu durumu, biz Müslümanlar cephesinde değerlendirerek , günümüzde yapılan bir istismar şeklini, dua kavramının paraya çevrilerek , bunun üzerinde maddi kazanç elde etme çalışmalarının bir ürünü olan "Dua Kitapları" nın nasıl bir ahlaksızlık ürünü olduğu üzerinde durmaya çalışacağız.

Kitle iletişim araçlarının gelişimi ile, insanlar arasında yapılan ticaret , bu araçların kullanımı ile daha geniş boyutlara ulaşmıştır. İnternet ve televizyon gibi araçlar ile , bir çok ürün daha kolay bir biçimde alıcıya ulaşmaktadır. Bu araçlar, dini ticaret metaı haline getirmek isteyen bir takım kimseler tarafından da kullanılarak , kitap , sağlık ürünleri , dini araç gereçler , muskalar , kolyeler , cevşenler v.s gibi ürünler çeşitli yayın organları vasıtası ile insanlara ulaştırılmaktadır.

Dini ticaret metaı haline getirmiş bu tüccarların , para kazanma yöntemlerinden bir tanesi, dua kitapları yolu ile yapılmaktadır. Piyasada "Büyük Dua Kitabı" , "Sırlı Dualar" , "Arşı titreten dualar" , "Şifalı Dualar" , "Erbaini İdrisiyye Duası" , "Tılsımlı Dualar" v.s gibi bir çok isim altında satılan bu kitaplara baktığımızda , insanların umutlarını sömürmek temeli üzerine kurulu bir rant imparatorluğunun olduğuna  şahit olmaktayız. 

Sattıkları kitabın içindeki dualar ile isteklerinin anında kabul edildiği yalanlarını halka yutturmak için şebekelerine mensup bazı insanları konuşturarak , bu kitaplara rağbet ettirmeyi amaçlayan bu ahlaksız tüccarlar , bu kitaplardaki duaları sanki sihirli değnek gibi sunarak , insanların umutlarını , hastalıklarını , işsizliklerini , ailevi sorunlarını , fakirliklerini sömürerek kasalarını doldurmaya çalışmaktadırlar.

Bu noktada, sözümüz bu kitapları satanlara olmayıp , bu kitaplardan medet uman kişilere bir kaç hatırlatmamız olacaktır ; Sizler bu kitaplardaki duaları okuyarak , hacetinizin en kısa zamanda kabul olunacağını eğer zannediyor iseniz, büyük bir yanılgı içindesiniz demektir. Bu dualar kesinlikle sihirli bir değnek değildir. Böyle bir düşünce içinde olmak demek , Allah (c.c) yi tanımamak ve ona haşa ırgat muamelesi yapmak anlamına gelecektir.

Allah (c.c) kimsenin ırgatı veya emir eri değildir , kulunun duasını kabul etmesi için koymuş olduğu ve adına "Sünnetullah" denilen şartları vardır. Bu şartlar uygulanmadığında , asla kulun isteği yerine gelmez , kul susuz çeşmeden su bekleyen bir kişi durumuna düşer.  

Hasta iseniz , önce kevni ayetlerden yardım isteyeceksiniz , işsiz iseniz iş bulmak için arayışlara gireceksiniz , işleriniz kesat ise bu kesatı aşmanın yollarını arayacaksınız , fakir iseniz durumunuzu düzeltmeyi sağlayacak olan emeği sarf edeceksiniz , kısacası ne gibi bir sıkıntınız varsa o sıkıntıdan sizi kurtaracak sebeplere tevessül etmeniz, sizin dua etmeniz anlamına gelecektir. 

Eğer kavli olarak dua etmek isterseniz , bu sahtekarların yalan , hurafe , şirk , iftira gibi temeller üzerine yazılmış olan ve sadece ve sadece umut sömürücülüğü yapmayı amaç edinmiş kitaplarına para vererek , o kitapları yazanları zengin etmeyin. İçinizden nasıl dua etmek geliyorsa , öyle dua edin ve bu isteğiniz doğrultusunda sebeplere sarılın , işte o zaman dualarınızın kabul edilmiş olduğunu göreceksiniz.

Eğer kavli olarak dua etmek istiyorsanız Kur'an, bu duaların en sahihlerinin toplandığı bir kitap olarak size yetecektir. Bazı peygamber isimlerini kullanarak , sizleri aldatmak isteyen bu insanların, sizler üzerinden size oynamak istedikleri oyunları , bu kitapları almamak sureti ile sizlerden başkası bozamaz.

Bu kitaplardaki duaları okumak "Olmayacak duaya amin demek" misali bir durum olup bu kitaplar, duaların kabulü için gerekli şartları göz ardı eden kitaplar olması nedeniyle, aynı zamanda kişilerin akidesini zedeleyici bir duruma da sahiptir. 

Herhangi bir hacetinin kabul edilmesi için bu kitaplara para veren saf ve zavallı Müslümanlar , farkında olmadan imanlarının zedelenmesi tehlikesi ile karşı karşıya kalmakta olduklarından habersiz bir vaziyette , bu ahlaksız ve vicdansız din tüccarlarının yalan ve iftiralar üzerine yazdıkları kitaplara maalesef paralar dökmektedirler.

Piyasadaki benzer hacimli başka kitaplardan daha pahalıya satılan bu kitaplar , saf ve zavallı Müslümanlar tarafından ellerinin tersi ile itilip , bu kitapları satan kanallarda boy gösteren sahtekar din tüccarlarının suratlarına tükürülmediği müddetçe , bu kitaplar üzerinden daha çok umutlar sömürülecek , ve daha çok kasalar dolacaktır.

Müslümanlar , yalan ve hurafeler üzerine kurulmuş ve din tüccarlarının ticaret metaı haline getirdikleri dua kitapları yerine , Kur'ana yönelerek bu kitaba göre hayatlarını düzenlemedikleri müddetçe , onları maddi ve manevi olarak sömürmek isteyen insanlar tarafından kolay bir lokma olarak görülerek , sırtlarından para kazanılacak bir enayi olmaktan başka bir gözle görülmeyeceklerdir. 

Kur'ana yönelmiş bir Müslüman , herhangi bir derdi ve sıkıntısının halli için Rabbine dua etmek istediği zaman , yalan ve hurafe kitaplarına değil , onun kitabına baş vurarak, o kitabın duanın kabulü için beyan ettiği şartlara göre duasını yapacaktır. 

Dua , Allah (c.c) ye verilen emirler manzumesi olarak yapıldığı müddetçe , hiç bir şekilde kabul şayan olmayacaktır. Dua , kulun Rabbine olan aczini ifade eden , kulluk şuurunu ayakta tutan bir araç ve , isteklerimizin kabulü için onun koyduğu şartların yerine getirildiği müddetçe kabule şayan olacaktır. Bu şuur içinde olmayan kullar , rant amaçlı şebekeler  tarafından yazılmış olan dua kitaplarını alarak , içindeki duaların okunduğu anda kabul edileceğini zanneden saf ve zavallı kişiler olmaktan kurtulamazlar.

Bu noktada , bu kitapları satarak insanların umutlarını sömüren din tüccarlarına bir kaç hatırlatmamız olacaktır; 

[009.034] Ey inananlar! Hahamlar ve rahiplerin çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler. Allah yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele. Bunlar cehennem ateşinde kızdırıldığı gün, alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak, «Bu, kendiniz için biriktirdiğinizdir; biriktirdiğinizi tadın» denecek.

Tevbe s. 34. ve 35. ayetleri eğer bugün yeniden inecek olsaydı , insanların mallarını haksızlıkla yiyen Haham ve Rahiplere ilaveten , sizlerin dün Haham ve Rahiplerin izlediği yolun aynısını izlemiş olmanız nedeniyle ,  muhtemelen "HOCALAR" şeklinde bir ilave olacaktı. Çünkü sizler yaptığınız umut tacirliği ile, insanların umutlarını dini yönden kullanıp ranta çevirerek, onların mallarını yiyen Haham ve Rahiplerin yollarını takip eden insanlarsınız. 

Üç kuruşluk geçici dünya menfaati için , Allah (c.c) nin Arşına bile dil uzatmaya kalkmanız , yazdığınız hurafe kaynaklı duaların Allah (c.c) nin Arşını bile titretecek güçte olduğunu iddia etmeniz anlamına gelir ki bu iddialar düpedüz "Şirk" tir. Allah (c.c) nin "Azim" olarak nitelediği Arşını titretebilecek bir güç olması demek , onun gücüne karşı koyabilecek bir güç olması anlamına gelir ki , bu da başka ilahların olduğu anlamını taşır.

Tevbe s. 35. ayetinin haber verdiği akıbete düçar olmamak için yok yakın iken bu ahlaksızlıkları bırakarak , Allah (c.c) nin helal kıldığı yollardan para kazanmanın yollarını arayın , yarın pişmanlığın fayda vermeyeceği gün dünyada şefaatçi sandığımız bazı kimseler bile kendi derdine düşerek sizleri görmeyecek ve sizi kimse asla kurtaramayacaktır.

RABBİMİZ BİZLERİ , DİNİ KULLANARAK İNSANLARIN UMUTLARINI PARAYA ÇEVİRMEK İSTEYENLERİN ŞERRİNDEN MUHAFAZA , BU TÜCCARLARIN ELİNDE OYUNCAK OLAN MÜSLÜMANLARA ŞUUR İHSAN ETSİN.


27 Şubat 2016 Cumartesi

TEVBE s. 14. Ayeti : Allah Kafirleri Nasıl Cezalandırır? ,Onları Nasıl Rezil Eder ?

Bugün yeryüzünde en fazla zulme , ve baskıya maruz kalan topluluklarının başında biz Müslümanların geldiği acı bir gerçek olup , şu anda dünyanın bir çok yerinde yaşayan Müslüman coğrafyasında akan kan ve gözyaşı bu acı gerçeğe şahitlik etmektedir. Kafirler tarafından bize reva görülen bu zulüm ve göz yaşına sebep olanların, cezalandırılması , rezil edilmesi , bizi onlara galip kılması için , ve kalplerimizi ferahlatması için Allah (c.c) ye dualar etmekteyiz , fakat bu dualar kabule şayan olmamakta , Müslüman coğrafyasında kan , zulüm ve gözyaşı hız kesmek şöyle dursun , daha da artarak devam etmektedir.

Acaba nerede yanlış yapıyoruz ki , "Bana dua edenin duasına icabet ederim" (2.186) buyuran Rabbimiz , neden bizim bu dualarımıza icabet etmiyor ?. 

Bu sorumuza cevap olabilecek bir çok ayet mevcut olup , bu ayetlerden birisi Tevbe s. 14. ayetidir.

[009.014]  Onlarla SAVAŞIN ki, Allah sizin ellerinizle onları CEZALANDIRSIN; onları REZİL ETSİN; sizi onlara GALİP KILSIN ve mümin toplumun KALPLERİNİ FERAHLATSIN.

Tevbe s. 14. ayeti , Allah (c.c) ye yaptığımız , kafirleri cezalandırması , onları rezil etmesi , bizi onlara galip kılarak kalplerimize ferahlık vermesi yönündeki dualarımızın kabul edilmesinin şartını, ONLARLA SAVAŞMAK olarak belirlemiştir. 

[002.251]  Allah'ın izniyle onları hemen hezimete uğrattılar. Davud da Calut'u öldürdü. Allah ona mülk ve hikmet verdi. Dilemekte olduğunu da ona öğretti. ŞAYET ALLAH'IN İNSANLARI BİRBİRİ İLE DEF EDİP SAVMASI OLMASAYDI YERYÜZÜ MUHAKKAK FESADA UĞRARDI. Ancak Allah, alemler üzerinde lutuf sahibidir.

[022.040]  Onlar «Rabbimiz Allah'tır» demelerinden başka bir sebep olmaksızın haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. EĞER ALLAH İNSANLARIN BİR KISMINI BİR KISMI İLE DEF ETMESEYDİ İÇİNDE ALLAH'IN ADININ ANILDIĞI KİLİSELER, HAVRALAR, MESCİDLER, ELBETTE YIKILIRDI. Şüphesiz Allah kendi (dini) ne yardım edene yardım edecektir. Şüphesiz Allah çok güçlüdür, çok izetlidir (her şeye galiptir).

Bakara s. 251. ve Hac s. 40. ayetlerinde, yeryüzünden fesadın kaldırılmasının yollarından birisinin "Savaşmak" olduğu belirtilerek , bunun yapılmaması neticesinde , insanların en kutsal olarak bildikleri şeylerin bile ayaklar altında çiğneneceği beyan edilmektedir. 

İnsanların kutsal olarak bildikleri değerlerinin , bu kutsallara karşı saygıları olmayan,diğer insanlar tarafından ezilmesini , ayaklar altında çiğnenmesini önleme yollarından  birisi, silahlı mücadeledir.

Bugün İslam coğrafyasında yaşayan Müslümanların kutsal bildikleri değerler olan , kan , mal , can , ırz , namus , din, nesil , ibadethane gibi kutsal değerler , bu değerlere saygıları olmayanlar tarafından ayaklar altına alınmış vaziyettedir.

Bu durumdan olan rahatsızlığımızı Allah'a arz ederek , bizleri bu sıkıntılardan kurtarması için dualar etmekte fakat bu dualar kabul olmamaktadır. Bu duaların kabul edilmemesi bizleri ,  "Nerede yanlış yapıyoruz?" sorusunu sorarak, bunun cevabını aramaya çalışmamıza sevk etmesi gerekmektedir.

Nerede yanlış yapıyoruz ki yaptığımız dualar kabul olmuyor?.

Yaptığımız en büyük yanlış , bizim şu andaki başımıza gelenlerin bir benzerinin , bizden öncekilerin başlarından geçtiği zaman , onların bu sıkıntılardan kurtulma yollarının anlatıldığı ayetlerden ibret almayı amaçlayan bir okuma yapmamış olmamızdır.

Bakara s. 251. ayeti , 246. ayetten başlayan bir bağlam içinde okunması gereken bir ayet olup , İsrailoğullarının bizim şu anda içine düştüğümüz bataktan kurtulma yolu anlatılarak , bu anlatılanların bizlere örnek olması amaçlanmaktadır.

Yurtlarında sürülmüş , çocuklarından uzaklaştırılmış olan İsrailoğulları , uğradıkları bu zulümden Talut'un komutasında bir ordu ile , onları bu zulme uğratan Calut'a karşı savaşmışlar , neticede galip gelerek , bu zulme son vermişlerdir.

Kur'anın beyan etmiş olduğu bu durum , evrensel bir yasa olup , dün zulme insanların bu zulümden kurtulmak için yaptıkları , bugün , yarın ve kıyamete kadar zulme insanların uygulamaları gereken bir kural olup , bu kuralı uygulamayan hiçbir topluluk , içinde bulunduğu zulümden kurtulamaz.

[008.060]  Siz de onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki bununla Allah'ın düşmanı, sizin düşmanınız ve bunlardan başka sizin bilmeyip te Allah'ın bildiği diğerlerini korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız, size ödenir ve siz asla zulüm olunmazsınız.

