21 Şubat 2017 Salı

HUCURAT S. 13 : İnsana Üst Kimliğini Hatırlatan Bir Ayet

Dünyaya gelen her insan , bir anne babaya ,coğrafi bir bölgeye , ırka , kavme , dine mensup olarak doğar. Sayılan bu unsurlar, insan için kim olduğunu bilmesinde , kimliğini belirlemesinde önemli rol oynamaktadır. Ancak bu unsurlar, fesada meyilli olan insanlar tarafından istismar edilerek, diğer insanların kanını , canını , malını , ırzını ve namusunu çiğnemek için ortaya atılan bahanelere dayanak teşkil ederek , binlerce yıldır insan kanı dökülmektedir.

"Üst Kimlik - Alt Kimlik" tartışmalarının daha çok seslendirilmeye başlandığı son yıllarda , bu konuda alemlere rahmet ve hidayet olan Kur'an ne diyor diye baktığımız zaman, karşımıza Hucurat s. 13. ayeti çıkmaktadır. Bu ayet insana kimliğini hatırlatarak , diğer insanlara karşı olan bakış açısının kriterlerini belirlemesinde ona yol göstermektedir. 

Üst kimlik ; Bir insanın diğer insanlara bakış açısını , onlar ile olan ilişkisini düzenleyen en geniş ortak paydasıdır.

[049.013]  Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için siz halklar ve kabileler kıldık. Hiç şüphesiz, Allah katında sizin en kerim olanınız, takvaca en ileride olanınızdır. Hiç şüphe yok Allah, bilendir, haber alandır.

Hitabın Ey insanlar şeklinde başlaması dikkat çekicidir. Devam eden cümle, insanın diğer insanlarla olan ortak bağını hatırlatmaktadır. Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık cümlesi , insanların birbirleri ile olan ilişkilerinde dikkate alınması gereken en geniş ortak paydayı beyan etmektedir. 

Kur'an bilindiği üzere insanlığın üremesini bir erkek ve bir dişi üzerinden başlatmaktadır (Nisa s. 1). Kur'an'ın insanlığın başlangıcını bu noktadan başlatmış olması , bu başlangıçtan anlaşılması gereken mesaj yerine , insanlığın ensest ilişki ile çoğalıp çoğalmadığı konusundaki tartışmaların açılmasına sebep olmuş , bir kısım Müslüman ilahiyatçı ise , itirazlara sebep olan bu başlangıcın böyle olmadığı , daha farklı bir şekilde insanlığın çoğaldığını iddia ederek, ensest ilişki yolu ile çoğalma olmadığını ispat etmeye çalışmaktadır.

Kur'an elbette bir biyoloji kitabı değildir. Bu kitap içinde biyoloji bilimini ilgilendiren konular ile alakalı ayetler aramaya çalışmak, eziklik psikolojisinin bir ürünüdür. Kur'an insana Allah'a nasıl iyi kul olunacağını öğreten bir kitap olup , muhteviyatında olan ayetlerin, bu noktanın merkeze alınarak okunması, onun mesajının daha doğru ve kolay anlaşılmasını sağlayacaktır.

Kur'an'ın insanlığın bir erkek ve bir dişiden çoğaldığını beyan eden ayetleri okurken aklımıza gelen nokta , ensest ilişki yolu ile çoğalıp çoğalmadığımız olduğunda, kısır döngüden çıkmak mümkün değildir. Kur'an'ın insanlığın başlangıcını bir erkek ve bir dişiden başladığını beyan eden ayetlerini mesaj içerikli okuduğumuzda ise şunları söylemek mümkündür ;

Bir erkek ve bir dişiden doğan insanların ortak paydası birbirleri ile kardeş olmalarıdır. Birbirleri ile kardeş olan insanlar ise aralarındaki yakınlığın en üst seviyesinde olup, ilişkilerinde bu noktayı dikkate alacaklardır. Hucurat s. 13. ayetinde bir erkek ve bir dişiden yaratıldığımızın beyan edilmiş olması , insanlar ile olan ilişkilerimizde dikkate almamız gereken en geniş ortak paydaya yani üst kimliğe işaret etmektedir.

Bütün insanlarla aramızdaki ortak paydanın aynı erkek ve kadından yaratılmış olduğunu bilmek , bütün insanlarla aramızdaki ilişkilerde temel alınması gereken en tepe noktadır. Karşımızdaki insana bakış açımız , ona olan hitabımız, onun önce bizim gibi bir insan olduğunu bilerek şekillendiği zaman , bize karşımızdaki insanın en az bizim kadar saygın olduğunu düşündürecek, ve ona yapacağımız muamelede bu bakış açısı kilit rol oynayacaktır. 

İnsanlar arasındaki ilişkilerin temelinde, sahip olduğumuz üst kimlik olan, hepimizin bir erkek ve bir dişiden türeyen insanlar olduğumuz alındığında, insanların birbirlerine olan bakışları değişecek ve birbirimiz ile olan ortak bağımızın, ÖNCE İNSAN olduğumuz dikkate alındığında birbirimize karşı daha saygın davranmanın önü açılacaktır. Kendisine yapılmasını istemediği muameleyi başkasına yapmaktan kaçınan insanların hakim olduğu dünyanın nasıl bir şekil alacağı herkesçe malumdur. 

Bütün insanlar ile ortak noktamızın kardeş olmamız demek , ilişkilerimizde temel alınması gereken en geniş çerçeveyi gösterir. Bu düşüncemiz Kur'an'ın kafirler ile olan ilişkilerimizi düzenleyen ayetleri ret ettiğimiz, veya o ayetleri hevamıza göre anlamlandırmaya çalıştığımız anlamına gelmemelidir. Kur'an bizlere , kafirler ile Velayet kavramının anlam alanına giren konularda ilişkiler kurulmamasını emretmektedir. 

Kafirler ile onlar bize karşı herhangi bir kötülükte bulunmaya çalışmadıkları müddetçe onlar ile insani ilişkiler kurulmasında herhangi bir mahzur yoktur. Maide s. 5. ayetinde Ehli Kitap olarak belirtilen kafirlerin yemeğini yemekte ve kadınları ile evlenilmesinde herhangi bir mahzur olmadığının beyan edilmiş olması , onlarla insani sınırlar dahilinde iyi ilişkiler kurulabileceğini göstermektedir.

Hucurat s. 13. ayetinin devamında , Birbiriniz ile tanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık buyurulmuş olması , Alt kimlik dediğimiz unsura dikkat çekmektedir.

İnsanların farklı halk , ırk, renk , dil ve kabilelere ayrılmış olması , insanın kendi iradesi dışında meydana gelmektedir. İnsanlar arasındaki bu farklılıklar, Alt Kimlik dediğimiz unsurun oluşmasına sebep olmaktadır. Alt kimliği biraz daha genişletecek olursak farklı din , mezhep , meşrep , tarikat , parti , dernek , vakıf gibi oluşumlar, yine insanın alt kimliğinin oluşmasına zemin hazırlamaktadır.

İnsanlar arasındaki kavgaların temelinde, üst kimlik olan insan olmak yerine , alt kimliği oluşturan unsurların öne çıkarılması , dünyayı fesada boğan savaşlara , katliamlara , milyonlarca kişinin kan ve gözyaşı selinde boğulmasına yol açmaktadır.

İnsanların farklı alt kimliklere sahip olması bir realitedir. Bu farklılıkları kimse yok sayamaz veya ortadan kaldırılmasını isteyemez. Asıl olanın bu farklılıklara rağmen barış ve huzur içinde yaşamayı becerebilmek olmalıdır. Allah (c.c) , insanlar arasındaki bu alt kimliklerin onların birbirleri ile savaşarak kanlarını dökmeye değil , birbirleri ile tanışıp kaynaşmalarına vesile olmasını istemektedir. 

Alt kimliklerin gurur ve kibir kaynağı olarak kullanılarak , diğer insanlara karşı üstünlük vesilesi olarak görülmesinin önü, Allah (c.c) tarafından " Hiç şüphesiz, Allah katında sizin en kerim olanınız, takvaca en ileride olanınızdır" buyurulmak sureti ile kesilmektedir Allah (c.c) insanları ayırma konusunda ölçü sahibinin sadece kendisinin olduğunu beyan etmek sureti ile , biz insanlar tarafından konulacak olan indi ölçüleri ret etmektedir. 

İnsanların alt kimliklerini oluşturan en temel unsurlardan bir tanesi Din dir. İnsanlar birbirleri ile olan ilişkilerini aynı din ve inanca mensup olmaları nedeniyle kurmakta , ve bu ortak paydaları, birbirleri arasında sevgi ve saygı unsurunun oluşmasına sebep olmaktadır.

Olayı biz Müslümanlar açısından değerlendirmeye çalıştığımız zaman , ortaya şöyle bir durum çıkmaktadır ; 

En üst kimlikleri insan olmak, ve alt kimlik olarak aynı dine mensup olmak olan biz Müslümanların bir çoğu, bu kimlik yerine daha alt kimlikler oluşturmak sureti ile bölük pörçük bir hale düşmüşler , dahası sahip oldukları alt kimlikleri en üst seviyeye çıkararak , karşılarındaki insanları sahip oldukları bu kimliklere göre değerlendirmek yanlışına düşmüşlerdir.

[041.033]  Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve: «Gerçekten ben Müslümanlardanım» diyenden daha güzel sözlü kimdir?

Kendisinin Müslüman olduğunu iddia eden, fakat bu isminin yanına ilave isimler alarak sonradan oluşturulmuş fırka , mezhep , meşrep , tarikat v.s hiziplere kendisini ait görerek tanıtan Müslümanlar , bugün dünyanın birbirleri ile kavgalı olan topluluklarının başında gelmektedir. 

İnsan üst kimliğine ve Müslüman alt kimliğine sahip bir kimse ile arasında kardeşlik ilişkisi kurması gerekmesine rağmen , sadece kendi hizbi ,tarikatı , mezhep , meşrep , dernek , ve vakfına mensup olmadığı için, karşısındaki kimseye kin ve nefret duyan Müslüman tipi, 1400 küsur senedir, en büyük sıkıntımız olarak halen yaşatılmaya çalışılmaktadır. Sahip oldukları alt kimliklerin en doğru yol olduğunu dini temellere dayandırmak isteyen Müslümanlar, meşhur!! 73 fırka hadisi ile kendilerini fırka-i naciye (kurtulan fırka) ilan ederek , herkesi kendi fırkalarına  çağırmaktadırlar.

Halbuki karşısındaki insana önce kendisi gibi bir insan olduğu için saygı duyması gereken bir çok Müslüman , bir başka Müslümanı sadece kendi hizbine , meşrebine , mezhebine , tarikatına v.s mensup olmadığı gerekçesi ile insan olarak dahi görmemektedir. Kendi aralarındaki farklılıklarından dolayı yüzlerce yıldır birbirinin kanını dökmeyi Cihad olarak gören , kendisi gibi düşünmeyen bir Müslümanı tekfir etmeyi imanın ilk şartı sayan bir Müslüman tipinin artık İslam adına verdiği zararların acilen son bulması gerekmektedir. 

İnsana önce insan olduğu için değer veren , bırakın kendi hizbinden olmadığı için bir başka Müslümana düşmanlık göstermeyi , kendi dininden olmayan birine dahi Kur'an tarafından belirlenen kriterleri dikkate alarak düşmanlık gösteren bir Müslüman tipine dünyanın acilen ihtiyacı vardır. 

Müslümanların içinde bulunduğu karanlık durum , iman iddiasında bulundukları kitabın kendilerine gösterdiği yolu terk ederek , başka belirleyiciler tarafından gösterilen yollara gitmeleridir. Bu yollar Müslümanları karanlığa götürdüğü gibi , dünyanında karanlığa gömülmesine sebep olmuştur. Bu karanlıktan çıkışın çaresi Nur'a yani Kur'an'a yeniden yönelmektir.

Bu yöneliş, kitabın bizlere İnsanlar ile iletişim nasıl kurulur ? sorusunun cevabını veren ayetlerini okumak ve yaşamak ile olmalıdır. İnsanlar ile konuşmayı bilmeyen , onlar ile düzgün iletişim kurmasını bilmeyen topluluklar , kendilerini ifade etmekte sıkıntı çekecek , başkalarının kendilerini yanlış tanımalarına sebep olacaklardır.

Bu noktada Muhammed (a.s) ve diğer elçilere önerilen tebliğ metodu ve müşrikler ile olan ilişkilerinde, onlara önerilen yolun öğrenilmesi önemlidir. Şurası asla unutulmamalıdır ki , insanların gönüllerinin İslama ısındırılması onları zorla kılıç yolu ile boyun eğdirmek ile değil , onların gönüllerini İslama ısındıracak söz ve fiillerle olacaktır. 

Müslümanlar birbirlerine ve kendileri dışındaki insanlara karşı olan davranışlarında önce insan olmayı öne çıkaran davranışlar sergilemeye başladıkları, zaman dünyanın çehresi bile değişmeye başlayacaktır. 

Bir insan Müslüman olabilir ama önce insandır . Bir insan Hristiyan , Yahudi , Mecusi v.s olabilir ama önce insandır. Bir insan Türk , Kürt , Arap , Alman v.s ırka mensup olabilir ama önce insandır. İnsanlar dinlerini , ırklarını , kavimlerini üst kimlik olarak görerek , asıl üst kimliklerini unuttukları zaman , en iyi , en doğru , en hakiki , en güzel olarak sadece kendi mensup oldukları alt kimlikleri görecek , kendi dışındakileri ise yaşamaya hakkı olmayan sefil mahluklar olarak görmek sureti ile katletmek yoluna gidecektir. 

