26 Nisan 2015 Pazar

Şuayb (a.s) Kıssası Bağlamında Helakın Evrenselliği

Kur'an kıssalarını okuduğumuz zaman o kıssalarda öne çıkan hususlardan birisi; adı geçen kavmin helak edilmiş olmasıdır. Helak edilmenin devam eden bir süreç olup olmadığı halen tartışılan bir konudur. Bundan önceki yazılarımızda helakın Sünnetullah dediğimiz yasaların işlemesi sonucunda gerçekleştiği, bu yasaların asla değişmeyeceğine dair Kur'an'dan aldığımız bilgi dahilinde helakın devam eden bir süreç olduğu, ancak helak edilmenin topluca yok edilme şeklinde olması gibi bir durumdan ziyade, anlatılan kıssalarda öne çıkan helak sebebinin okunarak aynı amellerin işlenmesinin toplumların yıkılma sebebi olduğunun bilinmesi gerektiğini vurgulamaya çalışmıştık.

Helakın evrenselliği konusunu, Salih(a.s)'ın kavmi olan Semud'un ayet olarak gönderilen "dişi deve"yi kesmiş olmasının günümüz açısından nasıl değerlendirilmesi gerektiğini, "Semud Kavminin Helakının Örnekliğinde Helakın Evrenselliği" başlıklı bir yazıda ele almaya çalışmıştık. Bu yazımızda; Şuayb(a.s)'ın kıssasını Kur'an'da geçtiği ayetler bağlamında okumaya çalışarak verilen mesajı okumaya çalışacağız.

A'RAF SURESİ'NDE ŞUAYB(A.S) KISSASI

[007.085] Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik): «Ey kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi: Ölçüyü ve tartıyı tam yapın, insanların eşyalarını eksik vermeyin, düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın; eğer inanan (insan)lar iseniz, böylesi sizin için daha iyidir!»

[007.086] «Allah'a inananları yolundan alıkoyup ve o yolun eğriliğini dileyerek tehdit edip her yolda pusu kurup oturmayın. Azken, Allah'ın sizi çoğalttığını hatırlayın; bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.»

[007.087] «İçinizde mademki benimle gönderilene inanan bir topluluk ve inanmayan bir topluluk var, o halde Allah'ın aramızda hükmünü bildirmesine kadar sabredin. Allah hükmedenlerin en iyisidir.»

[007.088] Kavminden ileri gelen kibirliler dediler ki: «Ey Şuayb! Seni ve seninle beraber inananları memleketimizden kesinlikle çıkaracağız veya dinimize döneceksiniz» (Şuayb): İstemesek de mi? dedi.

[007.089] Doğrusu Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah dilemiş başka, yoksa ona geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a dayanırız. Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.

[007.090] Kavminden ileri gelen kafirler dediler ki: «Eğer Şuayb'a uyarsanız andolsun ki, o takdirde mutlaka zarara düşersiniz.»

[007.091] Bu yüzden onları bir sarsıntı tuttu ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler.

[007.092] Şuayb'ı yalanlayanlar sanki yurtlarında hiç oturmamış gibiydiler. Asıl zarara uğrayanlar Şuayb'ı yalanlayanların kendileridir.

[007.093] Şuayb onlardan öteye döndü ve: «Ey kavmim, Allah biliyor ki, size Rabbimin mesajlarını ilettim, size öğüt de verdim; şimdi kafir kavme nasıl acırım?» dedi.

[007.094] Biz hangi memlekete bir peygamber gönderdiysek onun halkı yalvarıp-yakarsınlar diye, mutlaka onları dayanılmaz bir zorluk (yoksulluk) ve sıkıntıyla yakalayıvermişiz.

[007.095] Sonra kötülüğün yerine iyiliği koyduk, öyle ki, çoğalıp, «babalarımız da darlığa uğramış, bolluğa kavuşmuşlardı» dediler. Bu yüzden onları haberleri olmadan, ansızın yakalayıverdik.

[007.096] Eğer kentlerin halkı inanmış ve Bize karşı gelmekten sakınmış olsalardı, onlara göğün ve yerin bolluklarını verirdik. Ama yalanladılar; bu yüzden onları, yaptıklarına karşılık yakalayıverdik.

[007.097] Kentlerin halkı, geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine gelmesinden güvende miydiler?

[007.098] Yahut kentlerin halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken azabımızın kendilerine gelmesinden güvende miydiler?

[007.099] Allah'ın azabından emin mi oldular? Fakat ziyana uğrayan topluluktan başkası, Allah'ın (böyle) mühlet vermesinden emin olamaz.

[007.100] Üzerinde yaşadıkları toprakları eski yerlilerinden miras alanlar, istesek kendilerini günahları yüzünden musibetlere çarptırabileceğimizi, kalplerini mühürleyebileceğimizi ve kulaklarının işitemez olabileceğini, bu tarihi sürecin ışığında halâ kavrayamadılar mı?

[007.101] İşte o kentlerin haberlerini sana anlatıyoruz. And olsun ki onlara peygamberler belgeler getirdi; önceleri yalanladıklarından ötürü inanmadılar. Allah kafirlerin kalblerini böylece kapatıp mühürler.

HÛD SURESİ'NDE ŞUAYB(A.S) KISSASI

[011.084] Medyen'e de kardeşleri Şu'ayb'i gönderdik. Dedi ki: «Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur. Ölçeği de, teraziyi de eksik tutmayın. Ben sizi hayır (bolluk) içinde görüyorum. Bununla beraber yine de sizi kuşatacak bir günün azabından korkuyorum.»

[011.085] Ve ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozguncular olarak dolaşmayın.

[011.086] «Eğer mü'minseniz, Allah'ın bıraktığı (helal işlerden olan kazanç) sizin için daha hayırlıdır. Ben, sizin üzerinizde bir gözetleyici değilim.»

[011.087] Dediler ki: Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terketmemizi sana salatın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın!

[011.088] Dedi ki: Ey kavmim! Eğer benim, Rabbim tarafından (verilmiş) apaçık bir delilim varsa ve O bana tarafından güzel bir rızık vermişse buna ne dersiniz? Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah'ın yardımı iledir. Yalnız O'na dayandım ve yalnız O'na döneceğim.

[011.089] Ey kavmim! Sakın bana karşı düşmanlığınız, Nuh kavminin veya Hûd kavminin, yahut Sâlih kavminin başlarına gelenler gibi size de bir musibet getirmesin! Lût kavmi de sizden uzak değildir.

[011.090] «Rabbinizden mağfiret dileyin; O'na tevbe edin; doğrusu Rabbim merhamet eder ve çok sever.»

[011.091] «Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyor ve doğrusu seni aramızda güçsüz görüyoruz. Eğer taraftarların olmasaydı seni taşlardık. Esasen bizim gözümüzde pek itibarın da yoktur» dediler.

[011.092] Şu'ayb dedi: «Ey kavmim! Benim akrabalarım size Allah'dan daha mı değerli ki, Allah'a sırt çevirip, onu unuttunuz? Muhakkak ki, Rabbim bütün yaptıklarınızı çepeçevre kuşatmıştır.»

[011.093] Ey kavmim; elinizden geleni yapın. Doğrusu ben de yapacağım. Kime rüsvay edecek bir azabın geleceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözetletin, doğrusu ben de sizinle beraber gözetleyenlerdenim.

[011.094] Emrimiz gelince, Şuayb'ı ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık; zulmedenleri ise korkunç bir gürültü yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.

[011.095] Sanki orda hiç refah içinde yaşamamışlar gibi, haberiniz olsun; Semud (halkına) nasıl bir uzaklık verildiyse Medyen (halkına da Allah'ın rahmetinden öyle) bir uzaklık (verildi) .

ŞUARA SURESİ'NDE ŞUAYB(A.S) KISSASI

[026.176] (Ormanlık yerde oturanlar), Eykeliler de elçileri yalanladı.

[026.177] Şuayb onlara şöyle demişti: (Allah'a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?

[026.178] Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.

[026.179] Artık Allah'a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.

[026.180] Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim mükafatım alemlerin Rabbine aittir.

[026.181] Ölçüyü tam yapın da eksiltenlerden olmayın.

[026.182] Doğru terazi ile tartın.

[026.183] İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.

[026.184] Sizi ve önceki nesilleri yaratan (Allah) dan korkun.

[026.185] Onlar şöyle dediler: Sen, olsa olsa iyice büyülenmiş birisin!

[026.186] Sen de, ancak bizim gibi bir beşersin. Bil ki, biz seni ancak yalancılardan biri sayıyoruz.

[026.187] Şayet doğru sözlülerden isen, üstümüze gökten azap yağdır.

[026.188] Şuayb: «Rabbim yaptıklarınızı çok iyi bilir» dedi.

[026.189] Velhasıl onu yalancı saydılar da, kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. Gerçekten o, muazzam bir günün azabı idi!

[026.190] Muhakkak ki bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu mü'minler olmadı.

[026.191] Rabbin şüphesiz güçlüdür, merhametlidir.

ANKEBUT SURESİ'NDE ŞUAYB(A.S) KISSASI

[029.036] Medyen halkına kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. O, «Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününe umut besleyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın» dedi.

[029.037] Ama onu yalanladılar. Bu yüzden onları bir titreme aldı ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler.

[029.038] Âd'ı ve Semûd'u da (yıkıma uğrattık) . Gerçek şu ki, kendi oturdukları yerlerden size (durumları) belli olmaktadır. Kendi yapmakta olduklarını şeytan onlara süsleyip-çekici kıldı, böylece onları yoldan alıkoydu. Oysa onlar görebilen kimselerdi.

Şuayb(a.s)'ın kavmi olan Medyen'i helaka sürükleyen sebebleri şöyle sıralayabiliriz;

1- Allah'a kulluk etmemek.
2- Ölçü ve tartıda noksanlık yapmak.
3- Yeryüzünde fesad çıkarmak.

Sıralamış olduğumuz bu sebebleri taşıyan bütün toplulukların helak olması yani yeryüzünden silinmesi Sünnetullah dediğimiz yasaların bir gereğidir. Kur'an'ın, bu kavimleri helaka sürükleyen sebebleri anlatma sebebi; bizlerin helaka uğrayan bu kavimlerin yollarını takip etmeyerek, onların düştüğü akıbete düşmememiz amacına dayanmaktadır.

Bu anlatımların sadece belirli bir zaman ve mekan diliminde yaşayan insanlar ile sınırlı olmadığı, her çağda yaşayan insanlara mesaj vermek amacına dayalı olduğundan yola çıkacak olursak, bu ayetlerin bize dönük mesajlarını şu şekilde okumak mümkündür.

Kur'an, helak edilen kavimlerin ortak özelliklerini "şirk" olarak belirmektedir. Şirk dediğimiz olgu sadece taştan tahtadan putlara tapınmak şeklinde değil, hayatın içinde Allah'ı değil, başkalarını belirleyici kılmak şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Şuayb(a.s)'ın kavminin şirk ile birlikte öne çıkan hatası, ölçü ve tartıda noksanlık yapmak şeklinde beyan edilmektedir.

Ölçü ve tartıda noksanlık yapmak; zalim ve mazlum şeklinde iki farklı grubun olması demek anlamına gelir , Ölçü ve tartıda haksızlık yapanlar "zalim", ölçü ve tartıda haksızlık yapılanları ise "mazlum" olarak tanımlamak mümkündür. Bu noksanlığı sadece bakkalın sattığı 1kg şekerden 100 gramını çalması olarak sınırlamamak gerektiğini düşünmekteyiz.

Ölçü ve tartıda dengeli olmak; hayatın her anında gözetilmesi gereken davranışlar olarak düşünülmeli. Karşımızdakilerin hak ve hukukunu sadece kendi menfaatlerimizi düşünerek çiğnediğimiz zaman, bunun dünya ve Ahirette karşılığının şiddetli bir biçinde ödeneceği hatırdan çıkarılmamalıdır.

Bu gün dünyaya baktığımız zaman Medyen kavminin özelliği olan sadece kendi çıkarlarını düşünerek karşısındakilerin hak ve hukukuna riayet etmemek şeklindeki hayat tarzı kişisel bazdan başlayarak, devletler bazına kadar genişletilebilir. Kendi hakları olduğunu zannettikleri şeyleri acımasızca almaya çalışan fakat başkalarının haklarına gelince onları gasp etmeye çalışan prototip bir kavim olarak anlatılan Medyen kavminin bu özelliklerini taşıyanlar bugün de yaşamaktadır.

Sadece kendi çıkarlarını gözeterek, başkalarının haklarını yok saymak veya başkalarının hakkı olan kaynakları kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmanın bir sonucu olarak, bir tarafta aşırı zenginleşmiş insanlar ve ülkelerin, diğer tarafta ise aşırı fakirleşmiş insanlar ve ülkelerin varlığı günümüzde ve gelecekte dünya üzerindeki huzursuzlukların baş sebebi olmaya devam edecektir.

Bugün dünya üzerinde refah seviyesi yüksek olan ülkelere baktığımız zaman, bu refahın kaynağının kendi alınteri ve emekleri değil, başkalarının alın teri, emek ve kanları üzerine kurulu olduğunu görürüz. ABD olarak bilinen ve dünyanın refah seviyesi yüksek olan ülkenin refahının temelinde; Afrika'dan köleleştirmek yolu ile getirdiği insanların ve tabii kaynaklarını sömürdüğü ülkelerin katkısının önemi kimse tarafından red edilemez.

Bugün hala Afrika'nın pek çok ülkesinde kendi dilleri yerine Batılı ülkelerin dillerini konuşan insanların olması, Batılı ülkelerin bu toprakları acımsızca sömürmüş olmasının bir tezahürüdür. Cezayir, Libya vb. ülkelerde Fransa ve İtalya gibi devletlerin orada olma amacı, onlara hayır götürmek amacı ile olmadığını herkes bilmektedir. Bu ülkelerin sahip oldukları kaynakları kendi insanlarına götürerek onların refah seviyesini yükseltmek amacı olduğu herkesçe bilinmektedir. Bu sömürüler sonucu bugün o ülkeler hatırı sayılır bir şekilde zenginleşmiş, diğer ülkeler aynı derecede fakirleşmiştir.

Dünyanın sahip olduğu kaynaklar şayet dengeli bir biçimde yani ölçü ve tartı gözetilerek dağıtılmış olsa, bir tarafta açlıktan, bir tarafta obeziteden ölen insanların olması mümkün olmayacaktır. Bugün eğer Batılı ülkeler ileri bir refah seviyesine erişmişlerse, bu refahın temeli başka insanların haklarını gasp etmek sureti ile olmuştur. Yani Medyen kavminin dün yaptıklarını dün ve bugün Batılı ülkeler yapmaktadır.

Bu şekil bir yaşamın ve sömürünün ilelebed sürmesi asla mümkün değildir. Sünnetullah dediğimiz yasalar gereği bu gidişe elbette bir gün "Dur" denilecektir. Ancak zulme dur diyenlerin bu zulmü durdurduktan sonra daha beter zulüm işlememeleri için Şuayb(a.s) misali önderlere ihtiyaç vardır. Dün Rusya'da çarlık rejimini yıkan bolşeviklerin, çarın zulmunü aratacak kadar zulüm işledikleri tarihen sabittir.

Kıssanın HÛD 87 ayetinde; kavminin Şuayb(a.s)'a "Ey Şuayb! Babalarımızın taptıklarını (putları), yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terketmemizi sana salatın mı emrediyor?" dediklerini görmekteyiz. Dünyadaki bu zulme ve zalimlere "dur" demenin Kur'an'ın pek çok yerinde geçen "salatı dosdoğru ikame etmek" emri ile bağlantılı olduğunu Şuayb(a.s)'ın salatının ANKEBUT 45 ayetinde görüldüğü üzere kötülükten alıkoymak üzere bir ikame olduğunu görmekteyiz.

