cin sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster
cin sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster

18 Eylül 2015 Cuma

Arap Cahiliyesinin Cin Algısı Üzerine Bir Mütalaa

Kur'an 1500 yıl önce, Mekke şehrinde yaşayan topluluğa inmeye başlayan bir kitap olup , onun doğru anlaşılması için, indiği toplumun sosyo kültürel arka planını bilmek zorunluluğu vardır. Çünkü  kitabın ilk muhatapları bu toplum olup, inmeye başlayan kitap, bu toplumun yaşadığı bazı yanlışlıkları dikkate alarak düzeltmeye yönelik bilgiler ihtiva etmektedir. Bunları söylerken, Kur'anın tarihsel bir kitap olduğu iddiasında olmadığımızı söylemek istiyoruz , bu iddiadan amacımız, inen kitabın yaşanan bir hayatın gerçeklerini göz önüne aldığını ve bu gerçeklerin bilinmeden  kitabın anlaşılmasında sıkıntılar doğacağıdır. 

Bu doğrultuda , Kur'anın "Cinler" ile ilgili anlatımlarının doğru anlaşılması için, indiği toplumun bu konudaki arka plan düşüncesinin bilinmesi ve ilgili ayetlerin bu arka plan dahilinde okunması gerekmektedir. Toplumdaki cin anlayışının , onların doğa üstü güçlere sahip varlıklar olarak anlaşılmasından yola çıkarak , Kur'anın cinler ile ilgili ayetlerini bu çerçevede okuduğumuzda bu konu maalesef yanlış anlaşılacaktır. 

Cahiliye araplarının Kur'an öncesi cin algıları nasıldı ?.   

Cahiliye araplarının cin algılarının bilinmesi için , daha gerilere gitmek zorunluluğu vardır , çünkü bu algı sadece arap kavmi ile ortaya çıkmamış olup , insanlık tarihinin bir sorunudur. Tarih boyunca , bazı insanların  diğer insanlar üzerinde baskı kurmak için kullandığı argümanlardan bir tanesi , kendisinde doğa üstü güçler bulunduğu iddiasıdır. Bu iddialarını insan harici olduğu söylenen bazı varlıklar üzerinden götürerek diğer insanlar üzerine korku salmak şeklindeki ifsadi hareketler insanlık tarihi ile birlikte başlamıştır. 

"Büyü ve sihir" insanlığın kadim bir kültürü olup , bu tür güçlere sahip olanların, diğer insanlar üzerinde baskı kurma aracı olarak kullanılmış olması , Musa (a.s) kıssası içinde anlatılan Firavun'un, büyü ve sihir ile halk üzerinde baskı oluşturarak iktidarını sürdürmek gayreti içinde olmasından anlaşılmaktadır. Kendilerinde bu tür güçler olduğunu söyleyerek diğer insanlar üzerinde baskı ve sömürü kurma yolu, dün nasıl devam etmekteyse bu gün de aynı yoldan para , güç ve makam sahibi olmak isteyenler tarafından kullanılmaktadır.

Doğa üstü güçlere sahip oldukları iddiası ile , bazı insanlar üzerinde baskı kuranlar , karşılarındaki muhalifleri karalamak için bu sefer onların doğa üstü güçler tarafından baskı altında tutularak onlara karşı geldiklerini, dolayısı ile bunların sağlam bir kafaya sahip olmadıkları ve söylediklerinin dinlenmemesi şeklinde propaganda ya girişmektedirler. Muhammed (a.s) ve ondan önceki elçiler için yapılan "Mecnun" (Cinlenmiş) iddiası, bu tür propaganda yapanların söylemi olduğu Kur'an içindeki ayetlerden okunmaktadır.

"Cin" söylemi böyle bir arka planın ürünü olup , ortaya atılan söyleme uygun olarak arap dilinde, "Görünmez olmak" şeklinde anlamını bulmuştur. Bir kişinin kendisinde olağan üstü güçler olduğunu iddia etmesi , veya başkasında bir takım bozuklukların olduğunu iddia etmesi , iddia sahibinin delillendirmesini gerektirir. Karşınızdaki bir kişiye herhangi bir iddiada bulunduğunuz zaman , bu iddianın delili olma şartı vardır. İşte bu noktada, sunulan iddianın delil istenmesi karşısında bu delili herkesin anlamayacağı , göremeyeceği gibi iddialar sunularak, olay insan üstü güçlere sahip olmaya ve doğa üstü güçlere bağlanmaktadır. 

Olayı her kesin anlamayacağı ve göremeyeceği güçlere bağlayarak karşısındaki insanlar üzerinde baskı kurmak yolu, fesad yolunu seçen insanların kullandığı bir yöntem olup müşrik araplara da bu yolla sirayet etmiştir.

"Cin" söylemi , görünmezlik atfedilerek herkesin sahip olmayacağı bir gücün veya bazı kimselere musallat olan görünmez güçlerin adı olarak arap cahiliyesinde önemli bir yere sahip olmuştur. Arap cahiliyesinde, soyut olan bir şeyi insan zihninde somutlaştırarak anlatma yoluna gidilmiş ve bunun adına "Cin" denilerek somutlaştırılmıştır. Kendilerine diğer insanlardan farklı bir şekilde güç vehmedenler bu güçlerini "Cin" adını verdikleri, herkesin göremeyeceği !! varlıklardan aldıklarını iddia ederek, yaptıkları işleri , aldıkları haberleri bunlara nisbet ederek her türlü dalavereyi çevirmişlerdir. Arap müşriklerinin , cinler aracılığı ile şirke düşmelerinin yanlışlığının hatırlatılması , cinlerin gaybe dair herhangi bir bilgi sahibi olamayacaklarının hatırlatılması , arapların böyle düşünce arka planı içinde olmaları sebebi iledir.

Aslında ortada elle tutulur , gözle görülür veya bazı insanların görebilme yeteneğine sahip olduğu somut bir varlık olmamasına rağmen , varlığı bile olmayan böyle bir isme, bazı güçler nisbet edilmiş , insanların onlardan korkması sağlanarak bir şekilde baskı altına alınmaya çalışılmış hala çalışılmaktadır.

Buraya kadar söylediklerimizi özetleyecek olursak ; Cin algısı arap cahiliyesinde , doğa üstü güçlere sahip olduğu iddiası veya bir kişinin doğa üstü güçler tarafından aklının çelindiği iddiası temeline oturmuş bir düşünce olup, İNSAN DIŞINDA ONTOLOJİK MAHİYETİ OLAN VEYA RUHANİ SAYILABİLECEK BİR VARLIK DEĞİLDİR.

Kur'anın "Cin" ler ile ilgili ayetlerinin TAMAMINI böyle bir algı içinde okumak gerektiğini düşünmekteyiz. Şayet klasik bilgiler dahilinde insan dan ayrı bir yaratılışa sahip varlık kategorisine dahil oldukları düşüncesini öne çıkararak okuduğumuz zaman, cinler ilgili ayetleri doğru anlamak zorlaşacak hatta imkansızlaşacaktır.

Kur'anın cinler ile ilgili ayetlerine baktığımızda, bütün ayetlerde cinlerin insanları saptırması , onları şirke bulaştırması , neticede cehennem ile cezalanacakları haber verilmektedir. Olaya cahiliye arabının penceresinden bakacak olursak ; 

Arap toplumunda yaşayan herhangi bir kişi , kendisinde olağan üstü güçler olduğunu , bu güçlerin yardımı ile elinde büyük bir güç olduğu vehmine kapılarak başkalarını buna inandırması ve bunlara inanan o kişilere istediğini söyletmesi ve yaptırmasına sebeb olmaktaydı. Çünkü o kişilere yaptırdığı ve söylettiği şeyler, kendi iradesi dışında olduğunu iddia ettiği ve güç sahibi olan "Cin" adını verdiği üstün güçlere sahip olduğu söylenen güçler tarafından ona haber verildiğini söylemekteydi. 

Kur'anın cinler ile ilgili ayetlerinde onların insanları şirk'e sürüklediği , veya onlar vasıtası ile gayb'ın bilindiği gibi iddialar , aslında böyle bir varlıktan alınan haberler veya öğrenilen sözler olmayıp , kendisinde böyle bir gücün olduğunu iddia eden insanların hevasından söylediği sözler veya verdiği haberler olup , bunları cinlere isnad ederek kendisini bir şekilde yüceltme yoluna gitmesidir.

Kur'an , "Cin" adı altında insan'dan hariç mükellef bir varlık gurubu olduğunu red ederek bunları anlatmış olsaydı bu konunun anlaşılması belki bu kadar müşkilat arzetmezdi. Ancak sanki böyle bir varlık gurubu olduğunu ifade ettiği gibi bir anlatım uslubu gütmüş olması, bizleri bu konuda onların ontolojik mahiyete sahip oldukları , bizler tarafından algınamayan varlıklar olduğunu düşündürmüş ve bu düşünceye mitolojik unsurlar ilave edilince ortaya karmakarışık şeyler çıkmıştır.

Kur'andaki bu konu ile ilgili ayetler ,  arap cahili toplumundaki "Cin" üzerine kurulmuş hegomonyayı kırmak için inmiş olup, arap cahiliyesinin cinlerin ontolojik bir mahiyete sahip oldukları gibi bir düşünce olmadıkları için böyle bir reddiye içine girmemiştir , yani arap cahiliyesinde CİNLERİN ONTOLOJİK MAHİYETLERİ OLDUĞU ŞEKLİNDE HERHANGİ BİR İNANÇ MEVCUT DEĞİLDİ. Arap cahiliyesinin cin anlayışı , cinlerin varlık olduğu üzere kurulmayıp , oldukları vehmettirilen varlıkların bazı insanlar tarafından kullanılarak , diğer insanlar üzerinde baskı aracı olması veya bazı insanlara musallat olarak onları yalan yanlış konuşturan varlıklar şeklinde kurulmuş idi .

Muhammed (a.s) ın "Mecnun" olarak etiketlenmesi , onun söylediklerinin toplum nazarında alıcı bulmaması için yapılmış bir suçlama olup cinlerin hem bazılarının iktidarı , hem de bazılarının düşürülmesi noktasında kullanılan bir joker olduğu anlaşılmaktadır.

Mekkeliler, cin adı altında ayrı bir varlık gurubu olduğunu iddia etmedikleri için , Kur'an bu sebeble böyle bir anlatım yöntemini seçmemiştir. Onun seçtiği yöntem , Mekke müşriklerinin düşüncesinden hareket ederek , Allah (c.c) ye isyan eden kim olursa olsun onun Cehennem ile cezalandırılacağını haber vermektedir.

Arap dilinde kullanılan "Cin" kelimesi anlam olarak , araplara yabancı olan insanlar için kullanılması söz konusu olsa da , bizim kanaatimiz o dur ki , KUR'AN İÇİNDE GEÇEN CİN KONULU AYETLERDE CİNLER "YABANCI İNSANLAR" ANLAMINDA KULLANILMAMIŞTIR. 

Ahkaf ve Cin surelerinde anlatılan Kur'an dinleyen cinler , onların ontolojik olarak arap olmayan insan olduklarını değil , cahiliye arabının cin algısına hitap ederek "İntak sanatı" (konuşturma) uslubu dahilinde okunması gerektiğini düşünmekteyiz. Bu düşünceye sahip olma gerekçemiz , Kur'anın bu sanat dahilinde olan bazı ayetleri olup , özellikle "Adem ve İblis" kıssasındaki geçen, iblis karakterinin ontolojik bir mahiyeti olmamasına rağmen sanki böyle bir mahiyete sahip varlık gibi konuşturulmuş olmasıdır. 

Cinleri, "Yabancı insanlar" şeklinde okumak şu müşkilleri de beraberinde getirecektir. İnsanın yaratılış ham maddesinin "Toprak , çamur v.s" olduğunu beyan eden ayetlere karşın, cinlerin yaratılış ham maddesinin "Ateş" olduğu beyan edilmektedir. Şayet cinleri "İnsan" olarak anladığımız takdirde , insan cinsi için iki farklı yaratılış ham maddesi ortaya çıkar ki bu çelişkiyi izale etmek mümkün değildir. 

Bu noktada , "Eğer cinler insan değil se neden onların YARATILDIĞI beyan edilmektedir ?" şeklinde bir sorunun sorulması kaçınılmazdır. 

[051.056]  Ve ben, Cinn-ü İnsi ancak bana kulluk etsinler diye yarattım
[015.027]  Cann, onu da bundan evvel «narissemum»dan yaratmıştık

Bu gibi ayetler literal bir okumaya tabi tutulduğunda , insan cinsinden farklı, ontolojik mahiyeti olan bir mükellef gurubunun var olduğu anlaşılmaktadır. Allah (c.c) nin , "Kulluk için yarattım" buyurması , kimsenin kimseye şirke sürüklemesi gibi bir durumun olmaması gerektiği , bir kısım insanların "Cin" adını verdikleri bir olguyu kullanarak insanları şirk bataklığına sürüklemesinin yanlış olduğu , halbuki  gereken şeyin sadece Allah (c.c) ye kulluk olmasıdır mesajı verilmektedir. 

"Cin" adı altında yaratılan ayrı bir varlık gurubu olmayıp , "Cin denilen şey  insanlar tarafından oluşturulmuş ve kendi fesadlarını daha kolay yaymak ve kendilerine farklı bir karizmatik görüntü vermek  veya bazılarını karalamak amacı ile, böyle bir isim altında ihdas edilmiş, altında şirk yatan düşüncelerini insanlara daha kolay empoze etmek için bunları onlardan öğrendikleri yalanını yaymak isteyenlerin kurmuş oldukları  PARAVAN ŞİRKETin adıdır.  

Hicr s. 27. de "Cann" adı ile adlandırılan şeyin "Ateş" ten yaratılmış olmasının anlamının , Adem ve İblis kıssası ile bağının kurularak anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz. İblis adında ontolojik mahiyeti olan bir varlık olmayıp , temsili bir anlatım ile "Şeytan" olgusunun , iblis adı verilen temsili bir şahsın üzerinden anlatılması olduğunu kısaca söylemek isteriz. Bu konuyu daha geniş biçimde, ayrı bir başlık altında , Kehf s. 50. ayetinde İblis in cin den olmasının ne anlama geldiğini ele almaya çalışacağız. 

