29 Aralık 2016 Perşembe

Neml s. 40. Ayeti : Süleyman (a.s) Örneğinde Allah (c.c) Mülk Sahiplerini Nasıl İmtihan Eder ?

Yaşadığımız dünya hayatı, zengin veya fakir kim olursa olsun , herkes için bir imtihan alanıdır. Fakir olan  kimse ,elindeki imkansızlıklar ile imtihan olurken , zengin olan kimse ise, elindeki maddi ve manevi imkanlar ile imtihan olmaktadır. Kur'an, bazı kimseler üzerinden yaşanmış örneklikler ile , yaşanılan hayat içindeki imkanlara ve imkansızlıklara karşı, bizlerin nasıl bir davranış sergilememiz gerektiğini bizlere öğreten bir kitaptır.

Süleyman (a.s), kendisine mülk verilmiş bir hükümdar , ve Kur'an içinde kıssası geçen hükümdar bir elçi olarak , elinde maddi ve manevi güç bulunduranların örnek alması gereken bir kimsedir. Onun kıssası, maalesef kendisinden sonra gelecek olan güç sahiplerine örneklik olarak değil , kerameti müritlerinden menkul bazı kimselerin, uçtu kaçtı masallarına mesnet teşkil etmek üzere okunarak buharlaştırılmak sureti ile, bin bir gece masalları haline dönüştürülmüştür. 

Süleyman (a.s) ın kıssasının anlatıldığı Neml s. 40. ayeti içinde geçen olay , tarikat şeyhlerinin kerametlerine ve hızır masallarına dair delil ihtiva etmesi üzerinden okunarak , bazı kimselerin insanlar üzerinde hegemonya kurmasına alet edilmektedir. Halbuki bu ayet, mülk sahiplerine mesaj içermesi açısından okunduğunda, istismar edilmekten çıkarılmış olacak, ve kıssaların anlatım amacına uygun olarak anlaşılacaktır.


[027.040]  Kitabın ilmi yanında olan kimse ise, «Gözünü açıp kapamadan, ben onu sana getiririm» dedi. (Süleyman) onu (Melike'nin tahtını) yanıbaşına yerleşivermiş görünce, «Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbim müstağnidir, çok kerem sahibidir.»

Ayet içindeki konunun siyak ve sibakı , Sebe hükümdarının tahtını Süleyman (a.s) a en hızlı biçimde kimin getireceği ile alakalıdır. 40. ayette "Kitabın ilmi yanında olan kimse" nin kim olduğu üzerinde bir takım spekülasyonlar yapılmak sureti ile Hızır masalları uydurulmuş , ve konu mitolojik bir hale büründürülmüştür. Sebe hükümdarının tahtını kimin getirdiği konusunda, bundan önce bir çalışmamız olduğu için , bu konuyu burada tekrarlamayacağız.

Kıssaların anlatım amacının, muhataplarına dönük mesajlar vermesi olduğunu düşündüğümüzde , kıssalar bizler için daha gerçekçi bir hale gelecektir.

[038.035] (Süleyman) Dedi ki«Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz sen, karşılıksız armağan edensin.»

Kıyamete değin , hiç bir kula nasip olmayacak maddi ve manevi bir güce sahip olan Süleyman (a.s) ın elinde böyle bir gücü bulundurmasına karşın şımarmaması , büyüklenmemesi onun kıssasının en önemli mesajı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 

Aynı surede geçen ayetlerde , Karınca vadisinden ordusu ile geçerken meydana gelen olay sonucu söylediği, "Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kullarının arasına koy" (Neml s. 19) sözü , aynı şekilde onun nasıl şükreden bir kul olduğunu göstermesi açısından okunması gerekmektedir. 

Karınca vadisinden geçerken , meydana gelen olayların anlatıldığı ayetler, bize dönük herhangi bir mesajı olmayan biçimde okunarak , onun karıncalarla konuştuğu şeklinde yorumlara sebep olmuştur. Burada önemli olan nokta , onun karıncaların konuşmalarını anlamış olmasının üzerinden, sahip olduğu gücün erişilmezliğine işaret edilmiş olmasıdır.

40. ayet içinde bizim için asıl önemli nokta "Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbim müstağnidir, çok kerem sahibidir."  şeklindeki cümlelerdir. 

Kıyamete kadar kimseye nasip olmayacak bir güce sahip olan Süleyman (a.s) , Sebe hükümdarının tahtını bir anda yanında görünce , en küçük bir kibre kapılmadan , ona bu gücü vereni hatırlayarak , imtihan içinde olduğunun idrakinde olarak şükrünü ifa etmiştir. Bizim için asıl önemli taraf burası olup , elinde güç bulunduranların özellikle ibret alması gereken bir kıssadır. 

Dünya tarihine baktığımızda , geçmişte ve günümüzde meydana gelen fesat olaylarının baş müsebbibleri , "Mütref" , "Müstekbir" gibi terimler ile ifade edilen , elinde bulundurdukları servet ve mülk sayesinde, kendilerini ilah ve rab olarak gören , mazlumlar üzerinde hak sahibi olduklarını iddia ederek , onların yurtlarını talan etme hakkını kendilerinde bulanlardır.


Firavun örneği , bu kimselerin akıbetinin canlı örneğini sergilemesi bakımından önemli bir hatırlatmadır. Kendilerini erişilmez bir güç sahibi olduklarını zannederek , her şeyin üzerinde güç sahibi olduklarını iddia edenler , denize karşı güç yetiremeyerek , onun sularında boğulup gitmişlerdir. 

Bir çok ayet , insanların elinde bulundurdukları güç ve servetin geçici olduğu , bu güç ve servet ile Allah'a karşı kafa tutmamaları gerektiği , böyle bir hataya düşenlerin başlarına dana önce neler geldiğini hatırlatarak , ellerindeki gücü Allah'ın istediği biçimde kullanmalarını öğütlemektedir.

Süleyman (a.s) kıssası , içinde geçen bazı anlatımlardan dolayı , diğer elçi kıssalarından daha farklı bir görünüm arz etmektedir. Kıssa içinde Hüdhüd adlı kuştan bahsedilmesi , karıncaların konuşmalarını anlaması , emrinde cin ve şeytanların bulunması , rüzgarın emrinde olması , melikenin tahtının bir anda yanında olması gibi anlatımlar , diğer elçilerin kıssalarında bulunmayan anlatımlardır. 

Bu anlatımlarda esas alınması gereken nokta , kıssa içinde zikri geçen konuların bize dönük olarak neler ifade edebileceği olması gerekmektedir ki kıssa bir masala dönüşmesin. Kıssa içinde geçen bu anlatımlar konusunda, farklı zamanlarda yaptığımız çalışmalar mevcut olup , bu çalışmalarda esas aldığımız nokta , kıssa içindeki anlatımların bize dönük neler söylemiş olabileceği üzerinedir.

Sonuç olarak ; Süleyman (a.s) kıssasında geçen bazı anlatımlar eğer bize dönük mesajlar ihtiva etmesi üzerinden okunmayacak olursa , kıssa masala dönüşecektir. Karıncalar ile konuşan Süleyman (a.s) artık ölmüş, ve bir daha dünyaya gelmeyecektir. Sebe hükümdarının tahtını bir anda yanında bulabilecek güce sahip olan Süleyman (a.s) artık ölmüş , ve bir daha dünyaya gelmeyecektir. Ancak Süleyman (a.s) ın mülk ve güç sahibi bir hükümdar elçi olarak tüm zamanlara olan mesajı ölmeyecek ve daima yaşayacaktır.

Onun kıssasının mesajı da , elindeki güç ve servetin onun ile kıyaslanması mümkün bile olmayan bazı kimselerin , ellerindeki gücü onlara Allah (c.c) nin verdiğini unutarak , Allah'a kafa tutmaya kalkmamaları gerektiği , Süleyman (a.s) gibi elinde bulundurduğu güce kıyamete kadar kimsenin ulaşmasının mümkün olmadığı bir kimsenin bu gücü karşısında en küçük bir kibre dahi kapılmamış olmasını dikkate alarak , onun yolundan gitmeleri gerektiğidir.  

Kulun imtihanı sadece fakirlik hastalık gibi şeylerle yapılmaz , güç , servet , ihtişam gibi insanlara çekici gelen şeyler de kullar için bir imtihan olup , fakirlikten daha zor bir imtihan biçimidir. Bu imtihanı başarılı ve başarısız olarak geçenler hakkında yapılan anlatımlardan bizler kendimize dönük mesajlar çıkararak , olumlu ve olumsuz örnekler üzerinden hayatımızı yönlendirmek durumundayız.

Ellerinde güç ve servet bulunan kimseler , ellerinde bulunanların kendilerine geçici bir süre için verilmiş imtihan aracı olduğu bilincinde bir yaşam sürdükleri müddetçe , kıyamet günü bu gücü en iyi biçimde kullanan bir elçi olarak Süleyman (a.s) ile birlikte olacaklardır. Bunun aksi yönünde davranışlar sergileyenler ise , Firavun , Haman ve Karunlar ile birlikte olacaklardır.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

28 Aralık 2016 Çarşamba

Kumarın Devlet Aracılığı İle Oynatılması Onu Meşru Kılar mı ?

[007.017]  «Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!» dedi.

[015.039-40]  «Rabbim! Beni saptırdığın için, and olsun ki yeryüzünde fenalıkları onlara güzel göstereceğim; halis kıldığın kulların bir yana, onların hepsini saptıracağım» dedi.

İblisin , Ademe secde etmemek sureti ile Rabbine karşı gelip huzurdan kovulmasının ardından söylediği sözlere dikkat edecek olursak, insanlara günahları süslü göstererek çekici kılacağını haber vermektedir. Bütün insanlar, herhangi bir günahı işleyecek olduklarında , fıtratları gereği o günahın ona kazandıracağı eksileri bilmelerine rağmen , bazı gerekçeler üreterek bu günahları işlemektedirler. 

İnsanlar kendilerine günah kazandıracak bir fiili işlemek için önce kendilerini mazur gösterecek uygun bir meşruiyet zemini bularak , günah işlemenin alt yapısını oluşturmakta , sonra kendilerini bu günahı işlemeye mecbur oldukları yönünde şartlandırarak, veya işledikleri takdirde günah kazanmayacaklarını zannederek , gayri meşru olan bir fiili ,kendi hevalarına uygun hale sokmak sureti ile meşru hale getirdiklerini zannederek günaha bulaşmaktadırlar.

İşte şeytanın insanlara günahları süslü göstermesi bu yolla hayat içinde anlamını bulmaktadır.

[005.090]  Ey iman edenler! Şarap, kumar, putlara kurban kesilen sunaklar, fal okları, şeytana ait murdar işlerden başka bir şey değildir. Bunlardan geri durun ki felah bulasınız!
[005.091]  Şeytan içki ve kumar yolu ile aranıza kin ve düşmanlık tohumları ekmek, sizi Allah'ı anmaktan ve salattan alıkoymak ister. Artık bunlara son veriyorsunuz değil mi?

Kendisini "Müslüman" olarak niteleyen herhangi bir kimseye , kumarın hükmü hakkında bir soru soracak olsak , istisnasız olarak bu fiilin Allah (c.c) tarafından yasaklanan bir fiil olduğunu , ve bu yasağı çiğnemenin kişiye günah kazandıracağını söyleyecektir. 

Fakat yine kendisini "Müslüman" olarak niteleyen birçok kimseler, "Milli Piyango" adı ile bilinen şans oyunu hakkında maalesef aynı kanaati taşımamaktadır. Bu tür şans oyunlarının haram olmadığına dair olan gerekçeleri ise , bu oyunların devlet aracılığı ile oynatılmakta olduğu , bu oyunlardan elde edilen gelirin bir kısmının hayır kurumları arasında paylaştırılmakta olduğu, dolayısı ile milli piyango almak sureti ile bu kurumlara yardım etmiş olduklarını yönündedir. Bu kimselerin bir çoğuna "Madem bu kumarı oynama sebebiniz hayır kurumlarına yardımcı olmak ise , o parayı direk o kurumlara verin" denilse bir çok kimse buna yanaşmayacaktır.

Yaşadığımız ülke içindeki bazı insanların kumar oynamayı meşru olarak görmeleri maalesef böyle bir gerekçeye dayanmaktadır. 

Peki böyle bir gerekçe ne kadar doğru ve gerçekçi olabilir?;

Kur'an'a baktığımız zaman içki ve domuz eti gibi haramların , açlık , susuzluk gibi bazı istisnai durumlarda helal olabileceğini görmekteyiz. Fakat kumar hakkında böyle bir istisnai durumu maalesef görememekteyiz. Allah (c.c) kumar için, "Oynadığınız kumarın gelirinin bir kısmı eğer hayır kurumlarına bağışlanıyor ise helal olabilir , veya devlet kanalı ile oynatılıyor ise helal olabilir" şeklinde bir istisna koymamıştır. 

Yaşadığımız ülke dahilinde devlet eliyle oynatılan kumarın , bazı insanlar tarafından meşru görülmek sureti ile oynanması maalesef "Züğürt tesellisi" diyebileceğimiz böyle bir gerekçeye dayanmaktadır. Fakat bu insanların vicdanlarının bu konuda rahat olduklarını söylemek mümkün değildir. Vicdanlarını rahatlatmak için , bu kumarın gelirinin bir kısmının hayır kurumlarına verilmiş olması , veya devlet eli ile oynatılmış olması gibi bahaneler üretilmek yoluna gidilmektedir.

Yazımızın başında ifade etmeye çalıştığımız , şeytanın insana günahları güzel gösterme şekli , milli piyango konusunda bu şekilde ortaya çıkarak , sudan bahaneler üretilmek sureti ile harama helal kılıfı geçirilerek , hayata yansımaktadır.  

Büyük ikramiyenin dağıtıldığı yılbaşı piyangolarını alabilmek için kar kış demeden, başka şehirlerden gelerek isim yapmış piyango bayilerinde kuyruğa giren insanlarla yapılan röportajlarda , büyük ikramiyeyi kazandıkları takdirde ne yapacakları şeklindeki sorulara verilen cevaplara baktığımızda , dünyevi ihtiyaçlarını temin etmek için harcayacakları yönünde cevaplar çoğunluktadır.

