28 Mayıs 2024 Salı

Adem Kıssasında Geçen اسْجُدُوا لِاٰدَمَ Emrinin Bazı Meallerdeki Çevirisi Bağlamında Meallerdeki Tutarsızlıklar

Kur'an'ı Türkçe meallerinden okumak durumunda olan bir kimse, birkaç meali karşılaştırmalı olarak okuduğunda bazı ayet meallerin anlamının farklı olarak yapıldığını görecek ve bu durum onu hangi çevirinin doğru olduğu yönünde cevap arayışına yönlendirecektir. Bu okuyucu hele bir de konu merkezli bir meal okuması yapacak olursa aynı konu ile ilgili aynı ibareye sahip ayetlerin bazı meal yapıcıları tarafından tutarsız bir biçimde çevrildiğini maalesef tesbit edecektir.

Sözü fazla uzatmadan ne demek istediğimizi, Adem ve İblis kıssası içinde anlatılan Ademe secde ilgili geçen اسْجُدُوا لِاٰدَمَ emrinin farklı çevirileri bağlamında anlatmaya, çeviri farklılıkları ile birlikte aynı konu bağlamında ortaya çıkan çeviri tutarsızlıklarına ve meal yapmaya soyunan kimselerin birçoğunda gördüğümüz bu hatalara dikkat çekmeye çalışacağız.

Adem ve İblis kıssası Kur'an'da 7 ayrı sure içinde geçmektedir. Kıssada geçen اسْجُدُوا لِاٰدَمَ emrinin meallerde iki farklı anlamda 1- Adem'e secde edin 2- Adem için secde edin şeklinde çevrildiği, karşılaştırmalı meal okuyanların malûmudur. 1. anlam secde emrinin Adem'in kendisine yapılması şeklinde iken, 2. anlam ise Adem'i yarattığı için secdenin Allah'a yapılmasının emredildiği şeklindedir. Biz hangi anlamın daha isabetli olduğunu değil, 2. anlamı tercih eden meal sahiplerinin aynı konu ile ilgili diğer ayetlerdeki tutarsızlıklarına dikkat çekmeye çalışacağız.

Bu farklılığın nedeni ise Lam edatından kaynaklanmaktadır. Bu edat emrin her iki şekilde çevrilebilmesine müsait bir anlam taşımaktadır. Fakat hangi anlamın daha isabetli olabileceği ise, bu kıssanın tamamının Kur'an bütünlüğünde ele alınması ve kıssada geçen bazı ibarelerin çevirisinde tutarlılığa dikkat edilmesi sonucunda ortaya çıkacaktır.

Araştırmamızda kuranmeali.com adlı sitedeki mealleri inceleme fırsatımız olduğu için 2. meal olan Adem için secde edin olarak çeviri yapılan aynı konu ile alakalı mealleri Kur'an bütünlüğünde değerlendirmeye çalışacağız. 

---Bakara s. 34. ayeti:

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ

Bahattin Sağlam- Yine bir vakit, meleklere: “Âdem için secde edin!” dedik. Şeytan hariç hepsi secde etti. O büyüklendi ve kâfirlerden oldu.

Diyanet Yeni- Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.

Elmalılı (orjinal)Ve o vakit melâikeye «Adem için secde edin» dedik, derhal secde ettiler, ancak İblis dayattı, kibrine yediremedi, zaten kâfirlerden idi

Erhan Aktaş- Sonra meleklere: “Âdem için secde edin”¹ dedik. İblis² hariç hemen secde ettiler. O, yüz çevirip büyüklük tasladı. O kâfirlerdendi.

İlyas Yorulmaz- Meleklere âdem için (Rabbinize) secde edin demiştik. İblisin dışında, meleklerin tamamı secde ettiler. İblis secde etmemekte diretti ve büyüklendi. Bundan dolayı inkârcılardan oldu.

Mahmut Özdemir- Hani, Melekler’e dedik:
-“Âdem’e secde edin!”.
Hemen secde ettiler; ancak İblîs kaçındı, kibirlendi / büyüklük tasladı, Kafirler’den oldu.

Mehmet Okuyan- Hani meleklere “Âdem için (Allah’a) secde edin.” demiştik; onlar da hemen secde etmişti. İblis hariç. [*] Yüz çevirmiş, kibirlenmiş, kâfirlerden olmuştu.

Mustafa Çavdar- Meleklere “Âdem için secde edin/emre amade olun” demiştik de onlar da hemen emre amade oldular. Sadece İblis kaçınmış, büyüklenmiş ve kâfirlerden olmuştu.

Osman Fırat- Meleklere: "Âdem’e secde edin" demiştik, hemen secde ettiler: Yalnız İblis diretti, böbürlendi ve kafirlerden oldu.

Şaban Piriş- Meleklere:-Adem için secde edin, demiştik de onlar da hemen secde edivermişlerdi. Sadece İblis kaçınmış, büyüklenmiş ve kafirlerden olmuştu.

Yukarıda verdiğimiz ayet meallerinin Mahmut Özdemir ve Osman Fırat hariç hepsi سْجُدُوا لِاٰدَمَ emrini Adem için secde edin çevirmiştir. Mahmut Özdemir ve Osman Fırat bu ayette Adem'e secde edin şeklinde çevirmesine rağmen fakat aynı ibarenin geçtiği diğer ayetleri aynı şekilde çevirmemiştir. 

---Araf. 11. ayeti:

وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَۗ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَ

Bahattin Sağlam- Ve andolsun! Biz sizi yarattık, sonra sizi şekillendirdik. Sonra meleklere: “Âdem için secde edin!” dedik. İblis hariç, hepsi de secde ettiler. O iblis secde edicilerden olmadı.

Diyanet Yeni- Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı.

Elmalılı (orjinal)- Hakıkat sizi evvela halkettik, sonra size sûret verdik, sonra da Melâikeye dedik ki «Âdeme secde edin» hemen secde ettiler, ancak İblis secde edenlerden olmadı

Erhan Aktaş- Ant olsun ki sizi Biz yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra meleklere, Âdem'e secde¹ edin dedik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.

İlyas Yorulmaz- Muhakkak ki sizi biz yarattık ve sonra size bulunduğunuz şekli de biz verdik. Sonra meleklere “Âdem için (bana) secde edin” dedik. İblis’in dışındaki tüm melekler secde etti, İblis (Rabbine) secde edenlerden olmadı.

Mahmut Özdemir- And olsun, sizi yarattık; sonra biçimlendirdik!
Sonra da Melekler’e:
-“Âdem için secde edin!” dedik.
Secde Edenler’den olmayan İblis dışında, secde ettiler.

Mehmet Okuyan- Yemin olsun ki sizi biz yaratmış, sonra size biçim vermiş, [*] sonra da meleklere, “Âdem için (Allah’a) secde edin.” demiştik; onlar da hemen secde etmişlerdi. İblis hariç. [*] O, secde edenlerden olmamıştı.

Mustafa Çavdar- Doğrusu sizi biz yarattık sonra sizi biçimlendirdik, sonrada meleklere, ‘Âdem’e secde edin/emrine amade olun’ dedik, İblis hariç, o secde edenlerden

Osman Fırat- Ve sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, "Âdem için secde edin" dedik. İblis’ten başka hepsi secde ettiler ancak iblis secde edenlerden olmadı.

Şaban Piriş- Sizi yaratmış sonra da şekil vermiştik. Sonra, meleklere: “Adem için secde edin.” dedik. İblis dışında hemen secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.

