24 Şubat 2016 Çarşamba

Çağdaş Büyücü ve Sihirbazlara Karşı Musa'nın Asasını Yeniden Canlandırmak

Kur'anın kıssa yollu anlatımları içinde yaşayan kişi ve nesneler , sadece o kıssa içinde yaşayan kişi ve nesne olarak kaldığı zaman , bu kıssalar "Eskilerin masalları" na dönüşerek , hurafeler ile bezenmiş masallara dönüşerek, köy kahvelerinin vazgeçilmezleri olarak kalacaktır. Ancak kıssalardaki kişi ve nesnelerin, bize dönük mesajlarının olup olmadığı yönünde yapılacak okumalar , kıssaları ölü anlatımlar olmaktan çıkararak , diri, yaşanan ve yaşanacak hayatlara dair mesajları olan anlatımlara dönüştürecektir.

"Asa" , güç sahiplerinin elinde , onların güçlerini sembolize eden bir nesne olarak evrensel bir anlama sahiptir. Bu asa , Musa (a.s) ın elinde vahyi sembolize eden bir güç olarak, Kur'anda da karşımıza çıkmış , bizlere evrensel bir mesaj veren nesne olarak okunmayı beklemektedir.

Musa (a.s) ın asasının güncel mesajını okuyabilmek için , Firavun tarafından Musa (a.s) ın karşısına çıkarılan sihirbazların , Musa nın karşısına çıkarılış amaçlarını anlamak , ve firavunun o günkü yapmak istediğini bu güne taşımak gerektiğini düşünüyoruz.

Firavun karakteri , yeryüzünde Allah (c.c) den rol çalarak ilah ve rab olmaya soyunanların sembolik bir ismi olarak evrensel bir anlam taşımaktadır. Firavunlar , mevcut iktidarlarının devamı için her türlü yola başvurarak, yeryüzünde  fesat  zulmün hakim olmasına dayanan bir sistemi hayata hakim kılmak için var güçleri ile çalışmışlar , hala da çalışmaktadırlar. Firavunlar her devirde , saltanatlarını sürdürebilmek için , askeri , ekonomik ve sosyal olarak her türlü yolu kullanmışlar , hala kullanmaktadırlar.

[007.116] Siz atın, dedi. Atınca; halkın gözlerini büyülediler, onlara korku saldılar ve büyük bir sihir getirmiş oldular.

Büyü ve Sihir, insanlar üzerinde baskı ve hegemonya kurmanın kadim bir yolu olarak, binlerce senedir hala kullanılmaktadır. Büyü ve sihir yolu ile, insanlar üzerinde korku ve baskı kurarak onları sömürmek ve kendilerine kul etmek , firavunların kullandığı bir yol olarak Musa (a.s) kıssasında da karşımıza çıkmaktadır. 

Bilindiği üzere , firavun sihirbazlarının yapmış olduğu sihir , Musa (a.s) ın elindeki asa tarafından yok edilerek , firavun büyük bir yenilgiye uğratılmıştır.

Firavunların binlerce yıldır kullandığı büyü ve sihir yolu ile insanları sindirme ve kendilerine kul etme yolları , bugünde kullanılarak,  bu kimseler tarafından kurulan iktidarlar ayakta tutulmaya çalışılmaktadır. Bu iktidarların yıkılabilmesi , dün Musa (a.s) ın elinde vahyi sembolize eden asanın yeniden canlandırılarak , yapılan büyü ve sihirlerin yok edilmesi ile mümkün olacaktır.

Çağdaş firavunların kullandıkları sihir ve büyü ile insanlar üzerinde baskı kurma yolunun bir bölümü , bugün "Kitle İletişim Araçları" ile yapılmakta olup, çağdaş firavunlar bu araçları kullanarak, insanlar üzerinde zihni baskı kurmakta ve onları her yönden ifsad etmeye çalışmaktadır. 

Bu araçlar yolu ile yapılan ifsadın Türkiye boyutuna baktığımızda , korkunç bir boyuta ulaştığını görebiliriz. Bu ifsad hareketi ,  TV dizileri ile yıllardır yapılmaya çalışılmaktadır. Türkiye genelindeki en çok izlenen TV kanallarının yayınladıkları dizilere baktığımızda, bu dizlerin neredeyse tamamı , zinaya dayalı bir hayat ve bu hayattan doğan çocuklar üzerine yapılmış senaryolar üzerine kurulmaktadır.

 Namazlı abdestli muhafazakar insanlarının bile izlediği bu dizilerin sayesinde , artık şuur altımızda zina fiili gayet normal bir fiil haline getirilmiştir. Dizileri izlerken , o kişilerin zina temelli hayatlarına , bizler tarafından en küçük bir tepki bile gösterilmemekte , aksine o dizilerin insanlara sunduğu sahte dünyalara heves edilerek , böyle hayatlara kavuşmak için kendisini paralayan insanların yaptıkları, gazetelerin 3. sayfa haberlerini doldurmaktadır.

Bu senaryolar çerçevesinde oluşmuş olan dizilerdeki olaylar, bizlerin günlük muhabbetlerini oluşturmakta , ve bir çoğumuz, bu kişilerin sunduğu sahte hayatlara heves etmektedir. İnsanların şuur altlarında haramın helalleşmesini amaçlayan bu diziler , Türk film sektörünün önemli bir ihraç ürünü olup , bu diziler en fazla halkı Müslüman olan Arap ülkeleri tarafından rağbet görmekte olması , Müslüman dünya üzerinde oynanan bir oyunun göstergesidir. 

Sağlam bir aile yapısı , sağlam bir toplumun temelidir. Sağlam bir aile yapısına sahip olmayan toplumlar zamanla yıkılmaya mahkum topluluklardır. Bu gerçeği göz önüne aldığımızda , tv dizileri ile aile yapısını bozmayı amaçlamak , ancak insanları zulüm ve fesat ile yönetmek isteyen firavunvari yönetimlerin tevessül edeceği bir yöntem olup , bu yıkımı emrindeki sihirbazlar ile film endüstrisini devreye sokarak yapmaktadırlar.

"Moda" kelimesi etrafında oluşturulan giyim tarzının insanlara empoze edilmesi, çağdaş bir sihir olarak karşımızdadır. İnsanlar , kendilerine yapılan bu sihir sayesinde , kendisine empoze edilen giyim tarzı ile giyinmek zorunda olduğu hissettirilerek aptallaştırılmaktadır.
"Yarışma Programları" altında , giyim tarzı yarışma programları ile bu aptallaştırma ameliyesi kitleler üzerinde gerçekleştirilerek, insanlar batılı hayat tarzının en önemli unsuru olan çıplaklığa teşvik edilmekte , bunun sonucunda Allah (c.c) nin örtünme emri ayaklar altına alınmaya çalışılmaktadır.

Aralarında nikah bağı olamayan , bir eve veya bir adaya doldurulan kadınlı erkekli insanlar , hiç bir sınır gözetmeden birbirleri ile aynı çatı altında yaşamaya çalışarak , temeli birbirlerinin ayağını kaydırmaya çalışarak , en son kişi kalarak büyük ödülü kapmak olan , hırs , düşmanlık , kin , haset , aç gözlülük , küfür , hakaret v.s kötü hasletleri sergileyerek, sadece üç kuruş için kendilerini rezil etmekten çekinmemektedirler.

Bu tür programlarla empoze edilen hayat tarzında insanlar, birbirine güvenmeyen , kendi menfaatini düşünen , kendisinin menfaati için başkasını ezmenin şart olduğuna inanan , güvenilmez bir kimse olarak hayat içinde yerini almaya teşvik edilmektedirler.

İşin daha kötüsü, temeli insanları aptallaştırmak , fırkalara bölmek , düşmanlık oluşturmak olan bu tür yarışmalar Türk halkı tarafından büyük bir rağbet görerek , günlük işler bu diziler ve yarışma programlarına göre ayarlanarak , bu programların yayın saatlerinde kitleler TV başında toplanmaktadır.

Bu dizileri ve yarışma programlarını izleyenler, artık hayatlarına bu dizi ve yarışma programları tarafından şuur altlarına yerleştirilmiş olan duygular ile yön vermektedirler. Bu dizileri izleyen insanlar , karşısındaki kadını veya erkeği sadece cinsel bir meta olarak görerek , ondan faydalanmaya çalışmaktadır. 

Ülkemizde son yıllarda artan hırsızlık , cinayet , cinsel suçlar , bu dizi ve yarışma programlarının sundukları hayatlara öykünen , fakat ulaşamayan insanların , bu isteklerine ulaşmak için denedikleri iğrenç ve korkunç yollardandır. Bu kimselerin işledikleri suçların haberleri , yine onları bu suça teşvik eden tv ve gazetelerde haber şeklinde her gün yayınlanarak haber programlarının reytingini artırıcı malzeme olarak sunulmaktadır.

"Küresel Güçler" olarak ifade edilen çağdaş firavunların , dünya üzerindeki işledikleri fesadı kolaylaştırma çalışmalarının ürünü olan dizi ve yarışma programlarına ilave olarak , başta futbol olmak üzere, spor kulüpleri üzerinden suni gündem oluşturarak, insanları "Arena" , "Mabed" gibi adlandırılan alanlarda toplamak sureti ile aptallaştırma, fırkalaştırma ve düşmanlaştırma çabaları, tüm dünya üzerinde oynanan oyunlardan birisi olarak herkesi kuşatmış bir vaziyettedir.

Futbolun oluşturduğu bir deyim olan "Ezeli Rekabet" adı altında , aynı ülkenin , aynı şehrin , aynı ilçenin , aynı köyün insanlarını birbirine düşman hale getirmeyi başarmak , milyar dolarlar dökülse belki bu kadar kolay olamazdı. Futbol takımları üzerinden oluşturulmuş olan bu düşmanlığın bir çok ölümlü kavgaya sebebiyet verdiğini düşünürsek , küresel güçlerin bir ülkede kargaşa çıkarmak için hazır bir nedenleri, futbol kulüpleri üzerinden oluşturulmuş olan suni bir düşmanlıkta bulunmaktadır.  

Mahalle takımlarının taraftarları arasında dahi oluşturulmuş olan bu düşmanlık , bir ülkeye zarar vermek isteyen firavunların elinde hazır bir koz olarak her an kullanılabilir durumda beklemektedir.

Herhangi bir futbol takımını tutmanın "Allah emri" gibi algılanarak , takım tutmayanların farklı bir gözle bakıldığı ülkemizde , bu hastalıktan belli bir şuura sahip olan bazı Müslümanlarından da kurtulamamış olduğunu dikkate aldığımızda , çağdaş firavunların insanları nasıl bir etki altına almış olduğu görülecektir.

Müzik , çağdaş firavunların önemli bir büyü ve sihir aracı olarak kitleleri hakimiyetleri altına almakta kullandıkları bir yoldur. Dünyaca ünlü hale getirdikleri gurupların bireylerini sahte bir ilah haline getirerek , insanları onlara kul yaparak , Allah (c.c) ye kul olmayı unutturan bu firavunlar , bu yollarla insanların ceplerinden milyarlarca dolar çalarak kasalarını da doldurmaktadırlar. 

İsimleri, çeşitli algı yönetim metotları ile dünyaca ünlü hale getirilmiş bu insanlar üzerinden yapılan aptallaştırma yollarından birisi , ve o kişileri insanları idol olarak sunarak , onlar gibi yaşama ve onlar gibi olmaya özendirmektir. Dünyaca ünlü bu müzisyenlerin en başta gelen hasletleri , alkol ve uyuşturucu müptelası , ve her türlü cinsel sapkınlıkları hayat tarzı edinmiş olmalarıdır. Bu insanları kendilerine model edinen hayranları da onlar gibi , alkol , uyuşturucu ve fuhuş batağına saplanmış bir hayat sürerek , çağdaş firavunların kulları haline gelmiş bir hayat sürmektedirler. 

Çağdaş firavunların kullandığı bu tür büyü ve sihir ile insanları kendilerine kul etme yöntemleri , Musa nın asası ile bunların hepsinin yok edileceği günü beklemektedir. Gel gelelim bu asayı elinde taşıyan bizler , elimizdekinin değerini bilmeyen bir halde , hala Musa nın asasının hangi ağaçtan yapıldığını veya bu asanın yılan olup olmadığını tartışmaktayız.

Bizler , Allah (c.c) tarafından bize yüklenen "Marufu emr , münkerden nehiy" şeklindeki bir hayatın gereği olan , çağdaş firavunlara karşı sesimizi yükseltmek , insanların bu şekilde kendilerine kul edinmelerine "Dur" demek ile görevliyiz.

Bu gidişe "Dur" diyebilmek , öncelikle büyü ve sihir yolu ile aptallaştırılmış kitleler üzerinde farkındalık oluşturabilmek ile mümkün olacaktır. "Celladına aşık insanlar" haline gelmiş olan kitlelerin , çağdaş firavunların iktidarlarını devam ettirmek için kullanılan bir piyon olduklarının farkına varabilmeleri ,  kolaylıkla başarılabilecek bir iş değildir.

Çağdaş firavunların sihirbazları tarafından yapılan büyü ve sihrin, "Asa" tarafından yok edilmesi , önce bizlerin bu asanın farkında olmamız ve dünyada küresel güçler tarafından sahneye konulan bu oyunun sadece ve sadece dün Musa nın elinde olan asanın yeniden canlandırılması ile son bulacağını anlamamız ile mümkün olacaktır.

Dün Musa nın elinde olan ASA, bugün bizim elimizde olan KUR'AN dır. Mesele , elimizdeki bu Kur'anın nasıl kullanılarak yapılan büyü ve sihri yutacağı konusundadır.

Müslümanlar yaşadıkları hayatı , önce kendilerinden başlayarak , sonra daha geniş kitlelere Kur'anın önerdiği yaşam biçimini tebliğ ederek  kitlelerin , yaşamlarını firavunların empoze ettiği sistemlere göre değil , vahyin önerdiği sisteme göre yönlendirmeye başladıklarında , o zaman onların yapmış oldukları büyü ve sihir yok olmaya başlayacaktır.

Çağdaş firavunların büyü ve sihrine karşı kişisel olarak yapılabilecek en etkin eylemlerden birisi , dizi ve yarışma programları yolu ile yapılmaya çalışan ifsadı ortadan kaldırmaktır. Bunun yolu ise , o dizi ve programları izlemeyerek o programların izleyici sayısını düşürmekten geçer. Bu tür programları besleyen en büyük etken , o programları izleyen insanların sayısal çokluğudur. Bu sihirbazlar dizi ve yarışmalar ile insanları maddi olarak sömürerek , kendilerini zengin etmektedir. Gelir kaynakları azalan bu insanlar , artık getirisi olmadığı için bu tür programları yapmaktan vazgeçeceklerdir.

Kendilerinin küresel güçlerin bir oyuncağı haline getirilerek , sadece sırtından para kazanılan enayiler olarak görüldüklerini anlayan insanlar , onların para musluklarını kestiklerinde , onların yaptıkları sihir ve büyü yutulmuş olacaktır.

Vahyin emirlerini kendisine rehber edinenler  yaratılana değil , onları yaratana kul olunması gerektiğini bilirler. Bu bilince sahip olan bir kimse , kendisini kul edinmek isteyenler karşı her an uyanık durumda olur ve onların hile ve desiselerine en küçük bir prim dahi vermez. 