Enfal s. 60. ayeti , savaşmak için gerekli olan şartın , zamanın en modern savaş gereçleri ile zulme karşı koymak olduğunu beyan etmektedir. Dün modern bir savaş gereci olan at , yerini daha modern , tank , top , uçak v.s gibi savaş araçlarına terk etmiştir. 

Bu araçların üretilmesi elbette , "Kevni Ayetler" dediğimiz Mushaf dışındaki ayetlerin okunması sonucunda mümkün olacaktır. Bugün , İslam dünyasında ağırlıklı olarak "Ayet" kelimesi telaffuz edildiğinde akla ilk  maalesef Kur'an ayetleri olup , Kur'an dışında yaratılmış olan ayetler akla gelmemektedir.

"Allah (c.c) her dert ve sıkıntı için çaresini yaratmıştır" sözünün, bugün biz Müslümanlar arasında karşılık bulma şekli , herhangi bir derdin şifa bulması için , herhangi bir ayet veya surenin okunması şeklindedir. Kur'an dertlere şifa sunan bir reçete olup , hiç bir hastalığın , sadece reçetenin okunması ile şifa bulması gibi bir durum asla söz konusu değildir. Hastalığın şifa bulması ancak ve ancak reçete içinde muhteviyatın tatbiki ile mümkün olacaktır.  

Kafirlerin İslam coğrafyasında yaşayan Müslümanları, kan gözyaşı ve zulme boğmuş olmasını bir HASTALIK veya DERT olarak değerlendirirsek , bu hastalık veya dert'ten kurtulmanın yolu , REÇETE OKUMALARI ile değil , REÇETE MUHTEVİYATININ TATBİKİ ile mümkün olacaktır.

"Kafirlerin helak edilmesi için yaptığımız dualar neden kabul edilmiyor?" sorusunun cevabı işte buradadır. Bizler kafirlerin helakı için gerekli olan reçeteyi tatbik yerine , reçete okumaları ile bu işin olacağı zannına kapıldığımız için , dualarımız kabul edilmemektedir.

Allah (c.c) , bizlerin "Kafirlerin zulüm ve baskıları altında inlemek" derdimize karşı şifa için yazdığı reçete SAVAŞMAK şeklinde olup , bizler bu reçeteyi tatbik etmek yerine sadece okumak şeklinde bir yol takip ettiğimiz için , bırakın dertlere deva olmak , dertler daha da müzminleşerek artmaktadır. 

Kafirlerin dünya üzerinde yapmış olduğu zulüm ve fesat hareketinin , önlenmesi onlardan teknolojik yönden daha ileri bir seviyede olmak ile gerçekleşecektir. Kafirlerin kevni ayetleri okumaları sonucunda elde ettikleri başarılar onları şımartarak, "Bizden büyük yok" vehmine kapılmalarına sebep olmuştur. 

Onlar kevni ayetleri okuyarak elde ettikleri teknolojik üstünlüğü , bu ayetlerin kullanma klavuzu olan "Kur'an" ile birlikte okumadıkları için , sadece dünya merkezli bir hayatın getirileri peşinde koşarak, bu konuda herhangi bir sınır tanımamaktadırlar. 

Kevni ayetlerin kullanma klavuzu olan Kur'an , insanın yaşadığı "Dünya Hayatı" nın geçici , ölüm sonrası yeniden diriliş sonrası başlayacak olan "Ahiret Hayatı" nın ebedi olduğunu hatırlatarak , insanların yapmış oldukları amelleri bu gerçeği hatırdan çıkarmadan yapmalarını, tarih boyunca gelen elçiler aracılığı ile bildirmiştir. 

Kafirlerin , kevni ayetleri okumaları sonuç elde ettikleri teknolojik başarıyı , kullanma klavuzu olan Kur'anın kevni ayetlerin nasıl okunması gerektiği dair olan bilgilerin göz ardı edilmesi sonucunda , kevni ayetler ile yapılan teknoloji ve onun ürünü olan silahlar , mazlumlar üzerinde ölüm kusan korkunç araçlar haline gelmişlerdir. 

Biz Müslümanların ise kevni ayetleri okumayarak sadece kitabı ayetleri okuma sonucu , geri kalmışlık içine girerek , bir tarafın sadece kevni ayetleri okumak , diğer tarafın ise sadece kitabı ayetleri okumak sonucu elde ettikleri sonuç , dünyanın şu andaki içinde bulunduğumuz durumu beraberinde getirmiştir.

Kafirler eğer , Allah (c.c) nin hem kevni hem de kitabı ayetlerini beraber okuyarak, elde ettikleri araçları nasıl kullanmaları gerektiği yönündeki verilen tarife göre bir kullanım içine girerek , hem "Kafir" isminden , hem de zulüm ve baskının önderleri olmaktan kurtularak , dünyayı barış içinde yaşanan bir yer haline getirir , biz Müslümanları ürettikleri silahların etki derecesini ölçtükleri bir kobay ,ve silah reklamı yapılan canlı hedefler haline gelmekten kurtarabilirdi.

Gelgelelim durum maalesef böyle olmamakta , petrol zengini halkı Müslüman olan ülkelerin yöneticileri , bu silahları yapmaya gayret etmek şöyle dursun , ülke zenginliklerini bu kafirlerin ürettikleri silahlara akıtarak onların kasalarını doldurmalarına sebebiyet veren bir politika gütmektedirler.

"Dua" kelimesinin anlam alanı etrafında olması gerekenler ile , biz Müslümanların bu kelimenin anlam alanı etrafında yaptığı uygulama , Kur'an ile çeliştiği için , yaptığımız dualar karşılık bulmamaktadır. Eğer bizler dualarımızın karşılık bulmasını istiyor isek , Kur'anın bu konuda sunduğu reçeteyi aynen uygulamamız gerekmektedir.

Kur'anın kıssa yollu anlatımları , bir çok konuda olduğu gibi , dün zalimlerin baskılarından kurtulma yolunun nasıl olduğunu yaşanmış örnekleri ile anlatarak , bugün , yarın , kıyamete kadar bu yolun böyle olacağını ve olması gerektiğini bizlere mesaj olarak vermektedir.

Şurası asla unutulmamalıdır ki ; Allah (c.c) kendisine düşman olan kafirlerin cezalandırılmasını , kendisine "Müslümanım" diyen kullarına bırakarak , bizleri de bir çeşit denemeye bu yolla tabi tutmaktadır. Bizler Allah (c.c) nin bizler için seçtiği bu yolu terk ederek , meydanı kafirlere bıraktığımızda , şu anda içinde bulunduğumuz durumlar meydana gelerek , dünya büyük bir fesadın içine düşecektir.

Bizler bu görevi , maalesef bize bu görevi verenin kendisine tevdi ederek bizden önceki İsrailoğullarının yaptığı olan "Bizim yerimize sen savaş" diyerek , onun gökten melekleri ile inmesini beklemekteyiz.

Sonuç olarak ; Bizler Müslümanlar olarak eğer içinde bulunduğumuz sıkıntıların en büyüğü olan , kafirlerin zulüm ve baskıları altında inlemekten kurtulmanın yolunun , sadece reçete okumaları yapmak değil , reçete muhteviyatını hayata tatbik etmekten geçtiğini asla unutmamalıyız.

"Sünnetullah" denen yasalar , yeryüzünde her kul için eşit şekilde tecelli ettiği için , bu yasalar bugün biz Müslümanların kafir çizmesi altında inlememizi gerektiren hak edişlerimizin bir sonucu olarak bizim üzerimizde işlemektedir. Eğer bu durumdan kurtulmak istiyorsak , Rabbimizin bizlere çizmiş olduğu yolun önce okunarak  içselleştirilmesi, sonra gereğinin yapılması için topyekün bir harekete girişilmesi gerekmektedir.

Bunun dışında yapılacak olan fiile dayanmayan ve sadece söze dayanan kuru dua seansları bizleri bu durumdan kurtarmayacak , aksine daha kötü durumlara düşürecektir. 

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

25 Şubat 2016 Perşembe

Kur'an Kıssalarındaki Anlatımların Bize Dönük Mesajlarını Okumak

Kur'an içinde geçmiştekilerin başlarından geçenlerin anlatıldığı "Kıssa" denilen anlatımlar, önemli bir yer tutmaktadır. Geniş bir hacme sahip olan bu anlatımlar, sadece geçmişte yaşananları anlatmak amacına dönük değil , geçmişte yaşanan hayatlardan,  sonraki gelecek olanların ibretler çıkarmasına yöneliktir.

[011.120] Sana resullerin haberlerinden -kalbini kendisiyle sağlamlaştıracak- doğru haberler aktarıyoruz. Bunda da sana hak ve mü'minlere bir öğüt ve uyarı gelmiştir.

Ne yazıktır ki , Kur'an içinde yapılan bu anlatımların , bize dair söylediklerinin ne olabileceği konusunda , tefsir kitaplarında doğru bir yaklaşım görebilmek neredeyse mümkün olmamaktadır. Geçmiş tefsirlere bakıldığında kıssalar konusunda ağırlıklı yaklaşımın , kıssanın sadece yaşandığı zaman ve mekanı dikkate alan , "İsrailiyat" denilen hurafe yığınları ile örülmüş , "Laf olsun sayfa dolsun" kabilinden anlatımlar olduğunu görmekteyiz. 

Klasik tefsirlerde genel durumun bu olmasına karşın , bu tefsirlerdeki anlatımlara tepki olarak çıkan modernist yaklaşımların, eski tefsirlerdeki kıssa anlayışından pek farklı olmadığını görmekteyiz. Modernist yaklaşımın kıssa anlayışı , "Mucize" ve "Helak" olarak nitelenen bazı olayların gerçekte  olmadığını öne sürerek , bunları tevil etme yoluna gitmesi şeklinde kendisini göstermektedir.

Klasik ve modernist tefsir çalışmalarının birleştiği ortak nokta, kıssayı sadece yaşanmışlığı dahilinde okumaya , "Kıssa içinde dönüp dolaşmak" şeklinde tabir edebileceğimiz bu okumalar sonucundaki çıkarımları sonucunda yorum yapmaya çalışmaları olduğunu söyleyebiliriz. Bu yöntem, kıssadan bize dönük mesajlar çıkarılmasına engel olan bir okumadır

Kıssaları nasıl bir okuma yöntemi takip ederek okumalı ki , Kur'anın o kıssa ile anlatmak istedikleri anlaşılabilsin ?.

Öncelikle okuduğumuz kıssanın, bize dair bir mesajı olduğu yönünde bir bakış açısı ile kıssaya yaklaşılmasının gerektiğini düşünmekteyiz. Kıssa içinde anlatılan olay ve kişilerin sadece , anlatıldığı zaman ve mekan içine hapsedilmemesi , olay ve kişiler üzerinden verilmek istenilen bir mesajın olması gerektiği düşünülerek okunmalıdır.

Kıssalardaki anlatımların en önemli yanı , kavimlerin helak edilmesi ile biten bir sonuca sahip olmasıdır. Bizler, kavimlerin helak olmasına sebep olan nedenlere dikkat eden bir okuma yaparak kıssaları okuduğumuzda , dün o kavimlerin yıkımına sebep olan nedenlerin , yaşadığımız zaman ve mekan dahilinde olup olmadığına dikkat ederek , aynı yıkımın bizler içinde gerçekleşebileceğini okuyup , onların işledikleri hataları düşmekten kendimizi koruyabiliriz.

"Sünnetullah" (Allah (c.c) nin izlediği yol) , Kur'anın anahtar kavramlarından birisi olarak , kıssaları okumada dikkat etmemiz gereken en önemli bir kavramdır. "Sünnetullah" , Allah (c.c) nin yeryüzüne koyduğu yasaların işlemesi anlamında bir kavram olup , kavimlerin helak olması , bu yasanın işlemesi sonucunda gerçekleşmektedir. 

Kavimlerin helak edilmesini , "Allah'ın sünnetinde değişme yoktur" mealindeki ayetler çerçevesinde okumaya çalıştığımız , ve bu değişmemenin bir yasa ve kıyamete kadar geçerli olduğunu düşündüğümüzde , kavimlerin helak olmasına SEBEP olan fiillerin işlenmesi , aynı helakın, bugün , yarın , ta ki kıyamete kadar gerçekleşmesi SONUCUNU doğuracağı unutulmamalıdır.

Allah (c.c) nin kullarına yardım etmesi yine ,"Sünnetullah" adı verilen yasalar dahilinde gerçekleşmektedir. Müşrik olan kavimlerin halklarının helak olması , o kavimleri terk eden elçi ve beraberindeki iman edenlerin kurtulması anlamına gelmektedir.

Allah (c.c) kullarına yardım etmenin, kendisine ait bir görev olduğunu beyan etmektedir. Ancak bu görevin yerine gelmesi , kendisi tarafından belirlenen bir takım kuralların kulları yerine getirilmesi ile gerçekleşeceğini de beyan etmektedir. Kullara yardım sözünün yerine getirilmesi , onların bu yardımı hak edecek fiilleri yapmasının sonunda, yani yardımı hak etmesinin sonunda gelmektedir.

Kur'an kıssaları, Allah (c.c) nin "Helak" ve "Yardım" yasalarının, helak olmayı veya yardımı hak edecek amelleri işlemeleri neticesinde gerçekleştiğinin, canlı ve yaşanmış örnekleri ile gösterilmesi bakımından önemli bir yere sahiptir. 


İnsanların , özellikle bugünkü Müslümanların hazırcı ve kolaya talip olmaları nedeniyle, Allah (c.c) nin yardım etmesi konusunu yanlış anlayarak, "Armut piş ağzıma düş" misali bir yardım talebinde bulunduklarını görmekteyiz. Hak ediş yasalarına tabi olmadan bu yardımın asla gelmeyeceği , bir çok Kur'an ayeti , yaşanmış örnekleri ile canlı olarak sunulmuş olmasına karşın , Kur'anı masal kitabı olarak okuma hatasına düşen biz Müslümanlar , hala Bedirdeki melekleri bekleyerek , bizim yerimize  Allah (c.c) nin kafirleri yok etmesini beklemekteyiz. 

Kıssalar içinde geçen ve "Mucize" olarak adlandırılan , denizin yarılması , ateşin İbrahim (a.s) ı yakmaması , balığın Yunus (a.s) ı yutması gibi anlatımlar , geçmişte hurafeler ile örtülmüş masallara çevrilmesine karşın , modernist okumalarda bu olayların gerçek olarak olmasının "Sünnetullah" yasalarına göre imkansız olduğu iddiası dile getirilmektedir.

Kıssalarda anlatılan bu olayların "Sünnetullah" a aykırı olduğu gerekçesi ile , gerçek olmadığını iddia etmenin , aslında Sünnetullah ın ne olduğunu bilmemekten kaynaklandığını söylemek istiyoruz.

Kur'an kıssalarında anlatılan bu olayların ortak tarafı , Allah (c.c) nin sünneti olan hak eden kullarına yardım vaadinin yerine gelmiş olduğunu göstermektir. Bu yardımın yerine gelmesinin anlatım şekli, eğer olması mümkün olmayan imkansız şeyler olduğu düşünülür ise ,  Allah (c.c) nin bu sözü tutmadığı gibi bir iddianın ortaya atılması anlamına gelecektir. 

