11 Ocak 2019 Cuma

AL-İ İMRAN SURESİ MEALİ

1- Elif. Lâm. Mim.

2- Allah, O'ndan başka ilâh yoktur. O, diridir (yarattıkları üzerinde her an) ayaktadır

3- Önündekini doğrulayıcı olan kitabı sana gerçeklikle indirdi. Ve Tevrat'ı ve İncil'i de indirdi 

4- Önceden  insanlar için yol gösterici olarak. Ve (doğru ile yanlışın arasını) böleni de indirdi. Şüphesiz ki onlar Allah'ın ayetlerini örttüler, onlar için şiddetli azap vardır. Ve Allah güçlüdür intikam sahibidir.

5- Şüphesiz ki Allah, ne yerde ve ne de gökte, hiçbir şey O'na saklı kalmaz.

6- O, sizi rahimlerde dilediği gibi şekillendirendir. O'ndan başka ilâh yoktur.  Güçlüdür doğru karar vericidir.

7- O, kitabı sana indirendir. Onda sağlamlaştırılmış ayetler vardır ki, onlar kitabın anasıdır. Ve diğerleri ise benzeşenlerdir. Kalplerinde kaypaklık bulunanlara gelince, kargaşa peşine düşmek ve onun dönüşümünün peşine düşmek için, ondan benzeşenine uyarlar. Oysa onun dönüşümünü Allah'tan başkası bilmez. Ve bilgi de derinleşenler derler ki: "Biz ona inandık hepsi Rabbimizin katındandır." Temiz akıl sahiplerinden başkası hatırlamaz.

8- 9- (Onlar ki): "Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi kaydırma, katından bize rahmet bahşet, hiç şüphesiz ki sen bolca bahşedensin. Rabbimiz, şüphesiz ki sen geleceğinde şüphe olmayan bir günde insanları toplayıcısın. Şüphesiz ki Allah verdiği sözden sırt dönmez" (derler)

10-  Şüphesiz ki örtenlerin ne malları ve ne de çocukları onlardan Allah'tan hiçbir şeye karşı zengin kılmayacaktır. Ve işte onlar ateşin yakıtıdır.

11- (Bunların izledikleri yol) Firavun'un yoldaşları ve ondan öncekilerin aynı minval üzere olan hali gibidir. Onlar ayetlerimizi yalanlamışlardı. Bu nedenle Allah'ta onları işledikleri suçlar sebebi ile tutuvermişti. Ve Allah'ın sonuçlandırması şiddetlidir.

12- Örtenlere de ki: "Yakında üstün gelinecek ve cehenneme sürülüp toplanacaksınız. Ve ne kötü bir yataktır."

13-Karşı karşıya gelen iki askeri birlikte mutlaka sizin için alınması gereken ders vardır.  Bir askeri birlik Allah'ın yolunda savaşıyor, diğeri ise örtücüler idi. (Allah'ın yolunda savaşan birlik, inkârcı birliğin daha fazla olmalarına rağmen) gözün görüşü ile kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı. Ve Allah yardımı ile dilediğini güçlendirir. Şüphesiz ki bunda basiret sahipleri için kesinlikle bir delil vardır.

14- Kadınlardan ve oğullardan ve kantar kantar altın ve gümüşten ve belirtili atlardan ve hayvanlardan ve ekinlerden yana olan düşkünlüğün sevgisi, insanlara süslendi. Bu şimdiki hayatın yararıdır. Ve Allah, dönülecek yerin en güzeli O'nun  katındadır.

15- De ki: "Size bundan daha hayırlı olanı haber vereyim mi? Korunanlar için Rablerinin katında, ölüm görmemek üzere orada olacakları altından nehirler akar cennetler ve tertemiz eşler ve Allah'tan hoşnutluk vardır." Ve Allah kullarını görücüdür.

16- 17- Onlar: "Ey Rabbimiz şüphesiz ki biz inandık, artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi ateş azabından koru" diyen, sıkıntılara karşı direnerek gayret eden ve doğru sözlü olan ve itaatten ayrılmayan ve harcayan ve seher vakitlerinde bağışlanma isteyenlerdir.

18- Allah, hakkaniyetli olmayı ayakta tutarak kendisinden başka ilâh olmadığına tanıklık etti. Melekler ve bilgi sahipleri de (eşitliği ayakta tutarak tanıklık etti). O'ndan başka ilâh yoktur. Çok güçlüdür çok doğru karar vericidir.

19- Şüphesiz ki Allah'ın katında (geçerli olan) hayat nizamı, İslam'dır. Kitap verilmiş olanlar onlara bilgi geldikten sonra aralarındaki saldırganlıktan başka bir nedenle anlaşmazlığa düşmediler. Ve kim Allah'ın ayetlerini örterse, artık şüphesiz ki Allah hesabı hızlı görendir.

20- Eğer seninle tartışacak olurlarsa artık de ki: "Ben, bana uyanlarla birlikte yüzümü Allah'a teslim ettim." Ve kitap verilmiş olanlara ve kitap bilgisi olmayan (Araplara) de ki: "Siz de teslim ettiniz mi?" Eğer teslim ederlerse, kesinlikle doğru yolu bulmuşlardır. Eğer (başka tarafa) yönelirlerse, artık sana düşen ancak ve ancak ulaştırmaktır. Ve Allah kullarını görücüdür.

21- Şüphesiz ki Allah'ın ayetlerini örtenler ve  habercileri meşru bir nedeni olmaksızın öldürenler ve insanlardan hakkaniyeti buyuranları öldürenler var ya, artık onları acı azabla müjdele.

22- İşte bunların işledikleri, şimdikinde ve sonrakinde boşa gitmiştir. Ve onlar için yardımcılardan da kimse yoktur.

23- Kendilerine, kitap'tan bir hisse verilen (Yahudi) leri görmedin mi? Aralarında karar vermesi için Allah'ın kitabına (Tevrat'a) çağrılıyor, da  sonra onlardan bir bölümü (başka tarafa) yönelerek kayıtsız kalıyorlar.

24- İşte bu, onların: "Ateş bize sayılı günlerden başka asla dokunmayacaktır"  demiş olmalarındandır. Ve hayat nizamlarında ortaya atmakta oldukları (bu yalan) onları aldatmaktadır.

25- Onda şüphe olmayan bir gün için onları topladığımız ve her kişiye kazandığının karşılığı onlara yanlışlık yapılmadan tastamam ödendiği zaman, artık nasıl olacak?

26- 27- De ki: "Hükümranlığın sahibi olan Allah'ım, hükümranlığı dilediğine verir ve hükümranlığı dilediğinden de çekip alırsın, dileğini güçlü kılar ve dilediğini de zelil kılarsın. Hayır senin elindedir. Şüphesiz ki sen her şey üzerinde güç yetiricisin. Geceyi gündüze geçirir ve gündüzü de geceye geçirirsin. Ve ölüden diriyi çıkarır ve diriden de ölüyü çıkarırsın. Ve dilediğini de hesapsız rızıklandırırsın."

28- İnananlar, inananların aşağısından örtücülere yönelenler olarak tutunmasın. Ve kim böyle yaparsa, artık Allah'tan hiçbir şey üzerinde değildir. Ancak onlardan korunma gereği gibi bir durumda olmanız hariç. Ve Allah sizi kendisinden sakındırır. Ve dönüş Allah'adır.

29- De ki: "Göğüslerinizde olanı saklasanız da veya onu açığa vursanız da, Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanı bilir. Allah her şey üzerinde güç yetiricidir."

30- O gün her kişi hayırdan ne işlemiş ise onu hazırlanmış halde bulacak. Ve kötülükten ne işlemiş ise, kötülüğü ile kendisi arasında uzak mesafe olmasını arzu edecek. Ve Allah sizi kendisinden sakındırır. Ve Allah kullarına karşı çok acıyandır.

31- De ki: "Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah'ta sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir."

32- De ki: "Allah'a ve elçiye itaat edin." Eğer (başka tarafa) yönelirlerse, artık şüphesiz ki Allah örtücüleri sevmez. 

33- Şüphesiz ki Allah, Adem'i ve Nuh'u ve İbrahim ailesini ve İmran ailesini, insanlar üzerine süzdürdü.

34- Bunlar birbirinden türemiş olan bir soydur. Ve Allah her şeyi işiticidir her şeyi bilicidir.

35- Ve bir zaman İmran'ın karısı: "Rabbim, şüphesiz ki ben karnımdakini hür olarak sana adadım, artık onu benden kabul buyur. Şüphesiz ki sen hakkıyla işiticisin hakkıyla bilicisin" demişti.

36- Onu doğurduğunda, - ve Allah onun ne doğurduğunu ve (istemiş olduğu) erkek, (onun doğurduğu) kız gibi olmayacağını en iyi bildiği halde- "Rabbim onu dişi olarak doğurdum. Ve şüphesiz ki ben onu Meryem olarak isimlendirdim. Ve şüphesiz ki ben onu ve soyunu taşlanmış şeytandan sana sığındırıyorum" demişti.

37- Bunun üzerine kendisinin Rabbi onu güzel kabulle kabul etmiş ve onu en  güzel bitki gibi yetiştirmiş ve Zekeriyya'yı ona üstlenici yapmıştı. Zekeriyya, Meryem'in kaldığı bölüme her ne zaman girse onun yanında bir rızık bulur: "Ey Meryem bu sana nereden geliyor?" der, (O da): "O Allah'ın katındandır" derdi. Şüphesiz ki Allah dilediğine hesapsız rızık verir.

38- Zekeriyya orada Rabbine çağrı yaparak: "Rabbim bana katından temiz soy bahşet, muhakkak ki sen çağrıyı işiticisin" demişti. 

39- Kaldığı bölümde ayakta kulluk görevi halinde iken melekler ona: "Şüphesiz ki Allah sana, Allah'tan bir kelimeyi doğrulayacak, toplumuna liderlik yapacak, iffetine düşkün ve doğrulardan olacak bir haberci Yahya'yı müjdeliyor" diye seslenmişti. 

40- (Zekeriyya): "Rabbim, bana ihtiyarlık ulaşmış ve karım ise doğurmaktan kesilmiş biri olduğu halde benim oğlum nasıl olacak?" demiş, (Allah): "Bu böyledir Allah dilediğini yapar" demişti.

41- (Zekeriyya): "Rabbim bana bir delil kıl" demiş, (Allah): "Senin delilin, insanlarla işaretten başka üç gün konuşamamandır. Ve Rabbini çokça hatırla. Akşam sabah O'nun çizdiği daire içinde kal" demişti.

42- 43- Bir zaman melekler: "Ey Meryem, şüphesiz ki Allah seni süzdürdü ve tertemiz kıldı ve  alemlerin kadınlarının üzerine seni şüzdürdü. Ey Meryem, Rabbine gönülden bağlı ol ve boyun eğ ve eğilenlerle beraber eğil" demişti.

44- Bu, sana vahyetmekte olduğumuz duyularla algılanamayanın haberlerindendir.  Hangisi Meryem'e üstlenici olacak diye mızraklarıyla karşılaşma yaparlarken sen onların yanlarında değildin. Ve onlar aralarında (bu konuda) çekişirlerken de sen onların yanlarında değildin.

45- 46- Bir zaman melekler: "Ey Meryem, şüphesiz ki Allah seni kendisinden bir kelime ile müjdeliyor. Onun ismi Meryem oğlu İsa Mesih'tir. Şimdikinde ve sonrakinde saygın ve yakınlaştırılmışlardandır. O, insanlarla çocuk iken de, yetişkin iken de konuşacak, ve doğrulardandır" demişti.

47- (Meryem): "Rabbim, bana bir beşer dokunmadığı halde benim çocuğum nasıl olacak?" demiş, (Allah): "Bu böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir buyruğun yerine gelmesini istediği zaman ona sadece "Ol" der, o da oluverir" demişti. 

48- Ve ona Kitab'ı, doğruyu yanlıştan ayırmayı ve Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.

49- 50- 51- Ve İsrailoğulları'na elçi olacak (onlara şöyle diyecek): "Şüphesiz ki ben size Rabbinizden  delil getirdim. Şüphesiz ki ben size çamurdan bir kuş sureti yaratır, ona üflerim de Allah'ın duyumuyla ile bir kuş olur. Ve Allah'ın duyumuyla gözleri doğuştan kör olanı ve abraşı (hastalıktan) uzaklaştırır ve ölüleri diriltirim. Ve evlerinizde ne yersiniz ve ne biriktirsiniz size haber veririm. Eğer inananlar iseniz şüphesiz ki bunda kesinlikle bir delil vardır. Ve önümdeki Tevrat'tan doğrulayıcı olarak, üzerinize yasak kılınmış olanların bir kısmını serbest kılmak için Rabbinizden size delil getirdim. Artık Allah'a korunun ve bana itaat edin. Şüphesiz ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Artık O'na kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur."