Bu emirleri hayatına geçirmiş bireylerden oluşmuş toplumların elinden "Asa" (Vahiy) düşmeyeceği için , firavunların ve onları iktidarda tutmaya çalışan sihirbazların yaptıkları büyü ve sihir yollu halkı aptallaştırma çalışmaları yok olacaktır.

"Musanın Asası" denilince , bir çoğumuzun aklına anında yılan olan ve sihirbazların yaptığı sihri yutan sihirli bir değnek , bir kısmımızın aklına da , asanın yılan olmasının imkansız olduğu düşüncesinden yola çıkılarak oluşmuş anlamlar gelmektedir. Ancak bu anlatımların yaşandığı zaman ve mekan dışına çıkarılarak , mesaj içerikli olup olmadığı , bir çoğumuzun aklına gelmemektedir. 

Asanın ağaç halinden değişime uğrayarak , yılan haline dönmesinin imkansız olduğunu savunan düşünce sahipleri , bilerek veya bilmeyerek vahyin insan hayatında yaptığı değişimi ret etmekte olduklarını hatırlatmak isteriz. Çünkü asanın yaşandığı zaman ve mekan dahilindeki bu değişimi, vahyin insan hayatına girdiğinde insanda yapacağı etkiyi ve bu vahye düşmanlık yapanların düşeceği durumu ifade etmektedir. 

"Asa değişime uğramaz" iddiası içinde olmak , vahyin insan hayatına dair herhangi bir söylemi olmadığı , onları "ÖLÜ" olmaktan çıkarıp , "DİRİ" bir hale getirmediği  ve insanları kendilerine kul etmek isteyen , çağdaş firavunların yaptırdığı büyü ve sihirleri yok etme gücüne sahip olmadığı iddiasını beraberinde getirmesi açısından sıkıntılar doğurmakta, Kur'anın onu okuduklarını iddia edenler tarafından doğru okunmadığı ve anlaşılmadığını göstermektedir.

Bizler eğer , Musa (a.s) kıssasındaki firavun ve onun sihirbazlarını güncelleştirerek , yaşayan bir hale getirdiğimiz takdirde , onları bugün dünyada dönün dolapların baş müsebbipleri olarak görerek , bunları yenecek bir Musa olması gerektiğini düşünmeye başlayacağız. Bu düşünce ile, onun elindeki "Asa" nın gördüğü işlevi hatırlayarak , dün Musanın elinde bir değnek olan asanın, bugün ne olabileceği arayışına giderek , ve elimizdeki olan Kur'anın dün Musanın elindeki asanın işlevini görebileceğini yeniden hatırlayacak , çağdaş firavun ve sihirbazlarının yaptıklarına karşı vahiy hayatımıza kuşanarak , onların yaptıkları sihir ve büyülerin bizlere etki etmemesini sağlamış olacağız.

Böyle bir okuma , bizlerin elinde olan Kur'anın şu andaki durumu olan "Ölü bir Kitap" (AĞAÇTAN BİR DEĞNEK) halinin değişime uğramasına sebep olarak , çağdaş firavunların sihirlerin yutan bir YILAN haline gelmesine sebep olacaktır.

Kur'anda geçen "Ölü" ve "Diri" kelimelerine baktığımızda , bu kelimenin mecaz anlamda kullanıldığı yerlerde , "Ölü" olarak vasfedilenlerin vahyi hayatına taşımayanlar , "Diri" olarak vasfedilenlerin ise ,vahyi hayatlarına taşıyanlar olduğunu net olarak görürüz. İşte bu kelimeleri "Asa" ile ilgisini kurarak okuduğumuzda , "Ölü" bir ağaç parçası olan sıradan bir değneğin , Musa nın elinde "Diri" bir nesneye dönüşerek Allah (c.c) nin düşmanlarını nasıl yenilgiye uğrattığını görürüz. 

Sonuç olarak ; Kıssalar üzerinde yapmaya çalıştığımız okumalarda, bu kıssaların yaşanan hayatlara dair mesajları olduğu üzerinden yola çıkarak , bu kıssalar içindeki nesnelerin dahi bizlerin hayatlarına dair mesajları olduğu yönünde okumalar yaparak, o nesnelerin bugün için bizlere neyi ifade edebileceğini anlamaya çalışmak yönündeki çalışmalarımıza örnek olarak "Musa nın Asası" nın bugün için neyin karşılığı olduğunu anlamaya çalıştık.

Musa nın asasının bugünkü karşılığının "Vahiy", yani Kur'an olduğundan yola çıkarak , firavunların ölmediği ve halen yaşamakta olduğuna dikkat çekmeye , onların paralı uşakları tarafından yapılan ve insanları kendilerine kul etmeyi amaçlayan büyü ve sihrin yok edilmesinin , ölü bir değnek halinden çıkarak , diri bir bir yılan haline dönüşen asanın bugünkü karşılığı olan Kur'anın, yeniden diriltilerek hayata hakim kılınması  ile mümkün olacağını vurgulamaya çalıştık.

Asanın yılan olup olmadığının tartışılması , havanda su dövmek misali boşa harcanan vakitler olacak , asıl konumuz bu anlatımlar üzerinden verilmek istenilen mesajların okunmaya ve hayata aktarılmaya çalışılması etrafında yoğunlaştığında ,  elimizdeki kitap ÖLÜ BİR DEĞNEK olmaktan çıkarak , firavunları alt eden DİRİ BİR YILAN a dönüşecektir.

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

22 Şubat 2016 Pazartesi

Hicr s. 9. Ayetinde Korunan Zikir, Hadisler ve Sünnet mi?

İslam düşüncesinde "Hadis" ve "Sünnet", aidiyeti Muhammed (a.s) a atfedilen söz ve fiillere verilen bir isimdir. Ancak bu söz ve fiillerin , İslam düşüncesi içinde nasıl bir konuma sahip olması gerektiği konusunda öne çıkan baskın görüş , bir çok problemi beraberinde getirmiştir. Özellikle hadislerin toplanmış olduğu kitaplara yüklenmiş olan misyon , bu kitapları Kur'ana denk tutma düşüncesi ile birlikte , Kur'anın dahi önüne geçirerek , dinde belirleyiciliği bu kitaplara havale etmiş, ve dinde çok başlılığın getirdiği düşünce ve inanç problemlerini ortaya çıkararak , büyük bir kaosa sebep olmuştur.

Muhammed (a.s) a atfedilen söz ve fiillerin Kur'ana denk tutulma düşüncesinin ihtiyacı olan desteğin bir kısmı uydurma rivayetler , diğer bir kısmı da bazı Kur'an ayetlerinin bu düşünce doğrultusunda tevil edilmesi sonucunda bulunmuş ve , Muhammed (a.s) ın söz ve davranışlarının "Vahiy" olduğu düşüncesi, öne sürülen deliller ile sağlam zannedilen fakat temelinde yalan , iftira ve tahrif yatan bir zemine oturtulmuştur. 

Böyle bir temel üzerine bina edilmiş bu görüşün delillerini, bazı yazılarımızda ele almaya çalışarak, ne kadar sağlam !! oldukları konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışmıştık. Bu yazımızda , sünnet ve hadisin vahiy olduğu düşüncesine, Hicr s. 9. ayeti üzerinden getirilmek istenilen delili ele alarak, bu delilin ne kadar sağlam olduğu konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

[015.009] Hiç şüphe yok ki o zikri, Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biz’iz.

Hicr s. 9. ayetinde , Allah (c.c) "Ezzikr" adını verdiği Muhammed (a.s) a indirdiği şeyi (inenin ne olduğu konusunda şimdilik fikir serdetmeyerek bunu yazının sonuna saklayacağız) koruyacağını vaat etmektedir. 

"Ehli Hadis" fırkası mensuplarınca , Hicr s. 9. ayetindeki "EZZİKR" kelimesi ile ifade edilen şeyin KURAN DEĞİL , Kur'an dışında indiği iddia edilen HADİS ve SÜNNET olduğu ileri sürülerek , Hicr s. 9. ayetinin HADİS ve SÜNNETİN KORUNDUĞUNA dair bir delil olduğu iddiası dile getirilmektedir. 

Bu ayet içinde "Kur'an" kelimesi yerine "Ezzikr" kelimesinin geçmesi , ehli hadis fırkası tarafından Kur'an dışında inen ayrı bir şey olduğu düşüncesini kuvvetlendirdiği düşünülerek , "Allah (c.c) Hicr s. 9. ayetinde sünnet ve hadisi koruduğunu bildirmektedir" iddiasının dile getirilmesine sebep olmuştur. 

Hicr s. 9. ayetinde geçen "Ezzikr" kelimesinin Kur'an olmadığı iddiası , Kur'an bütünlüğü gözetilmeden ön yargılı bir biçimde , "Kur'an olsaydı Allah Kur'an derdi kardeşim , Allah kelime eksikliğimi çekiyor? ,  Zikr kelimesini kullandığına göre demek ki Kur'an değil başka bir şeymiş" denilerek neredeyse gözleri yaşartan !! bilimsel bir tespit ile, İslam dünyasına büyük bir buluş gibi sunulmaktadır.

"Ezzikr" kelimesinin Kur'an olmayıp "Hadis ve Sünnet" olduğu düşüncesinin ortaya atılmasına sebep olan şey nedir?. 

Bunun öğrenilmesi için , önce Muhammed (a.s) a atfedilen söz ve fiillerin "Vahiy" olduğu düşüncesine sahip olanların , bu düşüncelerini meşru bir zemine oturtma çalışmaları dahilinde yaptıkları , yalan , iftira ve tahrif hareketleri dikkate alınmalıdır.

Kur'anın bazı ayetlerinde "Allah sana Kitabı ve HİKMETi indirmiştir" şeklindeki ifadeden , Muhammed (a.s) a inen şeyin sadece Kur'an olmadığı , Kur'an ile birlikte "HİKMET" adında başka bir şeyin daha inmiş olduğu sonucuna varılmış , ve neticede hadis ve sünnetin vahiy olması gerektiğini düşünerek , bu düşüncelerine Kur'andan kılıf uydurmak isteyenlerce gerekli delil bulunmuş !! , "Hikmet" kelimesinin Kur'an ile birlikte inen "Hadis ve Sünnet" i kapsadığı sonucuna varılmıştır. 

Artık bundan sonra , Allah (c.c) nin indirdiğini beyan ettiği ve Kur'an harici kelime ile ifade edilen şeyin adının "Hadis ve Sünnet" olarak anlaşılması gerektiği düşüncesi ortaya atılmıştır. Hicr s. 9. ayeti içinde geçen "Ezzikr" kelimesinin , Kur'an harici inen bir şeyi kapsadığı düşüncesi ortaya atılarak , aynı ayet içinde geçen , "Zikrin korunduğu" ifadesinden destek alınarak , "Zikr hadis ve sünnettir , bunlarda demek ki Allah tarafından korunmuştur" iddiası ortaya atılarak , rivayet kitaplarının ihtiyacı olan "Dokunulmazlık" ve "Sorgulanamazlık" kılıfı bu yolla kitaplara giydirilmiş, ve hala giydirilen kılıfın bu kitaplar üzerinden çıkarılmaması için büyük bir mücadele verilmektedir. 

Kur'an içinde geçen "Hikmet" kelimesi ile ilgili olarak, bundan önce müstakil yazılarımız olduğu için , bu konuyu burada açmadan , isteyenlerin bu konudaki düşüncelerimizi öğrenme amacı ile yazıların linklerini veriyoruz. 
http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/02/hikmet-kurandan-ayr-olarak-inen-bir.html
http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2014/11/kitap-ve-hikmet-uzerine-kuranda-bir.html

Kur'anı ön yargıların kabul ettirilmesine dayalı bir okuma yönteminin , yanlıştan öte bir durum olduğunu ,ve  bu yöntem ile okunan ayetlerden varılan sonucun Kur'anın anlamının tahrif edilmesi demek olduğunu , bundan önceki yazılarımızda da dile getirerek , böyle bir yöntemin asla tercih edilmemesi gerektiğini hatırlatmaya çalışmıştık.

"Ezzikr" kelimesi , Kur'anda pek çok yerde geçen bir kelime olup , bu geçişlerinden bir tanesi de Allah (c.c) nin elçilerine indirdiği şeyin ismi olarak geçmektedir. Allah (c.c) nin indirdiği şeyin ne olduğunu özellikle belirtmeyerek, bu inenin ne olabileceği, bu kelimenin inmiş olan bir şey ile alakalı olan vereceğimiz ayetlerinde görülecektir.

Ayetleri vermeden önce, bir an için, "Ehli Hadis" düşüncesi tarafından savunulan , Hicr s. 9. ayetinde geçen "Ezzikr" kelimesinin, "Hadis ve Sünnet" olduğu düşüncesinin doğru olduğunu var sayarak , vereceğimiz ayetlere bu fırka mensuplarınca "Ezzikr" kelimesine verilen anlamı parantez açarak içine (Hadis ve Sünnet) şeklinde bir ilave yapalım, ve ehli hadis tarafından ortaya atılan sünnet ve hadisin korunmuşluğu iddiasının nasıl bir faciaya yol açtığına bir bakalım.

Aşağıya , Kur'an içinde geçen ve Allah (c.c) den inen bir şeyi ifade eden "Ezzikr" kelimesinin geçtiği ayetleri alarak, ve bu kelimeye "Ehli Hadis" fırkasının verdiği Hadis ve Sünnet anlamını vererek , ortaya atılan iddianın nasıl bir iddia olduğunu görelim.

[015.006]  Dediler ki: Ey kendisine zikir (HADİS ve SÜNNET) indirilen kişi; sen, mutlaka delisin.
[036.011] Sen ancak zikre (HADİSE ve SÜNNETE) uyan ve görmeden Rahmân'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.
[043.005] Siz ölçüyü taşıran bir kavimsiniz diye, şimdi o zikri (HADİS ve SÜNNETİ) sizden (uzaklaştırıp) bir yana mı bırakalım?
[068.051] O küfretmekte olanlar, zikri (HADİS ve SÜNNETİ) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle yıkıp-devireceklerdi. «O, gerçekten bir delidir» diyorlar.
[016.043-44]  Biz senden evvel kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başka (peygamberler) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir (HADİS ve SÜNNET) ehlinesorun.Kitablar ve apaçık delillerle. Sana da insanlara indirileni açıklayasın diye bu zikri(HADİS ve SÜNNETİ) indirdik. Belki düşünürler.
[021.007]  Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz erkekler dışında göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, şu halde zikir (HADİS ve SÜNNET)ehline sorun.
[021.105]  Andolsun ki; Zikir (HADİS ve SÜNNET) ten sonra Zebur'da da yazdık ki: Yeryüzüne ancak salih kullarım varis olur.
[025.029]  «Çünkü o, gerçekten bana gelmiş bulunduktan sonra beni zikir(HADİS ve SÜNNET)den  saptırmış oldu. Şeytan da insanı 'yapayalnız ve yardımsız' bırakandır.»
[038.001] Sad, zikir (HADİS ve SÜNNET) sahibi, Kur'an'a and olsun ki.
[038.008]  Zikir (HADİS ve SÜNNET) aramızdan ona mı indirilmiştir? Hayır, onlar zikrimden şüphededirler. Hayır, onlar henüz azabımı tatmamışlardı.
[054.025]  «Zikir (HADİS ve SÜNNET), aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır o, yalancı, küstahın biridir» .
[003.058] Bunları biz sana ayetlerden ve hikmetli zikr (HADİS ve SÜNNET)den okuyoruz.