Kıssalarda anlatılan bu olaylara bakış açımızın olayın NASILLIĞININ yani sonucunun değil , NEDENLİĞİNİN yani sebebinin üzerinde yoğunlaşmak şeklinde olması gerektiğini düşünmekteyiz. Allah (c.c) nin zor durumda kalan kuluna bu şekil bir yardım etmesi , o kulun böyle bir yardımı hak edecek sebepleri yerine getirdiğini göstermektedir.

Allah (c.c) elçilerine olan yardım vaadini yerine getirirken NEDEN bizim için imkansız görülen , aklımızın hafsalamızın almadığı , anlamakta zorlanacağımız bir yol kullandı?.


Bu sorunun cevabını, kulların artık ellerinden geleni yaptıktan sonra , yapacak bir şeyleri kalmaması ve "Allah'ın yardımı ne zaman?" (2.214) diyecek hale gelmelerinin ardından, yardımın geldiğini düşündüğümüzde bulabiliriz. Artık kendisine Allah (c.c) den başkasının yardım edemeyeceğine inananlar , hak etmeleri sonucunda gelen bu yardımın , Allah (c.c) dışında kimseden gelmesinin imkansız olduğunu görerek , ondan yardım istemekte ne kadar haklı olduklarını gerçek bir şekilde görmüşlerdir.

Kıssalarda anlatılan yardım vaadinin , Allah (c.c) dışında kimsenin gücünün yetmediği bir noktada gelmiş olduğunu gösteren denizin yarılması , ateşin söndürülmesi , balığın karnından kurtarılması gibi anlatımları , herhangi bir kul için imkan dahilinde olmayan bir gücün , sadece Allah (c.c) nin elinde olduğunun anlatılarak , ondan başka bir yardımcının olmadığının gösterilmesi açısından okumak , anlatımların yaşanmışlığını ret etmeden , bize dönük mesajlar olarak okumayı sağlayacaktır.

Kur'an kıssalarının baş aktörleri olan elçiler , bizler için "Üsvetün Hasenetün" (En güzel örnek) rol model kimselerdir.

Hadis - Sünnet tartışmalarının her zaman gündemde olduğu İslam düşüncesinde , bu tartışmaların önünün alınarak , doğru bir dün anlayışına sahip olmanın yolu , Kur'an içinde geçen elçilerin mücadelelerinin okunmasından geçecektir. 

"Sünnet" (İzlenen yol) kavramının , Muhammed (a.s) ile ilişiklendirilmesi , yani onun örnekliğinin hayata aktarılması , sakal , sarık , misvak ile değil , şirke karşı olan mücadelesinin okunması sonucunda öğrenilebilir. 

Kur'anın ilk muhataplarının Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar olduğunu düşündüğümüzde , Muhammed (a.s) a okunan kıssalar , onun kafirler ile olan mücadelesinin yolunu aydınlatmıştır. Kendisinden önceki elçilerin başlarından geçenlerin anlatılması , onun bu yolda yalnız olmadığını , kendi başına gelenlerin öncekilerin başına da gelmiş olduğu anlatılarak , o elçilerin dik duruşları ona örnek olmuştur. Yani Muhammed (a.s) , kendisinden önceki elçilerin sünnetini izleyerek , o izleri takip eden bir yol üzerinde yürümüştür.

"Sünnet" kavramını "Muhammed (a.s) ın sünneti" şeklinde bir terkip ile kullanacak ve bu terkibin en doğru halini nereden öğrenebiliriz diyecek olursak , bu adres sadece Kur'an olacaktır. Muhammed (a.s) ın tek sünneti vardır o sünnette ŞİRK İLE OLAN MÜCADELESİ olup , onun elçilik hayatı bu mücadele etrafında yapıp ettiklerinden ibarettir. Bizler eğer onun sünnetine tabi olmaktan bahsedecek olursak , bu sünnete tabi olmak , onun sakalı , sarığı , misvağı , uyuma şekli değil, onun MÜŞRİKLER İLE OLAN MÜCADELEDE İZLEDİĞİ YÖNTEM olmalıdır.

Kur'an kıssaları bizlere hayatın anlamını ve bu anlam çerçevesinde yapılmış olan mücadeleleri anlatarak , bizlere yol haritası çizen anlatımlardır.

Kendisinden başkasının kurallarının hayata hakim kılınmaması isteyen Rabbimizin, bu emrine karşı çıkan sahte ilah ve rablerin karşısına çıkan elçiler, tarih boyunca bu gerçeği haykırarak , örnek bir yaşam sergilemiş , ve bizlere yol gösteren EN GÜZEL ÖRNEK ler olmuşlardır. 

Kıssalar ile anlatılan bu mücadelenin bizlere örnek olması gerektiğine inananlar , kıssaları "Geçmişlerin masalları" olma anlayışından çıkararak , yaşanan hayatlara , yaşanmış hayatlardan örnekler olarak okuyarak DİRİ BİR KUR'AN ortaya çıkarabilirler.

Kur'an kıssalarının mesaj içerikli okunması , Kur'anı ÖLÜLERE OKUNAN BİR KİTAP olmaktan çıkararak , DİRİLERE ÖĞÜTLERİ OLAN BİR KİTAP haline gelmesini sağlayacaktır.

Kur'an kıssaları , yaşanan hayatlardaki aksaklıkları vahyin doğrultusunda düzeltmeye çalışanların verdiği mücadelelerden kesitler sunmaktadır. Bu demek oluyor ki ; Vahiy hayata müdahil olan , hayatlardaki yanlışları düzelten , yanlışlar yerine doğru teklifler sunan bir bilgi kaynağıdır.

Eğer Kur'an bu doğrultuda okunmuş olsaydı , yaşanan hayatların yanlışlığını düzeltmeye çalışmanın ve bozuk gidişe "Dur" demek ile görevli olduğumuzu anlar , bozuk gidişin içinde rol alan veya o gidişi devam ettirmeye çalışan insanlar olmazdık. 

Kıssaları anlatılan elçilere baktığımızda , o elçilerin kavimlerine sağ ayakla tuvalete girmeyi , sağ elle yemek yemeyi , sakalı , sarığı , misvağı v.s yi tebliğ için gönderilmediklerini , Kur'an literatüründe "ŞİRK" olarak genellenmiş olan , yaşanan hayatlardaki ekonomik , sosyal ve ahlaki sapmalara karşı seslerini yükselten ve bu yolda canları ve malları ile çalışmaya örnek olmak için gönderilmiş insanlar olduğunu görürüz.

Bu insanları örnek alan Muhammed (a.s) a atfedilen ve "Tabi olana 100 şehit sevabı" olduğunu vaat ettiği !!! sünnetlerinde Mekkelilerin yaşadığı hayatlardaki yanlışlarına dair yapıp ettikleri yani ŞİRKE KARŞI MÜCADELESİ asla yoktur. 

Sonuç olarak ; Kur'an kıssaları , geçmişteki yaşantılardan , bize ibret olması ve örnek alınması gereken anlatımlar olarak anlaşılmaya çalışılmadan okundukça "Eskilerin masalları" olarak kalacak ve Kur'anın önemli bir bölümünü kaplayan bu ayetler, otomatikman neshedilmiş olacaktır.

"Kıssa içinde dönüp dolaşmak" yöntemi olarak ifade edebileceğimiz kıssa okumalarında , sadece yaşanan zaman ve mekana dair yorumlar yapılarak , bizlere dönük mesajlarının olup olmaması tarafı pek gündeme getirilmemektedir. Bu yöntemin klasik ve klasik tefsirlere karşı olmak adına ortaya çıkan modernist tefsir anlayışlarında da geçerli olduğu görülmektedir.

Kıssalar , vahyi teorik bilgiler manzumesi olmaktan çıkararak , pratik hayata dair çözümler üreten bilgiler olduğunu gösteren en önemli delillerdendir. Vahyin hayata dair olan söylemleri evrensel söylemler olup , kıssalarda yaşanan ekonomik , sosyal ve ahlaki sorunların tamamı aynen bugün de yaşanmaktadır. 

Bizler bugün yaşanan bu sorunlara vahyin rehberliğinde üretilmiş olan çözümleri insanlara önererek , "Çaresiz değiliz" mesajını vermek durumundayız. Bu mesajı verebilmek ise , önce bizlerin elinde olan bu kitabın bu çareleri sunmuş olduğu gerçeğini görüp anlamaktan geçecektir. 

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

24 Şubat 2016 Çarşamba

Çağdaş Büyücü ve Sihirbazlara Karşı Musa'nın Asasını Yeniden Canlandırmak

Kur'anın kıssa yollu anlatımları içinde yaşayan kişi ve nesneler , sadece o kıssa içinde yaşayan kişi ve nesne olarak kaldığı zaman , bu kıssalar "Eskilerin masalları" na dönüşerek , hurafeler ile bezenmiş masallara dönüşerek, köy kahvelerinin vazgeçilmezleri olarak kalacaktır. Ancak kıssalardaki kişi ve nesnelerin, bize dönük mesajlarının olup olmadığı yönünde yapılacak okumalar , kıssaları ölü anlatımlar olmaktan çıkararak , diri, yaşanan ve yaşanacak hayatlara dair mesajları olan anlatımlara dönüştürecektir.

"Asa" , güç sahiplerinin elinde , onların güçlerini sembolize eden bir nesne olarak evrensel bir anlama sahiptir. Bu asa , Musa (a.s) ın elinde vahyi sembolize eden bir güç olarak, Kur'anda da karşımıza çıkmış , bizlere evrensel bir mesaj veren nesne olarak okunmayı beklemektedir.

Musa (a.s) ın asasının güncel mesajını okuyabilmek için , Firavun tarafından Musa (a.s) ın karşısına çıkarılan sihirbazların , Musa nın karşısına çıkarılış amaçlarını anlamak , ve firavunun o günkü yapmak istediğini bu güne taşımak gerektiğini düşünüyoruz.

Firavun karakteri , yeryüzünde Allah (c.c) den rol çalarak ilah ve rab olmaya soyunanların sembolik bir ismi olarak evrensel bir anlam taşımaktadır. Firavunlar , mevcut iktidarlarının devamı için her türlü yola başvurarak, yeryüzünde  fesat  zulmün hakim olmasına dayanan bir sistemi hayata hakim kılmak için var güçleri ile çalışmışlar , hala da çalışmaktadırlar. Firavunlar her devirde , saltanatlarını sürdürebilmek için , askeri , ekonomik ve sosyal olarak her türlü yolu kullanmışlar , hala kullanmaktadırlar.

[007.116] Siz atın, dedi. Atınca; halkın gözlerini büyülediler, onlara korku saldılar ve büyük bir sihir getirmiş oldular.

Büyü ve Sihir, insanlar üzerinde baskı ve hegemonya kurmanın kadim bir yolu olarak, binlerce senedir hala kullanılmaktadır. Büyü ve sihir yolu ile, insanlar üzerinde korku ve baskı kurarak onları sömürmek ve kendilerine kul etmek , firavunların kullandığı bir yol olarak Musa (a.s) kıssasında da karşımıza çıkmaktadır. 

Bilindiği üzere , firavun sihirbazlarının yapmış olduğu sihir , Musa (a.s) ın elindeki asa tarafından yok edilerek , firavun büyük bir yenilgiye uğratılmıştır.

Firavunların binlerce yıldır kullandığı büyü ve sihir yolu ile insanları sindirme ve kendilerine kul etme yolları , bugünde kullanılarak,  bu kimseler tarafından kurulan iktidarlar ayakta tutulmaya çalışılmaktadır. Bu iktidarların yıkılabilmesi , dün Musa (a.s) ın elinde vahyi sembolize eden asanın yeniden canlandırılarak , yapılan büyü ve sihirlerin yok edilmesi ile mümkün olacaktır.

Çağdaş firavunların kullandıkları sihir ve büyü ile insanlar üzerinde baskı kurma yolunun bir bölümü , bugün "Kitle İletişim Araçları" ile yapılmakta olup, çağdaş firavunlar bu araçları kullanarak, insanlar üzerinde zihni baskı kurmakta ve onları her yönden ifsad etmeye çalışmaktadır. 

Bu araçlar yolu ile yapılan ifsadın Türkiye boyutuna baktığımızda , korkunç bir boyuta ulaştığını görebiliriz. Bu ifsad hareketi ,  TV dizileri ile yıllardır yapılmaya çalışılmaktadır. Türkiye genelindeki en çok izlenen TV kanallarının yayınladıkları dizilere baktığımızda, bu dizlerin neredeyse tamamı , zinaya dayalı bir hayat ve bu hayattan doğan çocuklar üzerine yapılmış senaryolar üzerine kurulmaktadır.

 Namazlı abdestli muhafazakar insanlarının bile izlediği bu dizilerin sayesinde , artık şuur altımızda zina fiili gayet normal bir fiil haline getirilmiştir. Dizileri izlerken , o kişilerin zina temelli hayatlarına , bizler tarafından en küçük bir tepki bile gösterilmemekte , aksine o dizilerin insanlara sunduğu sahte dünyalara heves edilerek , böyle hayatlara kavuşmak için kendisini paralayan insanların yaptıkları, gazetelerin 3. sayfa haberlerini doldurmaktadır.

Bu senaryolar çerçevesinde oluşmuş olan dizilerdeki olaylar, bizlerin günlük muhabbetlerini oluşturmakta , ve bir çoğumuz, bu kişilerin sunduğu sahte hayatlara heves etmektedir. İnsanların şuur altlarında haramın helalleşmesini amaçlayan bu diziler , Türk film sektörünün önemli bir ihraç ürünü olup , bu diziler en fazla halkı Müslüman olan Arap ülkeleri tarafından rağbet görmekte olması , Müslüman dünya üzerinde oynanan bir oyunun göstergesidir. 

Sağlam bir aile yapısı , sağlam bir toplumun temelidir. Sağlam bir aile yapısına sahip olmayan toplumlar zamanla yıkılmaya mahkum topluluklardır. Bu gerçeği göz önüne aldığımızda , tv dizileri ile aile yapısını bozmayı amaçlamak , ancak insanları zulüm ve fesat ile yönetmek isteyen firavunvari yönetimlerin tevessül edeceği bir yöntem olup , bu yıkımı emrindeki sihirbazlar ile film endüstrisini devreye sokarak yapmaktadırlar.

"Moda" kelimesi etrafında oluşturulan giyim tarzının insanlara empoze edilmesi, çağdaş bir sihir olarak karşımızdadır. İnsanlar , kendilerine yapılan bu sihir sayesinde , kendisine empoze edilen giyim tarzı ile giyinmek zorunda olduğu hissettirilerek aptallaştırılmaktadır.
"Yarışma Programları" altında , giyim tarzı yarışma programları ile bu aptallaştırma ameliyesi kitleler üzerinde gerçekleştirilerek, insanlar batılı hayat tarzının en önemli unsuru olan çıplaklığa teşvik edilmekte , bunun sonucunda Allah (c.c) nin örtünme emri ayaklar altına alınmaya çalışılmaktadır.