[021.022] Eğer yer ile gökte Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de muhakkak fesada uğrar yok olurdu. O halde Arş'ın Rabbi olan Allah, onların vasfetmekte oldukları şeylerden (bütün noksanlıklardan) beridir, münezzehtir.

ENBİYA 22 ayeti; dün, bugün ve yarın dünya üzerindeki fesadın kaynağını açıklayan bir ayet olarak karşımızda durmaktadır. Şirk dediğimiz olgu; Allah(c.c)'den başkasının ilahlığına dayalı bir sistem olduğuna göre, O'nun dışındaki sahte ilahların vaaz ettiği sistemler ile yönetilen dünyanın bugün geldiği hal, ayetin beyanı doğrultusunda "fesad" halinden başkası değildir.

Dünyanın salah içinde yaşaması için gerekli olan tek şart; tek ilahın vaaz ettiği bir sistem üzere hayat sürülmesidir. Bunun dışındaki sistemlerin tamamı dünya üzerinde yaşayan insanlar için zulum vesilesi olacaktır. "Ezen" ve "Ezilen" şeklinde bir ikilem, şirk düzenlerinin olmazsa olmazlarındandır.

Şirk düzenlerinin kurucularının tek taraflı bir hayat inancı olması, yani ölümden sonra dirilişi red etmeleri nedeniyle, yaptıklarının yanlarına kar kalacağını düşünen müşrik zalimler, sadece dünyaya endeksli bir hayatı tercih ederek "Bizden sonrası tufan" deyip, yaptıklarından sorulacaklarını hesap etmeden sürdükleri bir yaşam sonucunda Medyen örneğinde olduğu gibi helak olacaklardır.

Bu helakın hala neden gerçekleşmediği sorusuna gelince; Medyen kavminin helak süreci sandığımız gibi kısa bir zaman içinde olmamıştır. Şuayb(a.s)'dan önce bu kavme nice elçiler gelip, bu yanlışlarından vazgeçmeleri için tebliğde bulunmuşlardır. Şuayb(a.s), o kavmin helak öncesi en son elçisi olduğu için onun adı geçmekte ve Medyen'in helakı uzun yıllar süren zalimleri nedeni ile Sünnetullah gereği yıkıma uğramıştır.

[013.038] Andolsun ki senden evvel de peygamberler gönderdik, onlara da zevceler ve zürriyet verdik ve Allah'ın izni olmadıkça hiçbir peygamber için bir âyet getirmek kabil değildir. Ve bir müddet için bir yazılış vardır.

[007.034] Her ümmet için bir ecel vardır. Onların ecelleri gelince, ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler (tam zamanında çökerler) .

Yukarıda verdiğimiz ayet meallerinde, Sünnetullah dediğimiz yasaların işleyişi hakkında bilgi verilmektedir. Bugün dünyayı fesada boğan ülkelerin er geç yıkılması Sünnetullah gereği kaçınılmaz bir durumdur. Önemli olan onların bu yıkımının ardından yerine kurulacak olan sistemin tek ilahın vaaz ettiği bir sistem olmasıdır. Aksi takdirde yıkımın ardından gelecek toplumların aynı akıbete uğrama tehlikesi yine Sünnetullah denilen yasalar gereğidir.

Helak edilen kavimler ile ilgili ayetlere baktığımız zaman, helakların ardından başka kuşaklar var edildiği ve bu kuşakların zaman içinde kendilerinden önce helak edilen kavimlerin işlediği hatalara düştükleri için onlarında helak edildikleri beyan edilmektedir (23. Sure 32-44 ayetler arasına bakılabilir).

Sonuç olarak; Kur'an'ın kavimlerin helakı ile ilgili ayetleri sadece belirli zaman ve mekana özgü bir durum değil, Sünnetullah adı verilen yasaların bir işleyişi neticesindedir. Bu bağlamda, helak devam eden bir süreç olarak kıyamete kadar devam edecektir. Bizler bu kavimleri helaka sürükleyen sebebleri Kur'an bağlamında okuyarak şirk dediğimiz olgunun, insanı dünya ve Ahirette nereye sürüklediğini bilmek zorundayız. Kur'an bu gibi anlatımlar ile öncekilerin başından geçenlerden ibret alınarak, bizlerin aynı hataya düşmememizi amaçlamaktadır.

Medyen kavminin müstekbirleri, dünya hayatının aldatıcı süsüne kanarak tek taraflı bir hayat inancı çerçevesinde Ahiret endeksli bir hayatı terk etmişler ve sadece dünyanın kendileri için döndüğü gibi bir inanca kapılarak dengeleri sadece kendileri için ayarlanmış bir dünya kurmak istemişlerdi. Onların bu amelleri helak edilmeyi beraberinde getirmiştir. Kıssaların sonrakiler için ibret vesikaları olarak okunmaya çalıştığımız zaman; Medyen kavminin yaptığı eylemleri taklit edenler kıyamete kadar helak olmaktan kurtulamayacaklardır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

17 Nisan 2015 Cuma

Yalancı İlahların ve Onlara Tabi Olanların Akıbeti: Firavun Örneği

Alemlerin Rabbi ve İlahı olan Allah(c.c); yaratmış olduğu insanlara sadece kendisini İlah ve Rab olarak tanımaları gerektiğine dair birçok elçiler göndermiş, bu elçiler de aldıkları ve mesaj doğrultusunda hem kavimlerine doğru yolu göstermeye çalışmış, hem de mensup oldukları kavim içinde olan ve bu mesajları red eden kafir ve müşriklerle bir mücadeleye girişmişlerdir.

[016.002] Allah kendi emriyle melekleri, kullarından dilediği kimseye vahiy ile, «Benden başka ilah olmadığına dair (kullarımı) uyarın ve benden korkun» diye gönderir.

Yukarıda verdiğimiz ayet mealinde olduğu gibi gelen bütün elçiler bu gerçeği tebliğ etmeye çalışmışlar, bu gerçeği kabul veya red edenlerin akıbetlerini haber vermişlerdir. Bu gerçeği red edenlerin helak yoluyla yok edilmiş olması ile verilmek istenen mesaj; ahirette vadedilenlerin gerçek olduğunun, dünya hayatı içinde göz ile gösterilmiş olmasıdır. Helak edilen kavimlerin içindeki iman edenlerin, o kavmi terkederek o azaptan kurtulması ve kavmi terketmeyenlerin helak edilmiş olması, gelecekte vadedilen azap ve kurtuluşun gerçek olduğunun kıyamete kadar ispatı olarak Kur'an içinde yerini korumaktadır.

Musa(a.s) ve Harun(a.s), Allah(c.c)'nin tek İlah ve Rab olduğunu tebliğ amacı ile gönderilmiş elçilerden ikisidir. Bu elçilerin muhatap oldukları kişi Firavun namı ile maruf, kendisinin ilah ve rab olduğunu iddia eden bir kişidir. Onların Firavun ile olan mücadelesine baktığımızda; sahte ilah ve rablerin kendilerini ve kendilerine tabi olanları nasıl helaka sürüklediğinin canlı bir göstergesi olarak kıyamete kadar ibret vesikası olarak nesiller boyu okunacaktır.

[079.024] «Sizin en yüce rabbiniz benim» dedi.

[026.029] (Firavun) Dedi ki: «Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım.»

[043.051] Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı; dedi ki: «Ey Kavmim, Mısır'ın mülkü ve şu altımda akmakta olan ırmaklar benim değil mi? Yine de görmeyecek misiniz?»

[028.038] Firavun: «Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum. Ey Hâmân, haydi benim için çamur üzerine ateş yak (ve tuğla imal et), bana bir kule yap ki, Musa'nın ilâhına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir.» dedi.

Kur'an kıssaları ile ilgili yazılarımızda, kıssaları okurken sadece belirli bir zamana ve mekana hapsederek bir okuma değil, kıssalardaki şahsiyetleri ve olayları evrensel mesajlar olarak okuduğumuzda, eskilerin masalları olmaktan çıkarak her çağa verilecek mesajı olan ayetler olduğu hatırlatmasını burada da yapmak istiyoruz.

Firavun namı ile maruf şahsiyetin etrafında gelişen olayları, sadece onun yaşadığı zaman ve mekana has bir durum değil, onun yolunu izleyenlerin başına gelecek olan akıbetin canlı olarak gösterilmesi olarak okuduğumuzda, ayetlerin bize dönük mesajlar içerdiği rahatlıkla anlaşılacaktır.

Firavun'un kendisini "ilah" ve "rab" olarak ilan etmiş olması sadece ona has bir durum olarak okunmamalıdır. Alemlerin Rabbi olması nedeniyle Allah(c.c), yaratmış olduğu insan üzerinde yegane hüküm koyucu olarak kabul edilmesi gerektiğini, kendisinin dışında böyle bir işe soyunanların "şirk" ve "tuğyan" içinde olduklarını beyan etmektedir.

Allah(c.c)'nin yüklemiş olduğu kulluk görevini kabul etmeyerek, eline geçirdiği fırsatı O'na düşmanlık yapmak için kullananların başına gelecek olan akıbete çok güzel bir örnek olan Firavun ve ordularının başlarına gelenler, özellikle yönetim mekanizmasını elinde bulunduranlar tarafından çok iyi okunmalıdır.

[020.024] Firavun'a git. Çünkü o iyice azdı.

Kendisinin yaratılmış bir kul olduğunu unutarak ilahlık ve rablık iddiasında bulunan Firavunvari tipler sadece o gün değil, bugün, yarın ve kıyamete kadar tarih sahnesinden eksik olmayacaklardır. Allah(c.c) dışında ilahlık ve rablık iddiası, kişilerin kendi yanlarından çıkardıkları hükümler ile insanları yönetmeye kalkıyor olması ve esas doğru yolun, kendilerinin vaaz ettiği yol olduğunu, kendilerine gelen elçilerin fesatçı, kendilerinin ıslahçı olduklarını iddia etmeleri ile gerçekleşmektedir.

[040.026] Firavun: Bırakın beni, dedi. Musa'yı öldüreyim; (Kurtarabilirse) Rabbine yalvarsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.

[040.029] Ey kavmim, bugün mülk sizindir, bu yerde yüze çıkmış (üstün) bulunuyorsunuz; fakat Allah'ın hışmı başımıza gelirse bizi ondan kim kurtarabilir?» dedi. Firavun: «Ben size yalnızca görüşümü söylüyorum ve ben size ancak doğru yolu gösteriyorum.» dedi.

Her düşünce sahibinin en doğru düşüncenin kendi düşüncesi olduğu iddiasını göz önüne alacak olursak, Firavun da kendi düşüncesinin doğru, Musa(a.s)'ın düşüncesinin yanlış olduğunu iddia etmekteydi. Ancak bir düşüncenin doğru olup olmadığına dair verilecek kararda Allah(c.c)'nin rol oynaması gerekmektedir. Bu rolü O'nun indirdiği kitaplar yerine getirecektir.

[016.009] Doğru yolu göstermek Allah'a aittir. Onun eğrisi de vardır. Allah dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.

[022.008] İnsanlardan kimi de vardır ki, ne bir bilgiye, ne bir yol göstericiye, ne de aydınlatıcı bir Kitab'a dayanmaksızın Allah hakkında tartışır.

Firavun tipi insan modelini günümüze taşıyacak olursak; bu model, Allah(c.c)'ye ait olan ve O'ndan başkasının doldurmaya yetkili olmadığı bir alanı doldurmak iddiasında olan her insan, düşünce veya kuruluş için kullanılabilecek bir kavram olarak olarak karşımıza çıkmaktadır.

[011.097] Firavun'a ve onun önde gelen çevresine. Onlar Firavun'un emrine uymuşlardı. Oysa Firavun'un emri doğruya-götürücü (irşad edici) değildi.

[028.004] Firavun memleketin başına geçti ve halkını fırkalara ayırdı. İçlerinden bir topluluğu güçsüz bularak onların oğullarını boğazlıyor, kadınları sağ bırakıyordu; çünkü o, bozguncunun biriydi.

Firavun her ne kadar kendi oluşturduğu ölçüler dahilinde kendisini doğru yolda olduğunu iddia etse de, doğru yolun hangisi olduğuna dair tek karar merci olan Allah(c.c), onun yolunun doğru olmadığını, onun fesatçılardan ve müsriflerden olduğunu söylemektedir.

Allah(c.c), kendisine düşman olan Firavun karakterli insanların dünya ve Ahiret'te zarara uğrayacağını yine bir çok ayetinde beyan etmektedir. Firavunların dünya hayatı içinde zarara uğratılmaları "Sünnetullah" dediğimiz yasalar ile belirlenmiş olup, bu zarara uğratmada başrolu oynayacak olanlar, Firavunlar'ın elinde zulum gören mazlumlar olacaktır. Sünnetullah gereği mazlumlar, "celladına aşık mahkum" rolüne razı geldikleri müddetçe, bu yasa asla işlemeyecek, Firavunlar da zulme devam edeceklerdir.

[014.042] Sakın Allah'ı, zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma; gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne kadar onları ertelemektedir.

Şayet Firavunlar dünya hayatı içinde yaptıklarının bedelini ödemeden öldükleri takdirde, Ahiret'te asla kaçamayacakları bir ceza onları ve onlara tabi olanları beklemektedir. Musa(a.s) ve beraberindekilerin yıllar süren mücadeleleri sonucu "sünnetullah" denilen yasanın işlemesini hak ederek Firavun ve ordusu helak edilmiş, mazlumlar zulümden kurtulmuşlardır.

Kendisini ilah ve rab olarak takdim eden ve bu sıfatla halkı üzerinde büyük bir baskı düzeni kuran Firavun, herşey üzerinde mülk sahibi olduğunu iddia etmesine rağmen denizde boğulmasına engel olamamış ve gerçek İlah'a teslim olduğunu helak anında kabul etmiştir. Ancak onun bu imanı kabul görmemiştir. Onun bu şekil ölümü, sahte ilahların ne kadar aciz olduklarının bir göstergesi olarak sonradan gelen ve gelecek olan diğer sahte ilahlara ve sahte ilah adaylarına ibret vesikası olmuştur.

[007.137] Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi (yahudileri) de, içini bereketle doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yetiştirdikleri bahçeleri helâk ettik.

[008.052] Tıpkı Âli Fir'avnın ve onlardan evvelkilerin gidişi gibi Allahın âyetlerini tanımadılar da Allah kendilerini günahlariyle tuttu alıverdi, çünkü Allah çok kuvvetli ve ıkabı pek şiddetlidir

[020.078] Bunun üzerine Firavun, askerleri ile birlikte onların peşine düştü. Deniz onları gömüp boğuverdi.

[029.039] Karun'u, Firavun'u ve Haman'ı da yok ettik. And olsun ki Musa kendilerine belgelerle gelmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Oysa azabımızdan kurtulamazlardı.

Firavun ve ordusunun maruz kaldığı akıbet, sonraki benzerleri için bir örnek ve ibret olması için bizlere aktarılmaktadır. Onların uğradıkları bu ceza, Ahiret'te vadedilen azabın gerçek olduğunun bilinmesi içindir.

[020.079] Firavun, kavmini saptırdı, doğru yola sevketmedi.

[011.098] Kıyamet günü, kavminin önüne düşer. Artık o bunları ateşe götürmüştür. O varılan yer, ne kötü bir yerdir.

[040.046] Onlar, sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet çattığı gün, «Firavun'un adamlarını azabın en ağırına sokun» denir.