Yukarıda verdiğimiz ayet meallerinin Elmalılı orjinale ve Erhan Aktaş'a baktığımızda Bakara s. 34. ayetini Adem için secde edin şeklinde çevirmesine rağmen Araf s. 11. ayetini Ademe secde edin şeklinde çevirmiştir. Mahmut Özdemir ise Bakara s. 34. ayetini Adem'e secde edin şeklinde çevirmesine rağmen, Araf s. 11. ayetini Adem için secde edin şeklinde çevirmiştir. 

Hicr s. 29-33. ayetleri: Bu ayette ibare "Lehü sacidin" olarak yani 1. anlam Ona secde edin 2. anlam ise Onun için secde edin şeklindedir.

فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ

Ahmet Varol- Ben ona şeklini verdiğim ve içine ruhumdan üflediğim zaman hemen onun için secdeye varın."

Ali Fikri Yavuz- Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruh verdiğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın.”

Bahattin Sağlam- Onu (ilk çekirdeğini) düzeltip içinde ruhumdan üflediğimde, ona secdeye gidin. (Büyüyüp gelişmesini sağlayın.)

Bayraktar Bayraklı- “Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!”

Diyanet Yeni- 28,29. Hani Rabbin meleklere, “Ben kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş balçıktan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için hemen saygı ile eğilin” demişti.

Kur'an Yolu- “Onun şeklini tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim vakit siz de hemen onun için secdeye kapanın.”

Diyanet Vakfı- «Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!»

Edip Yüksel- "Onu düzenleyip ona ruhumdan üflediğimde hemen onun için secdeye varın," demişti.

Elmalılı (orjinal)- Binaenaleyh onu tesviye ettiğim ve içine ruhumdan nefheylediğim vakıt derhal onun için secdeye kapanın

Hasan Basri Çantay- «O halde ben onun yaratılışını bitirdiğim, ona ruhumdan üflediğim zaman siz derhal onun için secdeye kapanın».

İlyas Yorulmaz- “Çamuru insan halinde şekillendirdiğim ve kendi diriliğimden (canlılığımdan/ ruhumdan) ona verdiğim zaman, can verilmiş beşer (insan) için (Rabbinize) secdeye kapanın” demiştik.

İsmail Hakkı Baltacıoğlu- Öyleyse Ben onu düzenleyip de kendi ruhumdan ona üfleyince, onun için secde edeceksiniz."

Mahmut Özdemir- “Onu tesviye ettiğim, ona rûhumdan üflediğim zaman onun için secdeye kapanın!”.

Mehmet Okuyan- “Ona düzgün şekil verip kendisine [rûh]umdan üflediğim zaman onun için (bana) secde edin!”

Mustafa Çavdar- “Ben ona güzel bir şekil verip ona ruhumdan üflediğim de/ona vahiyden bir pay verdiğim de, siz hemen ona secde edecek/onun hizmetine gireceksiniz.”

Osman Fırat- Ve Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için hemen secdeye kapanın...

Ömer Nasuhi Bilmen- «Artık Ben onu tesviye ettiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman siz hemen onun için secde ediciler olarak yere kapanın.»

Süleymaniye Vakfı- Onu tamamlayıp içine ruhumdan üflediğimde onun için secdeye kapanın.”

Şaban Piriş- 29,30,31. -Onu düzenleyip, canlandırdığım zaman, derhal onun için secdeye kapanınız. Meleklerin hepsi topluca secde etti. İblis hariç, O, büyüklendi ve secde edenlerle beraber olmadı.

Bu ayette Ahmet Varol, Ali Fikri Yavuz, Ömer Nasuhi Bilmen, Süleymaniye Vakfı önceki Bakara s. 34. ve Araf s. 11. ayetlerinde 1. anlamı tercih etmesine rağmen rağmen burada 2. anlamı tercih etmişlerdirlerdir.

Mustafa Çavdar, Bakara s. 34. ayetinde 2. anlamı, Araf s. 11. ve Hicr s. 29. ayetinde ise 1. anlamı tercih etmiştir.

Osman Fırat, Bakara s. 34. ayetinde 1. anlamı, Araf s. 11. ve Hicr s. 29 ayetinde 2. anlamı tercih etmiştir.

Bahattin Sağlam, Bayraktar Bayraklı, Kur'an Yolu, Diyanet Vakfı, Hasan Basri Çantay Edip Yüksel, İsmail Hakkı Baltacıoğlu Bakara s. 34 ve Araf s. 11. ayetlerinin meallerinde 1. anlamı tercih etmesine rağmen, Hicr. s. 29. ayet mealinde 2. anlamı tercih etmişlerdir.

Hasan Basri Çantay her ne kadar Bakara s. 34. ve Araf s. 11. ayet meallerinde ihtiyat olarak parantez içine (yahud: Âdem için Allaha) şeklinde 2. anlamı vermesine rağmen, tercihinin 1. anlam olduğu anlaşılmaktadır.

Hicr. 29. ayetinde ibare her ne kadar Bakara s. 34. ve Araf s. 11. ayetiyle aynı olmasa dahi, bu ayette de "Lam" edatı bulunmaktadır. Bizim dikkat çekmek istediğimiz nokta tek olan secde emrinin eğer 2 anlamdan biri tercih edilecekse her 3 ayette de ya sadece 1. ya da sadece 2. anlamın verilmesi gerektiği noktasındadır. Halbuki meallere baktığımızda bu noktada tutarsızlık görülmektedir. Bizim illaki 1. anlam veya illaki 2. anlam tercih edilmelidir şeklinde bir iddiamız yoktur.

Şimdi de aynı surenin 33. ayetine bakalım ve 29. ayete 2. anlamı veren meal yapıcılarının bu ayete nasıl bir anlam verdiklerine bakalım.

قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ 

Ahmet Varol- Dedi ki: "Ben kuru bir çamurdan, şekillenebilir bir balçıktan yarattığın bir insana secde edemezdim."

Ali Fikri Yavuz- İblîs şöyle dedi: “- Kuru bir çamurdan şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir insana, benim secde etmem doğru olmaz.”

Bahattin Sağlam- İblis: “Kokuşmuş bir balçıktan, pişmemiş bir çamurdan yarattığın bir beşere (et parçasına) secde edecek değildim.” dedi.

Bayraktar Bayraklı- İblis, “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim” dedi.

Diyanet Yeni- İblis dedi ki: “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan yarattığın insan için saygı ile eğilemem.”

Kur'an Yolu- Dedi ki: “Ben, şekillenebilir özlü balçıktan, (şekil verilip) kurutulmuş çamurdan yarattığın bir insana asla secde etmem!”

Diyanet Vakfı- (İblis:) Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim, dedi.

Edip Yüksel- Dedi ki: "Kurumuş, yıllanmış balçıktan yarattığın insana secde edecek değilim."

Elmalılı (orjinal)- Benim, dedi: bir salsâlden, bir mesnun balçıktan yarattığın bir beşere secde etmem kabil değildir

Hasan Basri Çantay- «Ben, dedi, kuru bir çamurdan, suuretlenmiş bir balçıkdan yaratdığın beşer için secde edeyim diye (var) olmadım»!

İlyas Yorulmaz- İblis “Senin, toprağın çamurundan, kara yıllanmış balçıktan yarattığın bir insan için secde etmem olanaksız” dedi.

İsmail Hakkı Baltacıoğlu- İblis dedi: "Ben Senin balçıktan, işlenmiş kara topraktan yarattığın ademoğluna secde etmek için var olmadım."

Mahmut Özdemir- -“Mesnûn balçıktan, salsâl’den yarattığın bir beşer için secde edecek değildim” dedi.

Mehmet Okuyan- (İblis de:) “Ben (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değildim!” cevabını vermişti.