Kimlik arayışındaki insanın önce sahip olması gereken kimlik, kendisinin diğer insanlar gibi bir insan olduğunu ve herkesle eşit derecede haklara sahip olduğunu bilmesidir. Bu kimliğe sahip olduğunun şuuruna vakıf olan bir insan , kendi dini , kavmi , ırkı ve rengine mensup olmayanların da en az kendisi kadar dünya yüzünde yaşamaya hak sahibi olduğunu bilecek ve onların haklarını gasp etmek yoluna gitmeyecektir.


Sonuç olarak ; Kur'an bize her konuda yol gösterdiği gibi , dünya yüzünde yaşayan insanlara karşı nasıl bir bakış açımız olması gerektirdiği konusunda da yol göstermektedir. Hucurat s. 13. ayeti bu konuda bizlere önemli bilgiler vermektedir. 

Ayet bütün insanların bir erkek ve bir dişiden yaratıldığın beyan etmekle herkese bir üst kimlik vermektedir. Bu üst kimliğin altındaki insanın sahip olduğu bir takım ırk , kavim , renk gibi özellikleri ise alt kimlik olarak nitelemek mümkündür. 

Ayet bizlere sahip olduğumuz alt kimliklerimizin birbirimize karşı övünç vesilesi olarak görülemeyeceği , insanlar arasında derecelendirme yapma yetkisinin sadece Allah (c.c) ye ait olduğunu beyan ederek , herhangi kimsenin veya toplumun sahip olduğu alt kimliğiyle diğer insanlara karşı üstünlük taslamasının önünü kesmektedir. 

Dünyanın fesat içinde olduğunu , her geçen gün yeni insanlık felaketlerinin yaşandığını dikkate aldığımızda , bu fesadın sebeplerinin alt kimliklerin öne çıkarılmak sureti ile diğer insanlara zulüm edilmesinin meşru hak ve vazifeleri  olduğuna inanan insan ve toplumlar olduğunu görebiliriz.

Eğer insanlar birbirlerine karşı bakışlarını ve düşüncelerini sahip oldukları üst kimlik olan önce insan oldukları şuuruna vakıf bir halde yapacak olsalar , bırakın bir insanın diğer bir insanın canına kast etmesi , bir karıncanın dahi incitilmesi insanı yaralayacaktır. 

Yaşadığı arz üzerinde yaşama hakkına sahip olan canlı türünün sadece , kendi ırkı , kavmi , rengi , dini , mezhebine mensup olanlar değil , hangi ırk ,kavim ,renk , din ve mezhebe mensup olurlarsa olsunlar , herkesin arz üzerinde yaşama hakkına sahip olduğunu düşünen insanlar çoğalmaya başladığı zaman dünyanın çehresi değişmeye başlayacaktır.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.



18 Şubat 2017 Cumartesi

Enam s. 108 : Kutsal Değerlere Saygı Duymayı Öğreten Bir Ayet

İnsan , fıtri olarak kendisinden güçlü ona sığınabileceği , saygı duyabileceği , kutsal olarak görebileceği, kısacası Rab edinebileceği bir varlığa ihtiyaç duyar. Araf s. 172 ve 173. ayetlerini okuduğumuzda, bu ihtiyacın karşılanacağı yegane varlık olan Allah (c.c) adres olarak kendisini göstermektedir. Ancak çeşitli sebepler insana Allah (c.c) dışında başkalarını Rab olarak tanıma, ve onu kutsal bir varlık olarak görmek hatasına düşmesine sebep olmaktadır.

Her insan yaşamında kutsal olarak bildiği , saygı duyduğu , kendisince dokunulmazlık atfettiği, başkaları tarafından kötü söz söylenmesine dahi tahammül edemeyecek kadar sevdiği, kutsal olarak kabul ettiği bazı değerlere sahiptir. Yazımızın konusu , İnsanların sahip olduğu, bu kutsal değerlerin doğruluğunu  veya yanlışlığını irdelemek değil , Enam s. 108. ayetinde emredildiği üzere , o kutsallara saygı duymak gerektiği üzerinedir. 


[006.108] Allah'tan başkasına dua edenlere sövmeyiniz. Sonra onlar da bilmeksizin Allah'a düşmanlıkla söverler. Öylece her ümmete amellerini tezyin etmişizdir. Sonra dönüşleri Rablerinedir. Artık onlara ne yapar olduklarını haber verecektir.

"Allah'tan başkasına dua etmek" şeklinde ortaya çıkan halin , İslam literatüründeki adı bilindiği üzere "Şirk" tir. Şirk ise bir kulun Allah (c.c) ye karşı işleyebileceği günahların en büyüğüdür. Rabbimiz bu ayette, kendisine bırakarak başkalarını Rab edinmiş olanlara karşı nasıl bir tutum sergilememiz gerektiğini bizlere öğretmektedir. 

Karşımızda "Müşrik" olarak vasfedilmiş bir kişi veya toplum var ve biz bunların kutsal olarak gördüğü değerlere karşı herhangi bir kötü söz ve muamelede bulunmaktan Allah (c.c) tarafından men edilmekteyiz. Müşrik olarak gördüğümüz insanlara karşı bu şekil bir muameleyi Allah (c.c) bizlere emretmektedir. Çağdaş dünyada her insanın ağzında gezen "İnsan Hakları" kavramının en önemli bir maddelerinden birisi olarak , insanların kutsallarına saygı gösterilmesi gerektiğini beyan eden bu ayeti göstermek mümkündür.

Dünya tarihine baktığımızda , binlerce yıldır dökülen kanların en başta gelen sebebi , kendileri tarafından kutsal olarak bilinen değerlerin , başkaları tarafından aynı şekilde kutsal olarak bilinmemesi , insanların birbirlerinden ayrı kutsalların olması , her insanın veya toplumun kendi kutsalını En doğru , iyi , güzel , mükemmel olarak görmesi , karşısındakinin kutsalını ise En yanlış, kötü,çirkin,eksik olarak görmesidir. İnsanlar ve toplumlar arasındaki kutsal değerleri tanıyıp tanımama yüzünden çıkan savaşlarda binlerce yıldır kan dökülmüş , hala dökülmektedir.

Bir toplumu birbiri ile savaştırmak sureti ile güçsüz düşürerek onları hegemonyası altına almak isteyenlerin ellerindeki en büyük silahları , insanlar arasındaki kutsal değerler farkıdır. İnsanlar ve toplumlar arasındaki değerler farkını istismar ederek , onları birbiri ile savaştırmak sureti ile insanlar arasında fitne sokmak , insan şeytanlarının en sevdiği ve kullandığı kadim yollardan birisidir.

İnsan haklarını , Din , Akıl , Nesil , Can ve Malın korunması olarak 5 ana ilke de özetlemek mümkündür. Bu 5 esas insanların ve devletlerin birbirleri ile olan ilişkilerinde esas alındığında , dünya cennetten farksız olacaktır. Allah (c.c) bir insanın kanının hangi suçları işlediğinde helal olacağını beyan etmişken , insanlar birbirlerinin kanlarını helal görmeyi kendi tesbit ettikleri kurallara göre belirlemektedirler. 

Kendi dinine , mezhebine , meşrebine , partisine , ırkına , kavmine , devletine , tarikatına mensup olmayanları , potansiyel düşman olarak görmek sureti ile , onlara her türlü eza ve cefayı reva görmeyi meşru bir hak , hatta görev olarak gören insanların dünyayı nasıl fesada soktuklarını hepimiz görmekteyiz.


Ancak insanların kutsallarına karşı düzgün davranış sergilenmesi isteyen kitaba iman etme iddiasında olan biz Müslümanların , bu emre aykırı davranışlar sergileyen toplulukların başında geldiğimiz de herkesçe malumdur. 

Mensup olduğu meşrep , mezhep , tarikat , gurup , hizip , cemaatin gittiği yolu, en doğru yol olarak gören Müslümanların bir çoğu , kendilerine mensup olmayan diğer Müslümanlara maalesef iyi gözle bakmamaktadır. Bu kötü bakış, bazı fırkalarda öyle bir hale gelmiştir ki , kendilerine mensup olmayan diğer Müslümanların kanını , malını , canını ve ırzını helal görecek kadar gözü dönmüş bir hale gelinmiştir.

Müslümanlar arasındaki olan bu düşmanlıklar , bize düşman olan diğer toplulukların iştahını kabartarak , aramızdaki düşmanlıkları körüklemek sureti ile bizi güçten düşürmeyi , bizi birbirimize kırdırmak sureti ile yapmaktadırlar. 

[003.110] Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet olmak üzere vücude geldiniz, ma'rufı emredersiniz, münkerden nehy eylersiniz ve Allaha inanır iman getirirsiniz, Ehli kitab da imana gelse idi elbette haklarında hayırlı olurdu, içlerinden iman edenler varsa da ekserisi dinden çıkmış fasıklardır

İnsanlar arasından çıkarılmış olan hayırlı bir topluluk  ve insanlara şahit (örnek) olması emredilen bizler (22.78) , maalesef insanlara önce insan olduğu için saygı duymaları gerektiğini unutarak , saygının ve sevginin ölçüsünü kendileri gibi düşünenler ile sınırlamak , diğerlerini ötekileştirmek sureti ile önce Kafir - Müşrik olarak yaftalayarak , bu yaftaları taktıkları insanların kanlarının , mallarının , ırzlarının kendilerine helal olduğunu Allah'ın emrettiğini öne sürerek , yaptıkları bu cinayetlerin adını Kur'an'i bir kavram olan Cihad olarak koymaktadırlar.

Allah (c.c) bırakın aynı dine mensup olanların birbirlerinin kanlarını dökmelerine izin vermeyi , kendisine  şirk koşanların söz ile dahi olsa incitilmelerini yasaklamıştır. Bunun sebebi ise , söz ile incitilenlerin bu sefer aynı şekilde incitme hakkını kendilerinde görmek sureti ile, karşı tarafı incitme yoluna gitmeleridir.

Dininin sahibi olan , kullarına hayat içinde gerekli olan kuralları vaz eden Allah (c.c) nin biz kulları ise, onun tarafından vaz edilmiş kuralları az görerek , onun emretmediklerini onun emri gibi göstermek sureti ile, onun adına yeni bir din inşa etmek yoluna gitmekteyiz.


Enam s. 108. ayetindeki emrin muhatabı dikkat edilirse iman edenlerdir. Bizlere "Allah'tan başkasına dua edenlere sövmeyiniz" denilerek , bizim kutsallarımıza sövülmemesi bu şekilde sağlanmaktadır. Eğer biz karşı tarafı incitecek eylemlerde bulunduğumuz zaman , onların da bizi incitme yolunu açarak , hem onların günaha dalmalarına , hem de bu yolla insanlar arasında düşmanlıkların körüklenmesinin yolunu açmış olacağız. İnsanlar arasındaki düşmanlıkların körüklenmemasinin yollarından bir tanesi , kimsenin kutsal bildiği değerlerine karşı saygısızlık edilmemesinden geçtiği bize bu ayette öğretilmektedir.

"Biz onların kutsallarına küfretmediğimiz halde , onlar bizim kutsallarımıza küfrederse biz nasıl davranalım?" sorusunun cevabını, Fussilet s. 34. ve 35. ayetinde bulabiliriz.

[041.034]  İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.
[041.035]  Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna, büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulamaz.

Fussilet s. 34. ve 35. ayetleri , konu etmeye çalıştığımız Enam s. 108. ayeti gibi , insana önce insan olduğu için saygı duyulması gerektiğini öğreten ayetlerdendir. Bir insan başka bir insana karşı bir takım hatalar yaparak onu kızdırabilir veya incitebilir. Allah (c.c) kişiye bazı durumlarda düştüğü duruma , benzer şekilde karşılık vermesine de müsaade etmiştir (Nisa s. 148) . Ancak kişinin yaptığı hataya karşı ona iyilik ile mukabelede bulunmak daha erdemli bir davranış olup , karşı tarafın saygısını kazanmaya vesile olacak bir davranıştır. Yapılan bir haksızlığa karşı misli ile mukabelede bulunmadan önce , iyilik ile karşılık vermek , insani duyguları körelmemiş olanlarda derin izler bırakacaktır.

Kur'an'ın insani değerleri öne çıkaran ayetlerinin bu kitaba iman ettiğini iddia edenler  tarafından uygulama alanına sokulmamış olması daha acı verici bir durumdur. Dünyanın insani değerlere en fazla önem veren topluluğu biz Müslümanlar olması , ve insan olmanın değerini başkalarının bizden öğrenmesi gerekmesine karşılık , bu öğretmenliği bırakın yapmak , kendi içimizde bile birbirimize karşı olan davranışlarımız, vahşet boyutlarına kadar varmaktadır.


Müslümanların kendi içlerinde birbirlerine karşı olan vahşet uygulamaları içinde bulunduğumuz cehalet batağının boyutlarını göstermektedir. Müslüman olmak demek bu dinin kitabına harfiyen uymak demek olması gerekirken , farklı düşünce sahiplerinin , aralarındaki farklılıkları daha ileriye gitmek için bir basamak olarak kullanmak varken , düşmanlık vesilesi olarak görerek , birbirlerinin kanını helal saymaları hiç bir şeyle izah edilemez.

Biz Müslümanlar eğer dünyaya yön vermek iddiasında isek ki öyle olmalıyız , önce kendimize yön vermekle işe başlamak zorundayız. Kendimize yön vermenin ilk basamağı ise , aramızdaki fikir ayrılıklarına tahammül etmek , insani ölçüler içinde tartışabilmeyi öğrenmek ve bunu hayata uygulamak olmalıdır.