Kur'an , cinlerle kurulduğu söylenen ilişkilerin sonucunun "Cehennem" , bunlarla kurulan ilişkinin adının "Şirk" olduğunu söylemektedir. Bu isim altında somutlaştırılarak insanların Allah (c.c) yerine bunlara sığınması , fayda ve zarar verici şeklinde bazı güçlere sahip olduklarının sanılması açık bir şirk inancı olup, bu inancın Kur'anın bir çok yerinde yanlış olduğu vurugulanarak Allah (c.c) dışında sığınılacak , korkulacak , fayda ve zarar verme gücüne sahip kimse olmadığı hatırlatılmaktadır.  

Şefaat ile ilgili ayetlere baktığımızda , bu ayetlerin ana mesajında, Mekke müşriklerinin Allah (c.c) nin dışında medet umdukları sahte ilahların red edilmesinin merkeze alınmış olmasına rağmen , bu ayetler tamamen yanlış anlaşılarak , bir inanç konusu haline getirilmiştir. Aynı şekilde cinler ile ilgili ayetlerde de Mekke müşriklerinin yanlış inançları red edilmiş olması merkeze alınmış olmasına rağmen , İslam kisvesi altında "Cinci hocalar" türemiş ve cinlerden medet umarak Allah (c.c) devreden çıkarılmıştır.

Müslümanlar olarak yanlış cin algılarımız maalesef bizleri "Cinci hocalar" denen sahtekarların eline düşmemize sebeb olarak maadi ve manevi olarak sıkıntılara düşmemize sebeb olmuştur. Toplumda herhangi bir sıkıntı ile karşılaşan insana konan teşhis "Cin çarpması" olup , bunun tedavisi için çeşitli hocaların yazdıkları yalan dolan şeylerden medet umularak dün arap müşriklerinin düştüğü şirk , bugün biz Müslümanlar tarafından işlenmektedir. 

Halbuki böyle bir varlık gurubunun dahi olmadığını bilen bir Müslüman herhangi bir sıkıntıya düştüğünde, cinci hocalar yerine tıp doktorlarına müracaat ederek, kevni ayetlerden yani ilaçlardan yardım alarak bu sıkıntısını gidermeye çalışacak , bunu yapmakla din istismarcılarının büyük bir rant kapısı olan üfürükçülük yolu ile maddi ve manevi kazanç yollarını kapayarak , kendisininde ŞİRK e düşmesini önleyecektir.

 Sonuç olarak ; Kur'anın "Cin" ile ilgili anlatımlarını , nuzül öncesi arapların cin algıları üzerinden değerlendirerek okumak gerekmektedir. Arap algısında "Cin", ontik mahiyeti olduğu düşünülmeyen fakat , kitleler üzerinde egemenlik kurmak için veya , kitleler üzerinde söz sahibi olabilecek insanların karalanması amacı ile kullanılan doğa üstü gücün adı olarak bilinmektedir. Kur'an bu bilgileri kullanmış ve ilgili ayetler bu bilgileri red sadedinde inmiştir.

Kur'anın cinler ile ilgili ayetlerinin , onların ontolojik mahiyetlerinin olup olmadığı veya onların insan oldukları şeklinde değil , müşrik arapların "Cin" adını kullanarak işledikleri cürümün ne kadar yanlış olduğunun haber verilmesi açısından okunması gerektiğini düşünmekteyiz. Ayrıca cinlerin insan oldukları düşüncesinin , bir takım müşkilatı beraberinde getirmesi bakımından doğru bir yaklaşım olmadığını düşünmekteyiz. Kur'anın cinler ile ilgili anlatımları literal bir okuma ile değil "İntak" (konuşturma) sanatı gibi edebi dilin kullanılmış olmasını dikkate alarak okumak gerektiğini düşünmekteyiz.Arap cahiliyesinin cin algısını bu arka plan dahilinde okumaya çalıştığımız takdirde ilgili ayetlerin anlaşılmasının daha kolay ve daha doğru olacağını düşünmekteyiz. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Adem iblis kıssası 5 ve cin kavramı (kehf s.50. ayeti)

Adem as ile iblis kıssası 5. olarak kehf suresi 50. ayetinde geçmektedir. Kıssa bu surede tek bir ayette geçmesine rağmen kur'an bütünlüğünde değerlendirilmeden iblisin melekmi cinmi olduğu konusu veya neden "cinlerden olduğu "konusu  açıklığa kavuşturulamaz. konu ile ilgili ayet meali şöyledir. 

50- Hani meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerden oldu , böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir. 

Ayetin mealinde gördüğümüz " cinlerden oldu" şeklindeki meal ,incelediğimiz mealler içinde edip yükselin meali hariç bütün meallerde "cinlerden idi" şeklinde yapılmıştır. Tabiki bu konu tefsirlerin hepsinde iblis melekmi yoksa cinmi tartışmalarını beraberinde getirmiştir. Bu melekmi cinmi konusunun çok önemli bir konu olmadığı  (önemli bir konu değil derken kastımız öne çıkarılması gereken dah önemli bir tarafı olduğudur), ayetteki" cinlerden oldu" şeklindeki bir meali tercih etmemizin sebebi kur'an bütünlüğünde "cin " kavramını incelediğimiz zaman öncelikle nuzül dönemi arap inancındaki cinlere verilen   değeri anlamamız gerekmektedir. 

Arapların cinlere verdiği bu değeri anladıktan sonra "iblisin cinlerden olması " meselesini daha kolay anlayabiliriz. Kur'an iblisin ontolojik varlığından (yani melekmi , cinmi  olduğundan) önce bize şeytanlık vasfını alıp onun bizleri kıyamete nasıl saptıracağını ve bizlerin bu saptırmalara karşı nasıl savunma yapacağımızı öne çıkarmıştır.Ancak iblisin mahiyetini kur'anın bize verdiği bligiler ışığında anlamak mümkündür. 

                        
 Adem ile iblis kıssasına baktığımız zaman bütün ayetlerde "meleklerin iblis hariç tümünün "secde ettiklerini görüyoruz. Ancak iblisin secde etmeme gerekçesinde kendisinin ateşten yaratıldığını iddia ettiğinide görüyoruz , hicr s. 27. ve rahman s.15. ayetlerde "cann"ın ateşten yaratıldığını söyleyen Allah cc nin bu ayetleri ışığında iblisin melek yada cin olması arasını nasıl bağdaştırabiliriz. 

Tefsirlere baktığımız zaman bu işin içinden çıkması bir hayli zordur. Kur'an   nuzül döneminde arapların günlük kullandığı dildeki bazı , rab, resul,kitap,hidayet, dalalet, kafir,kerim , mümin,vs gibi kelimelere    ıstılahi bir anlam yükleyerek onlara günlük kullanımın dışında yani lugat anlamının dışında o anlama uygun yeni anlamlar yüklemiştir. "cin" kelimeside arapların günlük dilde örtmek, gizlemek,gibi yada yabancı insanlar için kullandıkları bir kelimedir.

Kur'anda hem lugat hemde ıstılahi anlamları ile kullanılan bu gibi kelimelerin hangi ayette lugat anlamında hangi ayette ıstılahi anlamda kullanıldıkları ayetlerin siyak ve sibakından anlaşılır. Allahcc  zariyat s 56. ayetindede  bildirdiği gibi "ins" ve "cinni" kendisine ibadet için yaratmıştır. Bu kelimeler lugat anlamı olarak "ins" gözle görülen "cin" gözle görülmeyen varlıklardır. 

Tabi ki bu gözle görülme veya görülmeme bizim açımızdandır  Araf s. 27 ayetinde onların bizleri gördükleri bildirilmektedir. Bu anlama uygun olarak meleklerde bizler için gözle görülmeyen varlıklar olması hasebiyle "cin" kavramı içine dahil olmaktadırlar. Ancak kuranda "cin" kelimesi arapların nuzul öncesi onlara yüklediklari anlam çerçevesinde bizlere anlatılmaktadır. Dolayısı ile iblisin melek yada cin olmasının bizim için fark eden yönü yoktur. İblisin kur'anda bizler için dikkat çekilen yönü onun ontolojik  varlığı değil saptırıcı olmasıdır. Kehf suresi 50. ayetindeki"cinlerden olması" meselesine de nuzül öncesi arap tolumunun cinlere yükledikleri değer açısından baktığımız zaman kuranda "cin " kavramı daha kolay anlaşılacaktır. Bu ön bilgi ışığında kurandaki cin kavramını açabiliriz. 

"CİNN" kelimesi sözlüklerde beş duyu ile algılanamayan varlıklar olarak ifade edilir. Bu anlamlara ilaveten anne karnındaki bebeğe "cenin" , etrafı ağaçlarla kaplı bahçeye "cennet", savaşta gizlenmek için kullanılan alete "cünne", aklın saklanmasına"cinnet" denilmiştir. Zariyat s. 56. ayetinde allah cc " ben insi ve cinni bana etmeleri için yarattım" ayetinden anlamaktayız ki rabbimiz kendisine ibadet için iki ayrı varlık yaratmıştır.

 Gözle görülmeyen bu varlıklar insanlık tarihi boyunca şeytanın insanı saptırmak için verdiği söze uygun olarak özellikle gaybi haberlere vakıf olmayı seven insanları çok rahat bir biçimde onları yalanlarla oyalayıp ve şirke düşmeleri ve Allah isyan etmeleri yolunda büyük başarı sağlamışlardır.Nuzül öncesi  arap toplumuda cinlerle olan bu ilişkilerine  kur'an nazil olmaya başlayıncaya kadar devam etmişlerdir. Kur'an nazil olmaya başlayınca cinlerle olan bu ahbablığa savaş açmıştır.

6.100 Cinleri O yaratmışken kafirler Allah'a ortak koştular. Körü körüne O'na oğullar ve kızlar uydurdular. Haşa, O onların vasıflandırmalarından yücedir. 

6.128 Allah hepsini toplayacağı gün, «Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız» der, insanlardan onlara uymuş olanlar, «Rabbimiz! Bir kısmımız bir kısmımızdan faydalandık ve bize tayin ettiğin sürenin sonuna ulaştık» derler. «Cehennem, Allah'ın dilemesine bağlı olarak, temelli kalacağınız durağınızdır» der. Doğrusu Rabbin hakimdir, bilendir
37.158 Allah'la cinler arasında soy bağı uydurdular. Andolsun cinler de, kendilerinin hesap yerine götürüleceklerini bilir
34.40 Allah bir gün onların hepsini diriltip toplar, sonra meleklere: «Bunlar mı size tapıyordu?» der
34.41 Melekler: «Haşa, bizim dostumuz onlar değil, Sensin. Hayır; onlar bize değil cinlere tapıyorlardı, çoğu onlara inanıyorlardı» derler 
 
 41.29]  İnkar edenler: «Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan, bizi saptıranları göster, onları ayaklarımızın altına alalım da en altta kalanlardan olsunlar» derle

[034.020] [DI] And olsun ki İblis, onlar hakkındaki görüşünü doğru çıkartmış; inananlardan bir topluluk dışında hepsi ona uymuşlardı .       (bu ayet cahiliye toplumuna hitaben inmemesine rağmen cahiliye toplumu dışında herkesi sapkınlığa sürüklemesi açısından bir örnektir)

Bu ayetler bize gösteriyorki cinler cahiliye toplumunun sapkınlıklarında önemli bir rol oynamaktaydı. Cinlerle ilgili bu altyapı içinde nazil olmaya başlayan kur'an cinlere olan bu bağlılıklarını yıkmak için onlara uyanları cehennem ile cezalanlandıracağını haber vermektedir. 

Cin kavramı ile ilgili olarak bu kavramın arapçadaki lugat anlamından yola çıkarak ahkaf suresi ve cin suresindeki bazı cinlerin kur'an dinlemesi ile ilgili bölümünden ayetlerin nuzul sebebi ile ilgili bazı rivayetlere dayanarak (bu tip rivayetlere can simidi gibi sarılan bazı kişiler namaz ile ilgili gelen rivayetleri bu konu ile ilgili rivayetler kadar bile değer vermemektedirler)dinlemeye gelenlerin nusaybinden gelen yabancı insanlar olduğu iddia edilmektedir. 

O günkü inanışta cinlerin nusaybinde yoğun olarak bulunduklarına dair olan inanç nedeniyle gelenlerin "nusaybin cinleri" olduğu rivayeti ters çevirilerek nusaybinden gelen yabancı insanlar olduğu iddiası kur'anla örtüşmeyen bir iddiadır.Ahkaf suresi ve cin suresindeki anlatımlardan kasıt cinlerin ağzından onları Allaha ortak koşan mekke müşriklerine hitaben " ey mekkeliler sizler bizi Allah ortaklar koşmanıza karşılık bizler Allaha ve resulune iman ediyoruz" şeklinde kur'anın edebi bir uslubuyla konuşturulmuşlardır. 

Aynı iddia sebe suresi12. ve 13.sad suresi 37. ve 38. ayetlerinde süleyman as kıssasında emrine verilen cin ve şeytanların yabancı ustalar olduğu şeklinde ortaya atılmaktadır.Bu kıssayı kur'an bütünlüğünde okuduğumuz zaman süleyman as ın Allah cc den sad suresi 35. ayetinde gördüğümüz gibi ""rabbim beni bağışla ve benden sonra kimseye nasip olmayan bir mülkü bana armağan et" duasının karşılığı olarak kendisine verilen ve bu büyük nimet karşılığında Allaha nasıl şükrettiğinin örnekliğini göstermesidir.Yine süleyman  as kıssası içinde cinlerden gayb konusunda yardım umanların bu yardım beklentilerinin boş olduğu sebe suresi 14. ayetinde dile getirilmektedir. 

34.14 Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, ancak değneğini yiyen kurt onun ölümünü cinlere farkettirdi. O, ölü olarak yere düşünce, ortaya çıktı ki, şayet cinler gaybı  bilmiş olsalardı alçak düşüren bir azap içinde kalmazlardı 
Ayette cinlerin gayba dair bilgileri olmadığı dile getirilmektedir. Gayba dair bir bilgilerinin olmadığı cin s. 9. ve 10.ayetindede kendilerinin dilinden bildirilmektedir
72.9 Halbuki, (daha önce) biz onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulup) oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor
72.10 «Yeryüzünde olanlara kötülük mü murad edildi, yahut Rableri onlara bir iyilik mi dilemiştir, doğrusu biz bilemeyiz.»
 