Mustafa Çavdar- İblis: “Ben, kurumuş bir balçıktan yarattığın bir beşere secde edecek biri değilim!” dedi.

Osman Fırat- İblis dedi ki: "Ben, kuru bir balçıktan yarattığın bir beşere secde etmem. "

Ömer Nasuhi Bilmen- (Şeytan) Dedi ki: «Kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıktan yaratmış olduğun bir insana ben secde etmek için olmadım.»

Süleymaniye Vakfı- ”Kurumuş, yıllanıp kokuşmuş kara balçıktan yarattığın beşere secde edemem” dedi.

Şaban Piriş- -Ben, kuru bir çamurdan, olgun bir balçıktan yarattığın bir beşere secde etmek için var olmadım, dedi.

Burada da Hicr s. 29. ayetine 2. anlamı veren meallerden bir çoğunun Diyanet yeni, Hasan Basri Çantay, İlyas Yorulmaz, Mahmut Özdemir haricinde 33. ayete 1. anlamı vererek tutarsızlık içinde olduklarını görmekteyiz. 

Söylemek istediğimiz şu dur: Eğer siz bir kelimeye herhangi bir anlamı tercih etmişseniz, o kelime ile alakası olan ifadenin de onunla uyumlu olması gerekir şöyle ki: Hicr s. 29. ayetinde 2. anlamı tercih etmişseniz, 33. ayetine verdiğiniz anlamın da 29. ayet ile uyumlu olması gerekir. 29. ayetin mealini şayet "Onun için secde ediciler" olarak yapmışsanız, 33. ayetin mealini de ona uygun olarak "onun için secde etmem" anlamını vererek çevirmelisiniz. Yani "Lam" edatına 29. ayette hangi anlamı vermişseniz, 33. ayette de aynı anlamı vermek durumundasınız. Ancak bu uyuma birkaç meal yapıcısından başka dikkat eden olmadığını, birçok mealin 1. anlamı tercih ederek verildiğini görmekteyiz.

İsra s. 61. ayeti: Bu ayette de yine 2 tane olan "Lam" edatının çevirisinde uyumsuzluk yapılan meal örneklerini vereceğiz.

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ قَالَ ءَاَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ ط۪يناًۚ 

Ali Fikri Yavuz- Yine hatırla ki, bir vakit meleklere: “- Âdem için secde edin.” demiştik de onlar hemen secde etmişlerdi. Fakat, İblis secde etmemiş, şöyle demişti: “- Ben, bir çamur halinde yarattığın kimseye secde eder miyim?

Diyanet Yeni- Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik, onlar da saygı ile eğilmişlerdi. Yalnız İblis saygı ile eğilmemiş, “Hiç ben, çamur hâlinde yarattığın kimse için saygı ile eğilir miyim?” demişti.

Hasan Basri Çantay- (Şunu da) hatırla ki biz meleklere: «Âdem için secde edin» demişdik ve onlar da secde etmişlerdi de İblîs etmemiş, «Ben bir çamur olarak yaratdığın kişiye secde edermiyim?» demişdi.

Mustafa Çavdar- Hani biz meleklere: “Âdem için secde edin/onun emrine girin!” dediğimizde, İblis dışında hepsi secde etti. İblis: “Çamurdan yarattığın kimseye ben secde mi ederim?” dedi

Bu meal örneklerindeki uyumsuzluğu şu şekilde ifade edebiliriz: Eğer siz "Üscudu li ademe" emrini "Adem için secde edin" olarak çevirmişseniz, İblisin cevabını da "Çamur halinde yarattığın kimse için secde eder miyim?" şeklinde çevirmek durumundasınız. Yok şayet "Ademe secde edin" olarak çevirmişseniz, İblisin cevabını da "Çamur halinde yarattığına secde eder miyim?" şeklinde çevirmek durumundasınız. Bu uyuma dikkat eden meal örnekleri de olmakla beraber, dikkat etmeyen meal örnekleri de bulunmaktadır.

Sonuç olarak: Bu yazının amacı Adem ve İblis kıssasında geçen اسْجُدُوا لِاٰدَمَ emrinin iki farklı çevirisinden hangisinin daha isabetli olduğu konusunda değil (biz her ne kadar 1. anlamın daha isabetli olduğunu düşünüyorsak ta), çeviride takip edilmesi gereken noktalardan birisinin ayetler arasındaki uyum konusundadır. Yukarıda verdiğimiz örnekler maalesef bu noktanın gözden kaçırıldığı yönündedir.

Meal yapıcısı tutarlı olmak bakımından iki farklı anlamdan hangisini tercih ediyorsa diğer ayetlerde de aynı anlamı vermek durumundadır. Konuyu Adem ve İblis kıssasında bağlamında değerlendirdiğimiz zaman, ayet içinde geçen "Lam"edatının farklı anlamlarda kullanılmasını gerektiren herhangi bir durum sözkonusu değildir. Olay tek bir olaydır ve Allah (c.c.) yarattığı beşere meleklerin secde etmesini istemektedir. Eğer meal yapıcısı emri "Adem'e secde edin" anlamında kabul ediyorsa, ibarenin geçtiği tüm ayetler bu anlama uygun şekilde, eğer meal yapıcısı emri "Adem için secde edin anlamında kabul ediyorsa, ibarenin geçtiği tüm ayetler bu anlama uygun şekilde çevrilmelidir. Tutarlı bir meal yapmak bunu gerektirir. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

20 Mayıs 2024 Pazartesi

Nisa s. 81. Ayeti Örneğinde Kur'an Meallerindeki Hatalar

Kur'an'ı Türkçe meallerinden, birkaç meali karşılaştırmalı olarak okuyan bir kimse, okuduğu bazı ayet meallerinin birbirinden olduğunu görecek, bu farklılıklar ise onun kafasını karıştıracaktır. Bu farklılıkların birçok nedeni olmakla birlikle, bir nedeni de çevirinin hatalı yapılmış olmasıdır. Her farklı meal hatalı olmamakla birlikte bazı ayet meallerinde farklı çevirinin nedeni, meal yapıcısının ayeti hatalı çevirmiş olmasıdır.

Bu yazımızda böyle bir çeviri hatasına dikkat çekmeye çalışacağız. Hatalı yapıldığını düşündüğümüz meal Nisa s. 81. ayetidir. Ayetin Arapça metni şu şekildedir:

 وَيَقُولُونَ طَاعَةٌۘ فَاِذَا بَرَزُوا مِنْ عِنْدِكَ بَيَّتَ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ غَيْرَ الَّذ۪ي تَقُولُۜ وَاللّٰهُ يَكْتُبُ مَا يُبَيِّتُونَۚ فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلًا 

Ayetin kelime kelime kelime çevirisi ise şu şekildedir:

ve yekulûne ve diyorlar/ taât itaat, bağlılık, kabul etme/ fe o zaman, böylece/ iza berazu ayrıldıkları zaman/ min indi-ke senin katından, senin tarafından, senden /beyyete gece gizlice plân kurdular /taifetun taife, bir grup, topluluk /min-hum onlardan/gayra dışında, başka, olmaksızın /ellezi o ki, ki o /tekulû sen söylüyorsun, söylersin /ve allahu ve Allah /yektubu yazıyor /ma o şeyi ki /yubeyyutune geceleyin gizlice plan kuruyorlar / fe o zaman, böylece /a'rıd yüz çevir /an-hum onlardan /ve tevekkel ve tevekkül et, güven /alâllahi Allah'ın üzerine /ve kefebi ve kâfidir /allahi Allah / vekilen vekil olarak


Aşağıda vereceğimiz Nisa. 81. ayeti hatalı çeviriye bir örnektir.