52- 53- İsa, onlardan örtmeyi hissettiğinde: "Allah'a yardımcılarım kim dir?demiş, Havariler'de: "Biz Allah'ın yardımcılarız. Allah'a inandık. Ve tanık ol çünkü biz teslim olanlarız. Rabbimiz, indirdiğine inandık ve elçiye uyduk, artık bizi tanıklarla beraber yaz" demişti.

54- Ve (İsrailoğulları) tuzak kurdular ve Allah onların bu yaptıklarını boşa çıkardı. Ve Allah tuzakları boşa çıkaranların en hayırlısıdır.

55- 56- 57- O vakit Allah:"Ey İsa, senin ömrünü ben tamamlayacak, kendime yükseltecek ve seni örtücülerden (kurtararak) temizleyeceğim. ve sana uyanları ise kalkışın gününe kadar örtenlerin üzerinde kılacağım. Sonra dönüşünüz banadır, anlaşmazlığa düştüğünüz konularda aranızda ben  karar vereceğim. Örtenlere gelince, artık onlara şimdikinde ve sonrakinde şiddetli bir azabla azap edeceğim. Ve onlara yardımcılardan da kimse yoktur. Ve inanan ve doğrulukları işleyenlere gelince, artık onların mükafatlarını tastamam ödeyecektir. Ve Allah yanlış yapanları sevmez" demişti.

58- İşte bunu sana ayetlerden ve doğru kararları içeren Hatırlatma'dan peşi sıra okuyoruz.


59- Şüphesiz ki Allah'ın katında İsa'nın örneği, Adem'in örneği gibidir.  Onu topraktan takdir etti, sonra ona "Ol" dedi, o da oluverdi. 

60- Gerçek senin Rabbindendir, artık sakın tereddüde düşenlerden olma.

61- Artık kim sana bilgi geldikten sonra seninle tartışırsa, artık de ki: "Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra açık gönülden yalvararak, Allah'ın dışlamasının yalancıların üzerine kılalım."

62- Şüphesiz ki bu kesinlikle gerçek anlatıdır. İlâh olarak Allah'tan başkası yoktur. Ve şüphesiz ki Allah, güçlüdür doğru karar vericidir.

63- Buna rağmen eğer (başka tarafa) yönelirlerse, şüphesiz ki Allah bozucuları en iyi bilicidir.

64- De ki: "Ey kitabın ehli bizim aramızdaki ve sizin aranızdaki, Allah'tan başkasına kulluk etmemek ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmamak ve Allah'ın aşağısından birbirimize rabler olarak tutunmamak olan, eşit olan söze gelin." Eğer (başka tarafa) yönelirlerse, artık siz de: "Tanık olun çünkü biz teslim olanlarız" deyin.

65-  Ey kitabın ehli, Tevrat ve incil kendisinden sonra indirilmişken, İbrahim hakkında (o bizden di diye) niçin tartışıyorsunuz? Halâ bağ kurmayacak mısınız?

66- Hadi sizler, hakkında bilgi sahibi olduğunuz bir konuda tartıştınız, fakat hakkında bilgi sahibi olmadığınız bir konuda niçin tartışıyorsunuz? Ve Allah bilir siz ise bilmezsiniz.

67- İbrahim, ne Yahudi ve ne de Hristiyan idi. Fakat o, yaratılış ayarı üzerine meyilli teslim olan biri idi. Ve ortak koşanlardan değildi.

68- Şüphesiz ki insanların İbrahim'e en yöneleni, ona uyanlar, bu Haberci ve inananlardır. Allah inananların yönelenidir.

69- Kitabın ehlinden bir grubu sizi saptırmayı arzu etmektedir. Oysa onlar kendilerinden başkalarını saptırmadıklarının farkında değillerdir.

70- Ey kitabın ehli, tanık olduğunuz halde, niçin Allah'ın ayetlerini örtüyorsunuz?

71-  Ey kitabın ehli, niçin gerçeğe gerçek olmayan elbisesi giydiriyor ve biliyor olduğunuz halde gerçeği gizliyorsunuz?

72- 73- Ve kitabın ehlinden bir grup dedi ki: "İnananlara indirilmiş olana gündüzün yüzünde ina(nmış gibi davra)nın, onun sonunda ise örtün, belki onlar da dönerler. Ve sizin hayat nizamınıza uyandan başkasına da inanmayın." De ki: "Şüphesiz ki doğru yol, Allah'ın yoludur. Size verilmiş olanın bir örneğinin başka birine de veriliyor olmasından dolayı mı veya Rabbinizin katında sizinle tartışacaklar diye mi (böyle söylüyorsunuz)?" De ki: " (Risalet konusunda) şüphesiz ki lütuf Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Ve Allah çok geniştir her şeyi bilicidir."

74- Kitap ve elçiliğini* dilediği kimseye ayrıcalık tanır.  Ve Allah büyük lütuf sahibidir. 

Rahmet kelimesine kitap ve elçilik anlamı verme nedenimiz, Zuhruf s. 32. ayetine istinadendir.

75- Ve kitabın ehlinden öylesi vardır ki, kendisine kantar ağırlığınca mal emanet edecek olsan, onu sana öder. Ve içlerinden öylesi de vardır ki, bir dinar  dahi emanet etmiş olsan daimi olarak ayakta dikilmedikçe, ona sana ödemez. İşte bu onların: "Kitap bilgisi olmayan (Arap)lara karşı bize bir sorumluluk yoktur" demiş olmaları nedeniyledir. Ve onlar biliyor oldukları halde Allah üzerine yalan söylemektedirler.

76- Hayır,  kim sözünü (emanetini) tastamam yerine getirir ve korunursa, artık şüphesiz ki Allah korunanları sever.

77- Şüphesiz ki Allah'ın sözünü ve yeminlerini pek az bedele satanlar var ya, işte onlara sonrakinde (güzel) bir pay yoktur. Kalkışın gününde Allah onlarla ne konuşacak ve onlara ne bakacak ve ne de  onları arındıracaktır. Ve onlar için acı azap vardır.

78- Ve yine onlardan bir bölümü vardır ki, siz onu kitaptan olduğunu hesap edesiniz diye dillerini kitapla eğip bükerler. Halbuki o kitaptan değildir. Ve: "O, Allah'ın katındandır" derler, halbuki o Allah'ın katından değildir. Ve onlar biliyor oldukları halde Allah üzerine yalan söylemektedirler.

79- Allah bir beşere kitap ve doğruyu yanlışı ayırma kabiliyeti ve habercilik versin de (o beşerin) sonra kalkıp insanlara: "Allah'ın aşağısından bana kul olun" deme(yetki)si yoktur.  Ancak: "Öğretmekte ve ders vermekte olduğunuz kitabın doğrultusunda Rabbe kul olun" (deme yetkisi vardır).  

80-  Ve size, meleklere ve habercilere rabler olarak tutunmanızı da buyurmaz. Siz teslim olduktan sonra size örtmeyi hiç buyurur mu?

81- Ve bir zaman Allah habercilerden: "And olsun ki size kitaptan ve doğruyu yanlıştan ayırma kabiliyetinden verdikten sonra, sizin beraberinizde olanı doğrulayıcı bir elçi geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve mutlaka ona yardım edeceksiniz" diye yeminle bağlanmış söz almış: "sözünüzde durdunuz ve size olan bu ağır yükümü tutttunuz mu?" demiş, (onlar): "Sözümüzde durduk" demişler, (Allah): "Tanık olun, ben de sizinle beraber tanıklardanımdemişti.

82- Artık kim bundan sonra (başka tarafa) yönelirse, işte onlar itaatten çıkanların ta kendileridir.

83- Yoksa onlar, Allah'ın hayat nizamından başkasının mı peşine düşüyorlar? Oysa göklerde ve yerde kim varsa, gönüllü veya gönülsüz hepsi O'na teslim olmuştur, ve yalnızca O'na döndürüleceklerdir.

84- De ki: "Biz Allah'a ve bize indirilmiş olana ve İbrahim'e ve İsmail'e ve İshak'a veYakub'a ve torunlarına indirilmiş olana, ve Musa'ya ve İsa'ya ve habercilere Rablerinden verilmiş olana inandık. Onlardan hiç birisinin arasında bölücülük yapmayız, ve biz O'na teslim olanlarız."

85- Ve kim hayat nizamı olarak İslam'dan başkasının peşine düşerse, artık bu ondan asla kabul olunmaz. Ve o sonrakinde de zarara uğrayanlardandır.

86- İnanmalarından ve elçinin gerçek olduğuna tanıklık etmelerinden ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra örten bir topluluğu, Allah nasıl doğru yola iletir? Ve Allah, yanlış yapanlar topluluğunu doğru yola iletmez.

87- İşte onların karşılığı, Allah'ın ve meleklerin ve insanların toplu halde dışlamasının onların üzerine olmasıdır.

88-  Ölüm görmemek üzere oradadırlar. Azap onlardan ne hafifletilir ve onlara ne de bakılır.

89- Ancak bunun ardından (itaatle) dönmüş ve durumlarını düzeltmiş olanlar, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

90- Şüphesiz ki, inanmalarının ardından örtmüş, sonra da örtücülüklerini artırmış olanların (ölüm anında yapacakları) dönüşleri, asla kabul edilmeyecektir. Ve işte onlar yolunu kaybetmişlerin ta kendileridir.

91- Şüphesiz ki örttüler ve örtenler oldukları halde ölmüş olanlar var ya, onlar yeryüzünün dolusu  altını kurtulmalık olarak verseler dahi, hiçbirinden asla kabul edilmeyecektir. İşte onlara acı azap vardır ve onlara yardımcılardan da kimse yoktur.

92- Sevdiklerinizden harcayıncaya kadar, erdemliliğe kavuşamazsınız. Bir şeyden her ne harcarsanız, artık şüphesiz ki Allah onu en iyi bilicidir.

93- (Yahudiler dedi ki): "Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in (Yakub'un) kendisine yasakladığı hariç, her yiyecek İsrail'in oğullarına serbesttir." De ki: "Eğer doğru söyleyenlerden iseniz Tevrat'ı getirip onu peşi sıra okuyun."

94- Artık kim bundan sonra artık Allah üzerine yalan ortaya atarsa, işte onlar yanlış yapanların ta kendileridir.

95- De ki: "Allah doğruyu söyledi. Artık yaratılış ayarı üzerine meyilli olan İbrahim'in ortak değerine uyun. O, ortak koşanlardan değildi."

96- Şüphesiz ki insanlar için konulan ilk ev, ilâhi hayır kaynağı ve insanlar için yol gösterici olan Bekke'deki (Kâbe) dir.

97- Onda apaçık deliller ve İbrahim'in konumu (kulluk ve elçilik vazifelerinin gerekleri) vardır. Ve kim oraya girerse, artık güvendedir. Ve evi haccetmek Allah'ın, ona yol için güç yetirebilen insanlar üzerindeki  hakkıdır. Kim (bu hakkı) örterse, artık şüphesiz ki Allah, alemlerden (yarattıklarından) zengindir.

98- De ki: "Ey kitabın ehli, Allah'ın ayetlerini niçin örtüyorsunuz? Ve Allah işlemekte olduklarınızın üzerinde tanıktır."

99- De ki: "Ey kitabın ehli, tanık olduğunuz halde inananı Allah'ın yolundan, onda eğrilik peşine düşerek, niçin uzaklaştırmaya çalışıyorsunuz? Ve Allah işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir."

100- Ey inananlar,  eğer kitap verilmiş olanlardan bir bölümüne itaat edecek olursanız, inanmanızdan sonra sizi örtücüler olarak geri döndürürler.

101- Ve Allah'ın ayetleri size peşi sıra okunuyor  ve onun elçisi de içinizde olduğu halde iken, nasıl örtersiniz? Ve kim Allah'a sarılırsa, artık kesinlikle dosdoğru yola iletilmiştir.

102- Ey inananlar, Allah'a karşı O'ndan korunmanın gereğini hakkı ile yerine getirin. Ve siz Allah'a teslim olanlardan başka durumda ölmeyin.

103- Ve toplu halde Allah'ın ipine sarılın ve bölünmeyin. Ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar iken, kalplerinizin arasını ısındırmıştı da böylelikle onun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarındaydınız da, sizi ondan kurtarmıştı. Allah, ayetlerini doğru yolu bulmanız için size böylece açıklıyor.