[016.114]  Artık, Allah'ın size verdiği rızıktan helâl ve temiz olarak yiyin, eğer (gerçekten) yalnız Allah'a ibadet ediyorsanız, onun nimetine şükredin.

[003.014]  Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.

Eğer bu insanlar , Müslüman olmanın ne demek olması gerektiğini gerçek olarak bilmiş olsalardı , harama bulaşmanın günah olduğunu , insanın kazanacağı paranın helal olması gerektiğini , dünya malının geçici ve imtihan olarak verilmiş bir şey olduğunu bilerek bu tür yollara asla tevessül etmezlerdi.

İnsanları harama bulaşmaya iten nedenlerden birisi , çeşitli yayın organları vasıtası ile pompalanan tüketim çılgınlığıdır. Dünya hayatının güzelliklerini öne çıkaran bir anlayış ile yetiştirilen insanlar , maalesef bu hayatı imtihan olarak görmeyi sadece dilde ifade ederek , hayat içinde pratize etmemektedirler. 

[015.088]  Sakın o kâfirlerden bir kısmına geçici bir zevk olarak verdiğimiz dünya nimetlerine göz atma! Onların iman etmemelerinden ötürü üzülme ve müminlere kol kanat ger, onları şefkatle koru!

[020.131] Kendilerini sınamak için, dünya hayatının süsü olarak bol bol geçimlik verdiğimiz kimselere sakın göz dikme, Rabbinin rızkı daha iyi ve daha devamlıdır.

Televizyon dizileri vasıtası ile zengin bir yaşama özendirilen insanlar , bu yaşama ulaşmak için helal kazanmak yerine, "Helal haram ver Allah'ım, senin kulun yer Allah'ım" misali her yolu denemektedirler. Milli piyangodan çıkacak olan büyük ikramiye , bir çok kimsenin zengin olma hayallerini süsleyen bir umut olma özelliğini korumaktadır. Geçmişte büyük ikramiye kazanan bazı insanların düştükleri içler acısı durumun , gazete haberlerinde yer alması ibret olarak görülerek , haramın insanları dünya hayatındaki düşürdüğü durumlar görmezlikten gelinmektedir. Bu insanlar ahiretlerini kaybettikleri gibi , dünya hayatlarında da rezil bir durumda hayata veda etmektedirler.

[016.116] Diliniz yalana alışmış olduğu için, «şu haram, bu helaldir» demeyin, zira Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Allah'a karşı yalan uyduranlar ise, saadete şüphesiz erişemezler.

Yaşam içindeki kuralları belirleme yetkisi , sadece Allah (c.c) nin hakkı olup , bizlerin hevalarına uygun olarak ürettiğimiz gerekçelerle , haramı helal yapmaya çalışmamız , bizler için sonu hüsran olan sonuçlar doğuracaktır.

Sonuç olarak ; Müslümanlar , sözde değil özde Müslüman olmanın gereğini hayatlarına yansıtmaya çalışmadıkları sürece , haram kazanma yollarına çeşitli gerekçeler üreterek tevessül etmeye devam edeceklerdir. Dünya malının geçici bir meta olduğu , bu hayatın ebedi yaşam için bir denenme yeri olduğunu sadece bilmenin maalesef bir faydası yoktur. Bilmek ve bu bilgiyi hayata yansıtmak , bizleri harama bulaşmaktan alıkoyacak , ve haram için çeşitli gerekçeler üretmek sureti ile , haramı helal yapmaya çalışmaktan alıkoyacaktır. 

[014.022]  İş olup bitince, şeytan: «Doğrusu Allah size gerçeği söz vermişti. Ben de size söz verdim ama, sonra caydım; esasen sizi zorlayacak bir nüfuzum yoktu; sadece çağırdım, siz de geldiniz. O halde, beni değil kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Beni Allah'a ortak koşmanızı daha önce kabul etmemiştim; doğrusu zalimlere can yakan bir azap vardır» der.

"Şeytanın sağdan yaklaşması" şeklinde ifade edilebilecek bahaneler uydurarak , milli piyango almak sureti ile zenginlik hayalleri kurulması , ebedi hayatta ateş zengini olmak ile sonuçlanacaktır. Bugün bizi harama bulaşmak için teşvik eden ve "Şeytan" olarak tanımlayabileceğimiz her türlü etken , yarın hesap gününde bizden kaçacaktır.

Haram olan kumarın devlet eli ile oynatılmış olması , veya bu haramdan elde edilen gelirin bir kısmının hayır kurumlarına bağışlanması , milli piyango almayı asla meşru hale getirmez. Bu fiili işlemek ile , günah denilen fiil işlenmiş , ve hesap gününde ödenmek üzere kayda geçecektir. Bu kaydın silinmesi tevbe edilerek , bir daha bu tür kumar oyunlarına asla bulaşmamak ile olacaktır. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

26 Aralık 2016 Pazartesi

Aişe Validemize Atılan İftira İle İlgili Ayetlerin Bize Yönelik Mesajları

İslam tarihinde "İfk hadisesi" olarak bilinen , Aişe validemize yapılan zina isnadı üzerine inmiş olan ayetler Nur suresi içinde yer almaktadır. Bu olay ile alakalı siyer kaynaklarında bolca bilgi bulunmakta olup , yaşandığı zaman içinde geçen olay ve şahıslar hakkında bilgiler bu kitaplarda bulunmaktadır. Biz bu olayın yaşandığı zaman içinde geçenleri değil , konu ile alakalı ayetlerin bize dönük olarak neler söylemiş olabileceği üzerinde düşünmeye çalışacağız.

Konu ile alakalı ayet mealleri şu şekildedir ;

[024.011] Doğrusu uydurulmuş bir yalanla gelenler, içinizden bir zümredir. Bunu kendiniz için kötü sanmayın. O, sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden her birine kazandığı günaha karşılık ceza vardır. En büyük azab da içlerinden elebaşılık yapanındır.
[024.012] Onu işittiğiniz zaman, erkek mü'minler ile kadın mü'minlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: «Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür» demeleri gerekmez miydi?
[024.013] Dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? İşte bunlar, şahit getirmedikçe Allah katında yalancı olanlardır.
[024.014]  Eğer Allah'ın dünyada ve ahirette sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız dedikodudan dolayı size büyük bir azab dokunurdu.
[024.015] Onu dilinize dolamıştınız. Bilmediğiniz şeyleri ağzınıza alıyordunuz. Onu önemsiz bir şey sanıyordunuz, oysa Allah katında önemi büyüktü.
[024.016]  Onu işittiğiniz zaman: «Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. Seni bundan tenzih ederiz; bu, büyük bir iftiradır» demeniz gerekmez miydi?
[024.017] Eğer mü'min kişilerdenseniz; buna benzer bir şeye bir daha dönmemeniz için Allah, size öğüt veriyor.
[024.018] Allah size ayetleri açıkça bildirir. Allah bilendir, Hakim'dir.
[024.019]  Mü'minler arasında kötülüğün ve hayasızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve ahirette elim bir azab vardır ve Allah bilir, siz bilmezsiniz.
[024.020]  Ya üzerinizde Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı; bir de Allah çok şefkatli ve merhametli olmasaydı!..
[024.021] Ey İnananlar! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına takılırsa, bilsin ki, o, hayasızlığı ve fenalığı emreder. Allah'ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır. Allah işitir ve bilir.
[024.022]  İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin etmesinler, affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır.
[024.023]  İffet sahibi, bir şeyden habersiz, mü'min kadınlara (zina suçu) atanlar, dünyada ve ahirette lanetlenmişlerdir. Ve onlar için büyük bir azab vardır.
[024.024] O gün ki aleyhlerinde dilleri ve elleri ve ayakları yaptıklarına şehâdet edecektir
[024.025] O gün, Allah onlara hak ettikleri cezayı eksiksiz verecektir ve onlar da Allah'ın hiç şüphesiz hak olduğunu bileceklerdir.
[024.026]  Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara yakışırlar. İyi kadınlar iyi erkeklere, iyi erkekler de iyi kadınlara yakışırlar. Bunlar, onların söylediklerinden uzaktırlar. İşte bunlara mağfiret ve cömertçe verilmiş rızık vardır.

Toplum içinde yaşayan fertlerin huzur ve düzenlerinin bozulma yollarından birisi , o toplum içinde yalan haberler yayılmak sureti ile fertlerinin birbirine düşürülmek sureti ile fesada yol açılmasıdır. Yalan ve aslı astarı olmayan haberler vasıtası ile birbirlerine düşman olan toplumun , bu zaafından en fazla o toplumun düşmanları fayda görmektedirler. 

[049.006] Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.

Hucurat s. 6. ayeti , bizlere bu konuda önemli bir yol göstericilik yapmakta , ve bize ulaşan haberlerin doğruluğunu araştırmamızı emretmektedir. Kitle iletişim araçlarının her geçen gün daha da yaygınlaşması , ve bu araçlar vasıtası ile insanlar üzerinde bir takım algı operasyonları yapılarak , zihinlerin istenilen doğrultuda yönlendirilme çalışmalarının, kasıtlı ve yalan haberler çıkartılarak yapılmakta olduğu herkesçe malumdur. 

Yaşadığımız bu şartlar altında, konu ile ilgili ayetlerin içselleştirilmesi, daha fazla önem kazanmaktadır. Aişe validemize atılan iftira ve bu iftiranın o günkü toplumdaki yansımalarını konu alan ayetler , sadece o güne has olarak değil , benzer durumlarda bizlerin nasıl bir duruş sergilememiz gerektiğini öğreten ayetlerdir.

Ayetleri sadece Aişe validemize atılmış bir iftira olarak değil , kadın veya erkek kim olursa olsun , yapmadığı , söylemediği , işlemediği bir şeyden ötürü , onlara atılan iftiranın , onlar üzerinde yaptığı olumsuz etkileri , ve mensup oldukları toplum içinde düşecekleri durumlar göz önüne alınarak okunması gerektiğini söyleyebiliriz.

Her toplum içinde "Münafık" olarak bildiğimiz insan tipleri bulunmakta ve bu kimseler , içinde bulundukları toplumu ifsat etmeyi kendilerine görev sayma bilinci içinde hareket etmektedirler. Bu kimseler ellerine geçirdikleri her fırsatı değerlendirerek , toplum içinde fitne ve fesadı yaymaya çalışmaktadırlar.

"Bunu kendiniz için kötü sanmayın. O, sizin için hayırlı olmuştur." 11. ayet . 

Ancak bu kimselerin yaptıkları ifsat hareketi, ilk başta başarılı olmuş görünse de , bu türden olaylar, Mü'min bir topluluk içinde gerçeğin görülmesi, bu iftirayı atanların o toplum içinde belirlenerek , bundan sonra bu kimselerin attıkları adımların izlenmesi ve bir daha bu gibi işlere tevessül edememeleri ile sonuçlanacaktır. Çünkü gerçek er veya ortaya çıktığında, asıl suçlunun iftiraya kurban gidenler değil , iftirayı atanlar ve bu iftiraya inananlar olduğu görülecek , böylelikle toplumdaki safraların atılmasına sebep olarak , daha temiz bir toplumun oluşması  sağlanacaktır. 

[024.012] Onu işittiğiniz zaman, erkek mü'minler ile kadın mü'minlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: «Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür» demeleri gerekmez miydi?

Nur s. 12. ayeti , iftira mahiyetinde bir olayın duyulduğu ilk anda , nasıl bir duruş sergilenmesi gerektiğini öğretmektedir. Bu gibi haberlerin doğru olma ihtimalinden önce, yalan olma ihtimali göz önüne alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu tür olaylarda, hakkında haber çıkarılan kişiye değil , haberi çıkaran kişiye bakılarak karar verilmesi gerekmektedir. Çünkü bu tür haberleri ortaya atan kişiler , sağlıklı bir düşünce ve iman sahibi olmaktan yoksun kişilerdir.

Toplumun nefretini kazandıracak bir konuda, bazı şahıslar hakkında çıkarılan haberlerin , o kişi fiili işlemiş veya sözü söylemiş olsa bile , o kişiyi yıpratma amaçlı olarak çıkarılmakta olduğu göz önünde  tutulmalıdır. İyi niyetli olan bir kimse , eğer başka bir kimse de, toplumun nefretini kazanacak bir söz veya fiile şahit olmuşsa , bu kişinin yaptıklarının toplumu huzursuz edeceğini bilir , onu yaymak yerine örtmeye, ve o şahsı bu konuda doğrultmaya çalışır.

Toplumda çıkarılacak bir haberin, toplumun huzurunu bozacağını çok iyi bilen toplum mühendisleri , bırakın yapılan bir işi veya söylenmiş olan bir sözü yaymaya çalışarak dedikoduculuk yapmayı , yapılmamış , işlenmemiş , söylenmemiş şeyleri ortaya atarak, iftira suçunu işlemekte ve bu yolla toplum nezdinde sivrilmiş bazı kimseleri yıpratma kampanyalarına imza atmaktadırlar. Bunları önlemenin yolu , Hucurat s. 6. ayetini hayata aktarmak , ve bize gelen haberin doğruluğunu araştırmak olmalıdır. 

[005.008]  Ey İnananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahidler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin; adil olun; bu, Allah'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah'tan sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden Haberdar'dır.

Hakkında haber yapılan , dedikodu veya iftira çıkarılan kimseler , velev ki sevmediğimiz, düşüncelerini paylaşmadığımız kimseler olsa dahi , adaletin bir gün hepimize lazım olabileceğini akıldan çıkarmadan , herkes hakkında kim olursa olsun adaleti gözeterek hüküm vermek mecburiyetinde olduğumuzu unutmamalıyız.