(O münâfıklar) senin yüzüne karşı, “tamam” derler, fakat senin yanından çıkar çıkmaz, onlardan bir kısmı, sana söylediklerinin tam tersini yaparlar.¹ Allah da onların (bu yaptıklarını) yazar. Sen onlara aldırış etme. Allah’a güven. Koruyucu olarak sana, Allah yeter.

Ayetin çevirisinde yapılan hata, ayetin Arapça metninde geçen tekulû kelimesinin çevirisinde yapılmıştır. Ayet, anlam olarak münafıkların elçinin yanında geldiklerinde "sana itaat edeceğiz" dediklerini, fakat elçinin yanından ayrıldıklarında elçinin onlara söylediği sözün tersine planlar kurduklarını beyan etmektedir. Ayet içinde geçen tekulû kelimesi, anlam olarak senin söylediğinin anlamına gelmesine rağmen, bazı meallerde yukarıdaki meal örneğinde olduğu gibi, sana söylediklerinin şeklinde çevrildiğini görmekteyiz ve böyle bir çeviri hatalıdır. Ayet içinde geçen kelime Arapça gramer olarak müfret müzekker muhatap anlamına sahipken, kelimeye cemi müzekker gaib anlamı verilerek çevrilmiştir. 

Ayrıca bu ayetin bazı çevirileri ise tekulû kelimesinin muhatap anlamı olan sen kelimesini çevirilere yansıtmayarak okuyucunun kafasında soru işareti oluşturucak şekilde çevrilmiştir ki bu tür çeviri de hatalıdır.

Bu şekilde yapılmış bir meal örneği de şöyledir:

(Sana) 'itaat ettik” derler. Yanından ayrılınca da onlardan bir bölümü söylediklerinin tersini yaparak gecelerler. Allah, onların nasıl gecelediğini kaydediyor. Sen de onlardan yüz çevir ve Allah'a dayan. Vekil olarak Allah yeter.

Bu meal örneğinde ise müfret müzekker mutahap olan tekulû kelimesine, gaip mi yoksa muhatap mı olduğu belli olmayan cemi, yani çoğul anlamı verilmiştir ki bu çeviri de hatalı sayılır.  Çeviride  söylediklerinin şeklinde verilen anlam, elçinin söylediklerinin mi yoksa münafıkların söylediklerinin mi olduğunu, ayetin metninde muhatap "te" si olmasına rağmen açıklığa kavuşturacak şekilde yapılmamıştır. Bu ayeti okuyan bir kişi söylediklerinin şeklinde anlam verilen kelimeyi okuduğunda, kelimeye çoğul anlam verilmesinden dolayı elçinin değil münafıkların söylediklerinin tersini yaptığını anlayacaktır ki bu da ayetin yanlış anlaşılmasına yol açacaktır.

Eğer bu şekil çeviriyi yapan kimse eğer, " Ben tekulû kelimesini böyle çevirmekle, elçinin söylediğini kast etmiştim" demiş olsa  bile ayetin Arapça metninde geçen tekulû kelimesi müfret müzekker yani tekil anlama sahiptir ve bunu çoğul olarak anlam vermek yine hatalıdır.

Ayetin doğru şekilde örneği de şöyledir:

Tamam-kabul' derler. Ama yanından çıktıkları zaman, onlardan bir grup, karanlıklarda senin söylediğinin tersini kurarlar. Allah, karanlıklarda kurduklarını yazıyor. Sen de onlardan yüz çevir ve Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.

Örnek olarak verdiğimiz bu ayet meallerinin kimin tarafından yapıldıklarını vermeme sebebimiz, doğru veya yanlış meallerin kimler tarafından yapıldığını öne çıkarmak değil, yapılan yanlışlığa dikkat çekmektir. Yanlışı veya doğruyu kimin yaptığı değildir. Üzülerek ifade etmek isteriz ki bu kadar basit bir kuralı görmeden yapılan bir meal örneği bilgisizlikten değil, dikkatsizlikten kaynaklanmaktadır. Meal yapıcıları bu konuda daha dikkatli davranmaları gerekirken basit hatalar yapmaları mazur görülemez.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C. BİLİR.

18 Nisan 2024 Perşembe

Bakara s. 36. Ayetinin Çevirisi Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an ayetleri ile ilgili olarak yapılan farklı yorum ve çevirilere baktığımızda, bu farklılıkların pek çok nedene dayandığını görürüz. Bu nedenlerden bir tanesi de "Zamirin Mercii", yani ayet içinde bulunan zamirin hangi isme döndüğü konusunda ortaya çıkan görüş ayrılıklarıdır. Bu konuda birçok müstakil eser ve akademik makale bulunmakta olup daha geniş bilgi sahibi olmak isteyenler bu makalelere bakabilirler. 

Biz bu yazımızda ilgili ayet içinde bulunan zamirin, yapılan çevirilerde genel kaide olan, zamirin en yakın isme değil, diğer bir isme döndürülmesinden kaynaklanan anlam farklılığı üzerindeki düşüncemizi ortaya koymaya çalışacağız. 

Ayetin Arapça metni ve çevirileri şu şekildedir:

فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَاَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا ف۪يهِۖ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ

Ancak şeytan her ikisinin de ayağını ORADAN kaydırdı ve kendilerini içinde bulundukları yerden çıkarttı. Biz de: "Birbirlerinize düşman olarak oradan inin. Yeryüzünde sizin için bir yerleşme yeri ve belli süreye kadar geçiminizi sağlayacak varlık verilecektir" dedik.

Tek bir meal örneği vermiş olmamızın nedeni, öncelikle hedefimizin mealleri yapan kişiler değil, yapılan mealler olmasındandır. Karşılaştırmalı meallerin toplandığı herhangi bir sitede bu ayetin meallerine bakanlar, bütün meallerin anlam olarak aynı olduğunu göreceklerdir.

Yapılan çeviride "oradan" kelimesini altı çizili olarak yazma nedenimiz, sıkıntının bu kelimeye "Oradan" anlamı verilmiş olmasından kaynaklanmasıdır. Arapça karşılığı ANHA olan kelime, tetkik etme imkanı bulduğumuz bütün meallerde, CENNET anlamı kast edilerek yazılmıştır. Bizim düşüncemiz ANHA edatı ile CENNET'in değil, Adem ile eşinin yaklaşmaması istenilen AĞACIN kast edilmiş olduğudur. Bu ayette

Bakara s. 35. ayeti metni ve çevirisi şu şekildedir:

وَقُلْنَا يَآ اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَاۖ وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ 

Ve dedik ki: 'Ey Adem, sen ve eşin CENNETTE yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu AĞACA yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.'

Bu ayette geçen iki kelime olan "Cennet" ilk, "Ağaç" ise ikinci sıradadır. Genel geçer gramer kaidesi olarak, zamirin dönmesi gereken yer "Cennet" değil, "Ağaç" kelimesi olmalıdır. Çünkü 36. ayette geçen "Ha" zamirinin dönmesi gereken yer kendisine en yakın kelime olan "Ağaç" kelimesidir.

Burada, "Peki Kur'an meali yapanlar bu kadar basit bir kuralı bilmiyorlar mı?" şeklinde bir sorunun akla gelmesi gayet normal, hatta gereklidir.

Peki, Bakara s. 36. ayetindeki ha zamiri neden ağaca değil de cennet kelimesine döndürülmüş?.