Kur'anda  cinlerle ilgili olarak dikkatimizi çeken bir özellik ahfaf ve cin surelerinde kur'ana iman ettiklerini söyleyen cinlerin dışında cehennem ehlinin cinlerden ve insanlardan olduğunu ifade eden ayetlerdir.  Rabbimiz kendisine iman edenleri cennetle mükafatlandıracağını bildirmektedir, ancak cennet ehli arasında cinlerden bahsedilmez aksine cehennem ehli arasında cinlerden ve insanlardan bahsedilmektedir. Buda bize  cinlerin iblisle ortak yönlerinin öne çıkarılarak insanların bunlarla olan ilişkilerinin neticesini haer verilmesidir
6.128 Allah hepsini toplayacağı gün, «Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız» der, insanlardan onlara uymuş olanlar, «Rabbimiz! Bir kısmımız bir kısmımızdan faydalandık ve bize tayin ettiğin sürenin sonuna ulaştık» derler. «Cehennem, Allah'ın dilemesine bağlı olarak, temelli kalacağınız durağınızdır» der. Doğrusu Rabbin hakimdir, bilendir
7.38 Allah, « Sizden önce geçmiş cin ve insan ümmetleriyle beraber ateşe girin» der. Her ümmet girdikçe kendi yoldaşına lanet eder. Hepsi birbiri ardından cehennemde toplanınca, sonrakiler öncekiler için, «Rabbimiz! Bizi sapıtanlar işte bunlardır, onlara ateş azabını kat kat ver» derler, Allah, «Hepsinin kat kattır, ama bilmezsiniz» der
7.179 And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık; onların kalbleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir 
41.25]  Onların yanına bir takım yardakçılar koyarız da geçmişlerini geleceklerini onlara güzel gösterirler. Verilen söz, gerek cinlerden ve gerekse insanlardan, gelip geçmiş ümmetler içinde, onların aleyhine gerçekleşmiştir. Doğrusu onlar hüsranda idiler 

 46.18]  İşte onlar, kendilerinden önce cinlerden ve insanlardan gelip geçmiş topluluklar içinde, haklarında azabın gerçekleştiği kimselerdir. Gerçekten onlar ziyana uğrayanlardır .

Bir başka konuda ahkaf ve cin surelerinde kur'an dinleyen cinlerin, eğer onlar insanın dışında ayrı bir varlık ise onlara ayrı bir resul gelmediği meselesidir. Bu konuyada enam s. 130. ayeti açıklık getirmektedir ayette cinlerede içlerinden onları hesap günü ile korkutan elçiler gelmiştir.Muhammed as için söylenen ins ve cin peygamberi sözünün, "cin " için  olan kısmının doğru olmadığı bu ayette ortaya çıkmaktadır. Ayette geçen "minküm" yani sizden lafzı inse ve cinne kendi içlerinden resuller gönderileceğini bizlere nasıl"cin" den bir resul gelmedi ise cinlerede "ins"ten bir resul gelmemiştir. 

Yine tekrarlamakta fayda var ahkaf ve cin surelerindeki cinlerin kur'anı dinleyip ona iman ettiklerini beyan etmeleri o günkü mekke toplumuna hitaben "sizler bizleri Allaha ortaklar koşmanıza rağmen bizler bile kur'ana iman ediyoruz" şeklindeki bir konuşturma sanatının sonucudur.

6.130 «Ey cin ve insan topluluğu! Size ayetlerimi anlatan, bugünle karşılaşmanızdan sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?» «Kendi hakkımızda şahidiz» derler. Dünya hayatı onları aldattı da inkarcı olduklarına, kendi aleyhlerinde şahidlik ettiler.
 
 Cinlerin insandan ayrı bir olarak değilde yabancı insanlar olduğu iddiasının yanlışlığı hicr . 27 de" cannın insandan önce yaratıldığının" ifade edilmesidir.İnsandan önce yaratılan bir varlık ve yaratılış özünün ateş olması, insanın yaratılış özünün çamur olması, bu iki ayrı varlık gurubuna nasıl "yabancı insan" diyebilir. hicr 27 ayetinin metnindeki "cannun" kelimesinin cin olmadığını iddia etmekte ayrı bir yanlıştır. Rahman s 39. ayette " o gün ne insana nede canna suçundan sorulur" ayetindeki "cann" kıyamette hesaba çekilecek olan cinden ayrı bir varlıkmıdır sorusuna nasıl bir cevap verebilir. Kur'an bütünlüğünde düşündüğümz zaman "cinlerin" insan ile aynı varlıklar olduğu konusu havada kalan bir konudur.Rabbimizin bunca ayetine rağmen bu varlıklar konusunda kur'an dışı bilgiler ışığında bir düşünce sahibi olmak özellikle" kur'an merkezli düşünce" içinde olan kardeşlerimize yakışmaz.


Kehf s. 50. ayetine dönecek olursak cinlerle ilgili bu ayetlerin ışığında  meallerin çoğunda" cinlerden idi" şeklindeki bir anlama karşılık" cinlerden oldu" şeklindeki bir anlam kur'an bütünlüğüne daha uygun düşmektedir.Çünkü ayetlerde cinlerin insanlar için saptırıcı olmaları öne çıkarılarak akıbetlerinin şeytana uyanlar ile aynı olduğu bildirilmektedir. 

Bakara s. 34.ve sad s.78.  ayetindeki iblis için kullanılan "ve kane minel kafirin"yani kafirlerden oldu anlamı ile kehf s. 50 deki "kane minel cinni" yani cinden oldu , iblisin kafir olması ile  olması ile cinlerden olmasını birleştirecek olursak iblis ile cinlerin ortak  yönlerinin "kafirlerden olmasıdır". Ayetin devamında "siz beni bırakıp onu ve zürriyetinimi dost ediniyorsunuz?" cümlesinden anlaşılıyorki cinlerin iblis ile cinlerin yakınlık bağı öne çıkarılarak iblisin insanlara karşı ortaya attığı saptırma yollarına cinlerinde ona yardımcı olduğunu dolayısı ile cinlerin insanlar için olan tehlikelerine dikkat çekilmektedir. 
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

20 Eylül 2015 Pazar

Kehf s. 50. Ayeti : İblis'in Cin'den Olması

Kur'an okumalarında yapılan en önemli yanlışlardan birisi , "Parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" misali yapılan okumalardır. Okunan ayetin mesajını Kur'an bütünlüğü içinde anlamak yerine , parçacı ve ön yargılı yaklaşımlar ile yapılan okumalar maalesef doğru bir sonuç vermemekte, farklı yaklaşımlar sergilenmesi sonucunda ihtilafların ardı arkası kesilmemektedir. 

Bu duruma örnek olarak gördüğümüz Kehf . 50. ayetini ele alarak önce ayetin mesajının ne olmadığını , sonra ayetin mesajının ne olabileceği üzerinde düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

Kur'anın 7 ayrı yerinde geçen Adem- İblis kıssası, üzerinde en fazla konuşulan kıssa olup , bu kıssa içindeki bazı anlatımlardan çıkan soruların cevabı üzerinde tefsirlerde yüzyıllardır tartışmalar sürüp gitmektedir. Bu tartışmalardan birisi , İblis'in Melek mi yoksa Cin mi olduğu konusudur. İblis'in cinler den olduğunu iddia edenler , Kehf s. 50. ayetinde ki " Kane min Elcinni" ibaresini baz alarak onun "Cin" olduğu iddiasını dile getirmektedirler. 

Bu konuda yapılan en önemli yanlış, yazımızın girişinde dikkat çektiğimiz nokta olup, ön yargılar sonucu ve zihnimizdeki bazı bilgileri dikkate alarak ilgili ayetleri okumaya çalışmak olduğunu söyleyebiliriz. Bu ön yargılardan birisi , "Cin" olarak isimlendirilmiş ve insan haricinde yaratılmış mükellef bir varlık gurubu olduğudur. Kehf s. 50. ayeti bu tür bir ön yargı ile okunmuş , neticede arkası gelmeyen tartışmalara kapı açılmış , hala o kapı sonuna kadar açık bir biçimde olup tartışmalar devam etmektedir. 

Bu tartışmaları bitirmenin yolu nedir ?. 

Önce ilgili ayetin çevirisinin ön yargılar değil, Kur'an bütünlüğü dikkate alınarak yapılmalıdır. 

 Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), KANE MİNELCİNNİ fe feseka an emri rabbih(rabbihî), e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvv(aduvvun), bi'se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).

 Yine o vakti hatırla ki, meleklere: «Adem için secde edin!» demiştik, hemen secde ettiler, ancak  O CİNDEN OLDU Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz beni bırakıp da onu ve soyunu kendinize dost mu ediniyorsunuz? Onlar size düşman iken! Zalimler için ne kötü bir değişme!

 Bu ayet ile yapılan çeviriler , "Cin" adında ayrı bir varlık kategorisine dahil olanlar varmış düşüncesi öne çıkarılarak çevrilmiş ve "İBLİS CİNLERDEN İDİ" şeklinde çevrilmiştir.

Bu kıssanın , Bakara ve Sad surelerinde geçişlerinde kullanılan ibareler bizleri bu konuda doğru bir yaklaşım sergilemekte yardımcı olacaktır. 

 Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve KANE MİNEL KAFİRİN (kâfirîne).

[002.034]  Hani Biz meleklere demiştik ki: «Âdem'e secde ediniz.» Onlar da hemen secde edivermişlerdi. Yanlız İblîs  kaçınmış, kibirlenmiş ve KAFİRLERDEN OLMUŞTU.

İz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn(tînin). Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne). Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne). İllâ iblîs(iblîse), istekbere ve KANE MİNEL KAFİRİN (kâfirîne). Kâle yâ iblîsu mâ meneake en tescude limâ halaktu bi yedeyy(yedeyye), estekberte em kunte minel âlîn(âlîne). Kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).

[038.071-76] Rabbin meleklere şöyle demişti: «Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın.» Bütün melekler secde etmişlerdi, fakat İblis; o, büyüklük taslamış ve KAFİRLERDEN OLMUŞTU.Allah: «Ey İblis! O benim kudretimle yarattığıma secde etmene ne engel oldu? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?» dedi.İblis: Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.

Kehf s. 50. ayetinde geçen "KANE" ibaresi , "Cin" adında farklı bir varlık gurubunun olduğu ön kabulunden yola çıkılarak , "İDİ" şeklinde çevrilmesine karşın , bu kıssanın yukarıda geçen ayetlerinde geçen "Kane" ibaresi  "İdi" şeklinde değil , "OLDU" şeklinde doğru olarak çevrilmiştir.

"Kane" ibaresi , kıssa bütünlüğü ve Kur'anın "Cin" konusundaki yaklaşımları dikkate alınarak çevrilme cihetine gidilmiş olsaydı, bu ibare "İdi" yerine , "Oldu" şeklinde çevrilerek "İBLİS İN CİN DEN OLDUĞU" şeklinde çevrilmesi gerekirdi. 

 Ayetin çevirisini doğru olarak ortaya koyduğumuz zaman , İblis'in Cin'den olmasının ne anlama gelebileceği daha kolay anlaşılacaktır.

Kur'anda "İblis" adı, Adem ve eşinin ayağını Cennet'ten kaydırdığı haber verilen bir şahsiyete isim olmuştur. Bu şahsiyetin ontolojik bir mahiyeti olmayıp , "Şeytan" kelimesi ile ifade edilen olgunun müşahhaslaştırılarak anlatılmasında kullanılmış temsili bir şahsiyettir.

Kıssayı okuduğumuz zaman , onun cennetten kovulduktan sonra cins ismi ile değil , "Şeytan" sıfatı ile anıldığı dikkati çekmekte olup , bu önemli bir noktadır. Kur'anın, "Şeytan" adı ile ortaya koyduğu varlık, insan harici ontolojik mahiyeti olan farklı bir varlık değil , insanları iğva ederek , onların ayaklarını cennetten kaydırarak , cehenneme gitmelerine sebeb olan her türlü unsur veya insan, "Şeytan" olarak vasıflandırılmıştır.

"Cin" konusunun doğru anlaşılması , Mekke müşriklerinin bu konudaki algılarının anlaşılması ile paralellik arz etmektedir. Bu konuyu , " Arap Cahiliyesinin Cin Algısı Üzerine Bir Mütalaa" adlı müstakil bir yazıda ele almaya çalışmıştık. Arap cahiliyesini cin konusundaki inançları dikkate alınarak yapılan bir değerlendirmede , İblis'in cinden olmasının ne demek olduğu anlaşılacaktır.

[015.026]  Andolsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.
[015.027]  Cann, onu da bundan evvel «narissemum»dan yaratmıştık.

[051.056]  Ben, cinleri de, insanları da, yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.

"Arap Cahiliyesinin Cin Algısı" başlıklı yazımızda , "Cin" adı altında yaratılmış, ontolojik mahiyete sahip bir varlık gurubunun olmadığı iddiasını dile getirmiştik. Bu iddiamız , Cinlerin ateşten yaratılmış olduğunu beyan edilmesi gerekçesi ile yanlış olarak görülebilir. Allah (c.c) "Yarattım" derken haşa yalan mı söylüyor şeklinde itirazların gelmesi mümkündür. 

Adem ve İblis kıssasına baktığımızda İblis'in, kendisinin ateşten yaratıldığı , Adem in ise topraktan yaratıldığı için o secde etmediğini söylediğini görmekteyiz. İblis'in burada gerçek olarak ontolojik mahiyetini dikkate almaktan çok olayın isyan boyutunun öne çıkarılarak okunması ve isyan gerekçesi olarak "Beni ateşten yarattın" şeklinde bir söz söylendiğini düşünmek gerekmektedir. 

İblis'in ontolojik mahiyetini oluşturan yaratılış hammaddesinin "Ateş" olduğunu ifade etmiş olması , onun hakiki olarak böyle bir madde den yaratılmış olduğunu değil , metaforik bir ifade şeklinde okunması , onun isyan gerekçesi olarak toprak tan daha hayırlı olduğunu söyleyerek bir bahane uydurması olarak okunmasının gerektiğini düşünüyoruz.

Yani İblis adı ile sahnede yer alan kişilik, varlıksal bir mahiyete sahip olan kişilik değil , sadece Adem'in şahsında onun nasıl iğvaya kapılabileceğinin anlatılması için sahneye konulmuş "Şeytan" olgusunun müşahhas hale getirilerek anlatılmaya çalışılmasının bir ürünü olan temsili bir kişiliktir.