Aralarında nikah bağı olamayan , bir eve veya bir adaya doldurulan kadınlı erkekli insanlar , hiç bir sınır gözetmeden birbirleri ile aynı çatı altında yaşamaya çalışarak , temeli birbirlerinin ayağını kaydırmaya çalışarak , en son kişi kalarak büyük ödülü kapmak olan , hırs , düşmanlık , kin , haset , aç gözlülük , küfür , hakaret v.s kötü hasletleri sergileyerek, sadece üç kuruş için kendilerini rezil etmekten çekinmemektedirler.

Bu tür programlarla empoze edilen hayat tarzında insanlar, birbirine güvenmeyen , kendi menfaatini düşünen , kendisinin menfaati için başkasını ezmenin şart olduğuna inanan , güvenilmez bir kimse olarak hayat içinde yerini almaya teşvik edilmektedirler.

İşin daha kötüsü, temeli insanları aptallaştırmak , fırkalara bölmek , düşmanlık oluşturmak olan bu tür yarışmalar Türk halkı tarafından büyük bir rağbet görerek , günlük işler bu diziler ve yarışma programlarına göre ayarlanarak , bu programların yayın saatlerinde kitleler TV başında toplanmaktadır.

Bu dizileri ve yarışma programlarını izleyenler, artık hayatlarına bu dizi ve yarışma programları tarafından şuur altlarına yerleştirilmiş olan duygular ile yön vermektedirler. Bu dizileri izleyen insanlar , karşısındaki kadını veya erkeği sadece cinsel bir meta olarak görerek , ondan faydalanmaya çalışmaktadır. 

Ülkemizde son yıllarda artan hırsızlık , cinayet , cinsel suçlar , bu dizi ve yarışma programlarının sundukları hayatlara öykünen , fakat ulaşamayan insanların , bu isteklerine ulaşmak için denedikleri iğrenç ve korkunç yollardandır. Bu kimselerin işledikleri suçların haberleri , yine onları bu suça teşvik eden tv ve gazetelerde haber şeklinde her gün yayınlanarak haber programlarının reytingini artırıcı malzeme olarak sunulmaktadır.

"Küresel Güçler" olarak ifade edilen çağdaş firavunların , dünya üzerindeki işledikleri fesadı kolaylaştırma çalışmalarının ürünü olan dizi ve yarışma programlarına ilave olarak , başta futbol olmak üzere, spor kulüpleri üzerinden suni gündem oluşturarak, insanları "Arena" , "Mabed" gibi adlandırılan alanlarda toplamak sureti ile aptallaştırma, fırkalaştırma ve düşmanlaştırma çabaları, tüm dünya üzerinde oynanan oyunlardan birisi olarak herkesi kuşatmış bir vaziyettedir.

Futbolun oluşturduğu bir deyim olan "Ezeli Rekabet" adı altında , aynı ülkenin , aynı şehrin , aynı ilçenin , aynı köyün insanlarını birbirine düşman hale getirmeyi başarmak , milyar dolarlar dökülse belki bu kadar kolay olamazdı. Futbol takımları üzerinden oluşturulmuş olan bu düşmanlığın bir çok ölümlü kavgaya sebebiyet verdiğini düşünürsek , küresel güçlerin bir ülkede kargaşa çıkarmak için hazır bir nedenleri, futbol kulüpleri üzerinden oluşturulmuş olan suni bir düşmanlıkta bulunmaktadır.  

Mahalle takımlarının taraftarları arasında dahi oluşturulmuş olan bu düşmanlık , bir ülkeye zarar vermek isteyen firavunların elinde hazır bir koz olarak her an kullanılabilir durumda beklemektedir.

Herhangi bir futbol takımını tutmanın "Allah emri" gibi algılanarak , takım tutmayanların farklı bir gözle bakıldığı ülkemizde , bu hastalıktan belli bir şuura sahip olan bazı Müslümanlarından da kurtulamamış olduğunu dikkate aldığımızda , çağdaş firavunların insanları nasıl bir etki altına almış olduğu görülecektir.

Müzik , çağdaş firavunların önemli bir büyü ve sihir aracı olarak kitleleri hakimiyetleri altına almakta kullandıkları bir yoldur. Dünyaca ünlü hale getirdikleri gurupların bireylerini sahte bir ilah haline getirerek , insanları onlara kul yaparak , Allah (c.c) ye kul olmayı unutturan bu firavunlar , bu yollarla insanların ceplerinden milyarlarca dolar çalarak kasalarını da doldurmaktadırlar. 

İsimleri, çeşitli algı yönetim metotları ile dünyaca ünlü hale getirilmiş bu insanlar üzerinden yapılan aptallaştırma yollarından birisi , ve o kişileri insanları idol olarak sunarak , onlar gibi yaşama ve onlar gibi olmaya özendirmektir. Dünyaca ünlü bu müzisyenlerin en başta gelen hasletleri , alkol ve uyuşturucu müptelası , ve her türlü cinsel sapkınlıkları hayat tarzı edinmiş olmalarıdır. Bu insanları kendilerine model edinen hayranları da onlar gibi , alkol , uyuşturucu ve fuhuş batağına saplanmış bir hayat sürerek , çağdaş firavunların kulları haline gelmiş bir hayat sürmektedirler. 

Çağdaş firavunların kullandığı bu tür büyü ve sihir ile insanları kendilerine kul etme yöntemleri , Musa nın asası ile bunların hepsinin yok edileceği günü beklemektedir. Gel gelelim bu asayı elinde taşıyan bizler , elimizdekinin değerini bilmeyen bir halde , hala Musa nın asasının hangi ağaçtan yapıldığını veya bu asanın yılan olup olmadığını tartışmaktayız.

Bizler , Allah (c.c) tarafından bize yüklenen "Marufu emr , münkerden nehiy" şeklindeki bir hayatın gereği olan , çağdaş firavunlara karşı sesimizi yükseltmek , insanların bu şekilde kendilerine kul edinmelerine "Dur" demek ile görevliyiz.

Bu gidişe "Dur" diyebilmek , öncelikle büyü ve sihir yolu ile aptallaştırılmış kitleler üzerinde farkındalık oluşturabilmek ile mümkün olacaktır. "Celladına aşık insanlar" haline gelmiş olan kitlelerin , çağdaş firavunların iktidarlarını devam ettirmek için kullanılan bir piyon olduklarının farkına varabilmeleri ,  kolaylıkla başarılabilecek bir iş değildir.

Çağdaş firavunların sihirbazları tarafından yapılan büyü ve sihrin, "Asa" tarafından yok edilmesi , önce bizlerin bu asanın farkında olmamız ve dünyada küresel güçler tarafından sahneye konulan bu oyunun sadece ve sadece dün Musa nın elinde olan asanın yeniden canlandırılması ile son bulacağını anlamamız ile mümkün olacaktır.

Dün Musa nın elinde olan ASA, bugün bizim elimizde olan KUR'AN dır. Mesele , elimizdeki bu Kur'anın nasıl kullanılarak yapılan büyü ve sihri yutacağı konusundadır.

Müslümanlar yaşadıkları hayatı , önce kendilerinden başlayarak , sonra daha geniş kitlelere Kur'anın önerdiği yaşam biçimini tebliğ ederek  kitlelerin , yaşamlarını firavunların empoze ettiği sistemlere göre değil , vahyin önerdiği sisteme göre yönlendirmeye başladıklarında , o zaman onların yapmış oldukları büyü ve sihir yok olmaya başlayacaktır.

Çağdaş firavunların büyü ve sihrine karşı kişisel olarak yapılabilecek en etkin eylemlerden birisi , dizi ve yarışma programları yolu ile yapılmaya çalışan ifsadı ortadan kaldırmaktır. Bunun yolu ise , o dizi ve programları izlemeyerek o programların izleyici sayısını düşürmekten geçer. Bu tür programları besleyen en büyük etken , o programları izleyen insanların sayısal çokluğudur. Bu sihirbazlar dizi ve yarışmalar ile insanları maddi olarak sömürerek , kendilerini zengin etmektedir. Gelir kaynakları azalan bu insanlar , artık getirisi olmadığı için bu tür programları yapmaktan vazgeçeceklerdir.

Kendilerinin küresel güçlerin bir oyuncağı haline getirilerek , sadece sırtından para kazanılan enayiler olarak görüldüklerini anlayan insanlar , onların para musluklarını kestiklerinde , onların yaptıkları sihir ve büyü yutulmuş olacaktır.

Vahyin emirlerini kendisine rehber edinenler  yaratılana değil , onları yaratana kul olunması gerektiğini bilirler. Bu bilince sahip olan bir kimse , kendisini kul edinmek isteyenler karşı her an uyanık durumda olur ve onların hile ve desiselerine en küçük bir prim dahi vermez. 

Bu emirleri hayatına geçirmiş bireylerden oluşmuş toplumların elinden "Asa" (Vahiy) düşmeyeceği için , firavunların ve onları iktidarda tutmaya çalışan sihirbazların yaptıkları büyü ve sihir yollu halkı aptallaştırma çalışmaları yok olacaktır.

"Musanın Asası" denilince , bir çoğumuzun aklına anında yılan olan ve sihirbazların yaptığı sihri yutan sihirli bir değnek , bir kısmımızın aklına da , asanın yılan olmasının imkansız olduğu düşüncesinden yola çıkılarak oluşmuş anlamlar gelmektedir. Ancak bu anlatımların yaşandığı zaman ve mekan dışına çıkarılarak , mesaj içerikli olup olmadığı , bir çoğumuzun aklına gelmemektedir. 

Asanın ağaç halinden değişime uğrayarak , yılan haline dönmesinin imkansız olduğunu savunan düşünce sahipleri , bilerek veya bilmeyerek vahyin insan hayatında yaptığı değişimi ret etmekte olduklarını hatırlatmak isteriz. Çünkü asanın yaşandığı zaman ve mekan dahilindeki bu değişimi, vahyin insan hayatına girdiğinde insanda yapacağı etkiyi ve bu vahye düşmanlık yapanların düşeceği durumu ifade etmektedir. 

"Asa değişime uğramaz" iddiası içinde olmak , vahyin insan hayatına dair herhangi bir söylemi olmadığı , onları "ÖLÜ" olmaktan çıkarıp , "DİRİ" bir hale getirmediği  ve insanları kendilerine kul etmek isteyen , çağdaş firavunların yaptırdığı büyü ve sihirleri yok etme gücüne sahip olmadığı iddiasını beraberinde getirmesi açısından sıkıntılar doğurmakta, Kur'anın onu okuduklarını iddia edenler tarafından doğru okunmadığı ve anlaşılmadığını göstermektedir.

Bizler eğer , Musa (a.s) kıssasındaki firavun ve onun sihirbazlarını güncelleştirerek , yaşayan bir hale getirdiğimiz takdirde , onları bugün dünyada dönün dolapların baş müsebbipleri olarak görerek , bunları yenecek bir Musa olması gerektiğini düşünmeye başlayacağız. Bu düşünce ile, onun elindeki "Asa" nın gördüğü işlevi hatırlayarak , dün Musanın elinde bir değnek olan asanın, bugün ne olabileceği arayışına giderek , ve elimizdeki olan Kur'anın dün Musanın elindeki asanın işlevini görebileceğini yeniden hatırlayacak , çağdaş firavun ve sihirbazlarının yaptıklarına karşı vahiy hayatımıza kuşanarak , onların yaptıkları sihir ve büyülerin bizlere etki etmemesini sağlamış olacağız.

Böyle bir okuma , bizlerin elinde olan Kur'anın şu andaki durumu olan "Ölü bir Kitap" (AĞAÇTAN BİR DEĞNEK) halinin değişime uğramasına sebep olarak , çağdaş firavunların sihirlerin yutan bir YILAN haline gelmesine sebep olacaktır.

Kur'anda geçen "Ölü" ve "Diri" kelimelerine baktığımızda , bu kelimenin mecaz anlamda kullanıldığı yerlerde , "Ölü" olarak vasfedilenlerin vahyi hayatına taşımayanlar , "Diri" olarak vasfedilenlerin ise ,vahyi hayatlarına taşıyanlar olduğunu net olarak görürüz. İşte bu kelimeleri "Asa" ile ilgisini kurarak okuduğumuzda , "Ölü" bir ağaç parçası olan sıradan bir değneğin , Musa nın elinde "Diri" bir nesneye dönüşerek Allah (c.c) nin düşmanlarını nasıl yenilgiye uğrattığını görürüz. 

Sonuç olarak ; Kıssalar üzerinde yapmaya çalıştığımız okumalarda, bu kıssaların yaşanan hayatlara dair mesajları olduğu üzerinden yola çıkarak , bu kıssalar içindeki nesnelerin dahi bizlerin hayatlarına dair mesajları olduğu yönünde okumalar yaparak, o nesnelerin bugün için bizlere neyi ifade edebileceğini anlamaya çalışmak yönündeki çalışmalarımıza örnek olarak "Musa nın Asası" nın bugün için neyin karşılığı olduğunu anlamaya çalıştık.

Musa nın asasının bugünkü karşılığının "Vahiy", yani Kur'an olduğundan yola çıkarak , firavunların ölmediği ve halen yaşamakta olduğuna dikkat çekmeye , onların paralı uşakları tarafından yapılan ve insanları kendilerine kul etmeyi amaçlayan büyü ve sihrin yok edilmesinin , ölü bir değnek halinden çıkarak , diri bir bir yılan haline dönüşen asanın bugünkü karşılığı olan Kur'anın, yeniden diriltilerek hayata hakim kılınması  ile mümkün olacağını vurgulamaya çalıştık.

Asanın yılan olup olmadığının tartışılması , havanda su dövmek misali boşa harcanan vakitler olacak , asıl konumuz bu anlatımlar üzerinden verilmek istenilen mesajların okunmaya ve hayata aktarılmaya çalışılması etrafında yoğunlaştığında ,  elimizdeki kitap ÖLÜ BİR DEĞNEK olmaktan çıkarak , firavunları alt eden DİRİ BİR YILAN a dönüşecektir.

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

22 Şubat 2016 Pazartesi

Hicr s. 9. Ayetinde Korunan Zikir, Hadisler ve Sünnet mi?

İslam düşüncesinde "Hadis" ve "Sünnet", aidiyeti Muhammed (a.s) a atfedilen söz ve fiillere verilen bir isimdir. Ancak bu söz ve fiillerin , İslam düşüncesi içinde nasıl bir konuma sahip olması gerektiği konusunda öne çıkan baskın görüş , bir çok problemi beraberinde getirmiştir. Özellikle hadislerin toplanmış olduğu kitaplara yüklenmiş olan misyon , bu kitapları Kur'ana denk tutma düşüncesi ile birlikte , Kur'anın dahi önüne geçirerek , dinde belirleyiciliği bu kitaplara havale etmiş, ve dinde çok başlılığın getirdiği düşünce ve inanç problemlerini ortaya çıkararak , büyük bir kaosa sebep olmuştur.

Muhammed (a.s) a atfedilen söz ve fiillerin Kur'ana denk tutulma düşüncesinin ihtiyacı olan desteğin bir kısmı uydurma rivayetler , diğer bir kısmı da bazı Kur'an ayetlerinin bu düşünce doğrultusunda tevil edilmesi sonucunda bulunmuş ve , Muhammed (a.s) ın söz ve davranışlarının "Vahiy" olduğu düşüncesi, öne sürülen deliller ile sağlam zannedilen fakat temelinde yalan , iftira ve tahrif yatan bir zemine oturtulmuştur. 