Kur'an meali yapanların tamamı, elbette böyle bir kaidenin olduğunu bilmekte ve bu kaideyi göz önüne alarak ayet çevirilerini yapmaktadırlar. Bu soruya bizim verebileceğimiz cevaplardan bir tanesi ise dikkatli bir okuma yapılmamış olmasını düşünmemizdir. Kur'an'ı yüzlerce binlerce kez okuyup ta bazı anlamları yakalayamamak asla bir suç değil, gayet doğal bir durumdur. Çünkü okuyan kişinin bilgi birikimi, onun Kur'an'ı anlamasında önemli bir rol oynamaktadır. Biz bunu derken "Biz bu işi yalayıp yuttuk" şeklinde asla bir iddia içinde değiliz. Çünkü Kur'an, okundukça kendisini açan bir kitap'tır. Biz de defalarca okumuş olmamıza rağmen bu ayrıntıyı daha önce maalesef fark edemedik.

Bizim düşüncemize göre meal yapıcıları Kur'an'da geçen Adem ve İblis kıssasının şayet dikkatli olarak okumuş olsalardı, böyle bir hataya düşmezlerdi. Şöyle ki:

Eğer 36. ayette geçen "Anha" yerine, kıssanın geçtiği diğer ayetlerde "Cennet" yerine kullanılan edatın hangisi olduğuna bakmış olsalardı daha isabetli bir anlamı yakalayabilirdi.

Bu kıssanın geçtiği, Bakara s. 35, 38, Araf s. 13, 18, Hicr s. 34, Taha s. 123, Sad s. 77. ayetlerine bakıldığında, ayet içinde geçen "minha" edatının cennet yerine kullanıldığı, ve bu kullanımdan hareketle bile, 36. ayette geçen "Anha" edatının cennet yerine değil de ağaç yerine kullanılmış olduğu kolayca anlaşılabilirdi. 

Durum böyle olunca, "Anha" edatını ağaca götürerek bir anlam verecek olursak, Bakara s. 36. ayetinin meali nasıl olabilir?. 

فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا "Derken şeytan ikisinin ayağını (anha) ondan kaydırdı."

Dikkat edilirse "Anhaedatına bütün meallerde verilen "Oradan" anlamını değil, "Ondan" anlamını verdik. Bunun nedeni ise 35. ayette geçen وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ "ikiniz şu ağaca yaklaşmayın" emrinin şeytanın vesvesesi ile çiğnetilmiş olmasıdır. 

Yani şeytan, Adem ile eşine vesvese vererek önce onların emre karşı gelmelerini sağlamış, sonra da cennetten çıkarılmalarına sebep olmuştur. Bizim bu ayete verdiğimiz anlam şu şekildedir:

---Bakara s. 36- Derken şeytan ikisini ağaca yaklaşmama emrine riayet etmekten kaydırmış ve böylelikle ikisini içinde bulundukları yerden çıkarmış, ve biz de "Birbirinize düşman olarak inin, sizin için (bundan sonra) yeryüzünde belirli bir vakte kadar yerleşim ve faydalanma vardır" demiştik.

Meal yapıcıları eğer bu ayeti dikkatli bir biçimde okumuş olsaydı, cennetten çıkarılmanın öncesinde bir emir ihlali yapılmış olduğuna dikkat ederek, sonrasında cennetten çıkarılmanın meydana geldiğini görebilirlerdi.

Burada bazı kimseler, "Peki senden başka kimse böyle bir anlam vermediyse, senin doğru olduğunun kanıtı nedir?" diyebilir. Biz hiçbir zaman Kur'an ile ilgili olarak yaptığımız yorumlarda kendimizi tek doğru olarak asla gösterme cüretinde bulunmadık. Yanlış yaptığımızı iddia eden delilini ortaya koyar biz de bu delile göre hareket ederiz. Burada şunu da ilave etmek isteriz ki bizim bu ayete verdiğimiz anlam türedi bir anlam değildir. Zemahşeri'nin Keşşaf'ında bu ayetin tefsirine bakanlar, orada da böyle bir düşüncenin olduğunu görebilirler. Biz "Zemahşeri ne derse doğrudur" şeklinde bir iddia ile bunu söylemiyoruz. Bizim iddiamız, bu ayet üzerinde üzerinde yapılan böyle bir yorumun daha isabetli olduğu yönündedir.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

13 Mart 2024 Çarşamba

Al-i İmran s. 13. Ayetinde Hangi Topluluk Karşısındaki Topluluğu Kendilerinin İki Katı Görüyordu?

 Kur'an'ı mealinden okuyan bir kimse, bazı ayet meallerinin anlam yönünden birbirinden farklı olarak yapıldığına, şayet dikkatli bir okuma yapıyorsa, mutlaka şahit olacaktır. Bu durumun birçok farklı sebebi bulunmaktadır. Yazımıza konu edeceğimiz meal farklığı ise, "Zamirin mercii" olarak bilinen, yani zamirin ibarede hangi isme döndüğü konusundaki farklı görüşlerden kaynaklanmaktadır.

Bu durumdan kaynaklanan meal farklılıklarında, gramer konusu yönünden herhangi bir hata yapıldığını söylemek pek mümkün olmamakla birlikte, ayete verilen bazı anlamların Kur'an bütünlüğü noktasından bakıldığında, sanki Kur'an'da bir çelişki varmış gibi bir durumu ortaya çıkarması bakımından, bir takım sıkıntıları doğurduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Zamirin hangi isme döndüğü konusunda verilecek olan kararların, sadece ibarenin gramer açaısından tahlili neticesinde değil, aynı zamanda Kur'an bütünlüğü açısından herhangi bir çelişkiye yol açıp açmadığına da bakılarak verilmesi çok önemlidir.

İfade etmek istediğimiz durum, Al-i İmran s. 13. ayetine yapılan meallerde ortaya çıkmaktadır. Ayetin Arapça metni şu şekildedir: 

قَدْ كَانَ لَكُمْ اٰيَةٌ ف۪ي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَاۜ فِئَةٌ تُقَاتِلُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَاُخْرٰى كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِۜ وَاللّٰهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِاُو۬لِي الْاَبْصَارِ

Bu ayete verilen iki farklı meal de şu şekildedir:

 Örnek 1:

İbretti size birbirleriyle karşılaşan o iki bölüğün hali. Bir bölük, Allah yolunda savaşmadaydı, öbürüyse kafirdi ve inananları, gözleriyle iki misli görmedeydiler. Allah, dilediğini yardımıyla kuvvetlendirir ve şüphe yok ki bunda, görenlere kesin bir ibret var.

Örnek 2:

Birbirleriyle karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için ibret vardır. Bir topluluk Allah yolunda çarpışmaktaydı, diğer topluluk ise kâfirdi. Allah yolunda çarpışanlar ötekileri gözleriyle açıkça kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı. Allah dilediğini kendi yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda görebilenler için ibret vardır.

Ayet, Bedir savaşı ile ilgilidir. Ayet meallerine baktığımızda, karşılaşan iki topluluktan bahsedilmekte, bu topluluktan birinin Allah yolunda savaşan yani inanan, diğer topluluğun ise inkarcı topluluk olduğu bildirilmektedir. Bu ayet ile ilgili yapılan meallerde buraya kadar herhangi bir sıkıntı bulunmamaktadır. 

Sıkıntı, hangi topluluğun diğerini kendilerinin iki katı olarak gördükleri noktasındadır. 1. örnek mealde, inkarcı topluluğun inananları kendilerinin iki katı gördüğü şeklinde bir meal yapılırken, 2. örnek mealde  ise, inanan topluluğun inkarcıları kendilerinin iki katı gördüğü şeklinde meal yapılmıştır.