İblis' in ontik bir kişiliği olduğu kanısı ile bu kıssanın okunması, yüzlerce yıldır tartışılan ve ortak bir noktada birleşilemeyen kıssa haline gelmesinden başka bir işe yaramayacaktır. 

İblis adında bir varlık yoksa, peki Şeytanda mı yok ?. 

İblis'in ontolojik mahiyetinin olmadığını söyleyenlere karşı getirilen bir iddia , onların "Şeytan" ın varlığını red ettikleri şeklindedir. Böyle bir sorunun sorulmasına sebeb olan şey bu kıssayı sadece yaşanmışlığı içinde okumak ve bu kıssanın aslında kıyamete kadar gelecek bütün insanların kıssası olduğunu ıskalamaktır. Çünkü bu kıssada en önemli aktör "Şeytan" vasfının anlatılmasında baş rolu üslenen "İblis" karakteridir. 
  
Bizler, herhangi bir sinema veya tiyatro gösterisindeki aktörlerin gerçek hayattaki yaşantılarını değil , o gösteride ki rollerini dikkate alarak izleriz. Kara Murat veya Malkoçoğlu rolunu üstlenmiş olan Cüneyt Arkın adlı aktör ün , gerçek hayatta bir doktor olduğunu hiç birimiz aklımıza dahi getirmeden film içindeki rolüne odaklanır ve onu Kara Murat veya Malkoçoğlu olarak izleriz ve filmde ki mesajı okumaya çalışırız. Yani Cüneyt Arkın adlı aktörün gerçek olarak Kara Murat veya Malkoçoğlu olmadığını bildiğimiz halde bunu hiç umursamayız.

Adem kıssası içindeki , "İblis" karakterini de böyle bir yöntem ile okumak zorundayız. Kıssada İblis karakteri üzerinden verilmek istenen bir mesaj vardır ve bunun okunması gerekmektedir. Şeytan olgusu , İblis adında bir karakter var edilerek anlatılmaya çalışılmış , Adem'in şahsında bizleri nasıl yoldan çıkaracağı görsel bir anlatım tarzı ile bizlere anlatılmaya çalışılmıştır. 

Şeytan özel bir isim değil , bir vasıf olarak , bizlerin ayağını Cennet ten kaydıran her kişi ve her şey için yapılan bir tanım olup, "ŞEYTAN YOK" ŞEKLİNDE BİR SÖZÜ ANCAK ŞEYTANLARIN İĞVASINA KAPILMIŞ OLANLARDAN BAŞKASININ SÖYLEMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR. Yapılan hata, Şeytan olgusunu sadece İblis'in şahsında sınırlamak hatası olup  birisi ,"İblis adında ontolojik mahiyeti olan bir varlık yok" dediğinde hemen ayağa kalkarak "Ne yani Şeytan yok mu?" sorusunun sorulması bu kıssanın asıl mesajını anlamayanların soracağı bir sorudur. 

İblis'in , "Şeytan" olgusunun anlatılmasında kullanılmış bir aktör olduğunu ortaya koyduktan sonra , esas meselenin İblis'in şahsı değil onun temsili ettiği şahsiyet olan "Şeytan" da olduğu görülecek ve Şeytan ve Cin arasında nasıl bir bağ olduğunu görmeye sıra gelecektir. 

Şeytan ve Cin arasındaki bağ nedir ?.

Şeytan'ı , "İnsanın ayağının Cennet'ten kaymasına sebeb olan her türlü unsur ve kişi" şeklinde tarif ettikten sonra , İblis'in Cin den olmasını nuzül dönemi arap cahiliyesinin Cin algısı ile bağını kurarak anlayabiliriz. 

Arap cahiliyesinin Cin algısı , onları kendi şirk düşüncelerine paravan ederek , yaptıkları dalavereleri böyle bir varlıklara nisbet ederek , insanlar üzerinde sömürü planlarını uygulama amacına dayalı bir algı idi . Yaptıkları işleri doğa üstü güçlere nisbet ederek kendilerine üstün bir güç nisbet etmek veya başkalarını "Cinlenmiş" şeklinde lanse ederek onların kişiliklerini mahkum etmeye yönelik bir tutum içinde olduklarını görmekteyiz. 

Kehf. s. 50. ayetinde ki "İblis'in Cin den olması"nı  bu arka plan dahilinde okuduğumuzda daha kolay anlamaktayız. 

İblis karakterinin , "Şeytan" olgusunun anlatılmasında kullanılan temsili bir şahsiyet olduğunu yukarda anlatmaya çalışmıştık. Müşrik arapların , "Cin" adı ile ihdas edilmiş bir inanç üzerinden, insanları şirk'e sürükleyerek onların ayaklarının kaymasına sebeb olmakta oldukları bilinmektedir.  

Zariyat s. 56 da , cinlerin kulluk için yaratılmış olması , Hicr s. 27 de ateşten yaratılmış olmasının ifade edilmesi, İblis karakterini dikkate alarak okunması ve yorumlanması gerekmektedir. Sadece bu ayetleri baz alarak onların hakiki olarak yaratılmış , insan cinsinin haricinde ayrı varlıklar olduğu kanısı , İblis'in ontolojik bir mahiyeti olduğu kanısına götürmesi açısından yanlış bir okumadır. 

Hicr s. 27 den sonraki ayetler , Adem ve İblis kıssasının anlatıldığı ayetler olup bu ayetin kıssa ile bağının kurularak okunması gerekmektedir. Parçacı bir okuma ile sadece tek ayet üzerinden elde edilmeye çalışılan bilgi maalesef bizleri doğruya götürmeyecektir.

Kehf s. 50. ayeti , arap müşriklerinin cin algılarına hitap ederek , bu cin inancının "Şeytan" yani onların ayaklarının Cennet'ten kaymalarına sebeb olduğunu haber vererek , "Şimdi siz beni bırakıp da onu ve soyunu kendinize dost mu ediniyorsunuz? Onlar size düşman iken! Zalimler için ne kötü bir değişme!" buyurarak , İblis adı ile karakterize edilen "Şeytan" ların dost edinilmemesi , böyle bir dostluğa girenlerin akıbetlerinin ne oldukları müteaddit ayetlerde beyan edilmiştir.

Bu yazdıklarımızdan sonra , Kehf. 50. ayetinin mesajını şu şekilde okumak mümkündür ; Cinleri Allah (c.c) ye ortak koşarak onlar üzerinden bir algı oluşturan arap cahiliyesinin bu inancının yanlışlığı , Kehf s. 50 . ayetinde de vurgulanarak yapılan algı operasyonun, İblis adı verilen şahsiyetin temsil ettiği "Şeytan" ile işbirliği yapmak anlamına geldiği ve böyle bir inanç ve düşüncenin yanlışlığı hatırlatılmaktadır. 

İblis'in yaratılmış bir varlık olduğu inancı yaygın bir görüş olup , bu görüşün tersinin iddia edilmesi bazı kimseler tarafından yadırganmakta , hatta küfür ile denk tutulmaktadır. Ön yargıdan arınmış bir düşünce ile okunan İblis ile ayetler de, onun yaratılmış olduğu inancına sahip olarak okumalarda meydana gelen problemler göze çarpacak ve yanlışlık anlaşılacaktır. Bu konuda sayın Prof. Dr. Mustafa Öztürk'ün kaleme aldığı , "İblisin Trajik Hikayesi" isimli makalenin okunmasını tavsiye ederiz. 
  
Kur'an ve Metafor 

Metafor ; "Bilinmeyen bir olgunun veya bir kavramın, bilindik şeylerle açıklaması" anlamında bir kelime olup , edebi bir anlatım üslubudur. Kur'an bazı olaylar anlatarak o olaylar üzerinden mesaj vermeyi amaçlayan bir anlatım üslubuna sahiptir. Adem ve İblis kıssası bu anlatım üslubu dikkate alınarak okunması gereken bir kıssadır. 

Bazılarımız hemen , "Ne yani Allah yaşanmamış bir şeyi yaşanmış gibi anlatarak yalan mı söylüyor" gibi itirazlar bu iddiamızın akabinde gelecektir. Kur'an bu olayın yaşanıp yaşanmadığı üzerinde değil , böyle bir sahne kurgulayarak bizlere mesaj vermeyi amaçlamaktadır. Bizler bu tür üslubu dikkate almadan yaptığımız bir okumada (eski tefsirler genel olarak böyle bir okuma yoluna gitmişler) , neticede yaşanmış bir kıssa olarak okunduğu için ortaya çıkan soruların cevabı verilememiş , veya verildiği sanılan cevaplar yeni soruları beraberinde getirmiştir. 

"Kur'anda metafor vardır" demek küfre düşmeyi veya bazılarımızın irkilmesini gerektiren bir ifade olmayıp , bu kelimenin bir takım modernistler tarafında kullanılmış olması dikkate alınarak, bizim kullanmamız yadırganmamalı veya bizimde modernist düşüncelere daldığımız gibi bir kuşkuya düşülmemelidir. 

"Bütün kıssalar metafordur" şeklinde bir iddiamızın olmadığı bilinmelidir. Adem ve İblis kıssası byle bir üslubun ürünü olan kıssa olduğunu düşündüğümüzü tekrar hatırlatarak , kıssalar konusundaki genel kanımızı yansıtmaya çalıştığımız , onların MESAJ İÇERİKLİ olduğu yönündeki okuma örneklerimizi paylaşmaya devam edeceğimizi söylemek isteriz.  

Şimdiye kadar yazdığımız yazılarda takip ettiğimiz metod olan , GELENEKSEL ve MODERNİST kaygılardan ve ÖNYARGIDAN arınmış bir zihin ile okumaya devam edeceğimizi tekrar hatırlatmak yerinde olacaktır.

Sonuç olarak ; Kehf s. 50. ayeti , "Cin" adı verilen insan harici farklı bir varlık gurubunun var olduğu şeklinde okunarak yüzyıllardır İblis'in Melek mi , yoksa Cin mi olduğu tartışması yapılmaktadır. Bu ayet şayet ön yargısız okunarak , Adem ve İblis kıssasının vermek istediği mesajın anlaşılması yönünde ve arap cahiliyesinin Cin algısının nasıl olduğu bilinerek okunmaya çalışılsaydı , bitip tükenmek bitmeyen tartışmalara kapı açılmamış ve daha doğru anlaşılmış olurdu. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

7 Mart 2018 Çarşamba

Cin Konusu İle İlgili Ayetleri Okuma Klavuzu

Kur'an'ın doğru anlaşılmasında, nuzül ortamında yaşayan insanların kültürel, dini ve sosyo ekonomik yaşantı gibi bilgileri, kısacası tarihsel arka plan bilgisi önemli bir rol oynamaktadır. Bu bilginin göz ardı edilmesi, yapılacak okuma ve anlama çalışmalarından sağlıklı sonuçlar çıkarılamamasını beraberinde getirecektir. Yazımıza konu edeceğimiz cinler ile ilgili ayetlerin doğru anlaşılmasında, nuzül öncesi tarihsel arka plan büyük ölçüde önem arz etmektedir.

Son yıllarda Kur'an'ın gündeme gelmesi ile, bir çok konu yeniden masaya yatırılmış, yeniden anlaşılmaya ve tartışılmaya başlanılmış, tartışılan bu konuların içinde cinler ile ilgili bilgilerin yeniden Kur'an'i anlamda anlaşılması da  bulunmaktadır. Maalesef bu konuda yapılan anlama çalışmaları etrafında yapılan tartışmalar, cinlerin varlığı yoklu etrafında  kilitlenmiş, bir taraf cinlerin varlığını kabul ederken, bir diğer taraf cinlerin varlığını kabul etmemekte, bu kısır tartışmalar sonucunda, tartışan taraflar birbirlerini tekfir etmeye kadar varan suçlamalar yöneltebilmektedir.

Cinler ile ilgili ayetleri okurken, göz önüne alınması gereken en önemli husus, Kur'an'ın cinlerin ontolojik varlığı veya yokluğu konusu ile asla ilgilenmediğidir. Bundan dolayı bu konuda yapılacak tartışmalar cin var yok mu kavgasına çekilmemeli, şayet çekilecek olursa, yapılan tartışmaların kördöğüşünden farksız, ve havanda su dövmekten başka bir işe yaramayacağı da bilinmelidir.

Yaşadığımız dünyanın her tarafında, geçmiş ve gelecek tüm zamanlarda, insanları maddi ve manevi açıdan sömürmek isteyenlerin kullandıkları ve kullanmaya devam edecekleri en önemli silah, kendilerinin diğer insanlar gibi olmadıkları, diğer insanlardan farklı olarak ellerinde bir takım gizli güçler bulunduğu, bu gizli güçler vasıtası ile kendilerine bir takım özel bilgiler verildiği şeklinde bir iddia sahibi olmalarıdır.

Görünmeyen ve sadece özel kişilerle iletişim kurduğu iddia edilen bu gizli güçlerin ismi ise CİN dir. Cinlerle ilişki kurduklarını iddia eden bu kimseler, onlardan gaybe dair haber aldıklarını iddia etmekte, onların kendilerine bir takım bilgiler verdiğini söyleyerek kendilerini diğer insanlardan ayrıcalıklı göstererek, itibar sahibi olmaya, ve bu yolla onları sömürmeye çalışmaktadırlar.

Konuyu nuzül öncesi Mekke'de yaşayan insanlar boyutunda düşündüğümüzde, o toplumda Şair, Mecnun, Kahin, Arraf  v.s gibi isimlerle bilinen insanların var olduğu bilinmekte, bu insanların cinlerle ilişki kurdukları zannedilerek, ağızlarından çıkan sözlerin kendi sözleri olmadığı, cinlerin onlara verdikleri ilham ve haberlerin neticesinde bu sözleri onlardan alarak söyledikleri iddia edilmektedir.

Yani nuzül öncesi Mekke insanının bazı insanların cinler vasıtası ile gökten haber aldıklarına dair bir arka plan bilgisi mevcut bulunmaktaydı. Cinlerin göklerden aldıkları haber ve bilgileri yerde yaşayan bazı insanlara aktardıkları şeklinde bir bilgiye sahip olan Mekke'lilere, bir gün 40 yıldır içlerinde yaşayan bir adam tarafından kendisinin de Allah'tan haber aldığını söylemesi şok etkisi yaratmış, Muhammed adındaki bu kişinin Allah'tan aldığını iddia ettiği bu haberleri beğenmeyenler, ona şiddetle karşı çıkmış, onun ŞAİR, MECNUN, KAHİN olduğunu ileri sürerek, verdiği bilgilerin itibar görmemesi için var güçleri ile mücadeleye girişmişlerdir.  