Yukarıda verdiğimiz ayetler , Hicr s. 9. ayeti içinde geçen "EZZİKR" kelimesinin, Kur'anın diğer ayetlerindeki geçtiği yerlere , ehli hadis fırkasının iddiasının bir an için doğru olduğunu kabul ederek açtığımız parantez sonucu onların bu kelimeye verdiği, (Hadis ve Sünnet) şeklinde anlamın, diğer ayetlerde nasıl bir faciaya dönüştüğünü göstermektedir.  

Hicr s. 9. ayetini , sadece 6. ayetten gelen bağlamını gözeterek ÖN YARGISIZ bir biçimde okumak dahi , bu kelimenin ifade ettiği anlamın KUR'AN olduğunu bizlere göstermektedir.

"Biz diğer ayetlerde geçen "Ezzikr" kelimesinin hadis ve sünnet olduğu iddiasında değiliz , iddiamız sadece Hicr s. 9. ayeti içinde geçen kelime ile sınırlıdır" şeklinde bir iddia ortaya atılacak olursa , bu iddiaya karşı cevabımız şu dur ;

Bu kitap kimsenin ön yargılarını kabul ettirmek için istediği gibi okuyabileceği bir kitap değildir. Bu kitabın içinde geçen kelimeler , birbiri ile uyumlu ve çelişki arz etmeyen bir yapıya sahiptir. Siz böyle bir okuma ile , Allah (c.c) yi bir yerde başka , bir yerde başka diyen bir kimse durumuna düşürerek , çelişkili bir kitap indirmiş olduğunu fiilen iddia etmektesiniz. 

Kur'andaki bir kelime , kendi içinde bir anlam bütünlüğüne sahip olup, o kelimeye verdiğiniz bir anlamın , aynı kelimenin geçtiği diğer ayetlerde de aynı anlama sahip olması gerekmektedir. Hicr s. 9. ayetinde geçen "Ezzikr" kelimesine verdiğiniz "Hadis ve Sünnet" anlamının , aynı kelimenin geçtiği diğer ayetlerde aynı anlamı koyduğumuz zaman ortaya çıkan durumu gözleriniz ile gördüğünüzde acaba verdiğiniz bu anlam, içinize sinecek ve vicdanınızı rahatlatacak mı ?.

Kur'an içinde geçen "Ezzikr" (Hatırlatma) kelimesi , Allah (c.c) nin elçilerine indirdiği vahyin ortak bir adı olup , bu ortaklığı 21.7-105 / 16. 43 / gibi ayetlerde , Kur'andan önce inen bir kitap olan "Tevrat" için kullanılmaktadır. Diğer ayetlerde geçen "Ezzikr" kelimesi , Muhammed (a.s) a inen şeyin adı olan KUR'AN için kullanılmakta olup , bu kelimenin Kur'an harici inen bir şeyi ifade ettiğini iddia etmek , kitabın anlamını rivayet kitaplarını kutsamak uğruna tahrif etmeye çalışmaktan başka bir şey olamaz. 

Allah (c.c) nin Muhammed (a.s) a Kur'an haricinde başka şeyler indirdiği , ve bu inen şeyin "Hadis ve Sünnet" olduğu iddia edilerek , elimizde olan rivayet kitaplarındaki muhteviyatın "Vahiy" olduğunu iddia etmek , Allah (c.c) ve elçisine karşı yapılan büyük bir iftiradır. Kul mahsulü olan rivayet kitaplarını kutsamak adına yapılan bu düşüncenin adı "Küfür" ve "Şirk" ten başka bir şey değildir.


Sonuç olarak ; Muhammed (a.s) a atfedilen söz ve fiillerin İslam düşüncesi içinde nasıl bir konuma sahip olacağı yönünde ortaya atılan farklı düşüncelerden birisi olan , bu söz ve fillerin "Vahiy" olduğu düşüncesi , uydurma rivayetler ve Kur'an ayetlerinin "Anlam Tahrifi" yolu ile tevil edilmesi sonucunda meşruiyet kazandırılması yoluna gidilmeye çalışıldığı malumdur.

Hicr s. 9. ayetinde geçen zikrin korunduğunun ifade edilmesinden kast edilen anlamın , bu kelime ile ifade edilen şeyin Kur'an değil , Muhammed (a.s) a atfedilen söz ve fiiller olduğu , dolayısı ile hadis ve sünnetin korunmuş olduğunun ayet ile sabit !! olduğu iddia edilerek , kul mahsulü olan kitaplar içindeki sözler Kur'an ile aynı dereceye getirilmiştir.

Kur'an, kendi içinde bir anlam örgüsüne sahip olduğu için , kalbinde hastalık bulunanlar tarafından yapılmak istenilen her türlü tahrif hareketleri yine kitabın kendisi tarafından bu kimselerin suratlarına bir şamar olarak dönmektedir. 

"Ezzikr" kelimesinin Hicr s. 9. ayetinde "Hadis ve Sünnet" i ifade ettiği iddiası , aynı kelimenin geçtiği diğer ayetlere "Hadis ve Sünnet" kelimelerini oturttuğumuz zaman tahrifin boyutlarının şiddetinin ulaştığı boyutu gözler önüne serdiğimizde söylenecek fazla bir şey bırakmamaktadır. 

RABBİMİZ BİZLERİ , KİTABINI ÖN YARGILAR İLE OKUYARAK ANLAMINI, RİVAYET KİTAPLARINI KUTSAMAK ADINA TAHRİF ETMEKTEN ÇEKİNMEYEN KULLARININ ŞERRİNDEN MUHAFAZA BUYURSUN.

21 Şubat 2016 Pazar

Yol Gösterici ve Aydınlatıcı Vasfına Hangi Kitaplar Sahip Olabilir?

Sahip olduğumuz veya bize gelen bilgilerin doğru veya yanlış olduğu noktasında bir karara varılabilmesi için , elimizde o bilgileri değerlendirmek için kullandığımız bir "Kıstas" ın olması gerektiği malumdur. Bu kıstasa göre bize gelen bir bilgiyi ölçer , hakkında "Doğru" veya "Yanlış" şeklinde bir karara varabiliriz. 

Sahip olduğumuz bilgilerin doğruluğunu veya yanlışlığını ölçmekte kullandığımız bilgi kaynağının , bizim için "Eminlik" , "Güvenilirlik" , "Kesin Bilgi" gibi vasıflara sahip olması gerekmektedir ki , onun verdiği bilgiye olan inancımız tam ve bizim için savunulabilirliği olsun. Bu gerçeği Rabbimiz bize şu şekilde bildirmektedir.

[022.008]  İnsanlardan kimi, hiç bir bilgisi, yol göstericisi (HÜDEN) ve aydınlatıcı (MÜNİRİN) kitabı olmaksızın Allah hakkında tartışır-durur.

Allah hakkında bilgi sahibi olunur ve tartışılırken , bu tartışmada kıstas olarak kullanılan bilgi kaynağının HÜDEN ve MÜNİR  olması gerektiği, bize Rabbimiz tarafından bildirilmektedir. 

"Bu vasıflara hangi kitap sahiptir?" sorusunun cevabı bize Kur'an tarafından bildirilmektedir.

[002.002]  İşte bu kitab, onda hiç bir şüphe yoktur, müttekiler için hidayettir(HÜDEN).
[002.185]  Ramazan ayı; öyle bir aydır ki, insanlara doğru yolu gösteren (HÜDEN), hak ile batılı ayıran Kur'an, o ayda indirilmiştir. Sizden her kim ayı görürse oruç tutsun. Kim de hasta olur veya seferde bulunursa, diğer günlerde o kadar oruç tutsun. Allah, sizin için kolaylık ister, güçlük istemez. Bu sayıyı tamamlamanız; size hidayet ihsan etmiş olduğundan Allah'ı tekbir ile yüceltmeniz içindir ve umulur ki şükredesiniz.

[014.001]  Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa (ENNURİ), yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.
[064.008] Şu halde Allah'a, peygamberine ve indirdiğimiz nura (ENNURİ) iman edin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
[004.174] [E1] Ey insanlar, bakın size Rabbinizden KESİN BİR DELİL  geldi; size açık bir nur(NUREN) indirdik.
[042.052]  İşte böylece Biz; sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Sen kitab nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz; onu, kullarımızdan dilediğimizi hidayete eriştirdiğimiz bir nur(NUREN) kıldık. Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir yolu göstermektesin.

Allah (c.c) nin , kulu ve elçisi Muhammed (a.s) a indirdiği kitap olan KUR'ANın , Hacc s. 8. ayetinde bildirilen vasfa sahip TEK KİTAP olduğu bizlere beyan edilerek bu kitap, Allah hakkında yapacağımız tartışmalarda ve bilgi sahibi olma da yol gösterici (HÜDEN), aydınlatıcı (MÜNİR) bir kitap olarak bizlerin elinde bulunmaktadır.

Demek oluyor ki ; Din ve Allah (c.c) hakkında sahip olduğumuz veya bize gelen bilgilerin doğruluğunu veya yanlışlığını ölçmekte kullanacağımız yegane kitap sadece ve sadece KUR'AN olup , bu kitabın rehberliğinde ve aydınlığında, bize gelen bilgilerin "Doğru" veya "Yanlış" şeklinde bir ayrıma tabi tutulması gerekmektedir. 

Bilgilerimizin veya bize gelen haberlerin doğru veya yanlışlığını ayırt etmek için birden fazla ölçüte başvurduğumuzda, veya Kur'an dışı ölçütlerin de "HÜDEN" ve "MÜNİR" vasfına sahip olduğunu iddia ettiğimizde nasıl bir durum ortaya çıkacaktır ?.

[021.022] Eğer o ikisinde (gökler ile yerde) Allah'tan başka ilâhlar olsa idi elbette ikisi de fesada uğramış olurdu. Binaenaleyh Arş'ın rabbi olan Allah Teâlâ. Onların vasfettikleri şeylerden münezzehtir.
[023.091]  Allah evlat edinmemiştir ve O'nun yanısıra bir başka ilah yoktur. Yoksa her ilah, kendi yaratıklarını otoritesi altına alıp bir yana gider ve biri öbürüne karşı üstünlük kurmaya çalışırdı. Allah onların bu asılsız yakıştırmalarından münezzehtir.
[017.042] De ki: Allah ile beraber dedikleri gibi ilâhlar olsa idi o takdirde onlar o Arşın sahibine elbet bir yol ararlardı.

Verdiğimiz ayet örneklerine bakıldığında , "Tek İlah" hakimiyetinin gerekliliği , ve bunun dışında oluşabilecek olan çok başlılığın ortaya çıkaracağı fesat ortamına dikkat çekilmektedir.

[039.029] Allah şöyle bir misal verdi: Birbiriyle çekişen bir çok ortakların sahip olduğu bir adam (yani köle) ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adam. Şimdi bu ikisinin durumu bir oluyor mu? Hamd yalnız Allah'a mahsustur; fakat çokları bilmiyor.

Zümer s. 39. ayetinde ise bir mesel üzerinden ,  yaşanan hayat içinden örnek verilerek , tek sahibi olan bir köle ile, birden fazla sahibi olan kölenin durumu gözler önüne serilerek , tek sahipli bir kölenin , birden fazla sahibi olan köleye göre, daha rahat ve huzurlu olduğu gerçeği vurgulanmaktadır.

[030.028] O, size kendi nefislerinizden bir misal verdi: Size verdiğimiz rızıklarda sağ ellerinizin malik olduklarından ortaklarınız olmasını ister de onlarla, eşit olur ve birbirinizi saydığınız gibi bunları da sayar mısınız? İşte Biz, akleden bir kavim için ayetleri böyle açıklarız.

Rum s. 28. ayetinde ise , yine kendimizden örnek verilerek, emrimizin altında çalışanları işimizde nasıl ortak yapmıyor isek , Allah (c.c) nin de biz kullarını kendi işinde ortak olarak görmesinin imkansız olduğu hatırlatması yapılmaktadır. 

Verdiğimiz ayet örneklerindeki ortak nokta ,  "Tek İlah" ın hakim olduğu hayatların mutluluk ve huzur kaynağı , çift başlı bir yönetimin veya tek İlahın devreden çıkarıldığı hayatlarda ise fitne , fesat ve kaosun ortaya çıkacağı hatırlatılmaktadir.

Bu hatırlatmalar üzerinden analojik bir bağ kurarak , bize gelen herhangi bir bilginin doğruluk veya yanlışlığını ölçmek için kullandığımız kıstasın da, TEK olması gerektiğini okuyabiliriz.

Bize gelen bir bilginin doğruluk ve yanlışlığını eğer tek bir kaynak üzerinden değil de , birden fazla kaynağa başvurarak sağlamasını yapmaya kalktığımızda , bir kaynağın "Doğru" dediği bilginin , diğer kaynak tarafından "Yanlış" olarak belirlenmesi karşısında hangi kaynağın verdiği bilginin tercih edilmesi konusunda ortaya bir kaos çıkacaktır. 

Bu kaos durumunu daha canlı ve müşahhas bir örnek ile, yaşadığımız hayattan göstermek, konunun daha kolay anlaşılmasını sağlayacaktır. 

Herkesin malumu olduğu üzere "Din" konusunda mevcut olan bilgilerin doğruluk ve yanlışlık konusunda, hangi kriterlerin dikkate alınarak belirlenme yapılacağı konusundaki ihtilaflar ve tartışmalar , Müslümanlar arasında son yıllarda daha da belirginleşerek , bilgi kaynakları savaşı haline getirilmiştir.

Müslümanlar olarak bugün elimizde , bize gelen bilgilerin veya elimizde mevcut olan bilgilerin değerlendirmeye tabi tutulacağı tek bir kaynak değil , birden fazla kaynak bulunmakta olduğu , bu kavganın hangi kaynağın din konusunda belirleyici olması gerektiği üzerinde yoğunlaştığı malumdur.

Örneğin ; X konusu hakkında mevcut olan bir bilgi , Kur'ana bakıldığında "Yanlış" olarak kabul görürken , rivayet kitaplarının sembol ismi haline gelen "Buhari" veya "Müslim adlı kitaplarda "Doğru" olarak kabul görmektedir. Bu durumda ortaya bir kaos çıkmakta ve bu bilgilerin hangi kitabın beyanı dikkate alınarak alınacağı konusu gündeme gelmektedir. 

Bir konu hakkında , İslam dünyası tarafından belirleyici vasfa sahip olarak iki kaynağı karşısında gören , "İki arada bir derede kalmış" hangi kaynağı seçeceğini şaşırmış Müslüman tipleri maalesef ortalığı doldurmuş bir vaziyettedir. Bu kimseleri Kur'anı seçme konusunda tereddütte bırakan şey ise , rivayet kitapları üzerinden oluşturulmuş din algıdır. 

Bugün bir çok Müslümanın zihnindeki din ile ilgili konularda belirleyici olan kaynak, Kur'an değil , "Rivayet Kitapları" olarak ifade edebileceğimiz kitaplardır. Bu kitaplardaki bilgiler, Kur'an ile çakıştığında, "Yanlış" olarak değerlendirilmek yerine , Kur'an içindeki bilgilerin bu kitaplardaki veriler doğrultusunda düzenlenmeye (Tahrife) gidilerek, uyumlu !! bir hale getirilmeye çalışıldığı bilinmektedir.