Yapılan iki farklı mealin hiçbirinde gramer yönünden hata yapıldığı için bu farklılığın ortaya çıktığını söyleyemeyiz. Farklılık, zamirin hangi isme dönmüş olabileceği notasındadır. Ayet metninde geçen يَرَوْنَهُمْ ibaresindeki هُمْ zamirinin, inananlara mı yoksa inkarcılara mı raci olduğu noktasından kaynaklanan farklı tercihlerden kaynaklanmaktadır. 

Bu noktada Kur'an bütünlüğüne göre hareket edilmesinin bizi doğruya yaklaştıracağını söyleyebiliriz. Çünkü Kur'an çelişkisiz bir kitaptır, ve onun bu çelişkisizliği zamirin mercii konusu gibi farklı anlamalardan kaynaklanan durumlarda, bize en doğru bir hakemliği yapacaktır.

Enfal s. 44. ayeti, bize bu konuda yardımcı olarak anahtar bir ayet mesabesindedir.

وَاِذْ يُر۪يكُمُوهُمْ اِذِ الْتَقَيْتُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِكُمْ قَل۪يلًا وَيُقَلِّلُكُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِهِمْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْرًا كَانَ مَفْعُولًاۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟

Karşı karşıya geldiğinizde, Allah, 'olacağı olan işi gerçekleştirmek' için, onları gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Ve (bütün) işler Allah'a döndürülür.

Bu ayet yine Bedir savaşı ile ilgili olup, Al-i İmran s. 13. ayetine nasıl bir anlam verilebileceği yönünde bizlere ışık tutmaktadır şöyle ki:

Enfal s. 44. ayetinde Allah (c.c.), karşılaşan her iki topluluğu da birbirlerinin gözünde az gösterdiğini bildirmektedir. Al-i İmran s. 13. ayetine dönecek olursak, o ayette Allah (c.c.) bir topluluğu diğerinin gözünde iki katı gösterdiğini bildirmektedir. O zaman Al-i İmran s. 13. ayetinde bizim aramamız gereken nokta, hangi toplululuğa hangi topluluğun az gösterilmiş olduğu noktasında olmalıdır. Bunu da bize Enfal s. 44. ayeti sağlayacaktır.

Allah (c.c.) Enfal s. 44. ayetinde her iki topluluğu da birbirlerine karşı az gösterdiğini bildirmiş olmasından hareketle, Al-i İmran s. 13. ayetine inkarcı topluluğun inanan topluluğu kendilerinin iki katı görmüş olmaları yani çok görmüş olmaları, Enfal s. 44. ayeti ile çelişki arz edecektir. 

Yani 1. örnek mealde verdiğimiz, inkarcı topluluğun inananları kendilerinin iki katı gördükleri yönünde yapılan mealler, Enfal s. 44. ayetini baz alarak düşündüğümüzde isabetli bir çeviri değildir.

Bu durumda 2. örnek mealde verdiğimiz, inanan toplululuğun inkarcı topluluğu kendilerinin iki katı görmeleri nasıl izah edilebilir?

Bu soruya şöyle cevap verebiliriz: 

Bu durumda inkarcı topluluğun, inanan topluluğun sayısının iki katından daha fazla bir sayıya olduğunu anlamaktayız. Tarihi verilerde, Bedir savaşında inkarcıların sayısının inananların sayısının 3 katı fazla olduğu yönünde verilen bilgilerin, bu ayete göre doğru olduğu anlaşılmaktadır.

O zaman Al-i İmran s. 13. ayeti bize, Bedir'de kendilerinden 3 kat sayıya sahip olan inkarcı topluluğun, inanan topluluğun gözünde daha az gösterilerek inananların iki katı olarak gösterildiğini beyan etmektedir.

Ayeti bu şekilde anladığımızda Enfal s. 44. ayeti ile Al-i İmran s. 13. ayeti arasında herhangi bir çelişki doğmamaktadır. Yine de "Neden iki katı gösterilmiş olabilir?" şeklinde bir soru aklına gelen kimseye ise, yine Enfal s. 65. ve 66. ayetlerini gösterebiliriz. 

Enfal s. 65--- Ey Nebi! İnananları (Allah için düşmana karşı) savaşa hazırla! Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüz inkârcıya galip gelir. Eğer sizden (sabırlı) yüz kişi bulunursa, inkârcılardan bin kişiye galip gelir. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.

Enfal s. 66--- Şimdi Allah yükünüzü hafifletti, çünkü sizin güçsüz olduğunuzu iyi biliyor. Bu durumda, sizden sabretmesini bilen (dirençli) yüz kişi çıkarsa, bunlar iki yüz kişiye galip gelir ve sizden böyle bin kişi çıkarsa, Allah'ın izniyle iki bin kişiye galip gelir. Çünkü Allah (zulme karşı) direnenlerle beraberdir.

Enfal s. 66. ayetine dikkat ettiğimizde Allah (c.c), sabırlı bir inanan topluluğunun kendilerinin iki katı olan bir topluluğa karşı galip gelebileceklerini bildirmektedir. Allah (c.c.) inanan topluluğa kendilerinden 3 kat gibi daha fazla olan inkarcı topluluğun sayısını, kendilerinin iki katı bir sayıya düşürerek az göstermek suretiyle onlara moral kazandırmaktadır.

Sonuç olarak: Kur'an meallerinde, zamirin hangi isme döndüğü konusunda doğan farklı anlayışlardan ötürü bazı ayetlerde birbirine zıt yapılmış çevirileri görmek mümkündür. Bu durumdan kaynaklanan farklılıkları Kur'an bütünlüğünü dikkate alarak çözmek mümkündür. Al-i İmran s. 13. ayetinde gördüğümüz farklı çevirilerden 2. örnekte verdiğimiz şekilde yapılan mealler yani, inanan topluluğun inkarcıları kendilerinin iki katı gördükleri şeklinde yapılan çevirilerin Kur'an bütünlüğüne daha uygun olduğunu söyleyebiliriz.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

7 Mart 2024 Perşembe

A'RAF SURESİ MEALİ

1- Elif, Lam, Mim, Sad.

2- Bir kitap ki sana, onunla uyarman ve inananlar için öğüt olarak indirildi. Artık bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın.

3- Rabbinizden size indirilmiş olana uyun ve O'nun aşağısından olan sahip çıkan koruyuculara uymayın. Ne kadar az öğüt alıyorsunuz.

4- Ve şehirlerden nicesini yok ettik. Şiddetli azabımız onlara geceleyin veya onlar gündüz uykularında iken birden geliverdi.

5- Şiddetli azabımız onlara geldiğinde artık feryatları, "Şüphesiz ki biz yanlış yapanlardandık" demelerinden başka bir şey olmadı.

6- Kendilerine (elçi)  gönderilmişlere kesinlikle soracağız, (elçi olarak) gönderilmiş olanlara da kesinlikle soracağız.

7- (Yaptıklarını) onlara kesinlikle bilgi ile anlatacağız. Biz onlardan gizliler değildik.

8- Ve o gün, tartı gerçektir. Artık kimin tartılacakları ağır gelirse, işte onlar arzuladıklarına kavuşacak olanların ta kendileridir.

9- Ve kimin tartılacakları hafif gelirse işte onlar ayetlerimize karşı yanlış yapmakta olduklarından dolayı kendilerini zarara uğratanlardır.

10- Ve and olsun sizi yeryüzünde yerleştirdik ve orada size geçimlikler var ettik. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

11- Ve and olsun ki sizi yarattık, sonra sizi suretlendirdik, sonra meleklere "Adem'e secde edin" dedik. Derhal secde ettiler, ancak İblis hariç. O secde edicilerden olmadı.