Sonuç olarak; gerçek ve tek İlah'ı red ederek, sahte ilahlığa soyunanların nasıl bir akıbete düçar olacağını Firavun örneği üzerinden beyan eden Rabbimiz, bu örnekle Firavun'dan sonra gelecek olan sahte ilah adaylarına, bu sahtekarlıklarının neye mal olacağını haber vermektedir. Bize sadece "abd" yani kul statüsünü layık gören Allah(c.c)'nin, bizler için biçtiği bu gömleği giymeyerek başka gömlekler giymeye kalkmak yani ilahlığa soyunmanın akıbeti bütün sahte ilahlar için aynı olacaktır. Sahte ilahlara tabi olarak onların gölgesi altında bir hayata razı olanlar ise yarın onlarla birlikte ateşin gölgesi altında ebedi olarak birlikte bir ömür süreceklerdir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

16 Nisan 2015 Perşembe

Semud Kavminin Helakının Örnekliğinde Helakın Evrenselliği

Kur'anda bir çok sure içinde gördüğümüz kıssa yollu anlatımların amacı , "Sünnetullah"ın arz üzerinde nasıl işlediği ve bu işlemenin sadece adı geçen kavimlere özgü değil , aynı fiilleri işleyen topluluklarında bu işleyiş çerçevesinde helak olacaklarının bilinmesi amacına dayanmaktadır.

Salih (a.s) ın kavmi olan Semud , helak edilmiş olanlar listesinde yer almakta olan kavimlerden birisi olarak öne çıkmaktadır. Semud kavmine ayet olarak gönderilen "Dişi Deve" ile ilgili olarak klasik tefsirlerde onun kayadan çıkması , kılı , tüyü ile meşgul olunmuş , mesaj içerikli bir okumaya maalesef tabi tutulmamıştır. Kavimlerin helak edilmesi konusu gündeme geldiği zaman yapılan tartışma konusu , helakın devam eden bir süreç olup olmadığı çerçevesinde olup , bu tartışmanın yapılması bile  "Sünnetullah" olgusunun tam anlaşılamamış olmasından kaynaklanmaktadır. 

Kavimlerin helakı ile ilgili ayetler şayet "Sünnetullah" olgusu hesaba katılarak okunmuş olsaydı , bu tür tartışmaların ne kadar gereksiz olduğu anlaşılır , klasik tefsirlerde bu konu ile ilgili yapılan yorumlar ,masal tadında bir anlatım olarak okunup İsrailiyyat masalları ile güzelleştirilmeye !!! çalışılmaz , helak ile ilgili ayetlerin  "Sünnetullah" olgusunun bir gereği olarak , kıssalardaki anlatımlarda öne çıkan özellikleri taşıyan toplulukların, er veya geç helak edileceklerinin değişmez bir yasa gereği olduğu anlaşılırdı. 

Bu noktada , Şuayb (a.s) kavminin öne çıkan özelliği olan ,ölçü ve tartıyı noksan tutmaları yani ekonomik hayatta adaleti gözetmemiş olmaları , Lut (a.s) ın kavminin homoseksüellik yolu ile ahlaki alanda bozulma göstermeleri onları helake götüren sebeblerdir. Bu gün bu Elçilerin kavimlerindeki yanlışların yapılmaya devam ediliyor olması, bu toplulukların er geç yıkılacağının bir habercisidir. Onların yıkımı başlarına taş yağarak gerçekleşmesini beklemek gibi bir durumdan ziyade, bu toplulukların  yaptıklarının karşılığını yaşadıkları hayat içinde görmeleri gibi bir helak olma durumuna düşmeleri olarak anlamak gerektiğini düşünüyoruz.

Helak edilen kavimlerin tamamında öne çıkan ortak nokta, o toplulukların yaşamlarını belirleyici olan Rab ve İlah'ın Allah (c.c) değil başka İlah ve Rabler olmasıdır. Allah(c.c) nin dışında belirleyiciler edinen bu kavimler , kendilerine Allah (c.c) tarafından gönderilmiş olan uyarıcı Elçileri red ederek başka belirleyicilere kulluk etmeye devam edeceklerini beyan etmişlerdir. Salih (a.s) ın kavmi olan Semud bu kavimlerden birisidir. 

[011.061]  Semûd (kavmine) de kardeşleri Salih’i elçi olarak gönderdik. «Ey benim halkım!» dedi, «Yalnız Allah’a ibadet edin, çünkü sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Sizi topraktan yetiştirip yaratan, sizi orada yaşatan O’dur. O halde O’ndan mağfiret dileyin, yine O’na dönün, tövbe edin. Çünkü Rabbim kullarına çok yakın ve onların tövbe ve dualarını kabul edendir.»
 [026.141-52] Semud halkı da resulleri yalancı saydı. Kardeşleri Salih onlara: «Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Burada bahçelerde, pınar başlarında, ekinler, salkımları sarkmış hurmalıklar arasında güven içinde bırakılır mısınız? Dağlarda ustalıkla evler oyar mısınız? Artık Allah'tan sakının, bana itaat edin. Yeryüzünü ıslah etmeyip, bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat etmeyin» dedi.

Verdiğimiz örnek ayet meallerinden anlaşılacağı üzere , Semud kavmi müreffeh bir hayat sürmelerine rağmen şirk esasına dayalı bir sistemi seçmişler , Arz üzerinde ıslaha değil fesada koşan bir topluluk olmuşlardır. Elçileri Salih, onlara yaptıklarının yanlış olduğunu haber vermek üzere gönderilmiş ve kavmi tarafından tekzip edilmiştir. Bunun üzerine Allah (c.c) Semud kavmine Ayet olarak dişi bir Deve göndermiş fakat kavmi onu öldürmüştür. 

 [007.073]  Semud kavmine de kardeşleri Salih'i peygamber olarak gönderdik. Salih onlara dedi ki, 'Ey soydaşlarım, Allah'a kulluk ediniz, O'ndan başka bir ilâhımız yoktur. Rabbinizden size bir belge geldi. Şu Allah'ın dişi devesi size bir delildir. Bırakın onu, Allah'ın çayırında otlasın, sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa acı bir azaba çarptırılırsınız.
 [007.077]  Derken o dişi deveyi ayaklarını keserek öldürdüler ve Rablerinin emrinden dışarı çıktılar da: Ey Salih! Eğer sen gerçekten peygamberlerdensen bizi tehdit ettiğin azabı bize getir, dediler.
 [054.027]  Gerçekten onları imtihan etmek için dişi deveyi gönderen biziz. Sen onları gözetle ve sabret.
 [091.011-5]  Semûd kavmi azgınlığı yüzünden (Allah'ın elçisini) yalanladı. Onların en bedbahtı (deveyi kesmek için) atıldığında, Allah'ın Resûlü onlara: «Allah'ın devesine ve onun su hakkına dokunmayın!» dedi. Ama onlar, onu yalanladılar ve deveyi kestiler. Bunun üzerine Rableri günahları sebebiyle onlara büyük bir felâket gönderdi de hepsini helâk etti. (Allah, bu şekilde azap etmenin) âkıbetinden korkacak değil ya!

 Salih (a.s) ın kavminin kıssası kısaca bu şekildedir , bu kıssa bize geçmişlerin masalları olarak anlatılmadığına göre , bu kıssadan bir hisse çıkarmak ve onu yaşadığımız hayat ile nasıl bir bağlantısını kurabiliriz şeklinde bir soruya şu cevabı vermek mümkündür.

Ayetlerden anlaşıldığına göre , Ayet olarak gönderilen Devenin "Allahın Arzı" olarak belirtilen yerlerde yemesine içmesine kimsenin karışmaması ve rahatlıkla otlamasına izin verilmesi istenmektedir. "Allahın Arzı" olarak özellikle vurgulanan topraklarda EMANETÇİ olduklarını unutan Semud kavmi'nin müşrik ileri gelenleri , üzerinde bulundukları topraklarda tasarruf hakkını sahiplik olgusu içinde yani ASALETEN yerine getirmeye kalkarak sadece kendilerinin hayat hakkı olduğunu iddia etmişler ve "Allahın Devesi"ni kesmişler ve helak edilmişlerdir. 

Şimdi bu kıssa bize neden anlatılmıştır ?.

Klasik tefsir anlayışında olduğu gibi sadece masal tadında köy kahvelerinde okunması veya modernist tefsir anlayışında olduğu gibi mecazi anlatımlar olup böyle bir helakın vaki olmadığı yani bir nevi ütopik bir masal olsun diye mi anlatılmıştır ?. 

İki yaklaşıma verilecek cevap , Hayır olacaktır.

"Allahın Arzı" ve "Allahın Devesi", bu iki terim kıssanın evrensel bir mesajı olduğuna dair iki önemli terimdir. 

Bu iki terim,  yaşadığımız Dünya'nın  üzerinde olan ve İnsanın emrine müsahhar kılınan , Dağ , Orman , Nehir , Hayvanlar v.s gib unsurların asıl sahibinin kim olduğuna vurgu yapmaktadır. Ahzab s. 72. Ayetinde vurgulandığı üzere , "Emanetçi" vasfına sahip olarak yaratılan İnsan , yaşamı boyunca kullandığı her ne varsa onun üzerinde asla onun asıl sahibiymiş gibi bir tasarrufta bulunmaya hakkı yoktur. 

Allah (c.c) nin , bir çok Ayette bizim emrimize amade kıldığı şeyleri yine onun gösterdiği kullanma klavuzu dahilinde kullanmak zorunda olduğunu unutan İnsanlar , kendi hevaları doğrultusunda edindikleri kullanma klavuzları doğrultusunda , kendilerine emanet edilen bu şeyleri kendi malları zannederek , istedikleri gibi kullanmışlar ve neticede büyük bir fesada sebebiyet vermişlerdir.

Bu gün üzerinde yaşadığımız Arz üzerinde her ne varsa bunları bizden sonraki kuşaklarda kullanacak ve onlardan yararlanacaktır. Ancak Arz üzerinde kan dökücü ve fesad çıkarıcı bir varlık olan İnsan , bunları unutarak sadece kendisini ve bu günü  düşünerek Arz üzerindeki dengeyi bozmaktadır. 

  [030.041]  İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.

Rum s. 41. Ayetine baktığımız zaman , Sünnetullah dediğimiz değişmez yasalardan bir tanesi karşımıza çıkmaktadır. Deniz'de ve Kara'da fesadın yani bozulmanın meydana gelmiş olmasının müsebbibi olarak İnsan gösterilmektedir , Ayetin devamında insanların yaptıklarının karşılığı olarak bu fesadın kendilerine geri döndürülerek belki bu yolu terketmelerinin beklendiği beyan edilmektedir. 

Burada bir hatırlatma yapmanın yerinde olacağını düşünmekteyiz; Kur'anda zikri geçen kavimlerin helak edilme süreci, düşündüğümüz gibi kısa bir süreç içinde olmamıştır. Elçilerin kıssalarını okuduğumuz zaman sanki böyle bir anlatım varmış zannı hakim olabilir , ancak helak edilen kavimlerin helak edildiği zaman adı geçen Elçi o kavme gönderilmiş tek Elçi değildir , adı geçen kavimlere o Elçilerden önce bir çok Elçiler gelip geçmiştir. Nuh (a.s) kıssasını hatırlayacak olursak onun 950 sene tebliğde bulunmuş olması sonucunda kavminin helak edilmiş olması sürecin ne kadar uzun olduğu konusunda fikir verebilir. 
 
 Bu gün Dünyamıza bir bakalım; adına "Çevre Felaketi" dediğimiz bir çok sıkıntılı durum biz İnsanları tehdit etmektedir. Bu tehdidin sebebi olarak , İnsanların daha rahat ve müreffeh yaşama adına geliştirmeye çalıştıkları sanayi ve teknoloji'nin, çevreye atılan atıkları ve bu atıkların ekolojik dengeyi alt üst ederek insanların yaşamını tehdit ettikleri gerçeği bu gün Dünyanın en önemli gündemini teşkil etmekte olmasına rağmen , aynı İnsan üretim adına bu fesadı devam ettirmekten kendini alamamaktadır. 

 Helak dediğimiz olayı ,Kur'anda anlatıldığı şekli ile sadece gökten taş yağması gibi algılamak , bu olayın Sünnetullah'ın bir neticesi olmasına ve evrenselliğine gölge düşürecektir. Helak dediğimiz felaketler dün nasıl meydana geldiyse bu gün de yaşanmakta bu gidişle kıyamete kadar yaşanacaktır. 

Örnek verecek olursak ; Geçtiğimiz yıllar içinde , Amerikanın Japonya ya atmış olduğu atom bombası , o ülke insanlarını yıllarca etkilemiş ve hala etkilemektedir , Çernobil atom santralı'nın patlaması ile meydana gelen olaylar , körfez savaşında Kuveyt'te ateşe verilen petrol kuyularından çıkan alev ve dumanlar , daha buraya yazamayacağımız binlerce felaket bir nevi helak edilme anlamına gelmekte olup bu felaketlerden etkilenen milyonlarca insan , ekonomik , sosyal ,siyasal , sağlık yönünden sıkıntı içinde bulunmaktadır. 

Çevreye salınan zararlı gazlar neticesinde iklimler değişmekte , ve bu değişim İnsan üzerinde bir çok sorunlar meydana getirmektedir. Bu tür fesadlar devam ettiği müddetçe , ilerleyen yıllarda daha büyük felaketlerin geleceği yolunda bir çok uyarılar yapılmasına rağmen bunlar kulak arkası edilerek bir kaç kişinin mutluluğu için binlerce kişinin hayatı tehlikeye atılmaktadır.

Semud kavminin helakı üzerinden verilmek istenen mesajı okuduğumuzda , dün Semud kavminin yaptığı fesad olan , "Allahın Arzı" nı ve "Allahın Devesi" ni sadece kendi menfaatleri doğrultusunda kullanarak , Arz üzerinde kendilerinden başkalarının da yaşam hakları olduğunu unutmaları sadece günü kurtarma hevesine dalarak yaptıkları fesad , sonuç olarak kendilerine helak olarak geri dönmüştür. Bizler aynı şekilde kendimizden başkasının yaşam hakkına saygı duymayarak yaptığımız çevre katliamlarının cezasını ekolojik dengenin bozulması neticesinde çevre felaketi olarak ödemekteyiz.

Bu gün bilim insanlarının Dünyanın karşı karşıya kaldığı çevre felaketlerinin ileride daha büyük facialara yol açacağı uyarısı, bazılarımız için "Komplo Teorisi" olarak görülmektedir  fakat , Kur'an da bahsi geçen helak olaylarının Nuh (a.s) kavmi örneğine baklacak olursak bu kavmin helakı 950 sene süren bir sürecin sonucu olduğu hatırlanacak olursa , ilerleyen yıllarda başımıza gelecek olan felaketler önlem alınmadığı takdirde bizim helakımıza sebeb olacaktır. 

Dünyanın sıcaklığının artarak kutuplardaki buzulların erimesi ve deniz seviyesinin yükselmesi neticesinde , deniz seviyesinin altında bir ülke olan Hollanda'nın , gelecek yıllarda sular altında kalarak , Nuh tufanına benzer bir helak ile yok olmayacağı ne malumdur. Hollanda'ya baktığımız zaman ,Lut (a.s) kavminin ahlaksızlığının zirve yapmış olduğu , Kadınlar veya Erkeklerin birbirleri ile olan evlilikleri artık resmiyet kazanmış ve Devlet tarafından karı koca belgesi verilir hale gelmiştir. Bu ülkenin zaman içinde helak olması değişmez bir yasa olup bu yasanın su baskını halinde gerçekleşmeyeceğini kim garanti edebilir ?. 