En küçük bir ayrılıkta Tekfirnikof marka silahı çalıştırarak karşısındaki Müslümana son mermisine kadar sıkmaktan cihad bilinci içinde haz alan bir Müslüman tipolojisinin artık dünya yüzünde yeri olmaması gerekmektedir. Farklılıkları hazmedebilmek önce kişinin olgun bir karaktere sahip olması ile gerçekleşecektir. 

Kendi doğrularını tek ve nihai olarak gören , Kargadan başka kuş tanımam edasında Müslümancılık oynamaya çalışan insanların rağbet ettiği kitaplar ve konular arasında tekfiri konu alan kitaplar olduğu sürece , Müslümanların karanlıktan kurtularak , aydınlığa kavuşması ve insanlara olan şahitliklerini (örnekliğini) yerine getirmeleri asla mümkün olmayacaktır. Müslümanlar kendi aralarındaki fikir ayrılıklarını hazmederek , kendi doğrularını birbirleri ile aralarında Bedevi Dil  yerine Medeni Dil ile konuşmaya başladıkları zaman aydınlamanın önü büyük ölçüde açılmış sayılacaktır.

Bu başlangıcın bir cemaat önderinin , bir tarikat liderinin aldığı karar ile kitlesel bir eylem olarak gerçekleşemeyeceği de bilinmelidir. Ötekileştirici ve ayrıştırıcı dilin en başta gelen söylem sahiplerinin kendilerini herhangi bir gurup ve cemaate vakfetmiş kişiler olduğu malumdur. Bu kişilerin bir çoğu mensup olduğu cemaat ve tarikatın söylemini din edinerek , herkesin bu söylem etrafında toplanması gerektiğini iddia etmekte , kendi dışındakileri ise Kafir - Müşrik - Sapık olarak görmektedir. Allah'ın dini bu gibi din baronlarının ve yandaşlarının elinden kurtulmadıkça gerçek işlevine asla kavuşamayacaktır.

Müslümanlar bağlı bulunduğu kişilerin ve kitapların tahakkümünden kurtularak , iman ettiğini iddia ettikleri kitabın emirlerini hayata yansıtmak için gerekli olan diyalog ve eylem içine girmedikleri sürece , aramızdaki ihtilaflardan doğan düşmanlıklar neticesindeki zararları telafi etmek mümkün olmayacaktır.

[005.105] Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.

Maide s. 105. ayeti , bize dışarıdaki düşmanlarımızın  hangi şartlarda zarar veremeyeceğini beyan eden bir ayettir. Biz eğer Allah (c.c) nin beyanları doğrultusunda bir fikir , düşünce , amel ve eylem birliği içinde olduğumuz sürece , bizim kendi aramızdaki düşmanlıklarımızdan fayda görecek olanlar , bizim kendi aramızda artık medeni bir dil ile konuştuğumuzu görerek birbirimizi kırmaktan vazgeçtiğimizi gördüklerinde,  ancak avuçlarını yalamak zorunda kalacaklardır.

Sonuç olarak ; İnsanları birbirine bağlayan en üst kimlik ve ortak payda önce Hucurat s. 13. ayetinin beyanı mucibince İNSAN olmaktır. İnsanlık ortak paydasının altında farklı din ve inanca sahip olmak bir alt kimlik olarak herkesin sahip olduğu bir kimliktir. 

İnsanların kendilerinin sahip oldukları din ve inançları öne çıkarmak sureti ile , kendilerinin dışındaki insanlara hayat hakkı tanınmaması gerektiğine dair olan düşünceleri dünyada fesadın yayılmasına sebep olan en büyük etkendir. 

Kur'an bu konuda bizlere nasıl bir yol izlememiz gerektiğini beyan eden ayetleri ihtiva etmektedir. İnsanın farklı bir inanca sahip olduğu gerekçesi ile ona sövmenin , hakaret etmenin , incitmenin yanlış olduğu beyan eden Enam s. 108. ayetini ve bu konudaki bazı ayetleri baz alarak yaşanan Müslüman hayatı , bütün insanlara örnek olacak ve dünyada fesadın değil ıslahın yayılmasına ön ayak olacaktır. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

15 Şubat 2017 Çarşamba

Kalem s. İçinde Geçen "Bahçe Sahipleri" Kıssası ve Kıssanın Sure İçi Bağlantısı Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması

Kur'an kıssa yollu anlatım metodu ile, geçmişlerin başından geçenleri bizlere aktarmakta , ve bu aktarımlardan ise, bizlerin hisse almasını amaçlamaktadır. Kalem suresi içinde geçen  Bahçe Sahipleri kıssası böyle bir kıssa olup , sure içindeki ilk muhataplar ile yakından alakası bulunmaktadır. Yazımızda hem bu kıssayı , hem de kıssanın ilk hitap ettiği kitleye ne demek istediğini okumaya çalışarak , bize dair nasıl bir mesajı olabileceği üzerinde de tefekkürde bulunmaya çalışacağız. 

Kalem suresi bilindiği üzere Mekke'de inen ilk dönem surelerdendir. Mekke'de inen ilk dönem surelerin ihtiva ettiği konulara baktığımızda ağırlıklı olarak , Mekke'li müstekbirlerin vahye karşı olan inkarcı tutumları , mal ve servetlerine güvenerek Allah'a ve elçisine kafa tutmaları , elçiye karşı şair , mecnun gibi yaftalar takarak davetini gözden düşürmeye çalışmaları gibi konular göze çarpmaktadır. 

Bahçe Sahipleri kıssasının daha iyi anlaşılması için , kıssa öncesindeki ayetlerin de dikkate alınması gerektiğini düşünmekteyiz. 

[068.001] Nûn, Kaleme ve yazdıklarına and olsun.
[068.002] Sen rabbının nimeti ile, mecnun değilsin.
[068.003] Gerçekten senin için kesintisi olmayan bir ecir vardır.
[068.004] Ve gerçekten sen, pek büyük bir ahlâk üzerindesin.
[068.005] Yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler;
[068.006] Hanginizde imiş o fitne ve cinnet.
[068.007] Doğrusu senin Rabbin, yolundan sapıtanları çok iyi bilir; O, doğru yolda olanları da çok iyi bilir.

Sure hurufu mukattaa (kesik harfler) ve yeminle başlamaktadır. Sure başlarındaki kesik harfler konusunda tefsirlerde bir çok yorumlar bulunmaktadır. En makul yorum olarak, yeni bir sure olduğunun bilinmesi, veya Arap alfabesinin bir harfi olması nedeniyle , okunan vahyin bu harflerden müteşekkil olduğunu , dolayısı ile muhatapların kendilerine okunan bu vahyi anlama noktasında herhangi bir sıkıntıya düşmelerinin söz konusu olmadığını bilmeleri şeklinde yorumları sayabiliriz.

Devam eden ayetler , Mekke'li müşriklerin Muhammed (a.s) ın çağrısını gözden düşürmeyi amaçlayan iddialarından biri olan Mecnunluk iddiasını ele alarak , onun böyle bir hal üzerine olmadığını, aksine üstün bir yaratılışa sahip olduğunu haber vermekte , gerçeğin en yakın zamanda ortaya çıkacağını beyan ederek , hangi tarafın yolunun doğru veya yanlış olduğunun bilineceğini hatırlatmaktadır.

[068.008] O halde, yalanlayıcılara itaat etme.
[068.009] Onlar, senin kendilerine yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı.
[068.010] Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran aşağılık.
[068.011] Daima ayıplayan ve laf getirip götürene.
[068.012] Durmadan hayra engel olana, haddi aşana, çok günahkara.
[068.013] Kaba, sonra da soysuz, alçak.
[068.014] Mal ve oğullar sahibi olmuş diye.
[068.015] Ayetlerimiz ona okunduğu zaman; öncekilerin masalları, der.
[068.016] Biz yakında onun burnu üzerine damga basacağız.
[068.017-8]  Biz bunları, vaktiyle bahçe sahiplerini denediğimiz gibi denedik. Sahipleri daha sabah olmadan, bahçeyi devşireceklerine bir istisna payı bırakmaksızın yemin etmişlerdi.

Devam eden ayetlerde , kendisini Mecnun olarak itham eden Mekke'li müşriklerin bariz özelliklerini sayarak, hem sayılan vasıflara sahip olmanın yanlışlığını da hatırlatmak sureti ile , Muhammed (a.s) a tebliğ yolunda yürürken nasıl bir yol haritası izlemesi gerektiği öğretilmektedir.

Kendilerinden önce yaşamış olanların başından geçen bir imtihan olayı , Mekke'li müşriklerin imtihanı ile aynileştirilmek sureti ile anlatılarak , onların başlarına gelen akıbetin kötülüğünden ibret almaları amaçlanmaktadır. Mekkelilerin , bahçe sahipleri kıssasında anlatılan aktörlerle kendi aralarında benzerlik kurulmak sureti ile , yıllarca çalışıp emek vererek kazandıkları ,ve bu kazançlarını övünç ve inkar vesilesi olarak görmek sureti ile Allah'a ve elçisine kafa tutacak kadar güvendikleri mallarına fazla güvenmemeleri öğütlenmektedir.

Bütün yıl emek vererek çalıştıkları bahçelerinden çıkan ürünü hasat etme zamanı gelen bahçe sahipleri , emeklerinin karşılığını alacak olmanın verdiği şevk ve heyecan ile, ertesi gün için planlar yapmakta , ürünlerinin helak olabileceğini akıllarının ucuna bile getirmemektedirler.

[068.019] Derken onlar uyurken Rabbin tarafından bir dolaşan (afet) onun üzerinden dolaşıverdi.
[068.020] Artık o bostan yanarak simsiyah kesilmiş gibi bir hale dönüverdi.
[068.021] Derken sabahleyin birbirlerine seslendiler:
[068.022]  «Haydi, devşirecekseniz erkenden ekininize gidin» diye.
[068.023]  Derken fırladılar, aralarında fısıldaşıyorlardı.
[068.024]  Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanımıza sokulmasın.
[068.025] Yoksulları engelleme azmi içinde ilerlediler.

Gece uyurken bütün yıl emek verdikleri bahçelerinin kökünün kazındığından habersiz olan bahçe sahipleri , sabahleyin erkenden işlerini bitirmek için yola çıktıklarında , açgözlülüklerini ve fakirlere karşı olan tutumlarını da dilleri ile dışa vurmaktadırlar. Bahçe sahiplerinin yoksullara karşı olan tutumları ile , Mekke'li müşriklerin yoksulları karşı olan tutumlarının aynı oldukları dikkat çekici bir noktadır. 

[107.001] Dini yalan sayanı gördün mü?
[107.002] İşte o'dur yetimi şiddetle iten,
[107.003] Yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen.

Maun ve diğer surelerdeki bir çok ayetler , Mekke'li müşriklerin yetim ve yoksullara karşı olan tutumlarını bildirmektedir. Yolda çeşitli hayaller kurarak ürünlerini devşirmek için bahçelerine gelenler , beklemedikleri bir şey ile karşılaşırlar.

[068.026] Fakat bahçeyi görünce «Herhalde biz yolu şaşırdık» dediler.
[068.027] Hayır doğrusu biz mahrum bırakıldık.

Bütün yıl uğraştıkları bahçelerinin ürünlerini devşirmek için geldiklerinde , bahçelerinin yerinde yeller estiğini gördüklerinde, önce gözlerine inanamayan bahçe sahipleri kendilerine geldiğinde gerçeği anlamışlardır. 

[068.028] Ortancaları (en mu'tedilleri) demedim mi size: tesbîh etseydiniz.

Bahçe sahiplerinin hepsinin bir olmadığını yukarıdaki ayet göstermektedir. Yaptıklarının yanlış olduğunu , doğru olanın tesbih dairesinde bir hayat sürmek olduğunu söyleyen arkadaşlarını dinlememenin cezası , bahçe sahiplerine pahalıya patlamıştır. Fakat zararın neresinden dönülürse kar olduğunu bilmeleri onlara fayda sağlamış, ve yaptıklarından pişman olup tevbe etmişlerdir. 

[068.029] Dediler ki: Tesbih ederiz Seni Rabbımız, gerçekten biz, zalimlerden olmuşuz.
[068.030] Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamağa başladılar:
[068.031] «Yazıklar bize, gerçekten bizler azgınmışız» dediler.
[068.032] «Belki Rabbimiz, onun yerine ondan daha hayırlısını verir; şüphesiz biz, yalnızca Rabbimize rağbet eden kimseleriz.»
[068.033]  İşte azap böyledir; ama ahiret azabı daha büyüktür; keşke bilseler!
[068.034] Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, Rableri katında nimet cennetleri vardır.
[068.035] Öyle ya, teslimiyet gösterenleri suçlular gibi tutar mıyız hiç?

Kur'an kıssaları içermiş olduğu mesajlar ile sayfalar tutabilecek sözleri kısa bir biçimde anlatmak özelliğine sahiptir. Bahçe sahipleri kıssası, ilk muhataplar olan Mekke'li müşriklere övündükleri servetlerine fazla güvenmemelerini , onlar  farkında bile olmadan mal ve servetlerinin bir anda yok olabileceği mesajını vermektedir. 

Aynı kıssayı, insanın yaşadığı hayat ile bağını kurarak okumak ta mümkündür. Bahçe sahiplerinin bütün yıl çalışıp çabalayarak ürünlerini devşirecek hale gelmesini , insanın bütün yaşamı boyunca dünyada çalışmasını ve dünyada çalışarak kazandıklarını devşireceği yer olan ahiret ile ilişkilendirmek mümkündür. 