Ortaya atılan bir suçun, şahitli delilli ispatı gereklidir (Nur s. 13). Delil ve şahit olmadan ortaya atılan suç isnadına, ceza uygulanması mümkün değildir. Delili veya şahidi olmayan bir kimsenin, bir başka kimse hakkında herhangi bir iddiada bulunması, havada kalan bir iddia olacaktır. Nur suresi ilk ayetlerinde , şahidi olmayan zina isnadına uygulanacak yönteme dikkat ettiğimizde bunu görebiliriz. Eşinin zina ettiğine tek başına şahit olan kimse , şayet eşi bu fiili işlemediğine dair gerekli olan yemini ettiği takdirde, cezadan muaf tutulmaktadır.

Bir kimse hakkında yürütülen iftira kampanyası , belki o kampanyayı açanlara bir takım getiriler sağlayabilir. Fakat bu kimseler, sadece kendi çıkarları için yaptıkları bu hatanın ne kadar büyük bir cürüm olduğunu, iftira atılan kimsenin kişilik haklarına saygı duyulması gerektiğini, attıkları iftiranın o kimse üzerinde oluşturabilecek olan tahribatı maalesef hesap etmemektedirler. (Nur s. 14-15)

Bir kimseye iftira atmanın dünyevi cezası, 80 değnek ve bir daha şahitliğinin kabul edilmemesidir (Nur s. 4). Fakat bu suç sadece dünyada ödenen bir ceza ile insanın yanına kar kalmamaktadır. Allah (c.c) iftira atmanın uhrevi cezası da olduğunu beyan ederek , insanların bu konuda daha dikkatli davranmasını , yaptıkları hatanın , hesap gününde büyük bir pişmanlık olarak onlara geri döneceğini hatırlatmaktadır. (Nur s. 17-18-19-23-24-25)

Sure içinde bir çok yerde "üzerinizde Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı" şeklinde buyurulmuş olması , yapılan bir hatadan geri dönüşün tevbe ile af edilme imkanı olduğu , yol yakın iken dönülmesinin kişiye fayda sağlayacağı , hesap gününde son pişmanlığın fayda etmeyeceği hatırlatmalarıdır.

Allah (c.c), kullarının yapacak olduğu bazı hataların hesap gününde kendilerine ateş azabı olarak geri döneceğini hatırlatarak , dünya hayatı içinde bazı hatalar yapmalarını engellemektedir.Ahirete inancı olan bir kimse , dünya hayatı içinde yapabilecek olduğu bazı yanlışların, kendisine hesap gününde geri döneceği bilincine sahip olduğu için kendisini frenleyebilir. Allah (c.c) dünya hayatında yapılan bütün amellerin , eksiltilmeden , unutulmadan , haksızlık yapılmadan karşılığının verileceğini beyan ederek , kullarının vicdanlarının harekete geçmesini , bu şekilde insanların kendilerinin polisi olmalarını sağlamaktadır.

Bir toplum içinde münafık karakterli kişilerin bozgunculuğa sebep olmalarının önlenme yollarından birisi , onların toplum içinden tecrit edilmeden , düzeltilmeye çalışılması olduğunu , sure içindeki 22. ayetten anlamaktayız. O kişiyi geri kazanmak , tamamen toplum dışına itmek sureti ile onun düşmanlığını kazanmaktan daha iyi ve toplum menfaatine daha uygun olandır. 

Kişinin söylemiş olduğu bir sözün içinden bazı kelimeleri cımbızlayarak , veya söylediği sözü işine gelecek şekilde yorumlayarak "Bak falan kimse böyle dedi" şeklindeki ifadelerle , kişinin kast etmediği bazı sözleri ona isnat etmek , iftiranın bir başka türüdür. Bu yeni tür iftira metodu , sıkça kullanılmakta ve kişiler bu yolla yıpratılmaya çalışılmaktadır. Bu yöntem birbirleri ile aralarında düşünce farkı bulunan Müslümanlar arasında hayli yaygındır.

Kim olursa olsun adaleti gözetmek sorumluluğumuz , bu gibi söylentileri bırakın yaymayı , yaymaya çalışanları dahi engellemeyi gerektirmektedir. Fakat hakkında söylenti yayılan bir kimse, eğer bizim gibi düşünmeyen bir kimse ise , mal bulmuş mağribi misali o söylenti yayılmaya çalışılmaktadır. 

Dünya hayatı içinde yaptığımız ve bazı kimselerin yıpranmasına sebep olduğunu düşündüğümüz dedikodu ve iftiralar , en fazla dedikodu yapanlara zarar vermektedir. Bu kimseler bu tür yanlışları yapmakla asıl karakterlerin ortaya koyarak , toplum içinde güvenilmez bir kimse olduklarını kendi elleri ile tescil ettirmektedirler. 

Yapılan bu yanlışların elbette uhrevi cezası da bulunmaktadır. Ahirete iman ettiğini iddia eden bir Müslüman , eğer gerçek bir iman sahibi ise , böyle bir yola başvurmak konusunda daha dikkatli davranması gerekmektedir. Yaptığımız bu yıpratma kampanyaları , suçu bizim gibi düşünmemek olan birisine karşı asla meşru bir mazeret olamaz. 

Düşündüklerinin doğru olduğunu savunmak, elbette herkesin hakkıdır. Bu savunmayı yaparken , kendisi gibi düşünmeyenlere karşı nasıl davranışlar sergilemesi gerektiğini , bize Kur'an beyan etmektedir. Bu beyanları terk ederek , hevamıza uygun davranışlar sergilemek , ahlaki ve Müslümana yakışan bir davranış değildir. Meşruiyetini Kur'an'dan almayan her türlü davranış yöntemi , bizlere dünya ve ahirette zarar olarak geri dönecektir. 

Sonuç olarak : İftira , bir kimsenin sevmediği kimseleri yıpratmak amacı ile kullandığı , dünya ve ahirette cezayı gerektiren gayri ahlaki bir yöntemdir. Bir insanın ne kadar çirkef bir hale gelebileceği , bir peygamber hanımı olan Aişe validemize yapılan iftira üzerinden bizlere anlatılmaktadır. 

Kendisini Müslüman olarak tanımlayan bir kimsenin , bu tür bir yola başvurması kabul edilebilir bir durum değildir. Bu tür yola başvuranlar geçmişte İslam toplumu içinde "Münafık" olarak tanımlanan kimseler olup , bugün Müslümanlar hakkında bu tür yola başvuranlar , münafıkların bu iğrenç yöntemini izlemektedirler.

Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması , sahip olunan düşüncenin bu yolla propagandasının yapılmasını kolay hale getirmiştir. Aynı araçlar maalesef yanlış yolda kullanım alanına da sahip olmakta , karşı düşünceyi mahkum etmek amacı ile de kullanılmaktadır. 

Herkesin kendi düşüncesinin reklamını yapmaya , karşı düşüncenin yanlışlarını ortaya koymaya hakları vardır. Ancak bu işlemler yapılırken ahlaki kurallara riayet etmek gereği bulunmaktadır. "Başarıya giden yolda her yöntem mübahtır" sloganı üzerinden , iftira türü yöntemlere başvurmak , iftira yapan ve uğrayanlara zarar veren bir davranıştır. Adaletin er veya geç ortaya çıktığında iftiraya uğrayan kişi temize çıkarken , iftira atan kimse toplum nezdinde ahlaksız , güvenilmez bir kimse olarak kar listeye alınacak ve bu listeden çıkması pek te mümkün olmayacaktır.

İftira kampanyaları kendimiz için yapıldığında bize ne kadar çirkin ve ahlaksızca geliyor ise , karşımızdaki insanlar için yapıldığında da aynı şekilde çirkin ve ahlaksız gelmediği müddetçe kamil bir insan olmak mümkün değildir. Erdemli bir insan olmanın öncelikli şartı , kendisi için istemediğini bakası için de istememektir.

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


24 Aralık 2016 Cumartesi

Ellerindeki Kitapları ve Başlarındaki Liderleri Kurtarıcı Zanneden Müslümanların Yol Açtığı Tahribatlar


Bir fikir ve inanç etrafında birleşmiş olan insanların, bu fikir ve inançlarını pekiştirmek ve birliklerini kuvvetlendirmek için bir takım ortak paydaları bulunması zaruridir. Ortak paydaları olmayan veya ortak payda etrafında birleşemeyen fikir ve inanç toplulukları, zaman içinde ifsat olmaya ve dağılmaya mahkum olmaktan kurtulamaz. 

Olayı biz Müslümanların açısından değerlendirmeye çalıştığımızda , bizleri birbirimize bağlayan bir takım ortak değerlerimiz bulunmakta, ve bu ortak değerler bizlerin birbirimiz ile daha güçlü bir bağ kurmamızda önemli rol oynamaktadır (Şu anda realite maalesef öyle değildir ama olması gereken bu dur).

Kur'an , biz Müslümanların birbiri ile bağını sağlayan veya sağlaması gereken tek kaynak ve hakem olarak elimizde bulunmasına, ve tek kaynak ve hakem olarak bu kitabın dinde belirleyici olması gerektiğine dair ihtiva ettiği emirlere rağmen , maalesef bu işlevi yerine getirememektedir. Bu durumun en başta gelen sebebi ise , bu kitaba alternatif kaynak ve hakem kitaplar türetilmiş olmasıdır. 

Aynı inancı ve düşünceyi paylaşma iddiasında olan bizlerin , dünyanın en ihtilaflı topluluğu haline, ve bu ihtilaflar neticesinde kafirler topluluğunun şamar oğlanı haline gelmiş olmamız , bizleri köktenci tedbirler alma noktasında herhangi bir düşünceye maalesef sevk etmemektedir. Herkes elindeki kitap ve sahip olduğu lideri ile halinden memnun bir halde sadece "Bize gel" şeklindeki söylemlerle din konuşmakta,  ayrılık ve parçalanmaların bizler üzerinde yaptığı derin etkilerin farkında dahi olmamaktadır. Birleşmek gerektiğini düşünenlerin bir çoğu ise , adres olarak kendi fırkalarını göstererek , bulunduğu yeri terk etmemekte direnç göstermektedirler.

"Fırkacılık hastalığı" olarak niteleyebileceğimiz bu durum , ne acıdır ki Muhammed (a.s) ın söylemiş olduğu iddia edilen bazı rivayetler ile daha da körüklenmiş ve her fırka kendi yanındaki ile sevinir bir hale gelmiş durumda kendisini, "Fırka i Naciye" den olarak niteleyerek, cenneti sadece kendi fırkalarına mensup olanlar için rezerve edilmiş bir mekan olarak görmektedirler. "Ümmetimin ihtilafı rahmettir" veya Müslümanların 73 fırkaya ayrılacağını ve fırkalardan sadece bir tanesinin cennete gideceği şeklindeki rivayetler ile ,fırkacılığın Muhammed (a.s) a isnat edilen sözlerle körüklenmesi sonucunda geldiğimiz   durum gözler önündedir. 

Ülkemizde geçtiğimiz aylarda yaşadığımız büyük sıkıntıların kaynağını, dini bir cemaatin oluşturmuş olması neticesinde, Müslümanlar arasında birlik ve beraberliğin öneminin , bu önemi daha önceden fark edemeyen bazı kimseler tarafından yeniden fark edilerek , Müslümanlar arasındaki hizipleşmenin yanlışlığının ve bizleri nerelere sürükleyebileceği üzerinde yeniden kafa yorulmaya başlanıldığını görmekteyiz. 

Ancak burada yapılan önemli bir yanlışa dikkat çekmek istiyoruz ; Tehlikenin kaynağı olarak sadece Fethullah Gülen ve mensup olduğu Nurculuk hareketi görülmekte , ve sadece bu hareketin yanlışlığı üzerinden fırkacılık aleyhinde gündem oluşturulmak istenilmektedir.
 Halbuki asıl oluşturulması gereken gündem , kaynağını Kur'anın belirlemediği ve Kur'an dışı kaynaklar ve kişilerden beslenen bütün fırkaların zaman içinde böyle bir ihanet içine girme tehlikesinin her zaman mevcut bulunduğu olmalıdır. Böyle bir gündem oluşturulduğu zaman , olay sadece bir fırkanın yanlışlığı üzerinde kördüğüm olmaktan çıkarak daha geniş bir platforma yayılacaktır. 

Eğer bu hareket bugün bir ihanet şebekesi haline gelmemiş olsa idi , Türkiye de böyle bir konu asla gündeme gelmeyecek , hizipler özellikle Fethullah Gülen'in başını çektiği hareket iktidar ile olan karşılıklı tavizkar ilişkisi sürdürecekti. Bu hareket marifeti ile yaşananlar , bizlere ibret olmalı , hizip ve fırkacılık anlayışına dayalı, İslam adına yapılan faaliyetlerin tamamının her türlü yanlışlığa açık olduğu asla unutulmamalıdır.

Bilindiği üzere bu hareket "Said Nursi" adlı kişi tarafından yazılan "Risale i Nur" adlı eserlerin etrafında oluşan kitlenin bir koludur. Bu kişinin kendisi ve yazdığı eser etrafında oluşturulan karizmaya bakıldığında korkunç bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu kitapların muhteviyatında olan bazı bölümler kişileri ŞİRK'e çağıran ve sadece hezeyan olarak nitelenebilecek şeyler olarak görülmesi gerekir iken , bağlıları tarafından direk olarak dile getirilmemiş olsa da dolaylı olarak, Kur'ana alternatif bir eser olarak halen ellerde gezmektedir. Ölmüş nur talebelerinin başlarında, risalelerden parçalar okumak şeklindeki hezeyanlar , bu fırkanın ellerinde kitabı ne dereceye getirdiklerinin acı bir örneğidir.

Başta Said Nursi olmak üzere , onun etrafında oluşturulan uçtu kaçtı hikayeleri ile bu kişi insanüstü bir seviyeye çıkarılmış , hala bu seviyede görülmekte olup , bugün Yaşayan bir lider olarak aynı hezeyanlar, Fethullah Gülen için de uydurulmaktadır. Bulunduğu mekandan herkesi gözlediği düşüncesi bile onun ilah durumuna çıkarılarak , bu düşünce içinde olanların şirk içinde olmaları için yeterli bir sebeptir.