"Benden sonrası tufan" diyerek kendisinden başkalarının yaşam hakkına saygı duymayan Semud kavmi Deveyi öldürerek bu hareketinin bedelini çok ağır bir biçimde ödemiş olması bizler içinde örnek olmalı , bizler sadece kendimizi merkeze alan bir hayat yerine , Dünya üzerinde yaşayan diğer canlıları yani "Ekolojik Denge" yi gözeterek yaşamalı ve bizden sonra gelecek olanlara daha güzel bir Dünya bırakmaya çalışmalıyız aksi takdirde bunun cezasının Dünya ve Ahirette çok pahalı bir şekilde ödemek zorunda kalacağız. 

Kavimlerin helakı ile ilgili Ayetleri sadece o kavim ile sınırlı tutmayarak , mesaj içerikli bir okuma yöntemi ile okuduğumuzda karşımıza böyle bir durum çıkmaktadır. Ellerimiz ile yaptığımız fesadın cezasını hem kendimiz , hem de gelecek nesiller çekecektir.

Sonuç olarak ; Kavimleri helak edilmesi ile ilgili Ayetleri onların helak edilme sebebi olan başta şirk olmak üzere , Şuayb (a.s) ın kavmi örneğinde ölçü ve tartıda haksızlık , Lut (a.s) ın kavmi örneğinde cinsel sapmalar , Salih (a.s) ın kavmi örneğinde ekolojik dengeye zarar vermek şeklinde okuduğumuzda aynı hataların bu gün de tekrarlanıyor olması helakın kaçınılmaz bir son olduğunu göstermektedir. Helak edilme denildiği zaman aklımıza sadece Kur'anda zikri geçen kavimler gelmemeli , helak edilen kavimlerin işlemiş oldukları fiiler akla gelmeli , Sünnetullah gereği bu fiillerin toplulukları zaman içinde helaka sürüklediği hatırdan çıkarılmamalıdır. Kur'an kıssa yollu anlatımlar ile zikri geçen kavimlerin yapmış oldukları hataları öne çıkararak , sonraki gelenlerin bu fiileri işlememelerini öğütlemekte , aksi takdirde başlarına neler geleceğini göstermektedir. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

8 Nisan 2015 Çarşamba

Mekke'nin Helak Edilmemesi ve Sünnetullah

Kur'an kıssalarını okuduğumuz zaman , bu kıssalarda öne çıkan en bariz nokta, adı geçen kavimlerin helak edilmiş olmasıdır. Kavimlerin bu helakı , "Sünnetullah" dediğimiz yasalara tabi, olup "Kur'an'da adı geçen ve geçmeyen bir çok kavim için işleyen bu yasalar, Mekke için neden işlememiştir ?" sorusu, kafalara takılan sorulardandır. Yoksa Allah (c.c) Muhammed (a.s) ve Mekkeliler için yasasında değişiklik mi yapmıştır ? denilirse  buna cevabımız, "Hayır" şeklinde olacaktır. 

Helak edilen kavimlerin kıssalarının anlatıldığı ayetlere baktığımızda , Helak edilen kavimlerdeki müşriklerin uyguladıkları muamele , Muhammed (a.s) ve ona tabi olanlara uygulanan muamele ile aynı olup ,  mecnun olduğu iddiaları , zulüm , baskı , işkence v.s her türlü yol uygulanarak Muhammed (a.s) ve ona tabi olanların yollarından dönmeleri sağlanmaya çalışılmıştır. Bu baskılar 13 sene boyunca sürmüş, Medine'li bir gurubun Müslüman olması ile Müslümanlar için yeni bir kapı açılmış, ve Müslümanlardan bir kısmı Medine'ye hicret etmeye başlamış en son olarak , Muhammed (a.s) yanında Ebu Bekir (r.a) olduğu halde Medine ye hicret etmiştir. 

 [009.040]  Eğer siz ona (Peygamber'e) yardım etmezseniz, Allah ona yardım eder. Hani o kâfirler, onu Mekke'den çıkardıkları vakit sadece iki kişiden biri iken, ikisi de mağarada bulundukları sırada arkadaşına «Üzülme, çünkü Allah bizimledir.» diyordu. Allah onun kalbine sükûnet ve kuvvet indirmişti ve onu görmediğiniz bir orduyla desteklemişti. Kâfirlerin sözünü alçaltmıştı. Yüce olan Allah'ın kelimesidir. Ve Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.

Bir çok Ayette Mekkelilere , kendilerinden önce helak edilen kavimler örnek gösterilerek , aynı akıbetin onlar içinde meydana gelebileceği haber verilerek bu inatlarından vazgeçmeleri öğütlenmiştir. 

 [040.021]  Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce ve kendilerinden daha kuvvetli olan ve yeryüzünde daha çok eser bırakan kimselerin sonuçlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Allah onları suçlarıyla yakalamıştır. Allah'a karşı onları koruyan yoktur.
[027.069]  De ki: «Yeryüzünde gezin, suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.»
[030.042] De ki, yeryüzünde bir gezin de bakın, bundan öncekilerin sonu nasıl olmuş! Onların pek çoğu müşrik idiler.

Bir çok  tehditlere rağmen müşriklerin baskıları sona ermez ve Muhammed (a.s) Mekkeyi terk etmek zorunda kalır.

 [017.076-77] Neredeyse seni memleketten çıkarmak için zorlayacaklardı. O zaman, senin ardından onlar da ancak çok az kalabilirler.Senden önce gönderdiğimiz resuller hakkında cari olan sünnet budur. Sen Bizim sünnetimizde asla bir değişiklik bulamazsın!
[047.013] Seni çıkaran memleketinden, kuvvet bakımından daha üstün nice memleketler vardır ki, biz onları yıkıma uğrattık da kendileri için hiç bir yardımcı yoktu.

Yukarıda mealllerini verdiğimiz Ayetlerden , Elçinin terk ettiği  bir beldenin yıkımı hak ettiği anlaşılmaktadır. Allah'ın bu sünneti'nin geçmiş kavimlerde nasıl tecelli ettiği yine Kur'an içinde beyan edilmektedir.

[011.058]  Ne zaman ki emrimiz geldi, Hud'u ve beraberindeki iman edenleri, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık, ayrıca onları çok ağır bir azaptan da kurtardık.
 [011.066] Emrimiz geldiğinde Salih'i ve beraberinde iman etmiş olanları, tarafımızdan bir rahmetle azaptan ve o günün rezilliğinden kurtardık. Çünkü Rabbindir çok güçlü, çok üstün olan.
 [011.094]  Emrimiz geldjğinde Şu'ayb'ı ve beraberinde iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. O zulmedenleri ise dehşet verici bir ses yakaladı ve yurtlarında çöküp kaldılar.
 [010.073]  Onu yalancı saydılar; ama Biz onu ve gemide beraberinde bulunanları kurtardık. Onları ötekilerin yerine geçirdik, ayetlerimizi yalanlayanları suda boğduk. Uyarılanlardan söz dinlemeyenlerin sonlarının nasıl olduğuna bir bak.
 [010.103] Sonra Biz, resûllerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Böylece müminleri kurtarmak üzerimize düşen bir borçtur.

Helakın , içinde Elçilerin yaşadığı kavimler ile ilgili olan sünneti'nde , Elçi ve beraberindekilerin tamamının kavmi terketmesi sonucunda gerçekleştiği , yani helak olan beldede tek bir Mü'min olmama şartı vardır. 

[051.035]  Nihayet biz müminlerden orada bulunan kimseleri çıkardık.

Muhammed (a.s) ın kavmi ona bir çok kereler , kendilerine vaad ettiği azabın gelmesi ona rest çektiğini görmekteyiz. 

  [008.032]  «Allah'ımız! Eğer bu Kitap, gerçekten Senin katından ise bize gökten taş yağdır veya can yakıcı bir azab ver» demişlerdi.

Enfal s. 32. Ayetinde gördüğümüz , müşriklerin bu restlerini, yani helak edilme isteklerini Allah (c.c) şu gerekçe ile red etmiştir.

 [008.033] Oysa, sen içlerinde iken Allah onlara azabetmez. Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir.
 [008.034]  Yoksa Mescidi Haram'a girmekten menederlerken Allah onlara niçin azab etmesin? Hem de O'nun dostu değiller; O'nun dostları ancak karşı gelmekten sakınanlardır. Fakat çoğu bunu bilmiyorlar.

 Müşriklerin bu restleri , Muhammed (a.s) henüz Mekke'de onların içinde iken gerçekleştiği için , "Oysa, sen içlerinde iken Allah onlara azabetmez" buyurulmaktadır . 

Burada haklı olarak , "Öyleyse Medineye hicret ettikten sonra helak neden gerçekleşmedi?" sorusu da sorulacaktır. Bunun cevabı da aynı Ayetin içindedir , "Onlar bağışlanma dilerlerken de elbette Allah azab edecek değildir" cümlesi ile kast edilen "Bağışlanma dileyenler" , Müşriklerdir. Bu ayetin bazı meallerinde "Onlar" kelimesi ile kast edilenlerin iman edenler olduğu söylenmiş olsa da , ilgili ayetin siyak ve sibakı ,müşriklerin iman ettikleri takdirde azaptan kurtulacaklarını haber vermektedir.

[011.117]  Rabbin, kasabaların halkı ıslah olmuşken, haksız yere onları yok etmez.

Allah (c.c) Muhammed (a.s) as ın hicretinden sonra Mekke'de kalan ve hicretten sonra Müslüman olmaya başlayanlar hala  Mekke içinde ikamet ettiği için orayı helak etmeyeceğini beyan etmektedir. 

Enfal s. 34 . Ayet , aslında bu helakı hak ettiklerini beyan ederek bunu engelleyen şeyin , Mekke'nin içindeki Müslüman nufüsun barınıyor olmasından dolayı olduğunu beyan etmektedir. Muhammed (a.s) ın kavminin toptan helak edilmemiş olması , Sünnetullah'ın işleyişinde bir istisna değil , işlemesi için gerekli olan kuralların gerçekleşmemiş olmasındandır. 

Muhammed (a.s) ın yaşadığı hayat sürecine baktığımızda , Sünnetullah dediğimiz yasanın , Yani Allah (c.c) nin Elçilerine ve onlara inananlara verdiği yardım sözünün onun içinde işlediği görülmektedir. Kendisinden önceki Elçiler gibi aynı görevi yüklenen Muhammed (a.s) a , aynı şekilde kendisinden önceki Elçilere uygulanan muamele yapılmıştır. Mekki Surelerde beyan edilen mücadele sürecine baktığımızda , ona sabır ve mücadeleden asla vazgeçmemesi öğütlenmektedir ve bu öğütlerin tatbikini Elçiliğinin ilk gününden son gününe kadar yerine getirmeye var gücüyle gayret etmiş ve öncekiler için geçerli olan yasanın kendisi için de işlmesine hak kazanmıştır.

Sünnetullah'ın gerçekleşmesi , Elçi ve beraberinde olan iman edenlerin göstereceği çaba ve gayret ile orantılıdır. Bu çaba ve gayreti, Mekki sureler içinde kendilerine yapılan zulüm ve işkencelere karşı sabırlı ve kararlı bir şekilde mücadele ederek gösteren , Elçi ve beraberindeki iman edenler , Medineye hicretten sonra farklı bir mücadeleye girişmişlerdir. Belirli bir güce sahip olduktan sonra Müşrik ve Kafirlerin saldırılarına misli ile mukabele ederek bu çaba ve gayreti aynı şekilde göstermeye devam etmişlerdir.

13 yıl Mekke , 10 yıl Medine mücadelesini , okuyabileceğimiz en sahih kaynak olarak Kur'an içinden okumak mümkündür. Bu süre içinde Sünnetullah gereği yardıma hak kazanan Elçi ve iman edenler Mekke'yi ele geçirerek , şirk adına ne varsa yıkmışlar ve Tevhidin zaferini ilan etmişlerdir. Müslümanların zaferi , Müşriklerin kaybı ile sonuçlanan süreci doğru bir biçimde okuduğumuzda Sünnetullah'ın geçmişler için işlemiş olması aynen tekerrür etmiştir. 

Mekkelilerin yenilgiye uğraması ile sonuçlanan , Tevhide karşı olan mücadeleleri , Müslümanların kendilerine Rableri tarafından öğütlenen mücadele metoduna uygun bir şekilde hareket etmeleri neticesinde bir nevi helak olmaları ile sonuçlanmıştır. Helak edilmenin temelinde'ki asıl anlam olan , kafirlerin Dünya hayatında yenilgiye uğratılması durumu , Mekkeliler boyutunda'da gerçekleşmiştir.

Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , Rablerinin kendilerine indirmiş olduğu Kitap içinde zikri geçen geçmişte yaşamış olan Elçiler ve onların kavimlerinin kıssalarını , hayatları içinde gerekli olan mücadele de örnek olarak anlatıldığı bilincine vakıf olarak okumuşlardır. Hiç bir Sahabe diğer bir Sahabe ile , Musa (a.s) ın Asasının gerçekten yılan olup olmadığı , veya İbrahim (a.s) ın ateşinin mecaz'mı hakikat'mi olduğu tartışmasını yaparak birbirlerine kılıç çekmemişlerdir.

Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar , kıssa şeklinde yapılan anlatımları bir araya gelerek masal tadında anlatımlar olarak geçmişteki Atalarının kahramanlıkları ile öğünmek gibi bir şey yapmak için okumamışlar , aksine yürüdükleri yolda nasıl bir strateji takip etmeleri gerektiğini anlatan Ayetler olarak okumuş , yaşamları içinde bu Ayetleri pratiğe aktarmışlar  sonuç olarak ta , geçmişteki Ataları nasıl yardıma , ve onların düşmanları nasıl helaka uğradılarsa aynı yasa onlar içinde işlemiş ve onlar başarıya ulaşmış, Mekkeliler helaka uğramışlardır. 

Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanların yolunda yürüdüğünü iddia eden bizler , onların yaşamlarını Kur'an içinden okuyarak aynı mücadeleyi sabır , kararlılık ve tavizsiz bir biçimde yaparak , onlar için işleyen yasaların bizler içinde işlemesini sağlayabiliriz.Bizim için işleyecek olan yasa , tıpkı Muhammed (a.s) için işleyen yasa gibi olacak ve bizim düşmanlarımız üzerine galebe çalmamız şeklinde tecelli edecektir , tabi bu yasanın tecelli etme şartlarına riayet ettiğimiz takdirde .

Sonuç olarak ; İçlerinde Elçi olan kavimlerin helakı ile ilgili Sünnetullah yasalarının , neden Mekke için işlemediği sorusuna cevap vermeye çalıştığımız yazımız'da toplu helak Sünneti'nin işlememiş olmasının sebebi , Enfal s.32-34. Ayetler içinde görülmektedir. Allah (c.c) nin vaadi olan Elçi ve beraberinde olanlara yardım , Elçi ve beraberinde olanlara düşman olanların helak edilme sünneti, aynen diğer Elçiler ve onların kavimlerinde olduğu gibi işleyerek Müslümanların galibiyeti , Mekkelilerin mağlubiyeti ile sonuçlanmıştır.

                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

6 Nisan 2015 Pazartesi

Fussilet s. 9-12 Ayetleri : Yerin ve Göklerin Yaratılması

Kur'anın doğru anlaşılması için gerekli olan şartlardan bir tanesi , indiği zaman ve mekan dahilinde yaşayan insanların kültür ve edebiyat alt yapılarının bilinmesi gereğidir. Kur'an nazil olurken muhatap kabul ettiği Arap toplumunun o günkü konuşma uslubu üzerine nazil olmuştur. Bu gün Kur'anı okuduğumuz zaman bize yabancı gelen bu uslubu göz ardı ederek , bizim sahip olduğumuz konuşma uslubu üzerinden okuduğumuz bazı Ayetlerin, bizim kültür alt yapımıza uygun olmadığı için bir takım müşkilatı barındırdığı , hatta bazı insanların elinde Kur'an da çelişkiler olduğuna dair bir delile! dönüştüğünü görmekteyiz. 