104- Ve sizler hayra çağıran ve benimseneni buyuran ve benimsenmeyenden vazgeçirten bir toplumdan olun. Ve işte onlar arzuladığına kavuşacakların ta kendileridir.

105- Ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, anlaşmazlığa düşerek bölünenler gibi olmayın. Ve şiddetli azap işte onlar içindir.

106- O günde ağaran yüzler ve kararan yüzler vardır. Yüzleri kararanlara gelince: "İnanmanızdan sonra örttünüz mü? Öyleyse örtmenizden ötürü tadın azabı" (denir).

107- Ve yüzleri ağaranlara gelince, artık  Allah'ın rahmetindedirler. Onlar orada ölüm görmeyeceklerdir.

108- İşte bu Allah'ın ayetleridir. Onu sana gerçeklikle peşi sıra okuyoruz. Ve Allah yarattıklarına yanlış yapmayı istemez.

109- Ve göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah'ındır. Ve işler Allah'a döndürülür.

110- Siz, insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı bir toplum oldunuz. Benimseneni buyurur ve benimsenmeyenden vaz geçirtir ve Allah'a inanırsınız. Şayet kitabın ehli de inanmış olsaydı, onlar için elbette daha hayırlı olurdu. İçlerinden inanmış bir kısım olsa da çoğu itaatten çıkanlardır.

111- Onlar, rahatsızlık verme (söz ile incitme) dışında size asla zarar veremezler. Ve eğer sizinle savaşacak olurlarsa, size arkalarıyla (başka tarafa) yönelirler. Sonra yardım da edilmezler.

112- Nerede ele geçirildilerse üzerlerine aşağılanma vurulmuştur. Allah'tan bir ipe ve (inanan) insanlardan bir ipe (sarılmaları) hariç. Ve Allah'tan  bir gazaba yerleşmişler ve üzerlerine yoksulluk vurulmuştur. Bu, onların Allah'ın ayetlerini örtmeleri ve habercileri meşru bir nedeni olmaksızın öldürmeleri sebebiyledir. İşte bu, baş kaldırmaları ve sınırı aşıyor olmaları nedeniyledir.

113- Hepsi eşit değillerdir. Kitabın ehlinden dimdik ayakta duran bir toplum vardır ki; gecenin vakitlerinde boyun eğerek Allah'ın ayetlerini peşi sıra okurlar.

114- Allah'a ve sonraki güne inanır ve benimseneneni buyurur ve benimsenmeyenden vazgeçirtir ve hayırlarda koşuştururlar. Ve işte onlar doğrulardandır.

115- Ve hayırdan her ne yaparlarsa, bundan örtülmeyeceklerdir. Ve Allah korunanları en iyi bilicidir.

116- Örtenlerin ne malları ve ne de çocukları onlara Allah'tan hiçbir şeye karşı zengin kılmayacaktır. Ve işte onlar ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada ölüm görmeyeceklerdir.

117- Onların şimdiki hayatta  harcamakta olduklarının örneği, kendilerine yanlış yapmış bir topluluğun ekinine erişen, böylelikle onu yok eden kavurucu soğuğa sahip rüzgar gibidir. Ve Allah onlara yanlış yapmadı. Fakat onlar kendilerine yanlış yapıyorlardı.

118- Ey inananlar, sizden aşağınızdakilere sırdaş olarak tutunmayın. Onlar sizi bozguna düşürmekten geri durmazlar. Sizin sıkıntıya düşmenizi arzu ettiler. Kinleri ağızlarından (dökülen sözlerinden) açığa çıkmaktadır. Göğüslerindeki saklamakta oldukları ise daha da büyüktür. Bağ kuranlardan iseniz size ayetlerimizi kesinlikle açıkladık.

119- İşte siz öyle kimselersiniz ki, siz onları seversiniz fakat onlar sizi sevmezler. Siz kitabın (Tevrat, İncil Kur'an) tamamına da inanırsınız. Ve sizinle karşılaştıkları zaman: "İnandık" derler. Ve yalnız kaldıkları zaman ise size olan öfkeden dolayı parmaklarını ısırırlar. De ki: "Öfkenizle ölün. Şüphesiz ki Allah göğüslerdekini en iyi bilicidir."

120- Eğer siz bir güzellik erişecek olsa, bu onları üzer. Ve eğer size bir kötülük isabet edecek olsa, onunla da  sevinç duyarlar. Ve eğer siz direnerek gayret eder ve korunursanız, onların plânları size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz ki Allah, onların işlemekte olduklarını çepeçevre kuşatıcıdır. 

121- Ve hani sen inananları savaş için duracakları yerlere yerleştirmek  için sabah erkenden ailenden ayrılmıştın. Ve Allah her şeyi işiticidir her şeyi bilicidir.

122- Hani içinizden iki grup yılgınlığa eğilim göstermişti. Halbuki Allah, o iki grubun da yöneleniydi. Ve inananlar artık yalnızca Allah'a güvensin.

123- Ve and olsun ki Allah, siz çok zayıf olduğunuz halde iken, size Bedir'de yardım etmişti. O halde Allah'a karşı korunun ki şükretmiş olasınız.

124- Hani sen o zaman inananlara: "Rabbinizin, meleklerden indirilmiş üç bini ile(el) uzatması size yeterli değil mi?" diyordun.

125- Evet yeter. Eğer siz direnerek gayret eder ve korunur ve onlarda size şu anda ansızın gelirlerse, Rabbiniz sizi belirtili meleklerden beş bini ile (el) uzatacaktır.

126- 127- Allah bunu size ancak bir müjde onunla kalpleriniz yatışsın ve örtenlerden bir kısmının kökünü kazısın ve perişan olarak çevrilsinler diye yapmıştır. Yardım, ancak en güçlü en doğru karar verici Allah'ın katındandır.

128- Senin (onlar hakkındaki) buyruktan sana bir şey yoktur. Onlara ya (lütuf ile) döner ya da onlara azap eder. Çünkü onlar yanlış yapanlardır. 

129- Ve göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah'ındır. Dilediğini bağışlar ve dilediğine de azap eder. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

130- Ey inananlar kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin. Ve arzuladığınıza kavuşabilmeniz için Allah'a karşı korunun.

131- Ve korunun o ateşe karşı ki o, örtücüler için hazırlanmıştır.

132- Ve Allah'a ve Elçi'ye itaat edin ki, merhamet olunasınız.

133- Ve Rabbinizden bağışlanmaya, korunanlar için hazırlanmış olan, onun boyutu gökler ve yer kadar olan cennete koşuşturun.

134- Onlar ki, ferahlıkta da, darlıkta da harcarlar ve öfkelerini yutkunurlar ve insanlar(ın kusurların) dan geçerler. Ve Allah güzel davrananları sever.

135- Ve onlar ki, bir hayasızlık veya kendilerine karşı bir yanlış yaptıkları zaman, Allah'ı hatırlayarak hemen suçları için bağışlama isterler. Allah'tan başka suçları bağışlayan kimdir? Ve onlar suçları üzerinde bile bile ısrar da etmezler.

136- İşte onların karşılığı, Rablerinden bağışlama ve orada ölümsüzlük görmemek üzere olacakları altından nehirler akar cennetlerdir. Ve (güzel işler) işleyenlerin emeğinin karşılığı ne  güzeldir.

137- Sizden önce değişmeyen yasalar gelip geçti. Yeryüzünde yolculuk yapın da, artık yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.

138- Bu, insanlar için bir açıklama ve korunanlar için ise bir öğüt ve yol göstermedir.

139- Ve gevşemeyin ve üzülmeyin, eğer inananlar iseniz, üstün durumda olan sizlersiniz.

140- 141- Eğer size (Uhud'da) bir yara dokunduysa,  artık o topluluğa da, kesinlikle (Bedir'de) onun örneği bir yara dokunmuştur. Bu günleri Allah'ın inananları bilmesi ve içinizden tanıklar tutması ve Allah'ın inananları arındırması ve inkârcıları  mahvetmesi için, insanlar arasında devridaim yaptırıyoruz. Ve Allah yanlış yapanları sevmez.

142- Yoksa Allah, içinizden çabalayanları ve direnerek gayret edenleri bilmeden, cennete girivereceğinizi mi hesap ettiniz?

143- Ve and olsun ki siz onunla karşılaşmadan önce, ölüm beklentinizi dile getiriyordunuz. Artık onu kesinlikle gördünüz ama siz (gereğini yapmayıp) bakar haldesiniz.

144- Ve Muhammed bir elçiden başkası değildir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Eğer o ölür veya öldürülür ise, siz ökçelerinizin üzerinde çevrilecek misiniz? ve kim iki ökçesi üzerinde çevrilirse, Allah'a hiçbir şeyle asla bir zarar veremez. Ve Allah şükredenlerin karşılığını verecektir.

145- Ve bir kimse için Allah'ın duyumu olmadan yazılı son süreden önce ölmesi olmaz. Ve kim şimdikinin  ödülünü isterse, ona ondan veririz. Ve kim de sonrakinin ödülünü isterse, ona da ondan veririz. Ve şükredenlerin karşılığını vereceğiz.

146- Ve haberci'den nicesi vardı ki, Rabbe kul olmuş bir çok kimse onunla beraber savaşmışlardır. Onlar Allah'ın yolunda onlara erişenden ötürü, gevşememiş ve zayıflık göstermemiş ve boyun eğmemişlerdir. Ve Allah direnerek gayret edenleri sever.

147- Ve onların sözleri: "Rabbimiz buyruğumuzdaki savurganlığımızı ve suçlarımızı bağışla ve ayaklarımızı sabitle ve örtücüler topluluğuna karşı bize yardım et" demekten başkası olmadı.

148- Böylelikle Allah onlara şimdikinin ödülünü ve sonrakinin güzel ödülünü verdi.  Ve Allah güzel davrananları sever.

149- Ey inananlar eğer örtenlere itaat edecek olursanız sizi ökçeleriniz üzeri geri döndürürler de, böylelikle zarara uğrayanlar olarak çevrilirsiniz.

150- Hayır, Allah sizin yöneleninizdir. Ve O, yardımcıların en hayırlısıdır.

151-  Hakkında hiç bir yetki indirmediği halde, Allah'a ortak koşmalarından dolayı örtenlerin kalplerini ürkeklikle karşılaştıracağız. Onların sığınağı ateştir. Ve ne kötüdür yanlış yapanların kalacak yeri.

152- Ve and olsun ki Allah size olan o sözünü doğruladı. O'nun duyumuyla onları kırıp geçiriyordunuz. Ta ki sevdiğiniz(zafer)i size gösterdikten sonra yılgınlığa düştünüz ve buyruk konusunda birbirinizle çekiştiniz ve baş kaldırdınız. İçinizden kimi şimdikini istiyordu ve içinizden kimi de sonrakini istiyordu. Sonra Allah sizi denemek için, onlar(a karşı savaşı kazanmaktan)dan geri çevirdi. Ve and olsun ki (Allah) bu yaptığınızdan dolayı sizden (cezalandırmaktan) geçmiştir. Ve Allah inananlara karşı lütufkardır.

153- O vakit siz hiç kimseye aldırış etmeden yukarı doğru kaçıyor ve Elçi ise sizi arkanızdan çağırıyordu. Bunun üzerine Allah sizi keder üstüne kederle ödüllendirdi ki, ne elinizden gidene, ne de size erişene üzülesiniz. Ve Allah işlemekte olduklarınızdan haberdardır.

154- (Allah) Sonra, uğradığınız kederin ardından size, içinizden bir grubu örten güvenlik uykusu indirdi (böylelikle güveninizi kaybetmediniz). Sadece kendilerine eğilim gösteren bir diğer grup ( münafıklar) ise, Allah'a karşı gerçek olmayan bir sanı, bilgisizlik sanısı besleyerek: "Bu buyruk ve komuta konusunda bizim bir yetkimiz mi vardı ki(sorumluluğumuz olsun)diyorlardı. De ki: "Buyruğun tamamı Allah'a aittir." Onlar sana karşı açığa vuramadıklarını içlerinde saklayarak: "Bu emir ve komuta konusunda bizim de bir yetkimiz olsaydı, burada öldürülmezdik" diyorlar. De ki: "Eğer evlerinizde olmuş olsanız bile, haklarında ölüm yazılmış olanlar,  devrilecekleri yere mutlaka çıkardı." Ve Allah bunu sinenizde olanı denemek ve kalplerinizde olanı temizlemek için yaptı. Ve Allah göğüslerdekini en iyi bilicidir.

155- Şüphesiz ki iki topluluğun karşı karşıya geldiği gün, şeytan içinizden (başka tarafa) yönelenleri, bazı kazandıklarından dolayı ancak kaydırmak istemişti. Ve and olsun ki Allah onlar(ı cezalandırmak)dan geçti. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı karşılık vermekte acele etmeyicidir.