Bu fırka mensuplarının şu anda bile kümelendikleri evlerde, Kur'an meali değil okumak, bulundurmanın bile yasak olmuş olması , bu hareketin nasıl bir zihni yapı içinde olduğunun anlaşılması için yeterlidir. 

Vahiy merkezli din anlayışından koparak kişi merkezli din anlayışının yanlışlarını en ince ayrıntısına kadar gördüğümüz bu hareketin "Hain" olarak görülmesi maalesef yapılan basiretsizlik sonucunda iş işten geçtikten sonra görülebilmiş , ve Türkiye üzerinde büyük bir tahribata yol açmıştır. 

Müslümanlar olarak yüzyıllardır dökülen Müslüman kanının istatistiği yapılacak olursa , bu kanların çoğunun gerçek kafirler ile yapılan savaşlarda değil , birbirimizi kafir olarak görerek aramızda yaptığımız savaşlarda döküldüğü görülecektir. 

Meseleyi sadece Fethullah Gülen veya Nurculuk hareketi üzerine yoğunlaştırarak , fırkacığın zararlarını konuşmak , bu meselenin boyutlarını fazla ciddiye almamak olacaktır. Bu konu maalesef devlet yöneticileri açısından sadece tek taraflı olarak bakılmakta ve olay sadece bu hareketin devlete yaptığı tahribat açısından değerlendirilerek önlemler alınmaktadır. Halbuki bu hareket, aynı devlet yöneticileri tarafından daha düne kadar övücü sözlerle desteklenerek , bağlıları devlet kademelerine yerleştirilmiş , ihanetleri ortaya çıkınca sadece, "Yanıldık Allah bizi af etsin" diyerek özür beyanına gitmektedirler. Bu konu tarihin konusu olup , ilerleyen tarihlerde her şey daha belirgin olarak ortaya çıkacaktır. 

Bizler bu hareketin devlete yapmış olduğu ihanetten ziyade , bu ve benzeri fırkacılık hareketlerinin yüzyıllardır İslama yaptığı ihanet üzerinde konuşmak ve bu durumun önlenmesi için gerekli olan tedbirleri hayata geçirmek zorundayız. Çünkü devlet kendisine zararı olmayan diğer dini cemaatlere bugün dahi ses çıkarmamakta , kendisi ile karşılıklı müdahene içine giren her guruba, şu anda sessiz kalarak tek düşman olarak belirli bir fırkaya savaş açmış durumdadır. 

Kısacası fırkalar ile mücadeleyi devletin kurumlarının yapması asla mümkün değildir , çünkü bu mücadele için yapılması gereken hareket planı sadece Kur'an içinde mevcut olup , Kur'andan kendisini soyutlayanların bu mücadeleyi samimi olarak yürütmeleri imkansızdır. Çünkü, yarın seçimler geldiği zaman oy deposu olarak görülen bu cemaatlerin kapısı siyasi partiler tarafından yine çalınacak , siyasi partilerin önde gelenleri , bu tarikatların başlarındaki kişilerin önünde el etek öperek ,onlarla karşılıklı müdahene içine girecekler, ve onlardan oy dilenmeye devam edeceklerdir. 

Fırkacılık ile mücadeleyi en gerçekçi biçimde , kendisini hiç bir fırkaya ait olarak görmeyen , ve belirleyici ve hakem olarak Kur'anı gören ve fikirleri ve kişileri bu kitaba göre okumaya çalışan insanlardan başkası yapamaz. 

Bugün bir çok fırkanın elinde olan kitaplar ve sahip olduğu liderlerin kendilerini kurtaracağı düşüncesi, maalesef kemikleşmiş bir hale gelmiştir. Elimizde olması gereken kitabın Kur'an olması ve bu kitabın hakemliğinde bir inanç sahibi olmak gerektiği noktasında fikir sahibi olanlara bu konuda büyük bir görev düşmektedir. 

Müslümanlar olarak fırkacılığın bizleri getirdiği noktayı ve düşürdüğü durumları göz önüne aldığımızda , fırka mensuplarının bir çoğunun, elinde bulunan Kur'ana alternatif kitap ve kişileri bırakmasının pek mümkün olmayacağını söylemek, gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. 
İşimizin zorluğu kimseyi umutsuzluğa ve tembelliğe sürüklememelidir. Tebliğ metoduna uygun yaklaşımlarla, bu gibi fırkalar içinde olan kişileri içine düştükleri yanlışı anlatmanın ve çıkış yolu göstermenin , kısa vadede olmasa bile, uzun vadede karşılığı mutlaka alınacaktır. 

Fırkacılığa karşı çıkmak adına üretilen söylemler, eğer başka bir fırkacılığı doğuracak olursa , kaş yapayım derken göz  çıkarmak misali bir duruma dönüşerek , fırkacılığın azalmasına değil artmasına sebep olacaktır. Türkiye geneli olarak düşündüğümüzde , biz Müslümanların en büyük açmazı,  başka fırkalara karşı çıkmayı kendi fırkamızın doğruluğu ve o fırkanın belirlediği kriterler üzerinden yapmaya çalışarak , olayı Kur'an açısından değerlendirememektir 

Yanlış bir yolda olduğunu düşündüğümüz kişinin yanlışını, kendi elimizdeki kitap ve mensubu olduğumuz hareketin liderinin söylemi ve düşüncesi üzerinden görmeye çalışmak yerine , aramızda hakem olması gereken kitap ile dile getirmeye çalışmak, en doğru bir yöntem olacaktır.

Bugün biz Müslümanların en büyük eksiği , yanlış olarak gördüğümüz bir düşüncenin yanlışlarını dile getirmekte kullandığımız dil ve üslup sorunudur. Biz gibi düşünmeyen bir kimsenin yanlışını yumuşak bir üslup ile değil , sert , kırıcı , hakaretvari ve kaba bir üslup ile dile getirmektir. Bizlerin bu yanlış üslubu, diyalog imkanını ortadan kaldırmakta ve yanlış içinde olan kimsenin , yanlışına daha sıkı sarılması ile neticelenmektedir.

Öncelikle Müslümanların "Bedevi" bir dil ve üslubu terk ederek , "Medeni" bir dil ve üslubu kazanmaları,fırkacılık ile yapılacak mücadelenin atılacak ilk adımlardan birisidir. Medeni bir üsluba sahip olanların , birbirleri ile daha kolay diyalog sağlayabilecekleri bir gerçektir. 

Bahsetmeye çalıştığımız şey , zihniyet değişimidir . Elindeki Kur'anı seçmiş olduğu belirleyici kitapların verdiği bakış açısı ile veya mensubu bulunduğu fırkanın liderinin "Bak" dediği yerden bakmaya alışmış olanlar için , bu zihniyetin terk edilmesi kolay değil , hatta imkansız bile denilebilir. Ancak Müslümanların içinde bulunduğu zelil durumun en başta gelen sebebinin yüzyıllardır bitmeyen fırkalar arası sözlü ve silahlı kavgalar olduğu düşünüldüğünde , bu zihniyet değişiminin mutlaka gerçekleşmesi gerekmektedir.

Kur'an dışı kaynakların başta "Hadis" adı ile Muhammed (a.s) dan gelen sözlerin bile Kur'ana eş değer sayıldığı ve bu düşüncenin akide konusu haline geldiği bir inanç sisteminin , bu zihniyeti terk ederek , Kur'anı belirleyici bir kitap olarak görmesi zor, ancak bu zihniyetin değişmesi de mutlaka şart olan bir durumdur.

Bu zihniyetin değişmesi için , herkesin elini taşın altına sokma mecburiyeti vardır. Elini taşın altına koyarak sorumluluk sahibi olmak önce bilgi sahibi olmayı gerektirir. Bilgi sahibi olan bir topluluğun ise sorgulama yeteneği daha da bilenmiş olacaktır. Fırkaların yerleşik mantığında "Sorgulamamak" , "Teslim olmak" gibi terimlerin ifade ettiği anlamların , amentü haline gelmiş olması nedeniyle , bazı şeytani güçlerin fırkaları kullanarak hain emellerine alet etme imkanlarının son derece kolay olduğu, son yaşadığımız olaylar nedeniyle maalesef iyice anlaşılmıştır. Bu gibi ihanetlerin önünün alınması fırkacılık mantığının yok edilmesi ile mümkün olacaktır. 

Sonuç olarak ; Fırkacılık yüzyıllardır İslam dünyasının en büyük sorunu olarak karşımızda eskisi gibi güçlü ve dimdik bir şekilde ayakta durmaktadır. Bu durumun önünün alınması gerektiği , herkes tarafından dile getirilmesine rağmen ellerindeki kitapları ve başlarındaki liderleri terk edemeyenler , birleşmenin adresi olarak kendilerini göstermektedirler. Bu durum ise , bırakın fırkacılığın azalmasını , daha da güçlenmesine sebep olmaktadır. 

Bu durumun önünün alınması , Kur'anın daha ciddiye alınarak bu yönde zihniyet değişimi yapılması ile mümkün olacaktır. Aksi takdirde çok daha büyük sorunlara gebe olan bir İslam dünyası ile karşı karşıya kalmak kaçınılmaz bir sonuç olacaktır.

 

22 Aralık 2016 Perşembe

Musa (a.s) ın Asasının Yılana Dönüşmesi Konusunda Bir Mülahaza

Musa (a.s) kıssası gündeme geldiğinde bir çok kimsenin aklına ilk olarak , asasının yılana dönüşmesi , denizin yarılması gibi bir takım olağan üstü olaylar akla gelmektedir. Son yıllarda gelişen farklı Kur'an algıları, bu gibi olayların gerçekte meydana gelmediği , bu gibi olağan üstülük taşıyan anlatımların, mecazi olarak anlaşılması gerektiği konusunda fikirlerin ortaya ortaya atılmasına sebep olmuştur. 

Bu yazımızda Musa (a.s) a risalet görevi verildiği Tuva vadisinde geçen olayı ele almaya çalışarak , asasının yılana dönüşmesi konusunu ele almaya çalışarak, bu anlatımların nasıl anlaşılması gerektiği yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

 Musa (a.s) kıssasında anlatılan asasının yılan olması , denizin yarılması gibi olayların mecazi olarak anlaşılması gerektiği konusunda fikir sahibi olanların, bu konuda getirdikleri delil, Allah'ın sünnetinde değişiklik olmadığını beyan eden ayetlerdir. Allah'ın sünnetinde değişme olmayacağına göre, bir ağaç parçasının yılana dönüşmesinin de asla mümkün olamayacağı , bu konuda yapılan anlatımın, bundan dolayı mecazi olarak anlaşılması gerektiği iddia edilmektedir. 

Allah'ın sünnetinde değişme olmayacağını ifade eden ayetler dikkatli biçimde okunduğunda , değişmezliğin tabiat yasalarında değil , toplumsal yasalarda olduğudur. Allah'ın sünnetindeki değişmezliğin tabiat yasalarında olduğunu düşünen bir kısım Kur'an okuyucusunun , İsa (a.s) ın babasız olarak dünyaya gelmiş olmasının, Allah'ın sünnetindeki değişmezliğe aykırı olduğu gerekçesi ile ona baba aramaya koyulduklarını, bazı kimselerin ise delilsiz ve mesnetsiz olarak sadece iftira sadedinde, İsa (a.s) ın babasının Zekeriya (a.s) olduğunu dahi iddia etmeye varan hezeyanlar içinde olduğunu görmekteyiz. 

Asanın yılana dönüşmesi ile ilgili anlatımların,mecazi olarak değerlendirilmesi konusunda getirilen Allah'ın sünnetinde değişme olmaması , bu konudaki ayetlerin toplumsal yasalar ile ilgili olmasından dolayı , tabiat yasaları ile ilgili değişmezlik için delil olarak sunulması problemlidir.

Öncelikle bizim asanın yılana gerçek olarak dönüştüğü konusunda herhangi bir ön yargımız bulunmadığını , bu yazının amacının asanın yılana dönüşmesinin mümkün olabileceğini ispat etmek olmadığını önemli hatırlatmak istiyoruz.  Ancak asanın gerçek olarak yılana dönüşmediğini, yapılan anlatımın mecazi olarak anlaşılması gerektiğini iddia edenlerin, konuya  ön yargısız biçimde yaklaştıklarını söylemek güçtür. 

Mecaz , Bir sözcüğün gerçek anlamının dışında kullanılması demektir. Bir sözcük eğer hakiki anlamda anlaşılacak olduğunda bir takım problemler ortaya çıkıyor ise bu sözcüğün mecaz olduğu düşünülebilir. Kur'an bu anlatım üslubunu sıkça kullanmaktadır. Örneğin ; Allah (c.c) için kullanılan El , Göz , Ayak , Arş gibi ifadeler, eğer hakiki anlamda anlaşılacak olursa, ortaya bir takım problemler çıkacak olmasından dolayı , bu anlatımların mecazi olarak anlaşılması gerektiği sonucuna varılmıştır. 

Hasan pazarda SİRKE SATIYOR. 
Hasan'ın suratı SİRKE SATIYOR. 

Yukarıdaki her iki cümlede de "Sirke satmak" deyimi geçmekte, fakat hangi cümlenin hakiki anlamda , hangi cümlenin mecazi anlamda anlaşılabileceği, cümle bütünlüğünden belli olmaktadır.

Kur'an içinde anlatılan bir olayın veya bir ifadenin doğru anlaşılması, öncelikle anlatılan olayda veya ifadelerde kullanılan kelimelerin hangi durumlarda mecazi olarak anlaşılabileceği konusunun açıklığa kavuşması ile bağlantılıdır. Hakiki anlamda anlaşılmasına herhangi bir engel yok iken , "Bu anlatım veya kelime mecazidir" demek , veya mecazi olarak anlaşılmasına herhangi bir engel yok iken " Bu anlatım veya kelime hakikidir" demek, bizi yanılgılara götürebilir.

Konuya dönecek olursak , Musa (a.s) ın asasının yılan haline dönüşmesinin hakiki veya mecaz anlam olarak hangisinin seçilebileceği kararı, olayı anlatan ayetlerin ön yargısız olarak okunması sonucunda verilebilir. 