Böyle bir temel üzerine bina edilmiş bu görüşün delillerini, bazı yazılarımızda ele almaya çalışarak, ne kadar sağlam !! oldukları konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışmıştık. Bu yazımızda , sünnet ve hadisin vahiy olduğu düşüncesine, Hicr s. 9. ayeti üzerinden getirilmek istenilen delili ele alarak, bu delilin ne kadar sağlam olduğu konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

[015.009] Hiç şüphe yok ki o zikri, Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biz’iz.

Hicr s. 9. ayetinde , Allah (c.c) "Ezzikr" adını verdiği Muhammed (a.s) a indirdiği şeyi (inenin ne olduğu konusunda şimdilik fikir serdetmeyerek bunu yazının sonuna saklayacağız) koruyacağını vaat etmektedir. 

"Ehli Hadis" fırkası mensuplarınca , Hicr s. 9. ayetindeki "EZZİKR" kelimesi ile ifade edilen şeyin KURAN DEĞİL , Kur'an dışında indiği iddia edilen HADİS ve SÜNNET olduğu ileri sürülerek , Hicr s. 9. ayetinin HADİS ve SÜNNETİN KORUNDUĞUNA dair bir delil olduğu iddiası dile getirilmektedir. 

Bu ayet içinde "Kur'an" kelimesi yerine "Ezzikr" kelimesinin geçmesi , ehli hadis fırkası tarafından Kur'an dışında inen ayrı bir şey olduğu düşüncesini kuvvetlendirdiği düşünülerek , "Allah (c.c) Hicr s. 9. ayetinde sünnet ve hadisi koruduğunu bildirmektedir" iddiasının dile getirilmesine sebep olmuştur. 

Hicr s. 9. ayetinde geçen "Ezzikr" kelimesinin Kur'an olmadığı iddiası , Kur'an bütünlüğü gözetilmeden ön yargılı bir biçimde , "Kur'an olsaydı Allah Kur'an derdi kardeşim , Allah kelime eksikliğimi çekiyor? ,  Zikr kelimesini kullandığına göre demek ki Kur'an değil başka bir şeymiş" denilerek neredeyse gözleri yaşartan !! bilimsel bir tespit ile, İslam dünyasına büyük bir buluş gibi sunulmaktadır.

"Ezzikr" kelimesinin Kur'an olmayıp "Hadis ve Sünnet" olduğu düşüncesinin ortaya atılmasına sebep olan şey nedir?. 

Bunun öğrenilmesi için , önce Muhammed (a.s) a atfedilen söz ve fiillerin "Vahiy" olduğu düşüncesine sahip olanların , bu düşüncelerini meşru bir zemine oturtma çalışmaları dahilinde yaptıkları , yalan , iftira ve tahrif hareketleri dikkate alınmalıdır.

Kur'anın bazı ayetlerinde "Allah sana Kitabı ve HİKMETi indirmiştir" şeklindeki ifadeden , Muhammed (a.s) a inen şeyin sadece Kur'an olmadığı , Kur'an ile birlikte "HİKMET" adında başka bir şeyin daha inmiş olduğu sonucuna varılmış , ve neticede hadis ve sünnetin vahiy olması gerektiğini düşünerek , bu düşüncelerine Kur'andan kılıf uydurmak isteyenlerce gerekli delil bulunmuş !! , "Hikmet" kelimesinin Kur'an ile birlikte inen "Hadis ve Sünnet" i kapsadığı sonucuna varılmıştır. 

Artık bundan sonra , Allah (c.c) nin indirdiğini beyan ettiği ve Kur'an harici kelime ile ifade edilen şeyin adının "Hadis ve Sünnet" olarak anlaşılması gerektiği düşüncesi ortaya atılmıştır. Hicr s. 9. ayeti içinde geçen "Ezzikr" kelimesinin , Kur'an harici inen bir şeyi kapsadığı düşüncesi ortaya atılarak , aynı ayet içinde geçen , "Zikrin korunduğu" ifadesinden destek alınarak , "Zikr hadis ve sünnettir , bunlarda demek ki Allah tarafından korunmuştur" iddiası ortaya atılarak , rivayet kitaplarının ihtiyacı olan "Dokunulmazlık" ve "Sorgulanamazlık" kılıfı bu yolla kitaplara giydirilmiş, ve hala giydirilen kılıfın bu kitaplar üzerinden çıkarılmaması için büyük bir mücadele verilmektedir. 

Kur'an içinde geçen "Hikmet" kelimesi ile ilgili olarak, bundan önce müstakil yazılarımız olduğu için , bu konuyu burada açmadan , isteyenlerin bu konudaki düşüncelerimizi öğrenme amacı ile yazıların linklerini veriyoruz. 
http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/02/hikmet-kurandan-ayr-olarak-inen-bir.html
http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/11/kitap-ve-hikmet-uzerine-kuranda-bir.html

Kur'anı ön yargıların kabul ettirilmesine dayalı bir okuma yönteminin , yanlıştan öte bir durum olduğunu ,ve  bu yöntem ile okunan ayetlerden varılan sonucun Kur'anın anlamının tahrif edilmesi demek olduğunu , bundan önceki yazılarımızda da dile getirerek , böyle bir yöntemin asla tercih edilmemesi gerektiğini hatırlatmaya çalışmıştık.

"Ezzikr" kelimesi , Kur'anda pek çok yerde geçen bir kelime olup , bu geçişlerinden bir tanesi de Allah (c.c) nin elçilerine indirdiği şeyin ismi olarak geçmektedir. Allah (c.c) nin indirdiği şeyin ne olduğunu özellikle belirtmeyerek, bu inenin ne olabileceği, bu kelimenin inmiş olan bir şey ile alakalı olan vereceğimiz ayetlerinde görülecektir.

Ayetleri vermeden önce, bir an için, "Ehli Hadis" düşüncesi tarafından savunulan , Hicr s. 9. ayetinde geçen "Ezzikr" kelimesinin, "Hadis ve Sünnet" olduğu düşüncesinin doğru olduğunu var sayarak , vereceğimiz ayetlere bu fırka mensuplarınca "Ezzikr" kelimesine verilen anlamı parantez açarak içine (Hadis ve Sünnet) şeklinde bir ilave yapalım, ve ehli hadis tarafından ortaya atılan sünnet ve hadisin korunmuşluğu iddiasının nasıl bir faciaya yol açtığına bir bakalım.

Aşağıya , Kur'an içinde geçen ve Allah (c.c) den inen bir şeyi ifade eden "Ezzikr" kelimesinin geçtiği ayetleri alarak, ve bu kelimeye "Ehli Hadis" fırkasının verdiği Hadis ve Sünnet anlamını vererek , ortaya atılan iddianın nasıl bir iddia olduğunu görelim.

[015.006]  Dediler ki: Ey kendisine zikir (HADİS ve SÜNNET) indirilen kişi; sen, mutlaka delisin.
[036.011] Sen ancak zikre (HADİSE ve SÜNNETE) uyan ve görmeden Rahmân'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.
[043.005] Siz ölçüyü taşıran bir kavimsiniz diye, şimdi o zikri (HADİS ve SÜNNETİ) sizden (uzaklaştırıp) bir yana mı bırakalım?
[068.051] O küfretmekte olanlar, zikri (HADİS ve SÜNNETİ) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle yıkıp-devireceklerdi. «O, gerçekten bir delidir» diyorlar.
[016.043-44]  Biz senden evvel kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başka (peygamberler) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir (HADİS ve SÜNNET) ehlinesorun.Kitablar ve apaçık delillerle. Sana da insanlara indirileni açıklayasın diye bu zikri(HADİS ve SÜNNETİ) indirdik. Belki düşünürler.
[021.007]  Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkekler dışında göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, şu halde zikir (HADİS ve SÜNNET)ehline sorun.
[021.105]  Andolsun ki; Zikir (HADİS ve SÜNNET) ten sonra Zebur'da da yazdık ki: Yeryüzüne ancak salih kullarım varis olur.
[025.029]  «Çünkü o, gerçekten bana gelmiş bulunduktan sonra beni zikir(HADİS ve SÜNNET)den  saptırmış oldu. Şeytan da insanı 'yapayalnız ve yardımsız' bırakandır.»
[038.001] Sad, zikir (HADİS ve SÜNNET) sahibi, Kur'an'a and olsun ki.
[038.008]  Zikir (HADİS ve SÜNNET) aramızdan ona mı indirilmiştir? Hayır, onlar zikrimden şüphededirler. Hayır, onlar henüz azabımı tatmamışlardı.
[054.025]  «Zikir (HADİS ve SÜNNET), aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır o, yalancı, küstahın biridir» .
[003.058] Bunları biz sana ayetlerden ve hikmetli zikr (HADİS ve SÜNNET)den okuyoruz.

Yukarıda verdiğimiz ayetler , Hicr s. 9. ayeti içinde geçen "EZZİKR" kelimesinin, Kur'anın diğer ayetlerindeki geçtiği yerlere , ehli hadis fırkasının iddiasının bir an için doğru olduğunu kabul ederek açtığımız parantez sonucu onların bu kelimeye verdiği, (Hadis ve Sünnet) şeklinde anlamın, diğer ayetlerde nasıl bir faciaya dönüştüğünü göstermektedir.  

Hicr s. 9. ayetini , sadece 6. ayetten gelen bağlamını gözeterek ÖN YARGISIZ bir biçimde okumak dahi , bu kelimenin ifade ettiği anlamın KUR'AN olduğunu bizlere göstermektedir.

"Biz diğer ayetlerde geçen "Ezzikr" kelimesinin hadis ve sünnet olduğu iddiasında değiliz , iddiamız sadece Hicr s. 9. ayeti içinde geçen kelime ile sınırlıdır" şeklinde bir iddia ortaya atılacak olursa , bu iddiaya karşı cevabımız şu dur ;

Bu kitap kimsenin ön yargılarını kabul ettirmek için istediği gibi okuyabileceği bir kitap değildir. Bu kitabın içinde geçen kelimeler , birbiri ile uyumlu ve çelişki arz etmeyen bir yapıya sahiptir. Siz böyle bir okuma ile , Allah (c.c) yi bir yerde başka , bir yerde başka diyen bir kimse durumuna düşürerek , çelişkili bir kitap indirmiş olduğunu fiilen iddia etmektesiniz. 

Kur'andaki bir kelime , kendi içinde bir anlam bütünlüğüne sahip olup, o kelimeye verdiğiniz bir anlamın , aynı kelimenin geçtiği diğer ayetlerde de aynı anlama sahip olması gerekmektedir. Hicr s. 9. ayetinde geçen "Ezzikr" kelimesine verdiğiniz "Hadis ve Sünnet" anlamının , aynı kelimenin geçtiği diğer ayetlerde aynı anlamı koyduğumuz zaman ortaya çıkan durumu gözleriniz ile gördüğünüzde acaba verdiğiniz bu anlam, içinize sinecek ve vicdanınızı rahatlatacak mı ?.

Kur'an içinde geçen "Ezzikr" (Hatırlatma) kelimesi , Allah (c.c) nin elçilerine indirdiği vahyin ortak bir adı olup , bu ortaklığı 21.7-105 / 16. 43 / gibi ayetlerde , Kur'andan önce inen bir kitap olan "Tevrat" için kullanılmaktadır. Diğer ayetlerde geçen "Ezzikr" kelimesi , Muhammed (a.s) a inen şeyin adı olan KUR'AN için kullanılmakta olup , bu kelimenin Kur'an harici inen bir şeyi ifade ettiğini iddia etmek , kitabın anlamını rivayet kitaplarını kutsamak uğruna tahrif etmeye çalışmaktan başka bir şey olamaz. 

Allah (c.c) nin Muhammed (a.s) a Kur'an haricinde başka şeyler indirdiği , ve bu inen şeyin "Hadis ve Sünnet" olduğu iddia edilerek , elimizde olan rivayet kitaplarındaki muhteviyatın "Vahiy" olduğunu iddia etmek , Allah (c.c) ve elçisine karşı yapılan büyük bir iftiradır. Kul mahsulü olan rivayet kitaplarını kutsamak adına yapılan bu düşüncenin adı "Küfür" ve "Şirk" ten başka bir şey değildir.


Sonuç olarak ; Muhammed (a.s) a atfedilen söz ve fiillerin İslam düşüncesi içinde nasıl bir konuma sahip olacağı yönünde ortaya atılan farklı düşüncelerden birisi olan , bu söz ve fillerin "Vahiy" olduğu düşüncesi , uydurma rivayetler ve Kur'an ayetlerinin "Anlam Tahrifi" yolu ile tevil edilmesi sonucunda meşruiyet kazandırılması yoluna gidilmeye çalışıldığı malumdur.

Hicr s. 9. ayetinde geçen zikrin korunduğunun ifade edilmesinden kast edilen anlamın , bu kelime ile ifade edilen şeyin Kur'an değil , Muhammed (a.s) a atfedilen söz ve fiiller olduğu , dolayısı ile hadis ve sünnetin korunmuş olduğunun ayet ile sabit !! olduğu iddia edilerek , kul mahsulü olan kitaplar içindeki sözler Kur'an ile aynı dereceye getirilmiştir.

Kur'an, kendi içinde bir anlam örgüsüne sahip olduğu için , kalbinde hastalık bulunanlar tarafından yapılmak istenilen her türlü tahrif hareketleri yine kitabın kendisi tarafından bu kimselerin suratlarına bir şamar olarak dönmektedir. 

"Ezzikr" kelimesinin Hicr s. 9. ayetinde "Hadis ve Sünnet" i ifade ettiği iddiası , aynı kelimenin geçtiği diğer ayetlere "Hadis ve Sünnet" kelimelerini oturttuğumuz zaman tahrifin boyutlarının şiddetinin ulaştığı boyutu gözler önüne serdiğimizde söylenecek fazla bir şey bırakmamaktadır. 

RABBİMİZ BİZLERİ , KİTABINI ÖN YARGILAR İLE OKUYARAK ANLAMINI, RİVAYET KİTAPLARINI KUTSAMAK ADINA TAHRİF ETMEKTEN ÇEKİNMEYEN KULLARININ ŞERRİNDEN MUHAFAZA BUYURSUN.

21 Şubat 2016 Pazar

Yol Gösterici ve Aydınlatıcı Vasfına Hangi Kitaplar Sahip Olabilir?

Sahip olduğumuz veya bize gelen bilgilerin doğru veya yanlış olduğu noktasında bir karara varılabilmesi için , elimizde o bilgileri değerlendirmek için kullandığımız bir "Kıstas" ın olması gerektiği malumdur. Bu kıstasa göre bize gelen bir bilgiyi ölçer , hakkında "Doğru" veya "Yanlış" şeklinde bir karara varabiliriz. 