Mecnun yani cinlenmiş olduğu iddia edilen Muhammed (a.s) ın böyle bir durumda olmadığını ifade eden ayetlerin nazil olmasının arka planında, Mekke'li müşriklerin ona karşı yaptığı bu türden ithamlar yatmaktadır. Çünkü Mekke'lilerin mevcut olan arka plan bilgilerinde, bu gibi haberler alan insanlar, cinlerle ilişki kurmuş olarak bilinmektedir.

Şeytan, Melek, Cin gibi kelimeler, vahiy kavramı ile yakından ilgilidir. Bu kelimeler birbiri ile iç içe bir durum arz etmekte olup, birbirinden kopuk şekilde anlamaya çalışmak bizleri doğru bir sonuca götürmeyecektir.

Şeytan kavramının, Kur'an içinde önemli bir yer tuttuğu malumdur. Kötülük ve çirkinliğin sembolü olarak yer alan bu kavramın cinlerle özdeşleştirilmesi dikkat çekicidir (Kehf s. 50). Kur'an'da, cinler vasıtası ile alınan haberlerin ve bu haberler neticesinde bir yöne ve düşünceye kanalize olan insanların düştüğü durum, ŞİRK kavramı ile ifade edilmektedir. Cinlerden haber aldıklarını iddia eden insanların aldıkları haberlerin şeytan ile özdeşleştirilmekte, bu haberlere inanarak yaşamını belirleyenlerin sonunun cehennem olduğu, yine Kur'an içindeki ayetlerde bildirilmektedir.

Kur'an'ın şeytanlar tarafından indirilmediğinin (Şuara s. 210-212) bildirilmiş olması, Muhammed (a.s) ın aldığını iddia ettiği haberin kaynağının neresi olmadığının bilinmesi açısından önemlidir. Çünkü Mekke'li müşrikler Muhammed (a.s) ın aldığını iddia ettiği vahyin kaynağının, kendilerinin haber aldığını iddia ettikleri cinler olduğunu, dolayısı ile onun bir mecnun olduğunu söyleyerek, vahyi ve elçiyi halkın gözünde itibarsızlaştırmak istiyorlardı.

Yine bazı surelerde (Hicr, Saffat, Cin) cinlerin gökten haber almalarının imkansız olduğunu beyan eden ayetlerin, nuzül ortamı arka plan bilgisi ile yakından alakası bulunmaktadır. Cinlerin gökten haber aldıkları bilgisine sahip olan Mekke'li müşriklerin bu düşünceleri, cinlerin böyle bir haber alma imkanlarının olmadığını beyan eden ayetler ile mahkum edilmekte, Muhammed (a.s) a inen vahye onlar tarafından herhangi bir müdahale yapılmasının imkansız olduğu, dolayısı ile onun asla cinlenmiş olmadığı vurgusu yapılmaktadır.

Melek kavramının da Kur'an içinde önemli bir yer tuttuğu malumdur. İyilik ve güzelliğin sembolü olarak yer alan bu kavramın Muhammed (a.s) a inen vahiy ile özdeşleştirilmesi de dikkati çekmesi gerekmektedir. Cinlerden haber aldıklarını iddia eden Mekke'li müşriklerin bu haberleri onlara şeytanların indirdiği söylenirken, Muhammed (a.s) ın aldığı vahyi meleğin indirmesinin söylenmesi, gaybi haber aldıklarını iddia eden her iki tarafın, bu haberleri nereden aldıklarının bilinmesi açısından önemli bir noktadır.

Buraya kadar söylediklerimizi toparlayacak olursak; Kur'an'ın Nezele kelimesi ve türevleri ile ifade ettiği gökten haber alma yani vahiy olgusu, Mekke'li müşriklerce daha önce bilinmekte idi. Kur'an Mekke'lilerce bilinen bu bilgi alt yapısını kullanarak, Allah'ın elçi olarak seçtiği bir kuluna vahyettiğini bildirmektedir. Şeytan ve Melek kavramları iniş olgusunda yine anahtar bir rol üstlenmekte, müşriklerin cinlerden aldığını iddia ettiği haberin kaynağının şeytan olduğu, Muhammed (a.s) ın aldığını iddia ettiği haberin kaynağının ise Allah ve melek olduğu belirtilerek arada fark olduğu vurgusu yapılmaktadır. Yani cin konulu ayetlerin iniş sebebi, müşriklerin gaybi haber almaya dair olan bilgi birikimleridir.

Kur'an'ın cin konulu ayetlerini bu pencereden bakarak anlamaya çalıştığımızda, onların varlığı yokluğu konusu asla bizler için mesele teşkil etmeyecek, dikkatler Kur'an'ın cinleri hangi sebepten ötürü ele aldığına yoğunlaşacaktır. Kur'an içinde cinlerle ilgili ayetler okunduğunda, Mekke'lilerin bu konudaki inançlarına öncelikle vurgu yapıldığı anlaşılacak, ayetlerin tarihsel bağlamı doğru anlaşıldıktan sonra, bizler için nasıl mesajlar ihtiva etmiş olabileceği daha net anlaşılabilecektir.

Cin ve Ahkaf surelerinde cinlerin konuşturulması ile ilgili ayetler, onların ontolojik varlıkları açısından değil, Mekkeli'lerin sahip oldukları şirk inançlarının kutsal olarak bildikleri isimler üzerinden ret edilmesi olarak okunmasu gerektiğini burada hatırlatmak isteriz.

Bunlardan sonra Cin adı ile bilinen, ve belirli kulluk vazifeleri ile sorumlu bir varlık gurubunun olup olmadığı sorusunun cevabı verilebilir. Biz her ne kadar Kur'an'ın cin konusu ile ilgili ayetlerinin, onların varlığı veya yokluğu tartışmasından ziyade, nuzül dönemi insanlarının sahip olduğu bilgi birikimini dikkate aldığını söylesek bile, cin var mı yok mu sorusu yine sorulacaktır.

Bizim kanaatimiz şu dur ki, dünya yüzünde insan haricinde yaratılmış, ve Cin adı ile bildiğimiz herhangi bir varlık türü yoktur. Allah (c.c) sadece İnsan olarak bildiğimiz bir varlık türünü dünya yüzüne yerleştirmiş, ve sadece ona bir takım sorumluluklar yüklemiştir. Bu iddiayı ortaya attıktan sonra, Kur'an içinde cinlerle ilgili geçen ayetlerde haklı olarak, onların yaratılmış olduklarını bildiren ayetler gündeme gelecek, ve bu konuda ne söyleyeceğimiz merak konusu olacaktır.

Kur'an'ın bir konuda muhataplarını bilgilendirmekte kullandığı anlatım üsluplarından bir tanesi, onların mevcut algılarını dikkate almasıdır. Bugün okuduğumuz Kur'an'da cinler ile ilgili ayetleri anlamanın yolu bu durumun dikkate alınmasından geçmektedir.

Allah (c.c) Kur'an'da cinler ile ilgili ayetlerde, Mekke toplumunun cinler hakkındaki bilgi birikimini dikkate almıştır. Şayet Kur'an, "Sizin bildiğiniz anlamda cin diye bir şey yok yalan ve düzmece şeylere inanmayın" mealindeki ayetler ile Mekke'lilere hitap etmiş olsaydı, onların cinler vasıtası ile göklerden haber alma inançlarının da yanlış olduğunu söylemiş olacak, bu şekildeki bir söylem ise, Kur'an'ın nazil olma olgusunu da Mekke'lilerin anlamamasına ve daha geniş bir kesimin vahyi inkar etmesine neden olacaktı.

Cinlerin yaratılmış olması ile ilgili ayetlerin mevcut olan algının üzerinden onların insanları şirke düşürmek sureti ile cehennem ehli olmalarına sebep oldukları hatırlatması olarak okumaya çalıştığımızda herhangi bir problem de kalmayacaktır. Zımnen onlara, "Sizin bana ortak koştuğunuz bu cinler sizi cehenneme sürüklemekten başka bir işe yaramaz" denilmektedir.

Konuya sanki cinlerin varlığına iman şartı varmış gibi bakılmasından ötürü, bir takım anlaşmazlıklar çıkmakta, cin diye bir şeyin olmadığını iddia edenler sert tepkiler ile karşılaşarak, "Sen nasıl cinleri inkar edersin" şeklinde sözler muhatap olmaktadır. Cin konusu Kur'an içinde iman konusu olarak bizlere anlatılan bir konu değil, mevcut ortamdaki insanların Kur'an'a karşı olan inkarcı tutumlarının sebeplerinden birisi olarak bizlere sunulmaktadır.

Mekke'lilerin cinlerden haber alma inançları, Kur'an'ın insanlara nasıl ulaştığının da onlar tarafından daha kolay anlaşılmasına, bu konuda onların herhangi bir itirazda bulunmamalarını beraberinde getirmiştir. Mekke'li müşriklerin vahyi inkar ederken kullandıkları söyleme dikkat ettiğimizde, vahyin inzal olgusunu değil, vahyin muhteviyatında olan kendilerine dair olan emirleri inkar ettikleri görülecektir. Çünkü onlar bazı kimselerin gökten haber aldıklarını bilmekte idiler, işlerine gelmeyen şey, onlara gelen haberin mahiyetindeki şirk batağından kurtulmalarına vesile olacak bilgilerdi.

Ayrıca insanların zihinlerinde cin diye bir varlık olmadığı fikrinin yerleşmesi, onların cinlerle ilgili korkularını yenmesine, şarlatan din tacirlerinin bu yoldan maddi ve manevi kazanç sağlamalarının yolunu da kapacaktır. Bugün din üzerinden yapılan ticarete baktığımızda büyük bir kısmının insanlara musallat olduğu ileri sürülen cinlerin onlardan çıkarılması, veya cin musallat olmaması için bir takım alet edevat satışlarının olduğu herkesçe malumdur. Cinci Hoca olarak bilinen insanların tv ekranlarında cin kovalama seansları yaparak, cin mektubu, bu mektupların yazılı olduğu şalların ellerinde kalarak satılmamasının yegane yolu, insanların kafasından bu korkuyu silmek olacaktır. Bu korkunun silinmesinin tek yolu ise, cin diye kendisinden korkulacak bir varlığın olmadığı inancının insanlarda yerleşmesidir.


                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


16 Eylül 2015 Çarşamba

Süleyman (a.s) ın Cinleri ve Şeytanları Emri Altında Çalıştırmasının Günümüze Dair Mesajı

Kur'an kıssaları; geçmişteki hayatlardan kesitler sunarak o kıssaları okuyanlara, yaşadıkları hayata dair mesajlar sunmaktadır. Süleyman(a.s) kıssası aynı şekilde günümüze dair mesajlar ihtiva eden bir kıssa olup, klasik ve modernist okumalarda sadece yaşandığı zamana dair okumalar yapılarak anlaşılmaya çalışıldığı için mesaj yönü ıskalanan bir kıssa olarak okunmuş ve okunmaya devam etmektedir.

Süleyman(a.s) kıssası ile ilgili birkaç yazımızda kıssadaki anlatımları, mesaj yönünün olması cihetinden okuyarak anlamaya çalışmış ve bu konudaki düşüncelerimizi paylaşmıştık. Bu yazımızda Süleyman(a.s)'ın emrine verildiği söylenen "Cin" ve "Şeytan"ların bize dönük nasıl bir mesajı olabileceğini okumaya gayret edeceğiz.

[034.012] Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam da bir aylık mesafeden gelen rüzgarı Süleyman'ın buyruğu altına verdik. Onun için su gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinin izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlar içinde buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık.

[034.013] Onlar, ona mihraplar, heykeller, havuzlar gibi çanaklar ve sabit kazanlardan her ne isterse yaparlardı. Çalışın ey Davud hanedanı, şükür için çalışın! Kullarım arasında şükreden azdır.

[034.014] Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, ancak değneğini yiyen kurt onun ölümünü cinlere farkettirdi. O, ölü olarak yere düşünce, ortaya çıktı ki, şayet cinler görülmeyeni bilmiş olsalardı alçak düşüren bir azap içinde kalmazlardı.

[038.035] Süleyman: «Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver; Sen şüphesiz, daima bağışta bulunansın» dedi.

[038.036] Bunun üzerine ona rüzgârı müsahhar ettik, emriyle istediği yere yumuşacık cereyan ederdi [038.037]  Şeytanları da; her bina ustasını ve dalgıç olanı.

[038.038] Demir halkalarla bağlı diğerlerini de.

[038.039] «İşte Bizim bağışımız budur; ister ver, ister tut, hesapsızdır.» dedik.

Öncelikle şunu ifade etmek isteriz ki; yazının amacı "Cin" ve "Şeytan" olarak ifade edilenlerin mahiyetlerini araştırmak değil, bu isimlerin insanlara verdiği zararlar dikkate alınarak, her toplum içinde böyleleri bulunmak sureti ile kişileri ve toplumu ifsad etmek potansiyeline sahip olması öne çıkarılarak, bunların işlevleri dikkate alınmak sureti ile anlaşılmaya çalışılacaktır.

"Şeytan" kelimesi Kur'an'daki bütün geçişlerinde ruhani varlık gibi bir anlamda kullanılmayıp, saptırıcılık anlamında bir sıfat olarak kullanılmıştır. "Cin" kelimesi insandan ayrı bir varlık kategorisine sahip olanlar olarak kullanılmış olmasına rağmen, onların ontolojik mahiyetleri ile ilgili bilgiler Kur'an'da yoktur. Onlar hakkındaki bilgiler, Mekke müşriklerinin cinler hakkındaki algılarının yanlışlıklar üzerine kurulmuş ve onları şirke sürüklemeleri üzerinde durulmuştur.

Süleyman(a.s)'ın emrine verilenlerin "Cin" ve "Şeytan" olarak anlatılmasının, Süleyman(a.s)'ın yaşadığı zaman içindeki anlamını değerlendirecek olursak; onun güçlü bir mülk ve saltanat sahibi olduğunun ifade edilmesi açısından bu ifadelerin kullanıldığını söyleyebiliriz. Çünkü bu isimle ifade edilen unsurlar, insanları saptırmak konusunda maharete sahip olan gruplar olup, yönetim kademesinde olanların bu tür guruplara karşı Süleyman(a.s) örnekliğinde nasıl bir yönetim politikası uygulanabileceği anlatılmaktadır.