Musa (a.s) ın Tuva vadisinde asasının yılan haline dönüşmesi , Taha , Kasas , Neml olmak üzere, 3 ayrı surede anlatılmaktadır. Biz asanın dönüşümü ile ilgili ayetlerin meallerini vererek , bu konu üzerinde düşünmeye çalışacağız.

[020.017]  «Ey Musa! Sağ elindeki nedir?»
[020.018]  Dedi ki: «O, benim asamdır; ona dayanmakta, onunla davarlarım için ağaçlardan yaprak düşürmekteyim, onda benim için daha başka yararlar da var.»
[020.019]  Dedi ki: «Onu bırak, ey Musa.»
[020.020] Hemen bırakıverdi, o derhal koşar bir yılan (hayyetün tes'a) kesildi.
[020.021]  Dedi ki: «Onu al ve korkma, biz onu ilk durumuna çevireceğiz.»

[027.010]  Ve bırak asanı, derken onu çevik bir yılan (cannun) gibi ihtizaz ediyor görüverince dönüp geri kaçtı ve arkasından bakmadı, ya Musâ, korkma, zira benim, korkmaz yanımda Resul olanlar
[027.011] Ancak, kim haksızlık eder, sonra, işlediği kötülük yerine iyilik yaparsa, bilsin ki ben (ona karşı da) çok bağışlayıcıyım, çok merhamet sahibiyim.

[028.029]  Sonunda Musa süreyi doldurup ailesiyle yola çıkınca, Tûr tarafından bir ateş gördü. Ailesine: Siz (burada) bekleyin; ben bir ateş gördüm, belki oradan size bir haber yahut ısınmanız için bir ateş parçası getiririm, dedi.
[028.030]  Oraya gelince, o mübarek yerdeki vadinin sağ kıyısındaki, ağaçtan kendisine şöyle seslenildi; 'Ey Musa, muhakkak ki alemlerin Rabb'i olan Allah benim ben!»
[028.031]  Bırak asanı!» Musa, onun bir çevik yılan (cannun) misali hareket ettiğini görünce öyle bir dönüp kaçtı ki, arkasına bile bakmadı. «Ey Musa, yüzünü dön ve korkma; çünkü sen güvenlik içinde olanlardansın!

Yukarıdaki ayet mealleri , Musa (a.s) ın Tuva vadisine geldiği zaman , Allah (c.c) ile aralarında geçen konuşmadaki , asanın dönüşüm geçirmesi ile ilgili bölümlerdir.

3 surede geçen bu ayetlerde dikkat edilmesi gereken önemli nokta , bu ayetlerin öncelikle yaşanmışlık noktasında ele alınması gerektiğidir. Yaşanmışlık noktasında anlaşılmasından sonra, "Bize dönük olarak nasıl  mesajlar içermiş olabilir?" sorusu sorularak cevap aranabilir. 

Musa (a.s) ısınmak ve aydınlanmak için ateş bulmaya geldiği Tuva vadisinde , Allah (c.c) ile konuşur ve ona elindeki asayı bırakması emredilir. Emre uyan Musa (a.s) asayı bıraktığında, asa olağan halinin dışında başka bir hale dönüşmüştür. Bu dönüşüm ayetlerde "Hayyetün Tes'a" ve "Cannun" olarak ifade edilmektedir. Bu ifadelerin ne anlama geldiğinden önce , dikkat edilmesi gereken nokta, Musa (a.s) ın elindeki asanın ağaç halini terk ederek başka bir hale dönüşmüş olmasıdır.


Musa (a.s) ın asasını bıraktığı zaman onun ilk halinin dışında aldığı farklı şekil, onun korkarak kaçmasına sebep olmuştur. Burası da önemli bir noktadır. Olayı yaşanmışlık bazında değerlendirdiğimizde , ayetlerin mecazi anlama hamledilmesi pek mümkün görülmemektedir. Musa (a.s) asasını bıraktığı anda asa değişime uğramış , bunu gören Musa (a.s) ise korkusundan ötürü arkasına bakmadan kaçmıştır. Ayetlerin devamında ona asayı tekrar alması emredilerek , onun ilk haline geri çevrileceği bildirilmektedir. 

[020.021]  Dedi ki: «Onu al ve korkma, biz onu ilk durumuna çevireceğiz.»

İlk durumuna geri çevrilecek olan bir nesne , demek oluyor ki ilk durumu olan ağaç olma halinin dışında başka bir duruma çevrilmiş, ve bu durum Musa (a.s) da büyük bir korkuya neden olmuştur. Bu ifadelerin hakiki anlamda anlaşılmasına engel olan herhangi bir sorun bulunmaması nedeni ile , mecaz olarak anlaşılmasını gerektirecek bir durum söz konusu değildir. 

Dikkat edilirse , bu ayetlerin mecaz olarak anlaşılmasını savunan düşünce sahipleri , önce Allah'ın sünnetinde bir değişme olmadığı teorisini ortaya atmakta , sonra bu teoriye uygun olarak ayetleri yorumlamaya çalışmaktadır. Ancak ayetlerin yorumlanmasından önce olayın yaşandığı zaman ve mekan dikkate alınarak , o andaki olayın meydana geliş şekli dikkate alınarak, konunun anlaşılmaya çalışılması gerekmektedir. Çünkü yorumlanması gereken bir ayet , önce yaşanmışlığı noktasında ne ifade ettiği anlaşılır , ondan sonra bu yaşanmışlık dikkate alınarak , ayet üzerinde bazı yorumlar yapılabilir. 

Asanın dönüşüme uğramış olmasının mecaz olduğunu savunan görüş  sahipleri , yaşanmışlığı bir kenara bırakarak direk olayı yorumlamaya çalışarak yöntem hatası yapmaktadırlar. Bu konuda yapılması gereken asıl tartışma , asanın yılan haline hakiki anlamda dönüşüp dönüşmediği noktasında değil , bu dönüşüm ile Musa (a.s) a nasıl bir mesaj verilmek istenildiği, ve ona verilen bu mesajdan kendimize de pay çıkarmaya çalışmak olmalıdır.

Musa (a.s) ın elindeki ağaçtan objenin , başka bir hale dönüşmüş olması , öncelikle Allah (c.c) nin gücüne ve kudretine göz ile şahit olması anlamına gelmektedir. Uyarmak için gideceği Firavun'un sihirbazları marifeti ile sahip olduğu güç karşısında , arkasında daha büyük bir gücün olduğunu bilmesi ve bilgiye şahit olması Musa (a.s) için önemli bir destektir. 

Gideceği yerde karşılaşacağı insanlar, ülkenin en mahir ve yenilmez sihirbazları olarak ün yapmış insanlardır. Ülkenin başındaki kişi ise, kendisini ilah ve rab olarak tanımlayan bir kimsedir. Musa (a.s) ise, alemlerin tek rabbi ve ilahı olan Allah (c.c) nin elçisidir. Firavun'un maiyetinde bulunan sihirbazlar , Firavun'u ilah ve rab olarak tanımakta , onların karşısında olan Musa (a.s) ise, Allah (c.c) yi ilah ve rab olarak tanımaktadır. 

Bu noktada ortada olan durum, sahte ilah tarafından gerçek ilaha karşı açılmış olan bir savaştır. Gerçek ilah olan Allah (c.c), Tuva vadisinde ona görev vermeden önce , yükleneceği görevde arkasındaki gücün ne kadar azametli olduğunu kuluna, elindeki asa üzerinden göstermek istemiştir. Kulunun elindeki asayı , hiç bir insanın gücünün yetemeyeceği bir şekle çeviren Allah (c.c) , Musa (a.s) için güçlü bir koruyucu olarak, Firavun ve sihirbazlarına karşı vereceği mücadelede, onun sırtının asla yere gelmeyeceğini bilmesini, ve onun kalbinin mutmain olmasını, elindeki asa üzerinden göstermiştir..


Gelelim bu konuda bize düşen hisseye ; 

Firavun karakterli ve kendisinin insanlar üzerinde ilah ve rab olduğunu iddia edeni ve bu yönde bir yönetim sergileyen insanlar , Firavun'un denizde boğulması ile sona ermemiştir. Evrensel bir sembol haline gelen Firavunlar , kıyamete kadar yeryüzünde egemen olmak için çaba harcayacaklar , ve bu uğurda hiç bir zulümden kaçınmayacaklardır.

Kıyamete kadar gelecek Firavunlara karşı , yeryüzünde Musalar da, ve bu Musaların elinde asa yine olacaktır. Asa artık resul Musa'nın elindeki ağaç obje değil , Muhammed (a.s) a inen kitaptır. Resul Musa'nın elindeki ağaçtan mamul olan asa , nasıl Firavun'u mağlup etti ise , bugün elimizde olan kitap , çağdaş firavunları mağlup ederek , asanın gördüğü işlevi yerine getirecektir. 

Dikkat edilirse yaptığımız çalışmada izlediğimiz yöntem , önce kıssanın yaşandığı zaman dahilinde asanın geçirdiği dönüşümün nasıl anlaşılması yönündedir. Bu dönüşümün mecazi değil hakiki olarak anlaşılmasının daha doğru bir yaklaşım olacağı kanaatindeyiz. Asanın geçirdiği dönüşümün Musa (a.s) için ne ifade ettiği , Musa (a.s) ın elinde olan asanın, sahte ilah ve rab olan Firavun'u mağlup etmesinden yola çıkarak , bugün yeryüzündeki  sahte ilah ve rabları mağlup edecek olan asanın elimizde Kur'an olduğunu ifade ederek, bizlere dönük mesajları da ihtiva ettiği şeklinde bir tefekkür çalışması yapmaya gayret ettik. 

Sonuç olarak ; Musa (a.s) ın elindeki asanın Tuva vadisinde geçirdiği dönüşümü ele almaya çalıştığımız ayetlerde , asanın geçirdiği dönüşümün hakiki anlamda değil , mecazi anlamda olduğu şeklindeki düşüncelerin doğru bir yaklaşım olmadığı kanaatindeyiz. 

Mecazi olduğu yönünde kanaat sahibi olanların sergilediği yaklaşım, gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi misalidir. Sünnetullah teriminin tabiat yasaları ile ilgili değişmezliği ifade ettiği düşünenler bu noktada hataya düşerek , bu terimin toplumsal yasaların değişmezliği ile ilgili olduğunu hesaba katmamışlardır.

"Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunu değil , "Ayet bizlere nasıl bir mesaj vermek istiyor?" sorusunun cevabını arayarak yapılan bir okuma ve anlama çalışmasının, daha doğru sonuçlar vereceğini düşündüğümüz ve bu yöntem dahilinde okumalar yapmaya çalışarak , asanın geçirdiği dönüşümün hakiki anlamda gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında yapılan tartışmaların bizlere bir şey kazandırmayacağını , yapacağımız tartışma ve okumaların, bize dair mesajları olmasını merkeze alarak yapılmasının daha faydalı olacağını ifade etmek istiyoruz. 

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

20 Aralık 2016 Salı

Müslümanların Birbirlerine Karşı Kullandıkları Kin ve Nefret Dilini Terk Etmelerinin Önemi Üzerine

Kendilerini bağlayan ortak değerlere sahip olanların aralarındaki birlik ve beraberliği sıkı tutmaları , birbirleri aralarında kavgaya dönüşecek ayrılıklara sahip olmamaları, önem arz eden bir durumdur. Hangi topluluk olursa olsun , güçten düşmeleri ve yıkılmaları, dışarıdan gelen düşmanlardan ziyade, içlerindeki düşmanların veya birlik ve beraberliğin önemini idrak etmekten yoksun cahillerin saldıkları kin ve nefret tohumlarının yeşererek, aynı ideallere sahip olanların birbirlerine düşmesi ile gerçekleşmektedir. 

"Kitle iletişim araçları" dediğimiz Tv , Gazete , Dergi , İnternet v.s gibi yayın organları , insanların fikir ve düşüncelerini yaymak için kullandıkları, en başta gelen araçlar olması nedeniyle, insan hayatında büyük bir öneme sahiptir. Biz Müslümanlar , bu yayın organlarını en etkin biçimde kullanmaya çalışan topluluklardan birisi olarak, özellikle internet ortamı üzerinden "Sosyal Medya" denilen iletişim aracını etkin bir biçimde kullanmaktayız. 

Bu aracı kullanan Müslümanlar, sahip oldukları düşünceleri bu ortam üzerinden paylaşarak , aynı düşünceye sahip olanların dünyanın her neresinde olursa olsun , internet üzerinden bir araya gelmelerini sağlamaktadırlar. Müslümanların kendi aralarında farklı mezhep , meşrep , düşüncelere bölünmüş oldukları bir gerçektir. Bu farklı düşünme gerçeği, yüzyıllardır böyle devam etmekte , mezhep meşrep gibi farklılıkların, bazı zamanlarda birbirlerinin kanını dökmeye kadar varan durumlara sebep olduğu da herkes tarafından bilinmektedir. 

Bugün dahi geçmişten gelen düşüncelerin fanatik savunucuları olduğu ve Müslümanlar arasındaki düşmanlıkların hız kesmeden aynı şekilde sürdüğünü görmek üzüntü verici bir durumdur. Sosyal medya üzerinden kendisini ifade etmeye çalışan farklı düşüncelere sahip bazı Müslümanlar, söylemini  sevgi ve saygı kuralları üzerinden değil , kin ve nefret söylemi üzerinden , sahip olduğu düşüncenin propagandasını yapmaya çalışmaktadır.

Medine ; "Şehir" anlamına gelen bir kelimedir. Şehirler , insanların birlikte yaşama ihtiyacının giderildiği kuruluşlar olup , bu ortamda yaşamanın ilk kuralı , o şehirde yaşayan insanların birbirlerinin yaşam ve kişilik haklarına saygılı olmalarıdır. Bir şehirde yaşayan insanlar farklı ırk , renk , din , mezhep , meşrep , ve fikre sahip olabilirler. Bu farklılıklar insanların birbirlerine düşman olmalarına değil , birbirlerini tanımalarına kaynaşmalarına vesile olmalıdır (Hucurat s. 13).