Eğer insan, yaşamı boyunca vahiyden soyutlanmış , Allah'a iman etmeyen bir yaşam sürmüş ise, bütün yaşamı boyunca çalışarak elde ettiği kazancının gelirlerini devşireceği hesap gününde, bahçe sahiplerinde olduğu gibi yaşamı boyunca çalışıp çabalayarak elde ettikleri, karşısına yanmış kül olmuş bir bahçe misali gelecek , ve çalışıp kazandıkları kendisine hiç bir fayda sağlamayacaktır.

Bahçe sahipleri kıssasında gözümüze çarpan önemli bir husus , o kıssadaki kahramanların yaptıkları yanlıştan geri dönerek tevbe etmiş olmalarıdır. Ancak hesap gününde hiç kimseye böyle bir imkan tanınmayacak , yaptıklarının yanlış olduğunu anlayanlar , ne kadar isteseler de geri dönerek, salih ameller işlemek imkanı bulamayacaklardır.

Bahçe sahipleri kıssası , insanların yaptıkları yanlışlardan ne zaman tevbe etmeleri gerektiğini de öğretmektedir. Yaptıklarının yanlış olduğunu anlayan bahçe sahipleri , uyanık bir davranış sergileyerek , bahçelerinin yok olmasına isyan etmemişler , bahçelerinin yok olmasına sebep olan yanlış davranışlarını fark ederek, tevbe etmek sureti ile yol yakın iken geri dönmüşlerdir.

Kıssanın anlatıldığı 30. ve 31. ayetlerde , bahçe sahiplerinin birbirleri ile olan tartışmalarını görmekteyiz. Bu tartışmaların bir benzeri ahiret gününde cehennem ehlinin arasında da görülmektedir. 32. ayete baktığımızda , bahçe sahiplerinin bu tartışmalarından faydalı bir sonuç çıkmakta , pişmanlık sergileyerek yaptıkları hatadan geri dönme imkanlarına sahip oldukları anlaşılmaktadır. Ancak cehennem ehlinin yaptıkları tartışmalarda pişmanlıklarını ortaya koymakla beraber , yaptıkları hatadan geri dönme imkanları artık mümkün değildir.

Kıssanın anlatıldığı 33. ayet ahiret azabının büyüklüğüne dikkat çekerek , sakınanlara , verilecek nimeti hatırlatarak , dünyadaki cenneti ahiretteki cennete değişmemeleri öğütlenmekte , teslim olanların teslim olmayanlara karşı ayrıcalık sahibi olacaklarını beyan etmektedir. 

Surenin ilerleyen ayetleri , Mekke'li müşriklere dönerek onlarında ilerisi için hiç bir garantileri olmadığını bildirmekte , her an başlarına beklemedikleri bir son gelebileceğini hatırlatmaktadır.

Kıssanın hitap çevresi elbette sadece ilk muhataplar olan Mekke'li müşrikler ile sınırlı değildir. Kıssada isim ve mekan zikredilmemiş olması , kıssanın her an yaşanan bir kıssa olduğu fikrini vermesi açısından düşünülebilir. 

Dünya hayatını yaşayan her insan bir çeşit bahçe sahibidir , kıssa bütün insanlar tarafından her an yaşanmaktadır. 

Bahçe sahipleri kıssasındaki "Bahçe" objesini daha geniş bir anlamda , insana Allah (c.c) tarafından verilen her türlü nimet olarak okumak , kıssayı evrensel bir mesaj olarak okunmasını da sağlayacaktır. Kıssada bahçe sahiplerinin bahçe ile imtihan edildiklerini öncelikle hatırlayarak , bahçe objesinin insanın imtihan edildiği dünya hayatının tüm nimetlerini sembolize ettiğini de görebiliriz.

Allah (c.c) bir çok ayetinde, insana verdiği nimetin dünya hayatının geçici menfaati olduğunu , bu nimetleri ona emanet olarak verdiğini , asıl mülk sahibinin kendisi olduğunu , bu nimetlere sarılarak ahireti unutmamasını öğütlemektedir. Fakat bir çok insan bu öğütleri unutmakta , dünyayı ebedi bir mekan olarak görerek , ahireti öteleyen bir yaşam sergilemektedir. 

Sonuç olarak ; Bahçe sahipleri kıssası , dünya hayatında sahip olduğu mal ve servete güvenerek insanlar üzerinde hegemonya kurmak isteyenlere öğütler vermektedir. Ellerindeki servetin büyüklüğüne güvenerek , Allah'a kafa tutmaya kalkmamalarını hatırlatan bu kıssa , hiç farkında olmadan bir anda sahip olunan mal ve servetin insanın elinden gidebileceğini hatırlatmaktadır.

Bahçe sahipleri kıssası , dünya malına sarılarak ahireti unutan insan tiplerine örnek olan okunabilecek bir kıssadır. İnsan eğer sahip olduğu dünya nimetlerini , kendisine öğütlenen yol üzerinde kullanmayarak , Şeytanın öğütlediği yol üzerinde kullanmaya kalktığında , bütün hayatı boyunca çalışarak elde ettiği ve hesap gününde lazım olan kazancını yanmış kül olmuş bir biçimde görerek hiç bir faydasını göremeyecektir.

Bahçe sahipleri kıssası , dünya hayatının geçici menfaatine kapılarak ahireti unutan fakat yaptığının hata olduğunu yaşamında anlayarak yanlışından dönenlere de örnek bir kıssadır. Tevbe kapısının açık olduğunu da hatırlatan bu kıssa , başına gelen musibetten ders alarak hatasından dönmenin kişiye olan faydasını da hatırlatmaktadır. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

13 Şubat 2017 Pazartesi

Teğabun s. 14-16.Ayetleri : Kur'an'dan Aile İçi İletişim Önerileri

Anne , Baba ve çocuklardan oluşan, toplumu oluşturan en küçük yapı taşına verilen ad olan ailenin sağlıklı biçimde hayatiyetini devam ettirmesi , toplumun huzuru ve mutluluğu açısından önem arz etmektedir. Fakat çeşitli etkenler, aile içindeki bireylerin birbirleri ile aralarındaki bağlarının kopmasına neden olarak , onların yabancılaşmasını ve birbirleri ile çatışmasını beraberinde getirmiştir. "Kuşak Çatışması" olarak bildiğimiz bu durum, özellikle Müslüman Aile yapısı içinde büyük sıkıntılara yol açmaktadır.

Çocuklarının da kendileri gibi İslama uygun bir hayat yaşamasını arzu eden ebeveynler , çocukları belli bir yaşa geldikten sonra bu isteklerinin yerine gelmediğini gördüklerinde büyük bir hayal kırıklığına uğramakta , üzülmekte ve çocukları ile büyük sıkıntılar yaşamaktadırlar. Bu sıkıntılar sadece çocuklar ile ilgili olmayıp , karı veya koca arasında da yaşanmaktadır. Karı ve kocadan herhangi birisi, İslami bir hayat tarzını seçerken diğeri seçmemekte , bu durum ise karı koca arasında da sıkıntılara yol açmaktadır. 

Karı ve kocanın birbirleri ile anlaşamamaları sonucunda , boşanma imkanları olmakla birlikte, çeşitli sebepler bu yola başvurulmasını engellemektedir. Yazımızda, anne baba ile çocuklar arasında , veya karı ve koca arasında çatışma yaşandığında nasıl bir yol izlenebileceği yönünde, Kur'an içindeki mevcut önerileri okumaya çalışacağız. 

[064.014]  Ey iman edenler; eşlerinizin ve çocuklarınızın içinde size düşmanlık edenler vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz ve örterseniz; şüphesiz ki Allah; Gafur'dur, Rahim'dir.

[064.015]  Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız bir fitne (imtihan)dir. Büyük mükafat ise Allah katındadır.

[064.016] Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.

Teğabun s. 14. ayetindeki eşlerin ve çocukların düşman olmasını , eşlerin ve çocukların takva temelli bir aile yapısına uygun ameller işlememeleri olarak anlamak mümkündür. Eşlerden veya çocuklardan oluşan aile içindeki bireylerin birbirleri ile uyumlu bir hayat sürmemeleri , beraberinde aile içi çatışmayı getirecek ve huzursuzluklara yol açacaktır.

[030.021] Kendileriyle huzura kavuşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunlarda düşünen bir kavim için ayetler vardır.

İnsan, fıtratından gelen özellikler nedeni ile karşı cinse karşı ilgi duymakta , onun karşı cinse duyduğu bu ilgi , aile kurumunun oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Ailenin oluşmasından sonraki aşama olan , sağlıklı mutlu ve huzurlu bir şekilde devamı , eşler arasında sevgi , muhabbet ve hoşgörü ile mümkün olacaktır. Bu unsurların bulunmadığı aileler, zaman içinde parçalanmaya ve yok olmaya mahkum olacaktır.

Aile içindeki sevgi ve muhabbetin azalmasına sebep olabilecek bir çok unsur zikredilebilir. Biz konuya aile bireyleri arasındaki İslami duyarlılık açısından bakmaya çalışarak , aile içindeki bireylerin herhangi bir tanesinde meydana gelen İslami hassasiyetsizliğin, diğer bireyler üzerinde yol açmış olduğu rahatsızlığın ne şekilde aşılabileceği üzerinde durmaya çalışacağız.

[031.014] Biz insana anasına, babasına (itaat etmeyi) de tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. (Onun) sütten ayrılması da iki yıl içindedir. Bana ve anana-babana şükret diye de (tavsiye ettik). Dönüş ancak Banadır.
[031.015]  Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.

Allah (c.c) insana anne ve babasına itaat etmeyi emrettiği ayetler, Kur'an'ın bir çok yerinde mevcuttur. Anne ve babaya itaatın körü körüne bir itaat değil , şartlı bir itaat olduğunu , Lukman s. içindeki ayetlerden ve İbrahim (a.s) ın babasına karşı olan örnekliğinden anlamaktayız. 

Konumuz olan Teğabun suresi ayetleri ile ilişkili olduğunu düşündüğümüz , Ahkaf s. 15-18. ayetler arasında anlatılan örnek bir çocuğu, ve başka bir çocuk ve ebeveyn arasında geçen bir konuşmayı da hatırlayarak , bu günkü deyim ile kuşak çatışması yaşayan bir ailenin, çocuğu ile nasıl bir iletişim örneği sergilediğini görelim.

[046.015] Biz; insana, anne ve babasına ihsan etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet erginlik çağına ulaşınca ve kırk yaşına varınca der ki: Rabbım bana; ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin hoşnud olacağın salih amel işlememi ilham et. Bana verdiğin gibi soyuma da salah ver. Doğrusu ben, Sana döndüm. Ve gerçekten ben, müslümanlardanım.
[046.016] Onlar öyle kişilerdir ki, yaptıklarının en iyisini onlardan kabul ederiz ve onların günahlarım bağışlarız, cennet halkı arasındadırlar. Bu dünyada kendilerine söylenen doğru sözün gerçekleşmesidir.
[046.017] O kimse ki, anne ve babasına: «Öf size, benden önce nice kuşaklar gelip geçmişken, beni (diriltilip) çıkarılacağımla mı tehdit ediyorsunuz?» dedi. O ikisi (anne ve babası) ise, Allah'a yakararak: «Yazıklar sana, iman et, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır.» (derler; fakat) O: «Bu, geçmişlerin masallarından başkası değildir» der.
[046.018] İşte onlar; kendilerinden önce cinnlerden ve insanlardan gelip geçmiş ümmetler içinde üzerlerine söz hak olmuş kimselerdir. Doğrusu onlar, hüsrana uğrayanlardandırlar.

Ahkaf suresindeki bu ayetler , anne ve babasına karşı olan vazifesini gereği yapan bir çocuk ile , anne ve babasına karşı olan vazifesini gereği gibi yapmayan başka bir çocuğun örneğini vermektedir. Bir çocuk, yerine getirdiği vazifesinin karşılığında cenneti hak ederken , diğer bir çocuk ise, yerine getirmediği vazifesinin karşılığında cehennemi hak etmektedir.

[020.132] Ehline salatı emret, hem de kendin ona sabırla devam et! Biz, senden bir rızık istemiyoruz, seni Biz rızıklandırırız; güzel sonuç takvanındır.

Salat , kulun Allah (c.c) ye karşı olan vazifelerinin tümünü içine alan bir kavramdır. Aile reisinin , aile içindeki bireylere karşı olan sorumluluğu, önce kendisinin Allah (c.c) nin rızasına uygun bir hayat yaşaması , sonra ise tüm aile bireylerine bu yönde bir yaşamı tavsiye etmesi olmalıdır.

Yukarıda meallerini verdiğimiz Ahkaf s. 17. ve 18. ayetlerinde, anne ve babası gibi hayatını İslami bir yaşam yönünde ikame etmeyerek , Allah'a isyan eden bir çocuk tasvirini görmüştük. Bu ayetlerde gördüğümüz çocuk tasvirini , konumuz olan Teğabun suresi 14. ayetindeki " Ey iman edenler; eşlerinizin ve çocuklarınızın içinde size düşmanlık edenler vardır. Onlardan sakının" cümlesi ile birlikte okuduğumuz zaman , eşlerin ve çocukların düşmanlığını , onların iman edenlerden olmamak sureti ile küfrü tercih eden bir hayat yaşamaları olarak anlayabiliriz. 