Müşkil Ayetler olarak niteleyebileceğimiz bu durumun çözümü , bu gün bizim sahip olduğumuz kültür birikimi ile değil o günün Arab toplumunun sahip olduğu kültür birikiminin bilinmesi mümkün olabilir. Bu müşkilata örnek olarak verebileceğimiz Ayetler gurubu, Fussilet s. 9. ve 12. Ayetler arasında yerin ve göklerin yaratılışı ile Ayetlerdir.  

[041.009]  De ki: «Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratana (karşı) küfre sapıyor ve O'na birtakım eşler kılıyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.»
[041.010] Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Onda bereketler yarattı ve orada rızıklarını arayanlar için dört günde düzene koydu.
[041.011] Sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: «İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin» dedi. İkisi de: «İsteyerek geldik» dediler.
[041.012]  Böylece Allah onları iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu. Her göğe kendi işini bildirdi. Biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve koruduk. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir.

Bu Ayetleri okuduğumuzda yerin ve göklerin , 2+4+2= 8 günde yaratılmış olduğu gibi bir hesap çıkmaktadır. Kur'an 'da yerin ve göklerin yaratılışı ile ilgili Ayetlere baktığımızda bütün Ayetlerde bu yaratılışın 6 gün de olduğu beyan edilmektedir. Bu Ayetlerde bahsedilen "Gün" kelimesinden kast'ın bizim yaşadığımız 24 saatlik bir dilimin olmadığını hatırlatmak yerinde olacaktır. Ayrıca 11. Ayet içinde , bir konuşma uslubu içinde verilen yer ve göğün "İsteyerek geldik" demeleri , Allah (c.c) nin onlar için koymuş olduğu düzen içinde hareket edecek olmaları anlamında kullanılmıştır

[010.003]  Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah’dır. Onun izni olmadan hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte O Rabbiniz Allah’tır. O halde O’na kulluk edin. Hâla düşünmüyor musunuz!
[011.007]  Arş'ı su üzerinde iken, hanginizin daha güzel işi işleyeceğini ortaya koymak için, gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. And olsun ki, «Siz gerçekten, ölümden sonra dirileceksiniz» desen, inkar edenler: «Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir» derler.

Bir yerde 6 gün bir yerde 8 gün şeklinde gördüğümüz Ayetler içinde bir çelişki olduğu düşüncesi , kalplerinde hastalık olanlara mahsus olup , İman edenler Nisa s. 82 ve benzer Ayetlerde geçtiği üzere Allahın Kitabında herhangi bir çelişki olmadığını çok iyi bilirler . Peki bu Ayetleri nasıl anlamak gerekmektedir ? sorusunun cevabını şu şekilde vermek mümkündür. 

A şehrinden , C şehrine gitmek için yola çıkan bir Arap yaptığı , B şehrinde mola verdikten sonra , yaptığı yolculuğu anlatırken şöyle söyler;  "A şehrinden , B şehrine 10 günde , C şehrine 20 günde gittim" , onun bu sözü 10+20=30 günde, gitmek istediği mesafeye ulaştığı anlamına gelmez , A şehrinden , C şehrine 20 gün içinde gittiğini ifade eder. 

Araplarda yaygın olan bu kullanım , Fussilet s. 9. ve 10. Ayetinde de kullanılarak yer'in yaratılışının 4 gün içinde tamamlandığını , 12. Ayette göklerin 2 günde yaratıldığını beyan eden Ayeti de hesap ettiğimizde, 4+2=6 gün şeklinde bir hesap ortaya çıkar ki bu hesap Kur'andaki yerin ve göklerin 6 günde yaratıldığını beyan eden Ayetlerle bir uyum sağlar.

Bu konu ile ilgili olarak , bazı Ayetlerde yer ve göklerin yaratılışını sıralamasının değişik olarak anlatıldığını görmekteyiz.

 [002.029] Yerde olanların hepsini; sizin için yaratan O'dur. Sonra, göğe doğru yönelerek yedi gök olarak onları düzenlemiştir. O her şeyi bilir.

Bakara s. 29 ve Fussilet s. 9. ve 12. Ayetlerinde , önce yer sonra göklerin yaratıldığının beyan edilmesine karşın , Naziat suresi 27. ve 33. Ayetlerinde önce gök sonra yerin yaratılmasından bahsedilmektedir.

[079.027]  Siz mi yaratılışça daha çetinsiniz, yoksa gökyüzü mü? Onu O «Allah» bina etti.
[079.028]  Onun boyunu yükseltti, ona belli bir düzen verdi.
[079.029] Gecesini karanlık yapmıştır. Gündüzünü aydınlatmıştır.
[079.030]  Ardından yeri düzenlemiştir.
[079.031]  Ondan suyunu ve otlağını çıkarmıştır.
[079.032] Dağları yerleştirmiştir.
[079.033]  Bunları sizin ve hayvanlarınızın geçinmesi için yapmıştır.

Bir surede yeri önce göğü sonra , bir başka surede ğöğü önce, yeri sonra yaratmış olması , haşa onun neyi ne zaman yarattığını bilmediği anlamına gelmez. Burada dikkat çekilen durum onun yaratıcılığı olup, sıralamayı takip etmesi gibi bir zorunluluğu olduğunu söyleyemeyiz. Göklerin ve yerin yaratılışı ile ilgili Ayetlere baktığımızda ilgili Ayetlerin "Gökler ve yer" şeklinde bir sıralama içinde gelmiş olmasına karşın , Taha s. 4. Ayetinde bu sıralamanın değiştiğini görmekteyiz .

 [020.004]  Yeri ve yüce gökleri yaratanın katından indirmedir.

Bizim için önemli olan nokta , öncelik sonralık sıralamasındaki farklı anlatımlar değil , onları yaratan Allah (c.c) nin gücü ve azameti olmalıdır. Kur'anın bazı Ayetlerinde bu tür anlatımlar mevcut olup, "Neden sıralama gözetilmedi?" şeklinde bir soru sormak abesle iştigaldir , Bu sıra gözetilmemeye  , Enbiya s. 90 . Ayetini örnek olarak vermek mümkündür. 

 [021.090]  Biz de ona icabet ederek, Yahya'yı bahşetmiş, eşini de doğum yapacak hale getirmiştik. Doğrusu onlar iyi işlerde yarışıyorlar, korkarak ve umarak Bize yalvarıyorlardı. Bize karşı gönülden saygı duyuyorlardı.

Enbiya s. 90. Ayetini dikkatli okuduğumuz zaman , Zekeriyya (a.s) ın eşi nin doğum yapacak hale getirilmiş olması , Yahya'nın bahşedilmesinden sonra anlatılmaktadır, halbuki sıralamaya göre önce doğum yapacak hale getirilmiş olması , sonra Yahya nın bahşedilmiş olmasının anlatılması gerekirdi.

Sonuç olarak ; Kur'anın doğru anlaşılması için gerekli olan şartlardan birisi , indiği zaman ve mekan içinde yaşayanların konuştuğu dilde kullanıldığı edebi uslupların göz önüne alınma gereğidir. Bu uslup göz önüne alınmadan , Kur'anı bizim sahip olduğumuz dil uslubu içinde okumaya çalıştığımız zaman ortaya çıkan bir takım müşkil Ayetleri anlamak zorlaşacaktır. Aynı şekilde Kur'an da bildiğimiz anlamda normal bir Kitap ta bulunan , giriş , gelişme , sonuç şeklinde bir sıralama çoğu zaman takip edilmez ,eğer böyle bir sıralama içinde olması gerektiği gibi bir düşünce içinde okuduğumuz takdirde yine kafamıza bir çok sorunun takılması muhtemeldir. Kur'anı bizim bildiğimiz ve olmasını düşündüğümüz anlamda bir usluba sahip olması gerektiğini düşünmekten ziyade , kullandığı uslubu anlayarak okumak daha doğru sonuçlar çıkaracaktır. 

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

5 Nisan 2015 Pazar

Enbiya s. 105. Ayeti: Arz'a Salih Kulların Varis Olması İsrailoğulları Örneği

Kur'an kıssaları , geçmişlerin yaşantılarından kesitler sunarak , onların olumlu veya olumsuz örnekliklerinden kendimize pay çıkararak yolumuzu belirlememizi amaçlayan anlatımlardır. Bu bağlamda İsrailoğulları üzerinden verilen örnekler onların yaşantılarındaki olumlu veya olumsuz örnekleri okuyarak, bizlerin de ona göre bir yol tayin etmemizi amaçlayan anlatımlardır.  

Kur'an kıssaları içinde en fazla yer alan kavim olan İsrailoğulları nın Musa (a.s) önderliğinde Firavun zulmüne karşı baş kaldırışı ve sonucu , Allah (c.c) nin arz üzerinde geçerli kanunları olarak nitelendirdiği "Sünnetullah"ın bir tecellisidir. Bu tecellinin anlatıldığı Ayetler şayet doğru  biçimde okunarak hayata pratize edildiği takdirde , çağdaş firavunların aynı şekilde alt edilmesi yani Sünnetullah'ın tecelli etmesi kaçınılmazdır. Kur'an Ayetlerin'de bu anlatımlar, "Laf olsun sayfa dolsun" kabilinden bir amaca matuf olarak anlatılmamış , aksine hayatın ve yaşamın amacı olan tek bir İlaha kulluk etmek yolundaki mücadelede oluşan zorluklarının nasıl bertaraf edileceğinin yaşanmış örnekleri olarak bizlere sunulmuştur.

"Sünnetullah" terimi'ni , "Allah (c.c) nin Arz üzerinde cari olan kanunları" şeklinde kısaca özetlemek mümkündür. Kur'an kıssaları , Sünnetullah'ın nasıl gerçekleştiğini anlatması açısından önemli bilgi kaynakları olup , bizlerinde o kıssalar üzerinden yapılan anlatımların kıyamete kadar geçerli olacağı bilinci ile bunları okumak ve yaşanan hayat içinde pratize etmemiz gerekmektedir. 

Sünnetullah teriminin doğru anlaşılamamış olması , özellikle biz Müslümanların bu gün içinde bulunduğumuz durumu doğru okuyamamasına sebeb olmakta , kendimizi seçilmiş kullar olarak görmemiz nedeniyle , Allah (c.c) nin bizlere yardım etme zorunluluğu varmış gibi bir düşünce içine girerek , bu yardımı hak etmenin belli kuralları olduğunu aklımıza getirilmemektedir. 

Musa (a.s) önderliğinde ki İsrailoğullarının uğramış olduğu soykırımın Firavun ve ordusunun denizde boğulması ile neticelenmesine kadar gelen süreç içinde Allah (c.c) nin kendi üzerine yazmış olduğu inananlara yardım sözünün nasıl gerçekleştiğini görmekteyiz.

 
[021.105]  Andolsun ki, Zebur'da Zikir'den sonra yazmıştık ki, muhakkak yere Benim sâlih kullarım vâris olacaklardır.

 Enbiya s. 105. Ayetinde , Allah (c.c) bir yazgısından bahsetmektedir. "Arz üzerine salih kulların varis olması" bu varisliğin belirli bir kurala yani Sünetullah'a bağlanmış olması anlamına gelmektedir. Bu Ayeti bazılarının diline dolayarak , "Allah böyle diyor ama bakın sizler hala geri ve ezilmiş bir halde yaşıyorsunuz" diyerek , sanki Allah (c.c) nin yalan söylediğini iddia etmektedirler. Allah hiç bir zaman yalan söylemez ancak bizlere ettiği vaadin yerine gelmesi için belirli şartlar koymuştur ve bunları bizlere yerine getirmeden o vaadini yerine getirmez. 

 [010.103] Sonra Biz, resûllerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Böylece müminleri kurtarmak üzerimize düşen bir borçtur.
 
[030.047] Andolsun ki, biz senden önce de elçileri kavimlerine gönderdik, onlar belgeler getirdiler; dinleyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştur.

Enbiya s. 105 ve yukarıda meallerini verdiğimiz Ayetler Sünnetullah'ın gerçekleşmesi ile ilgili Ayetler olup, bu gerçekleşmenin İsrailoğulları üzerinde nasıl tecelli ettiğinin ilgili Ayetler örneğinde okumaya çalıştığımızda Allah (c.c) nin kimseye yattığı yerden yardım etmediği anlaşılacaktır. 

 [028.004]  Firavun ülkesinde ululandı ve zorbalığa kalktı, halkını çeşitli sınıflara böldü. Onlardan bir topluluğu (İsrailoğulları'nı) zayıflatıyor, oğullarını kesiyor, kadınları sağ bırakıyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi.
[028.005]  Biz de istiyorduk ki o yerde ezilmekte olanlara lûtfedelim, onları öncül imamlar yapalım, hem onları vârisler kılalım
 [028.006]  Ve o yerde onları hakim kılalım, Firavun ile Hâmân ve ordularına, onlardan çekinmekte oldukları şeyi gösterelim.

 Kasas s. 4. ve 6. Ayetlerin'de Allah (c.c), Firavun'un İsrailoğullarına uyguladıkları zulmün son bulmasını ve zulme uğrayanların öne geçmesini ve zalimlerin helak olmasını irade ettiğini belirtmektedir. Ancak onun bu iradesinin gerçekleşmesi , ezilenlerin zulme karşı başkaldırması neticesinde olacağını , İsrailoğullarının verdikleri mücadele örneğinde anlamaktayız. 

Musa (a.s) ın doğumu öncesinde başlayan İsrailoğullarına uygulanan soykırım , Musa ve Kardeşi Harun (a.s) ların , Firavuna Elçi olarak gönderilmeleri ile farklı bir ivme kazanır. Bu ivme , Firavunun sihirbazlarının mağlubiyeti ve onların iman etmesi ile birlikte daha hızlanarak yeniden bir soykırımın başlamasına sebeb olur. İsrailoğulları için bundan sonra daha zor bir mücadele süreci başlamıştır , bu süreci Araf s. Ayetlerinde şöyle okumaktayız.

 [007.127]  Firavun'un kavminin ileri gelenleri: Musa'yı ve kavmini yeryüzünde fesadçılık etsinler, seni de, tanrılarını da terketsinler diye mi bırakıyorsun? dediler. Dedi ki: Oğullarını öldürtürüz, kadınlarını sağ bırakırız. Elbette biz, onları ezicileriz.
 
[007.128]  Musa kavmine dedi ki; Allah'tan yardım isteyiniz ve sabrediniz. Yeryüzü Allah'ındır. Orayı dilediği kullarına miras kılar. Mutlu sonuç, günahlardan sakınanlarındır.»

Musa (a.s) kavmine , 128. Ayet'te görüldüğü üzere, mücadele stratejisinin ana temellerini öğütlemekte ve bu şekil bir mücadelenin nasıl sonuçlanacağını haber vermektedir. Ancak her topluluk içinde olduğu gibi İsrailoğulları içinde de zorluğa ve sıkıntıya sabredemeyen insanlar vardır. 

 [007.129] Dediler ki: «Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da eziyete uğratıldık.» (Musa:) «Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı helak edecek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak, böylece nasıl davranacağınızı gözleyecek» dedi.

Yunus s. 87. Ayetinde , Firavunlar ile evrensel mücadele yöntemi olarak niteleyebileceğimiz emirler verilerek bu doğrultuda bir metod izlenmesi vahyedilmiş ve bu metod İsrailoğullarını başarıya ulaştırmıştır. 