Medine kelimesinden türemiş olan "Medeniyet" kelimesi, şehir yaşamını ve bu yaşam için gerekli kuralları özetleyen bir terimdir. Bu terimin zıddı "Bedeviyet" olup , çölde yaşamaktan dolayı insanlar ile daha az ilişkisi olan, dolayısı ile kaba ve görgüsüzlüğü simgeleyen "Bedevi" kelimesinden türemiştir.  Biz Müslümanlar sahip olduğumuz değerlerden ötürü, medeni olmanın en güzel örneklerini vermesi gereken bir topluluk olmamız gerekmesine rağmen , bazılarımız bu erdemden yoksun olarak bedeviliğin örneklerini veren davranışlar sergilemektedir. 

Bu bedevilik örnekleri , Müslümanların birbirleri ile en fazla ilişki kurduğu sosyal medya ortamlarında görülmektedir. Sosyal medya ortamında kendisini ifade etmeye çalışan bir kısım Müslüman sahip olduğu fikri yaymak için , kendi fikrinin güzelliklerini tebliğ etmeyi değil , karşı fikrin çirkinliklerini ortaya koymayı tercih ederek , kendisine taraftar toplamayı seçmektedir.

Sosyal medya ortamındaki Müslümanların genel durumu "A" fikrine sahip olan bir Müslüman , karşı olduğu ve yanlış olduğunu düşündüğü "Z" fikrine karşı büyük bir savaş açarak , kendi fikrini savunmaya çalışmak olarak karşımıza çıkmaktadır . Karşı olduğu fikri mahkum etmek için kullandığı dil ve üslup, maalesef Müslüman olmanın kendisini bağladığı bir takım ahlaki kurallar çerçevesinde olmamakta , tamamen sokak ağzı , hakaret , alay , küfür gibi, bir Müslümana asla yakışmayacak davranışlar olmaktadır.

Bir Müslüman sosyal medya ortamında yapmış olduğu paylaşımlar ile kendi düşüncesine sahip olan Müslümanların çoğalmasını istemektedir. Hangi fikir olursa olsun , insanlara bu fikri sevdirmenin ve taraftar olmasının sağlamanın yolu , bu fikri savunan insanların davranış bakımından düzgün insanlar olmasını gerektirmektedir. Davranışları düzgün olmayan , kullandığı dil ve üslubu bozuk olanların yaptıkları çağrının , başkaları tarafından olumlu olarak karşılık görmesi asla mümkün olamaz. 

                                       "Allah (c.c) sanal alemin de gözetleyicisidir"

Akşama kadar sosyal medya üzerinden karşıt fikre her türlü hakareti savurarak , yanlış olduğunu düşündüğü bu fikirden kaç tane insanı döndürebildiği konusunda gece yataklarına yattıklarında kendilerini sorgulayanlar, acaba nasıl bir cevap alacaklarını hiç düşündüler mi ?. 

Bir Müslüman elinde bulundurduğu imkanları, sahip olduğu inancın kendisine yüklediği biçimde kullanmak yerine , kendi iç dünyasının bozukluklarını dışa vuracak biçimde kullanıyor ise , bu ortamı hiç kullanmaması kendisinin menfaati gereğidir. Çünkü bu kimse yaptığını zannettiği dini çalışmalar ile sevap işlediğini zannederek , insanları kendi düşüncesine taraftar olmaya değil , düşman olmaya çağırmaktadır. Allah (c.c) nin her an üzerimizde gözetici olduğu bütün Müslümanlar tarafından bilindiği halde , sanki bu gözeticilik sosyal medya ortamında geçerli değilmiş gibi davranışlar sergilemek , hesap gününde geri dönüşü imkansız pişmanlıklara sebep olacaktır.

                 "Müslüman elinden , dilinden , klavyesinden emin olunan insandır."

Bazı Müslümanların yaşadıkları sosyal , ekonomik , ailevi v.s türünden bir takım sıkıntılar, onları psikolojik olarak etkilemektedir. Bu tür depresif bozukluğa sahip olarak klavyesinin başına geçen bir Müslüman iç dünyasındaki öfkeyi dışa vurmak için yine Müslümanları seçmekte , farklı düşünceye sahip olan Müslümanlara her türlü hakaretvari kelimeleri kullanarak, içindeki öfkeyi boşaltmaya çalışmaktadır.


[016.125]  Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir.

Bir Müslümanın , diğer Müslümanları sahip olduğu düşünceye çağırmak için kullanacağı delilleri öğrenmeden önce , insanlara karşı kullanacağı dili ve üslubu öğrenmesi gerekmektedir. İnsanlara karşı kullanması gereken dil ve üslubu bilmeyenlerin yaptıkları çağrı karşılık görmemekle kalmayacak , aksine çağırdığı düşünceye düşmanlık edilmesi ile sonuçlanacaktır.

Çağrısı Allah (c.c) tarafından "Doğru" olarak desteklenen Muhammed (a.s) ın , insanlara karşı yaptığı davetin karşılığını bulmakta ne kadar zorlandığı herkesin bildiği bir gerçektir. Biz sahip olduğumuz düşüncemizin "Doğru" olduğuna dair olan delili Allah (c.c) den değil , sahip olduğumuz kanaatlerimizden aldığımızı unutarak , bir elçi edasıyla herkesi kendimize çağırmakta , bu çağrımızın herkes tarafından kabullenilmesini istemekteyiz.

[050.045]  Onların dediklerini Biz biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; söz verdiğim günden korkanlara Kuran'la öğüt ver.

[017.105]  Kuran'ı ancak hak olarak indirdik ve o da indiği gibi hak olarak kaldı. Seni de yalnız müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.

[006.107]  Eğer Allah dileseydi onlar şirk koşmazdı. Biz seni onlar üzerinde bir gözetleyici kılmadık ve sen onlar üzerinde bir vekil de değilsin.

Allah (c.c) göndermiş olduğu elçisine dahi , insanlar üzerinde baskı yapmaması gerektiğini , onlar üzerine vekil olarak gönderilmediğini , görevinin sadece tebliğ etmek olduğunu hatırlatır iken , kendisini elçinin üzerinde görerek , insanlara karşı baskıcı , kendisini onlara vekil olarak gönderilmiş zanneden Müslümanlar sanal alemde  cirit atmakta , kendileri gibi düşünmeyen insanlara karşı her türlü hükmü vermektedirler. 

Son yıllarda dünya genelinde çıkan olayların, sosyal medya üzerinden örgütlenen insanlar tarafından fitili yakıldığını düşünürsek , sanal ortam insanlar üzerinde büyük bir etki sahibidir. Bu sebepten dolayı , bu ortamı kullanan Müslümanların yazdıklarına ve söylediklerine dikkat etmek zorunluluğu bulunmaktadır. 

Sosyal medya ortamını kullanan Müslümanlar , yazdıklarının ve söylediklerinin başkalarını etkilediğini hesap ederek bu konuda sorumluluk sahibi bir kimsede olması gereken davranışları sergilemesi gerekmektedir. Müslümanlar üzerinde  bir takım emelleri olanların , bu emellerini gerçekleştirmek için , Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliği yıkmaya çalıştıkları unutulmamalıdır.

Bu ortamlarda Müslüman olmanın getirdiği sorumluluklardan uzak davranışlar sergileyerek , birbirleri ile kıyasıya kavga eden Müslümanların yaptıkları kavgalar kendilerine değil , bizler üzerinde emelleri olanlara fayda getirmektedir. Sosyal medyanın gücünü , birbirimizi kırarak , güçten düşürmek yolunda değil , birbirimize karşı olan davranışlarımızı sahip olduğumuz inancın bize yüklediği sorumluluklar dahilinde yerine getirerek , daha güçlü olmak yolunda kullanmalıyız.

Bunu yapabilmek için önce "Medeni" olmanın getirdiği bazı kuralları hayata geçirmeye çalışmak gerektiğini düşünmekteyiz. Sosyal medya üzerinden iletişime geçen her Müslüman , karşısındaki kişinin en az kendisi kadar değerli bir kimse olduğunu düşünerek , yazılarını ve sözlerini dikkatli sarf etmelidir. Çünkü karşısındaki kimse önce insan , sonra da Müslümandır. 

Kendi sahip olduğu fikri desteklememiş olmamış , kişinin İslam dairesi dışına çıkarılarak aforoz edilmesi için geçerli bir sebep değildir. Bu kimse "Kafir" damgasını hak etmiş olsa dahi, bu damgayı ona hakaret için değil , düştüğü yanlışı hatırlatarak onun yanlışından dönmesini sağlamaya çalışmak en doğru yol olacaktır.

Muhammed (a.s) ın bile elinde bulunmayan bir yetkiyi , kendi elimize almaya çalışarak , insanlar üzerinde vekil olmadığımızı bilmek , kullanacağımız dil üslubun daha düzgün olmasını sağlayacaktır. Doğru olduğunu düşündüğümüz fikir üzerinde bizim net delillerimiz var ise , karşımızdaki bu delilleri kabul etmese dahi , onu kabule zorlamak bize hiç bir şey  kazandırmayacaktır. 

Tartışan taraflar söylemlerini ilim , bilgi , edep ve ahlak dahilinde ortaya koydukları takdirde kavgaya sebep olacak nedenlerde ortadan kalkmış olacaktır. Yapılan kavgaların nedeni tartışan tarafların söylemleri konusunda ilim ve bilgi sahibi olmamalarından kaynaklanmakta , ilim ve bilgi ile karşısındakine herhangi bir şey aktaramayan ve yeterli delil sunamayan kimseler , çareyi küfür ve hakarette bulunmak sureti ile edep ve ahlakı unutarak, her türlü sözü sarf etmekten çekinmemektedirler.

Fikrinden emin ve delilleri ilmi ve tutarlı olan bir kimse , karşısındaki kimse söylediklerini kabul etmese dahi ona zorlama ve hakaret içeren sözler sarf etmez "Selam" diyerek ortamı terk ederek , bilgi ve ilminin gereğini böylelikle yerine getirir.


Sonuç olarak ; Bizi her anımızda gözeten Rabbimiz , sosyal medya üzerinden yaptığımız faaliyetleri de gözlemekte , ve bu ortamda yaptıklarımızdan da bizi hesaba çekecektir. Sosyal medya önemli bir iletişim aracı olması nedeniyle Müslümanların düşüncelerini yaymak için kullandıkları bir ortamdır.

Bu ortamı kullanan bazı Müslümanlar maalesef, edep ve ahlak kurallarına riayet etmemekte, din adına yaptığı konuşmalarda dinsiz olduğunu iddia eden insanlardan daha gayri ahlaki davranışlarda bulunabilmektedir. 

Müslümanların her davranışı ile örnek bir kişi olması gerektiğini unutmadan bu ortamları kullanması, başkalarının Müslümanlara bakışı konusunda olumlu düşünceleri de beraberinde getirecektir.

Kimse üzerine vekil olarak gönderilmediğimiz şuuruna vakıf olarak yapacağımız tartışmalar , bizleri nebevi metoda daha yakın bir üslup ve yöntem kullanmak noktasında bırakacaktır.

BİRBİRLERİNİ SEVEN VE SAYGI DUYAN MÜSLÜMANLARDAN OLMAK DUASI İLE.

17 Aralık 2016 Cumartesi

Nisa s. 1. Ayetini Hucurat s. 13. Ayetinden Anlamak

Son yıllarda Türkiye genelinde Kur'an'ı anlamaya olan yönelim , anlama konusunda bazı yöntem hatalarını da beraberinde getirmiştir. Yapılan Kur'an okumalarının bir kısmı, mesajı anlamaya yönelik değil , bir takım gereksiz soruların cevaplarının aranmasına yönelik yapılmasından dolayı, ortaya çıkan tartışma konuları, maalesef Kur'an okuyanların birbirine düşmelerine neden olmaktadır. 

Bu konuda yapılan yöntem hatasına örnek olarak verebileceğimiz, Nisa s. 1. ayeti üzerinde yapılan tartışmalar , insan neslinin nasıl çoğaldığı yönündeki sorulara cevap aranması etrafında yapılmaya çalışılmış , bu ve benzeri ayetler dikkate alınarak , insan neslinin Adem ve eşinden çoğaldığı sonucuna varılmış , fakat bu sonuç insan neslinin çoğalmasının kardeş evliliği ile gerçekleştiğinden yola çıkılarak varılmış bir sonuç olduğu için , itirazları başka soruları ve tartışmaları beraberinde getirmiştir.

Yazımızda , bu ayetin nasıl anlaşılabileceği yönünde bir tefekkür çalışması yapmaya gayret ederek , mesaja odaklı bir okuma örneği vermeye çalışacağız.

[004.001] Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.

Bu ayet ile ilgili kanaatimiz , ayet içindeki "İtteku" (Sakının) kelimesinin merkeze alınarak okunması ve anlaşılması gerektiği yönündedir. Rabbimiz, yeryüzünde bulunan milyarlarca insanı , bir erkek ve bir dişiden yarattığını, ve insan neslinin bunlardan türettiğini beyan ettiği yönündedir . Biz insanların bir erkek ve bir dişiden yaratıldığını okuduktan sonra , "Ey Rabbimiz sen bu insanları kardeş kardeşe evlenmesine izin vererek mi, yoksa başka Ademler de yaratarak çoğalmasını sağladın?" şeklinde bir sorunun cevabını aramaya çalışmanın gereksiz, ve asıl mesajı öteleyen bir soru olduğunu düşünmekteyiz.

Çünkü bu ayette Allah (c.c), sakınılmaya layık yegane rab olarak kendisini adres göstermekte, ve insanlar üzerinde yegane rab olma liyakatını, bütün insanları bir erkek ile bir dişiden yaratmış olması ve çoğaltması ile bizlere ispatlamaktadır. Bizim bu noktayı bir tarafa koyarak , insanların nasıl çoğaltıldığına dair bir bilgi peşinde koşmaya çalışmak "Aya değil parmağa bakmak" misali bir okumadır. Çünkü Kur'an içindeki ayetlerden nasıl çoğaldığımız konusunda yapmaya çalıştığımız araştırmalar, ve cevaplar bir başka soruları meydana çıkarmaktadır. 