Bu kitaplar dinde Kur'ana ortak tutulur iken kullanılan en önemli argüman , bu kitapların içinde bulunan hadislerin "Korunmuş" olduğu yönündedir. Dolayısı ile bu rivayetler ile ilgili herhangi bir şüphesiz gereksiz , hatta böyle bir şüphenin kişiyi küfre sokacağı iddiaları , konu ile alakalı olanların bilgisi dahilindedir.

Rivayet kutsayıcılığını "Din" haline getiren zihniyet sahipleri , rivayetler üzerine kurdukları dinin yıkılmaması için, binanın temelini sağlam atarak !! , bu rivayetlerin bulundukları kitapların "Korunmuş" oldukları düşüncesini yaymışlar , ve bu kitapları "La yus'el" (sorgulanamaz) bir konuma getirmişlerdir.

Bugün bu konuda yapılan  konuşmalara baktığımızda , rivayet kitapları üzerinden kurulan din saltanatının yıkılmaması için , bu kitapların Kur'an ile eşdeğer bir işleve sahip olduğunun pervasızca dile getirilmekten çekinilmediğine bile şahit olmaktayız.

Peki "Rivayet Kitapları" Kur'an ile eşdeğer , ve Kur'an ile aynı derecede bilgi kaynağı olabilir mi?. 

Elbette ki, bu kitaplar Kur'ana denk bir konumda asla olamazlar.  

Neden mi ? ;

Hac s. 8. ayetinde , Allah hakkında konuşmak için gerekli olan şartı, bu kitaplar ASLA taşımamaktadır. Bu kitapları dinde belirleyici kılmak adına oluşturulan "Korunmuşluk" perdesi , bu kitapların müdafilerinin ağızları tarafından uydurulmuş ve Allah (c.c) nin onun hakkında herhangi bir bilgi indirmediği bir iddiadır. 

Dinde belirleyici olması gereken kaynağın HÜDEN ve MÜNİR olması gerektiği , bize iman ettiğimizi iddia ettiğimiz kitap tarafından verilmiş olan bir bilgidir. Bu vasfa sahip olan tek kitap vardır ki o da sadece KUR'AN dır.

[022.071] Onlar, Allah'ı bırakıp da (Allah'ın) kendisine ispatlayıcı bir delil indirmediği ve haklarında kendilerinin (hiç bir) bilgileri olmayan şeylere kulluk etmektedirler. Zulme sapanlar için hiç bir yardımcı yoktur.

Hac s. 71 gibi ayetleri, sadece bizim dışımızdaki müşriklerle olan ilgisi çerçevesinde okuduğumuz için , Kur'an dışındaki kitapları , Allah (c.c) nin hakkında bir bilgi indirmiş olmamasına karşın ona denk tutma  ameliyesine girmenin , ayetteki durumdan fark yoktur.

Allah (c.c) nin indirdiği bilgi , Kur'anın yol gösterici ve aydınlatıcı vasfa tek kitap olduğu yönünde olup , bu kitap haricinde yol göstericiler edinmenin literatürdeki adı "Şirk" tir. 

Bugün rivayet kitaplarının dinde yol gösterici yani HÜDEN , ve aydınlatıcı yani MÜNİR olduğu düşüncesini oluşturarak , bu kitapların dinde belirleyici olduğunu söylemek , bu kitapları Kur'anlaştırmak , veya Kur'anı bu kitapların seviyesine düşürmek anlamına gelmektedir. 

"Şirk" olgusu sadece bizim dışımızdakiler için değil , bizler içinde her zaman tehlike arz etmektedir. Müslüman hayatında şirk , Allah (c.c) nin hakkı olan alanlarda kulların hakkı olduğunu düşünerek ve inanarak , bu alanlarda kul menşeli bazı kitap ve uygulamalara tabi olmak ve bunları savunmak şeklinde hayat sahasına girmektedir.

Kur'an haricindeki kitaplara HÜDEN ve MÜNİR vasfı yükleyerek onları Kur'ane denk tutmak düşüncesi , bir Müslüman için şirk batağına düşmek anlamına gelecektir.

Bugün İslam dünyasında fitne ve fesadın oluşmasına sebep olan , iki başlı kaynak ve bunun oluşturduğu düşünsel sorunların aşılması , iki başlı bir kaynak yerine , tek kaynak olan Kur'anın öne çıkarılması ile mümkün olacaktır. Bu kitabın öne çıkmaması , rivayet kitaplarının saltanatının sürmemesi için yapılan çalışmalar son yıllarda artmasına rağmen , Kur'anın belirleyiciliğinde bir din anlayışı ve yaşamı er veya geç Müslümanlar arasında rağbet görmeye başlayacaktır.

Sonuç olarak ; İnsanların sahip olduğu bilgilerin doğruluğu veya yanlışlığının tesbiti konusunda ellerinde güvendikleri bir kaynağa ihtiyaç duydukları muhakkaktır. Din konusundaki meselelerde de aynı gereksinme bulunmakta olup , bu gereksinimi karşılayacak olan kaynağın vasıfları Kur'anda belirtilmiştir. 

Kur'an tarafından bildirilen şartları taşımayan kitapların yol göstericiliği ve aydınlığında okunmaya ve yaşanmaya çalışılan din , bizleri ne dünya ne de ahirette huzura kavuşturmayacaktır. Ayrıca Kur'an dışı kitapların din belirleyicisi haline getirilmiş olması bu düşünce sahiplerinin akidesinde derin yaralar açacaktır.

Rivayet kitaplarının dinde kaynak olmasının devam etmesi gerektiği düşüncesinin yerini , Allah (c.c) nin kitabının dinde kaynak olması gerektiği düşüncesine terk etmediği müddetçe , Müslümanların geri kalmışlığı asla son bulmayacak , bu kavgalar içinde tarihin derinliklerinde yok olacaklardır. 

RABBİMİZ BİZLERİ , ÇOK BAŞLI KAYNAK SORUNLARI İÇİNDE BOĞULMAKTAN KURTARARAK TEK KAYNAK ÜZERİNDEN DİNİNİ ÖĞRENEN KULLARINDAN KILSIN.

20 Şubat 2016 Cumartesi

NİSA s. 65. Ayeti : Resul'ün Günümüzdeki Hakemliği Buhari ve Müslim İle mi Gerçekleşir?

Kur'anın bir çok ayetinde geçen "Allah'a ve onun Resulüne itaat edin" şeklindeki emirlerin , "Resulüne itaat edin" emrinin nasıl gerçekleşeceği  üzerinde yapılan tartışmalarda , bu itaat emrinin yerine gelmesinin , Muhammed (a.s) ın artık hayatta olmaması nedeniyle , onun sözlerinin yer aldığı kitaplardaki rivayetlere itaat edilmesi ile gerçekleşeceği, "Ehli Hadis" fırkasının en önemli argümanı olarak , bu günlerde her zamankinden daha fazla dile getirilmeye başlandığını görmekteyiz.

Bu fırka genel olarak "Allah'a ve Resulüne itaat edin" şeklindeki ayetlerdeki "VE" bağlacının, Allah ve Resulünü ayırdığını , dolayısı ile Resulün de dinde ayrı bir teşri sahibi olduğu iddiasını bu şekilde delillendirmeye çalıştıkları bilinmektedir. Bu konu ile ilgili olarak "Ehli Hadis" fırkasının, bu düşüncesine delil saydığı ayetleri teker teker ele alarak , bu görüşün ne kadar doğru olabileceği üzerindeki görüşlerimizi paylaştığımız yazılarımız mevcut olup , bu yazımızda Nisa s. 65. ayetinin bu konuda delil olarak ileri sürülmesinin ne kadar gerçekçi olabileceğini ele almaya çalışacağız.

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا

[004.065]  Hayır, Rabbına andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem ta'yin edip sonra haklarında verdiği hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.

Bugün, içinde Nisa s. 65. ayetinin de bulunduğu bir takım ayetler gurubu dile getirilerek , Resule itaatın, kendisi aramızda olmaması , ve bu ayetlerinde kıyamete kadar geçerli olması nedeniyle ,  başta Buhari ve Müslim olmak üzere hadis kitaplarına uymakla gerçekleşeceği Allah adına yemin dahi edilerek dile getirilmektedir.

Kur'anın doğru anlaşılma yollarından birisi, kafadaki ön kabulleri tasdik ettirmeye yönelik bir okuma yapılmaması , ve ilgili ayetin bağlamının dikkate alınma gereğidir. Nisa s. 65. ayeti, böyle bir okuma ve ayetin bağlamının gözetilmemesi sonucunda istenilen amaca hizmet ettirilmeye çalışılan bir ayet olarak, "Ehli Hadis" fırkasının dilinde gezmektedir.

Ayeti önce bağlamı ve nuzül dönemi muhataplarına olan ilk hitabını gözeterek okumaya , sonra bize dönük mesajını anlamaya çalışacağız. 

[004.060]  Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.
[004.061] Onlara: Allah'ın indirdiğine ve Resûl'e gelin , denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.
[004.062]  Kendi işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiğinde, nasıl hemen sana geldiler de; gayemiz sadece bir iyilik etmek ve ara bulmaktan ibaret idi, diye yemin ediyorlar.
[004.063]  Onlar Allah'ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir; onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında tesirli söz söyle.
[004.064]  Biz, hiçbir resulü Allah'ın izniyle itaat edilmekten başka bir gaye ile göndermedik. Onlar kendilerine yazık ettikleri zaman, sana gelip Allah'tan mağfiret dileseler ve resul de onlara mağfiret dileseydi elbette Allah'ı Tevvab ve Rahim olarak bulacaklardı.
[004.065]  Hayır, Rabbına andolsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem ta'yin edip sonra haklarında verdiği hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.
[004.066]  Şayet onlara «Kendinizi öldürün» yahut «Memleketinizden çıkın» diye emretmiş olsaydık, pek azından başkaları bunu yapmazlardı. Kendilerine verilen öğüdü yerine getirmiş olsalardı onlar için daha iyi ve daha sağlam olurdu.
[004.067]  O zaman elbette kendilerine nezdimizden büyük mükâfat verirdik.
[004.068] Ve onları dosdoğru bir yola iletirdik.
[004.069]  Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!
[004.070]  Bu nimet, Allah'tandır. Bilen olarak Allah yeter.

Görülmektedir ki Nisa s. 65. ayeti , Nisa s. 60. ve 70. ayetler arası bir bağlama sahip bir ayettir. Eğer bu ayet doğru bir biçimde anlaşılmak isteniyor ise , önce bağlamının gözetilmesi , sonra ilk  hitabının kimlere olduğuna dikkat edilmelidir.

Ayetler , Medine de Müslümanlar arasına çöreklenmiş olan "Münafık" olarak vasıflandırılmış olan kimselerin , iman ettiklerini iddia ettikleri kitap ve elçinin hakemliğine itiraz etmelerini ele almaktadır. 

İlgili ayetlerin tarihselci bir bakış ile okunarak , bizlere dair mesajları olmadığı gibi bir iddia içinde olmadığımızı hatırlatarak , bu ayetlerin bize dönük mesajlarının okunabilmesi için , Muhammed (a.s) ın "KUL" ve "RESUL" statüsüne tabi olduğunun , kesinlikle unutulmaması gerektiği hatırda tutulmalıdır.

Beşer bir elçi olan Muhammed (a.s) , Allah (c.c) den bağımsız bir teşri yetkisine haiz olabilmesi için , Allah (c.c) ile denk bir konuma sahip olması gerekir ki ,böyle bir yetki ve görevi olabilsin. Böyle bir durum imkansız olduğuna göre , onun beşer bir elçi olmasından başka bir görev ve yetkisi olmadığı bilincinde olunarak , "Allah VE Resulü"  ayetlerinin , onu Allah (c.c) den ayırmadığı , aksine ona bağlı kıldığı , ondan bağımsız hareket imkanı olmadığı şeklinde bir ön kabul içinde okunması gerekmektedir.

Şurası asla unutulmamalıdır ki ; Muhammed (a.s) Allah (c.c) nin elçisi sıfatına sahip bir kişi olarak , kendisine indirilen kitap ile insanlar arasında hüküm vermek zorunda idi. Onun insanlar arasında nasıl ve ne ile hükmetmesi gerektiği, bir çok ayet içinde beyan edilmektedir. 

[005.048] Kuran'ı, önce gelen Kitap'ı tasdik ederek ve ona şahid olarak gerçekle sana indirdik. Allah'ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların heveslerine uyma! Her biriniz için bir yol ve bir yöntem kıldık; eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşuşun, hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirir.
 [005.049]  O halde, Allah'ın indirdiği Kitap ile aralarında hükmet, Allah'ın sana indirdiği Kuran'ın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın, heveslerine uyma; eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. İnsanların çoğu gerçekten fasıktırlar.
[004.105]  Doğrusu, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitap'ı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma.
[042.010] Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim.
[006.114]  «Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?» Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!

Muhammed (a.s) yaşayan bir elçi olarak , yaşadığı zaman ve mekan dahilinde çıkan sorunlara karşı çözümleri vahyin rehberliğinde üreten bir kimse olup, onun ürettiği çözümlerde herhangi bir hata olduğu zaman , bu hatanın yeni vahiy ile düzeltilmesi mümkün idi. 

"Resul", Allah (c.c) nin hükümlerini insanlara bildirmesinde aracı olan kimsedir. Resul vasfına sahip olan bir kimsenin bu hükümlere herhangi bir eksiltme veya artırma gibi bir müdahale yetkisi yoktur. Kur'an içinde geçen "Allah VE Resulü" şeklinde geçen ayetlerdeki "Ve" bağlacı, sanki böyle bir yetkiyi tanıyormuş gibi bir düşünce etrafında okunarak , Resul vasfına sahip bir kul olan Muhammed (a.s) , Allah (c.c) ile yetki paylaşımında bulunan birisi haline getirilmiştir. 

Bu düşünce etrafında gelişmiş olan resul algısı , vefatı sonrası onun hüküm koyma yetkisinin devam ettiği düşüncesinden yola çıkılarak , bu hükümlerin yazılı olduğu iddia edilen hadis kitaplarının , vefatından sonraki "Resule itaat" emrini yerine getiren hüküm kitapları olması gerektiği iddiası dile getirilmeye başlanmıştır.

"Resule itaat" emrinin bugünkü gerçekleşme şeklinin hadis kitaplarına itaat olduğunu iddia eden zihniyet , bu kitaplar üzerinde oluşabilecek olan bazı soru işaretlerini ortadan kaldırmak için bu kitapların üzerine "Korunmuş Kitap" kılıfı giydirerek , bu kitapların sorgulanma yolunu ve imkanını baştan kapatmışlardır.

Şurası bir gerçektir ki ; Din konusunda hakemlik yapan ve hüküm vermekte kullanılacak olan kaynağın "La raybe fihi" (Şüphe olmayan) vasfına sahip bir konumda olması gerekmektedir. Bu vasfa sahip olarak birden fazla kitabı ortaya koyduğunuzda çıkacak durumun "Kaos" olacaktır. 

"La raybe fihi" olan Kur'ana karşı , aynı vasfa sahip başka kitaplar ortay koyduğunuz zaman , "Bu kitaplardaki birbiri ile uyuşmayan bilgilerin doğruluğu hangi kaynağa göre belirlenecektir ?" sorusu gündeme gelmektedir. Bu sorunun cevabını, "Ehli Hadis" düşüncesine mensup olanlar "Buhari ve Müslime göre" şeklinde cevaplamaktadırlar. 