12- (Allah) dedi ki: "Sana emrettiğimde senin secde etmene mani olan ne idi?" (İblis) dedi ki: " Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın."

13- (Allah) dedi ki:" İn oradan artık orada senin için büyüklenmek olmaz. Hemen çık, çünkü sen aşağılananlardansın."

14- (İblis) dedi ki: "Diriltilecekleri güne kadar bana süre ver."

15- (Allah) dedi ki: "Şüphesiz ki sen süre verilenlerdensin."

16- 17- (İblis) dedi ki: "Beni azdırmandan dolayı, ben de onlar için senin dosdoğru yoluna kesinlikle oturacağım. Sonra onlara önlerinden ve arkalarından, sağlarından ve sollarından kesinlikle geleceğim. Ve onların çoğunu şükrediciler olarak bulamayacaksın."

18- (Allah) dedi ki: "Kınanmış kovulmuş olduğun halde oradan çık. And olsun ki onlardan kim sana uyarsa sizden hepinizi kesinlikle cehenneme dolduracağım."

19- Ve (dedik ki)" Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz dilediğiniz yerden yeyin ve yalnız şu ağaca yaklaşmayın, aksi takdirde yanlış yapanlardan olursunuz."

20- Bunun üzerine şeytan ikisine, kendilerinden gizlenmiş olan avret mahallerini açığa çıkarmak için fısıldayarak dedi ki: " Rabbiniz ikinizi bu ağaçtan ancak iki melek olursunuz veya ölüm yüzü görmeyenlerden olursunuz diye sakındırdı."

21- Ve ikisine, "Ben ikiniz için içtenlikle öğüt vericilerdenim" diye de yemin etti.

22- Böylece ikisini aldatarak cesaretlendirdi. İkisi ağaçtan tattıklarında avret mahalleri ikisine göründü. Ve ikisi cennetin yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar. Ve Rableri ikisine: " Ben ikinizi bu ağaç(a yaklaşmak)tan sakındırmadım mı? ve ikinize "Şeytan ikiniz için muhakkak ki apaçık düşmandır" demedim mi?" diye seslendi.

23- İkisi dediler ki: "Rabbimiz biz kendimize yanlış yaptık. Eğer bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen, kesinlikle zarar edicilerden oluruz.

24- (Allah) "Birbirinize düşman olarak inin. Ve sizin için yeryüzünde belirli bir vakte kadar yerleşim ve faydalanma vardır" dedi.

25- (Allah) "Orada yaşayacak ve orada ölecek ve oradan (yeniden diriltilip) çıkarılacaksınız" dedi.

26- Ey Ademoğulları, size avret mahallerinizi örtecek ve süs olacak elbise indirdik. Korunma elbisesi işte o daha hayırlıdır. Bu Allah'ın ayetlerindendir, umulur ki öğüt alırlar.

27- Ey Ademoğulları, şeytan, babanızı ananızı, avret mahallerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de kötüye düşürmesin. Çünkü o ve onun yandaşları, sizin onları görmediğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz şeytanları inanmayanlara sahip çıkan koruyucular yaptık.

28- Ve onlar bir hayasızlık yaptıkları zaman, "Atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah'ta bize bunu emretti" dediler. De ki: "Allah hayasızlığı emretmez. Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?"

29- De ki: "Rabbim adaleti emretti. Her secde yerinde yüzünüzü doğrultun. Ve hayat nizamını O'na has kılanlar olarak O'na dua edin.Sizi ilkin yarattığı gibi (O'na) döneceksiniz."

30- Bir bölümünü doğru yola iletti ve bir bölümüne de sapıklık hak oldu. Çünkü onlar şeytanları Allah'ın aşağısından sahip çıkan korucular edinmişler ve kendilerinin muhakkak doğru yolda olduklarını hesap ediyorlar.

31- Ey Ademoğulları, her secde yerinde giysilerinizi* giyin. Ve yeyin, için fakat aşırı gitmeyin. Muhakkak ki O, aşırı gidenleri sevmez.

*"Zinet" kelimesine giysi anlamını verme nedenimiz, müşriklerin giyinik tavafı haram saymaları nedeniyle tarihsel bağlamı dikkate almamızdır.

32- De ki: Allah'ın kulları için çıkardığı giysiyi ve rızıktan temiz olanlarını kim yasak kıldı? De ki: O, dünya hayatında inananlar için (helal)*dir. Kalkışın gününde ise (inkarcılar için haram)* sadece inananlar için (helal)* dir. Bilenler topluluğu için ayetleri ayrıntılı şekilde böylece açıklıyoruz

*Bu parantezleri açma sebebimiz, aynı surenin 50. ayeti ile bağlantı kurduğumuz içindir.

33- De ki: Rabbim ancak ve ancak, hayasızlıkları, onlardan açık olanını ve gizli olanını ve günah işlemeyi ve meşru bir neden olmaksızın saldırıyı ve Allah'a hakkında kanıt indirmediği halde ortak koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi yasak kıldı.

34- Her topluluk için bir süre sonu vardır. Artık süre sonları geldiği zaman ne bir saat geri alınabilirler ve ne de ileri çekilebilirler.

35- Ey Ademoğulları, size içinizden benim ayetlerimi anlatan elçiler gelir de, kim korunur ve durumunu düzeltirse artık onlara ne korku vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir.

36- Ve onlar ki ayetlerimizi yalanladılar ve onlardan büyüklendiler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır, onlar orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar.

37- Artık Allah üzerine yalan ortaya atmış veya O'nun ayetlerini yalanlamış olandan daha yanlış yapan kimdir? İşte onlara kitaptan payları (ölümlerine kadar) ulaşacaktır. Nihayet elçilerimiz onlara ömürlerini tamamlamaya geldiği zaman onlara, "Allah'ın aşağısından dua ediyor olduklarınız nerede?" dediler. (Onlar da) "Bizden saptılar" dediler. Ve böylece kendilerinin inkarcılar olduklarına dair aleyhlerine şahitlik ettiler.

38- (Allah) "Sizden önce geçmiş cin ve insandan olan toplulukla ateşe girin" dedi. Her ne zaman bir topluluk (ateşe) girdiyse  yoldaşına lanet etti. Nihayet birbiri ardınca orada toplu halde olunca, onların sonrakileri onların öncekileri için, "Rabbimiz işte bunlar bizi saptırdılar, onlara ateşten, bir kat fazla azap ver" dedi. (Allah) "Hepiniz için bir kat fazla vardır, ancak siz bilmiyorsunuz" dedi.

39- Onların öncekileri, onların sonrakilerine dedi ki: "Sizin bizim üzerimizde bir üstünlüğünüz yoktur (azap hepimiz için aynıdır).O halde kazanmakta olduklarınızdan dolayı tadın azabı."

40- Şüphesiz ki onlar ayetlerimizi yalanladılar ve onlardan büyüklendiler. Onlar için göğün kapıları açılmaz ve deve iğnenin deliğinden girinceye kadar cennete giremezler. Suçlulara işte böyle karşılık veririz.

41--Onlar için cehennemden bir yatak, üstlerinde de (cehennemden) örtüler vardır. Yanlış yapanlara işte böyle karşılık veririz.

42- Ve onlar ki inandılar ve doğruları işlediler ki hiçbir kimseye gücünün üzerinde bir mükellefiyet yüklemeyiz. İşte onlar cennetin arkadaşlarıdır, onlar orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar.

43- Ve göğüslerinde kinden ne varsa söküp çıkardık. Altlarından nehirler akar. "Övgü Allah'adır. O'ki bizi buna (cennete)iletti. Eğer Allah bizi (cennete)iletmemiş olsaydı, biz kendimizi (cennete) iletebilecek değildik. And olsun ki Rabbimizin elçileri gerçekliği getirdi" dediler. Ve onlara "İşlemekte olduklarınızdan dolayı ona mirasçı kılındığınız cennet işte bu dur" diye seslenildi.