Kardeş kardeşe evlilik yolu ile çoğaldığımızı savunan görüş, yine Kur'an içinden ayetler delil gösterilerek ret edilebilirken , Adem'in ilk insan olmadığını savunan görüşler de ,  aynı şekilde Kur'an içinden ayetler delil gösterilerek ret edilebilmektedir. Bundan dolayı şahsi kanaatimiz , insan neslinin nasıl çoğaldığı konusunun peşine düşmeden, ilgili ayetlerde bize verilmek istenen başka mesajlar olup olmadığını araştırmaya çalışmak olmalıdır.

Aynı erkek ile aynı kadından doğan insanların ortak özelliği "Kardeş" olmalarıdır. Ayeti bu noktadan okumaya çalıştığımız zaman , karşımıza aynı mesajı içeren Hucurat s. 13. ayeti çıkmaktadır.

[049.013] Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en kerim olanınız, O'ndan en çok sakınanızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.

Hucurat s. 13. ayeti de , tıpkı Nisa s. 1. ayeti gibi insanların bir erkek ve bir dişiden yaratıldığını beyan etmektedir. "Takva" (Sakınmak) terimi , Nisa s. 1. ayetinde olduğu gibi, Hucurat s. 13. ayetinde de merkeze alınmaktadır.

Dikkat edilirse her iki ayette de hitap bütün insanlığa yapılmakta , ve bütün insanlığın bir erkek ve bir dişiden yaratılmış olmasına dikkat çekilerek , bir erkek ve dişiden yaratılmış olmanın, bütün insanlar ile ortak paydamız olduğu hatırlatılmaktadır. Bu ortak payda, bütün insanların birbirleri ile kuracağı ilişkilerde dikkate alınması gerekmektedir. 

Bu ortak payda, bizleri bir erkek ve dişiden nasıl çoğaldığımız sorusunu gündem etmeye değil , böyle bir şekilde çoğalmış olmamızın bizim için ifade etmesi gereken değeri gündem etmeye yöneltmesi gerekmektedir. Bütün insanların bir erkek ve bir dişiden türediğinin ifade edilmesi , bu insanların birbirleri ile olan ilişkilerinde gözetmesi gereken yakınlık ilişkisine dikkat çekmektedir. 

İnsanların "İnanan" ve "İnanmayan" şeklinde iki ayrı şemsiye altında toplanmış olmasından önce, inanmış veya inanmamış olsun herkes öncelikle İNSANLIK şemsiyesi altında toplanmaktadır. "Mü'min" veya "Kafir" sıfatları , insanların birbirleri ile olan ilişkilerinde dikkate almaları gereken öncelikli sıfatlar değildir. Öncelik , mü'min veya kafir olmasından önce herkesin İNSAN olduğu gerçeğidir.   

Allah (c.c) insanların kendisine iman eden ve etmeyen olarak ikiye ayrılmalarının birbirlerine karşı hangi hallerde düşmanlık vesilesi olarak görülmesi gerektiğini kitabında beyan etmektedir. İman edenlerle açıkça savaşa yeltenmeyen kafirler ile insani ilişkileri kurulmasında herhangi bir sakınca görülmemesi dikkat çekici bir noktadır.

 [005.032]  Bu nedenle, İsrailoğullarına şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yer yüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksızca) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur. Andolsun, peygamberlerimiz onlara apaçık belgelerle gelmişlerdir. Sonra bunun ardından onlardan birçoğu yeryüzünde ölçüyü taşıranlardır.

Maide s. 32. ayeti , insan olma onurunu öne çıkaran, insan hayatının ne kadar değerli olduğunu , haksız yere kıyılan bir canın bütün canlara bedel olduğunu beyan ederek insan hayatının ne kadar değerli olduğunu beyan eden bir ayet olarak, biz Müslümanlar tarafından hayat alanına geçirilmeyi beklemektedir. İnsan hayatının değerini bilmesi , ona kıymet vermesi , haksız yere kıyılan bir canın bütün canları kıymış gibi bir cürüm olduğunu en fazla bilmesi gerekenlerin , en acımasız şekilde birbirlerini kırma yarışına girmiş olmaları, izahı mümkün olmayan bir yanlıştır.

"Şia" ve "Sünni" olarak iki ana parçaya ve bu ana parçanın altında binlerce ara parçaya ayrılmış olan Müslümanların, yüzlerce yıldır birbirleri ile yaptıkları savaşlarda dökülen kan , kafirler ile yapılan savaşlarda dökülmemiştir. Dünyanın insan hayatına saygılı olma konusunda en başta gelen topluluğu olması gereken bizlerin, kendi insanlarına karşı en acımasız, ve en vahşi bir şekilde kan dökücü hale gelmiş olması , içinde bulunduğumuz zamanın acı bir gerçeğidir.

[049.010] Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.

Dünyayı tek bir devlet çatısı altında toplamayı , ve 7 milyar olan dünya nüfusunu 500 milyona indirmeyi amaçlayan şeytanca bir projenin sahibi olan bir elin parmakları kadar sayılı olan zengin tabakasının bu projesinin bir ayağı, bizim coğrafyamızda B.O.P adı altında bir plan dahilinde yürütülmektedir. Yıllardır çevremizde gelişen olaylar ve dökülen kanlar , bu şeytani planın bir parçasıdır.

Dünya nüfusunu azaltmayı amaçlayan şeytani planda birbirlerine düşman olan Müslüman guruplar , bu kafirler için biçilmiş kaftan mesabesinde olup , bu gurupları birbirlerine kırdırmak sureti ile , hem Müslümanların birlik ve beraberliklerini ortadan kaldırmakta , hem de nüfusun azalmasına sebep olacak katliamları Müslümanlar eli ile yaptırmaktadırlar.

Elimizde bulunan kitabın "Nur" olarak vasıflandırılmış olması, bizler için karanlıklarda yol gösterici , "Furkan" olarak vasıflandırılmış olması, hakkı batıldan ayırt etmek için bize rehber olması artık dikkate alınarak , üzerimizde oynanan oyunların bir önce farkına varılması , kafirlerin elinde oyuncak olmaktan çıkarak , onların oyunlarına başlarına geçiren bir topluluk olmamız gerekmektedir.

Karşımızda olan bir insanın bizim için hangi durumlarda "Düşman" olarak görülmesi gerektiği açık ve net olarak beyan edilmiş iken , kendisini "Sünni" olarak niteleyen bir insanın düşmanı , kendisini "Şia" olarak niteleyen bir insan olamaz. Aynı şekilde kendisini "Şia" olarak niteleyen bir insanın düşmanı da, kendisini "Sünni" olarak niteleyen bir başka insan olamaz.

Sünni veya Şia olsun bu fırkalara mensup olan insanların ortak paydaları , önce bir kadın ve erkekten türeyen İNSAN , sonra da MÜSLÜMAN olmalarıdır. Farklı bakış açıları ile birbirini KAFİR ilan ederek birbirinin kanını, canını , malını , ırzını , namusunu HELAL görmek insana ve Müslüman olanlar için asla mümkün değildir.


Mezhep , meşrep , fırka farklılıkları insanların birbirlerini öldürmek için asla meşru bir sebep olarak görülemez. Sünni , Şia veya bir başka fırkaya mensup olduğu gerekçesi ile, insanlara düşmanlık beslenmesine ve katline cevaz veren insanlar , batılı kafirlerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir iş yapmamaktadırlar. 

Batılı insan şeytanları ve onların işbirlikçilerinin oynamak istedikleri oyunlar , Müslümanların mezhep farklılıkları gündeme getirilerek sahneye konulmak istenilmekte , bu yol ile farklı mezheplere bağlı olan Müslümanların birbirlerini "Kafir" oldukları gerekçesi ile öldürmek sureti ile Müslümanların gücü sıfıra indirilmek istenilmektedir. 

Birbirini öldürmek için meşru bir gerekçe olarak sunulan fırka ve mensup farklılığı , Müslümanların güçlerinin kırılmasına ve gücü kırılan Müslümanların batılı şeytanlara daha kolay lokma olmalarına sebep olmaktadır. İnsan hayatının değerini, fanatik mezhep taraftarlarından değil , Allah (c.c) nin kitabından öğrenmeye ve hayata aktarmaya çalışmadığımız zaman , en küçük bir tahrikte "Asalım , keselim , öldürelim , biçelim" sesleri yükselmeye başlayacak ve bu yolla Müslümanlar arasında fesat tohumları ekilecektir.

Hucurat s. 13. ayeti , insanların birbirlerinin renk , dil , ırk , mezhep , meşrep , kavim farklılıklarının düşmanlık vesilesi olarak görülmemesi gerektiğini hatırlatan önemli ayetlerden bir tanesidir. İnsanları birbirlerinden ayıran bazı farklılıkların onlar arasında düşmanlık vesilesi olarak görülmemesi  , aksine yakınlık ve kaynaşma vesilesi olarak görülmesi gerektiği ayetin önemli mesajlarından bir tanesidir.

Sünni , Şia veya bir başka fırkanın taraftarı olmak, eğer Allah katında bir suç ve günah teşkil ediyorsa , bu suçun cezasını Sünni olanın Şia olanı , Şia olanın Sünni olanı öldürmesi sureti ile insanların değil , hesap gününde Allah (c.c) nin vermesi gerekmektedir.

Sosyal medya üzerinden örgütlenmek ve propaganda yapmak, son yıllarda büyük bir ivme kazanmış, biz Müslümanlar da bu yol üzerinden sahip olduğumuz düşüncelerimizi yaymak için büyük bir gayret göstermekteyiz. Sosyal medya üzerinden sahip olunan gücü , fırkalar arasındaki düşmanlığın yayılması için değil , önce insan olmamız ve sonra Müslüman olmamız üzerinden değerlendirmeye çalışarak , düşüncelerimizi paylaşmaya çalışmak , karşımızdaki kişiye önce insan olması gerçeği üzerinden değer vermeye çalışmak , sonra eğer hatalı bir düşüncesi var ise , bu hatasını Kur'an'ın öğrettiği metot üzerinden anlatmaya çalışmak , Müslümanlar arasındaki düşmanlıkların en aza inmesini sağlayacaktır. 

Sosyal medya aracılığı ile sahip olduğu düşüncesini savunmaya çalışan Müslümanlardaki genel durum , sahip olduğu düşünceyi merkeze alarak onu "Nihai doğrular" olarak görmek , sahip olduğu düşünce dışındakileri ise "Kesin yanlış" olarak görmektir. Böyle bir portreye sahip olan Müslüman klavyesini bir kılıç gibi kullanarak karşısındakini düşman olarak görmekte , ve o kişiye her türlü yazılı hakareti caiz olarak görerek , bu ameli Allah yolunda cihad aşkı ile yerine getirmektedir. Müslümanların birlik ve beraberliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğu bu zamanlarda , herkes yazdıklarından ve söylediklerinden sorulacağı bilinci içinde olmalı , insani değerlere önem vererek karşısındakilerin kişilik haklarına saygı duyan bir üslup kullanmalıdır.

Aksi takdirde sosyal medya üzerinden körüklenen düşmanlıklar , ilerleyen zamanlarda ülkeler arası meydan savaşlarına dönüşerek , önü alınmaz kitlesel katliamlara sebep olan durumlara öncülük ederek tarihte kara bir sayfa olarak yerini alacaktır.

Sonuç olarak : Allah (c.c) nin bizleri bir erkek ve bir kadından yarattığı ve çoğalttığını beyan etmiş olmasının , bu çoğalmanın nasıl gerçekleştiği yönünde değil , bir erkek ve bir kadından doğan insanların sahip oldukları ortak payda üzerinden değerlendirilmesinin daha doğru bir yaklaşım olacağını düşünmekteyiz.

Anne ve babası bir olanların, birbirleri ile daha yakın ilişkiler kurması gerektiği ,  aynı anne ve babadan dünyaya gelenlerin birbirlerine karşı herhangi bir üstünlük taslama vesilesi olmayacağı gerçeği üzerinden ayeti okuduğumuz zaman , evrensel insani değerlerin dikkate alınarak birbirimize karşı davranışlarımızın yeniden gözden geçirilmesi zarureti ortadadır.

Birlik ve beraberliğin her zamankinden daha zaruri olduğu bu günlerde , Müslümanların birbirlerine fırka taassubu ile değil sahip oldukları en üst ortak paydaları öne çıkararak , bakmaları bizi birbirimize kırdırarak iki taraflı menfaat elde etmek isteyen batılı şeytanların oyunlarını bozacaktır. 

İslam kelimesinin anlamlarından bir tanesi olan barışın , Müslümanlar arasında uygulanması kimlerin zararına olacak ise , aramızdaki düşmanlıkları körükleyenler , bu kimselere hizmetkar olmaktan başka bir iş yapmamaktadırlar.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

16 Aralık 2016 Cuma

İsra s. 16. Ayeti : Mütref Tabakanın Toplumların Helak Olmasındaki Rolü

Toplumların Allah (c.c) ye karşı gelmeleri sonucunda helak edildiklerinin haber verildiği ayetlere dikkat ettiğimizde , toplumların helak olmasına öncülük eden bir takım insanların olduklarını görmekteyiz. Bu insanların öne çıkan özelliği, ellerinde maddi güç olması nedeniyle toplumda söz sahibi olmaları , bu güçlerini kullanarak toplumu istedikleri gibi yönlendirme gücüne sahip olmalarıdır. Helakın sona eren bir süreç değil , kıyamete kadar devam edecek bir süreç olduğunu dikkate aldığımızda , toplumlarda her zaman ellerinde bulundurdukları gücü kullanarak, insanları kendilerinin istediği yönde kullanan bu tabakaya karşı ,her zaman teyakkuz halinde olmanın önemi ortaya çıkmaktadır.