Bilindiği üzere, bu kitaplarda Kur'an ile uyuşmayan bir çok bilgi ve haber bulunmakta olup , bütün kavga, bu bilgi ve haberlerin yanlışlığının ortaya çıkarak , Buhari ve Müslim adlı kitapların "Dinde belirleyicilik" vasfının ortadan kalkarak , rivayetler üzerine kurulu din anlayışının yıkılma korkusudur.

Hem "Kur'anın Allah (c.c) nin kitabı olduğuna iman ediyorum" diyeceksiniz , hem de bu kitaba karşı nazire kitaplar getireceksiniz , yapılan bu ameliyenin adı Nisa s. 65. ayetinde beyan edilen kişiler ile aynı kategoriye düşmenin adından başka bir şey değildir.

Nisa s. 65. ayetinde beyan edilen "Münafık" karakterindeki insanların yapmış olduğu , Muhammed (a.s) ın , Allah (c.c) nin kitabı ile yapmış olduğu hakemliği , ve onunla verdiği hükmü kabul etmeyerek , işlerine gelen başka kaynak ile hakemlik yapılması ve hüküm verilmesi idi. Bugün Allah (c.c) nin kitabı ile değil de başka kitaplar ile hüküm verilmesini isteyenlerin adı "Münafık" tan başka bir şey olabilir mi ?.

Sahih olup olmadığı, kişilerin belirlediği kriterler dahilinde şekillenen hadislerin toplandığı , Resulün hakem olmasının bugünkü karşılığı olduğu iddia edilen rivayet kitaplarına giydirilen "La raybe fihi" (Asla şüphe olmayan) kılıfı , sadece ve sadece Kur'an için geçerli olup , onun dışında hangi kitaba böyle bir kılıf giydirilmeye çalışılsın , o kitap Kur'ana denk bir kitap haline getirilerek , "Kulların Kitabı" ile "Allah'ın Kitabı"nın aynı seviyeye çekilmesi anlamına gelir.

Buhari , Müslim gibi kitapların "Kul Kitabı" olmaktan çıkarılarak , Kur'an gibi bir kutsiyet yüklenmesi sonucunda "Eleştirilemez ve sorgulanamaz bir kitap" statüsüne tabi tutulduktan sonra , Muhammed (a.s) ın vefatı ile boşalan yerin, bu kitaplar tarafından doldurulduğu iddiaları daha kolay bir şekilde kabul ettirilmiştir.

Nisa s. 65. ayetinin içindeki "seni hakem ta'yin edip  sonra haklarında verdiği hükümden" cümlesinin ne anlama geldiği noktasında oluşacak olan doğru bir anlayış , Buhari ve Müslim gibi kitapları Kur'an ile denk tutma şirk'ini de ortadan kalkmasına zemin hazırlayacaktır.

Ayet içindeki "HAKEM" ve "HÜKÜM" kelimelerinin Muhammed (a.s) ın hayatında nasıl bir uygulama alanına sahip olması gerektiğini ona Kur'an öğretmektedir.

[006.114]  «Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir HAKEM mi isteyeyim?» Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!

Enam suresi 114. ayetinden anlaşılacağı üzere , Nisa s. 65. ayetindeki "Resulün hakem olması", onun kendisinin değil KUR'ANIN HAKEM OLMASI anlamına gelmektedir. Çünkü "Resul" görevini yüklenmiş olan kişi , insanların aralarındaki olan ihtilafları kendisini gönderenin verdiği karar doğrultusunda çözmeye çalışmak ile görevlidir.


[004.105]  Doğrusu, insanlar arasında ALLAH'IN SANA GÖSTERDİĞİ GİBİ HÜKMEDESİN diye Kitap'ı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma.

[042.010] Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde HÜKÜM VERMEK, ALLAH'A MAHSUSTUR. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim.

 [005.049]  O halde, ALLAH'IN İNDİRDİĞİ KİTAP İLE ARALARINDA HÜKMET, Allah'ın sana indirdiği Kuran'ın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın, heveslerine uyma; eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısım günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. İnsanların çoğu gerçekten fasıktırlar.

Verdiğimiz ayet meallerinde ki altını çizdiğimiz cümlelere dikkat edecek olursak , Muhammed (a.s), insanlar arasında kendisine indirilen ile HÜKMEDEREK , HAKEMLİK yapmaktadır.


Nisa s. 65. ayetinden, insanlar arasında HAKEM olup , onların aralarında HÜKÜM verirken , başvurduğu şeyin, ALLAH (C.C) NİN KİTABI OLAN KUR'AN OLDUĞU AÇIK VE NET BİR BİÇİMDE ANLAŞILMAKTADIR. 

Muhammed (a.s) ın hayatta iken yapmış olduğu hakemlik ve hüküm vermekte, Allah (c.c) nin kitabını kullanmış olması gerçeğini göz ardı ederek ,bugün bu hakemliğin yerini "Buhari ve Müslim" gibi kitapların alması gerektiğini iddia edenler , Bu kitaplara iman etmenin Allah (c.c) nin emri olduğunu söyleyerek insanlar üzerinde, yalan ve iftira üzerine kurulmuş bir din algısını yaymaya çalışmaktadırlar . Bu düşünce , Allah'a atılmış büyük bir iftira olup , iddia sahiplerini ve bu iddialara inananları KÜFÜR ve ŞİRK batağına sokmaktadır.

Muhammed (a.s) hayatta iken "Resul" vasfını taşıyan bir kimse olarak , insanlar arasında din ile ilgili meselelerde kendi insiyatifini kullanarak hakemlik yapıp hüküm veren biri olmamıştır. Böyle olduğunu iddia etmek , Allah'a ve ona atılmış büyük bir yalan ve iftira olacaktır. 

Hal böyle iken ; Hayatta iken din ile ilgili meselelerde Allah (c.c) nin kitabı ile hüküm veren bir elçinin , vefatından sonra neden aynı kitap ile hakemlik yapılıp , hüküm verilmesinde bir sakınca görülerek , Kur'anın yerini Buhari ve Müslim'in aldığı gibi bir iddia da bulunulmaktadır?. 

Muhammed (a.s) ın hakemlik ve hüküm vermede kullandığı Allah (c.c) nin kitabının yerini ne oldu da bugün Buhari ve Müslim gibi rivayet kitaplarının alması gerektiği düşüncesi oluştu?.


Bu düşüncenin oluşmasına en büyük sebep , Muhammed (a.s) ın dindeki konumunun, aynı Allah (c.c) gibi eşit durumda olduğu düşüncesidir. Bilindiği üzere, onun söylediği rivayet edilen sözler, "Gayri Metluv Vahiy" adlı bir kategoriye dahil edilerek Kur'an ile aynileştirilmiştir. Hadis literatüründe , "Erike Hadisi" olarak bilinen bir uydurma rivayet ile , kendisine Kur'an ile bir misli daha verildiği söyletilerek , hadislerin aynı Kur'an gibi kendisine indirilmiş olduğu iddiasının pekiştirilmeye çalışılmakta olduğu , konu ile alakalı olanların malumudur. 

Kur'anın eksik olduğu , ve bu eksikliği hadislerin doldurduğu iddiası , bu kitapların dinde belirleyici olması gerektiği düşüncesine sahip olanların iddialarından bir tanesidir. Muhammed (a.s) ın dinde eksikliği giderici bir konuma sahip olduğunu iddia edenlerin bu iddiaları , haşa Allah (c.c) nin "Kemale erdirdim" dediği dinine karşı , "Hayır eksik bıraktın" şeklinde bir itiraz getirilerek , ona karşı yalan ve iftira atmak anlamına gelmektedir. 


Buhari ve Müslim gibi kitapların dinde hakem olması düşüncesi , bu iddian sahiplerinin akidesinde derin yaralar açan bir düşüncedir. Kur'anın beşer mahsulü olan kitaplara denk tutulması demek , beşer mahsulü kitaplara ilahi bir anlam yüklemek , bu kitapların sahiplerini de ilahlaştırmak anlamına gelmektedir. 

Buhari ve Müslim gibi kitaplar , dinde belirleyicilik gibi bir vasfa asla sahip olamazlar. Bu kitapların İslam düşüncesi içinde olması gereken yer Kur'anın önünde değil , geçmiş yaşantılardan örnekler olarak okunabilecek bir siyer kitapları mesabesinde olmalıdır. 

Sonuç olarak ; "Resul" sıfatına sahip birisi olarak , insanlar arasında Allah (c.c) nin ona indirdiği ile hakemlik yapmak ve hüküm vermekle yükümlü olan elçinin vefatından sonra ortaya atılan yanlış mülahazalar sonucunda , artık bu hakemlik ve hüküm verme görevi , ona isnat edilen sözlerin yer aldığı rivayet kitaplarına düştüğü dile getirilir olmuştur.

Yaşadığı hayat içinde kendisine indirilen "La raybe fihi" (Şüphe olmayan) kitap ile hakemlik yapan ,ve onunlar hüküm veren bir bir elçi olan Muhammed (a.s) ın bıraktığı tek sahih kaynak olan Kur'ana denk olarak getirilmeye çalışılan kulların kitapları üzerine "Şüphe olmayan kitap" kılıfı giydirilerek , korunmuş olduğunu iddia etmek "Küfür" ve "Şirk" ten başka bir şey değildir. 

Yavuz hırsız olan bu kitapların müdafilerinin , kendi görüşlerine uymayanları aynı yafta ile suçlamalarına karşı , asıl küfür ve şirk suçunu bu kitapları Allah (c.c) nin kitabına denk tutmakla kendileri işlemektedirler.

RABBİMİZ BİZLERİ , DİNDE HAKEM VE HÜKÜM KAYNAĞI OLARAK KULLARININ KİTAPLARINI DEĞİL , KENDİ KİTABINI SAVUNAN KULLARINDAN KILSIN.

19 Şubat 2016 Cuma

HUD s. 43. Ayeti:Nuh'un Oğlunun Sığındığı Dağ İle Kur'an Dışında Sığınılanların Arasında Analojik Bir bağ Kurma Çalışması

Kur'an kıssaları , yaşanmış hayatlardan örnekler vererek , yaşanmakta ve yaşanacak olan hayatlara dair mesajlar içeren anlatımlardır. Kur'an içinde anlatılan bir kıssa , içinde bir çok mesajları taşıma kapasitesine sahip anlatımlar olup, bir çok alt başlık halinde okunabilme imkanına sahiptir . Kıssalar ile anlatılan bu yaşanmışlıklar , bizlerin bu anlatımlardan kendi yaşamlarımıza dair mesajlar çıkarmamızı beklemektedir. 

Bu yazımızda , Hud suresi içinde anlatılan Nuh (a.s) kıssasının 43. ayetinde Nuh'un oğlunun, babasının çağrısını ret ederek , "Cebel" e (Dağ) sığınarak helak olmaktan kurtulabileceği zannının ,onu kurtaramadığı konusunu ele almaya çalışarak , bu durumun bize dönük olarak nasıl bir mesajı olabileceği yönünde düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Bilindiği üzere Nuh (a.s), uzun yıllar boyunca kavminin şirkten kurtulup Tevhide dönmesi için çağrılar yapmış , bu uğurda gece gündüz durmadan çalışmasına rağmen , kendisine az bir insan iman etmiştir. Nuh (a.s) Rabbine dua ederek , artık elinden geleni yaptığını bu kafirleri helak etmesini istemiş ve bu  duası Rabbi tarafından kabul edilerek kavmi helak edilmiştir.

Hud s. içinde anlatılan Nuh (a.s) kıssasına baktığımızda , Tufan başladığı zaman oğluna , "Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gel, kafirlerle birlik olma" şeklinde seslendiğini görmekteyiz (Hud .s 42). 

Babasının bu çağrısına karşı oğlu ona , "Dağa (Cebel) sığınırım, beni sudan(Min el mai) kurtarır" cevabını verir. Ancak oğlunun sığındığı CEBEL yani dağ onu korumamış ve neticede su da boğulmuştur (Hud s. 43).

Bu olayın bize bakan yönünün okunabilmesinin, ayet içinde geçen ve Nuh (a.s) ın oğlunun , kendisini su dan koruyacağını zannederek sığındığı, CEBEL (Dağ) kelimesinin ifade ettiği anlamın güncelleştirilerek mümkün olabileceğini düşünmekteyiz. Bu kelimeden yola çıkarak , farklı kurtarıcılar peşinde koşmanın kişileri su da boğmasının, bizler için nasıl gerçekleşebileceğini okumaya çalışacağız.

Nuh (a.s) kıssasının en önemli objesi GEMİ olup , bu gemiye binenler helak olmaktan kurtulur iken , binmeyenler ise helak olmuşlardır. Kıssaları güncel mesajlar olarak okumanın gereğine binaen , bu gemi sadece Nuh (a.s) kıssası ile tarih sahnesinden silinen veya falan dağ da kalıntısı aranan bir obje olarak görülmeyerek , bize dönük mesajı olan bir obje olarak okunmalıdır.

EL FULKE (Gemi) , Nuh (a.s) a Allah (c.c) tarafından yapılması emredilen bir araçtır. Nuh (a.s) kıssasında "Mü'min" veya "Kafir" ayrımı, kişilerin o gemiye binip binmemesi sonucunda yapılmıştır. Gemiye binen Mü'minler helaktan kurtulmuş , binmeyen kafirler ise helak olmuşlardır. Nuh (a.s) kıssasındaki Gemi artık sadece bir binek aracı olmaktan çıkarak , helaktan kurtuluşun bir yolu olan, evrensel bir sembol haline gelmiş ve bize dönük mesajı olan bir objedir.

GEMİ artık , bir seyahat aracı olmaktan çıkmış , Nuh kavminden iman edenlerin DÜNYA VE AHİRETTE KURTULMALARINA VESİLE OLAN BİR ARAÇ olmuştur . Bu gün bizlerin dünya ve ahirette kurtulmasına sebep olacak olan geminin yani aracın adı ise "KUR'AN" dır. Nuh (a.s) ın oğlu bu gemiye binmeyerek , nasıl dünya ve ahirette helak oldu ise , Kur'anı hayatına rehber edinmeyenler , aynı şekilde dünya ve ahirette helak olacaklardır.

Bu bağlamda Nuh (a.s) ın oğlunun "Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır" sözü, önem kazanmaktadır. Bu sözü ,bize dönük bir mesaj olarak okuduğumuzda , "CEBEL" (Dağ) kelimesi , GEMİDEN YANİ KUR'ANDAN KAÇANLARIN SIĞINDIKLARI HER TÜRLÜ SIĞINMA ARACININ ADI OLARAK EVRENSEL BİR ANLAM KAZANMAKTADIR. 

Nuh (a.s) ın oğlunun GEMİye binmeye yanaşmayarak , başka bir kurtarıcı olarak CEBELe sığınmayı tercih etmesi , onu kurtaramamış , sonuçta oğlu boğulanlardan olmuştur.

Artık Nuh (a.s) kıssasında bir obje olan CEBEL (Dağ) , evrensel bir anlama bürünerek , Kur'an dışında sığınılan kurtuluş araçlarının yani "Sahte Kurtarıcı" ların ortak bir isim haline gelmiştir.

Nuh (a.s) ın oğlunun helak olmasının bize dönük mesajı , Kur'andan başka sığınaklar olduğunu zannına kapılarak , onlara sığınanlar ve bu sığınakların kendilerini dünya ve ahirette kurtuluş sağlayacağını zanneden her kim olursa olsun bu zannı onu helak olmaktan kurtaramayacak olduğunun yaşanmış bir örnek üzerinden canlı bir biçimde gösterilmesidir. 