156- Ey inananlar, kardeşleri yeryüzünde yolculuğa veya savaşa çıktığı zaman onlar hakkında: "Eğer yanımızda olsalardı, ne ölürler ve ne de öldürülürlerdi" diyen, şu örtenler gibi olmayın. (Bu emri size)Allah, onların kalplerinde üzüntü ve pişmanlık olması için (verdi). Yaşatan da öldüren de Allah'tır. Allah, işlemekte olduklarınızı görücüdür. 

157- Ve and olsun ki eğer Allah'ın yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah'tan bir bağışlama ve bir rahmet onların toplamakta olduklarından kesinlikle daha hayırlıdır.

158- Ve and olsun ki ölseniz de öldürülseniz de, kesinlikle Allah'a sürülüp toplanacaksınız. 

159- Allah'tan bir rahmet sebebi ile onlara  karşı yumuşak davrandın. Ve eğer sert ve kaba kalpli olsaydın, kesinlikle çevrenden dağılırlardı. Artık sen onlardan geç ve onlar için bağışlanma iste ve buyruk hususunda onlarla danış. Kararlı olduğun zaman ise, artık Allah'a güven. Şüphesiz ki Allah, güvenenleri sever.

160- Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi kimse mağlup edemez. Ve eğer sizi yüzüstü bırakırsa da, artık O'ndan sonra size yardım edebilecek kimdir? Ve inananlar artık yalnızca Allah'a güvensin.

161- Bir haberci için ganimete kelepçe takması olmaz. Ve kim ganimete kelepçe takarsa,  kalkışın gününde kelepçe taktığı ile gelir. Sonra her kişiye kazandığının karşılığı tastamam ödenir. Ve onlar yanlışa uğratılmazlar.

162- Allah'ın hoşnutluğuna uyan kişi, Allah'tan bir kızgınlığa yerleşen kişi gibi midir? Onun sığınağı cehennemdir. Ve ne kötü dönüş yeridir.

163- Onlara Allah'ın katında (farklı) kademeler vardır. Ve Allah onların işlemekte olduklarını görücüdür.

164- And olsun ki Allah inananlara, içlerinden O'nun ayetlerini onlara peşi sıra okuyan ve onları arındıran ve onlara kitabı ve doğruyu yanlıştan ayırmayı öğreten bir elçi harekete geçirmekle, elbette lütufta bulunmuştur. Ve oysa önceden kesinlikle apaçık sapıklık içinde idiler.

165- (Bedir'de onlara) iki mislini eriştirdiğiniz erişen, (Uhud'da bu sefer) size eriştirildiğinde mi, "Bu nereden?" dediniz? De ki: "O kendinizin katındandır." Şüphesiz ki Allah her şeyin üzerinde güç yetiricidir.

166-167- Ve iki topluluğun karşı karşıya geldiği günde size eriştirilenin sebebi, Allah'ın duyumunun bir gereği ve inananları bilmesi ve ikiyüzlülük yapanları bilmesi içindi. Onlara, "Allah'ın yolunda savaşın veya (düşmanı) defedin" denildiğinde onlar: "Eğer savaşmayı bilseydik, kesinlikle size uyardık" dediler. O gün onlar inanmaktan daha çok örtmeye yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızları ile söylüyorlardı. Ve Allah onların gizlediklerini en iyi bilicidir.

168- Onlar (evlerinde) oturup, (savaşta ölen) kardeşleri için: "Eğer bize itaat etmiş olsalardı, öldürülmezlerdi" dediler. De ki: "Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, haydi ölümü kendi üzerinizden savın."

169- Ve Allah'ın yolunda öldürülenleri ölüler olarak hesap etmeyin. Aksine onlar diridirler, Rablerinin katında rızıklanmaktadırlar. 

170- Allah'ın, lütfundan kendilerine verdikleri ile sevinç duymaktadırlar. Ve onlar arkalarındaki henüz kendilerine katılmayanlara, onlara ne kaygı ve ne de üzüntü olmayacağını müjdelemek isterler. 

171- Yine onlar, Allah'tan bir nimet ve lütfu, Allah'ın inananların emeğinin karşılığını göz ardı etmeyeceğini müjdelemek isterler.

172- Onlar ki kendilerine yara eriştikten sonra (savaş meydanından kaçmayarak), Allah ve elçisine (olumlu) cevap verdiler. İçlerinden güzel davrananlar ve korunanlar için büyük emek karşılığı vardır.

173- Onlar ki, (bazı) insanlar onlara: "İnsanlar sizin için (ordu) topladı, artık onlardan çekinin" dediğinde, (bu sözlerle) onlar inancını artırdı ve: "Allah bize yeter ve ne güzel güvenilecektir" dediler.

174- Böylelikle onlara bir kötülüğe dokunmadan Allah'tan bir nimet ve lütuf ile çevrildiler ve Allah'ın hoşnutluğuna da uydular. Ve Allah büyük lütuf sahibidir.

175- İşte bu ancak kendisini yöneleni olarak görenleriyle sizi kaygılandıran bir şeytandır. Eğer inananlar iseniz, onlardan kaygılanmayın benden kaygılanın.

176- Ve örtücülüğe koşuşturanlar, sakın seni üzmesin. Onlar Allah'a asla zarar veremezler. Allah, sonrakinde onları (cennetten) bir hisse sahibi yapmamak istiyor. Ve büyük azap onlar içindir.

177- Muhakkak inanmaya karşılık örtmeyi satın alanlar, Allah'a hiç bir şeyle asla bir zarar veremezler. Ve acı azap onlar içindir

178- Ve örtenler onlara verdiğimiz mühletin kendileri için daha hayırlı olduğunu hesap etmesinler. Onlara ancak günahlarını artırmaları için mühlet veriyoruz. Ve alçaltıcı azap onlar içindir.

179- Allah, inananları içinde bulunduğunuz (karışık) durumda bırakacak değildir. Nihayetinde temiz olanı murdar olandan ayıracaktır. (Bunu yaparken de) sizi duyularla algılanamayananın üzerine (güneş gibi) doğdurmayacaktır. Fakat Allah elçilerden dilediğini seçer. Öyleyse Allah'a ve O'nun elçilerine inanın. Eğer inanır ve korunursanız, artık büyük emek karşılığı sizin içindir.

180- Ve Allah'ın, lütfundan kendilerine verdiklerinde cimrilik yapanlar, onu kendileri için daha hayırlı olduğunu hesap etmesinler. Aksine o (cimrilik), onlar için daha şerdir. Kalkışın gününde cimrilik yaptıkları şey boyunlarına ağırlık olarak dolandırılacaktır. Ve göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Ve Allah işlemekte olduklarınızdan haberdardır.

181- And olsun ki Allah: "Allah fakir, biz zenginleriz" diyen (Yahudi) lerin sözünü işitmiştir. Bu dediklerini ve  habercileri meşru bir nedenleri olmasızın öldürmelerini (hesap gününde önlerine) kitap halinde koyacak* ve onlara: "Yakıcı azabı tadın" diyeceğiz.

(*) Ayette geçen "senektübu" kelimesine "yazacağız" yerine "kitap halinde koyacağız" anlamı verme gerekçemiz, geçmişte işlenen bir cürümün zaten yazılmış olması sebebi iledir. İşlendiği anda yazılan bir amel, kıyamet gününde kitaplaşmış olarak herkesin önüne geleceği için böyle bir anlamı tercih ettik.

182- İşte bu, elleriniz ile sunduğunuz nedeniyledir. Ve şüphesiz ki Allah, kullarına karşı asla yanlış yapan değildir.

183- Onlar (Yahudiler): "Allah bize, onu ateşin yiyeceği bir kurban getirinceye kadar, hiçbir elçiye inanmamamız konusunda söz aldı" dediler. De ki: "Benden önce elçiler apaçık deliller, ve o dediğinizi size getirmişti. Eğer doğru söyleyenlerden iseniz, onları niçin öldürdünüz?"

184- Eğer seni yalanlarlar ise, senden önce apaçık deliller ve hikmet dolu sayfalar ve ışık verici kitap getirmiş olan elçiler de kesinlikle yalanlanmıştı.

185- Her kişi ölümü tadıcıdır. Kalkışın gününde emeğinizin karşılığı size tastamam ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılıp cennete girdirilirse, o artık kesinlikle kurtuluşa ermiştir. Ve şimdiki hayat, aldatıcının yararından başka birşey değildir.

186- And olsun ki mallarınız ve canlarınız ile mutlaka denenecek ve sizden önce kitap verilmiş olanlar ve  ortak koşanlardan, mutlaka çok rahatsızlık (sözleri) işiteceksiniz. Ve eğer direnerek gayret eder ve korunursanız, artık şüphesiz bu buyrukların kararlı olanındandır.

187- Ve Allah bir zamanlar kitap verilmiş olanlardan: "Onu kesinlikle insanlara açıklayacak ve onu gizlemeyeceksiniz" diye, yeminle bağlanmış söz almıştı. Onlar, buna rağmen sözlerini sırtlarının arkalarına atmış ve onu pek az bedele satmışlardı. O ne kötü bir alışverişti.

188- Hesap etmeyesin ki, getirdikleri(kötülükler) ile sevinç duyan, yapmadıkları (iyilikler) ile övülmeyi sevenler, evet hesap etmeyesin ki onlar azaptan kurtulacaklardır. Ve acı azap onlar içindir.

189- Ve göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Ve Allah her şeyin üzerinde güç yetiricidir.

190- Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, temiz akıl sahipleri için kesinlikle deliller vardır.

191-192-193- 194-  Onlar, ayakta olduğu ve oturduğu, ve yanı üstü yattığı halde (yani her durumda), Allah'ı hatırlarlar ve göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. (Ve derler ki): "Rabbimiz, sen bunu geçersiz yere yaratmadın. Sen her türlü eksikten uzaksın, artık bizi ateşin azabından koru. Rabbimiz, şüphesiz ki sen kimi ateşe girdirirsen, artık kesinlikle sen onu rezil bir duruma düşürmüşündür. Ve yanlış yapanlar için yardımcılardan kimse yoktur. Rabbimiz, şüphesiz ki biz, "Rabbinize inanın" (diye) inanmaya seslenen bir sesleniciyi işittik, biz de hemen inandık. Rabbimiz, artık bizim suçlarımızı bağışla, yaptığımız kötülüklerimizi bizden ört ve bizim ömrümüzü iyi ve erdemliler ile beraber tamamla. Rabbimiz, bize elçilerine (itaat karşılığı) söz verdiğini ver ve kalkışın gününde bizi rezil duruma düşürme. Şüphesiz ki verdiğin sözden sırt dönmezsin."

195- Bunun üzerine Rableri de onların çağrılarına şöyle cevap verdi: "Şüphesiz ki ben, içinizden erkekten olsun kadından olsun, işleyenin işlediğini göz ardı etmem. (Çalışmasının karşılığını almakta) birbirinize göre bir farkınız yoktur.  Onlar ki göç ettiler ve yurtlarından çıkarıldılar ve benim yolumda rahatsızlığa uğratıldılar ve savaştılar ve öldürüldüler, and olsun ki kötülüklerini onlardan mutlaka örtecek ve Allah'ın katından bir ödül olarak altından nehirler akar cennetlere girdireceğim. Ve dönüşümün güzeli Allah'ın  katındadır."

196- 197- O örtenlerin yerleşim bölgelerinde çevrilip durması seni aldatmasın. Pek az bir yararlanmadır, sonrasında sığınakları cehennemdir. Ve ne kötü bir yataktır.

198- Ancak Rablerinden korunanlar için Allah'ın katından bir ikram olarak, orada ölüm görmemek üzere olacakları, altlarından nehirler akar cennetler vardır. Ve Allah'ın katında olan, iyi ve erdemliler için daha hayırlıdır.

199- Ve kitabın ehlinden öylesi vardır ki Allah'a ve size indirilmiş olana ve kendilerine indirilmiş olana Allah'a gönülden saygı besleyerek inanırlar. Allah'ın ayetlerini  pek az bedele satmazlar. İşte onlar var ya, onların emeklerinin karşılığı Rablerinin katındadır. Şüphesiz ki Allah hesabı hızlı görendir.

200- Ey inananlar, direnerek mücadele edin ve direnerek mücadele etmekte birbirinizle yarışın ve birbirinize bağlı olun ve Allah'tan korunun ki arzuladığınıza kavuşasınız.