Çünkü aile reisinin sorumluluğunda olan eş ve çocuklar , yanlış bir yaşamı seçtiklerinde, eğer aile reisi onlara doğru bir yaşam örnekliği göstererek , bu doğru yaşamı onlara da tavsiye etmedi ise, aile reisi bu konuda sorumlu duruma düşecektir. Yapılan düşmanlığın , kişinin cehennem ehli olmasına sebep olacak bir duruma düşmesi olduğunu hesaba kattığımızda , sorumlu olduğumuz eşler ve çocuklarımıza gerekli olan bilgileri vermemek sureti ile, hem onları hem de kendimizi ateşe biraz daha yaklaştırmış , bu sebeple kendimize büyük bir kötülük yapmış ta sayılacağız. 

Yaşadığımız toplum içinde İslami bir yaşantıyı tercih eden anne ve babaların büyük çoğunluğunun çocuklarının, anne ve babaları gibi İslami bir yaşantıyı tercih etmediklerini , televizyon , gazeteler , internet v.s gibi iletişim organları ile süslü gösterilen popüler kültürün esareti altına girmek sureti ile İslami bir yaşantıdan uzaklaştıklarını görmekteyiz. Bu durum bir çok anne babayı rahatsız etmekte ve çocuklarının bu gidişlerine engel olmak için çeşitli yollara başvurmaktadırlar. 

Çocukları ile sert tartışmalara girmek sureti ile kendi istedikleri yola girmelerini isteyen anne babaların yine bir çoğu, istediklerini başaramamanın verdiği huzursuzluk ve üzüntü ile ne yapacaklarını şaşırmış bir vaziyettedirler.

Yeri gelmişken , Muhammed (a.s) dan rivayet edilen , çocukları namaza alıştırma ile ilgili bir hadiste , bir çocuğun 10 yaşına geldiği halde hala namaz kılmaya başlamadığı takdirde dövülmesi gerektiğine dair olan rivayetin , Muhammed (a.s) a isnat edilmiş uydurma bir söz olduğunu hatırlatmak istiyoruz. Çünkü dayak ve kötü sözlerle insanları iyi olan bir şeye yöneltmek asla mümkün değildir. 

Bugün çocuklara dini eğitim vermek iddiasında olan bazı kurumlardaki çocuklara uygulanan baskı ve dayakların, dindar bir nesil yetiştirmek yerine , dine düşman bir nesil yetiştirmeye yaradığını herkes bilmektedir. Yaşı kemale ermiş ve dine karşı düşmanlık besleyen bazı kimselerin hikayelerinde , çocuk iken dini kurumlarda gördüğü şiddet önemli bir yer tutmaktadır.

Ahkaf suresi 17. ayetinde iman etmeyen çocuklarına karşı anne ve babanın tepkisi ile , Teğabun suresinin 14. ayetindeki "Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz ve örterseniz" cümlesi , bize onlara karşı nasıl yaklaşmamız, ve onlarla nasıl bir iletişim kurmaya çalışmamız yönünde bilgiler içermektedir.

İslamı yaşamaya çalışan her anne ve baba kendi evladının da aynı şekilde İslami bir yaşam sürmesini arzu eder. Bir çok ebeveynin bu istekleri maalesef istedikleri karşılığı bulmamaktadır. İslami bir yaşamı seçmiş olan ebeveynlerin , İslami bir yaşamı seçmemiş olan çocuklarına karşı hiç bir zaman sert ve kırıcı bir üslup kullanmamaları çok önemlidir. Onlara karşı sevecen ve yumuşak tavırlar ile yaklaşım göstermek , onların kalplerinin yumuşamasına vesile olabilir. 

Onlara karşı sert ve baskıcı yöntemler kullanarak , istenilen sonucu almaya çalışmak asla doğru bir yöntem değildir. Sert ve baskıcı yöntemler , bu çocukların dinden daha fazla soğumasına sebep olacağı gibi , ebeveyn baskısı ile İslami bir yaşama yönelmek , münafık karakterli çocukların yetişmesine sebep olacaktır. Nuh (a.s) ın, iman etmeyen oğluna karşı kullandığı yumuşak dil , bizler için bu konuda örnek teşkil etmelidir.

[050.045]  Onların dediklerini Biz biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; söz verdiğim günden korkanlara Kuran'la öğüt ver.
[088.021-2]  Artık sen hatırlat. Şüphe yok ki, sen ancak bir hatırlatıcısın. Onların üzerlerinde bir musallat (cebbâr) değilsin.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerde , Muhammed (a.s) ın tebliğde kullanması gereken yöntem beyan edilmektedir. Kimsenin kimseyi evladı da olsa zorlamak gibi bir durumun asla söz konusu olamayacağını , elçiye beyan edilen tebliğ yöntemini dikkate alarak bizler de bilmeliyiz. 

Yaratılışın gayesi imtihan olduğuna göre, herkes kendi imtihanını yaşayacaktır. Bir ebeveyn eğer çocuğuna kendi vazifesi gereği, yaşayacağı hayat içinde çocuğuna gerekli olan bilgileri öğretmiş ise, sorumluluğu kendi üzerinden atmış olacaktır. Çocuk , ebeveyninden öğrendiği bilgileri hayatına aktarmak veya aktarmamak noktasında hür iradesini kullanarak karar verecek , ve bu kararından sadece kendisi sorumlu olacaktır.

Bu türden sıkıntılar eşler arasında da baş gösterebilmektedir. Eşlerden birisi İslami bir hayat tarzını tercih ederken, diğer eş farklı bir hayat tarzını tercih edebilmektedir. Bu durumda eğer ayrılmak yolu seçilmezse , eşler arasında saygı ve hoşgörü üzerine kurulmuş bir ilişkinin devamı şarttır. Hiç bir eşin diğerini kendi istediği hayat tarzını seçmesi yönünde baskıcı ve ısrarcı bir yöntem kullanmaya hakkı yoktur.

[066.010]  Allah, kâfir olanlara Nûh'un zevcesi ile Lût'un zevcesini bir misal olarak irâd etmiştir. Sâlih kullarımızdan iki kulun (nikahı) altında idiler. Sonra o ikisine hıyanette bulundular, artık (o iki sâlih kul da) onları Allah'ın azabından hiç bir şey ile kurtaramadılar ve denildi ki: «(İkiniz de) Ateşe girenler ile beraber giriveriniz.»
[066.011] Ve Allah, imân etmiş olanlara, Fir'avun'un zevcesini bir misal olarak irâd buyurmuştur. O vakit ki (o kadın şöyle) demişti: «Yarabbi! Benim için nezd-i ulûhiyetinde cennette bir ev yap ve beni Fir'avun'dan ve onun amelinden kurtar ve beni zalimler olan kavimden halâs et.»

Yukarıda meallerini verdiğimiz Tahrim s. 10. ve 11. ayetleri karıları kafir olan , Nuh ve Lut (a.s) ları , kocası kafir olan Firavun'un karısını örnek vermek sureti ile , eşler arasındaki inanç farkına rağmen eşler arasındaki yaşamın devam edebileceğini göstermektedir. 

Bu noktada Nikahın düşmesi olarak ifade edilen , eşlerden birisinin kafir olduğu takdirde nikahın düşerek , eşlerin zina etmiş sayılacağı iddialarının yanlış olduğunu hatırlatmak istiyoruz. Eşlerden herhangi bir taraf kafir olsa dahi nikaha herhangi bir zarar gelmez , eşler zani durumuna da düşmez , evlilik akdi devam eder.

Lukman s. 15. ayeti içindeki kafir ebeveyne sahip olan bir çocuğa " Onlarla dünyada iyi geçin" şeklinde verilen emir, sadece inanmayan ebeveyne sahip olan çocuk için değil , inanmayan çocuğa sahip olan ebeveyn , inanmayan karıya sahip olan koca , inanmayan kocaya sahip olan karı için de geçerlidir. İnanmak veya inanmamak kişilerin serbest iradelerinin sonucu olan seçimi ile gerçekleşen bir durum olup , yakınlarımız biz gibi inanmamış olsa dahi onlarla iyi ilişkilerimizi devam ettirmek zorundayız. 

Sonuç olarak ; Aile içindeki bireyler arasında uyumlu bir hayat sürülmesi , ailenin mutluluğu ve huzuru için önemlidir. Ancak bu uyum, İslami bir yaşam arzulayan bir çok ailede popüler kültürün etkisi altında kalarak , gayri İslami bir yaşam tarzını seçen çocukları sebebi ile sarsıntı geçirmektedir. 

Ebeveynlerin vazifeleri gereği çocuklarına yaşamlarında gerekli olan bilgileri öğretmek gereği bulunmaktadır. Çocuklar ebeveynlerinden öğrendikleri bu bilgileri hayatlarına aktarmak noktasında irade sahibi olup , istedikleri yönde tercih yapabilirler. Ebeveynlerin öğrettikleri yönde İslami bir yaşamı tercih etmeyen çocukların ailelerinde huzursuzluk baş göstermekte ve ebeveynler tarafından baskı ve şiddete baş vurulmak sureti ile , İslami bir hayat sürmeleri sağlanmak istenilmektedir.

Ancak bu yöntem faydadan çok zarar getirecek bir yöntem olduğu için asla kullanılmamalıdır. Herkes kendi imtihanını yaşadığı için , iradesini kullanmak sureti ile yaptığı seçimin karşılığını alacaktır. Ebeveynler İslami bir yaşantıyı tercih etmeyen çocuklarına hiç bir surette baskı yapmamalı , seçimlerine saygı göstermeli , yanlışlıkları uygun bir diller yeri geldikçe uyarmalıdır. 

Aynı durum eşler arasında da baş gösterebilmektedir. Eşlerden herhangi bir taraf İslami bir yaşamı seçerken , diğer taraf böyle bir seçim yapmak yerine gayri İslami bir yaşamı seçmektedir. Ayrılmak yolu seçilmez ise , eşlerin yaşamlarını birbirlerinin seçimlerine saygı gösteren bir şekilde sürdürmeleri , aile bireyleri için en uygun yol olacaktır. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

9 Şubat 2017 Perşembe

Mü'min s. 7-9 Ayetleri : Melekler Kimler İçin Mağfiret isterler ?

Mümin suresinin içinde anlatılan Musa (a.s) kıssasında , Firavun ailesinden olan mümin bir kişi öne çıkmakta , Musa (a.s) ı öldürmek isteyen Firavun'a karşı hakkı haykırmakta ve onu savunmaktadır. Bu mümin kişi ile ilgili ayetlere geçmeden önce , mümin kişi ile ilgili ayetlerle bağlantılı olan surenin ilk ayetleri üzerinde durarak , Kur'an'ın sure ve kitap bütünlüğü içindeki anlatım üslubuna da dikkat çekmek istiyoruz.

[040.001] Ha, Mim.
[040.002] Bu Kitabın indirilmesi, Aziz, Alim olan Allah'tandır;
[040.003] O, günah bağışlayıcı, tevbe kabul edici, azabı şiddetli, kerem sahibi Allah'tandır ki O'ndan başka ilâh yoktur. Hem dönüş O'nadır.
[040.004] Allah'ın ayetleri üzerinde, kafirlerden başkası tartışmaya girişmez. İnkarcıların memlekette gezip dolaşması seni aldatmasın.
[040.005]  Onlardan önce Nuh kavmi de yalanladı. Arkalarından muhtelif topluluklar da. Her ümmet kendi peygamberlerini yakalamaya yeltendi ve hakkı batılla yok etmek için mücadeleye girişti. En sonunda Ben de onları yakaladım. Azabım nasılmış?
[040.006]  Senin Rabbinin kâfirler üzerindeki: «Gerçekten onlar ateşin halkıdır» sözü böylece hak oldu.

Hurufu mukattaa (kesik harfler) ile başlayan sure , kitabın kimin tarafından indirildiğini haber vererek devam etmekte , kitabı indiren Allah'ın tevbeleri kabul edici olduğu gibi , azabının da şiddetli olduğu beyan edilmektedir. 4-5-6. ayetlerde beyan edilenler , ilerleyen ayetlerde gelecek olan Musa (a.s) kıssası ile yakından alakalıdır. Allah'ın ayetleri hakkında Musa (a.s) ile tartışmaya giren Firavun , onun helak edilmesi ve ateşe atılması ile ilgili ayetler ile yukarıda meallerini verdiğimiz ayetler yakından alakalıdır. 

Bu ayetlerin birbiri içindeki anlam örgüsünün muhteşemliği , kıssa eğer Arapça orjinal metni ile birlikte okunacak olursa daha net olarak ortaya çıkacaktır. Dikkatli bir okuyucu , kelimelerin birbiri ile arasındaki bağını kurarak okuduğu zaman , verilmek istenilen mesajı daha kolay anlayacaktır.

[040.007]  Arş'ı taşıyanlar ve çevresinde bulunanlar Rabblarını hamd ile tesbih ederler, O'na inanırlar ve mü'minlerin yarlığanmasını isterler: Rabbımız; ilim ve rahmetle her şeyi kuşattın. Tevbe edip Senin yoluna uyanları bağışla. Ve onları cehennem azabından koru.
[040.008] Rabbımız; onları ve babalarından, eşlerinden, soylarından salih olanları kendilerine vaadettiğin Adn cennetlerine girdir. Şüphesiz ki Aziz, Hakim olan Sensin Sen.
[040.009] Onları kötülüklerden koru. O gün kötülüklerden kimi korursan; şüphesiz ona rahmet etmiş olursun. En büyük kurtuluş işte budur

Melekler ile ilgili anlatımlar , Kur'an'ın gaybe dair anlatımlarına dahildir. Meleklerin işlevi ile ilgili ayetleri okuduğumuzda, onların iman edenlere yardım ettikleri , onlar için Allah'tan bağışlanma istediklerini görmekteyiz. Elbette onların yardımı ve bizler için istiğfar etmeleri , bizim onu hak etmemiz ile yakından ilişkilidir. Surenin Firavun ailesinden olan mümin kişi ile ilgili ayetleri , meleklerin duasının ve istiğfarının nasıl hak edileceğini de bizlere öğretmektedir.