 [012:087] Mûsa'ya ve kardeşine şunu vahyettik: Kavminiz için kendilerini yerleştirmek üzere Mısır'da evler hazırlayın. Evlerinizi kıble yapın/karşılıklı yapın ve salatı ikame edin. İnananlara müjde ver.

Yunus s. 87. Ayetinde emredilen metodun uygulanarak başarıya ulaşılması, uzun yıllar süren bir zaman içinde gerçekleşmiş , bu sürecin uzunluğunu Araf s. 130-136 . Ayetler arasında görmekteyiz , bu süreç sonunda başlarına gelen felaketlerin hiçbirinden ders çıkarmayan Firavun ve ordusunun akıbeti suda boğularak helak edilmek ile sonuçlanmıştır. 

 [007.137] Horlanan, ezilen milleti de, bereketlerle donattığımız o ülkenin doğularına ve batılarına (yani tamamına) vâris kıldık. Böylece sabretmelerine mükâfat olarak İsrail oğullarına, senin Rabbinin yaptığı güzel vaad tamamen gerçekleşti. Firavun ile kavminin yaptıkları binaları ve yetiştirdikleri bahçeleri ise imha ettik.
[026.057-9]Ama biz Firavun ve adamlarını bahçelerden, pınar başlarından, hazinelerden ve şerefli makamlardan çıkardık. Böylece oralara İsrailoğullarını mirasçı kıldık.
[044.025-8]  Geride neler bırakmadılar neler!... Ne bağlar, bahçeler, ne pınarlar, ne çiftlikler... Ne güzel güzel konaklar, ne makamlar, içinde zevk-u safa sürdükleri ne nimetler!...İşte böylece biz onları başka bir kavme miras bıraktık.

Enbiya s. 105 ve diğer Ayetlerde , Allah (c.c) nin vaadi olan , "Arza salih kulların varis edilmesi" Sünneti, Musa (a.s) ın Firavun ile olan mücadelesinin anlatıldığı Ayetlerde canlı örnek olarak bizlere sunulmaktadır. Sünnetullah'ın Firavun ve ordusu üzerinde "Helak edilmek" , İsrailoğulları üzerinde "Kurtarılmak" şeklinde tecelli etmiş olması örneği sadece onlara has bir durum değil , aynı mücadele yönetimini uygulayan bütün müstaz'aflar için bir örnektir. 

Bu mücadele örnekliğini , Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olan Ashabı da uygulayarak , çıkarıldıkları Mekke ye geri dönmüşlerdir. Sünnetulah'ın , Mekkeli müşrikler üzerinde "Helak edilmek" şeklindeki tecellisi onların mağlubiyeti şeklinde gerçekleşmiş , Müslümanlar üzerinde "Kurtarılmak" şeklindeki tecellisi onların Mekkelilere galebe çalması şeklinde gerçekleşmiştir. 

Sünnetullah'ın gerçekleşmesi dün nasıl tecelli ettiyse bu gün ve yarın aynı şekilde gerçekleşecektir bu Allahın inanan kullarına vaadi dir ve Allah vaadinden asla caymaz , ancak bu vaadin gerçekleşmesi için onun önerdiği yöntemin takip edilme şartı vardır. İlahi metodun hayata pratize edilmesi , Elçilerin örnekliğinde kıssa yollu anlatımlar şeklinde canlı ve diri bir şekilde önümüzde durmaktadır. 

Muhammed (a.s) kendisine vahyedilen mücadele metodunun kendisinden önceki Elçilere vahyedilen ile aynı olduğunu bilerek, bu mücadelenin nasıl icra edildiğini kendisine vahyedilen Kitap'ta görmüş ve bu anlatımların bir amaca matuf olduğunu bilerek bu amaç doğrultusunda bir mücadele yöntemine uyarak şirk ile mücadelesine devam etmiştir. Bu mücadelede öne çıkan en önemli unsur , sabır , kararlılık, ve taviz vermemek olmuştur. 

Bizler Elçilerin ve onlarla birlikte olanların yolları üzerinde yürüyen Mü'minler olarak , onların bu yolları bizler için birer yol gösterici işaret taşları mesabesindedir. Sünnetullah'ta asla değişiklik olmayacağına göre bizler , yaşamın tek gayesi olan sadece Allaha kulluk etmek yolunda önümüzdeki şirk engellerini aşma yolunda onların yolunu izlediğimiz takdirde  Sünnetullah, aynı onlar için tecelli ettiği gibi bizler içinde tecelli edecek ve bizler Arz'a varis olacağız, eğer böyle bir varisliğimiz şimdi olamıyorsa bu  bizlerin böyle bir gaye içerisinde olmadığımız içindir. 

Kendisini Kur'anı öncelleyenler olarak takdim edenlerin bir kısmı bile bu örnekliğin ne anlama geldiğinden habersiz olarak , Elçi denildiği zaman saçları diken diken olmakta ve bu örnekliklerin ne anlama geldiği noktasında en ufak bir fikre sahip olmayı aklına bile getirmemektedir. Kur'anı sadece sevap makinası gören diğerleri için zaten böyle bir örneklik diye bir şey sözkonusu bile değildir, kısacası bizler daha yolun başında bile değil yolun ne olduğunu dahi bilmeden maalesef "Müslümancılık" oynamakla vakit geçirmekteyiz. 

Sonuç olarak ; Yaratılış gayemiz olan sadece bizi yaratana kulluk görevi, ilk insandan son insana kadar devam edecek bir mücadeleyi beraberinde getirmesi bakımından kolay bir görev değildir. Bu görevi kendileri gibi yaratılmışlara tevdi etmek isteyen , veya kendisi yaratılmış olduğu halde yaratıcıdan rol kapmak isteyen bedbahtlar , tarih boyunca olduğu gibi bu gün de Arz üzerinde kol gezmektedirler. Kur'an, kıssa yollu anlatımlar ile geçmişte bu mücadelenin "Tevhid" ve "Şirk" kanatların yer alanların birbirleri ile olan mücadele örneklerini vererek onların bu yolda başlarına gelenleri bizlere anlatarak , örneklikler vermiş ve "Tevhid" kanadında yer alan bizlerin , "Şirk" kanadında yer alanlara karşı nasıl bir yöntem izlememiz gerektiğini beyan etmiştir. Geçmiştekiler için geçerli olan kanunlar bizler içinde geçerli olup , o kanunların yani Sünnetullah'ın işlemesi , gerekli olan şartların bizler tarafından yerine getirilmeye başlanmasından sonra işleyecektir , Allah (c.c) asla vaadinden dönmez. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

4 Nisan 2015 Cumartesi

Kur'an Kıssalarının Sünnetullah İle Olan İlişkisi

Kıssalar, Kur'an içinde önemli bir hacme sahip olup  bu anlatımlar ile bizler , bizden öncekilerin yaşanmışlıklarından kesitleri okuyarak , Sünnetullah'ın nasıl tecelli ettiğini görmekteyiz. Kur'an kıssaları, klasik tefsirlerde sadece yaşanmışlık içine hapsedilerek israiliyyat dolu masallar olarak okunurken,  modernist okumalarda yaşanmışlık içinde anlatılan bazı sıra dışı olaylar red edilerek, yapılan anlatımların mecaz türünden anlatımlar olduğu düşüncesi öne çıkarılarak okunmaktadır.

Kıssaları modernist okumaya tabi tutanların öne çıkan söylemlerinde , Kur'anın bir çok yerinde "Allahın sünnetinde değişme olmadığı" şeklinde beyan edilen Ayetler delil gösterilerek , bazı sıradışı olayların gerçekleşmesinin mümkün olmadığı iddia edilmektedir. "Musa (a.s) kıssası içinde okuduğumuz , Asanın yılan olması , Denizin yarılması , İbrahim (a.s) kıssası içinde okuduğumuz, ateşin onu yakmaması şeklindeki anlatımlar ile nasıl bir mesaj verilmek istenmiştir?" sorusunun sorularak cevabının aranması şeklinde yapılacak bir okuma yönteminin daha doğru sonuçlar doğuracağını düşünmekteyiz. 

Klasik okuma ile modernist okumanın birleştiği ve hatalı bir okuma olduğunu düşündüğümüz nokta şudur; Her iki okuma şekli kıssaları sadece yaşanmışlığı içinde hapsederek okuyup, mesaj içerikli olması noktasında herhangi bir düşünce üretmeye çalışmaktan uzak bir anlayış içine girerek kıssaları okumaya çalışmaktadırlar. 

Halbuki kıssalarda öne çıkan ortak nokta , Elçilerin ve onlara inananların Tevhid mücadeleleri ve bu mücadele içinde inananlara yardım eden Allah (c.c) nin , inanmayanları helak etmesi şeklinde gerçekleşmesinin, sadece Elçilerin yaşadığı zaman ve mekan ile sınırlı olmadığı , kıyamete kadar yaşanacak bir durum olması gerektiği düşünülecek olursa bu yardım ve helak sünnetinin her zaman işlemesi gerekmektedir. Kıssalardaki sıra dışı bir takım olaylara bu perspektiften baktığımız zaman ,yapılan anlatımın mecazi olduğu düşüncesi , onun gerçekleşmediği iddiası anlamına gelir ki , bu da Allah (c.c) nin hayata müdahelesinin söz konusu olmadığı düşüncesine götürür ve bu düşünce itikadi açıdan kişide problemlere yol açar.  
[055.029]  Göklerde ve yerde olan ne varsa O'ndan ister. O, her gün bir iştedir.

"Sünnetullah" terimini kısaca , "Allahın yarattıkları üzerindeki geçerli olan evrensel yasaları" biçiminde özetleyebiliriz. Bu terimi , tarih boyunca gelen Elçilerin mücadeleleri çerçevesinde okumaya çalıştığımız zaman , yasaların inananlar ve inanmayanlar üzerinde işleyişi olarak söyleyebiliriz. 

 [016.002]  Kullarından dilediğine, kendi emrini vahyile melekleri indiriyor ve: «Şu gerçeği bildirin ki, Benden başka ilah yoktur, o halde Benden korkun!» buyuruyor.

Allah (c.c) tarih boyunca Elçiler göndererek , sadece kendisinin İlah ve Rab olarak kabul edilmesi ve bu yönde bir hayat sürülmesini emretmiştir. Ancak bir çok kişi bu emri kabul etmeyerek Elçilere karşı çıkmış ve neticede helak edilmiştir. Bu helak ediliş Sünnetullah'ın tecellisi olup sadece geçmiştekiler için geçerli bir durum değildir. Elçilerin ve onunla birlikte olanların yaptıkları mücadelenin aynısını bu gün bizler yaptığımız takdirde , aynı kurallar bizler içinde geçerli olacak , bizler arz'a varis olacak , onlarda helak olacaklardır. 

[021.105]  Andolsun, biz Zikir'den sonra Zebur'da da: «Hiç şüphesiz Arz'a salih kullarım varis olacaktır» diye yazdık.
 
[040.082-85]  Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden daha çok, daha kuvvetli, yeryüzünde bıraktıkları eserler daha sağlam olan öncekilerin sonuçlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Kazandıkları onlara bir fayda vermemiştir.Peygamberleri kendilerine apaçık belgeler getirdiği zaman, onlar, yanlarında olan ilimden dolayı sevinip-böbürlendiler de, kendisini alay konusu edindikleri şey, kendilerini sarıp-kuşatıverdi.Şiddetli azabımızı gördüklerinde: «Yalnız Allah'a inandık; O'na koştuğumuz eşleri inkar ettik» dediler.Ama baskınımızı görüp de öylece inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu; Allah'ın kulları hakkında öteden beri cari olan sünnetidir. Ve işte kafirler burada hüsrana uğramışlardır.

Allah (c.c) nin kafirleri helak etme yasasına paralel olarak , iman edenlere yardım yasası vardır. Kafirlerin helak edilmesi ile meydana gelen olayın diğer yüzü , Mü'minlere yardım edilmiş olmasıdır.

 
[040.051] Şüphe yok ki, Biz elbette resûllerimize ve imân edenlere dünya hayatında ve şahitlerin kâim olacakları günde yardım ederiz.
[012.110]  Öyle ki, peygamberler ümitsizliğe düşüp, yalanlandıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir. Böylece, istediğimizi kurtarırız. Azabımız suçlu milletten geri çevrilemeyecektir.
[014.015] Peygamberler, Allah'dan zafer dilediler, bunun üzerine bütün inatçı zorbalar hüsrana uğradılar.
[010.103]  Sonra biz, peygamberlerimizi ve iman edenleri böyle kurtarırız; mü'minleri kurtarmamız da bizim üzerimizde bir haktır.

Yukarıdaki Ayet meallerinde gördüğümüz yardım vaadi de Sünnetullah olup , sadece belirli zaman ve mekan ile sınırlı bir yardım sözü değildir. Maaleseftir ki bu konudaki Ayetleri sadece adı geçen Elçiler ve kavimleri ile sınırlı bir zaman mekan içinde geçerli olduğu zannı ile okunduğu için bu yasaların kıyamete kadar geçerli olduğu akla bile gelmemektedir.

Kıssalarda anlatılan sıradışı olay olarak görülen , Asanın yılan olması , Denizin yarılması ve Ateşin yakmamasını Sünnetullah'ın değişmesi olarak değil aksine Sünnetullah'ın değişmeMEsi olarak anlamak gerekmektedir. Allah (c.c) bu hadiseleri belli bir sebeb sonuç zincirine bağlamıştır ki , bu gün geçmiştekilerin yaşadığı olayların tekerrürü halinde yani Elçiler ve beraberinde olan Mü'minlerin kendilerine çizilen mücadele yolunda tavizsiz olarak yürüdükleri müddetçe bu olayların tekrarlanmayacağını kimse iddia edemez. Bu olaylar bu gün tekrarlanmıyor ise , tekrarlanması gerektirecek çalışmayı ve gayreti bizlerin gösterememiş olmasındandır.

Denizin yarılması veya Ateşin yakmaması gibi olayların tekrarlanmasından kastımız şu dur ; Bu olayların meydana gelmesine sebeb olan olaylar zincirini Kur'an içinde okuduğumuz zaman meydana gelen olayın sebebi , Allah (c.c) nin inananlara karşı olan yardım vaadi ve inanmayanlara karşı olan helak vaadidir. Bu yardım ve helak bir hakediş neticesinde olup bu hakedişin bu günkü karşılığı illaki denizin yarılması şeklinde olması veya ateşin yakmaması gerektiği şeklinde olması iddiasında değiliz. Geçmişte yaşanan bu olaylar , Allah (c.c) nin kullarına yardım ve helak vaadinin bi sonucu olduğuna göre bu gün veya yarın , bu yardımı ve helakı hak edenlere karşı, insanlar tarafından imkansız olarak görülebilen bir takım olağan üstülüklerin yaşanması gayet normaldir.

Kıssalarda gördüğümüz sıra dışı olayları sadece yaşanmışlığı içinde değerlendirdiğimiz zaman bu olayların olmuşluğu üzerinde şüpheye düşmek kaçınılmazdır.Kıssalarda ki sıradışı olayları doğru anlamak için önerdiğimiz yol , öncelikle olmuşluğu kabul ederek, bu olmuşluk üzerinden bizlere nasıl bir mesaj verilmekte olduğu üzerinde tefekkür etmeye çalışmak olmalıdır.

Kur'an kıssalarında gördüğümüz bu 3 olayı mesaj içerikli okuduğumuz zaman şunları söylemek mümkündür; Musa (a.s) , Elçilikle görevlendirildiği zaman Firavun gibi güçlü ve zalim bir hükümdara yanlış yaptığını söylemek gibi zor bir vazifeye atanmıştır. Bu vazife de yardımcı olarak kardeşi Harun (a.s) yanına yardımcı olarak verilmiştir. Görevi aldığı zaman elinde sadece bir asası olduğu halde Firavunun karşısına çıkmıştır. Bu çıkıştan önce görevi aldığı Alemlerin Rabbi nin ona bir takım sözler verdiğini görmekteyiz. 