Bunların mahiyetinin ne olduğunu tartışmaktan çok "Cin" ve "Şeytan" olarak geçen kelimelerin, Kur'an'da kullanılışlarını dikkate alarak, bir devletin potansiyel düşmanları için kullanıldığını söyleyebiliriz. Bir devletin içinde her zaman onun yıkılmasını arzu eden unsurlar vardır ve bu unsurları "CİN"lerin görünmezliği üzerinden yeraltı faaliyetleri, "ŞEYTAN"lar gibi insanları iğva edici, zihinleri ifsad edici çalışmalar yapanlar olarak okuyabiliriz.

Her devlet içinde "Cin" ve "Şeytan" olarak ifade edilen yıkıcı unsurlar potansiyel olarak mevcuttur. Asıl öneme haiz olan mesele; bu potansiyelin ortaya çıkarak halkı ifsad etmesine sebebiyet vermemektir. Süleyman(a.s), bir hükümdar olarak yönetimi altındaki halk içinde, potansiyel olarak bulunan yıkıcı unsurların nasıl açığa çıkarılmaMAsını ve onların nasıl bir yöntemle kontrol altında tutularak ifsad edici faaliyet yapmalarının önünün kapatılacağını bizlere öğretmektedir.

Bu ayetleri literal bir okumaya tabi tuttuğumuz zaman, Süleyman(a.s)'ın elinde kırbaç, cin, şeytan gibi varlıkları köle gibi çalıştırdığı, onların da korkudan ona isyan edemeği gibi bir anlam ortaya çıkmaktadır. Böyle bir okuma, kıssanın vermek istediği mesajın anlaşılamamasını beraberinde getirmesi açısından doğru bir okuma yöntemi değildir.

Modernist okumaya tabi tutanlar ise olayı "Cin" ile ilgili ayetler çerçevesinde değerlendirerek, onların ontolojik mahiyetlerinin tespiti konusunda bu ayetlere de müracaat ederek, onların farklı bir yapıları olmayan bizler gibi insanlar olduğu iddiasını getirmektedirler. Biz "Cin" ile ilgili ayetlerin, onların ontolojik mahiyetlerinin olup olmadığı veya insan olup olmadığı üzerinden değil, Mekke müşriklerinin bu konudaki algılarının red edilmesi cihetinden bir okumaya tabi tutulması gerektiğini düşünmekteyiz. Bu konudaki düşüncelerimizi CİN Suresi ayetlerini ele almaya çalıştığımız bir yazımızda daha önce paylaşmıştık.

Ayetleri önce Süleyman(a.s)'ın yaşamış olduğu zaman ve mekan dahilinde okumak, sonra "bunların bize dönük nasıl bir mesajı olabilir?" sorusunun cevabını aramak istiyoruz.

Süleyman(a.s) kendisine mülk ve yönetim gücü verilmiş bir elçi olarak, kendisine mülk ve yönetim gücü verilmiş diğer insanlar için model bir kişidir. İnsanlar birlikte yaşamanın bir gereği olarak, yöneten ve yönetilen şeklinde iki gruptan birisi içinde bulunurlar. Her grubun birbirilerine karşı olan sorumluluğunu Allah(c.c) kitabında tayin ederek doğabilecek anarşi zulüm ortamının önünü kesmiştir.

Kur'an "Yöneten" konumunda olan insanların, yönetimi altındaki insanlara karşı nasıl bir tutum sergilemeleri gerektiğini yaşanmış kıssalar ile anlatarak, doğru ve yanlış yönetim sergileyenleri ve onların akıbetlerini anlatarak yol göstermiştir. Süleyman(a.s), Davud(a.s), Yusuf(a.s), Zülkarneyn(a.s) gibilerin örnek yönetimlerine karşılık Firavun, Nemrut gibilerinin zulüm yönetimlerini anlatarak, bu gibilerin yanlışlarının onları nereye götüreceğini haber vermiş, kendisinin yolundan ayrılmamaları gerektiğini müteaddit defalar hatırlatmıştır.

Süleyman(a.s) kıssasının bu çerçevede okunarak değerlendirilmesi ve mesajının bu yönde okunması, yönetimi ellerinde tutanların nasıl bir yönetim sergilemesi gerektiği yönünde öğütler ihtiva etmektedir. Onun kıssası içinde cin, kuş, şeytan, karınca gibi objeler üzerinden verilmek istenen mesajın ana merkezinde, adil bir yönetim sergilemenin örnekleri ve elindeki gücü vahyin kontrolünde kullanması vardır.

Süleyman(a.s) bir hükümdar olması hasebiyle hükümranlığı altında büyük bir toprak parçası ve bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar vardır. Her ülkede olduğu gibi, o ülkeyi de oluşturan insanların ırk, dil, kavim, gelenek vb. birbirlerinden bir takım farklılıkları vardır. Bir ülke ne kadar büyükse, o ülkenin büyüklüğü oranında farklı etnik grupların o topraklar üzerinde yaşaması bir realitedir. Süleyman(a.s) bu realite ile karşı karşıya kalan bir hükümdar olarak bu farklılıklardan doğabilecek bazı sıkıntılı durumları bertaraf etme hususunda önemli bir örnektir.

Bir devlet yöneticisi için en büyük sorun; hükümranlığı altında yaşayan insanların tamamını kontrol altında tutması ve onların yönetime karşı bir hoşnutsuzluk duyarak başkaldırmalarıdır. Tarih; yöneticilerine başkaldıranlar ve bu uğurda dökülen kanların örnekleri ile doludur. Hala bu uğurda kan dökülmeye ve isyan hareketlerine devam edilmektedir ve kıyamete değin edilecektir.

Bu sorunu dikkate alarak ve bu sorunların üstesinden nasıl gelinebileceği hayat kitabı olan Kur'an'ın nasıl öğrettiği, yaşanmış örneklerden bizlere okunmaktadır. Süleyman(a.s)'ın Cin ve Şeytanları emri altında çalıştırmasını şu şekilde okumak mümkündür;

Daha önce kıssa içinde anlatılan "Cin" ve "Şeytan"ların ontolojik mahiyetinin ne olduğundan çok, bize dönük mesajının okunması gerektiğini söylemiştik.

Süleyman(a.s) kıssasında anlatılan "Cin" ve "Şeytan"ları, onun hükümranlığı altındaki topraklarda yaşayan ve etnik farklılıklara sahip insanlar olarak okumak mümkündür .Cinleri ve Şeytanları insan olarak ifade etmemiz, kıssanın bize dönük mesajının okumak için olduğunu hatırlatmak isteriz. Bugün bir ülke içinde yaşayan farklı etnik kökenlere mensup olan insanların Süleyman(a.s) kıssası içinde anlatılan Cin ve Şeytan gibi anlatımlar ile benzeştirerek kıssadaki anlatımın mesajını anlayabiliriz.

Süleyman(a.s) kıssasında anlatılan Cin ve Şeytanların günümüze dönük mesajını okuyabilmek için bir ülke içinde her an için huzursuzluk ve anarşi çıkarma potansiyeline sahip olan veya yönetime karşı çıkarak onu devirmek için planlar yapan insanlara benzetebiliriz. Bir ülke içinde huzursuzluk çıkarmak isteyenlerin ellerindeki en büyük koz; o ülke içinde yaşayan ve birbirleri ile bazı farklılık arz eden insan gruplarıdır. Bu gruplar çeşitli oyunlar ile kışkırtılarak o ülkenin huzurunu bozmak isteyenler tarafından kolaylıkla provake edilebilir.

Ülke yöneticilerine düşen en önemli görev; ülkede yaşayan farklı grupları birbirine bağlayan alt kimlik üzerinden değil en üst kimlik üzerinden birbirlerine bakmalarını sağlamak olmalıdır. Ülke içinde siyah-beyaz şeklinde yapılan bir ayrım, zaman içinde başkaları tarafından kullanılarak ülkenin birlik ve beraberliği sarsılmak istenebilir.

Bir ülke yönetimini elinde tutanlar öncelikle yönetimleri altında yaşayan insanları eşitlik ve adalet ilkeleri çerçevesinde yöneterek, onların isyan, anarşi, terör gibi çarelere başvurmalarını önlemek zorundadırlar. Bunun yegane çaresi; o ülke topraklarında yaşayan insanların yönetiminde, vahyin dikkate alındığı bir yönetim biçimidir.

Süleyman(a.s), işte bu noktada adalet ve eşitlik prensibine uygun bir yönetimin nasıl olması gerektiğini sergilemektedir. Süleyman(a.s) kıssasının tamamını okuduğumuz zaman, onun yönetim konusunda önceliğinin "Vahiy" olduğu, kendisinden daha üst olan bir hükümdara yani "Alemlerin Rabbi"ne karşı sorumlu olduğunu unutmadan bir yönetim sergilediği öne çıkmaktadır. Bu yönetim tarzı yani vahyi öncelleyen yönetim tarzının eşitlik ve adalet ilkelerine uyduğu müddetçe yönetimi altında yaşayanlar için doğru bir yönetim tarzı olduğu görülmektedir.

Adil bir yönetim, elinin altındaki halkın kendisine karşı herhangi bir hoşnutsuzluk içine girmemesi için öncelikle ekonomik ve sosyal tedbirleri almak zorundadır. Ekonomik ve sosyal yönden sıkıntıya giren bir toplum terör ve anarşiye gebe kalmaya mahkumdur.

SEBE Suresi ayetlerine baktığımızda, Süleyman(a.s) için erimiş bakırın ona akıtılmasını, onun yaşadığı zamanın teknolojisine ayak uydurmada geri kalmadığı yönünden okuyabiliriz. Teknolojik imkanlar bakımından üstün olan bir ülke, bu imkanlarını öncelikle kendi halkının refahı için kullanır, Süleyman(a.s) da bunu yapmıştır. Ülkelerin kendilerine yetmesi ve başkalarına muhtaç olmaması, orada yaşayan insanların mutlu bir hayat sürmesini sağlar. Başkalarına muhtaç olan bir ülkenin insanları, başkaları tarafından her an kullanılmaya mahkumdur.

Süleyman(a.s)'ın, elinde olan bu imkanları nasıl kullandığını, aynı surenin 13. ayetinde görmekteyiz. Emri altında her an isyan, anarşi ve terör çıkarmaya müsait olan "Cinler" ve "Şeytanlar" olarak ifade edilenleri çalıştırarak kontrol altında tutan yani onlara günümüz tabiri ile "İş-Aş-Ekmek" veren Süleyman(a.s) suretle yönetimi altında bulunanların herhangi bir terör, anarşi gibi olaylara kalkışmamaları için her sebebi ortadan kaldırmaktadır. Bir ülkede anarşi ve terörü körükleyen en büyük unsur, o ülke halkının sosyal ve ekonomik yönden zayıf bırakılması olup, bu durum başkaları tarafından kullanılarak ülkenin baş ağrısı olmaktadır.

Karnını doyuramadığınız bir ülkenin halkı, aç bırakıldığı takdirde karnını doyurmak için her türlü yola başvurur. Aç kalan bir insan karnını doyurmak için elini uzattığı ekmeğin helal mi haram mı olduğunu düşünmeden, önce aç karnını doyurmanın yolunu arar. Süleyman(a.s) örnekliği işte burada çok önemli mesajlar vermektedir.

Yaşadığı zamanın teknolojisine ayak uydurarak yönetimi altında yaşayan ve aç kaldığı anda terör ve anarşiye kalkışabilecek olan halkı sosyal ve ekonomik yönden tatmin ederek böyle bir harekete girişmesini önleyen Süleyman(a.s)'ın yöneticilik örnekliğinin tarihin her devrinde geçerli olacak bir örneklik olarak okunması gerekmektedir.

SEBE 12 ayetinin sonunda "Rabbinin izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlar içinde buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık." cümlesini şöyle anlamak mümkündür;

Bir yönetim, elinin altında yaşayanlara sosyal ve ekonomik olarak her türlü imkanı sağlayarak onların bir takım yanlışlara sapmasını önlemek zorundadır. Evrensel hukuk kurallarında, bir suça ceza verilmesinin adil olması için, kişileri o suça sevkeden amillerin ortadan kaldırılması gereklidir. Eğer siz halkınızı aç bırakırsanız, o halka hırsızlık suçunu işlediği için verdiğiniz ceza ancak onlara zulmetmek anlamına gelecektir. Ömer(r.a)'ın yönetiminde kıtlık zamanında hırsızlık cezasının uygulamadığı konusundaki rivayetler, onun bu konudaki adil davranışının bir örneğidir.

Süleyman(a.s), suça giden yolları önleme noktasında her türlü önlemi almış bir yönetim sahibi olarak, bundan sonra yanlış yaparak anarşi ve teröre bulaşan unsurlara karşı her türlü sert tedbiri almıştır. Anarşi ve teröre bulaşılmasının önünü sosyal ve ekononmik tedbirlerle kapatan bir yönetime karşı isyana giren kim olursa olsun artık cezayı haketmiş sayılacaktır.

Bütün bu yazdıklarımızı Türkiye şartları dahilinde bir genellemeye tabi tutacak olursak; bugün içinde bulunduğumuz anarşi ve terörü doğuran sebeplerin çok iyi irdelenmesi, olayların buralara kadar gelmesine sebep olan sosyal ve ekonomik yönden yapılan yanlışların okunması ve bu yanlışların ortadan kaldırılması için gereken önlemlerin alınması gereklidir.

Bu önlemler alınırken Kur'an'ın hayat kitabı olma özelliği dikkate alınmalı ve yönetim mekanizması vahyi merkeze alan bir sistem üzere kurulmalıdır. Vahyi merkez alan sistemde, geçmişteki örneklikler dikkate alınır ve ona göre bir yönetim biçimi belirlenir. Süleyman(a.s) örnekliği bir devletin nasıl yönetileceği hususunda yaşanmış bir örnek olarak karşımızda durmaktadır. Sosyal, ekonomik ve askeri yönden güçlü bir devlete dışarıdan ve içeriden düşmanlık etmek isteyen unsurlar daha dikkatli davranacak ve o devlete herhangi bir düşmanlıkta bulunmak için iki defa düşünmek zorunda kalacaklardır.