Bu konuda başka surelerde de ayetler bulunmaktadır. 

[041.030-32]  Şüphesiz, Rabbimiz Allah'tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin! derler. «Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir ve istemekte olduğunuz her şey de sizindir.»Gafur, Rahim olanın ikramı olarak.

Mümin s. 7-8-9. ayetlerde meleklerin lisanı üzerinden yapılan duayı hak etmek gerektiğini yukarıda söylemiştik. Mümin s. 23. ayetinden itibaren başlayan Musa (a.s) kıssasının 28. ayetinden itibaren , Firavun ailesinden olan ve imanın gizleyen bir mümin kişi sahneye çıkar ve konumuz olan ayetlerde meleklerin duasının ne şekilde hak edileceğini bize gösterir.

Mü'min s. 26. ayetinde Firavun " bırakın beni,: öldüreyim Musâyı da o rabbına duâ etsin, zira ben onun dininizi değiştirmesinden ve yâhud Arzda bir fesad çıkarmasından korkuyorum" dedikten sonra Mü'min kişi sahneye çıkar ve Firavun ve kavmine karşı şunları söyler; 

[040.028] Firavun ailesinden olup da imanını gizleyen mü'min bir adam da demiştir ki: Rabbım Allah'tır, dedi diye bir kişiyi mi öldüreceksiniz? Halbuki o, size Rabbınızdan ayetlerle gelmiştir. Eğer yalancıysa; yalanı kendisinedir. Eğer doğru sözlü ise; sizi tehdit ettiklerinin bir kısmı başınıza gelebilir. Muhakkak ki Allah; haddi aşan yalancı bir kimseyi hidayete erdirmez.
[040.029] «Ey kavmim! Bugün mülk sizin içindir. Yerde yükselmişler bulunuyorsunuz. Fakat eğer bize Allah'ın azabı gelirse bize kim yardım edebilir?» Fir'avun dedi ki: «Ben size muvafık gördüğüm reyim ne ise ancak onu gösteriyorum ve ben doğru yoldan başkası için size rehberlik etmekte değilim.»
[040.030]  İmân eden zât da dedi ki: «Ey kavmim! Şüphe yok ki ben sizin üzerinize Ahzab gününün mislinden korkuyorum.»
[040.031] «Nuh kavmi, Ad, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir gün) . Allah, kullar için zulüm istemez.»
[040.032] Ey kavmim; doğrusu ben, sizin için o feryad gününden endişe ediyorum.
[040.033]  «O gün arkanıza dönüp kaçacaksınız. Fakat sizi Allah'tan koruyacak olan yoktur. Her kimi Allah şaşırtırsa, artık ona bir yol gösterici bulunmaz.»
[040.034] «Andolsun, daha önce Yusuf da size apaçık belgeler getirmişti. O zaman size getirdikleri hakkında kuşkuya kapılıp durmuştunuz. Sonunda o, vefat edince, demiştiniz ki: «Allah, ondan sonra kesin olarak bir peygamber göndermez.» İşte Allah, ölçüyü taşıran, şüpheci kimseyi böyle saptırır.»
[040.035]  Onlar ki; kendilerine gelmiş bir huccet bulunmaksızın Allah'ın ayetleri üzerinde tartışırlar. Bu, Allah katında da, iman edenlerin yanında da öfkeyi arttırır. Ve böylece Allah; büyüklük taslayan her zorbanın kalbini mühürler.
[040.036] «Firavun dedi: Ey Haman, bana yüksek bir kule yap ki o sebeplere (yollara) erişeyim.»
[040.037]  Semaların esbabına da Musânın tanrısına muttali' olurum ve her halde ben onu yalancı sanıyorum» İşte bu suretle Fir'avne kötü ameli süslendirildi de yoldan çıkarıldı, Fir'avn düzeni hep husrandadır
[040.038] O inanan kimse dedi ki: «Ey milletim! Bana uyun, sizi doğru yola eriştireyim.»
[040.039] Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı, geçici bir eğlencedir. Ama ahiret, gerçekten kalınacak yurttur.
[040.040]  Kim, bir kötülük işlerse; ancak onun benzerleriyle ceza görür. Kadın veya erkek her kim de inanarak salih amel işlerse; işte onlar, cennete girerler ve orada hesapsız şekilde rızıklanırlar.
[040.041] Ey kavmim; bana ne oluyor ki, sizi kurtuluşa çağırırken, siz beni; ateşe çağırıyorsunuz.
[040.042]  «Siz beni Allah'a (karşı) küfre sapmaya ve hakkında bilgim olmayan şeyleri O'na şirk koşmaya çağırmaktasınız. Ben ise sizi, üstün ve güçlü olan, bağışlayan (Allah') a çağırıyorum.»
[040.043]  Sizin beni davet ettiğiniz şeyin ne dünyada, ne de ahirette hiçbir davet yetkisi yoktur: Gerçekte dönüşümüz Allah'adır. Aşırı gidenlere gelince, işte onlar ateş ehlidirler:
[040.044]  «İşte size söylemekte olduklarımı yakında hatırlayacaksınız. Ben de işimi Allah'a bırakıyorum. Şüphesiz Allah, kulları pek iyi görendir.»
[040.045] Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu ve Firavun'un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi.

Surenin 9. ayetinde meleklerin "Onları kötülüklerden koru" duası , 45. ayet içinde Firavun ailesinden olan mümin kişi için "  Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu" şeklinde karşılık bulmaktadır.

Mü'min s. 28-45. ayetlerini okuduğumuz zaman , Firavun ailesinden olan mümin kişinin Firavun ve kavmine karşı olan sözlerinin , iman iddiasında olan bir kimsenin yapması gereken davranışlardan olduğunu görmekteyiz. Onun bu davranışları Allah (c.c) katında övgüye değer bir davranış olarak görülerek cennet ile karşılık bulacaktır. 

Firavun ailesinden olan mümin kişi , imanının şahitliğini yerine getirerek hayata veda etmiştir. Fakat onun yaptıklarının bizlere anlatılmasının sebebi , ne kadar kahraman bir yiğit mümin olduğundan ziyade, bizlerin yaşadığı hayatta eğer meleklerin yardımını ve istiğfarını hak etmek istiyor isek , böyle bir yaşam sürmemizin gerektiğini hatırlatmak amaçlıdır.

Firavun ailesinden olan mümin kişi surenin 25. ayetinde söze " Rabbım Allah'tır, dedi diye bir kişiyi mi öldüreceksiniz?" diye başlamaktadır. Bu ve devamında gelen sözleri söylemesine sebep  , Firavun'un "bırakın beni,: öldüreyim Musâyı" diyerek Musa (a.s) ın canına kast etmeye kalkmış olmasıdır. 

Musa (a.s) bilindiği üzere kendisini rab ve ilah olarak ilan eden (Naziat s. 24 - Şuara s. 29) Firavun'a karşı gerçek rab ve ilah'ın sadece alemlerin rabbi olan Allah (c.c) olduğunu savunarak , Firavun'un bir sahtekar ve yalancı olduğunu söylemektedir. Ülkenin en mahir sihirbazlarını Musa (a.s) ın karşısına çıkartması ve onların yenilerek iman etmesinin ve öldürülmelerinin ardından , artık iplerin elinden iyice elinden gitmeye başladığı anlayan Firavun , çareyi Musa'yı öldürmekte bulur , ve karşısına kendi ailesinden bir mümin çıkarak yapmak istediği şeyin yanlışlığını, her türlü tehlikeyi göze alarak Firavun'un karşısında haykırır.

Firavun ailesinden olan mümin kişinin Firavun'un karşısındaki bu kıyamı, bize neler söyleyebilir ?. 

Bilindiği üzere Kur'an kıssalarının anlatılış amacı, sadece geçmişlerin başından geçenlerin anlatılması değil , o anlatımlardan ibret alınmasına yöneliktir. Firavun ailesinden olan mümin kişi , o aileden olmanın verdiği imkanlara sahip bir kimsedir. Bunu Firavun'un karşısında konuşabilmesinden anlamak mümkündür. Mümin kişi bu kıyamının ona neye mal olacağını da çok iyi bilmektedir. Buna rağmen hayatını , makam ve mevkisini hiçe sayarak, Musa (a.s) ın arkasında durmakta ve onu Firavun'a karşı savunmaktadır. 

Çünkü Firavun'un tarafında olmanın karşılığı ile , Musa'nın tarafında olmanın karşılığının farklı olduğunu çok iyi bilmekte , Firavun tarafında olmanın geçici menfaatlerine karşılık , Musa'nın tarafında olmanın ona ebedi cennet menfaatlerini sağlayacağını biliyor ve hayatını bu inanç üzerine tesis ediyordu. 

Geçici dünya menfaatleri ile ebedi menfaatler arasında seçim yapmak zorunda kalmak sadece bir kereliğine yaşanmış bitmiş olay değil , her gün yaşanan ve yaşanabilecek bir olaydır. Firavun ailesinden olan mümin kişinin kıyamı , bizlere hangi tarafı seçmemiz gerektiğini öğretmektedir. Çünkü surenin ilerleyen ayetleri , geçici dünya menfaatlerini seçerek , ebedi cehennemi hak edenlerin ateş içindeki yaşantılarından kesitler sunulmakta , dünyadaki seçimlerinin karşılıklarının ne oldukları bizlere gösterilmektedir. 

[040.046] Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün ise: «Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun» .
[040.047] Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken güçsüzler, büyüklük taslayanlara derler ki: Doğrusu biz, size uymuştuk. Şimdi ateşin bir parçasını olsun bizden savabilir misiniz?
[040.048] Büyüklenen (müstekbir) ler derler ki: «Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz; gerçek şu ki Allah, kullar arasında hüküm verdi .»
[040.049] Ateşin içinde olanlar, cehennem bekçilerine dediler ki: «Rabbinize dua edin; azabtan bir günü (olsun) bize hafifletsin.»
[040.050]  (Bekçiler:) «Size kendi peygamberleriniz apaçık belgelerle gelmez miydi?» dediler. Onlar: «Evet» dediler. (Bekçiler:) «Şu halde siz dua edin» dediler. Oysa kâfirlerin duası, çıkmazda olmaktan başkası değildir.
[040.051] Şüphesiz ki Biz; peygamberlerimize ve iman etmiş olanlara hem dünya hayatında, hem de şahidlerin şehadet edecekleri günde mutlaka yardım ederiz.
[040.052] Zalimlere kendi mazeretlerinin hiç bir yarar sağlamayacağı gün; lanet de onlarındır, yurdun en kötüsü de.

Bu ayetler , dünya hayatında yaşamlarını elçiler vasıtası ile gelen vahye göre uydurmayarak onları ret edenlerin, ahirette düşecekleri zelil durumu tasvir etmektedir. Herkesin malumu olduğu üzere , surenin 46. ayeti cımbızla seçilerek bağlamından koparılmak sureti ile rivayetler yolu ile bize gelen "Kabir Azabı" meselesini Kur'an'a onaylatmak amaçlı kullanılmaktadır. Halbuki 46. ayet bağlamı gözetilerek okunduğunda , çocukların bile anlayabileceği bir netlikte olup , rivayetler yolu ile gelen bir bilgiyi onaylaması mümkün değildir.

Surenin 51. ayetindeki Allah'ın yardımının nasıl gerçekleşeceği , daha önceki ayetlerden de anlaşılacağı üzere , yaşanmış bir şekilde gösterilmektedir. Allah'ın yardımının kullar üzerinde gerçekleşmesinin , kulların bu yardımı hak etmesi ile yakından alakalı olduğu asla unutulmamalıdır. Allah (c.c) hiç bir elçisine ve kuluna yardımını, onlar bu yardımı hak edecek fiillerde bulunmadan yapmamıştır , yapmaz ve yapmayacaktır.

Musa (a.s) kendisine yüklenen risalet görevini bıkmadan , yorulmadan , korkmadan yerine getirmek sureti ile Allah'ın dünya ve ahiret yardımını hak ederken , Firavun ailesinden olan mümin kişi ise , iman ettiği elçinin arkasında canını , malını , istikbalini hiçe sayarak durmak sureti ile Allah'ın dünya ve ahiret yardımını hak etmiştir.

Şimdiye kadar sıraladığımız ayetleri toparlayacak olursak şunları söyleyebiliriz ; 

Allah'ın ayetleri üzerinde tartışmak sureti ile inkar edenlerin uğradıkları ve uğrayacakları akıbet haber verildikten sonra , meleklerin Allah'ın ayetleri üzerinde tartışanlara karşı çıkarak , imanlarını ispat edenlere karşı olan mağfiret talepleri dile getirilerek , Allah'ın ve meleklerin kime destek çıktığı gösterilmektedir. 

İlerleyen ayetlerde kıssa yollu anlatım üslubu ile Allah'ın ayetleri hakkında tartışma yapan Firavun ve ona karşı çıkan bir mümin üzerinden onların yaşamları içinde hak ve batıl için nasıl mücadele ettikleri anlatılmaktadır. 

Yaşamlarını küfür ve şirk üzerine bina ederek ahirete kavuşanların düşecekleri durum canlı bir biçimde sunulmak sureti ile gösterilerek , "İleride düşeceğiniz durum bu dur" mesajı verilmektedir. 

Bu ayetler üzerinden bizlere de elbette mesajlar verilmektedir. 