1 Ocak 2019 Salı

Al-i İmran s. 175. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerinde Bir Mülahaza

Al-i İmran s. 175. ayetini, karşılaştırmalı olarak farklı meallerden okuyan bir okuyucu, bu ayetin iki farklı şekilde yapılmış çevirisini görecek, ve hangi çevirinin daha isabetli olduğu yönünde bir düşünce içine girecektir. Yazımızda, bu ayetin iki farklı çeviriden hangisinin daha isabetli olduğu yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Ayetin, Arapça metni ve farklı çevirileri şu şekildedir:

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ

1.  İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur, inanmışsanız onlardan korkmayın, benden korkun.

2. O şeytan, sizi kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayınız benden korkunuz eğer mü'min kimseler iseniz.

Çevirilerdeki farklılık, altını çizgi ile belirttiğimiz cümlededir.

İki farklı çeviriden birisinin doğru, diğerinin yanlış olduğu şeklinde bir iddiadan öte, hangi çevirinin daha isabetli olduğu yönünde fikir belirtmeye çalışacağımızı baştan söylemek isteriz. Çünkü her iki farklı çevirinin de, Arap dili ve tefsir kuralları açısından dayanakları olduğu için, birisine doğru, diğerine yanlış demenin imkanı yoktur.

Kanaatimizce, bu ayetin hangi çevirisinin daha isabetli olduğunun anlaşılabilmesi için, surenin 173. ayetinden itibaren bir okuma yapılması gerekmektedir. 

[003.173]  İnsanlar onlara: «Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun» dediler. Bu, onların imanını artırdı da: «Allah bize yeter. O ne güzel Vekil'dir» dediler.

[003.174] Bunun üzerine kendilerine hiç bir kötülük dokunmadan Allah'ın nimeti ve lütfuyla geri döndüler ve Allah'ın rızasına uydular. Allah büyük lütuf sahibidir.

Al-i İmran s. 173. ayetine baktığımızda, Ennas (İnsanlar) olarak ifade edilen şahıslar Müslümanlara, "Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun" diyerek, onlara korku aşılamak istemektedir. Bu sözü söyleyenlerin amacının, Müslüman toplum üzerinde bir korku yaymayı amaçlayanlar olduğu, ve bu kimselerin ise, Müslümanlardan olmadığı açıktır. Kanaatimizce bu cümle 175. ayeti anlamanın anahtarıdır.

173. ayette geçen bu insanlar, 175. ayette Eşşeytanü olarak ifade edilmektedir. Bu durumu dikkate aldığımızda, insan cinsinden olan Şeytan'ın, Müslümanları bir başka topluluk olan düşmanlarından korkmalarını söylediği anlaşılmaktadır. Bu noktada Müslümanlara korkmalarını söyleyenler ile, korkmaları gerekenler arasında bir yakınlık olduğu unutulmamalıdır. Ayet bu yakınlığı Veli kelimesinin çoğulu ile ifade etmektedir.

175. ayet içinde geçen, "Onlardan korkmayın, benden korkun" cümlesinin, ilk cümlesi olan إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ cümlesi ile, uyum arz etmesi gerekmektedir. Allah (c.c) nin, "Onlardan korkmayın, benden korkun" şeklinde bir emir vermiş olması, ayetin ilk cümlesinde Müslümanların birilerinden korkutulmaya çalışıldığının anlaşılması için yeterli bir ipucudur. 

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ cümlesi, 1. şıktaki gibi, " İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur" şeklinde çevrildiği zaman, ikinci cümledeki "onlardan korkmayın" emri ile kanaatimizce uyum arz etmemektedir.

إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ cümlesi, şayet 2. şıktaki gibi, "O şeytan, sizi kendi dostlarından korkutuyor" şeklinde çevrildiğinde, ikinci cümledeki, "onlardan korkmayın" emri ile uyum arz etmektedir. Çünkü ilk cümlede 173. ayette insan geçen, 175. ayette ise  Şeytan olarak vasıflandırılan kimsenin, Müslümanları birilerinden korkutmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.

Tüm bunlardan sonra kanaatimizce, Al-i İmran s. 175. ayetinin çevirisinin, 2. şıkta verdiğimiz "O şeytan, sizi mutlaka dostlarından korkutuyor. Bina-enaleyh onlardan korkmayınız Benden korkunuz eğer mü'min kimseler iseniz" şeklinde yapılan çevirilerinin daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

11 Aralık 2018 Salı

Al-i İmran s. 153. Ayeti: Muhammed (a.s) ın Sözünü Dinlemeyen Sahabe kafir mi Oldu?

Son yıllarda din konusunda Kur'an'ın hakem bir kitap olması gerektiği düşüncesinin yaygınlaşması, Kur'an dışında hakem kitaplar edinmiş olan bazı kimseleri rahatsız etmekte, rivayet kültürü tarafından oluşturulmuş olan dini inancın elden gitmemesi için büyük bir mücadele verilmektedir. 

Kur'an'dan sonra ikinci kaynak olduğu iddia edilen hadislerin ikinci derecede yer alması, sadece sözde kalmış, hadisler ilk sıraya yerleşmiş, Kur'an ise hadislerin gölgesi altında kalmış, bazı ayetleri ise Kur'an ile uyuşmayan rivayetler baz alınarak anlaşılmaya çalışılan bir kitap haline getirilmiştir.

Burada dikkati çekmek istediğimiz asıl nokta, Muhammed (a.s) tarafından söylendiği iddia edilen ve Kur'an ile herhangi bir çelişki arz etmeyen rivayetler değil, Muhammed (a.s) tarafından söylendiği iddia edilen, fakat Kur'an ile çelişen rivayetlerdir. Pek tabiidir ki bu tür rivayetlerin Muhammed (a.s) a ait olması asla mümkün değildir.

Hadis konusu üzerinde tartışma açıldığında, hadis taraftarı olan bir Müslümandan duyabileceğimiz söz olan, "Sahih hadisi inkar eden kafir olur" iddiasının ne kadar doğru olabileceğini,  hakem kitap (Enam s 114) olması gereken Kur'an'dan öğrenmeye çalışmak bu yazının konusu olacaktır.

Bilindiği gibi Uhut harbi Müslümanların yenilgisi ile sonuçlanmış, bu harp ile ilgili ayetler ise Al-i İmran suresi içinde mevcut bulunmaktadır. Surenin 153. ayeti bizlere aynı zamanda hadis konusuna bakış açımızın nasıl olabileceği yönünde de önemli bir ipucu vermektedir.

-----Al-i İmran s. 152- Allah size verdiği (yardım) sözünü, ta ki onun izni ile onları bozguna uğratana, sevdiğiniz(zafer)i gösterene kadar tuttu. Sonra siz gevşeyerek(savaş taktiğine uymayıp) ayrılığa düştünüz, isyan ettiniz. Çünkü sizden ölümden sonraki günü isteyen olduğu gibi, dünyayı isteyen de vardı. Sonra, Allah sizi yıpratıcı bir imtihana tabi tutmak için, onlar(a karşı galebe çalmak)dan geri çevirdi (siz onlara mağlup oldunuz). (Allah) bu yaptığınızdan dolayı sizi affetti. Allah inananlara karşı lütufkardır.

-----Al-i İmran s. 153- O vakit Resul sizi arkanızdan çağırırken siz, hiç kimseye bakmadan (dağa doğru) yukarı kaçıyordunuz. Bunun üzerine Allah sizi kederden kedere uğrattı ki, ne elinizden giden (zafer)e, ne de başınıza gelen (hezimet)e üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Al-i İmran s. 152. ve 153. ayetlerinden öğrendiğimize göre, savaşın başlarında düşmana karşı galip gelen Müslümanlar, kendilerine verilen savaş taktiğine uymayarak ganimet peşine düşmüşler, bunu fırsat bilen düşman ordusu ise onları bozguna uğratmıştır. Bu meyanda ise Muhammed (a.s)  bozguna uğrayarak kaçan ordusunun arkasından seslenmekte, onun bu seslenişini duyan ashabı ise, onu dinlemeyerek savaş meydanından kaçmaktadır.

Amacımız, bu durumdan bir çıkarsama yaparak, bazı Müslümanların hadislere karşı olan tutumumu konusundaki yanlışlarına dikkat çekmeye çalışmaktır.

Ayete dönecek olursak, Müslüman ordusuna Muhammed (a.s) tarafından yapılan "Kaçmayın, geri dönün" şeklinde yapılan çağrının literatürdeki adı "Hadis" tir. Yani Muhammed (a.s) ın ağzından çıkan bir sözdür. Savaşın din adına yapıldığını dikkate aldığımızda bu sözde din adına söylenmiş, fakat ashab bu söze rağmen yine hadisi dinlemeyerek savaş meydanından kaçmıştır. 

Günümüzde bazı kimseler için söylenen söz ile bu durumu ifade edecek olursak: Ashap Muhammed (a.s) ın hadisini inkar ederek, resmen hadis inkarcısı olmuştur.

Allah (c.c)  ise bu duruma karşın, Muhammed (a.s) ın hadisini kabul etmeyen yani ret eden ashap için yine de "Allah inananlara karşı lütufkardır" buyurarak, onların üzerinde bulunan iman gömleğini çıkararak, onları Kafir olarak niteleMEmekte, onları yaptıkları bu yanlışa rağmen yine de iman edenler kategorisinde değerlendirmektedir.

Şimdi de hadis ehlinin ağzında dolanan  SAHİH HADİSİ İNKAR EDEN KAFİRDİR iddiasını, bu ayet ışığında değerlendirmeye çalışalım.

Sahih hadisin tarifi genelde, "Adalet ve zabt sahibi ravilerin muttasıl bir senedle rivayet ettikleri şazz ve muallel olmayan hadise sahih denirşeklinde yapılmaktadır. Böyle olduğu iddia edilen bir hadisi ret etmek ise, hadis ehli nazarında kişinin kafir olmasını gerektirmektedir.

Şimdi sorarız: Ashabın, muttasıl senetli bir ravi zinciri olmadan, ilk ağızdan Muhammed (a.s) dan duyduğu bir sözün gereğini yerine getirmemesi, yani ret etmesi, onları kafir yapmıyor da, vefatından yıllar sonra kayda geçmiş, ravilerin muteber olup olmadığı hadis toplayıcılarının belirlediği kriterlere göre yapılmış bir hadisin ret edilmiş olması, neden bugün bizleri kafir yapıyor?. 

Kaldı ki hiçbir Müslüman bir hadis hakkında, "Ben bu sözü Muhammed (a.s) söylemiş olsa dahi kabul etmem" şeklinde küstahça bir ifade kullanmaz iken, duyduğu bir hadis hakkında kendisince doğru olduğunu düşündüğü kriterlere göre sadece, "Böyle bir sözü Muhammed (a.s) söylemez" dediği için kafir olarak yaftalanmaktadır.

Hadis usulünde, kişilerin belirlediği kriterlere göre yapılmış olan sahih hadis tarifi üzerinden, insanları küfür yaftası ile yaftalamak, en hafif ifadesi cahillikten başka bir şey olamaz. 

Bir kişinin kafir olmasını gerektiren bir durum böyle bilgi değeri şüpheli olan kaynak ile değil, bilgi değeri kesin olan kaynak ile belirlenebilir. Kafir, Müşrik, Zındık v.s gibi İslami terimlerin hoyratça kullanılması, Müslümanlar arasındaki birlik ve beraberliği zedeleyen en büyük tehlikedir. Bugün Müslümanlar arasındaki baktığımızda, ortak değerimiz olan Kur'an'ın ihtilaflı konularda hakem olarak tayin edilmemiş olmasından doğan konulardaki anlaşmazlıklar olduğu görülecektir.

Söylemiş olma ihtimali, söylememiş olma ihtimalinden daha yüksek olduğu düşünülen sahih hadisin tarifinde, her iki ihtimali de mevcut olan bir hadisin ret edilmesi, kişiyi kafir yaptığı iddia edilirken, söylenmiş olduğu kesin olan ve ashabın birebir duyduğu bir sözün işitildiği halde onları kafir yapmamış olmasını, hadis taraftarları dikkate almalılar, kişilere göre belirlenmiş kriterler üzerinden kimseyi yaftalama hakları olmadığını bilmelidirler.

Gerçek sahih hadis, ashabın aracısız olarak ravi zinciri olmadan, Muhammed (a.s) ın ağzından duyduğu sözdür.

Buna göre bugün elimizde bulunan rivayetlerin hiç biri, ismi üzerinde sorgulanamazlık damgası vurulmuş kitapta olursa olsun, sahih kategorisine konulması mümkün değildir. Bu iddiamızla bütün rivayetlerin çöpe atılması gerektiğini iddia ediyor olmadığımızı hatırlatmak yerinde olacaktır. Söylemek istediğimiz, bu kadar yumuşak bir zemine oturmuş olan rivayetleri, Kur'an'a eş değer hatta ondan üstün görerek, ret edilmesini küfür alameti olarak görmenin yanlış olduğudur.