Sonuç olarak; Süleyman(a.s)'ın "Cin" ve "Şeytan"ları emri altında tutmasının bize dönük mesajını okumaya çalıştığımız bu yazıda, bu isim altında toplananların ontolojik mahiyetlerini tartışmaktan ziyade, bu isim altında toplananların Kur'an genelindeki işlevleri göz önüne alınarak okumaya tabi tutulmuş ve "bu kıssanın bize dönük nasıl bir mesajı olabilir?" sorusunun cevabı aranmaya çalışılmıştır.

Cin ve Şeytan olarak ifade edilen isimleri, ifsad edilme potansiyeline sahip olmak şeklinde okuyarak, bu tür bir potansiyelin her ülke içinde olmasının doğal bir durum olduğu, asıl önemli noktanın bu tür ifsada müsait olanların "iş-aş-ekmek" sahibi yapılarak, ne kendilerinin bir ifsad hareketine girişmeleri, ne de başkaları tarafından ifsad edilerek toplumda huzursuzluk çıkarmalarının önlenmesi hedeflenmektedir.

Süleyman(a.s) kıssasını okuduğumuz zaman Cin ve Şeytan olarak ifade edilenlerin önce çalıştırılarak onları ekonomik yönden tatmin etme cihetine gidildiği, bundan sonra artık bir huzursuzluk çıkarmak şeklinde eyleme girenlerin asayiş suçu ile işlemiş olduğu gerekçesi ile cezalandırma cihetine gidebileceğini okumaktayız. Sosyal ve ekonomik olarak geri bıraktığınız bir grubu, bu tür haklar istediği gerekçesi ile suç işlemiş muamelesi yaparak askeri tedbirler ile onları sindirme planları hiçbir zaman işe yaramaz ve bu muamele adil olmaz.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

19 Mart 2014 Çarşamba

İblis Melek mi Yoksa Cin mi idi?

Yazımıza başlık olarak kullandığımız soru, Adem ve iblis kıssası ile ilgili olarak ortaya atılan sorulardandır. Bu soruya sebeb olarak kıssada " meleklere adem'e secde edin dedik" şeklindeki ayetin yanında kehf. 50. ayetinde "kane minelcinni" ibaresinin, o cinlerden'di şeklinde çevrilmesi sonucu tefsir kitaplarında tartışma konusu olmuştur.

İblis'in melek'mi cin'mi olduğu sorusu bu kıssa ile ilgili yazmış olduğumuz daha önceki yazılarda vurgulamaya çalıştığımız gibi , kıssanın mesaj içerikli okunmaması sonucu ortaya atılmış bir soru olup tabiri caizse tavuk'mu yumurtadan çıkar yumurta'mı tavuktan çıkar? sorusunun cevabını aramak gibi bir şeydir.   

Adem ve iblis kıssasında geçen anlatımların mesajı genel olarak şeytan vasfını alan iblis'in şahsında isyankar bir kişinin akıbeti ve Allah katındaki konumu ile ilgilidir. İblis adı ile anlatılan kişinin ontolojik mahiyeti hakkında herhangi bir bilgi verilmez , mesaj içerikli bir anlatım olmasından ötürü bu türlü ayrıntılarada gerek yoktur.  

Biz yazı başlığındaki sorunun ortaya atılmasına sebeb olan kehf s. 50. ayetindeki "kane minelcinni" ibaresinin çevirisi ile ilgili yine kıssa bütünlüğünü gözeterek doğru olduğunu düşündüğümüz anlamı verip düşüncelerimizi ortaya koymaya çalışacağız.   

 Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih(rabbihî), e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvv(aduvvun), bi'se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).
 [018.050] Hani biz meleklere: Âdem'e secde edin, demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!

Kehf s. 50. ayetinde kıssa'da geçen "kane minelcinni" ibaresi hemen hemen bütün meallerde " o cinlerden'di"  şeklinde çevrilerek havanda su dövmek misali iblis melekmi yoksa cinmi şeklinde sonu gelmez tartışmalara sebebiyet vermiştir. Diğer surelerde geçen anlatımlar'da iblis'in secde etmemesi ile ilgili ayetlerde geçen "kane" kelimesinin çevirisi bize kehf. s. 50. ayetinde geçen "kane" kelimesinin kıssa bütünlüğüne uygun olarak  nasıl çevrilmesi gerektiği hakkında bilgi verecektir. 

  Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne).
[002.034]  Hani Biz meleklere demiştik ki: «Âdem'e secde ediniz.» Onlar da hemen secde edivermişlerdi. Yanlız İblîs (Şeytan) kaçınmış, kibirlenmiş ve kâfirlerden olmuştu.

 İz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn(tînin). Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne). Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne). İllâ iblîs(iblîse), istekbere ve kâne minel kâfirîn(kâfirîne). Kâle yâ iblîsu mâ meneake en tescude limâ halaktu bi yedeyy(yedeyye), estekberte em kunte minel âlîn(âlîne). Kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
[038.071-76] Rabbin meleklere şöyle demişti: «Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın.» Bütün melekler secde etmişlerdi, fakat İblis; o, büyüklük taslamış ve inkarcılardan olmuştu.Allah: «Ey İblis! O benim kudretimle yarattığıma secde etmene ne engel oldu? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?» dedi.İblis: Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.

Bakara s. ve sad s. de geçen anlatımlara baktığımız zaman "kane minelkafirine" (o kafirlerden oldu) şeklinde çevrilmiş olup "kafirler'den idi" şeklinde çevrilmemiştir. Kıssa'nın bütünlüğünü gözeterek yapılan bir çeviride kehf s. 50. ayetindeki "kane minel cinni" O CİN'DEN OLDU şeklinde çevrilmesi gerekirdi. Bu şekil bir çeviride iblisin mahiyetinin ne olduğu şeklinde  gereksiz bir tartışmanın kapısı açılmamış olurdu. 

Tabi burada esas konu "cin" kelimesinin kur'anda geçen ayetlerde nasıl ve ne amaçla kullanıldığı olup, iblis ile cinleri aynı konuma getirerek nasıl bir mesaj verilmek istendiğidir, bunu öğrenmek için ise kur'anın cinler ile ilgili ayetlerine göz atmak gerekmektedir.

[006.100]  Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa ki onları da Allah yaratmıştı. Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Hâşâ! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir.
 [006.112]  Böylece biz, her nebiye insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.
[006.128]  Allah hepsini toplayacağı gün, «Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız» der, insanlardan onlara uymuş olanlar, «Rabbimiz! Bir kısmımız bir kısmımızdan faydalandık ve bize tayin ettiğin sürenin sonuna ulaştık» derler. «Cehennem, Allah'ın dilemesine bağlı olarak, temelli kalacağınız durağınızdır» der. Doğrusu Rabbin hakimdir, bilendir.
 [006.130] «Ey cin ve insan topluluğu! Size ayetlerimi anlatan, bugünle karşılaşmanızdan sizi uyaran resulller gelmedi mi?» «Kendi hakkımızda şahidiz» derler. Dünya hayatı onları aldattı da inkarcı olduklarına, kendi aleyhlerinde şahidlik ettiler.
[007.037-38] Allah'a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalan sayandan daha zalim kimdir? Kitap'daki payları kendilerine erişecek olanlar onlardır. Elçilerimiz canlarını almak üzere geldiklerinde onlara, «Allah'tan başka taptıklarınız nerede?» deyince, «Bizi koyup kaçtılar» derler, böylece inkarcı olduklarına kendi aleyhlerine şahidlik ederler.Allah, « Sizden önce geçmiş cin ve insan ümmetleriyle beraber ateşe girin» der. Her ümmet girdikçe kendi yoldaşına lanet eder. Hepsi birbiri ardından cehennemde toplanınca, sonrakiler öncekiler için, «Rabbimiz! Bizi sapıtanlar işte bunlardır, onlara ateş azabını kat kat ver» derler, Allah, «Hepsinin kat kattır, ama bilmezsiniz» der.
[007.179] And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık; onların kalbleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir.
[034.040-41] Allah bir gün onların hepsini diriltip toplar, sonra meleklere: «Bunlar mı size tapıyordu?» der.Melekler: «Haşa, bizim dostumuz onlar değil, Sensin. Hayır; onlar bize değil cinlere tapıyorlardı, çoğu onlara inanıyorlardı» derler.
[041.029] İnkar edenler: «Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan, bizi saptıranları göster, onları ayaklarımızın altına alalım da en altta kalanlardan olsunlar» derler.

Yukarıda vermiş örnek ayet meallerinin delaleti ile , Allah cc nin kendisine kulluk etmeleri için yaratmış olduğu varlıklardan cinler'in insanları küfr ve şirk'e teşvik etmeleri ,insanların bir kısmınında bunlara uymaları ve birlikte cehennemmi haketmeleri anlatılır.   

Kehf s. 50. ayetindeki "İBLİSİN CİNDEN OLMASI" nı ne anlama gelebileceğini yukarıdaki ayetler yardımı ile düşünebiliriz. Nuzül dönemi arka planına bakacak olursak Mekke toplumunun cinleri Allah cc ye şirk koştukları (6.100. ayet) anlatılmaktadır. 

Adem kıssasında anlatılan iblis olgusu'nun, sonradan şeytan vasfını alması kur'anın bir çok yerinde bizlere düşman olduğu belirtilmesi ve ondan korunma yolları anlatılması şeytan ve cin arasında bağ kurulması cinlerinde iblis'in zürriyetinden yani onunla inanç yolu ile bağları olduğu hatırlatılması yapılmaktadır.  

Burada yine hatırlatmak isteriz ki; "Adem kıssasında geçen iblis ve şeytan terimlerinin bizlere kur'an bütünlüğündeki mesajları nedir?" sorusunun sorulmadan sadece kıssa içinde dönüp dolaşmak yolu ile okunması bize kıssanın anlatım amacını doğru olarak anlamamızı zorlaştıracaktır. Şeytan veya iblis'in mahiyetinin melek mi yoksa cin mi olduğundan çok şeytan ismi ile vasıflananların bizleri nereye götüreceğinin anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz. 

Sonuç olarak; kehf s. 50. ayetinde ki "kane minelcinni" ibaresinin kıssa'nın diğer ayetlerinde geçen "kane minelkafirin" ibresinden farklı şekilde çevrilmesi sonucunda , bitmek bilmeyen bir tartışmanın kapısı aralanmış olup iblis'in melek mi yoksa cin'mi olduğu tartışılmaya başlanmıştır. "Kane minel kafirin" ibaresinin "kafirlerden oldu" şeklinde çevrilmesi paralel olarak "kane minel cinni" ibaresinin o cinlerden idi şeklinde değil!de O CİNDEN OLDU şeklinde çevrilerek cin kelimesinin geçtiği diğer ayetlerde cinlerin insanları saptırması ile bağı kurulmuş olsaydı bugün bu tür bir tartışmanın ne kadar gereksiz olduğu anlaşılırdı. 

Adem ve iblis kıssası sadece adem ve iblis arasında geçmiş ve ileriye dönük herhangi bir mesajı olmayan bir kıssa değil kıyamete kadar her insanın her an yaşadığı bir kıssadır. Kıssada anlatılan kişilerin şahsiyetine takılıp mesajı ıskalamak yüzyıllardır cevabı aranan fakat üzerinde bir sonuç çıkmayan bir sorunun sorulmasına sebeb olmuştur. Özellikle bu kıssayı doğru anlamak için kıssada anlatılan şahsiyetlerden çok o şahsiyetler üzerinden verilmek istenen mesaja odaklanmak gerekmektedir.  

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

22 Mart 2015 Pazar

Cin s. İle İlgili Bir Tefekkür Çalışması:1-7. Ayetler

Bundan önceki yazımızda sure ile ilgili giriş yapmaya çalışarak, surenin ayetlerine girmemiştik. Bu yazımızda CİN Suresi 1-7. ayetler üzerinde teker teker durmaya gayret edeceğiz. Kur'an'ı doğru anlamada usul olarak takip ettiğimiz yol olan ilk hitabın kime olduğu, yani nazil olan ayetlerin ilk muhataplarının kim olduğu öncelikle tesbit edilerek, sonrasında günümüze dair olan mesajını okuma yolunu, bu surede de takip etmeye çalışacak ve Mekkeli muhataplara dair olan hitabını öncelikle anlamaya çalışacağız. Suredeki ayetleri diğer ayetler yardımı ile anlamaya çalışarak Kur'an'ın nasıl bir anlam örgüsüne sahip olduğuna bir kere daha şahit olacağız.

Mekkelilerin cinler ile olan yakınlıklarının, yine cinlerin itirafları ile yanlış olduğunu ortaya koyan bir nevi itiraf name olarak okumanın daha doğru sonuç doğuracağını düşündüğümüz ayetlerin, sadece Mekkelilere has olarak inmiş ayetler olarak okunması düşüncesi içinde olmadığımızı öncelikle hatırlatmak isteriz. Her devirde cinler ile ilişki kurarak, onlar vasıtası ile sapmak durumunda olan herkesi ilgilendiren bu ayetlerdeki genel mesaj, yine onlar tarafından bir itiraf olarak okunmalı ve cinlerin onları bir bakıma enayi yerine nasıl koydukları görülmelidir.

Sureyi okurken cinlerin nasıllığı, varlığı, yokluğu veya insan oldukları gibi tartışmalar içine girmek "havanda su dövmek" misali getirisi olmayan tartışmalardır. Surenin, Batı ve Doğu edebiyatında örnekleri olan "fabl" yani "hayvanların konuşturularak onlar üzerinden mesaj verilme" metodunun Kur'anî bir versiyonu olarak cinlerin konuşturularak insanların ibret almasının amaçlanması olarak okunması gerektiğini düşünmekteyiz.

Nasıl ki "fabl" tarzı bir eseri okurken "yahu hayvan konuşur mu?" şeklinde bir itirazda bulunmadan okuyor ve ondan çıkan mesaja odaklanıyorsak, özellikle CİN Suresi 1-15. ayetler arasındaki bölümün bu gözle okunarak verilmek istenen mesaja odaklanmak gerektiğini düşünüyoruz.

Varsayalım böyle bir olay hiç olmadı ve sadece "intak sanatı" dediğimiz "insan dışındaki varlıkların konuşturulduğu" bir edebiyat türü ile Mekkeli müşriklerin, değer verdikleri cinlerin kendileri hakkında olan düşüncelerinin anlatıldığı bir tarz olarak okumanın imanımıza bir halel getireceğini düşünmüyoruz.