Bu gün Asa yine elimizdedir sadece bir farkla , Musa nın elindeki Asa ağaç parçasıydı , bizim elimizdeki Asa kağıt parçası yani Mushaf halindeki Kur'andır. Kur'an bize sihirbazların yapmış oldukları sihirlerin nasıl ortadan kaldırılarak Tevhidin hakim kılıncağını geçmiş Elçilerin kıssaları ile açık seçik anlatarak , bizlerinde aynı metodu takip ettiği takdirde elimizdeki Kitabın , Musanın elindeki Asa misali zalimlerin bütün yaptıklarını yutabileceğini söylemektedir.

[028.035]  (Allah) Dedi ki: «Pazunu kardeşinle pekiştirip güçlendireceğiz; sizin ikinize de öyle bir 'güç ve yetki' vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyecekler. Siz de, size uyanlar da galip olanlarsınız.»

Şuara s. 35. Ayetinde , Allah (c.c) onları destekleyeceğine dair bir söz vermiştir. Bu destek sözünün nasıl gerçekleşebileceğini ve sadece lafta kalmadığını , Musa (a.s) ın elindeki Asanın şeklini akıl almaz bir biçimde değiştirerek göstermiştir ki  Elçisinin, arkasında nasıl bir destek güce sahip olduğunu gözleri ile görsün ve mutmain olsun. Bu destek sadece Musa ya özel bir destek değildir , eğer bizler Musa misali Firavunların karşısında dimdik durarak , Rab ve İlah olarak sadece Allah (c.c) nin olduğunu korkmadan haykırdığımız müddetçe, Asa olarak bu gün bizlerin elinde bu Kitap adeta bir yılan misali bütün sihirleri ve ifkleri yutacaktır.

Musa (a.s) bu destek güce güvenerek , Firavun ile yıllar süren bir mücadeleye girişmiştir. Bu mücadele süreci Kur'anda uzun uzun yer alarak , bizlerin de çağdaş firavunlar ile nasıl bir mücadele yöntemi takip edileceği öğretilmiştir. Uzun yıllar mücadelede öne çıkan en önemli mesaj , Firavun ile hiç bir şekilde uzlaşıya gidilmemiş olmasıdır. Firavunun tüm baskılarına göğüs germeye çalışan Musa ve Harun (a.s) önderliğindeki İsrailoğulları , Sünnetullah yasalarına uydukları için artık yardımı hak etmişlerdir.

Denizin yarılma olayı , bazılarımız için olmamış bir olay gibi algılanmış olsa da bu yarılma Sünnetullah yasalarının değişmesini değil , aksine işlemesini yani yasanın değişmeMEsini göstermektedir .

Allah (c.c) Kur'anın pek çok yerinde Elçilerine ve inananlara yardım edeceğini vaad etmektedir, ancak bu vaad kuru kuruya bir vaad değildir.Kur'an içinde anlatılan bu tür sıradışılıklar bu vaadin gerçekleşmesini ve sadece ondan başkasının gücü yetmeyecek şeyleri inanan kulları için yapabileceğini göstermektedir , ancak bir şartla ; 

Bu şart, yardım talebinde bulunan kulların önce bu yardımın gerçekleşmesi için gerekli olan , gücünün son haddine kadar çalışarak , "Artık bittik" diyecekleri bir zamana kadar çalışmaktır ki , Allah (c.c) "Sizin bittiğiniz yerde ben varım" diyerek kullarına yardım etsin, bunun yasası bu dur. Bakara s. 214. Ayeti bu durumu açıkça beyan etmektedir. 

 [002.214] Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.

Şöyle bir geriye giderek kendimizi Musa (a.s) ın kavmi olan İsrailoğullarının bir ferdi olarak düşünelim. Musa (a.s) birlikte yıllarca Firavun zulmune karşı mücadele etmişiz ve Musa (a.s) ın emri ile Mısırı terketmek üzere yola çıkmışız , öyle bir yere gelmişiz ki önümüzde Deniz arkamızda Firavun ordusu ve Deniz ile ordu arasında kalmış bizler , yani önümüzde ve arkamızda her halukarda ölüm tehlikesi.

Kul olarak elimizden geleni şimdiye yaparak artık bundan sonra elimizden başka bir şeyin gelmediği anda, olmaz denilen şey oluyor ve Deniz ortadan ikiye ayrılarak bizim kurtuluş vesilemiz oluyor ve aynı deniz, Firavun ordusunun helak vesilesi oluyor. Deniz bir tarafı felaha erdirirken , bir başka tarafı helak ediyor.

Aynı şekilde İbrahim (a.s) ı düşünelim , yıllarca en küçük bir taviz vermeden zalim hükümdara ve kavmine karşı mücadele etmiş , ve düşmanlarına öyle korku vermiştir ki ,onu ibret verici bir ceza ile öldürmekten başka bir çare kalmadığına karar vermişlerdir. Bu kararlarını uygulama alanına koymak için , Allah tan başkasının söndürmeye güç yetiremeyeceği bir ateş ile onu yakmaya karar vermişlerdir. Bu ateşi gören İbrahim (a.s) o ana kadar ölümü göze alarak inandığı yoldan geri dönmemiş o ateşi görerek yine ölümü tercih ederek boyun eğmemiş ve Sünnetullahın işlemesine hak etmiştir. 

Ateş İbrahimin kurtuluş vesilesi olurken diğerlerinin helak vesilesi oluyor ve kavmi helak ediliyor , İbrahim (a.s) ın kavminin helak edildiği diğer Elçiler gibi kıssaları içinde anlatılmaz , Tevbe s. 70 ve Hacc s. 43.44 . Ayetlerine baktığımızda helak edilen kavimler içinde İbrahim (a.s) ın kavminin de bulunduğunu görürüz.

Sünnetullaha aykırı diyerek bangır bangır bağırdığımız ateşin İbrahim (a.s) ı yakmamış olmasını, İsrailiyyat haberleri eşliğinde okuyanlar için ateşin gül bahçesi olduğu rivayetleri tabiki masaldır ve yalandır. Ancak Sünnetullah'ın işleme yasalarını Kur'andan okuyanlar için o ateş içine atılan İbrahimi yakamayan bir ateştir. Ateşin İbrahime karşı serin ve selamet olması Sünnetullah'ın değişmesi değil , aksine Sünnetullah'ın değişmeMEsinin ta kendisidir.

İbrahim (a.s) ateşe atılma anına gelene kadar , var gücü ile şirke karşı mücadelesini sürdürmüş ve artık gücünün son haddine gelmiş ve ölüm ile burunadır , kul olarak yapabileceğinin son haddine kadar yapan kul İbrahime, sadece Rabbi yardım edebilirdi ve öyle oldu , ateş ona serin ve selamet oldu.

Görüldüğü üzere bu olaylar aslında , Sünnetullah'ın değiştiğini değil asla değişMEdiğini göstermektedir. Olmuş olayı değil , olmuş olay üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanıldığı zaman bu olayları daha doğru kavranılarak bize dönük mesajlar olarak okumak mümkündür. Peki Denizin yarılması veya Ateşin yakmaması şeklindeki olaylar bu gün veya yarın nasıl gerçekleşebilir?.

Bu olayların gerçekleşmesi için  öncelikle bizlerin, Elçi atalarımız ve onlarla birlikte olan Mü'minler gibi şirk ve tuğyana savaş açmamız gerekmektedir. Kur'an merkezli düşünceye sahip olmak demek , Kur'anda zikri geçen sıradışı olayların gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde saatlerce entel muhabbetler yapmak değil , zikri geçen Elçilerin ne amaçla gönderildiklerini okuyarak bizlerinde o yolu takip etmesi gerektiğini her zaman diri canlı tutmaktır.

Bizlere bu tür yardımların gelmesi için öncelikle bu yardımlara nail olan öncekilerin başlarına gelen zulüm , işkence , baskı , hakaret v.s gibi yollardan geçmemiz gerekir ki bu yoldan önceki geçenlerin başlarından geçenler bizimde başımızdan geçsin ve yukarıda mealini vermiş olduğumuz Bakara s. 214. Ayetinde beyan edildiği üzere , "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar dara düşelim ve elimizden gelenin son haddine kadar çalışmış olalım , yani Allah (c.c) nin öncekilere yaptığı yardımı nasıl hak ettilerse bizde onu hak edecek duruma gelelim. İşte o zaman gerektiğinde Denizler önümüzde yarılacak , gerektiğinde kimsenin söndüremez dediği ateşler bizlere serin ve selamet olacaktır.

Şurası asla unutulmamalıdır ki , Kur'anda yardım gördüğü beyan edilen bütün Elçi ve beraberindekilerin, bizden kul olarak hiç bir ayrıcalıkları yoktur. Sünnetullah'ın işleyiş kuralları onlar için nasılsa bizim içinde aynıdır asla değişmez. Bizler şayet bu gün Allah (c.c) nin yardımına mazhar olamıyorsak bunun suçunu Allah (c.c) de değil kendimizde aramamız gerekmektedir. 

Kur'an kıssalarını eskilerin masalları tadında okuyan geleneksel tefsirciler , yazdıkları tefsirlerde bu konuları hiç gündeme getirmedikleri için , yazdığı tefsir için hacmi ufak olmuş demesinler diye nerde rivayet , nerde israiliyyat varsa doldurarak , " Vay be adam bilmem kaç ciltlik tefsir yazmış helal olsun be" dedirtmeyi başarmışlardır.

Buna karşılık , modernist düşünceye sahip olan bir takım kişiler , aynı yanlışa düşerek "Kıssa içinde dönüp dolaşma" metodu ile bunları okumuşlar , bağlamsız ve ön kabullu okumaların örneklerini sergileyerek "Olmaz böyle şey" deyip işin içinden sıyrılmışlardır. Bu anlayışların kişiyi itikadi yönden sıkıntıya düşürdüğünü daha önce belirtmiştik şöyle ki;

Allah (c.c) nin bir çok Ayette vaadi olan , inanan kullarına Dünya hayatında yardım sözünün gerçekleştiğini beyan eden Ayetlerdeki bir takım sıradışı olayların vaki olmadığını iddia etmek , bu yardım sözünün gerçekleşmediğini iddia etmek anlamına gelir. Akla aykırı olduğu gerekçesi ile vakiliği red edilen bu olaylar neticede , Allah (c.c) nin "Ben sözümü yerine getirdim" ifadesini red ederek "Sen böyle bir şey yapmazsın yapamazsın" demeye getirmektir. 

Burada bir öz eleştiri yapmak istiyoruz; Kur'anı okuyan herkes bizde dahil, okuduklarımızdan  anladıklarımızı yazıya veya dile dökerek ifade ediyoruz. Söylediklerimizin doğru olduğuna dair olan sözlerimiz kendi okuduklarımızdan yaptığımız çıkarımlardır. Bizim yanlış olarak ifade ettiğimiz karşı düşüncelerin yanlışlığı , bizdede yanlış olma ihtimalini gözden ırak tutmamamızı gerektirir. Ancak yanlış olarak ifade ettiğimiz, kıssalardaki sıradışı olayların vaki olmadığı iddiasını dile getirenlerin delil olarak ortaya sürdükleri argümanların, neredeyse Kur'anı tahrife varan cüretkar düşünceleri gördüğümüzde , bu konuda o düşünce sahiplerini düşüncelerini yeniden gözden geçirmeleri gerektiği düşüncesi bizde daha ağır basmaktadır. "Tebyinül Kur'an" adlı eserdeki kıssalar ile ilgili yorumları ele aldığımız yazılara göz atılacak olursa, tahrif iddialarımızın havada kalmadığı görülecektir. 

Sonuç olarak ; "Allahın sünnetinde bir değişiklik bulamazsın" mealindeki Ayetleri kalkan edinerek , Kur'an kıssalarındaki sıradışı olayların vaki olmadığı iddia etmek , Sünnetullahı anlamaMAktan kaynaklanan bir düşüncedir. Sünnetullah asla değişmez geçmiş Elçilerin ve onların kavimlerinin başlarına gelenler veya o Elçilerde vaki olan sıradışı olaylar Sünnetullahın değişiklik arz ettiğini değil asla böyle bir değişimin sözkonusu olmadığını göstermektedir. Bu gün bu olaylar yeniden cereyan etmiyorsa etmesini gerektirecek aksiyonu biz iman ettiğini iddia edenlerin göstereMEmiş olmasındandır. Bizler Allah tan başka kimsenin söndüremeyeceği ateşlere atılmayı göze aldıkta ateş mi bize serin ve selamet olmadı , veya canımızı dişimize taktık yıllarca şirk ve tuğyana savaş açtık ta "Artık bittik" dediğimiz yerde Allah (c.c) yetişmedimi?. Sünnetullah değişmemesi bizim öncelikle o değişmemeyi hak edecek davranışlar içinde olmamıza bağlıdır.

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

2 Nisan 2015 Perşembe

Yusuf'un Kardeşlerinin Kıssası

"Ahsenel Kasas" olarak nitelenen Yusuf Suresi , içerisinde bir çok mesajı barındıran bir kıssa olup , Surenin 7. Ayetinde , "Andolsun ki; Yusuf'da ve kardeşlerinde, soranlar için nice ayetler vardır." buyurulmuş olması , kıssayı kardeşlerinin tarafından okuduğumuzda onların yaşadığı hayatın bizlere dönük mesajları olabileceğini düşündürmektedir. Başkalarına karşı işlenen bir günahın içten bir tevbe ile af edileceği , kendilerine karşı yapılan bir hatayı , o hatayı yapanın  yüzüne vurmayacak kadar asil bir davranış sergileyenlerin örnekliğinin okunduğu bir sure olarak önümüzde duran surenin, bu mesajını okumaya bu yazımızda gayret edeceğiz."Kıssa içinde kıssa" diyebileceğimiz bir şekil arz eden Yusufun kardeşlerinin kıssası şöyledir.

Yakub (a.s) ın 12 oğlu vardır , bu oğullarından 10 tanesi aynı kadından olan çocukları olup , diğer ikisi olan Yusuf ve küçük kardeşi diğer bir eşinden olmadır. Yakub (a.s) ın Yusufa olan ilgisi diğer oğullarını rahatsız etmektedir. Kendilerinin 10 kişi , diğerlerini 2 kişi olması nedeniyle , Babalarının onları daha fazla sevmesi gerektiği gibi bir kanıya sahip olan kardeşlerin , bunu tersi bir duruma düşmüş olmaları onları son derece rahatsız etmektedir.

[012.008]  Hani demişlerdi ki: Biz, güçlü bir topluluk olduğumuz halde Yusuf ve kardeşi, babamızın yanında daha sevgilidirler. Doğrusu babamız apaçık bir sapıklık içindedir.

Yusufun kardeşlerinin bu rahatsızlığı öyle had safhaya varmıştır ki onu öldürmeyi bile düşünmektedirler. 

 [012.009]  «Öldürün Yusuf'u veya onu bir yere atıp-bırakın ki babanızın yüzü yalnızca size (dönük) kalsın. Ondan sonra da salih bir topluluk olursunuz.»
[012.010]  İçlerinden biri: «Yusuf'u öldürmeyin, onu bir kuyunun derinliklerine bırakın. Böyle yaparsanız yolculardan onu bulup alan olur» dedi.

Yapılan toplantı sonucu , onu öldürmeyip bir kuyuya atma fikri daha ağır basarak bunu uygulama safhasına koymak için Babalarının yanına gelirler.