Bu noktada Kur'an'ın da bize rivayet yolu geldiği, hadis rivayetleri konusundaki itirazlarımızın, Kur'an içinde neden geçerli olamayacağı sorusu sorulabilecektir.

Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki Kur'an indiği anda yazıya ve hafızalara dökülmüştür, Hiçbir Kur'an ayeti üzerinde, Sahih ayet veya Sahih olmayan ayet gibi tartışmalar asla yapılmamıştır. İslam dünyasının neresine giderseniz gidin çok cüzi farklılıklar hariç, bütün mushaflar aynıdır. Hiç bir İslam beldesinde, elimizdeki mushafın dışında kalan veya bazı mushaflarda olan, bazı mushaflarda olmayan ayetler bulunmamaktadır. 

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


2 Aralık 2018 Pazar

Kur'an'daki Bazı Ayetlerde Geçen "Vennasi Ecmaine" İfadesinin Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an'ın Türkçe çevirilerinde karşılaşılan sorunlardan bir tanesi de, herhangi bir ayete verilen anlamda, Kur'an bütünlüğüne dikkat edilmemiş olmasından doğan mantıksal hatalar sonucunda, okuyucunun kafasında bazı soru işaretlerinin oluşmasına sebebiyet verilmesidir. Okuyucunun kafasında oluşmuş olan bu soru işaretleri, sadece bir parantez açılmak sureti ile giderilebilecek iken, bir çok Kur'an çevirisinde bunun yapılmamış olduğunu görmekteyiz. Yazımızda Kur'an içinde 4 yerde geçen "Vennasi Ecmaine" (Bütün insanların) ifadesinin çevirisindeki eksikliğin yol açabileceği bazı soru işaretlerinin nasıl giderilebileceği üzerinde durmaya çalışacağız.

Bu ifadeler Kur'an'ın Bakara s. 161., Al-i İmran s. 87., Hud s. 119. ve Secde s. 13. ayetlerinde geçmektedir.

Bakara s. 161. ayetinin orjinal metin ve meali:

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَٰئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[002.161]  İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya, İşte Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lâneti hep onların üstünedir.

Al-i İmran s. 87. ayetinin orjinal metni ve meali:

أُولَٰئِكَ جَزَاؤُهُمْ أَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[003.087]  İşte bunların cezası, Allah'ın meleklerin ve bütün insanların lanetlerinin üzerine olmasıdır.

Bu iki ayette, inkar edenlerin alacağı karşılıktan bahsedilerek, onlara bütün insanların da lanet edeceği belirtilmektedir. Tetkik etme imkanı bulduğumuz meallerin aşağı yukarı tamamının yukarıdaki ayet mealleri doğrultusunda çevrilmiş olduğunu gördük.

Bu şekilde yapılmış olan ayet meallerini okuyan bir okuyucunun kafasında haklı olarak, "İnkarcıların da lanet etmeye nasıl hakları olabilir?" şeklinde bir soru oluşabilecektir. Kur'an'a baktığımzda cehennemde inkarcıların birbirlerini lanetlemelerinden bahsedilmesine karşı, bu ayetlerdeki lanetleme konusunun birbirlerini lanetlemeleri ilgili olmadığını düşünmekteyiz. 

Kanaatimizce "Bütün insanlar" ile kast edilmek istenilen mü'min olsun kafir olsun bütün insanlar değil, sadece mü'min insanların tamamıdır. Bu kanaatimize delil olarak ise Bakara s. 159. ayetini gösterebiliriz.

[002.159]  İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyet yolunu -kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra- gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.

Ayet içinde geçen Ellainune (lanet ediciler) ifadesinin kimleri kapsamı altına aldığı şeklindeki yorumlara baktığımızda, bu alana meleklerin ve iman edenlerin girdiği şeklinde yapılan yorumların daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz.

Bu durumu dikkate alarak her iki ayette geçen Vennasi ecmain ifadesinin "İman etmiş olan bütün insanlar" olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu ayetlerin meallerine parantez içinde (inanmış olan) şeklinde yapılacak olan bir izah, oluşabilecek olan kafa karışıklığını gidermek noktasında faydalı olacaktır.

[002.161]  İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya, İşte Allah’ın, meleklerinin ve (inanmış olan) bütün insanların lâneti hep onların üstünedir.

[003.087]  İşte bunların cezası, Allah'ın meleklerin ve(inanmış olan) bütün insanların lanetlerinin üzerine olmasıdır.

Diğer iki ayetimiz ise, Hud s. 119. ve Secde s. 13. ayetleridir. Bu ayetlerin orjinal metni ve meali ise şöyledir:

إِلَّا مَنْ رَحِمَ رَبُّكَ ۚ وَلِذَٰلِكَ خَلَقَهُمْ ۗ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[Hud.119]  Ancak Rabbinin rahmet ettiği kimseler müstesna. Ve onun içindir, onları yaratmıştır. Ve Rabbinin şu beyanı da tamam olmuştur ki, «Elbette cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan dolduracağım.»

وَلَوْ شِئْنَا لَآتَيْنَا كُلَّ نَفْسٍ هُدَاهَا وَلَٰكِنْ حَقَّ الْقَوْلُ مِنِّي لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ

[Secde.013]  Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidâyetini verirdik. Fakat benden: «Bütün insanlar ve cinlerden cehennemi elbette dolduracağım.» sözü hak olmuştur.

Bu ayetlerin bu şekilde yapılmış olan çevirilerini okuyan bir kimsenin zihnine, insanların tamamının cehenneme mi gireceği sorusu haklı olarak takılacaktır. Ancak Kur'an bize kimlerin cehenneme gireceği konusunda pek çok ayetinde bilgi vermektedir.

[007.018]  Allah, «Yerilmiş ve kovulmuşsun, oradan defol; and olsun ki insanlardan sana kim uyarsa, hepinizi cehenneme dolduracağım» dedi.

[038.085] Muhakkak cehennemi seninle ve onlardan sana uyanların hepsiyle dolduracağım.

Bu ayetlerin çevirilerine, (inkar edenler ile) şeklinde açılacak bir parantez, oluşabilecek olan bazı soru işaretlerini gidermekte faydalı olacaktır.

[Hud.119]  Ancak Rabbinin rahmet ettiği kimseler müstesna. Ve onun içindir, onları yaratmıştır. Ve Rabbinin şu beyanı da tamam olmuştur ki, «Elbette cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan (inkar edenler ile) dolduracağım.»

[Secde.013]  Eğer biz dilemiş olsaydık her nefse hidâyetini verirdik. Fakat benden: «Bütün(inkar eden) insanlar ve cinlerden cehennemi  elbette dolduracağım.» sözü hak olmuştur.

Sonuç olarak: Kur'an'ın Türkçeye yapılan çevirilerinde bazı eksik ve yanlış anlamaların önünü almak için parantez açmanın yararı olduğunu düşünmekteyiz. Buna örnek olarak Kur'an içinde geçen 4 tane ayetin çevirilerinde okuyucunun zihnine takılabilecek muhtemel soruların önü, bu türden parantezler açılmak sureti ile alınabilir.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


18 Kasım 2018 Pazar

İslamoğlu ve Esed Tarafından Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. Ayetine Verilen Anlamın Ahzab s. 50. Ayeti Bağlamında Değerlendirilmesi

Kur'an'ın bazı ayetlerinin, oluşturulmuş ön yargılar, veya bazı kimselerin Kur'an hakkında ortaya attıkları olumsuz iddiaları bertaraf etmeye çalışmak maksadı ile yapılan çevirileri, Kur'an'ın kendi içinde sahip olduğu anlam örgüsü tarafından ret edilecek, yapılan hatalı ve yanlı çeviriler, tabiri caiz ise kabak gibi sırıtacaktır. Bu türden yapılan hatalı ve yanlı çeviri örneklerini önceki bazı yazılarımızda paylaşmış, bu yazımızda ise bir yenisini paylaşmaya çalışacağız.

Bu yazımızın konusu, Mü'minun s. 6. ayeti ile, Mearic s. 30. ayetlerinin Mustafa İslamoğlu ve Muhammed Esed tarafından çevirileri olacaktır.  

Mümi'nun s. 6. ayetinin Arapça metni ve İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirileri:

إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ

Mustafa İslamoğlu: Fakat kendi eşleri, yani meşru olarak sahip oldukları müstesna; zaten onlar(meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanmazlar. 

Muhammed Esed: Eşleri - yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünkü onlar(eşleriyle olan ilikişkiden dolayı) kınanmazlar.

Mearic s. 30. ayetinin Arapça metni ve İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirileri: 

إِلَّا عَلَىٰ أَزْوَاجِهِمْ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ

Mustafa İslamoğlu: Ancak eşleri, yani meşru şekilde hakkını vererek sahip oldukları kimseler müstesna: zaten onlar (meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanamazlar. 


Muhammed Esed: Eşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frenleyenler,) çünkü ancak o zaman hiçbir kınamaya uğramazlar.

Bu ayetler, mü'minlerin vasıflarını sıralayan bir bağlama sahiptir. Ayetlerin İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan çevirilerine dikkat edildiğinde, Arapça metinde bulunan أَوْ edatına, bu ayet ile ilgili yapılan aşağı yukarı bütün meallerde verilen, ve doğru olduğunu düşündüğümüz anlam olan "veya, yahut, ya da" şeklinde değil de, "yani" anlamının verildiği görülmektedir. Bu şekilde verilen bir anlam ise, maalesef bu iki ayetin anlamını ters yüz etmeye yetmektedir. 

Nasıl mı?
Çünkü ayetler içinde geçen أَزْوَاجِهِمْ kelimesi, sosyal statü olarak ayrı bir kadın gurubunu, مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ kelimesi ise, sosyal statü olarak ayrı bir kadın gurubunu işaret etmektedir. Nuzül dönemi mevcut Arap toplumunun sosyal yaşantısında kadınlar Hür ve Köle olarak iki farklı sosyal statüye sahip olup, Kur'an, Arap toplumunda mevcut olan bu statüyü dikkate almıştır. Yani kadınlar ile ilgili olan bu statüyü direk olarak ret etmemiştir.

İslamoğlu ve Esed, geçmişte bu konunun istismar edilmiş olmasına istinaden, kendilerine göre haklı gerekçeler ile maalesef, bu iki ayrı sosyal gurubu Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerine verdikleri anlam ile tek guruba indirmiş, bu suretle ilgili ayetlerin anlamının ters yüz olmasına sebebiyet vermişlerdir.

Kölelik ve cariyelik konusunun ne Müslümanlar tarafından istismar edilmiş olması, ne de İslam düşmanları tarafından bir koz olarak kullanılması, ilgili ayetlerin anlamının ters yüz edilmesine asla gerekçe teşkil edemez.

Yazımızın başında, Kur'an'ın kendi içinde bir anlam örgüsüne sahip olduğunu, bir ayetin yapılan hatalı çevirisinin Kur'an içinde karşımıza çıkan başka bir ayet ile, kabak gibi sırıtacağını söylemiştik. Şimdi Ahzab s. 50. ayetini ele alarak, bu çevirilerin nasıl hata barındırdığını görmeye çalışalım.

Mustafa İslamoğlu:
fakat kendi eşleri, yani meşru olarak sahip oldukları müstesna; zaten onlar (meşru eşleriyle paylaştıkları cinsellikten dolayı) kınanamazlar.
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَحْلَلْنَا لَكَ أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَيْكَ وَبَنَاتِ عَمِّكَ وَبَنَاتِ عَمَّاتِكَ وَبَنَاتِ خَالِكَ وَبَنَاتِ خَالَاتِكَ اللَّاتِي هَاجَرْنَ مَعَكَ وَامْرَأَةً مُؤْمِنَةً إِنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِيِّ إِنْ أَرَادَ النَّبِيُّ أَنْ يَسْتَنْكِحَهَا خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ ۗ قَدْ عَلِمْنَا مَا فَرَضْنَا عَلَيْهِمْ فِي أَزْوَاجِهِمْ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ لِكَيْلَا يَكُونَ عَلَيْكَ حَرَجٌ ۗ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَحِيمًا

Önce bu ayete İslamoğlu ve Esed tarafından verilen anlamları aşağıya paylaşalım:

Mustafa İslamoğlu: 
Sen ey Peygamber! Biz sana mehir bedellerini verdiğin eşlerini; savaş esirleri arasından sağ elinin altında bulunan kimseleri; seninle birlikte göç etmiş bulunan amca ve hala kızlarını, dayı ve teyze kızlarını; ve kendilerini Peygamber`e (mehir bedeli istemeksizin) sunan ve peygamberin de kendilerini nikahlamayı kabul ettiği mü`min kadınları -ki bu yalnızca sana hastır, diğer mü`minler için değildir- helal kıldık. Doğrusu onlara eşleri ve sağ elleri altında bulunanlar konusundaki talimatlarımızı bilmekteyiz; ne ki bununla amaçlanan, senin zor durumda kalmamandır: zaten Allah tarifsiz bir bağışlayıcıdır, eşsiz bir merhamet kaynağıdır.