Bu noktada , insanları kurtuluşa götürdüğü zannedilen , fakat gerçekte helake götüren "CEBEL" lerin yani "Sahte Kurtarıcı" ların ne veya kimler olabileceği sorusunun cevabı gündeme gelmektedir.

"Kur'an", insanların dünya hayatlarında tabi olacakları kuralları ihtiva eden bir kurallar manzumesi olarak Rabbimizin bizler için indirdiği bir kitaptır. Bu kitabın muhteviyatı , insanların dünya hayatı içinde tabi olacakları kuralların temellerini bizlere beyan eden etmektedir. Bu kitabın ihtiva ettiği beyanları hayatları içinde tatbik edenlerin , dünya ve ahirette kurtuluşa erecekleri Rabbimiz tarafından haber verilmektedir.

Bunun tersi olarak , bu kitabın muhteviyatını hayatlarına tatbik etmeyenlerin ise dünya ve ahirette helak olacakları, geçmiştekilerin yaşanmış örnekleri şeklinde bizlere sunulmaktadır. 

Vahyin haricindeki kurtarıcılar neden sahtedir ?. 

"Kurtarıcı" vasfına sahip olan bir yaşam sisteminin yani "DİN" in, insanlara sadece dünya garantisi değil "Dünya ve Ahiret" garantisini birlikte vermesi gerekmektedir. Çünkü insan sadece dünya hayatını yaşayan, öldükten sonra toprak olan bir canlı değil , öldükten sonra yeniden diriltilerek ebedi bir yaşama devam eden bir canlıdır.

İnsanın ölümle bitmeyen bir hayatı olduğunu göz önünde bulundurarak , ona her iki tarafta mutlu ve mesut bir yaşam garantisini sadece Allah (c.c) nin dini olan İslam, vaat etmektedir.

İslam'ın haricindeki bütün yaşam sistemleri , insanı sadece dünya hayatında yaşayan ve ölen bir varlık olarak görerek , ona bu bakış açısı ile bakarak , onun için bir takım yaşam sistemleri önermektedirler. Bu önermeler insanlara, dünya hayatı içinde mutlu ve mesut bir hayat getirmediği gibi , ahiret hayatında da ebedi olarak cehennem ile cezalandırılmasına sebep olacaktır.

Kur'an ve önceki kitapların tamamının ortak çağrısı , insanı dünya ve ahireti birlikte düşünerek , ona göre bir yaşam biçimi yani dini tercih etmesini tavsiye etmektedir. Kur'an içinde anlatılan kıssalar , tek taraflı bir hayatı tercih ederek dünyaya saplanan ve ahireti hesap etmen bir yaşam sürenlerin akıbetlerini haber vererek , bu tür yaşam sistemlerini tercih edenlerin , dünya hayatlarının helak olmak ile son bulduğunu bizlere bildirmektedir.

Ahiretteki sonsuz yaşamı hesaba katmayarak , sadece dünya hayatı ile ilgili düzenlemeler vaz eden yaşam sistemlerinin ortak adı "Şirk düzenleri" olup , bu düzenler ile yönetilen kavimlerin helak edilme sebepleri , ahireti ötelemeleri sonucunda yaptıklarının hesabını vermek gibi bir kaygı içinde olmadan yaşamalarının getirdiği sonuçlardır . İşte bu yaşamlar sonucunda ortaya çıkan fesat , o kavimlerin helakına sebep olmuştur.

Ved , Suva , Yeuk , Yeğus ve Nesr adlı putlar , Nuh (a.s) ın kavminin bırakmamakta direndiği putlar olup , bu putlar evrensel bir sembol olarak , Allah (c.c) nin dininin dışındaki yaşam sistemlerini temsil etmektedir. 

Dün Nuh kavminde görülen bu isimlerin yerini , Kapitalizm , Liberalizm , Marksizm , Kemalizm v.s gibi sistemler almış olup , dün kavminin müşrik ileri gelenlerinin bu günkü torunları , bu sistemleri bırakmamak için direnmektedirler. Bu düzenler , Nuh'un oğlunun kendisini kurtaracağını zannettiği "Cebel" ler olup , "Gemi" ye yani vahye binmeyen kim olursa olsun , onları boğulmaktan kurtaramayacaktır.

Sonuç olarak ; Nuh (a.s) ın oğlunun kendisini dünya ve ahirette kurtaracak olan gemiye binmeyi ret ederek , kendisini koruması için dağa sığınmasını bize dönük mesajlar olarak okuduğumuzda , "GEMİ",  insanları dünya ve ahirette kurtuluşa götüren bir araç olarak evrensel bir anlama dönüşerek bu gün yerini KUR'ANA bırakmış olan bir objedir. 

Nuh (a.s) ın oğlunun kendisini koruyacağını zannettiği "CEBEL" , Kur'an karşısında olan bütün sahte kurtarıcıların ortak adına dönüşerek , Nuh'un oğlunu helak olmaktan nasıl kurtaramadı ise , bu gün "Cebel" e mukabil olan bütün sahte kurtarıcı olan yaşam sistemleri , dün Nuh'un oğluna nasıl bir faydası olmadı ise , bugünde onun torunlarına bir faydası olmayacaktır.  

Dünya ve ahirette helak olmaktan kurtulmanın yolu, Kur'an gemisine binerek hedefe ulaşmaktan geçmektedir. Kur'an gemisine binmeyerek , dağların kendisini kurtaracağını zannedenler Nuh'un oğlu gibi helak olmaktan kurtulamayacaklardır. 

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

18 Şubat 2016 Perşembe

Yeni Bir Din Dilinin Gereği ve Bu Dilde Rivayet Kitaplarının Yeri

İnsanlar için vaz edilmiş yaşam sistemleri ve düşüncelerin, insanlar tarafından rağbet görebilmesinin yolu , o düşünce ve sistemlerin yaşayan insanın sorunlarına çareler sunmasından geçmektedir. Sunulan bu çareler elbette doğru veya yanlış olabilir , ancak asıl önemli olan nokta , bu sistem ve düşüncelerin yaşayan insanın bilgi ve kültürüne uygun söylem üreterek , insanlara cazip ve çekici gelebilmesidir. 

Allah (c.c), insanların tek Rab ve İlahı olması nedeniyle , yaşayan insanların hayat içindeki tabi olmaları gereken kuralları  vaz etme yetkisinin kendisinde olduğunu beyan ederek , bu kuralları genel hatları ile  elçiler aracılığı ile bildirmiştir. "İslam" , Allah (c.c) nin bizler için seçtiği ve bundan başka hiç bir sistemi kabul etmeyeceği dinin adı olarak, son elçi ile kuralları tamamlanmış bir dindir.

Allah (c.c) bizlerden bunun dışında başka bir din yani yaşam ve düşünce sistemi arayışına gitmememizi, ve kendisinin vaz etmiş olduğu bu sistemin insanlar için yeterli olduğunu söylemesine rağmen , insanların bir çoğu başka dinler yani başka yaşam sistemleri vaz etmeye veya başka sistemlere tabi olmaya devam etmektedirler.

Bu noktada ortaya çıkan sorun şu dur ; İnsanlar Allah (c.c) nin kendileri için önerdiği yaşam sistemi yani İslam dinini neden kabul etmeyerek, başka dinlere yani sistemlere yöneliyorlar ?.

Bu soruya pek çok farklı noktalardan bakılarak cevap verilebilir . Yazımızda bu sorunun cevabı, insanlara Allah (c.c) nin önerdiği sistemin , kendisine "Ben Müslümanın" diyenler tarafından, yaşayan insanların ihtiyaçlarına uygun bir söylem şeklinde sunulmadığı üzerinden bakılarak, "İslam Dini" adı altında biz Müslümanlar tarafından yaşanan dinin, insanlığın sorunlarına dair bir söylem üretemediği, ve bunun suçlusunun dinin kendisinin değil , bu dine bağlı olduğunu iddia edenler olduğu merkeze alınarak verilmeye, ve bu noktadaki, bazı sorunlar ele alınmaya çalışılacaktır. 

[003.110] Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz. Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.

"Ben Müslümanım" diyen bir kişi , kendisine Allah (c.c) tarafından yüklenmiş olan bazı görev ve sorumlulukları kabul etmiş sayılarak , bu görevleri yerine getirmek mecburiyetindedir. Bunun aksi bir durumun kişiyi, dünya ve ahiret hayatında sıkıntılı bir duruma düşüreceği belirtilmiştir.

[008.039] Fitne kalmayıp din de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse; muhakkak ki Allah, yaptıklarını görendir.

Enfal s. 39. ayetinde "Din yalnız Allah için oluncaya" kadar ibaresi ile bizlere, yüklendiğimiz bir görev haber verilmektedir. "Din" kavramının tarifinin kısaca , "İnsanların yaşamları içinde tabi oldukları kurallar bütünü" olduğu göz önüne alındığında , Dünya üzerinde yaşayan insanların sadece Allah (c.c) nin dini olan İslama tabi olmaları için çalışmak gibi bir görevimiz olduğu anlaşılmaktadır.

Bu noktada ,"Neden Allah'ın dışındakilerin dini değil de , sadece Allah (c.c) nin dininin yeryüzünde hakim olması gerekmektedir?" sorusunun cevabının verilmesi gerekmektedir.

[021.022] Eğer o ikisinde (gökler ile yerde) Allah'tan başka ilâhlar olsa idi elbette ikisi de fesada uğrardı. Arş'ın rabbi olan Allah, Onların vasfettikleri şeylerden münezzehtir.

Bu sorunun cevabını Enbiya s. 22. ayette bulmaktayız. Dünya tarihi , Allah (c.c) dışında ilahlık iddiasında olanların , bu amaç uğruna dökmüş oldukları kan gözyaşı ve zulüm örnekleri ile dolu olup , şu anda yaşadığımız dünyada dönen olaylar aynı iddianın sonucunda çıkan olaylar sonucu dökülen mazlumların kan ve gözyaşı selinde boğulmaktadır.

Sahte ilahların savaşında en fazla zarar gören kesim olan mazlumlar, kendilerini bu tür savaşlar arasında ezilmekten , kan , gözyaşı ve zulüm görmekten kurtaracak bir sistem beklentisi içindedirler. İnsanlara bu kurtuluşu vaat eden sistemlerin hepsi , başka bir sahte ilah adayının önermesi olup , bu sistemler hayata geçtiği zaman meydana gelen durum, aynı kaosun devamından başka bir şey olmamaktadır. 

Bu noktada biz Müslümanların devreye girerek , dünyanın bu gidişine "Dur" diyebilecek bir sistemin , insanların tek Rab ve İlahı olan Allah (c.c) tarafından önerilmiş olduğunu anlatmak için harekete geçmemiz gerekmektedir. 

Kur'anın tüm zamanlar için geçerli olan adalet , infak , zengini daha zengin fakiri daha fakir yapma esasına dayanmayan bir iktisadi hayat , zalimlere karşı olmak , mazlumların yanında olmak , dengeli bir hayat , ahlaki çözülmelere karşı olan , insan hayatına değer veren , insan dışındaki canlı hayatına saygı duyan temel düsturlarının, dünyada yaşayan ve fesat düzenlerinde yaşamaktan bıkmış olan insanlara anlatılması gerekmektedir.

İşte olay burada düğümlenmektedir ; 

"Kendisi himmete muhtaç bir dede , nerde kaldı gayrıya himmet ede" misali , Maalesef kendisine "Ben Müslümanım" diyenlerin büyük bir bölümü, mensup olduğu dinin böyle düsturları olduğundan bile habersizdir. Dünya üzerinde yaşayan bir çok Müslüman, kendisini sahte ilah ve rablerin ihdas ettiği sistemlere teslim etmiş bir vaziyette , daha kötüsü o sistemlerden bırakın rahatsızlık duymayı , celladına aşık köleler misali o sistemlerden memnun bir vaziyette hayatını sürdürmektedir.

Müslümanların kendileri başta olmak üzere , mensup oldukları dinin yaşanan hayata ve dünyanın bozuk gidişatına dair bir söylemi olduğunu öğrenerek , sonra bu söylemi insanlığa yayarak , çarenin Allah (c.c) nin dini olan İslamda olduğunu bütün dünya insanlarının bilmesi için çalışması ve gayret etmesi gerektiği muhakkaktır. 

Bu noktada , İslamın yaşayan insanın ihtiyaçlarına dair olan evrensel söyleminin nasıl bir yöntem ile anlatılacağı konusunun çözülmesi gerekmektedir. Bu gün dünya üzerinde insanları İslam dinine davet eden, ve kendilerini "Davetçi" olarak lanse eden insanların büyük bir çoğunluğu , bu dinin 1500 sene önceki yaşantı , kıyafetten ibaret olduğundan yola çıkarak , giydikleri pantolon paçasının topuktan kaç cm yukarıda olması gerektiği , sakal , sarık , cübbe , 3 taş ile taharet alma , rivayet , tarikat ve şeyh merkezli bir din olduğunu anlatarak, cehaletin paçalardan aktığı bir dine davet etmektedirler. 

Böyle bir dine davet edilen insanların haklı olarak , bırakın davete icabet ettiğini , böyle bir dinden fellik fellik kaçtığını , hatta İslam dinini bu anlatılanlar olduğunu zannederek , bu dine düşman olmaktadırlar.

İslamın böyle bir din olmadığı , bu dinin yaşanan hayata dair sözleri olduğu , bu dinin hayatın içindeki sıkıntılara çözümler önerdiği, bilgisi ve şuurunun ,  önce bizler tarafından anlaşılması ve içselleştirilmesi gerekmektedir. Ancak bu konuda çok büyük sıkıntıların olduğu bir gerçektir.

Bu dinin kitabı olan Kur'an, insanları  sadece Allah (c.c) nin belirleyici olduğu bir hayat sistemi altında yaşamaya davet etmektedir. Bu sistem insanlara dünya ve ahirette mutlu ve huzur içinde bir yaşam garantisi sunmaktadır. Dünyada hakim olan fitne ve fesadın kökünün kazınabilmesi , sadece Kur'anın önerdiği sistemin hayata geçmesi ile mümkün olacaktır. 

Ancak biz Müslümanların bu konuda yeterli bilgi ve şuur seviyesinde olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu dinin insanlığı dünya ve ahirette mutluluğa çağırdığı bilgisinin insanlara uygun bir bir dil ile anlatılması çok önemli bir konudur. Mevcut olan klasik söylemin , insanları İslama yöneltmesi şöyle dursun , onların İslamdan kaçmasına sebep olan bir söylem olduğunu burada üzülerek hatırlatmak istiyoruz. 

Bu dinin söyleminin insanlar nezdinde karşılık bulması için , yeni bir din dilinin , yani tebliğde kullanılacak yeni argümanların geliştirilmesi acilen gereklidir. "Reform" olarak niteleyebileceğimiz bu yöntem, dinin kendisinde değil , biz Müslümanların din anlayışından başlaması gerekmektedir. Çünkü dinin kendisinde reform yapılma ihtiyacı olmayıp , bu reformun biz Müslümanların zihninde yapılması gerekmektedir.

"Reform" kelimesi , biz Müslümanların aklında , dinin kurallarında bazılarına hoş görünmek için yumuşatmalara gidilmesi anlamında kullanıldığı için, haklı olarak itici gelebilir. Ancak bizim teklifimiz dinin kendisinde değil , Müslümanların din anlayışında olması gerektiği noktasındadır. 