Sahip olduğumuz bilgilerin doğruluğunu veya yanlışlığını ölçmekte kullandığımız bilgi kaynağının , bizim için "Eminlik" , "Güvenilirlik" , "Kesin Bilgi" gibi vasıflara sahip olması gerekmektedir ki , onun verdiği bilgiye olan inancımız tam ve bizim için savunulabilirliği olsun. Bu gerçeği Rabbimiz bize şu şekilde bildirmektedir.

[022.008]  İnsanlardan kimi, hiç bir bilgisi, yol göstericisi (HÜDEN) ve aydınlatıcı (MÜNİRİN) kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışır-durur.

Allah hakkında bilgi sahibi olunur ve tartışılırken , bu tartışmada kıstas olarak kullanılan bilgi kaynağının HÜDEN ve MÜNİR  olması gerektiği, bize Rabbimiz tarafından bildirilmektedir. 

"Bu vasıflara hangi kitap sahiptir?" sorusunun cevabı bize Kur'an tarafından bildirilmektedir.

[002.002]  İşte bu kitab, onda hiç bir şüphe yoktur, müttekiler için hidayettir(HÜDEN).
[002.185]  Ramazan ayı; öyle bir aydır ki, insanlara doğru yolu gösteren (HÜDEN), hak ile batılı ayıran Kur'an, o ayda indirilmiştir. Sizden her kim ayı görürse oruç tutsun. Kim de hasta olur veya seferde bulunursa, diğer günlerde o kadar oruç tutsun. Allah, sizin için kolaylık ister, güçlük istemez. Bu sayıyı tamamlamanız; size hidayet ihsan etmiş olduğundan Allah'ı tekbir ile yüceltmeniz içindir ve umulur ki şükredesiniz.

[014.001]  Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa (ENNURİ), yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.
[064.008] Şu halde Allah'a, peygamberine ve indirdiğimiz nura (ENNURİ) iman edin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
[004.174] [E1] Ey insanlar, bakın size Rabbinizden KESİN BİR DELİL  geldi; size açık bir nur(NUREN) indirdik.
[042.052]  İşte böylece Biz; sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Sen kitab nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz; onu, kullarımızdan dilediğimizi hidayete eriştirdiğimiz bir nur(NUREN) kıldık. Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir yolu göstermektesin.

Allah (c.c) nin , kulu ve elçisi Muhammed (a.s) a indirdiği kitap olan KUR'ANın , Hacc s. 8. ayetinde bildirilen vasfa sahip TEK KİTAP olduğu bizlere beyan edilerek bu kitap, Allah hakkında yapacağımız tartışmalarda ve bilgi sahibi olma da yol gösterici (HÜDEN), aydınlatıcı (MÜNİR) bir kitap olarak bizlerin elinde bulunmaktadır.

Demek oluyor ki ; Din ve Allah (c.c) hakkında sahip olduğumuz veya bize gelen bilgilerin doğruluğunu veya yanlışlığını ölçmekte kullanacağımız yegane kitap sadece ve sadece KUR'AN olup , bu kitabın rehberliğinde ve aydınlığında, bize gelen bilgilerin "Doğru" veya "Yanlış" şeklinde bir ayrıma tabi tutulması gerekmektedir. 

Bilgilerimizin veya bize gelen haberlerin doğru veya yanlışlığını ayırt etmek için birden fazla ölçüte başvurduğumuzda, veya Kur'an dışı ölçütlerin de "HÜDEN" ve "MÜNİR" vasfına sahip olduğunu iddia ettiğimizde nasıl bir durum ortaya çıkacaktır ?.

[021.022] Eğer o ikisinde (gökler ile yerde) Allah'tan başka ilâhlar olsa idi elbette ikisi de fesada uğramış olurdu. Binaenaleyh Arş'ın rabbi olan Allah Teâlâ. Onların vasfettikleri şeylerden münezzehtir.
[023.091]  Allah evlat edinmemiştir ve O'nun yanısıra bir başka ilah yoktur. Yoksa her ilah, kendi yaratıklarını otoritesi altına alıp bir yana gider ve biri öbürüne karşı üstünlük kurmaya çalışırdı. Allah onların bu asılsız yakıştırmalarından münezzehtir.
[017.042] De ki: Allah ile beraber dedikleri gibi ilâhlar olsa idi o takdirde onlar o Arşın sahibine elbet bir yol ararlardı.

Verdiğimiz ayet örneklerine bakıldığında , "Tek İlah" hakimiyetinin gerekliliği , ve bunun dışında oluşabilecek olan çok başlılığın ortaya çıkaracağı fesat ortamına dikkat çekilmektedir.

[039.029] Allah şöyle bir misal verdi: Birbiriyle çekişen bir çok ortakların sahip olduğu bir adam (yani köle) ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adam. Şimdi bu ikisinin durumu bir oluyor mu? Hamd yalnız Allah'a mahsustur; fakat çokları bilmiyor.

Zümer s. 39. ayetinde ise bir mesel üzerinden ,  yaşanan hayat içinden örnek verilerek , tek sahibi olan bir köle ile, birden fazla sahibi olan kölenin durumu gözler önüne serilerek , tek sahipli bir kölenin , birden fazla sahibi olan köleye göre, daha rahat ve huzurlu olduğu gerçeği vurgulanmaktadır.

[030.028] O, size kendi nefislerinizden bir misal verdi: Size verdiğimiz rızıklarda sağ ellerinizin malik olduklarından ortaklarınız olmasını ister de onlarla, eşit olur ve birbirinizi saydığınız gibi bunları da sayar mısınız? İşte Biz, akleden bir kavim için ayetleri böyle açıklarız.

Rum s. 28. ayetinde ise , yine kendimizden örnek verilerek, emrimizin altında çalışanları işimizde nasıl ortak yapmıyor isek , Allah (c.c) nin de biz kullarını kendi işinde ortak olarak görmesinin imkansız olduğu hatırlatması yapılmaktadır. 

Verdiğimiz ayet örneklerindeki ortak nokta ,  "Tek İlah" ın hakim olduğu hayatların mutluluk ve huzur kaynağı , çift başlı bir yönetimin veya tek İlahın devreden çıkarıldığı hayatlarda ise fitne , fesat ve kaosun ortaya çıkacağı hatırlatılmaktadir.

Bu hatırlatmalar üzerinden analojik bir bağ kurarak , bize gelen herhangi bir bilginin doğruluk veya yanlışlığını ölçmek için kullandığımız kıstasın da, TEK olması gerektiğini okuyabiliriz.

Bize gelen bir bilginin doğruluk ve yanlışlığını eğer tek bir kaynak üzerinden değil de , birden fazla kaynağa başvurarak sağlamasını yapmaya kalktığımızda , bir kaynağın "Doğru" dediği bilginin , diğer kaynak tarafından "Yanlış" olarak belirlenmesi karşısında hangi kaynağın verdiği bilginin tercih edilmesi konusunda ortaya bir kaos çıkacaktır. 

Bu kaos durumunu daha canlı ve müşahhas bir örnek ile, yaşadığımız hayattan göstermek, konunun daha kolay anlaşılmasını sağlayacaktır. 

Herkesin malumu olduğu üzere "Din" konusunda mevcut olan bilgilerin doğruluk ve yanlışlık konusunda, hangi kriterlerin dikkate alınarak belirlenme yapılacağı konusundaki ihtilaflar ve tartışmalar , Müslümanlar arasında son yıllarda daha da belirginleşerek , bilgi kaynakları savaşı haline getirilmiştir.

Müslümanlar olarak bugün elimizde , bize gelen bilgilerin veya elimizde mevcut olan bilgilerin değerlendirmeye tabi tutulacağı tek bir kaynak değil , birden fazla kaynak bulunmakta olduğu , bu kavganın hangi kaynağın din konusunda belirleyici olması gerektiği üzerinde yoğunlaştığı malumdur.

Örneğin ; X konusu hakkında mevcut olan bir bilgi , Kur'ana bakıldığında "Yanlış" olarak kabul görürken , rivayet kitaplarının sembol ismi haline gelen "Buhari" veya "Müslim adlı kitaplarda "Doğru" olarak kabul görmektedir. Bu durumda ortaya bir kaos çıkmakta ve bu bilgilerin hangi kitabın beyanı dikkate alınarak alınacağı konusu gündeme gelmektedir. 

Bir konu hakkında , İslam dünyası tarafından belirleyici vasfa sahip olarak iki kaynağı karşısında gören , "İki arada bir derede kalmış" hangi kaynağı seçeceğini şaşırmış Müslüman tipleri maalesef ortalığı doldurmuş bir vaziyettedir. Bu kimseleri Kur'anı seçme konusunda tereddütte bırakan şey ise , rivayet kitapları üzerinden oluşturulmuş din algıdır. 

Bugün bir çok Müslümanın zihnindeki din ile ilgili konularda belirleyici olan kaynak, Kur'an değil , "Rivayet Kitapları" olarak ifade edebileceğimiz kitaplardır. Bu kitaplardaki bilgiler, Kur'an ile çakıştığında, "Yanlış" olarak değerlendirilmek yerine , Kur'an içindeki bilgilerin bu kitaplardaki veriler doğrultusunda düzenlenmeye (Tahrife) gidilerek, uyumlu !! bir hale getirilmeye çalışıldığı bilinmektedir.

Bu kitaplar dinde Kur'ana ortak tutulur iken kullanılan en önemli argüman , bu kitapların içinde bulunan hadislerin "Korunmuş" olduğu yönündedir. Dolayısı ile bu rivayetler ile ilgili herhangi bir şüphesiz gereksiz , hatta böyle bir şüphenin kişiyi küfre sokacağı iddiaları , konu ile alakalı olanların bilgisi dahilindedir.

Rivayet kutsayıcılığını "Din" haline getiren zihniyet sahipleri , rivayetler üzerine kurdukları dinin yıkılmaması için, binanın temelini sağlam atarak !! , bu rivayetlerin bulundukları kitapların "Korunmuş" oldukları düşüncesini yaymışlar , ve bu kitapları "La yus'el" (sorgulanamaz) bir konuma getirmişlerdir.

Bugün bu konuda yapılan  konuşmalara baktığımızda , rivayet kitapları üzerinden kurulan din saltanatının yıkılmaması için , bu kitapların Kur'an ile eşdeğer bir işleve sahip olduğunun pervasızca dile getirilmekten çekinilmediğine bile şahit olmaktayız.

Peki "Rivayet Kitapları" Kur'an ile eşdeğer , ve Kur'an ile aynı derecede bilgi kaynağı olabilir mi?. 

Elbette ki, bu kitaplar Kur'ana denk bir konumda asla olamazlar.  

Neden mi ? ;

Hac s. 8. ayetinde , Allah hakkında konuşmak için gerekli olan şartı, bu kitaplar ASLA taşımamaktadır. Bu kitapları dinde belirleyici kılmak adına oluşturulan "Korunmuşluk" perdesi , bu kitapların müdafilerinin ağızları tarafından uydurulmuş ve Allah (c.c) nin onun hakkında herhangi bir bilgi indirmediği bir iddiadır. 

Dinde belirleyici olması gereken kaynağın HÜDEN ve MÜNİR olması gerektiği , bize iman ettiğimizi iddia ettiğimiz kitap tarafından verilmiş olan bir bilgidir. Bu vasfa sahip olan tek kitap vardır ki o da sadece KUR'AN dır.

[022.071] Onlar, Allah'ı bırakıp da (Allah'ın) kendisine ispatlayıcı bir delil indirmediği ve haklarında kendilerinin (hiç bir) bilgileri olmayan şeylere kulluk etmektedirler. Zulme sapanlar için hiç bir yardımcı yoktur.

Hac s. 71 gibi ayetleri, sadece bizim dışımızdaki müşriklerle olan ilgisi çerçevesinde okuduğumuz için , Kur'an dışındaki kitapları , Allah (c.c) nin hakkında bir bilgi indirmiş olmamasına karşın ona denk tutma  ameliyesine girmenin , ayetteki durumdan fark yoktur.

Allah (c.c) nin indirdiği bilgi , Kur'anın yol gösterici ve aydınlatıcı vasfa tek kitap olduğu yönünde olup , bu kitap haricinde yol göstericiler edinmenin literatürdeki adı "Şirk" tir. 

Bugün rivayet kitaplarının dinde yol gösterici yani HÜDEN , ve aydınlatıcı yani MÜNİR olduğu düşüncesini oluşturarak , bu kitapların dinde belirleyici olduğunu söylemek , bu kitapları Kur'anlaştırmak , veya Kur'anı bu kitapların seviyesine düşürmek anlamına gelmektedir. 

"Şirk" olgusu sadece bizim dışımızdakiler için değil , bizler içinde her zaman tehlike arz etmektedir. Müslüman hayatında şirk , Allah (c.c) nin hakkı olan alanlarda kulların hakkı olduğunu düşünerek ve inanarak , bu alanlarda kul menşeli bazı kitap ve uygulamalara tabi olmak ve bunları savunmak şeklinde hayat sahasına girmektedir.

Kur'an haricindeki kitaplara HÜDEN ve MÜNİR vasfı yükleyerek onları Kur'ane denk tutmak düşüncesi , bir Müslüman için şirk batağına düşmek anlamına gelecektir.

Bugün İslam dünyasında fitne ve fesadın oluşmasına sebep olan , iki başlı kaynak ve bunun oluşturduğu düşünsel sorunların aşılması , iki başlı bir kaynak yerine , tek kaynak olan Kur'anın öne çıkarılması ile mümkün olacaktır. Bu kitabın öne çıkmaması , rivayet kitaplarının saltanatının sürmemesi için yapılan çalışmalar son yıllarda artmasına rağmen , Kur'anın belirleyiciliğinde bir din anlayışı ve yaşamı er veya geç Müslümanlar arasında rağbet görmeye başlayacaktır.

Sonuç olarak ; İnsanların sahip olduğu bilgilerin doğruluğu veya yanlışlığının tesbiti konusunda ellerinde güvendikleri bir kaynağa ihtiyaç duydukları muhakkaktır. Din konusundaki meselelerde de aynı gereksinme bulunmakta olup , bu gereksinimi karşılayacak olan kaynağın vasıfları Kur'anda belirtilmiştir. 

Kur'an tarafından bildirilen şartları taşımayan kitapların yol göstericiliği ve aydınlığında okunmaya ve yaşanmaya çalışılan din , bizleri ne dünya ne de ahirette huzura kavuşturmayacaktır. Ayrıca Kur'an dışı kitapların din belirleyicisi haline getirilmiş olması bu düşünce sahiplerinin akidesinde derin yaralar açacaktır.

Rivayet kitaplarının dinde kaynak olmasının devam etmesi gerektiği düşüncesinin yerini , Allah (c.c) nin kitabının dinde kaynak olması gerektiği düşüncesine terk etmediği müddetçe , Müslümanların geri kalmışlığı asla son bulmayacak , bu kavgalar içinde tarihin derinliklerinde yok olacaklardır. 

RABBİMİZ BİZLERİ , ÇOK BAŞLI KAYNAK SORUNLARI İÇİNDE BOĞULMAKTAN KURTARARAK TEK KAYNAK ÜZERİNDEN DİNİNİ ÖĞRENEN KULLARINDAN KILSIN.

20 Şubat 2016 Cumartesi

NİSA s. 65. Ayeti : Resul'ün Günümüzdeki Hakemliği Buhari ve Müslim İle mi Gerçekleşir?