Muhammed Esed:
Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini ve Allah’ın sana bahşettiği savaş esirleri arasından sağ elinin altında bulunanları sana helal kıldık. Ve seninle birlikte (Yesrib’e) göç etmiş olan amcalarının ve halalarının kızlarını, dayılarının ve teyzelerinin kızlarını; ve kendilerini Peygamber’e özgür iradeleriyle teklif eden, Peygamber’in de almak istediği mümin kadınları (da sana helal kıldık): (bu sonuncusu) yalnız sana özgü bir imtiyazdır, öteki müminler için değil, (zaten) onlara eşleri ve sağ ellerinin altında bulunanlar konusunda yapmaları gerekeni bildirdik. (Ve) artık sen (gereksiz) bir endişeye kapılmamalısın, şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır.

Ahzab s. 50. ayetine bakıldığında, bu ayet içinde iki ayrı sosyal statüye sahip olan kadın gurubu açık ve net bir şekilde görülmektedir. Ayet içinde geçen أَزْوَاجَكَ اللَّاتِي آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ  (mehirlerini verdiğin eşlerin) ifadesi ile, وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَيْكَ(Allah'ın sana bahşettiği savaş esirleriifadesinin arası, وَ ile ayrılmaktadır. Çünkü bu ifadeler, hür ve köle olmak üzere, iki ayrı sosyal statüye sahip olan kadın gurubunu işaret etmektedir. Ahzab s. 50. ayeti Kur'an içinde 15 yerde geçen مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ ifadesini anlamanın anahtar ayetidir. Kur'an içinde geçen bu ifadelerin hepsinin, nuzül dönemi Arap toplumunda mevcut olan hür ve köle ayrımı dikkate alınmak sureti ile sureti ile çevrilmesi gerekmektedir. 

Kölelik ve cariyelik konusunun bazı kesimler tarafından eleştiri ve istismar konusu olmuş olması, maalesef bazılarımızı savunma psikolojisi içine sokmakta, bundan dolayı nuzül dönemi Arap toplumunda mevcut bulunan bu sosyal sistem maalesef es geçilebilmektedir. 

Şurası hatırdan çıkarılmamalıdır ki: Kölelik ve cariyelik kurumu İslam tarafından ihdas edilmiş bir kurum değil, nuzül öncesi Arap toplumu içinde yerleşik bulunan bir kurumdur. Kur'an'ın doğru anlaşılması için nuzül öncesi Arap toplumunun sosyal şartlarının göz önünde bulundurulması, olmazsa olmazlardan olup, bu şartı göz ardı ederek yapılan çevirilerde maalesef çeviri sahiplerinin çelişkili anlamlara imza atması kaçınılmazdır.

Biz burada أَوْ edatının Kur'an'da geçtiği bütün yerlerde "veya, yahut, ya da" şeklinde anlama sahip olduğunu, bu edatın "yani" anlamına da sahip olduğu iddiasının tahrife kadar varabilecek bir zorlama olduğunu bile konuşmadan, Kur'an'ın kendi içindeki anlam örgüsü ile, hatalı bir çeviriyi nasıl ret ettiğini göstermeye çalıştığımızı tekrar hatırlatmak istiyoruz. 

Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerinde, Ahzab s. 50. ayetinde gördüğümüz iki gurup kadından bahsedilmektedir. İslamoğlu ve Esed, bu iki gurubu tek guruba indirmek sureti ile, izahı zor bir hataya imza atmışlardır. İslamoğlu ve Esed tarafından yapılan bu hatalı çeviriyi ise Ahzab s. 50. ayeti ortaya çıkarmaktadır. 

İslamoğlu ve Esed'in tutarlı ve çelişkisiz olmak açısından, Ahzab s. 50. ayetinde geçen وَ edatına, burada daأَوْ edatına verdikleri anlam gibi "yani" anlamında çevirerek, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetleri ile herhangi bir çelişkiye mahal bırakmamaları gerekirdi. Fakat Ahzab s. 50. ayetine böyle bir anlamın verilmesinin imkansız olduğunu çok iyi bildikleri için, böyle yapmamışlar, Esed bu ayetteki وَ edatına "Ve" anlamı verirken, İslamoğlu bu edatın anlamını, çeviriye dahi koymamak sureti ile, zannımızca düştüğü çelişkiyi örtmeye çalışmaktadır. Yaptığı Kur'an mealinde Muhammed Esed'den büyük ölçüde yararlanmış olan İslamoğlu'nun bu ayet içinde Esed'den yararlanmamış olması dikkat çekicidir.

Şeşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frenleimdi de  مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ ifadesinin, أَوْ edatı ile birlikte geçtiği Nisa s. 3. ayetine bakalım.

Nisa s. 3. ayeti:
eşleri -yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünk
eşleri -yani, (evlilik yoluyla) meşru olarak sahip oldukları insanlar- dışında (kimsede arzularına doyum aramazlar): çünkü onlar (eşleriyle olan ilişkilerinden dolayı) kına
eşleri; yani (nikah yoluyla) meşru şekilde sahip oldukları dışında (isteklerini frوَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامَىٰ فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَاءِ مَثْنَىٰ وَثُلَاثَ وَرُبَاعَ ۖ فَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ۚ ذَٰلِكَ أَدْنَىٰ أَلَّا تَعُولُوا

Mustafa İslamoğlu: 
Ve eğer yetimlere, adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman size helal olan diğer kadınlardan biriyle evlenin; (hatta) ikisi, üçü ve dördüyle; ama onlara da adil davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir taneyle ya da meşru olarak sahip olduklarınızla (yetinin)! Bu, altına girdiğiniz sorumluluğu ihlal etmemeniz açısından daha uygundur.

Muhammed Esed: 
Eğer yetimlere karşı adil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman, size helal olan (diğer) kadınlardan biri ile evlenin -(hatta) ikisi, üçü veya dördü (ile); ama onlara adil bir tarafsızlıkla muamele edemeyeceğinizden korkarsanız, o zaman (sadece) bir tane ile- yahut meşru şekilde sahip olduklarınız ile (evlenin). Bu, doğru yoldan sapmamanız için daha uygundur.
İslamoğlu ve Esed Nisa s. 3. ayetinde geçen أَوْ edatına, Mümi'nun s. 6 ve Mearic s. 30. ayetinde verdikleri "Yani" anlamı yerine, "ya da, yahut" anlamı vermişlerdir. Bu da demektir ki İslamoğlu ve Esed, Nisa s. 3. ayetinin iki farklı statüye sahip olan kadınlardan bahsettiğini kabul etmektedirler Ayetin mealinde geçen " o zaman size helal olan diğer kadınlardan biriyle evlenin; (hatta) ikisi, üçü ve dördüyle;" cümlesi, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetlerinde geçen أَزْوَاجِهِمْ kelimesine tekabül etmektedir. İslamoğlu ve Esed'in Nisa s. 3. ayetinde gördükleri أَوْ edatı ile ayrılan iki farklı statüye sahip olan kadını, Mü'minun ve Mearic surelerinde gör(e)memiş olmaları düşündürücüdür. 

Sonuç olarak: İslamoğlu ve Esed, Mü'minun s. 6. ve Mearic s. 30. ayetini nuzül döneminde mevcut olan sosyal statüyü dikkate almak yerine, Elalem ne der kaygısını dikkate alarak çevirmiş, bu suretle tahrif denilebilecek bir hataya imza atmışlardır. 

Yazımızın amacı sadece İslamoğlu ve Esed'in yaptığı hatalı bir çeviriye dikkat çekmek değildir. Asıl amacımız, ön yargılı çevirilerin Kur'an'ın kendi anlam örgüsü içinde nasıl ret edildiğinin İslamoğlu ve Esed çevirileri örneğinde görülmesidir. Kur'an üzerinde çeviri çalışmaları yapanların dikkat etmeleri gereken önemli hususlardan birisi, bu anlam örgüsünü hiçbir zaman gözden ırak tutmamaları gerektiğidir. Çünkü yaptıkları çevirilerde, anlam örgüsüne dikkat etmemeleri, çelişkili anlamlara imza atarak, sorumluluk altına girmelerine sebep olmaktadır.

İlgili ayetlerde geçen  أَوْ edatına, aşağıdaki gibi verilen bütün meallerin doğru olarak çevrilmiş olduğunu söyleyebiliriz. 

 "Ancak eşleri VE YA sağ ellerinin sahip olduklarına karşı (tutumları) hariç; bu konuda onlar, kınanmış değillerdir."

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

31 Ekim 2018 Çarşamba

Caner Taslaman'ın Nahl s. 15, Enbiya s. 31, Lukman s. 10. Ayetlerinin Çevirilerinde Hata Yapıldığı İddiası Üzerinde Bir Değerlendirme

Bazı yazılarımızda Kur'an ayetlerinin çevirilerinde yapılan hatalara dikkat çekerek, doğru ve isabetli bir çevirinin hangisi olabileceği üzerinde tekliflerimizi paylaşmaya çalıştığımız malumdur. Bu yazımızda ise, Prof. Dr. Caner Taslaman tarafından ortaya atılan Nahl s. 15, Enbiya s. 31 ve Lukman s. 10. ayetlerinin çevirilerinde hata olduğu iddiası üzerinde durarak, sayın hocanın iddialarını değerlendirmeye çalışacağız.

Öncelikle sayın hocanın iddiasının dile getirdiği videoyu paylaşacak, sonra ise ilgili ayetlerin metnini ve meallerini vereceğiz.



Nahl s. 15. ayetinin metni ve meali:

وَأَلْقَىٰ فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ وَأَنْهَارًا وَسُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

 Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağları, yolunuzu bulmanız için de ırmakları ve yolları yarattı.

Enbiya s. 31. ayetinin metni ve meali:

وَجَعَلْنَا فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا فِيهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ

Onları sarsmasın diye yeryüzünde bir takım dağlar diktik. Orada geniş geniş yollar açtık; ta ki maksatlarına ulaşsınlar.

Lukman s. 10. ayetinin metni ve meali: 

خَلَقَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ۖ وَأَلْقَىٰ فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ ۚ وَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ

O, gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsmasın diye yere de ulu dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebattan çift çift bitirdik.

Paylaştığımız videoda Prof. Dr. Celal Şengör, Kur'an'ın dağların yaratılma amacının yeryüzünü sarsmaması olduğuna dair olan beyanının yanlış olduğunu, yani Kur'an'da hata olduğunu dile getirmekte, bu iddiaya karşılık olarak Caner Taslaman ise, ilgili ayetlerin çevirilerinin yanlış olduğunu iddia ederek, Kur'an'da herhangi bir hatanın olmadığını, hatanın bu ayetleri yanlış olarak çevirenlerde olduğunu dile getirmektedir.

 Caner Taslaman, ilgili ayetlerde geçen أَنْ تَمِيدَ kelimesinin herhangi bir olumsuzluk işareti olmamasına rağmen "Sizi sarsmasın diye" çevrilmiş olmasının hatalı olduğunu, aslında bu kelimenin videoda lafzen dile getirmemiş olmasa dahi, sözlerinden anlaşıldığı üzere "Sizi sarssın diye" veya "Sizi sarsması için" şeklinde çevrilmesi gerektiğini ifade etmektedir.

Bizim kanaatimiz, ilgili kelimenin çevirisinde herhangi bir sorun olmadığı yönünde olup, olumsuzluk anlamı verilerek yapılan çevirilerin yanı sıra bu kelimenin anlamına sadık kalınarak yapılan çevirileri de görmek mümkündür. 

[Nahl s. 15] Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da (kıldı) . Umulur ki doğru yolu bulursunuz.

[Enbiya s. 31]  Ve yeryüzünde onları çalkalar diye sabit dağları yarattık ve onlara geniş yollar açtık, tâ ki maksatlarına erebilsinler.

[Lukman s. 10] Gökleri, gördüğünüz gibi direksiz olarak yaratmış, sizi sarsar diye yere ağır baskılar koymuş, orada her türlü canlıyı yaymıştır. Biz, gökten su indirip orada her sınıf bitkiler yetiştirmişizdir.