Küfür ve iman arasında tercih yapmak zorunda kaldığımız zaman , seçmemiz gereken taraf iman tarafı olması gerektiği mesajı bizler tarafından alınması gereken önemli bir mesajdır. Bir tarafta dünya hayatının süslü güzellik ve zenginlikleri , diğer tarafta ise meşakkat ve çile olsa bile , bizler imanımız gereği geçici olanı değil , ebedi olanı seçmek sureti ile imanımızın şahitliğini yapmak zorundayız.

Aksi takdirde iman dediğimiz şey ,sadece dil de kalan , yaşanmayan , sıkıya geldiğinde sırttan atılan bir yük olarak yaşamımızda yerini alacak, ve bu iman hesap gününde bizlere herhangi bir fayda sağlamayacaktır. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


7 Şubat 2017 Salı

Saffat s. 25. Ayeti : Bağlamdan Kopuk Bir Okuma Örneği

Kur'an'ın doğru anlaşılmasında en önemli noktalardan bir tanesi , okunan ayetin "Siyak Sibak" olarak bilinen bağlı olduğu ayetler gurubu yani bağlamı , sure ve Kur'an içindeki bütünlüğünün  dikkate alınarak okunmasıdır. Bu ilkeler dikkate alınmadan okunan Kur'an ayetleri yanlış anlaşılarak , verilen mesajdan uzaklaşılacaktır. Ayrıca Kur'an'a bazı ön kabullerini onaylatmak isteyenlerin , bağlamdan kopuk bir okumaya özen gösterdikleri malumdur. 

Saffat s. 25. ayeti , iyi niyetle sanal ortamlarda yardımlaşmayı teşvik etmek adına paylaşılan bir ayet olup , bağlamından kopuk bir okumaya verilebilecek örnek ayetlerden bir tanesidir. 

 [037.025] Ne oldu size,  birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?.

Bu ayet bazı kimseler tarafından yardımlaşmaya teşvik eden bir ayet olduğu zannı ile , sosyal medya ortamlarında paylaşılmaktadır. Halbuki bu ayetin bağlamına dikkat ettiğimizde , ayetin böyle bir mesajı bulunmamaktadır. 

Konumuz olan ayet , Saffat s. 12. ayetten başlayan Allah'ın ayetlerini ve yeniden dirilişi inkar edenlerin konu edildiği ayetler gurubuna dahildir. Saffat s. 20. ayetinde inkar ettikleri yeniden diriliş ile karşılaşanların, düştükleri zelil durum gözler önüne serilerek , akıbetleri onlara  daha hayatta iken gösterilmek sureti ile sakınmaları amaçlanmaktadır. 

[037.020] Derler ki: «Eyvahlar bize; bu, din günüdür.»
[037.021] «İşte bu, sizin yalanlamakta olduğunuz ayırt etme günüdür».
[037.022]  «Toplayın o zalimleri, ve onların aynı yoldaki arkadaşlarını ve kulluk etiklerini.
[037.023]  «Allah'tan aşağısından olan (kulluk ettiklerini) ; artık onları cehennemin yoluna yöneltip götürün.»
[037.024] (Cehenneme) vakfedin onları. Çünkü onlar sorumludurlar.
[037.025] Ne oldu size , birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz? .
[037.026] Hayır bugün onlar teslim olmuşlardır.
[037.027]  Birbirlerine dönüp soruşurlar.
[037.028]  Ve derler ki: Doğrusu siz, bize sağdan gelirdiniz.
[037.029]  (Bunlar da): «Hayır, siz inanmamıştınız,
[037.030]  «Bizim sizin üzerinizde zorlayıcı hiç bir gücümüz yoktu; hayır, siz azgın bir kavimdiniz.»
[037.031]  «Onun için Rabbimizin hükmü bize hak oldu. Biz (hak ettiğimiz cezayı) mutlaka tadacağız.»
[037.032]  «Sizi biz azdırmıştık, çünkü kendimiz azgındık».
[037.033]  Artık o gün onlar azabda ortaktırlar.
[037.034]  Doğrusu suçlulara böyle yaparız.
[037.035]  Çünkü onlara: «Allah'tan başka ilah yoktur» denildiği zaman, büyüklük taslarlardı.
[037.036]  Mecnun şair için ilahlarımızı mı bırakalım? derlerdi.
[037.037]  Hayır; o, gerçeği getirmiş ve gönderilenleri doğrulamıştı.
[037.038]  Hiç tartışmasız, siz, acıklı azabı tadıcılarsınız.»
[037.039]  Ve yapmış olduğunuzdan başkasıyla cezalandırılmayacaksınız.

Görüldüğü gibi ayeti bağlamı dahilinde okumak ile , bağlamından koparmak sureti ile aralarında anlam farkı bulunmaktadır. Ayet bağlamından kopuk okunduğu zaman , yardımlaşmayı teşvik eden bir ayet olduğu gibi anlaşılırken , bağlamı dahilinde okunduğu zaman , yaşamları içinde ellerindeki mal ve servete güvenerek Allah'a ve elçisine kafa tutarak ayetlerini inkar edenlerin düştükleri zelil durumun alaylı bir şekilde anlatıldığı görülmektedir. 

Dikkat çekmek istediğimiz asıl mesele , ayetlerin bağlamından koparmak sureti ile okunması ile , bağlamı dahilinde okumak arasında oluşabilecek anlam farkıdır. Bundan dolayı bazı hataların oluşmasına sebebiyet verilmemesi için , ayetlerin sure ve Kur'an içindeki birbiri ile olan bağlamlarına dikkat eden bir okuma yapılması önem arz etmektedir. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


6 Şubat 2017 Pazartesi

Hadid s. 12-15. Ayetleri : Dünyada Nur'dan Kaçanların Ahiretteki Nur Arayışları

Kur'an , insan hayatının "Dünya" ve "Ahiret" olmak üzere iki aşamalı olduğunu , geçici bir süre yaşadığımız dünya'da öldükten sonra yeniden dirilerek, "Cennet Ehli" veya "Cehennem Ehli"  olarak, ebedi bir hayata geçeceğimizi haber vermektedir. Cennet veya cehennem ehli olmak için gerekli olan amellerin, dünya'da yaşanılan hayatların karşılığı olarak verileceğini beyan eden Kur'an , cennet ehli olmak cehennem ehli olmamak için,nasıl bir hayat yaşanması gerektiğini de beyan etmektedir. 

Yine Kur'an, dünya hayatı içinde yaptıklarının karşılığı olarak cehennemi hak etmiş olanların, cehennemdeki yaşantılarından kesitler sunmak sureti ile, yaşamlarını cehennem ehli olmaya aday bir şekilde sürdürenlere , başlarına gelecek olanı önceden haber vermek sureti ile sakınmalarını ve yaşamlarına çeki düzen vererek , yaşadıkları yanlış hayatlardan dönmelerini amaçlayan anlatımlar sunmaktadır.  

Yazımıza konu edeceğimiz Hadid s. 12. ve 15. ayetler arasında , yaşamlarını "Mü'min" olarak geçirerek cenneti hak etmiş olanların , yaşamlarını "Münafık" olarak geçirerek , cehennemi hak etmiş olanlar ile aralarında geçen konuşmalar anlatılmaktadır. Bu ayetleri ele almaya çalışırken , konumuz olan ayetler içindeki bazı kelimelere dikkat çekerek , Kur'an'ın kendi bütünlüğü içindeki muhteşem anlam örgüsünü de görmeye çalışacağız. 

[057.012] O gün, mü'min erkekler ile mü'min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşar iken görürsünüz. «Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar olarak altından ırmaklar akan Cennetlerdir.» İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur.
[057.013] O gün; münafık erkeklerle münafık kadınlar, iman edenlere: bize de bakın; nurunuzdan faydalanalım, diyeceklerdir. Onlara: Dönün, arkanıza da bir nur arayın, denilir. Nihayet onların arasına kapısının içinde rahmet, dışında azab olan bir sur çekilir.
[057.014]  Onlara: Biz sizinle beraber değil miydik? diye seslenirler. Onlar da: Evet, ama siz kendinizi fitneye düşürdünüz, pusu kurdunuz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan, sizi Allah'a karşı bile aldattı. Nihayet Allah'ın emri gelip çattı.
[057.015]  Artık bugün sizden herhangi bir fidye alınmaz ve küfretmekte olanlardan da. Barınma yeriniz ateştir, sizin veliniz (size yaraşan dost) odur; o ne kötü bir gidiş yeridir.

Konumuz ile ilgili ayetin bir benzerini Tahrim s. 8. ayetinde de görmekteyiz. 

[066.008]  Ey iman edenler! Samimî ve kesin bir dönüşle Allah’a tövbe ediniz. Böyle yaparsanız Rabbinizin sizin günahlarınızı affedeceğini, sizi içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğini umabilirsiniz. O gün Allah, Peygamberini ve onun beraberindeki müminleri utandırmaz. Onların nur'u, önlerinden ve sağ taraflarından sür’atle ilerler. Şöyle derler onlar: «Ey Kerim Rabbimiz! nurumuzu daha da artır, tamamına erdir, kusurlarımızı affet, çünkü Sen her şeye kadirsin!»

Hadid s. 12. ayetinde görülen hesap sonrası cenneti hak etmiş mü'min erkek ve kadınların sevinçli halleri tasvir edilmektedir. 13. ayette ise cehennemi hak etmiş münafık erkek ve kadınların düştükleri zelil durum tasvir edilmektedir. Bu ayetlerde öne çıkan kelime "NUR" kelimesidir. Şimdi bu kelime etrafında Kur'an içinde bir gezinti yaparak , konumuz olan ayetler ile bağını kurmaya çalışalım. Bu kelime ayrıca surenin diğer ayetlerine yayılmış bir halde olup, konu ile bağını kurarak onları da birleştirmeye çalışacağız.

[057.009]  Sizi zulümattan nur'a çıkarmak için kuluna, apaçık ayetler indiren O'dur. Doğrusu Allah size karşı şefkatlidir, merhametlidir.
[057.019]  Allah'a ve peygamberlerine iman edenler; işte onlar, Rabbları katında doğrular ve şahidlerdir. Onların hem mükafatları, hem de nurları vardır. Küfredip de ayetlerimizi yalanlayanlara gelince; onlar da cehennem yaranıdırlar.
[057.028]  Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve Peygamberine inanın ki O, size rahmetinden iki kat versin ve size ışığında yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin; sizi bağışlasın. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

Hadid s. 9. 19. ve 28. ayetlerine baktığımızda, konumuz olan ayetlerdeki kelimeyi burada da görmekteyiz. Bu ayetler de konumuz olan ayetler ile çok yakından alakalıdır. Nur kelimesinin bir sure içinde en fazla olarak geçen bir kelime olması dikkat çekicidir. Konumuz olan ayetlerde , yaşadıkları hayat içinde kendilerine inmiş olan NUR'a karşı takındıkları tavrın karşılığını alanların anlatıldığını görmekteyiz.

Nur ; "Karanlıkta yol bulmaya yarayan ışık" anlamındadır. Kur'an bu kelimeyi hem hakiki , hem de mecaz anlamda kullanarak , karanlıkta yol bulmaya yarayan ışığın insan hayatındaki önemi üzerinden , Allah (c.c) nin indirdiği kitaplar için de kullanılmaktadır.  

[006.001]  Hamd, gökleri ve yeri yaratan, zulümatı ve nur'u var eden Allah'a mahsustur. Öyle iken, inkar edenler Rablerine başkalarını eşit tutuyorlar.

"Karanlık" ve "Işık" insan hayatında önemli olan iki kavramdır. Allah (c.c) bu kavramların insan hayatı içindeki önemini dikkate alarak , dalaleti "Zulümat" olarak , hidayeti ise "Nur" olarak benzetmek sureti ile bizlere tanımlamaktadır. 

[002.257]  Allah inananların dostudur, onları zulümattan nur'a çıkarır. İnkar edenlerin ise dostları tağuttur. Onları nur'dan zulümata sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır.
[005.015]  Ey Kitap ehli! Kitap'dan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Doğrusu size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap gelmiştir.
[005.016]  Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, zulümattan nur'a çıkarır. Onları doğru yola iletir.
[005.044]  Doğrusu Tevrat'ı Biz indirdik. Onda hidayet ve nur vardır. Kendilerini Allah'a teslim etmiş peygamberler, yahudi olanlara onunla, Rabb'a kul olanlarla bilginler de Allah'ın kitabından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi. Ve ona şahid idiler. İnsanlardan korkmayın da Ben'den korkun. Ve ayetlerimi az bir değerle değiştirmeyin. Kim de Allah'In indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kafirlerin kendileridir.
[005.046] Ve onların izinden Meryem oğlu İsa'yı, önündeki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gönderdik. Ve ona İncil'i verdik. Onda hidayet ve nur vardır. Kendinden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı, hidayet ve müttakiler için bir öğüt olarak.
[007.157]  Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nur'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
[009.032]  Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kafirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.
[014.001] Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları zulümattan nur'a, yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.
[039.022] Allah kimin gönlünü İslam'a açmışsa, o, Rabbi katından bir nur üzere olmaz mı? Kalbleri Allah'ı anmak hususunda katılaşmış olanlara yazıklar olsun; işte bunlar apaçık sapıklıktadırlar.

Allah (c.c) nin insanlara rahmet ve hidayet olmak üzere indirmiş olduğu kitaplara verdiği isimden bir tanesi de "NUR" dur. Bu nurlar insanları "ZULÜMAT" olarak adlandırılan küfür karanlığından aydınlığa çıkarmak gibi bir işleve sahiptir. Fakat insanların bir çoğu bu nurlara iman etmek yerine , karanlığı seçerek dünya ve ahiretini tehlikeye atmış , halen de atmaktadır.