Dinin kendisinden tavizler vererek , insanlara "Müdahene" (Tavizkar tutum) etmek , hiç bir elçinin kullandığı yöntem değildir. Bizler böyle bir müdaheneye gerek duymadan , sahip olduğumuz inanç değerlerini insanlığa anlatmak zorundayız , bizim vazifemiz bu dur . Kabul edip etmemek muhatapların insiyatifine kalmış olup , kimse üzerinde baskıcı veya tavizci bir yöntem izlemeye hakkımız ve yetkimiz yoktur.

Bugün "Ben Müslümanım" diyenlerin inandıkları Kur'an , sevap makinası olarak işlev gören , dokunulmazlığı olan , herkesin anlayamayacağı , sayfalarının kutsandığı , yaşanan zamanın sorunlarına dair söylemi olmayan sadece ölülere okunan ÖLÜ BİR KİTAP haline getirilmiştir. Kur'anın  ölülere okunan bir kitap olmak durumundan çıkarılarak , dirilere okunan ve yaşanan zamana dair sözleri olan bir kitap haline gelmesi gerekmektedir.

Sıkıntının en fazla baş gösterdiği konu ise , Kur'anın dinde belirleyici bir kitap olmaktan çıkarılmış olmasıdır. Kur'anın devreden çıkarılması sonucunda , elçi merkezli bir din anlayışının tezahürleri dinde belirleyici kılınarak , rivayet kitaplarının öne , Kur'anın arka planda kaldığı bir din anlayışı hakim olmuştur. Bugün Türkiye geneline baktığımızda , rivayet kitaplarının oluşturduğu karizmatik yapının yıkılarak , Kur'anın öne çıkması için mücadele edenler "Sapık" olarak görülmekte ve suçlanmaktadır.

Görülmektedir ki ,biz Müslümanların tüm insanlığı kucaklayan bir söylem üretebilmemiz için, önce kendi içimizde bir mücadelenin yapılarak , önümüze taş koyan kişi ve unsurların temizlenmesi gerekmektedir.

Din anlayışında reform (yenilik) yapılmasının önündeki en büyük engel , rivayet ve kişi merkezli haline gelmiş olan din algısıdır. Yenilenme hareketine bu dinin , kişi ve rivayet kitapları merkezli din algısının tahakkümünden acilen kurtarılması yapılması gereken ilk çalışmadır.

Tarih boyunca insanlar, kendilerini peşine takan "Rol Model" şahsiyetlere ihtiyaç duymuş , ve bu kimselerin peşinden giderek ideallerini gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Bizlerin ihtiyacı olan bu şahsiyetler, Kur'an içinde bizlerin onları yeniden keşfederek, onların rol modelliğinden hareketle ,yeniden küfre , zulme , isyana "Dur" dememizi beklemektedir. 

Peygamberler tarih boyunca mazlum insanlar için "Rol Model" olmuş ve bizler içinde olması gereken şahsiyetlerdir. Çünkü bu şahsiyetlerin örnekliği üzerinden yürütülen mücadele , mazlumlara umut ışığı olmuştur. Şimdi aynı mazlumlar, kendilerine rol model şahsiyetlerin yeniden diriltilmesini beklemektedir. 

İşte bu peygamberler, kıssalar ile bizlere anlatılarak , insanlara nasıl örnek oldukları , ve onların yaptıkları mücadelenin nasıl bir zemine oturduğu, önce bizler tarafından doğru bir biçimde okunarak, yaşayan insanlara sunulması gerekmektedir. Kıssaları zalimlere karşı verilen savaşların örneklikleri olarak okumayan hangi okuma yöntemi olursa olsun , Kur'anın dünyaya dair bir sözü olduğunu net olarak anlatamaz.

Klasik din algısında Muhammed (a.s) ın ölmediği , kabrinde bir takım tasarruflarda bulunduğu , kendisine okunan salavatları işittiği gibi Kur'an ile taban tabana zıt düşüncelerin mevcut olduğu herkesin malumudur.


Rivayetleri merkeze alan din algısının en büyük problemi, kabrinde yaşayan bir peygamber portresi altında "ÖLÜ BİR PEYGAMBER" algısına sahip olmasıdır. Çünkü böyle bir peygamber portresinin, yaşayan insanların sorunlarına dair herhangi bir çözüm teklifi yoktur. 

Böyle ÖLÜ BİR PEYGAMBERE insanlığın ihtiyacı da yoktur. İnsanlığın ihtiyacı olan peygamber portresi , rivayet ve şemail kitaplarını çizdiği değil , Allah (c.c) nin kitabının çizdiği peygamber portresidir.

Bizler sahip olduğumuz peygamberi öldürerek , misyonu bitmiş , zalimlere baş kaldırmamış , zulme boyun eğmiş , insanlara sadece hangi el ile yemek yemesini , hangi ayak ile tuvalete gireceğini öğretmiş v.s bir peygamberi insanlığa artık sunamayız. 

"Peygamber Düşmanlığı" silahı , rivayet kitaplarının kurduğu saltanata karşı sesini çıkaran ve bu kitapların sebep olduğu yanlış inançları dile getirerek , Kur'anın öne çıkmasını savunun insanlar için kullanılan bir deyimdir. Halbuki asıl peygamber düşmanlığı , Kur'anın öne çıkmasına sadece bu kitapların saltanatı son bulacağı için engel olmaya çalışanların yaptığıdır.


Peygambere dostluk ve sevgi yapılmak, eğer samimi olarak isteniyor ise , bu kitapların dinde belirleyiciliğinin devamı için koparılan yaygaraların kesilmesi , ve "YAŞAYAN PEYGAMBER" portresinin bulunduğu kitaba acilen yönelinmesi gerekmektedir. Rivayet türü kitapların Müslümanların gündeminde Kur'anın önünde yer alması için var gücüyle yırtınanların yaptıkları asıl PEYGAMBER DÜŞMANLIĞIndan başkası değildir.

Kulluk sorumluluğumuzun gereği olan "Marufu emr , Münkerden nehy" vazifesinin, bizden öncekiler tarafından nasıl hayata geçtiği , "YAŞAYAN PEYGAMBER" portrelerinin yer aldığı KUR'AN KISSALARInda bulunmaktadır. Rivayet kitaplarında ise bu kıssalar, sadece "Eskilerin masalları" şeklinde yer aldığı için , bu kitaplardaki peygamber portlerininin bize ve dünya insanlarına herhangi bir faydası yoktur.

Sonuç olarak ; "Ben Müslümanım" demek ile , Allah (c.c) ye verdiğimiz sözlerden en başta geleni, "Din yalnız onun oluncaya kadar mücadele etmek" olup , dünyanın bugünkü gidişatına baktığımız zaman , bu mücadelenin "Din yalnız tağutun oluncaya kadar mücadele etmek" düşüncesinde olanlar tarafından sürdürüldüğünü görmekteyiz.

"İslam Dini" Allah (c.c) nin bizlerden razı olduğu tek din olması nedeniyle , insanların tamamının altında toplanması gereken tek dindir. Ancak bunun böyle olması gerektiği , önce biz Müslümanlar tarafından idrak edilmesi gerekmektedir. Bu idrakı oluşturacak olan biz Müslümanların büyük bir çoğunluğunda ise maalesef inandığımız değerlerin insanların sorunlarına çareler sunmuş olduğu bile bilinmemektedir. 

"Rivayet Kitapları" olarak adlandırdığımız, Kur'an dışında bize din öğreten kitapların ortak noktası , insanlığın çaresi olan dini söylemi dillendirememiş olmalarıdır. Kur'an , dün olduğu gibi bugün , yarın , ta ki kıyamete kadar , sahte ilahların istila etmek istediği dünyanın , tek ilahın hakim olması neticesinde refah ve huzura kavuşacağını beyan eden bir kitap olarak , bu söylemin insanlara duyurulmasını istemektedir. 

Rivayet kitapları , böyle bir söylemden uzak din anlayışını insanlara anlattığı için , Müslümanların bu kitapların oluşturduğu karizmatik yapıdan acilen kurtulmaları  ve bu kitaplar içindeki en başta gelen şahsiyet olan Muhammed (a.s) ın , artık bu dünyaya herhangi bir sözü olmayan "Ölü bir Peygamber" olmaktan kurtarılması gerekmektedir. 

"Yaşayan Peygamber" bu kitaplarda değil , sadece Kur'anın içinde bulunmakta olup , rivayet kitapları tarafından örtülmüş olan kalın duvarların kırılarak , yaşayan peygamberlerin insanlığa duyurulmasını beklemektedir. Bu kitapların hakimiyetine karşı çıkanlar "Peygamber Düşmanlığı" suçlaması ile karşı karşıya bırakılarak , bu kitapların oluşturduğu din anlayışının devam için her türlü yola baş vurulmaktadır. Peygambere dost olmak onu sevmek demek , ona atfen uydurulan sözlerin bulunduğu kitapları savunmaya çalışmak ile değil , bu kitapların gerçek mahiyetini ortaya çıkarmaya çalışmak ile olacaktır.

Eğer birilerine "Peygamber Düşmanı" yaftası takılması gerekirse , ölü bir peygamber portresi çizerek , insanlığın ihtiyacı olan , zulme ve haksızlığa boyun eğmeyerek , müstekbirlere savaş açan bir peygamber portresi yerine kıl tüy ile uğraşan bir peygamber portresini bize sunanlar, bu yaftayı  etmektedirler. 

RABBİMİZ BİZLERİ ZULÜM VE GÖZYAŞININ HAKİM OLDUĞU DÜNYADA , BU GİDİŞE DUR DEMEK İÇİN KİTABI REHBER , ELÇİLERİ MODEL ALAN KULLARINDAN KILSIN.


17 Şubat 2016 Çarşamba

Allah (c.c) "Resule İtaat Edin" Emri İle Bizi Buhari ve Müslim'e mi Mahkum Etti ?

Kur'anın bir çok yerinde Allah (c.c) bizlere, "Allah'a ve Resulüne itaat edin" şeklinde emirler vermektedir. Bu emirlerin , Muhammed (a.s) hayatta iken anlaşılması ve yaşanmasında, sahabe  tarafından herhangi bir problem teşkil etmemesine karşın , Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında bu emirlerin, "Resulüne itaat edin" kısmının nasıl anlaşılması gerektiği konusunda bazı ihtilaflar meydana gelmiş , ve bu ihtilaflar halen sürmektedir. 

"Resulüne itaat edin" şeklindeki emirlerin , Muhammed (a.s) ın artık hayatta olmaması neticesinde , ve bu emirlerin kıyamete kadar geçerli olmasına istinaden , bu emirlerin şu anda hayata geçirilmesi, başta "Buhari" ve "Müslim" olmak üzere , Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen sözlerin toplandığı kitaplara iman etmekle yerine getirilmiş olacağı "Hadis Ehli" fırkası mensuplarınca iddia edilmektedir.  

Bu iddia , özellikle son yıllarda Kur'anın öne çıkmasını hedefleyen düşünce hareketine karşı bir söylem halinde daha da hız artırarak , bu kitaplara karşı çıkmanın kişinin imanına halel getireceği , küfre düşüreceği , bu kitaplara iman etmenin haşa Allah (c.c) nin emri olduğu , bunlara iman etmeden gerçek bir Mü'min olmanın imkansız olduğu gibi sözler, daha yüksek sesle dile getirilir olmuştur. 

Yazımızda , imana halel getiren durumun , Buhari ve Müslim gibi kitaplara iman etmemek değil , bu kitaplara iman etmek ve bunun çığırtkanlığını yapmak olduğunu dile getirmeye çalışarak , bu söylemin kişinin imanında açacağı derin yaralara dikkat çekmeye gayret edeceğiz.

Bu konudaki problemin asıl kaynağı, "Resul" kelimesinin anlam çerçevesinin yanlış anlaşılması veya anlaşılmak istenilmemesinden kaynaklanmaktadır. Müslümanlar, eğer bu kelimenin anlamını ilk yıllardan beri doğru olarak anlamış olsalardı, böyle bir kavganın gündemimize oturarak aramızdaki düşmanlığın körüklenmesine sebep kalmazdı.

"Allah VE Resulüne itaat edin" ayetlerindeki "VE" bağlacının, Allah ile Resulünü ayırdığı dolayısı ile , Resulünün Allah tan bağımsız bir yetkiye sahip olduğu düşüncesi , "Resul" kelimesinin anlamına tamamen terstir. Bu düşünce, Allah ile Resulünün arasını ayırmak anlamına gelerek , sadece Allah'ın elçisi olan bir kişiyi, Allah ile dinde ortak bir duruma getirmektedir.

"Resul" kelimesi ; "Bir kimsenin sözünü , başka bir kimseye ileten kişi" anlamında bir kelimedir. Bu kelime, bizlere kendisini "Hükümdar" tasviri içinde tanıtan Rabbimizin emirlerini, bizlere tebliğ etmesi için, bizler içinden seçtiği insanlar için kullanılmaktadır.

"Resul" sıfatını alan kişi , taşıdığı mesajı sadece ve sadece karşısındakilere aktarmakla mükellef olup , bu mesaja İLAVE veya EKSİLTME şeklinde herhangi bir müdahalede bulunamaz. Yeryüzünde yaşayan bir hükümdarın elçisinin bile , aldığı mesaja herhangi bir müdahalede bulunması o elçi için ölüm sebebidir. 

[069.044-6]  Eğer o (Muhammed), Bize karşı, ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık.

Bu bağlamda Muhammed (a.s) hem mesajın taşıyıcısı , hem de mesajın muhatabı olması nedeniyle o mesajı aktarmak ve yaşamak ile mükellef bir kişi olup onun "Postacı" olduğunu iddia etmek , ona karşı atılmış en büyük yalan ve iftira olacaktır.

Resuller yeryüzünde Allah (c.c) nin sözlerini insanlara aktaran kişiler olup , bunun dışında onların getirdikleri mesaja ilave ve eksiltme yapma yetkisine sahip olduğunu iddia etmek , Allah ve Resulüne yapılmış en büyük bir iftiradır. 

Resullerin görev ve yetki sınırı , Allah (c.c) den aldıkları mesajı YAŞAMAK ve İLETMEK ile sınırlı olup , o mesajın içeriğine İLAVE  veya EKSİLTME gibi müdahalede bulunma hakları asla yoktur. Resulü yüceltmek adına yapılmış böyle bir iddia , Resulü Allah (c.c) ile eşitlemek , yani Resulü ilah konumuna çıkarmak, Allah (c.c) yi ise Resul konumuna yani İlahı kul durumuna düşürmek anlamına gelecektir.

Muhammed (a.s) ın sünnetinin Kur'an ayetini neshedebileceği yani hükmünü kaldırabileceği düşüncesi , "Ehli Hadis" düşüncesi içinde savunulan bir düşüncedir. Bu demektir ki ; Muhammed (a.s) Allah (c.c) nin kendisine indirdiği vahydeki hükümler konusunda muhayyerdir . 

Recm cezası etrafında geliştirilen teori , onun böyle bir yetkisi olduğuna dair olan düşüncenin bir ürünüdür. Kur'anda böyle bir ceza olmamasına rağmen "Mütevatir sünnet Kur'an ayetini nesheder" düşüncesi böyle bir cezanın İslam ceza hukuku içinde yer almasını sağlamıştır.