Mütref ; "Kendisine geniş nimet ve bolluk verilmiş kimse" anlamındadır.

[017.016] Biz, bir ülkeyi helak etmeyi irade ettiğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine (mütrefihe)' emrederiz, böylelikle onlar onda fesat çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.

İsra s. 16. ayeti , toplumsal bir yasa olan helakın sünnetini bize hatırlatmaktadır. Allah (c.c) bir ülkeyi durup dururken asla helak etmez. Bir ülkenin helak edilmesi , o ülkede yaşayanların helak edilmeyi hak etmesi ile bağlantılıdır. Bu noktanın çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Allah (c.c) nin bir şeyi irade etmesi , kulların fiilleri ile alakalı olup , kul helak olmayı hak edecek fiilleri işlemedikçe Allah (c.c) nin iradesi devreye girmez. 

İsra s. 16. ayeti bir toplumu helak olmaya götüren sebeplerden birisi olarak o toplumda "Mütref" olarak ifade edilen kesimin yaptıklarını sebep göstermektedir. Allah (c.c) mütref tabakaya "Fesat çıkarın" şeklinde bir emir değil , "Fesat çıkarmayın" şeklinde bir emir vermekte , fakat bu emir mütref tabaka tarafından geri çevrilerek, emre isyan edilmektedir. 

[023.031-33]  Sonra onların ardından bir başka insan-kuşağı yaratıp-inşa ettik.Onlara da kendi içlerinden: «Allah'a ibadet edin. O'nun dışında sizin başka ilahınız yoktur, yine de sakınmayacak mısınız?» (desin) diye içlerinden bir peygamber gönderdik.Onun kavminden, kâfir olup ahirete ulaşmayı inkâr eden ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler (vetrefnehum): «Bu, dediler, sadece sizin gibi bir insandır; sizin yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer.»

[021.011-13] Biz, zulmeden, ülkelerden nicesini kırıp geçirdik ve bunun ardından bir başka kavmi meydana getirdik. Bizim zorlu-azabımızı hissettikleri zaman, oradan büyük bir hızla uzaklaşıp-kaçıyorlardı.Kaçmayınız, sizi baştan çıkaran nimetlere (ütriftum) ve evlerinize dönünüz ki, sorguya çekileceksiniz!

[011.116]  Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri, yeryüzünde fesada engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır. Kendilerine verilen nimete (ütrifu) karşı haksızlık edenlere uyanlar ise suçlu oldular.

[023.064-67] Sonunda şımarık varlıklılarını (mütrefihim) azabla yakaladığımız zaman feryat ederler. Bugün boşuna feryad etmeyiniz, bizden yardım göremeyeceksiniz. «Âyetlerim size okunduğunda, siz kibirlenerek sırtınızı çevirirdiniz, geceleyin onun aleyhinde ileri geri konuşarak saçmalıyordunuz.»

[034.034] Doğrusu uyarıcı göndermiş olduğumuz her kentin varlıklı kimseleri (mütrefuha), «Biz sizinle gönderilen şeyleri inkar ediyoruz» dediler.

[043.023] Senden önce, herhangi bir şehre gönderdiğimiz uyarıcıya, şımarık varlıklıları (mütrefuha) sadece: «Doğrusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerini izlemekteyiz» dediler.

[056.041-47]  Ashab-ı şimal ki ne ashab-ı şimal! Ne bedbahttır onlar! İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, Ne serin, ne de faydalı olan, kapkara duman tabakası altındadırlar. Çünkü onlar vaktiyle varlık içinde (mütrefine) azıtmışlardı.Büyük günahı işlemekte direnir dururlardı. Ve derlerdi ki: Öldüğümüzde, toprak ve kemik yığını olduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeniden diriltileceğiz?

Yukarıdaki "Mütref" kavramının Kur'an geçtiği ayetlere dikkat ettiğimizde , toplum içinde var olan bu tabaka, sadece dünya merkezli bir hayat inancına sahip olması , ve bu hayatta güç ve servet sahibi olmak için hiç bir kural tanımamak esasına kurulu bir hayatı şeçmelerinden ötürü , kendilerine yaşadıkları hayat içinde tabi olmaları gerekli olan kuralları hatırlatan elçileri ret ederek , yaşamlarını sürdürmek istemektedirler. Bu yaşamı sürdürmek adına servetlerini ve güçlerini ortaya koyarak , insanlar üzerinde baskı ortamı meydana getirmek sureti ile onları da yanlarına alarak, kendileri ile birlikte bütün toplumu helaka sürüklemektedirler.

Tarihin her devresinde bulunan bu tabaka , bugün de dünya üzerinde bulunmakta , geçmişteki atalarının yollarını aynen takip ederek , ellerindeki güç ve servetle insanları baskı altında bulundurmakta, ve güçlerine güç katmanın yollarını aramaktadırlar.


Bankalar bu tabakanın elinde bulundurduğu en büyük maddi güç kaynağı olup , dünyanın çeşitli ülkelerinin başında bulunan yöneticilerin bir çoğu, bu banka sahiplerinin istedikleri yöneticiler olup , bu kimseler yönetim ve maddi güçleri ile dünyanın kaderini ellerinde tutmaktadırlar. İstedikleri ülkede ekonomik ve siyasal krizler çıkararak , o ülkenin kaynaklarını iliklerine kadar sömüren bu insanlar , şu anda dünyada yaşanan bütün savaşların baş aktörleridir.

Sebep oldukları savaşlarda meydana gelen insan kaybı ile dünyanın nüfusunu kontrol altında tutmayı amaçlayan bu insanlar , hem bu yolla amaçlarına ulaşırken , hem de ellerinde olan silah sanayisi ile savaşan taraflara silah satarak kazanç sağlamaktadırlar.

Dünyanın çeşitli ülkelerindeki bankalar vasıtası ile ülke içindeki insanları , daha iyi , daha rahat , daha güzel , daha zengin yaşamak adına borç almaya teşvik etmek sureti ile bütün ülke insanını borç yükü altına sokarak , onları çağdaş köleler olarak yaşamaya mahkum eden bu insanlar , ellerini attıkları ülkeleri ekonomik batağa sokarak , o ülkelerin ekonomik yönden helak olmasına sebep olmaktadırlar. 

Helak dediğimiz olaylar artık gökten taş yağması şeklinde değil , insanların ve toplumların yapmış oldukları hatalar neticesinde sosyal , ekonomik ve askeri olarak işgale uğramaları şeklinde gerçekleşmektedir. Bu işgali mütref tabaka ve onların mensup olduğu ülkeler eli ile yapılmaktadır.

Yaşadığımız ülkeye baktığımız zaman , insanların kendilerine süslü gösterilen hayata ulaşmak için , ev , araba , tatil , tüketim v.s gibi adlar altında dağıtılan krediler ile, gelecek yılları bankalar tarafından ipotek altına alınmış ve bir nevi gönüllü köle durumuna düşürülmüşlerdir. İnsanların aldığı bu kredileri veren bankaların sahipleri , dünyanın en büyük mütref tabakasına mensup olan kişiler olup , sahipleri Türk olan banka sahipleri de , kredi vermek için aldıkları parayı , bu tabakanın sahip olduğu bankalardan almaktadırlar. 

Yani , piramitin dibinde olan halk , lüks yaşam uğruna borçlandığı krediyi, piramitin ortasındaki banka sahiplerinden almakta , bu banka sahipleri ise halka vermek için temin ettikleri krediyi ise , piramitin en tepesinde oturan ve bir elin parmakları kadar sayılı olan dünya mütreflerinin sahip oldukları bankalardan almaktadırlar. Bugün Türkiye genelinde yaşayan milyonlarca kişi bankalara borçlu bulunmakta , bankalar ise verdikleri bu borcu , kökü dışarıda olan daha zengin bankalara borçlanarak temin etmektedirler. 

Borçlu yaşam, kişilerin ve toplumların geleceğinin alacaklılar tarafından ipotek altına alınması demektir. 

İnsanın bir başka insan tarafından köle edinilmesi , insan onuru ile bağdaşmayan bir durumdur. Geçmişte bu durum en vahşi ve acımasız bir biçimde uygulanmış olup , bu çağda farklı bir boyut kazanarak, insanları köleleştirme uygulaması devam etmektedir. İnsanların bir başkasına borçlu yaşaması , o insanların minnet altında kalması ve özgürlüğünün bağlanması anlamına gelmekte olup , yaşadığımız çağdaki mütref tabaka , elinde bulundurdukları bankalar ile insanları borçlanmaya teşvik eden görsel imkanlarını da seferber ederek, insanları kendilerine köle haline getirmektedirler. Aldığı maaşı önce banka kredisi , kredi kartı gibi ödemelerine ayıran, ve kalanı ile gelecek maaş zamanına kadar yaşamak zorunda kalanların, içine düştükleri durum kölelikten farklı bir durum değildir.

Aynı durum devletler için de geçerlidir. Gelir gider dengesini tutturamayan devletler , başka devletlerden veya bankalardan borç almak zorunda kalmaktadırlar. Bu devletler borç parayı sadece faiz ile vermekle kalmayıp , verdikleri parayı nerede ve nasıl harcamaları gerektiğine dair direktifler de vermektedirler. Borçlanan devlet ise bu borcu ödemek için , halkın sırtına çeşitli vergiler yüklemekte , borcu ödeyemediği zaman ise , kendi kuruluşlarını onlara satarak bu borcu ödeme yoluna gitmektedir. 

Söylemek istediklerimiz , Türkiye'nin içinde bulunduğu borç batağına bakıldığında ve zarar ettiği gerekçesi ile yabancılara satılan kuruluşlarımız dikkate alındığında daha kolay anlaşılacaktır.

Bankaların insanların alması için teşvik ettiği kredi çeşitlerine bakıldığında , bu kredilerin tamamen tüketime ve israf ekonomisini körüklemek üzerine kurulu olduğunu görebiliriz. Ellerinde her türlü sanayi ve teknolojik gücü barındıran bu tabaka , vermiş olduğu krediler ile insanların yine kendi ürettikleri ürünleri almasını sağlayarak , hem ürettiklerini satarak kar etmekte , hem de ürettiklerini satmak için verdikleri kredilerden faiz geliri elde ederek çift taraflı kazanç elde etmektedirler.

Bu mütref tabaka, sahip olduğu servet ile "Çağdaş Sihirbazlık" diyebileceğimiz, görsel ve yazılı basını da ellerinde tutmakta , ve insanları istedikleri gibi yönlendirmektedirler. Ak olanı kara , kara olanı ak göstermede mahir sihirbazları vasıtası ile , yaptıkları şeytani işleri örtmekte , insanların dikkatlerini başka yönlere çekerek , dünyanın her tarafında istedikleri oyunu oynamaktadırlar. 

Bu tabaka güçlerine güç , servetlerine servet katmak için yaptığı oyunlarla aslında hem kendilerinin , hem de dünyanın büyük bir felakete sürüklenmesinde en büyük rolü oynamaktadırlar. Çünkü yaptıkları şeytanlıklar sonucunda hak edilecek sonuç , hepimizin aynı gemide olması sebebi ile onların da sonunu getirecektir.

Bu kimselerin ellerindeki gücün ve iktidarın gitmesi , insanların bu kimselere olan bağımlılığının en aza indirilmesi ile mümkün olacaktır. 


İnsanların ve toplumların bankalar ile olan ilişkisi en aza indirgenmeye başladığında, mütref tabaka için tehlike çanları çalmaya başlamış sayılacaktır. Sihirbazları marifeti ile borçlanmayı güzel gösteren , borçsuz yaşamayı aptallık ve gericilik olarak göstererek, insanları kendilerine köle yapmak sureti ile bir nevi helak olmalarına sebep olan bu tabakanın oyununu bozmak, yine insanların kendi elindedir.

Mütref tabaka tarafından süslü gösterilen dünya hayatına tamah etmeyen bir hayatın yaşanması , insanların kazandıkları ile geçinebilmelerini de beraberinde getirecektir. Kazandığı kadar harcamasını öğrenen insanlar borçlu yaşamaktan kurtularak , aynı zamanda bankalara köle olmaktan da kurtulacaklardır. 

Mütref tabakanın insanlara sunduğu hayat tek taraflı ve ahireti hesaba katmayan bir hayat olduğu için , ahiret merkezli bir yaşamın seçilmesi , bu kimseler için sonun başlangıcı olacaktır. Bankalarında para satacak müşteri bulamayanlar , yavaş yavaş kepenkleri indirmeye başlayacak ve büyük bir sıkıntıya düşeceklerdir.

Toplumların helak olmasında önemli role sahip olan mütref tabakanın elindeki imkanların yok edilmesi , insanların helak olmaktan kurtulması anlamına da gelecektir. Bu tabakanın insanlar üzerinde uyguladığı politikalar sonucu , insanlar yaratılma gayelerinden uzaklaşan bir hayat sürmeye başlayarak , dünyevileşme , bu dünyevileşme ise kişisel ve toplumsal bazda helakın önünü açacaktır. 

Sonuç olarak : Kur'an ihtiva etmiş olduğu ayetler ile , insanların dünya hayatlarını düzenlemekte , ve bu hayatta Allah (c.c) tarafından verilen talimatlara uygun yaşamayanları bekleyen tehlikeleri, önceki hayatlardan yaşanmış örnekleri ile göstermektedir.

Kendilerine geçici bir süre için verilmiş olan dünya hayatının geçici menfaatine razı olarak ahireti unutan "Mütref" tabakasının , içinde bulunduğu toplumu helak olmaya sürüklemesinin toplumsal bir yasa olduğunu İsra s. 16. ayeti bizlere hatırlatmaktadır. 

Helakın bitmeyen ve kıyamete kadar devam edecek bir süreç olduğunu düşündüğümüzde , mütref tabakasının yer yüzünü fesada boğmak için yaptığı bütün şeytanlıklara insan olarak karşı çıkmak ve yaratılış amacımız doğrultusunda bir hayat sürmek , bizleri dünya ve ahirette mutluluğa sevk edecektir. 

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.