Hadid s. 9. ayetinde kitabın indiriliş gayesi "Sizi zulümattan nur'a çıkarmak için" şeklinde beyan edilerek , 19. ve 28. ayetlerde , nur'a iman eden bir hayat geçirenlere yapılan vaadi görmekteyiz. Surenin 12. ayetinde ise , bu vaadin gerçekleşmiş hali tasvir edilmektedir.

Hadid s. 13. ayetinde ise , dünya hayatlarında nur'a iman etmemiş , etmediği ile kalmayarak onu ağızları ile söndürmeye kalkarak Allah'a ve elçisine savaş açan  "Münafık" olarak adlandırılan insanların hali tasvir edilmektedir.

Bu ayet içinde mü'min ve münafıklar arasında geçen bir konuşma dikkatimizi çekmektedir. 

Münafıklar , mü'minlere "bize de bakın; nurunuzdan faydalanalım" diye seslenerek  karanlıkta kalmış ve nereye gideceğini bilmeyen çaresiz insanların halini tasvir etmektedirler. 

Mü'minler ise münafıkların isteklerine "Dönün, arkanıza da bir nur arayın" şeklinde cevap vermektedirler. "Dönün, arkanıza" ifadesi , "Nur" elde edilecek olan adresi yani dünyayı göstermektedir. Çünkü ahirette kazanılan nur , dünya hayatında yapılanların bir karşılığı olarak iman edenlere verilmiştir. İman edenler o gün önlerinde nurları ile yollarını kaybetmeden yürüyebiliyor ise , dünya hayatlarında yollarını Allah (c.c) nin "NUR" olarak nitelendirdiği kitaplar ile yollarını aydınlatmışlar , ahirette ise yine bu nur onları yalnız bırakmayarak , yollarını bularak cennete kolayca gitmelerini sağlamıştır. 

Fakat dünya hayatında iman etmesi gereken nur'u inkar eden bir yaşam sürenler , ahirette yaptıklarının karşılığını gördüklerinde geri dönmek isteyecekler , fakat artık böyle bir dönüş mümkün olmayacaktır.

[026.096-102]  Orada birbirleri ile çekişerek: «Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi Alemlerin Rabbine eşit tutmuştuk; bizi saptıranlar ancak suçlulardır; şimdi şefaatçimiz, yakın bir dostumuz yoktur; keşke geriye bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak» derler.

[035.036-37]  İnkar edenlere cehennem ateşi vardır. Ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler; kendilerinden cehennemin azabı da hafifletilmez. Her inkarcıyı böylece cezalandırırız.Orada; «Rabbimiz! Bizi çıkar; yaptığımızdan başka, yararlı iş işleyelim» diye bağrışırlar. O zaman onlara şöyle deriz: «Öğüt alacak kişinin öğüt alabileceği kadar bir süre sizi yaşatmadık mi? Size uyarıcı da gelmişti. Artık azabı tadınız, zalimlerin yardımcısı olmaz.»

Dünya hayatlarını küfür ve nifak üzerine kurmak sureti ile , kendilerine gönderilen nur'a iman etmemeyi ve onu söndürmeyi yaşam biçimi edinerek bu halde ahirete geçenler , dünya yaşamlarında nasıl nur'dan mahrum kalarak karanlıklarda yaşamış ise , ahiret yaşamlarında da nur'dan mahrum kalarak karanlıklar içinde yaşayacaklardır.

[002.123]  Ve bir günden sakının ki, o günde hiç kimse başkası namına bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez. Onlar hiçbir yardım da görmezler.

Allah (c.c) nin bir çok ayetinde haber verdiği ahiret ile ilgili olacaklar , Hadid suresi ayetlerinde gerçekleşmiş şekli ile anlatılmaktadır. Kimsenin kimseye faydasının olmadığı gerçek biçimde bu ayetlerde ortaya çıkmaktadır. Herkes ahiret azığını, yaşamış olduğu dünya hayatında yaptığı amelleri ile elde etmektedir. Dünyada cenneti kazanmak için gerekli olan amelleri işlemeyerek cehennemi hak etmiş olanlara , cenneti hak etmiş olanlar tarafından herhangi bir fayda sağlayacak yardım asla yapılmayacaktır. Cehennemi hak etmiş olanlara ise artık yeni bir şans tanınmayacaktır.

Hadid s. 14. ayetinde münafıklar , mü'minlere "Biz sizinle beraber değil miydik?" diyerek onların kazandığı nur'dan kendilerinin de bir payı olması gerektiğini iddia ederek isteklerinde ısrar etmektedirler. Fakat " Evet, ama siz kendinizi fitneye düşürdünüz, pusu kurdunuz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan, sizi Allah'a karşı bile aldattı. Nihayet Allah'ın emri gelip çattı" şeklinde aldıkları cevap, artık onları çaresiz bırakarak başka söz söyleyemeyecek bir hale getirmiştir.

Özellikle Medine'de nazil olan ayetlerin münafıklar ile ilgili anlatımlar dikkate alındığında, Hadid s. 14. ayetindeki cümleler daha net olarak anlaşılacaktır. Çünkü bu ayetlerin ağırlıklı konusu , münafıklar ve onların yaptıkları yanlışlardır.

[002.008-17]  İnsanlardan öyleleri vardır ki: «Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik.» derler; oysa onlar inanmış değildirler. Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki sadece kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar. Kalblerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırdı. Yalan söylemekte olduklarından dolayı onlara elem verici bir azab vardır. Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, «Biz ancak ıslah edicileriz» derler. Haberiniz olsun; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler. Onlara; insanların inandıkları gibi siz de inanın, denilince; o beyinsizlerin inandığı gibi mi biz de inanacağız? derler. Bilesin ki asıl beyinsizler onlardır da bunu bilmezler. Onlar iman edenlere rastladıkları zaman: «İnandık» derler. Fakat şeytanlarıyle yalnız kaldıkları zaman: «Biz, sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz.» derler. Onlarla Allah alay eder ve taşkınlıkları içinde bocalar durumda bırakır. İşte bunlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almışlardır; fakat bu alışverişleri bir yarar sağlamamış; hidayeti de bulmamışlardır. Onların misali; ateş yakan kimsenin misali gibidir ki, ateş çevresindekileri aydınlatınca, Allah onların nurunu giderdi. zulümat içerisinde görmez halde bırakıverdi.

Yaşadıkları hayat içinde Müslümanların arasına çöreklenerek , her fırsatta onların zarar görmeleri için uğraşanların , kendilerini Allah'ın görmediğini zannederek yaptıkları nifak hareketleri , en ince detayına kadar kayıt altına alınarak hesap günü karşılarına çıkarılmış, ve yaptıklarının karşılığı olan cehennem onlara ödenmiştir. Dünyada nur'a karşı kayıtsız kalarak zulümat'ı tercih edenler , hesap gününde de aynı karşılığı görerek nur'dan mahrum kalmaktadırlar.

Bu ayetler bizlere aynı zamanda insanın nur'a olan ihtiyacını da hatırlatmaktadır. Karanlıkta yol bulmak için mutlaka yolu gösterecek bir aydınlatıcıya ihtiyaç duyan insan , aydınlatıcıdan mahrum kaldığında etrafını göremeyerek , nereye gideceğini şaşıracaktır.

14. ayet içinde geçen "El Ğarur" kelimesi de konumuz olan ayetler gurubu içinde önemli bir yer tutmaktadır. Münafıkların nur'dan mahrum kalmalarına sebep olarak bu kelimenin anlam alanına giren şeyler gösterilmektedir.

Bu kelime , "Uyanık halde iken gaflete düşmek" anlamına gelen "El Ğırretü" den türemiştir. Bu kelime insanı aldatan , akılını çelen , değersiz ve boş şeylere arzu duymasına neden olan Şeytan'a isim olmuştur. Kelime aynı surenin 20. ayetinde de geçmektedir.

[057.020]  Bilin ki, dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Bu, yağmurun bitirdiği, ekicilerin de hoşuna giden bir bitkiye benzer; sonra kurur, sapsarı olduğu görülür, sonra çerçöp olur. Ahirette çetin azap da vardır. Allah'ın hoşnudluğu ve bağışlaması da vardır; dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçinmedir.

Kelimenin geçtiği bazı ayetler de şunlardır ; 

[031.033]  Ey insanlar, Rabb'inizden korkup-sakının ve öyle bir günün azabından çekinip-korkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve (hiç) bir çocuk da babası için bir şeyi verebilici değildir. Hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın.

[035.005] Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır, öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile  aldatmasın.

[007.020-22] Fakat şeytan, gözlerinden saklı tutulan ayıp yerlerini meydana çıkarmak amacı ile onlara şu sözleri fısıldadı. Rabbiniz, ya melek olmayasınız ya da burada sürekli kalacakların arasına katılmayasınız diye size bu ağacı yasakladı.«Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim» diye ikisine yemin etti. Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: «Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın da sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?»

[004.117-120] Onlar (müşrikler) O'nu bırakıp yalnızca bir takım dişilerden istiyorlar, ancak inatçı şeytandan dilekte bulunuyorlar. Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; o da: «Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim» demiştir. Ve mutlaka onları saptıracağım ve her durumda onları kuruntulara düşürüp, olmayacak kuruntularla aldatacağım. Mutlaka onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar ve yine mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler.» Ve her kim Allah'ı bırakıp şeytanı dost edinirse, şüphesiz açıktan açığa bir zarara düşmüştür!Şeytan onlara vadediyor, onları kuruntulara düşürüyor, ancak aldatmak için vaadde bulunuyor.

[006.112]  İşte böylece Biz, her peygambere insan ve cinn şeytanlarını düşman yaptık. Onlardan kimi, kimini aldatmak için cazip sözler fısıldarlar. Eğer Rabbın dileseydi; bunu yapamazlardı. Öyleyse onları iftiraları ile başbaşa bırak.

[017.061-64] Meleklere: «Adem'e secde edin» demiştik, İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o ise: «çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?» demişti. «Benden üstün kıldığını görüyor musun? Kıyamet gününe kadar beni ertelersen, and olsun ki, azı bir yana, onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım» demişti. Demişti ki: «Git, onlardan kim sana uyarsa, şüphesiz sizin cezanız cehennemdir; eksiksiz bir ceza.» «Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla haykırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun ama şeytan sadece onları aldatmak için vaadeder.

İnsanın ayağını cennetten kaydırarak cehenneme yuvarlanmasına sebep olan her türlü unsura ad olan Şeytan , Kur'an içinde geçen odak kavramlardan bir tanesidir. Aldatıcı anlamına gelen "El Ğarur" ise, Şeytan'a ad olmuş kelimelerden bir tanesidir. Bu kelimelerin geçtiği ayetleri okuduğumuz zaman , insanın cehenneme yuvarlanmasına sebep olan amelleri de görmekteyiz. 

Sonuç olarak ; Bu çalışmayı yapma amacımız sadece ayetler üzerinde düşüncelerimizi paylaşmak değil , aynı zamanda Kur'an'ın kelimeler ile birbiri içindeki anlam örgüsü hakkında bir fikir vermeye çalışmaktır.
Nur kelimesinin geçtiği ayetleri birliktelik içinde okuduğumuzda şunları görmek mümkündür; 

Allah (c.c) biz kullarına olan mesajını daha kolay ve net olarak anlamamızı sağlamak için , yaşantımız içinde önemli olan kavramları kullanmaktadır. Nur , insan için hayati değere sahip gecenin karanlığında yolunu bulması için kullandığı aydınlanma aracına verdiği bir isimdir. Kur'an bu kelimenin insan hayatındaki önemini dikkate alarak , İnsanları doğru yola davet etmek için indirilmiş olan kitaplara bu ismi vermek sureti ile , inen kitapların insan hayatındaki önemine dikkat çekmektedir. 

Nur'un karşıtı olan Zulümat ise, karanlıklar anlamına gelmekte olup , insan hayatında olumsuz yöndeki önemine binaen , vahye karşı inkarcı bir takınanların içinde bulunduğu durumu tasvir etmek için bu kelime kullanılmaktadır.

Kur'an, insan hayatının "Dünya" ve "Ahiret" olmak üzere iki taraflı olduğunu beyan etmektedir. Dünya hayatı içinde yapılması veya yapılmaması emredilen fiillerin inkar edilmesi neticesinde ahiret hayatında acı karşılıkların olduğu bir çok yerde haber verilmektedir. Ahirette verileceği vaad edilen bu karşılıklar , karşılıklı konuşma yollu anlatım üslubu ile gerçekleşmiş bir halde bizlere sunulmaktadır. 

Dünya hayatlarında doğru yolu bulmaları için indirilmiş olan nur'a karşı inkarcı davranmak sureti ile zulümatı tercih edenler , bir çok ayette uyulmaması gerektiği emredilen El Ğarur'a  uymak sureti ile cehennem hayatını hak etmişlerdir. Konumuz olan sure içinde geçen "Nur" kelimelerinin geçtiği ayetleri , 9-20-19-28-12-13-14-15 şeklinde bir sıra gözeterek okuduğumuz zaman, ayetler konu bütünlüğü içinde daha kolay anlaşılacaktır. 

Bu anlatımlarda asıl amaç , halen yaşamını sürmekte olan ve bu yaşam karşılığında cennet veya cehennem ehli olacak olanların , ahirette nasıl bir durum ile karşılaşacaklarını haber vermek olup , cennet ameli işleyenleri teşvik etmek , cehennem ameli işleyenleri sakındırmaktır.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.