[012.011-12] Dediler ki: «Ey babamız! Sana ne oluyor da Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun! Oysa ki biz onun iyiliğini istemekteyiz. Yarın onu bizimle gönder, gezsin oynasın. şüphesiz biz onu gözetiriz.» dediler.

Babaları , oğullarının bu isteğine sıcak bakmaz , fakat kardeşleri ısrar ederek onu koruyacaklarına dair söz verirler. 

 [012.013]  Dedi ki: «Sizin onu götürmeniz gerçekten beni üzer ve siz ondan habersiz iken onu kurdun yemesinden korkuyorum.»
[012.014] Dediler ki: «Andolsun, biz, birbirini kollayan bir topluluk iken, kurt onu yerse, bu durumda şüphesiz kayba uğrayan (aciz kimseler) oluruz.»

Babalarını ikna edip Yusufu kuyuya attıktan sonra akşam üzeri eve dönerler ve Babalarına önceden tasarladıkları şekilde yalan söylerler.

[012.016-7]  Akşam üstü ağlayarak babalarına geldiklerinde: «Ey babamız! İnan olsun biz yarış yapıyorduk; Yusuf'u eşyamızın yanına bırakmıştık; bir kurt onu yedi. Her ne kadar doğru söylüyorsak da sen bize inanmazsın» dediler.

Babaları , oğullarının kendisine yalan söylediklerini bilediği halde buna sabretmesi gerektiğini ve Allah tan yardım istemesi gerektiğini söyleyerek yıllarca sürecek olan bir keder içine girer. Kıskançlık ve hasedin insanları nasıl bir hale sokabildiğini , Yusufun kardeşlerinin örneğinde görmekteyiz. Kendi mutluluklarını , başkalarının mutsuzluğu üzerine bina etmekten çekinmeyen insanların başkalarını ne hale getirebildiği Yakub (a.s) üzerinde görülmektedir. 

Aradan yıllar geçer , Yusuf kuyudan kurtularak saraya satılır ve orada başından çeşitli olaylar geçer ve sonunda Mısır yönetiminin başına geçerek baş gösteren kıtlığa karşı aldığı önlemleri uygulamaya koyulur, bu arada kıtlıktan etkilenin kardeşleri Yusufun yanına erzak temini için gelirler fakat Yusufu tanıyamamalarına karşın kardeşleri Yusuf onları tanımıştır.

[012.058]  Yusuf'un kardeşleri gelip yanına girdiler. Kendisini tanımadıkları halde o onları tanıdı.

Yusuf , kardeşlerinden baba bir kardeşi olan en küçüklerini de bir dahaki sefere beraberlerinde getirmelerini ister. Kardeşleri , babalarının bu isteğe sıcak bakmayacağını çok iyi bilmektedirler , çünkü daha önce kendilerine emanet edilen kardeşlerine karşı hainlik etmişlerdi. 

 [012.059-60]  Onların yüklerini hazırlatınca şöyle dedi: «Baba bir kardeşinizi bana getirin. Sizlere ölçüyü bol tuttuğumu ve benim misafir konuklayanların en iyisi olduğumu görmüyor musunuz?»«Eğer onu bana getirmezseniz bundan böyle benden bir ölçek bile alamazsınız ve bana artık yaklaşmayın da.»
 [012.061]  Dediler ki: Onu babasından istemeye çalışacağız, kuşkusuz bunu yapacağız.

 Babalarına döndükleri zaman olanları anlatarak Yusuf'un isteğini Babalarına bildirirler. Kardeşleri daha önce , kardeşini istemekle kötü bir niyeti olmadığını bilinmesi için erzak temini için getirdikleri parayı , onların yüklerinin içine koymuştur. 

[012.063]  Yusuf'un kardeşleri babalarının yanına dönünce dediler ki; «Ey babamız, erzak almamız yasaklandı, kardeşimizi bizimle birlikte gönder ki, erzak alabilelim, biz onu kesinlikle koruruz.»
[012.064]  (Babaları) dedi ki: «Ben onu size nasıl emanet ederim? Ya bundan önce kardeşini emanet ettiğimde olan gibi olursa! En hayırlı koruyucu Allah'dır ve O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.»
[012.065]  Zahire yüklerini açıp da ödemiş oldukları bedelin kendilerine geri verildiğini gördüklerinde dediler ki; «Ey babamız, senden yanlış birşey istemiyoruz. İşte ödemiş olduğumuz bedel bize geri verilmiş. Ailemize erzak getiririz, kardeşimizi koruruz, böylece bir deve yükü daha fazla zahiremiz olur. Bunu sağlamak kolay bir iştir artık.»

Babaları , bu yapılanın iyi niyet göstergesi olduğunu anlayarak , diğer kardeşlerini götürmelerine razı olur ve onlara bir takım tavsiyelerde bulunarak yine Mısıra gönderir. Yusuf küçük kardeşini görünce onu bağrına basar , onun ağabeyi olduğunu ve kendisine güvenmesini söyler. Küçük kardeşinin yanında kalması için bir oyun düzenlemek zorunda olduğunu bilen Yusuf bu oyununun karşılığında  küçük kardeşinin yanında kalmasını sağlar. Burada yeri gelmişken , 76. Ayet üzerinde kısaca durmak istiyoruz.

[012.076]  Bunun üzerine kardeşinin kablarından evvel onlarınkini aramaya başladı. Sonra onu kardeşinin kabından çıkardı. İşte Biz, Yusuf için böyle bir tedbir kullandık. Yoksa o hükümdarın dinine göre; kardeşini tutabilecek değildi. Meğer ki Allah dileye. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde bir bilen vardır.

"Hükümdarın dinine göre; kardeşini tutabilecek değildi." cümlesi üzerinde bazı spekülasyonlar yapılmakta ve Yusuf (a.s) ın bu durumu üzerinden , içinde bulunduğumuz bazı yanlış durumlara fetva üretilmektedir. Yusuf (a.s) kardeşini alıkoymak istemekte fakat onun kardeşi olduğunu henüz kendisinden başka bilen yoktur. Yöneticilik makamında da olsa, hiç kimse her hangi bir gerekçe göstermeden bir kimseyi alıkoyma hakkı olmaması Mısır Meliki'nin adil birisi olduğunu göstermektedir. Yani Yusuf (a.s) keyfi öyle istediği için herhangi bir kimseyi, üst düzey bir yöneticide olsa alıkoyma hakkına sahip değildir , herkesi bağlayan hükümler onuda bağlamaktadır. 

Burada evrensel adalet ilkelerinden olması gereken , kanunların herkes için aynı şekilde işlemesine bir örnek görülmektedir. Hiç bir yönetici halkı için geçerli olan kanunların kendisi için geçerli olmadığını iddia etmeye ve kendisi ve melesi için bu kanunların geçerli olmadığını , yani astığı astık kestiği kestik bir yönetim sergileme hakkı yoktur.

Yusuf (a.s) ın kardeşini alıkoymak için yaptığı hile , onun orada kalmasını sağlamak için olup onun alıkonulmasının haklı bir sebebe dayanması gerektiği sebebi iledir. Kardeşlerinin onun yerine bir başkasının alıkonularak küçük kardeşi serbest bırakılması istekleri , yine adil bir yönetimde olması gereken " Suçu işleyen kim ise onun ceza görmesi" gerekçesi ile red edilmiştir. 75. Ayete baktığımız da "biz zalimleri böyle cezalandırırız» dediler." cümlesinde hazf bulunup bu sözü söyleyenlerin Yusufun kardeşleri değil , Yusufun muhafızlarıdır. 79. Ayette geçen konuşmaları okuduğumuz zaman , suçu işleyenin yerine başka birisinin alıkonulmasının " Zulum" olduğu ifade edilerek adil bir yönetim örneği sergilendiği ve bu adaleti Yusuf (a.s) ın aynen devam ettirdiği görülür.

[012.078-79]  Dediler ki: Ey aziz! Gerçekten onun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizim birimizi alıkoy. Zira biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz. Dedi ki: Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını yakalamaktan Allah'a sığınırız, o takdirde biz gerçekten zalimler oluruz!

[012.077]  «Çalmışsa, daha önce kardeşi de çalmıştı» dediler. Yusuf bunu içinde sakladı, onlara açmadı. İçinden, «Durumunuz pek kötüdür; anlattığınızı Allah daha iyi bilir» dedi.

77. Ayette, "Kardeşlerinin böle bir iftiraya başvurma sebebi ne olabilir?" şeklinde akla gelebilecek soruya şöyle bir cevap vermek mümkündür. Yusuf ile küçük kardeşinin aynı anneden , diğer 10 kardeşin aynı anneden doğmuş olmaları sebebiyle , 10 kardeş kendilerini Yusuf ve kardeşine göre daha dürüst , onların ayrı anneden olması nedeniyle böyle bir şey yapabileceğini fakat kendilerinin asla böyle bir şey yapmayacaklarını ifade etmek için olabilir.

İstekleri geri çevrilen kardeşler , çaresizlik içinde bir köşeye çekilerek ne yapacaklarını düşünmeye başlarlar. Yusufa daha önce yaptıklarından ötürü babalarının gözünde sabıkalı olan kardeşler , babalarına ne cevap verecekleri düşünmektedirler. Büyük kardeş ,ya Babaları izin verinceye ya da ölene kadar Mısırda kalacağını ifade ederek , diğer kardeşlerinin olanı biteni Babalarına anlatmaları için geri dönmelerini söyler.

[012.080]  Ne zaman ki ondan ümit kestiler, fısıldaşarak çekildiler. Büyükleri dedi ki: «Babanızın, aleyhinizde Allah'tan söz almış olduğunu, bundan öncede Yusuf hakkında yaptığınız kusuru bilmiyor musunuz? Ben artık babam izin verinceye veya Allah hakkımda bir hüküm verinceye kadar buradan ayrılmam; O, hükümverenlerin en hayırlısıdır.»
[012.081]  Babanıza dönün ve deyin ki: «Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın bekçileri değiliz.
[012.082]  Hem bulunduğumuz şehir halkına, hem de içinde geldiğimiz kafileye sor. Ve emin ol ki biz, kesinlikle doğru söylüyoruz.»

Babaları , oğullarının bu sözlerine inanmayarak , yıllarca Yusuf için olan üzüntüsüne en küçük oğlunun , bir de bu meselede kabahatli olan büyük oğlunun üzüntüsüne katlanmak zorunda kalır.

[012.083]  Yakup: «Sizi nefsiniz bir iş yapmaya sürükledi, artık bana güzelce sabır gerekir; belki Allah hepsini birden bana getirecektir, çünkü O bilendir, hakimdir» dedi.

Yakub (a.s) üzerine yüklenen bu üzüntülere sabr ederek hayatına devam etmekte , fakar oğulları bu durumunu görerek üzülmektedirler. Babalarının Yusuf için gözyaşı dökmekte olduğunu gördükleri halde , yaptıkları hatayı itiraf etmeye yanaşmayan oğulları Babalarının Yusufu unutamamış olmasına hazm edememektedirler. 

[012.085]  «Allah'a yemin ederiz ki, Yusuf'u anıp durman seni bitkin düşürecek veya helak olacaksın» dediler.

Yakub (a.s) daha fazla dayanamayarak oğullarını Mısıra geri gönderir ve kendisine bir haber getirmelerini ister. Oğulları bu istek üzerine yola çıkarlar ve Yusufun huzuruna varırlar. 

 [012.088] Onlar yanına vardıklarında dediler ki: Ey Aziz; bizi de ailemizi de darlık bastı, pek değersiz bir malla geldik. Bize yine tam ölçek ver de tasadduk et. Muhakkak ki Allah, tasadduk edenleri mükafaatlandırır.

Kardeşleri huzuruna gelen Yusuf onlara kim olduğunu söyler .

 [012.089]  «Siz, Yusuf ve kardeşine bilmeden neler yaptığınızın farkında mısınız?» dedi.

Kardeşleri , bu söz üzerine karşılarında duran kişinin Yusuf olduğunu anlarlar ve aralarında şu konuşmalar geçer. 

 [012.090]  «Yoksa sen Yusuf musun?» dediler. «Ben Yusuf'um, bu da kardeşim. Allah bize iyilikte bulundu; doğrusu kim kötülükten sakınır ve sabrederse bilsin ki Allah iyi davrananların ecrini katiyen zayi etmez» dedi. .

Bunun üzerine kardeşleri , Yusuf tan özür dileyerek yaptıklarının hata olduğunu itiraf ederler. 

 [012.091] (Kardeşleri) dediler ki: Allah'a andolsun, hakikaten Allah seni bize üstün kılmış. Gerçekten biz hataya düşmüşüz.

Kardeşlerinin bu itirafı üzerine Yusuf onların bu hatalarını asla yüzlerine vurmaz , başa kakmaz , bu tür bir alicenaplık örneği kıssanın önemli mesajlarından olup , başımıza böyle bir durum geldiğinde nasıl bir karşılık vermek gerektiğini bizlere öğretmektedir. Kıssanın bu Ayetleri , Allah (c.c) bağışlaması ve merhametinin , kul üzerinde nasıl yansıdığını göstermesi açısından okunması gereken önemli bir bölümdür.

[012.092] Yusuf dedi ki: «Bugün size karşı kınama yok; Allah sizi mağfiretiyle bağışlar! O, merhamet edenlerin en merhametlisidir.Şimdi siz benim şu gömleğim! götürün de babamın yüzüne bırakın, gözü açılır. Ve bütün ailenizle toplanıp bana gelin!»

Kardeşlerinin ona yaptığını unutan Yusuf (a.s) kardeşlerinin hepsinin ailesi ile birlikte Mısıra gelmelerini ister. Kardeşler Babalarının yanına dönünce , ona karşı yaptıklarından ötürü , kendileri için Allah (c.c) den bağışlama talep ederler , ve bu talepleri Babaları tarafından kabul edilir. Dikkat edilecek olursa , Yakub (a.s) tıpkı oğlu gibi , kendisine yapılan bu zulm karşısında oğullarına en ufak bir söz dahi etmiyor , ve kıssanın önemli mesajlarından birisini burada da görmekteyiz. 

Sonuç olarak; Yusuf s. 7. Ayetinde beyan edildiği üzere , kıssa içinde kıssa diyebileceğimiz , Yusuf'un kardeşlerinin kıssasında öne çıkan unsurlar şunlardır. Karşınızdaki insanın size karşı olan sevgi ve saygısında bir azalma gördüyseniz , önce bunun sebebini kendinizde arayarak bunu düzeltme yoluna gitmelisiniz. Kıskançlık ve hased özelliklerini ortaya çıkararak , kendi menfaatiniz için başkalarının menfaatlerini ve haklarını hiçe sayarak yaptığınız bir takım çirkin ameller, bazıları üzerinde çok büyük etkiler bırakarak onların hayatlarını karartabilir. Erdemli bir insan sadece kendi menfaatlerini öne çıkararak , karşısındakileri ezip geçme hakkını kendisinde asla göremez. 

İnsanlar hata yapabilir bu bir realitedir , eğer hata yaptığını anlayan insan hatanın boyutu ne olursa olsun bundan tevbe ettiği takdirde Allah (c.c) yi bağışlayıcı ve merhametli bulur. Kıssanın öne çıkan mesajlarından birisi bu olup bunun canlı bir örneği sergilenmektedir. Olayın birde kendisine karşı hata yapılan kişi açısından okunması gereken boyutu da vardır , Yusuf ve Yakub (a.s) ların kardeşlerine ve oğullarına , kendilerine karşı yaptıkları bu zulme karşı bağışlayıcı bir tavır takınmış olmaları , büyük bir erdemlilik gösterisi olup , herkes için örneklik teşkil etmektedir. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.