Kur'anın bir çok ayetinde geçen "Allah'a ve onun Resulüne itaat edin" şeklindeki emirlerin , "Resulüne itaat edin" emrinin nasıl gerçekleşeceği  üzerinde yapılan tartışmalarda , bu itaat emrinin yerine gelmesinin , Muhammed (a.s) ın artık hayatta olmaması nedeniyle , onun sözlerinin yer aldığı kitaplardaki rivayetlere itaat edilmesi ile gerçekleşeceği, "Ehli Hadis" fırkasının en önemli argümanı olarak , bu günlerde her zamankinden daha fazla dile getirilmeye başlandığını görmekteyiz.

Bu fırka genel olarak "Allah'a ve Resulüne itaat edin" şeklindeki ayetlerdeki "VE" bağlacının, Allah ve Resulünü ayırdığını , dolayısı ile Resulün de dinde ayrı bir teşri sahibi olduğu iddiasını bu şekilde delillendirmeye çalıştıkları bilinmektedir. Bu konu ile ilgili olarak "Ehli Hadis" fırkasının, bu düşüncesine delil saydığı ayetleri teker teker ele alarak , bu görüşün ne kadar doğru olabileceği üzerindeki görüşlerimizi paylaştığımız yazılarımız mevcut olup , bu yazımızda Nisa s. 65. ayetinin bu konuda delil olarak ileri sürülmesinin ne kadar gerçekçi olabileceğini ele almaya çalışacağız.

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا

[004.065]  Hayır, Rabbına andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem ta'yin edip sonra haklarında verdiği hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.

Bugün, içinde Nisa s. 65. ayetinin de bulunduğu bir takım ayetler gurubu dile getirilerek , Resule itaatın, kendisi aramızda olmaması , ve bu ayetlerinde kıyamete kadar geçerli olması nedeniyle ,  başta Buhari ve Müslim olmak üzere hadis kitaplarına uymakla gerçekleşeceği Allah adına yemin dahi edilerek dile getirilmektedir.

Kur'anın doğru anlaşılma yollarından birisi, kafadaki ön kabulleri tasdik ettirmeye yönelik bir okuma yapılmaması , ve ilgili ayetin bağlamının dikkate alınma gereğidir. Nisa s. 65. ayeti, böyle bir okuma ve ayetin bağlamının gözetilmemesi sonucunda istenilen amaca hizmet ettirilmeye çalışılan bir ayet olarak, "Ehli Hadis" fırkasının dilinde gezmektedir.

Ayeti önce bağlamı ve nuzül dönemi muhataplarına olan ilk hitabını gözeterek okumaya , sonra bize dönük mesajını anlamaya çalışacağız. 

[004.060]  Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.
[004.061] Onlara: Allah'ın indirdiğine ve Resûl'e gelin , denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.
[004.062]  Kendi işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiğinde, nasıl hemen sana geldiler de; gayemiz sadece bir iyilik etmek ve ara bulmaktan ibaret idi, diye yemin ediyorlar.
[004.063]  Onlar Allah'ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir; onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında tesirli söz söyle.
[004.064]  Biz, hiçbir resulü Allah'ın izniyle itaat edilmekten başka bir gaye ile göndermedik. Onlar kendilerine yazık ettikleri zaman, sana gelip Allah'tan mağfiret dileseler ve resul de onlara mağfiret dileseydi elbette Allah'ı Tevvab ve Rahim olarak bulacaklardı.
[004.065]  Hayır, Rabbına andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem ta'yin edip sonra haklarında verdiği hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.
[004.066]  Şayet onlara «Kendinizi öldürün» yahut «Memleketinizden çıkın» diye emretmiş olsaydık, pek azından başkaları bunu yapmazlardı. Kendilerine verilen öğüdü yerine getirmiş olsalardı onlar için daha iyi ve daha sağlam olurdu.
[004.067]  O zaman elbette kendilerine nezdimizden büyük mükâfat verirdik.
[004.068] Ve onları dosdoğru bir yola iletirdik.
[004.069]  Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!
[004.070]  Bu nimet, Allah'tandır. Bilen olarak Allah yeter.

Görülmektedir ki Nisa s. 65. ayeti , Nisa s. 60. ve 70. ayetler arası bir bağlama sahip bir ayettir. Eğer bu ayet doğru bir biçimde anlaşılmak isteniyor ise , önce bağlamının gözetilmesi , sonra ilk  hitabının kimlere olduğuna dikkat edilmelidir.

Ayetler , Medine de Müslümanlar arasına çöreklenmiş olan "Münafık" olarak vasıflandırılmış olan kimselerin , iman ettiklerini iddia ettikleri kitap ve elçinin hakemliğine itiraz etmelerini ele almaktadır. 

İlgili ayetlerin tarihselci bir bakış ile okunarak , bizlere dair mesajları olmadığı gibi bir iddia içinde olmadığımızı hatırlatarak , bu ayetlerin bize dönük mesajlarının okunabilmesi için , Muhammed (a.s) ın "KUL" ve "RESUL" statüsüne tabi olduğunun , kesinlikle unutulmaması gerektiği hatırda tutulmalıdır.

Beşer bir elçi olan Muhammed (a.s) , Allah (c.c) den bağımsız bir teşri yetkisine haiz olabilmesi için , Allah (c.c) ile denk bir konuma sahip olması gerekir ki ,böyle bir yetki ve görevi olabilsin. Böyle bir durum imkansız olduğuna göre , onun beşer bir elçi olmasından başka bir görev ve yetkisi olmadığı bilincinde olunarak , "Allah VE Resulü"  ayetlerinin , onu Allah (c.c) den ayırmadığı , aksine ona bağlı kıldığı , ondan bağımsız hareket imkanı olmadığı şeklinde bir ön kabul içinde okunması gerekmektedir.

Şurası asla unutulmamalıdır ki ; Muhammed (a.s) Allah (c.c) nin elçisi sıfatına sahip bir kişi olarak , kendisine indirilen kitap ile insanlar arasında hüküm vermek zorunda idi. Onun insanlar arasında nasıl ve ne ile hükmetmesi gerektiği, bir çok ayet içinde beyan edilmektedir. 

[005.048] Kuran'ı, önce gelen Kitap'ı tasdik ederek ve ona şahid olarak gerçekle sana indirdik. Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma! Her biriniz için bir yol ve bir yöntem kıldık; eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşuşun, hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirir.
 [005.049]  O halde, Allah'ın indirdiği Kitap ile aralarında hükmet, Allah'ın sana indirdiği Kuran'ın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın, heveslerine uyma; eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. İnsanların çoğu gerçekten fasıktırlar.
[004.105]  Doğrusu, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitap'ı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma.
[042.010] Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim.
[006.114]  «Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?» Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!

Muhammed (a.s) yaşayan bir elçi olarak , yaşadığı zaman ve mekan dahilinde çıkan sorunlara karşı çözümleri vahyin rehberliğinde üreten bir kimse olup, onun ürettiği çözümlerde herhangi bir hata olduğu zaman , bu hatanın yeni vahiy ile düzeltilmesi mümkün idi. 

"Resul", Allah (c.c) nin hükümlerini insanlara bildirmesinde aracı olan kimsedir. Resul vasfına sahip olan bir kimsenin bu hükümlere herhangi bir eksiltme veya artırma gibi bir müdahale yetkisi yoktur. Kur'an içinde geçen "Allah VE Resulü" şeklinde geçen ayetlerdeki "Ve" bağlacı, sanki böyle bir yetkiyi tanıyormuş gibi bir düşünce etrafında okunarak , Resul vasfına sahip bir kul olan Muhammed (a.s) , Allah (c.c) ile yetki paylaşımında bulunan birisi haline getirilmiştir. 

Bu düşünce etrafında gelişmiş olan resul algısı , vefatı sonrası onun hüküm koyma yetkisinin devam ettiği düşüncesinden yola çıkılarak , bu hükümlerin yazılı olduğu iddia edilen hadis kitaplarının , vefatından sonraki "Resule itaat" emrini yerine getiren hüküm kitapları olması gerektiği iddiası dile getirilmeye başlanmıştır.

"Resule itaat" emrinin bugünkü gerçekleşme şeklinin hadis kitaplarına itaat olduğunu iddia eden zihniyet , bu kitaplar üzerinde oluşabilecek olan bazı soru işaretlerini ortadan kaldırmak için bu kitapların üzerine "Korunmuş Kitap" kılıfı giydirerek , bu kitapların sorgulanma yolunu ve imkanını baştan kapatmışlardır.

Şurası bir gerçektir ki ; Din konusunda hakemlik yapan ve hüküm vermekte kullanılacak olan kaynağın "La raybe fihi" (Şüphe olmayan) vasfına sahip bir konumda olması gerekmektedir. Bu vasfa sahip olarak birden fazla kitabı ortaya koyduğunuzda çıkacak durumun "Kaos" olacaktır. 

"La raybe fihi" olan Kur'ana karşı , aynı vasfa sahip başka kitaplar ortay koyduğunuz zaman , "Bu kitaplardaki birbiri ile uyuşmayan bilgilerin doğruluğu hangi kaynağa göre belirlenecektir ?" sorusu gündeme gelmektedir. Bu sorunun cevabını, "Ehli Hadis" düşüncesine mensup olanlar "Buhari ve Müslime göre" şeklinde cevaplamaktadırlar. 

Bilindiği üzere, bu kitaplarda Kur'an ile uyuşmayan bir çok bilgi ve haber bulunmakta olup , bütün kavga, bu bilgi ve haberlerin yanlışlığının ortaya çıkarak , Buhari ve Müslim adlı kitapların "Dinde belirleyicilik" vasfının ortadan kalkarak , rivayetler üzerine kurulu din anlayışının yıkılma korkusudur.

Hem "Kur'anın Allah (c.c) nin kitabı olduğuna iman ediyorum" diyeceksiniz , hem de bu kitaba karşı nazire kitaplar getireceksiniz , yapılan bu ameliyenin adı Nisa s. 65. ayetinde beyan edilen kişiler ile aynı kategoriye düşmenin adından başka bir şey değildir.

Nisa s. 65. ayetinde beyan edilen "Münafık" karakterindeki insanların yapmış olduğu , Muhammed (a.s) ın , Allah (c.c) nin kitabı ile yapmış olduğu hakemliği , ve onunla verdiği hükmü kabul etmeyerek , işlerine gelen başka kaynak ile hakemlik yapılması ve hüküm verilmesi idi. Bugün Allah (c.c) nin kitabı ile değil de başka kitaplar ile hüküm verilmesini isteyenlerin adı "Münafık" tan başka bir şey olabilir mi ?.

Sahih olup olmadığı, kişilerin belirlediği kriterler dahilinde şekillenen hadislerin toplandığı , Resulün hakem olmasının bugünkü karşılığı olduğu iddia edilen rivayet kitaplarına giydirilen "La raybe fihi" (Asla şüphe olmayan) kılıfı , sadece ve sadece Kur'an için geçerli olup , onun dışında hangi kitaba böyle bir kılıf giydirilmeye çalışılsın , o kitap Kur'ana denk bir kitap haline getirilerek , "Kulların Kitabı" ile "Allah'ın Kitabı"nın aynı seviyeye çekilmesi anlamına gelir.

Buhari , Müslim gibi kitapların "Kul Kitabı" olmaktan çıkarılarak , Kur'an gibi bir kutsiyet yüklenmesi sonucunda "Eleştirilemez ve sorgulanamaz bir kitap" statüsüne tabi tutulduktan sonra , Muhammed (a.s) ın vefatı ile boşalan yerin, bu kitaplar tarafından doldurulduğu iddiaları daha kolay bir şekilde kabul ettirilmiştir.

Nisa s. 65. ayetinin içindeki "seni hakem ta'yin edip  sonra haklarında verdiği hükümden" cümlesinin ne anlama geldiği noktasında oluşacak olan doğru bir anlayış , Buhari ve Müslim gibi kitapları Kur'an ile denk tutma şirk'ini de ortadan kalkmasına zemin hazırlayacaktır.

Ayet içindeki "HAKEM" ve "HÜKÜM" kelimelerinin Muhammed (a.s) ın hayatında nasıl bir uygulama alanına sahip olması gerektiğini ona Kur'an öğretmektedir.

[006.114]  «Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir HAKEM mi isteyeyim?» Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!

Enam suresi 114. ayetinden anlaşılacağı üzere , Nisa s. 65. ayetindeki "Resulün hakem olması", onun kendisinin değil KUR'ANIN HAKEM OLMASI anlamına gelmektedir. Çünkü "Resul" görevini yüklenmiş olan kişi , insanların aralarındaki olan ihtilafları kendisini gönderenin verdiği karar doğrultusunda çözmeye çalışmak ile görevlidir.


[004.105]  Doğrusu, insanlar arasında ALLAH'IN SANA GÖSTERDİĞİ GİBİ HÜKMEDESİN diye Kitap'ı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma.

[042.010] Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde HÜKÜM VERMEK, ALLAH'A MAHSUSTUR. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim.

 [005.049]  O halde, ALLAH'IN İNDİRDİĞİ KİTAP İLE ARALARINDA HÜKMET, Allah'ın sana indirdiği Kuran'ın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın, heveslerine uyma; eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. İnsanların çoğu gerçekten fasıktırlar.

Verdiğimiz ayet meallerinde ki altını çizdiğimiz cümlelere dikkat edecek olursak , Muhammed (a.s), insanlar arasında kendisine indirilen ile HÜKMEDEREK , HAKEMLİK yapmaktadır.


Nisa s. 65. ayetinden, insanlar arasında HAKEM olup , onların aralarında HÜKÜM verirken , başvurduğu şeyin, ALLAH (C.C) NİN KİTABI OLAN KUR'AN OLDUĞU AÇIK VE NET BİR BİÇİMDE ANLAŞILMAKTADIR. 

Muhammed (a.s) ın hayatta iken yapmış olduğu hakemlik ve hüküm vermekte, Allah (c.c) nin kitabını kullanmış olması gerçeğini göz ardı ederek ,bugün bu hakemliğin yerini "Buhari ve Müslim" gibi kitapların alması gerektiğini iddia edenler , Bu kitaplara iman etmenin Allah (c.c) nin emri olduğunu söyleyerek insanlar üzerinde, yalan ve iftira üzerine kurulmuş bir din algısını yaymaya çalışmaktadırlar . Bu düşünce , Allah'a atılmış büyük bir iftira olup , iddia sahiplerini ve bu iddialara inananları KÜFÜR ve ŞİRK batağına sokmaktadır.

Muhammed (a.s) hayatta iken "Resul" vasfını taşıyan bir kimse olarak , insanlar arasında din ile ilgili meselelerde kendi insiyatifini kullanarak hakemlik yapıp hüküm veren biri olmamıştır. Böyle olduğunu iddia etmek , Allah'a ve ona atılmış büyük bir yalan ve iftira olacaktır. 

Hal böyle iken ; Hayatta iken din ile ilgili meselelerde Allah (c.c) nin kitabı ile hüküm veren bir elçinin , vefatından sonra neden aynı kitap ile hakemlik yapılıp , hüküm verilmesinde bir sakınca görülerek , Kur'anın yerini Buhari ve Müslim'in aldığı gibi bir iddia da bulunulmaktadır?. 