Görüleceği üzere bu çevirilerde أَنْ تَمِيدَ kelimesi "Sizi sarsar diye" şeklinde, yani metne sadık kalarak çevrilmiştir. Bu kelimeye verilen "Sizi sarsmasın diye" veya "Sizi sarsar diye" şeklindeki çevirilerin her ikisi de doğrudur. 

Bu anlamı bizim dilimizde kullandığımız şekli ile ifade edecek olursak;

"Eve hırsız girer diye kilit taktırdım" cümlesindeki söz ile ifade etmek istediğimiz anlam aslında, "Eve hırsız girmesin diye kilit taktırdım" demektir.

"Yolda düşerim diye dikkatli yürüyorum" diyen birisi aslında, "Yolda düşmemek için dikkatli yürüyorum" demek istiyordur. 

"Çocuğum hasta olur diye doktora götürüyorum" diyen birisi aslında, " Çocuğum hasta olmasın diye doktora götürüyorum" demek istiyordur.

Örnekleri çoğaltmak mümkündür, ancak söylemek istediğimizi bu örnekler yeterince özetlemektedir. Örneklerdeki her iki ifade tarzı ile, أَنْ تَمِيدَ kelimesi ile ifade edilmek istenilen şey aynıdır. 

Caner Taslaman'ın bu ayetlerin çevirilerindeki hata olduğu iddiası, Kur'an bütünlüğünü dikkate alan bir çalışma sonucu ortaya atılmadığı açıktır. Bir an için Caner Taslaman'ın ilgili ayetlere verilen meallerin yanlış olduğunu, Taslaman'ın أَنْ تَمِيدَ kelimesine verilmesini istediği "Sizi sarsması için" şeklindeki çeviri teklifinin doğru olduğunu kabul edip, ilgili ayetlere onun doğru dediği şekilde anlam vererek, bu iddiasının Kur'an bütünlüğü dikkate alındığında ne derece doğru olabileceğini ortaya koymaya çalışalım.

  ------Nahl s. 15- Sizi sarsması için yeryüzünde sağlam dağları, yolunuzu bulmanız için de ırmakları ve yolları yarattı.

------Enbiya s. 31- Onları sarsması için yeryüzünde bir takım dağlar diktik. Orada geniş geniş yollar açtık; ta ki maksatlarına ulaşsınlar.

------Lukman s. 10- O, gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsması için yere de ulu dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebattan çift çift bitirdik.

Şimdi de bu çevirilerin doğru olabileceğini bir an için kabul ederek, Kur'an'da bu kalıpta geçen başka ayetlere de Caner Taslaman'ın teklif ettiği anlamı verelim. Çünkü teklif edilen çevirinin Kur'an bütünlüğü içinde uygun olması, aynı ifade kalıbı içindeki diğer ayetler ile herhangi bir çelişki arz etmemesi gerekmektedir,

وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ ۖ وَجَعَلْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا ۚ وَإِنْ يَرَوْا كُلَّ آيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَا ۚ حَتَّىٰ إِذَا جَاءُوكَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ

[Enam s. 25] İçlerinden seni dinleyenler vardır. Halbuki Biz, onu anlarlar diye, kalblerine örtüler, kulaklarına da ağrılık koyduk. Onlar her ayeti görseler de yine inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde, seninle çekişirler. O küfredenler derler ki; Bu, eskilerin masallarından başka birşey değildir.

[Enam s. 25]  İçlerinden seni dinleyenler de vardır, fakat biz, onu anlamamaları için kalblerinin üstüne örtüler, kulaklarının içine de ağırlık koyduk. Onlar, bütün delilleri görseler bile yine ona inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde seninle tartışırlar. Ve o kâfirler: «Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir» derler.

Enam s. 25. ayetinde geçen أَنْ يَفْقَهُوهُ  kelimesi (bu kelime ayrıca İsra s. 46, Kehf s. 57. ayetinde de geçmektedir) yukarıda verdiğimiz iki ayrı meal örneğinde görüleceği üzere ki her ikisi de doğrudur, "onu anlarlar diye" ve "onu anlamamaları için" şeklindeki anlam yerine, Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriyi bu ayete uyguladığımız zaman ayetin anlamı " İçlerinden seni dinleyenler vardır. Halbuki Biz, onu anlasınlar diye, kalblerine örtüler, kulaklarına da ağrılık koyduk. Onlar her ayeti görseler de yine inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde, seninle çekişirler. O küfredenler derler ki; Bu, eskilerin masallarından başka birşey değildir." şeklinde olması gerekecektir ki, böyle bir anlamın doğru olabileceğini Caner Taslaman dahi kabul etmeyecektir.

Konunun daha iyi anlaşılması için bir kaç örnek daha verebiliriz. 

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَنِي آدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَىٰ أَنْفُسِهِمْ أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ ۖ قَالُوا بَلَىٰ ۛ شَهِدْنَا ۛ أَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَٰذَا غَافِلِينَ

[Araf s. 172]  Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye (veya biz bundan habersizdik dersiniz diye) Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.

Araf s. 172. ayetinde geçen أَنْ تَقُولُوا kelimesi, meallerde "Demeyesiniz diye" veya "Dersiniz diye" çevrilmektedir. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir.

[Araf s. 172]  Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik diyesiniz diye (veya biz bundan habersizdik demeniz için) Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.

Ayete böyle bir anlam verilmesi, yine hiç kimse tarafından kabul görmeyecektir. Başka bir örneğimiz Taha s. 94. ayetidir.

قَالَ يَا ابْنَ أُمَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَتِي وَلَا بِرَأْسِي ۖ إِنِّي خَشِيتُ أَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِي

[Taha s. 94] Harun: «Ey anamın oğlu, sakalımı ve başımı tutma! Emin ol ki, «dediğime bakmadın da İsrail oğulları arasına ayrılık düşürdün.» dersin diye korktum.» dedi.

Bu ayette geçen أَنْ تَقُولَ kelimesi, meallerde, "Demeyesin diye" veya, "Dersin diye" çevrilmektedir. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir.

[Taha s. 94] Harun: «Ey anamın oğlu, sakalımı ve başımı tutma! Emin ol ki, «dediğime bakmadın da İsrail oğulları arasına ayrılık düşürdün.» diyesin diye korktum.» dedi.

Ayete böyle bir anlam verilmesi, yine hiç kimse tarafından kabul görmeyecektir. Başka bir ayet örneğimiz Hac s. 65. ayetidir.

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الْأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاءَ أَنْ تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ

[Hac s. 65] Allah'ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunuz altına vermiş olduğunu; buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için göğü O'nun tuttuğunu görmez misin? Doğrusu Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametli olandır.

Bu ayette geçen  أَنْ تَقَعَ kelimesi, meallerde, "Düşmemesi için" şeklinde çevrilmesine karşın, tam çevirisi "Düşer diye" şeklindedir. Ancak meallerde gördüğümüz "Düşmemesi için" şeklindeki anlam da doğrudur. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir.

[Hac s. 65] Allah'ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunuz altına vermiş olduğunu; buyruğu olmaksızın yere düşmesi için  (veya yere düşsün diye) göğü O'nun tuttuğunu görmez misin? Doğrusu Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametli olandır.

Ayete böyle bir anlam verilmesi, yine hiç kimse tarafından kabul görmeyecektir. Başka bir ayet örneğimiz ise Fatır s. 41. ayetidir.

إِنَّ اللَّهَ يُمْسِكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ أَنْ تَزُولَا ۚ وَلَئِنْ زَالَتَا إِنْ أَمْسَكَهُمَا مِنْ أَحَدٍ مِنْ بَعْدِهِ ۚ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا

[Fatır s. 41] Hiç şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye tutmaktadır. Andolsun, eğer onlar zeval bulacak olsa, kendisinden sonra artık onları kimse tutamaz. Şüphesiz O, Halîm olandır, bağışlayandır.

Bu ayette geçen أَنْ تَزُولَا kelimesi,  "Zeval bulurlar diye" çevrilmektedir. Yani "Zeval bulmasınlar diye" şeklinde bir anlama sahiptir. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir. 

[Fatır s. 41] Hiç şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulsunlar diye tutmaktadır. Andolsun, eğer onlar zeval bulacak olsa, kendisinden sonra artık onları kimse tutamaz. Şüphesiz O, Halîm olandır, bağışlayandır.

Yine bu ayete Taslaman tarafından teklif edilen çeviriyi uyguladığımızda ayetin çevirisinin alacağı halin asla kabul edilemeyecek bir anlama dönüştüğü görülecektir.

Verdiğimiz bu ayet örneklerinden görüleceği üzere, ayetlerde geçen أَنْ edatı sebep bildirmektedir. Fakat bu sebebin anlama yansıması bazen olumsuz anlam verilmesi sureti ile gerçekleştiği için sayın Taslaman yanılmaktadır. Olumsuzluk anlamı verilmesinin yanlış olduğunu لَا ekinin olmamasına bağlamaktadır. Fakat o ayetlerin başka çevirilerinin olumsuzluk içermeden de çevrildiği görülebilir.

Bütün bunlardan sonra, "Öyleyse Kur'an'da hata mı var?" sorusu zihinlere takılabilecektir.  Kur'an'da asla hata yoktur. Celal Şengör tarafından ortaya atılan iddia, bugün bilim tarafından  "Doğru" olarak kabul edilen veriler olup, aynı bilimin yarın bu verileri "Yanlış" olarak kabul etmeyeceğini kim garanti edebilir?. 

Kur'an'ın bir bilim kitabı olmadığı da ayrıca hatırdan çıkarılmamalıdır. Kur'an 1500 yıl önce yaşayan insanlara, onların algıları ve bilgi düzeyleri üzerinden hitap eden, onları Allah'ın kudretine delalet eden kevni ayetlere dikkat çeken bir kitaptır. Bilimsel Veri olarak kabul edilen bilgilerin zaman içinde birbirine zıt görüşler ürettikleri de bu noktada unutulmamalıdır. Şayet bilim yarın çıkıp Kur'an'ın verileri doğrultusunda bir görüş öne sürecek olursa, bu görüşlere ne diyebileceğiz?. 

Kur'an ayetlerinin çevirilerinde hata yapıldığı bir gerçektir. Ancak bu hata iddiası, üstünkörü bir iddia olarak ortaya atılmamalıdır. Kelime anlamlarının doğruluğu dikkatli bir şekilde incelenmeli, bu doğruluğun Kur'an bütünlüğünde sağlaması yapılmalı, ondan sonra iddia dile getirilmelidir.

Burada ayrıca şu noktaya dikkat çekmek istiyoruz; Arapça da  أَنْ edatı farklı anlamlara gelebilmektedir. Bu edatın geçtiği ayetler incelendiğinde, Caner hocayı haklı çıkarabilecek bir anlam da ortaya çıkabilecektir. Fakat olayı sadece gramer açısından değil, Nahl s. 15, Enbiya s. 31, Lukman s. 10. ayetlerinin içeriği açısından baktığımızda onun, teklif ettiği anlam maalesef  oturmamaktadır. Çünkü bu ayetlerin içeriği Allah (c.c) nin insana yeryüzünde sağladığı bazı faydalara dikkat çekmektedir. Ayetlere şayet "Sizi sarsması için" anlamı verdiğimizde fayda değil, zarar ortaya çıkacaktır.

Sonuç olarak: Caner Taslaman tarafından iddia edilen Nahl s. 15, Enbiya s. 31 ve Lukman s. 10. ayetlerinde geçen أَنْ تَمِيدَ kelimesinin çevirilerinde herhangi bir sıkıntı olmadığı gibi, Caner Taslaman tarafından teklif edilen çevirinin, Kur'an bütünlüğü dikkate alınarak sağlaması yapıldığında kendisi tarafından bile kabul edilemez olduğu görülecektir. Kur'an ayetlerinin çevirilerinin doğruluk veya yanlışlığı, günlük bilimsel verilere göre ölçmek doğru bir yaklaşım değildir. Yine aynı şekilde bazılarına şirin görünmek gibi kaygılar içinde yapılan Kur'an çevirileri de kitabın kendi içindeki anlam örgüsünü bozacağı dikkate alındığında ne derece sakıncalı olduğu ortadadır. 

Biz sayın Caner Taslaman tarafından ortaya konulan iddianın Kur'an bütünlüğü dikkate alındığında, anlam örgüsünü nasıl bozabileceğini örnekleri ile ortaya koymaya çalıştık. Dağların depremi önlemesi veya deprem doğurması bu yazının konusu değildir.

                                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.