Muhammed (a.s) ın dinde haram helal koyma yetkisi olduğu iddiası, "Ehli Hadis" fırkasının hararetle savunduğu düşüncelerden bir tanesidir. Bu iddia, Allah (c.c) nin dininin eksik olduğu , ve bu eksikliğin Muhammed (a.s) tarafından tamamlandığı iddiasını beraberinde getirmektedir. Hükümde muhayyerlik veya hükümde artırmaya gidebilme yetkisine sahip bir peygamber , Allah (c.c) nin değil kitabının değil , hadis ehlinin oluşturduğu ve Hristiyanlık düşüncesindeki İsa (a.s) ın ilah ve rab olduğu düşüncesinin, Müslümanlar arasındaki yansımasının bir sonucudur.

 Çocukluk çağından beri öğrendiğimiz kelime-i şehadet içindeki, "Muhammed onun KULU ve RESULÜDÜR" kısmı, pratik hayat içinde hadis ehli tarafından , "Muhammed onun DİNDE ORTAĞI ve HÜKÜM KOYUCUSUDUR" şekline dönüştürülmüştür.

"Ehli Hadis" düşüncesinin yaptığı en büyük hata , Muhammed (a.s) ı Allah (c.c) nin dininin "İLETENİ ve YAŞAYANI olmaktan yani bir kul olmaktan çıkararak , onu Allah (c.c) nin dininin TAMAMLAYICISI ve HÜKÜM KOYUCUSU yani bir ilah olarak görmesi olmuştur.

"Ehli Hadis" fırkası şemsiyesi altında toplanmış, ve "Selefiyye" olarak bilinen insanların düşüncelerinin temelini oluşturan , Allah (c.c) nin dışındaki kimselerin hüküm koymalarının "Küfür ve Şirk" olduğu düşüncesinden Muhammed (a.s) ı istisna  ederek ona ayrıcalık tanıma düşünceleri  hem çelişki, hem de bu konuda tekfir ettikleri insanlar ile aynı duruma düşmeleri anlamına gelmektedir. 

Allah (c.c) nin yarattığı bütün insanlar "Kul" statüsüne tabi olup , bu statüden kimse istisna edilemez. İsa (a.s) ın bu statüden istisna edilme düşüncesi, nasıl ki Hristiyanları "Küfür ve Şirk" e düşürmüş ise, bu statüden Muhammed (a.s) ı istisna etmek isteyen Müslümanları da aynı şekilde "Küfür ve Şirk" batağına  düşürecektir.

"Biz Muhammed (a.s) ın ilah olduğunu iddia etmiyoruz o beşer bir resuldür" şeklinde gelecek olan bir itiraza cevabımız şu olacaktır ;

[003.079-80]  Hiçbir insanın, Allah'ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis (şöyle demesi gerekir): Okutmakta ve öğretmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz.O, melekleri ve peygamberleri sizin Rabler edinmenizi emretmez. Siz, müslümanlar olduktan sonra, size küfrü mü emredecek?

[009.031]  Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Oysa ki, hepsi ancak bir ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı ki, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur; O, onların ortak koştukları herşeyden münezzehtir.

Tevbe s. 31. ayeti ile ilgili tefsirlere baktığımızda Adiyy Bin Hatem adlı eski Hristiyan bir sahabenin "Biz böyle yapmıyorduk" şeklindeki itirazına , Muhammed (a.s) tarafından "Onlara haram ve helal kılma noktasında uyup uymadıkları" sorusuna "Evet" cevabını verdiğinde "İşte Rab edinmek bu dur" dediğini görmekteyiz.

Kendisinden başka Rabler edinmemizi istemeyen Rabbimiz, neden Muhammed (a.s) ı bundan istisna ederek , onun tarafından haram ve helal kılınmasına izin versin ?.

Allah (c.c) nin dışında kim tarafından olursa olsun , Resul konumuna sahip olsa da o kişi önce "Kul" statüsüne tabi olan bir kişi olup , Allah (c.c) nin dininde onun yetki sahibi olduğu iddiası, tekfirciliği bir silah olarak kullanan ve bunu kendilerine amentü haline getirmiş olan "Selefiyye" fırkasına dönerek kendilerinin "Kafir" ve "Müşrik" olduklarına kendileri tarafından şahit olunması anlamına gelecektir.

Resulün dindeki konumu "Şari" yani hüküm koyuculuk değil , konulan hükmü uygulayıcılıktır. Onun bu uygulamaları rivayet kitaplarında yer alabilir , ve bunlar okunabilir bunda herhangi bir mahzur yoktur. Ancak bu kitapların , dinin tamamlayıcısı muamelesine tabi tutulması doğru bir tutum değildir. Bu kitapların İslam dünyasında hükmünün kalkarak Resulün sünnetinin ortadan kalkacağı korkusu , bu kitapların taraftarları tarafından yayılmış bir mahalle baskısı ve korku imparatorluğudur.

Resul bizlere elbette "En güzel örnek" tir, onun bu örnekliğini hiç bir Müslüman inkar edemez.  Ancak bu örnekliğin nerede ve nasıl olduğu ve olması gerektiği konusundaki yaklaşımlarda ihtilaf bulunmaktadır. Onun örnekliğini sahihliği konusunda şüpheler bulunan rivayet kitaplarında aramak , onun gerçek sünnetinin ne olduğunu bizlere asla öğretemez. Kur'an Muhammed (a.s) dahil bütün Resullerin sünnetinin öğrenileceği en doğru kaynak olarak , rivayet kitapları ile örtülmüş olan din algısının bizlerin üzerinden kalkarak onun dinde belirleyici olmasını beklemektedir.

[017.111]  De ki; «Hamd, çocuk edinmemiş olan, egemenlikte ortağı bulunmayan ve güçsüzlüğünü telafi edecek bir destekçiye gerek duymayan Allah'a mahsustur. O'nun büyüklüğünü gereğince dile getir.

Allah (c.c) nin mülkünde asla ortak edinmeyeceğini beyan eden bir kitaba iman ettiğini iddia eden "Ehli Hadis" fırkası , mülkte ortaklık anlamına gelen Muhammed (a.s) ın da Allah (c.c) gibi haram helal koyma yetkisine sahip olduğunu iddia etmesi bu düşünce sahiplerinin "ŞİRK" içine düşmelerine sebep olmaktadır.

Gelelim, böyle yanlış ve şirk içeren düşünceler içinde olan "Ehli Hadis" fırkasının "Resule itaat emrinin hayata geçirilmesi bugün hadis kitaplarına itaat etmek şeklinde olur" tezinin ne derece doğru olabileceği konusuna ; 

Hadisler bilindiği üzere, Kur'an gibi Muhammed (a.s) ın ağzından çıktığı an da yazıya geçmeyen bir müktesebat olup , rivayet ile bu kitapları oluşturan kimselere ulaşmıştır. Elimizde olan bu kitaplardaki rivayetlerin sahihliği,  "Ehli Hadis" fırkasının tercih ettiği, o sözleri rivayet eden kişilerin "Cerh ve Tadil" metoduna göre belirlenmiştir. Yani hadisin metni değil, hadisi rivayet eden kişiler merkeze alınarak , ilgili rivayetin sahih olup olmadığı konusunda kişisel içtihatlar yapılmıştır.

Buhari ve Müslim gibi kitaplardaki rivayetlerin senet zincirinde olan bazı kişiler, daha ilk yıllarda tenkide tabi tutularak , başkaları tarafından güvenilmez olarak görülebilmişlerdir. Kısacası rivayet zincirinde olan kişilerin güvenilirliği, kişisel tercihler neticesinde yapılmış olup , o kitabın derleyicisinin belirlediği şartlar, bu konuda baz alınmıştır. 

Uzun yıllar önce, bugün İslam dünyasında Kur'anın önüne geçen kitaplardaki bazı rivayetler ve bu rivayet zincirindeki bazı kişiler, hadisçiler tenkide tabi tutularak , eleştirel yaklaşımlar getirilmiştir. Bu yaklaşımlar, adı geçen kitapların asla bir dokunulmazlığı olmadığını göstermektedir. İlerleyen zamanlarda değişen algılar , bu kitapları sorgulanamaz bir hale getirmiş , bu konuda müthiş bir mahalle baskısı ile kişiler sindirilmiş , bu kitaplara en küçük bir dil uzatmanın, kişiyi küfre düşüreceği korkusu ile kimse bu kitaplara eleştirel bir yaklaşım getirmeye cesaret dahi edememiştir. 

Bugün Türkiye genelinde yapılan mücadelenin hadis tarafında olanlar , bu kitaplara öyle bir misyon yüklemektedirler ki , bu kitaplar kesinlikle sorgulanamaz ve eleştirilemez. Bu kitaplar, "Ne derse ne yazıyorsa doğrudur" şeklinde bir bakış açısı ile savunulmaktadır. Mücadelenin hadis tarafında olanların, bu kitaplar hakkında söyledikleri akla zarar sözler , konu ile alakalı olanların malumudur.

Buhari ve Müslim gibi rivayet kitapları sadece , Muhammed (a.s) ın söylediği rivayet edilen sözleri ihtiva eden kitaplar olup , bu kitapların içindeki Muhammed (a.s) atfedilen sözlerin doğru veya yanlış olma ihtimalleri vardır. "Kesinlikle doğrudur" şeklinde bir ifadenin sadece, Allah (c.c) nin kitabı için kullanılabileceğini hatırlatarak , diğer kitaplar için böyle bir ifadenin kullanılması ve böyle bir muamele yapılması , Allah (c.c) kitabına ortak kitaplar ihdas etmek anlamına gelecektir. 

Bu kitaplar içindeki sözlerin üzerinde herhangi bir şüphe duyulmaması noktasında geliştirilen argümanlar , kişileri itikadi yönden sıkıntıya sokacak , bu bu kitapların musanniflerini yüceltmek durumuna getirecektir. 

Allah (c.c) nin, dinini eksik bırakarak bu eksikliğin Muhammed (a.s) ın hadisleri ile doldurulduğu iddiası , Muhammed (a.s) ı Allah (c.c) nin dininde ortak bir hale getirmek anlamına nasıl geliyorsa , Muhammed (a.s) ın hadislerinin toplandığı kitaplara iman etmenin farz olduğu iddiası da , aslında Resule değil bu sözleri toplayan kişilere iman edilmesinin farz olduğunu iddia etmek anlamına, yani Buhari ve Müslim gibi kişileri Allah (c.c) ye ortak koşmak anlamına gelir. 

Çünkü bu kitaplardaki sözlerin Resule aidiyet noktasındaki belirlemesi , o kitapların musannifleri tarafından yapılmış, doğru veya yanlışlığı kişilerin insiyatifine göre belirlenmiştir. Kişinin sahih olarak görerek aldığı bir rivayet sahih olmayabileceği gibi , sahih görmeyerek almadığı bir rivayetinde sahih olabilme ihtimali mevcuttur.

Buhari ve Müslim gibi kitapların Müslümanların hayatında nerede ve nasıl bir yeri olmalıdır?.

Bu kitapların İslam kültürünün bir gerçeği olduğunu unutmadan, bunlara öyle bir yer verilmesi gerekir ki, bu kitapların isimleri duyulduğu ve anıldığı vakit , Müslümanların elleri ve ayakları titremesin, ve yüzlerinin rengi değişmesin. 

Bu kitaplar Müslümanların hayatında, onlara dininin kurallarını vaz eden kitaplar olarak değil , geçmişteki yaşanmışlıklardan kesitler sunan, içinde doğru veya yanlış olma ihtimalini taşıyan bilgileri ihtiva eden, bir siyer kitabı olarak yer almalıdır. 

Allah (c.c) dinini eksik bırakarak resulüne eksikliği doldurması gibi bir yetki vermediği gibi , bizleri bu eksikliği tamamladığı iddia edilen hadis kitaplarına da mahkum etmemiştir. Bu konular açıldığı zaman "Hadi bana Kur'anda namazı göster" , "Hadi bana zekatın kaçta kaç verileceğini göster" hadi bana ..... göster" v.s diyerek , Kur'anın eksik olduğunu ispatlamaya çalışarak , rivayet kitaplarını kutsamak adına , Allah (c.c) nin dininin eksik olduğunu utanmadan söyleyebilmektedirler. 

Namaz, Muhammed (a.s) ile farz olan bir ibadet olmayıp , insanlığın kadim bir ibadet şeklidir. Hadis ehli taraftarları, bu ibadetin Muhammed (a.s) ile farz olduğu gibi bir cehalet içine girerek , miraç masalları ile, haşa Muhammed (a.s) ı Allah (c.c)  ile pazarlığa oturtmaktan haya etmemişlerdir. Zekat miktarı zaman ve zemine göre değişebilen bir miktar olup , rivayet kitaplarında olan miktar, evrensellik arz eden bir miktar değildir . Belirlenen miktar , o zamanın değerlerine göre belirlenmiş olup , toplumun ihtiyaç durumuna göre artar veya eksilebilir.

Bu kitaplar, İslam dünyasında bu hali ile saltanat sürmeye devam ettiği müddetçe , çok başlılığın getirdiği zararlar, biz Müslümanlara daha büyük etkiler yaparak , hala 1400 sene öncesinin din anlayışını savunan ve onun kavgalarını yapan insanlar olarak, yaşanan zamandan uzak bir halde kendimizle kavgaya devam ederek , düşmanlarımıza kendimizi güldürmekten başka bir şey yapmış olmayız. 

Ayrıca bu kitapları Kur'an ile eş tutmanın kişiye verdiği itikadi zararın boyutları ahirete de yansıyarak , telafisi imkansız olan bir duruma sokacaktır. Bu kimseleri, o kitaplarda yazan şefaat masalları veya cehennemde biraz yanıp çıkacağız gibi rivayetler tarafından belirlenmiş din algısı bile kurtaramayacak , dünya hayatında yaptıkları şirk ve küfür amellerinin cezasını ebedi olarak ödeyeceklerdir. 

Sonuç olarak ; Allah (c.c) dinini, Resulü ile bizlere bildirmiş, bu konuda herhangi bir eksik bırakarak , "Buraları Resulüm doldursun" şeklinde kimseye bir yetki vermemiştir. Resulün sözleri olduğu iddia edilen kitaplara bizi mahkum ederek, "Resule itaat Buhari ve Müslime itaat ile gerçekleşir" şeklinde küfür ve şirk içeren sözleri söylememize ve bunları savunmamızı gerektirecek herhangi bir emirde vermemiştir. 

Bugün iyice gün yüzüne çıkmış olan Kur'an-Hadis savaşının , Hadis tarafında olanlar tarafından koparılan yaygaralar , bu kitapların saltanatının sallanmaya ve bu kitaplar üzerinden oluşmuş olan din algısının sorgulanmaya başlanmasından doğan bir rahatsızlığın iyice su yüzüne çıkmış şeklidir.

Allah (c.c) dininde asla eksik bırakarak bu eksiğin giderilmesini , ne elçisine bırakmamış ne de elçisinin sözlerinin yer aldığı rivayet kitaplarına bizi mahkum etmemiştir. Elçinin sünneti, eğer bu kimselerin çok umurlarında ise , o elçinin gerçek sünneti Kur'an içinde ayan beyan ortada durmaktadır. Ancak Kur'an yerine hadis kitaplarını din edinenler için bu gerçek maalesef görülememektedir.


RABBİMİZ BİZLERİ RİVAYET KİTAPLARINA KUL OLMAYA ÇAĞIRAN PEYGAMBER DÜŞMANLARINDAN MUHAFAZA ETSİN.