Bu edebi anlatım türü Kur'an'ın bazı ayetlerinde karşımıza çıkmaktadır. Örnek verecek olursak; AHZAB 72'de göklerin, yerin ve dağların emaneti yüklenmekten kaçınmış olmaları, FUSSİLET 11'de yerin ve göğün konuşması bu edebi tür örneklerindendir.

Kul ûhıye ileyye ennehustemea neferun minel cinni fe kâlû innâ semi’nâ kur’ânen acebâ(aceben).

[072.001] De ki: Hakikat bir takım cinnin Kur'ân dinleyip de şöyle dedikleri bana vahyedildi. Şüphesiz biz, hayret verici bir Kur'ân dinledik.

"De ki bana vahy edildi" ifadesi ile Muhammed(a.s)'ın bu olaydan haberinin olmadığını, yani Kur'an'ı dinleyenleri kendisinin görmediğini anlamaktayız. Kur'an dinleyen cinlerden "nefer" kelimesi kullanılarak bahsedilmiş olması burada önemli bir noktadır.

"Ennefrü" kelimesi sözlükte "dehşet ve korku duyarak bir nesneden kaçmak, veya dehşet ve korku duyarak bir nesneye sığınmak, veya rahatsız olup huzuru kaçıp bir nesneden kopup ayrılmak, veya rahatsız olup huzuru kaçıp bir nesneye doğru kopup gitmek" anlamlarındadır (el-müfredat).

Gelecek ayetleri okuduğumuz zaman, bahsi geçen cinlerden "nefer" şeklinde bahsedilmesi, onların bir şeylerden kaçarak Kur'an'a sığınmalarının neden veya kimlerden kaçtıklarının sorusunu doğuracak ve bunun cevabı 1-15 ayetler arasındaki anlatımların odak noktasını oluşturacaktır.

Cinlerin kaçtıkları kişiler; Mekkeliler ve onların şirkleridir. Cinler onlardan kaçıp Kur'an'a sığınmışlar  ve bundan önce Mekkelileri kendilerinin saptırdıklarını itiraf ederek, onları da kendilerinin yaptıkları gibi Kur'an'a kaçmalarını öğütlemektedirler.

Ayette geçen "şaşılacak ve hayret verici bir durum" anlamına gelen "aceben" kelimesinin diğer ayetlerde kullanılışını gördüğümüz zaman; cinlerin "Kur'anen aceben" ifadesini neden kullandıklarını da görmüş oluruz. Aynı kelime Mekkelilerin ve onlardan önceki müşriklerin kendilerine gelen Elçi ve Kitap'a karşı olan tepkileri için de kullanılır.

[007.063] Size o korkunç akibeti bildirmek için, korunmanız için belki de rahmete kavuşturulmanız için sizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden size bir uyarının gelmesine inanmıyor da şaşıyor musunuz? (eve aciptum)» dedi.

[007.069] «Sizi uyarması için içinizden bir adam aracılığı ile, size bir zikir gelmesine şaştınız mı? (eve aciptum) Düşünün ki (Allah) sizi, Nûh kavminden sonra, onların yerine hâkimler yaptı ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki, kurtuluşa eresiniz.»

[038.004] Küfredenler içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaşırmışlardı da (acibu) demişlerdi ki: Bu, çok yalancı bir sihirbazdır.

[050.002] Kafirler aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar da (acibu) «Bu şaşılacak (acibun) bir şeydir» dediler.

[053.059-62] Şimdi siz bu söze mi şaşırıyorsunuz(ta'cebun)? Hep gülüyorsunuz, ama ağlamıyorsunuz. Üstelik kafa tutuyor, oyalanıyorsunuz. Haydi artık Allah’a secde ve ibadet ediniz!

[038.005] «İlahları bir tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu, şaşırtıcı (ucabun) bir şey.»

[010.002] İçlerinden bir adama: İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında onlar için yüksek bir doğruluk makamı olduğunu müjdele, diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak (aceben) bir şey mi oldu ki, o kâfirler: Bu elbette apaçık bir sihirbazdır, dediler?

Kur'an ile muhatap olan Mekkelilerin veya onların önceki atalarının, Kur'an'a karşı verdikleri tepki inkarcılık yönünde olmuştur. Aynı Kur'an ile cinler de muhatap olmuş ve Mekkeliler gibi onlar da şaşırarak dinlemişlerdir. Ancak cinler Mekkeliler gibi inkar etmeyip ona iman ettiklerini beyan etmektedirler.

Yehdî iler ruşdi fe âmennâ bih(bihî), ve len nuşrike bi rabbinâ ehadâ(ehaden).

[072.002] «O (Kur'an), 'gerçeğe ve doğruya' yöneltip-iletiyor. Bu yüzden biz ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.»

Ayet içinde geçen "ruşdi" kelimesi "kişinin fasit ve bozuk bir inanca sahip olmasından dolayı cahilce hareket etmesi" anlamına gelen "Ğayye" kelimesinin zıddı bir kelime olup, "hidayetun" kelimesi ile aynı anlamda kullanılır (Elmüfredat).

"Rüşd" kelimesi "fasit ve bozuk bir inanca sahip olan bir kişinin doğru yolu bulması" demek olup, bu durumun nasıl olacağı cinlerin lisanı üzerinden anlatılarak Kur'an olduğu hatırlatılmaktadır.

Kur'an'ı dinleyen cinler; aynı Kur'an'ı dinleyen Mekkeli müşriklerin "eskilerin masalları" gibi sözlerle Kur'an'ı red etmelerine karşın, 2. ayet içindeki sözleri söylemektedirler. Ayet bir nevi "kızım sana söylüyorum gelinim sen anla" deyimine uygun olarak Mekkelilere Kur'an'ı işittikleri zaman göstermeleri gereken tavrın ne olması gerektiğini beyan etmektedir. Cinlerin Allah'a ortak koşup koşmadıklarından ziyade asıl vurgu, Rablerine ortak koşan Mekkeli müşriklerin durumlarının ortaya konulmuş olması olup, Kur'an'ı işiten birisinin artık şirki bırakıp tevhide yönelmesi gerektiğini hatırlatmaktadır.

Ve ennehu teâlâ ceddu rabbinâ mettehaze sâhıbeten ve lâ veledâ(veleden).

[072.003] Hakikat şu ki, Rabbimizin şânı çok yücedir. O, ne eş ne de çocuk edinmiştir.

Bu ayeti anlamak için yine Kur'an içine yayılmış olan ayetlerde, müşriklerin Allah'a çocuk isnadlarını hatırlamak yerinde olacaktır.

[006.100-101] Cinleri O yaratmışken kafirler Allah'a ortak koştular. Körü körüne O'na oğullar ve kızlar uydurdular. Haşa, O onların vasıflandırmalarından yücedir. Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O'nun nasıl bir çocuğu olabilir? O'nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, her şeyi yaratmıştır. O, her şeyi bilendir.

[002.116] «Allah oğul edindi» dediler; haşa, oysa, göklerde ve yerde olanlar O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmişlerdir.

[010.068] «Allah çocuk edindi» dediler; haşa; O müstağnidir; göklerde ve yerde olanlara sahiptir. Elinizde, onun çocuk edindiğine dair bir delil yoktur, bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı nasıl söylüyorsunuz?

[017.111] De ki; «Hamd, çocuk edinmemiş olan, egemenlikte ortağı bulunmayan ve güçsüzlüğünü telafi edecek bir destekçiye gerek duymayan Allah'a mahsustur. O'nun büyüklüğünü gereğince dile getir.

[039.004] Allah çocuk edinmek isteseydi, yaratıklarından dilediğini seçerdi. O münezzehtir, O; gücü her şeye yeten tek Allah'tır.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetler haricinde bir çok ayette, Allah'ın çocuk edindiği iddiaları red edilerek, bunun iftira olduğu beyan edilmektedir. Aynı iftirayı Mekkeli müşrikler de Allah için kullanıp, O'na çocuk isnad etmişlerdir. 3. ayet cinlerin böyle bir düşüncesi olup olmadığından çok, yine Mekkeli müşriklerin bu iddialarının, onlar tarafından değerli görülen cinler tarafından yanlış olduğu hatırlatılmaktadır.

Ve ennehu kâne yekûlu sefîhunâ alâllâhi şetatâ(şetatan).

[072.004] «Doğrusu şu: Bizim düşük akıllı-beyinsizlerimiz. Allah'a karşı 'gerçek dışı bir sürü saçma şeyler' söylemişler.»

Ayet içinde geçen "şetatan" kelimesi "zalim, haksız, zorba ve adaletsizce davranmak" anlamındadır. Bu kelimenin ifade ettiği anlamı KEHF 14 ayetinde "Ashab-ı Kehf"in dilinden şöyle okumaktayız;

[018.014] Onların kalplerini metîn kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: «Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına tanrı demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş(şataten) oluruz.

KEHF 14 ayetinde "şataten" olarak ifade edilen amel "şirk"tir. CİN 4 ayetinde bu ameli işleyenlerin "sefih" oldukları cinler üzerinden beyan edilerek, müşriklerin bu sefihliği terketmeleri, onları yüce varlıklar olarak gören müşriklere, onların böyle bir amel işlemekle "sefih" oldukları hatırlatılarak vaz geçmeleri öğütlenmektedir.

Ve ennâ zanennâ en len tekûlel insu vel cinnu alâllâhi kezibâ(keziben).

[072.005] «Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah'a karşı asla yalan söylemiyeceklerini sanmıştık.»

CİN suresini, cinlerin Mekkelileri nasıl şirke sürüklediklerinin kendi ağızlarından olan itirafları çerçevesinde okuduğumuz zaman, bu ayetin Cinlerin, yalan söyleyerek Mekkelileri şirke sürükledikleri ve Mekkelilerin cinlerin bu yalanlarına kandıkları yani onları resmen enayi yerine koydukları itiraf edilerek, Mekkelilerin gözlerini açarak cinlerin onları sürükledikleri bataklığa daha fazla batmadan bir an önce çıkmaları hatırlatılmaktadır. Allah'a karşı yalan söyleyen birisinin sağlam pabuç olmadığı yine bu ayetler ile bizlere de hatırlatılmaktadır.

Ve ennehu kâne ricâlun minel insi yeûzûne bi ricâlin minel cinni fe zâdûhum rehekâ(rehekan).

[072.006] «Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı.»

"İnsanlardan bazı adamlar" şeklinde bahsedilenler Mekkeli müşrikler olup, sığınılacak merci konusunda yanlış seçim yaptıkları ve bu yanlış seçim neticesinde sığınılacak merci olarak seçtikleri cinlerin onları saptırdığı yine kendi ağızlarından haber verilerek itiraf ettirilmektedir. Allah(c.c)'nin dışında sığınılacak bir merci aramak veya O'ndan başkasına sığınmanın adı "şirk" olup, başta FELAK ve NAS Sureleri olmak üzere kime sığınılacağını bize öğreten bir çok ayet mevcuttur. Bu ayetlerden bir kaç örnek şunlardır;

[040.027] Musa: «Doğrusu ben, hesap görülecek güne inanmayan böbürlenenlerin hepsinden, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınırım» dedi.

[044.020] (Musa)«Beni taşlamanızdan ötürü, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığındım.»

[011.047] (Nuh) dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum!

[019.018] Meryem: «Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman'a sığınırım» dedi.

[007.200] Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın, doğrusu O işitir ve bilir.

[016.098] Kuran okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.

Ve ennehum zannû kemâ zanentum en len yeb’asallâhu ehadâ(ehaden).

[072.007] Onlar da sizin sandığınız gibi, Allah'ın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı.

Bu ayetin bazı meallerde "ve şüphesiz onlar da sizin zannettiğiniz gibi zannetmişlerdir ki, Allah hiçbir kimseyi peygamber göndermeyecektir" şeklinde yapıldığını görmekteyiz. Bu farklılık ayet içindeki "En len yeb'asallahu ehaden" cümlesindeki "baase" fiilinin anlam tercihleri sebebiyledir. "Baase" kelimesi sözlükte "bir şeyi kaldırmak, harekete geçirmek ve göndermek" anlamlarına gelir ve hangi anlamda kullanıldığı ayet içindeki cümle bütünlüğünden anlaşılır. Her geçtiği yerde aynı anlama gelmeyen yani "çok anlamlı" kelimeler grubundan olan bu tür kelimelerin kullanımlarında konu bütünlüğünün önemi büyüktür. CİN 7 ayeti içindeki kullanımı "yeniden diriltme" anlamında olup, bu anlamı Kur'an bütünlüğünde Mekkeli muhatapların yeniden dirilişi inkar ettiği ayetlerde görebiliriz.

"Zan" kelimesi sözlükte "bir emareden hareketle ulaşılan bilgi" anlamındadır. Önemli olan emarenin kaynağı olup, eğer bu emare Allah'tan gelen bir bilgi kaynağına dayanmıyorsa, haktan bir şey ifade etmez. Yeniden diriliş diye bir şey olmadığı iddiası Allah'tan gelen bir bilgiye dayanmadığı için haktan hiç bir şey ifade etmemektedir. Bir çok ayet Mekkelilerin yeniden dirilişi inkar ettiklerini haber vererek, bu inkarlarının onlara pahalıya mal olacağını haber vermektedir.

[017.049] «Biz kemik ve ufalanmış toprak olduğumuz zaman, yeniden mutlaka dirilecek miyiz? derler.

[017.098] Bu, ayetlerimizi inkar etmelerinin ve: «Kemik ve ufalanmış toprak olduğumuzda mı yeniden dirileceğiz?» demelerinin cezasıdır.

[023.082] Dediler ki: Sahi biz, ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken, mutlaka yeniden diriltileceğiz öyle mi?

[037.016] «Gerçekten biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı, diriltileceğiz?»

[056.047] Şöyle söylerlerdi: «Öldüğümüzde, toprak ve kemik yığını olduğumuzda mı, biz mi tekrar dirileceğiz?»

Yeniden dirilmeme konusunda cinlerle Mekkelilerin aynı düşünmüş olmaları sapkınlıkta ortak yönlerinin aynı olduğu ve bu zanlarının Allah'tan gelen bir bilgiye dayanmadığı yine kendi ifadeleri ile haber verilmektedir.

CİN 1-7 arası ayetleri ele almaya çalıştığımız bu yazımızdan sonra; surenin diğer ayetlerini bundan ileriki yazılarımızda ele almaya gayret edeceğiz.

--Devam edecek--