Muhammed (a.s) ın hakemlik ve hüküm vermede kullandığı Allah (c.c) nin kitabının yerini ne oldu da bugün Buhari ve Müslim gibi rivayet kitaplarının alması gerektiği düşüncesi oluştu?.


Bu düşüncenin oluşmasına en büyük sebep , Muhammed (a.s) ın dindeki konumunun, aynı Allah (c.c) gibi eşit durumda olduğu düşüncesidir. Bilindiği üzere, onun söylediği rivayet edilen sözler, "Gayri Metluv Vahiy" adlı bir kategoriye dahil edilerek Kur'an ile aynileştirilmiştir. Hadis literatüründe , "Erike Hadisi" olarak bilinen bir uydurma rivayet ile , kendisine Kur'an ile bir misli daha verildiği söyletilerek , hadislerin aynı Kur'an gibi kendisine indirilmiş olduğu iddiasının pekiştirilmeye çalışılmakta olduğu , konu ile alakalı olanların malumudur. 

Kur'anın eksik olduğu , ve bu eksikliği hadislerin doldurduğu iddiası , bu kitapların dinde belirleyici olması gerektiği düşüncesine sahip olanların iddialarından bir tanesidir. Muhammed (a.s) ın dinde eksikliği giderici bir konuma sahip olduğunu iddia edenlerin bu iddiaları , haşa Allah (c.c) nin "Kemale erdirdim" dediği dinine karşı , "Hayır eksik bıraktın" şeklinde bir itiraz getirilerek , ona karşı yalan ve iftira atmak anlamına gelmektedir. 


Buhari ve Müslim gibi kitapların dinde hakem olması düşüncesi , bu iddian sahiplerinin akidesinde derin yaralar açan bir düşüncedir. Kur'anın beşer mahsulü olan kitaplara denk tutulması demek , beşer mahsulü kitaplara ilahi bir anlam yüklemek , bu kitapların sahiplerini de ilahlaştırmak anlamına gelmektedir. 

Buhari ve Müslim gibi kitaplar , dinde belirleyicilik gibi bir vasfa asla sahip olamazlar. Bu kitapların İslam düşüncesi içinde olması gereken yer Kur'anın önünde değil , geçmiş yaşantılardan örnekler olarak okunabilecek bir siyer kitapları mesabesinde olmalıdır. 

Sonuç olarak ; "Resul" sıfatına sahip birisi olarak , insanlar arasında Allah (c.c) nin ona indirdiği ile hakemlik yapmak ve hüküm vermekle yükümlü olan elçinin vefatından sonra ortaya atılan yanlış mülahazalar sonucunda , artık bu hakemlik ve hüküm verme görevi , ona isnat edilen sözlerin yer aldığı rivayet kitaplarına düştüğü dile getirilir olmuştur.

Yaşadığı hayat içinde kendisine indirilen "La raybe fihi" (Şüphe olmayan) kitap ile hakemlik yapan ,ve onunlar hüküm veren bir bir elçi olan Muhammed (a.s) ın bıraktığı tek sahih kaynak olan Kur'ana denk olarak getirilmeye çalışılan kulların kitapları üzerine "Şüphe olmayan kitap" kılıfı giydirilerek , korunmuş olduğunu iddia etmek "Küfür" ve "Şirk" ten başka bir şey değildir. 

Yavuz hırsız olan bu kitapların müdafilerinin , kendi görüşlerine uymayanları aynı yafta ile suçlamalarına karşı , asıl küfür ve şirk suçunu bu kitapları Allah (c.c) nin kitabına denk tutmakla kendileri işlemektedirler.

RABBİMİZ BİZLERİ , DİNDE HAKEM VE HÜKÜM KAYNAĞI OLARAK KULLARININ KİTAPLARINI DEĞİL , KENDİ KİTABINI SAVUNAN KULLARINDAN KILSIN.

19 Şubat 2016 Cuma

HUD s. 43. Ayeti:Nuh'un Oğlunun Sığındığı Dağ İle Kur'an Dışında Sığınılanların Arasında Analojik Bir bağ Kurma Çalışması

Kur'an kıssaları , yaşanmış hayatlardan örnekler vererek , yaşanmakta ve yaşanacak olan hayatlara dair mesajlar içeren anlatımlardır. Kur'an içinde anlatılan bir kıssa , içinde bir çok mesajları taşıma kapasitesine sahip anlatımlar olup, bir çok alt başlık halinde okunabilme imkanına sahiptir . Kıssalar ile anlatılan bu yaşanmışlıklar , bizlerin bu anlatımlardan kendi yaşamlarımıza dair mesajlar çıkarmamızı beklemektedir. 

Bu yazımızda , Hud suresi içinde anlatılan Nuh (a.s) kıssasının 43. ayetinde Nuh'un oğlunun, babasının çağrısını ret ederek , "Cebel" e (Dağ) sığınarak helak olmaktan kurtulabileceği zannının ,onu kurtaramadığı konusunu ele almaya çalışarak , bu durumun bize dönük olarak nasıl bir mesajı olabileceği yönünde düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Bilindiği üzere Nuh (a.s), uzun yıllar boyunca kavminin şirkten kurtulup Tevhide dönmesi için çağrılar yapmış , bu uğurda gece gündüz durmadan çalışmasına rağmen , kendisine az bir insan iman etmiştir. Nuh (a.s) Rabbine dua ederek , artık elinden geleni yaptığını bu kafirleri helak etmesini istemiş ve bu  duası Rabbi tarafından kabul edilerek kavmi helak edilmiştir.

Hud s. içinde anlatılan Nuh (a.s) kıssasına baktığımızda , Tufan başladığı zaman oğluna , "Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gel, kafirlerle birlik olma" şeklinde seslendiğini görmekteyiz (Hud .s 42). 

Babasının bu çağrısına karşı oğlu ona , "Dağa (Cebel) sığınırım, beni sudan(Min el mai) kurtarır" cevabını verir. Ancak oğlunun sığındığı CEBEL yani dağ onu korumamış ve neticede su da boğulmuştur (Hud s. 43).

Bu olayın bize bakan yönünün okunabilmesinin, ayet içinde geçen ve Nuh (a.s) ın oğlunun , kendisini su dan koruyacağını zannederek sığındığı, CEBEL (Dağ) kelimesinin ifade ettiği anlamın güncelleştirilerek mümkün olabileceğini düşünmekteyiz. Bu kelimeden yola çıkarak , farklı kurtarıcılar peşinde koşmanın kişileri su da boğmasının, bizler için nasıl gerçekleşebileceğini okumaya çalışacağız.

Nuh (a.s) kıssasının en önemli objesi GEMİ olup , bu gemiye binenler helak olmaktan kurtulur iken , binmeyenler ise helak olmuşlardır. Kıssaları güncel mesajlar olarak okumanın gereğine binaen , bu gemi sadece Nuh (a.s) kıssası ile tarih sahnesinden silinen veya falan dağ da kalıntısı aranan bir obje olarak görülmeyerek , bize dönük mesajı olan bir obje olarak okunmalıdır.

EL FULKE (Gemi) , Nuh (a.s) a Allah (c.c) tarafından yapılması emredilen bir araçtır. Nuh (a.s) kıssasında "Mü'min" veya "Kafir" ayrımı, kişilerin o gemiye binip binmemesi sonucunda yapılmıştır. Gemiye binen Mü'minler helaktan kurtulmuş , binmeyen kafirler ise helak olmuşlardır. Nuh (a.s) kıssasındaki Gemi artık sadece bir binek aracı olmaktan çıkarak , helaktan kurtuluşun bir yolu olan, evrensel bir sembol haline gelmiş ve bize dönük mesajı olan bir objedir.

GEMİ artık , bir seyahat aracı olmaktan çıkmış , Nuh kavminden iman edenlerin DÜNYA VE AHİRETTE KURTULMALARINA VESİLE OLAN BİR ARAÇ olmuştur . Bu gün bizlerin dünya ve ahirette kurtulmasına sebep olacak olan geminin yani aracın adı ise "KUR'AN" dır. Nuh (a.s) ın oğlu bu gemiye binmeyerek , nasıl dünya ve ahirette helak oldu ise , Kur'anı hayatına rehber edinmeyenler , aynı şekilde dünya ve ahirette helak olacaklardır.

Bu bağlamda Nuh (a.s) ın oğlunun "Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır" sözü, önem kazanmaktadır. Bu sözü ,bize dönük bir mesaj olarak okuduğumuzda , "CEBEL" (Dağ) kelimesi , GEMİDEN YANİ KUR'ANDAN KAÇANLARIN SIĞINDIKLARI HER TÜRLÜ SIĞINMA ARACININ ADI OLARAK EVRENSEL BİR ANLAM KAZANMAKTADIR. 

Nuh (a.s) ın oğlunun GEMİye binmeye yanaşmayarak , başka bir kurtarıcı olarak CEBELe sığınmayı tercih etmesi , onu kurtaramamış , sonuçta oğlu boğulanlardan olmuştur.

Artık Nuh (a.s) kıssasında bir obje olan CEBEL (Dağ) , evrensel bir anlama bürünerek , Kur'an dışında sığınılan kurtuluş araçlarının yani "Sahte Kurtarıcı" ların ortak bir isim haline gelmiştir.

Nuh (a.s) ın oğlunun helak olmasının bize dönük mesajı , Kur'andan başka sığınaklar olduğunu zannına kapılarak , onlara sığınanlar ve bu sığınakların kendilerini dünya ve ahirette kurtuluş sağlayacağını zanneden her kim olursa olsun bu zannı onu helak olmaktan kurtaramayacak olduğunun yaşanmış bir örnek üzerinden canlı bir biçimde gösterilmesidir. 

Bu noktada , insanları kurtuluşa götürdüğü zannedilen , fakat gerçekte helake götüren "CEBEL" lerin yani "Sahte Kurtarıcı" ların ne veya kimler olabileceği sorusunun cevabı gündeme gelmektedir.

"Kur'an", insanların dünya hayatlarında tabi olacakları kuralları ihtiva eden bir kurallar manzumesi olarak Rabbimizin bizler için indirdiği bir kitaptır. Bu kitabın muhteviyatı , insanların dünya hayatı içinde tabi olacakları kuralların temellerini bizlere beyan eden etmektedir. Bu kitabın ihtiva ettiği beyanları hayatları içinde tatbik edenlerin , dünya ve ahirette kurtuluşa erecekleri Rabbimiz tarafından haber verilmektedir.

Bunun tersi olarak , bu kitabın muhteviyatını hayatlarına tatbik etmeyenlerin ise dünya ve ahirette helak olacakları, geçmiştekilerin yaşanmış örnekleri şeklinde bizlere sunulmaktadır. 

Vahyin haricindeki kurtarıcılar neden sahtedir ?. 

"Kurtarıcı" vasfına sahip olan bir yaşam sisteminin yani "DİN" in, insanlara sadece dünya garantisi değil "Dünya ve Ahiret" garantisini birlikte vermesi gerekmektedir. Çünkü insan sadece dünya hayatını yaşayan, öldükten sonra toprak olan bir canlı değil , öldükten sonra yeniden diriltilerek ebedi bir yaşama devam eden bir canlıdır.

İnsanın ölümle bitmeyen bir hayatı olduğunu göz önünde bulundurarak , ona her iki tarafta mutlu ve mesut bir yaşam garantisini sadece Allah (c.c) nin dini olan İslam, vaat etmektedir.

İslam'ın haricindeki bütün yaşam sistemleri , insanı sadece dünya hayatında yaşayan ve ölen bir varlık olarak görerek , ona bu bakış açısı ile bakarak , onun için bir takım yaşam sistemleri önermektedirler. Bu önermeler insanlara, dünya hayatı içinde mutlu ve mesut bir hayat getirmediği gibi , ahiret hayatında da ebedi olarak cehennem ile cezalandırılmasına sebep olacaktır.

Kur'an ve önceki kitapların tamamının ortak çağrısı , insanı dünya ve ahireti birlikte düşünerek , ona göre bir yaşam biçimi yani dini tercih etmesini tavsiye etmektedir. Kur'an içinde anlatılan kıssalar , tek taraflı bir hayatı tercih ederek dünyaya saplanan ve ahireti hesap etmen bir yaşam sürenlerin akıbetlerini haber vererek , bu tür yaşam sistemlerini tercih edenlerin , dünya hayatlarının helak olmak ile son bulduğunu bizlere bildirmektedir.

Ahiretteki sonsuz yaşamı hesaba katmayarak , sadece dünya hayatı ile ilgili düzenlemeler vaz eden yaşam sistemlerinin ortak adı "Şirk düzenleri" olup , bu düzenler ile yönetilen kavimlerin helak edilme sebepleri , ahireti ötelemeleri sonucunda yaptıklarının hesabını vermek gibi bir kaygı içinde olmadan yaşamalarının getirdiği sonuçlardır . İşte bu yaşamlar sonucunda ortaya çıkan fesat , o kavimlerin helakına sebep olmuştur.

Ved , Suva , Yeuk , Yeğus ve Nesr adlı putlar , Nuh (a.s) ın kavminin bırakmamakta direndiği putlar olup , bu putlar evrensel bir sembol olarak , Allah (c.c) nin dininin dışındaki yaşam sistemlerini temsil etmektedir. 

Dün Nuh kavminde görülen bu isimlerin yerini , Kapitalizm , Liberalizm , Marksizm , Kemalizm v.s gibi sistemler almış olup , dün kavminin müşrik ileri gelenlerinin bu günkü torunları , bu sistemleri bırakmamak için direnmektedirler. Bu düzenler , Nuh'un oğlunun kendisini kurtaracağını zannettiği "Cebel" ler olup , "Gemi" ye yani vahye binmeyen kim olursa olsun , onları boğulmaktan kurtaramayacaktır.

Sonuç olarak ; Nuh (a.s) ın oğlunun kendisini dünya ve ahirette kurtaracak olan gemiye binmeyi ret ederek , kendisini koruması için dağa sığınmasını bize dönük mesajlar olarak okuduğumuzda , "GEMİ",  insanları dünya ve ahirette kurtuluşa götüren bir araç olarak evrensel bir anlama dönüşerek bu gün yerini KUR'ANA bırakmış olan bir objedir. 

Nuh (a.s) ın oğlunun kendisini koruyacağını zannettiği "CEBEL" , Kur'an karşısında olan bütün sahte kurtarıcıların ortak adına dönüşerek , Nuh'un oğlunu helak olmaktan nasıl kurtaramadı ise , bu gün "Cebel" e mukabil olan bütün sahte kurtarıcı olan yaşam sistemleri , dün Nuh'un oğluna nasıl bir faydası olmadı ise , bugünde onun torunlarına bir faydası olmayacaktır.  

Dünya ve ahirette helak olmaktan kurtulmanın yolu, Kur'an gemisine binerek hedefe ulaşmaktan geçmektedir. Kur'an gemisine binmeyerek , dağların kendisini kurtaracağını zannedenler Nuh'un oğlu gibi helak olmaktan kurtulamayacaklardır. 

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.