44- 45- Ve cennetin arkadaşları, ateşin arkadaşlarına, "Biz Rabbimizin bize söz verdiğini gerçekleşmiş olarak bulduk. Artık siz de Rabbinizin size söz verdiğini gerçekleşmiş olarak buldunuz mu?" diye seslendi. Dediler ki: "Evet." Derken aralarından bir bildirici, "Allah'ın laneti yanlış yapanların üzerinedir. Onlar ki Allah'ın yolundan onda eğrilik arayarak uzaklaştıranlar ve onlar ahireti inkar edicilerdi" diye bildirdi.

46- Ve ikisinin arasında engel vardır. A'raf'ın (engel) üzerinde de bir takım adamlar vardır ki, onların her birini (durumlarının) belirtilerinden tanırlar. Ve onlar cennetin arkadaşlarına, "Selam üzerinize olsun" diye seslendiler. Onlar oraya henüz girmediler fakat girmeyi umuyorlar.

47- Ve gözleri ateşin arkadaşlarının karşısına çevrildiği zaman, "Rabbimiz bizi yanlış yapanlar topluluğu ile beraber kılma" dediler.

48- 49- Ve A'raf'ın arkadaşları, (durumlarının) belirtilerinden tanımakta oldukları adamlara seslenerek, "Ne çokluğunuz ne de büyüklenmekte olmanız sizden bir şey savamadı. Allah onları rahmete ulaştırmayacaktır diye yemin ettiğiniz bunlar mı? dediler. (Allah'ta onlara şöyle dedi) "Girin cennete size korku yoktur ve sizler üzülecek olanlar değilsiniz."

50- Ve ateşin arkadaşları, cennetin arkadaşlarına, "Üzerimize, su'dan veya Allah'ın size verdiği rızıktan akıtın" diye seslendi. (Onlar da) "Şüphesiz ki Allah, inkar edicilere bu ikisini yasak kıldı" dediler.

51- Onlar ki, eğlence ve oyunu hayat nizamı edinmiş ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Artık onlar bu günlerine karşılaşmayı unuttukları ve ayetlerimizi ısrarla inkar eder oldukları gibi, bu gün biz de onları unuturuz.

52- Ve and olsun ki biz onlara, onu bilgi üzere ayrıntılı şekilde açıkladığımız, inananlar topluluğu için klavuz ve rahmet olan bir kitap getirmiştik.

53- Onlar, onun (inkarcılar için verdiği haberin) sonucundan başka bir şeyi mi bekliyorlar? Onun (inkarcılar için verdiği haberin) sonucunun geldiği gün, önceden onu unutmuş olanlar, "Rabbimizin elçileri  kesinlikle bize gerçekliği getirmiş. Artık bizim için şefaatçiler varmı ki bize şefaat ederler veya geri döndürelim de, artık bu işlemekte olduğumuzdan başkasını işleyelim" derler. Kendilerini kesinlikle zarara uğratmışlar, ortaya atmakta oldukları (sahte ilahları) onlardan sapmıştır (kaybolmuştur).

54- Şüphesiz ki sizin Rabbiniz Allah, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Sonra taht üzerinde yönetime geçti. Geceyi, onu durmadan isteyen gündüze örter. Güneş ve ay ve yıldızlar emrine boyun eğmiş vaziyettedir. Bilmiş olun yaratma ve emr (yönetme) O'nundur. En yüce hayır kaynağı olan Allah, alemlerin Rabbidir.

55- Rabbinize yalvarıp yakararak ve gizlice dua edin. Şüphesiz ki O, aşırı gidenleri sevmez.

56- Ve yeryüzünde, onun düzeltilmesinden sonra bozuculuk yapmayın. Ve O'na korkarak ve umarak dua edin. Şüphesiz ki Allah'ın rahmeti iyilik edenlere yakındır.

57- O, rahmetinin önünden müjdeci olarak rüzgarları gönderendir. Nihayet (o rüzgarlar) ağır bulutları hafifmiş gibi kaldırdığı zaman, onu ölü beldeye süreriz de onunla su indirir, böylece onunla her çeşit ürünlerden çıkarırız. Ölüleri de işte böyle çıkarırız, umulur ki öğüt alırsınız.

58- Ve (toprağı) temiz beldenin bitkisi, onun Rabbinin izni ile (kolayca ve güzel) çıkar. (Toprağı) pis olan (beldenin bitkisi) ise zorlukla uğraşmaktan başka bir şekilde çıkmaz. Şükredenler topluluğu için ayetleri çeşitli yönlerden böyle açıklıyoruz.

59- And olsun ki Nuh'u topluluğuna gönderdik ve dedi ki: "Ey topluluğum Allah'a kulluk edin. Sizin için ilah'tan O'ndan başkası yoktur. Şüphesiz ki ben sizin için büyük gün azabından korkuyorum."

60- Topluluğundan ileri gelenleri dedi ki: "Şüphesiz ki biz seni kesinlikle apaçık sapıklık içinde görüyoruz."

61-62- 63- (Nuh) dedi ki: "Ey topluluğum bende bir sapıklık yoktur. Ben ancak alemlerin Rabbinden (gönderilen) bir elçiyim. Ben size Rabbimin mesajlarını ulaştırıyorum ve ben size içtenlikle öğüt veriyorum ve ben Allah'tan sizin bilmediklerinizi biliyorum. İçinizden bir adam(vasıtasıyl)a  sizi uyarması, korunmanız ve merhamet olunmanız için Rabbinizden öğüt gelmesi sizi şaşırttı mı?"

64- Uyarılara rağmen onu yalanladılar. Bunun üzerine biz de onu ve gemide onunla beraber olanları kurtardık ve ayetlerimizi yalanlayanları ise boğduk. Çünkü onlar körler topluluğu idiler.

65- Ve Ad'a da kardeşleri Hud'u (gönderdik) dedi ki: "Ey topluluğum Allah'a kulluk edin. Sizin için ilah'tan O'ndan başkası yoktur. Hala korunmaz mısınız?"

66- Topluluğundan inkar eden ileri gelenler dedi ki: "Şüphesiz biz seni kesinlikle bir akılsızlık içinde görüyor ve şüphesiz biz senin kesinlikle yalancılardan olduğunu düşünüyoruz."

67- 68- 69 (Hud) dedi ki: "Ey topluluğum bende bir akılsızlık yoktur. Ben ancak alemlerin Rabbinden (gönderilmiş) bir elçiyim. Ben size Rabbimin mesajlarını ulaştırıyorum ve ben sizin için güvenilir bir içtenlikle öğüt vericiyim. İçinizden bir adama sizi uyarması için Rabbinizden öğüt gelmesi sizi şaşırttı mı? Ve hatırlayın ki Nuh toplumundan sonra onların ardına gelenler yapmış ve yaratılışta sizi onlardan dafa fazla güç vermişti.Artık umduklarınıza kavuşabilmeniz için Allah'ın nimetlerini hatırlayın."

70- (Topluluğu) dediler ki: "Sen bize O tek olan Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın kulluk etmekte olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer doğrulardan isen bize söz vermekte olduğun şeyi haydi  getir."

71- (Hud) dedi ki: "Rabbinizden muhakkak ki üzerinize pislik ve gazap çökmüştür. Allah'ın haklarında (doğruluğuna dair) delilden hiçbir şey indirmediği, sizin ve atalarınızın onları isimlendirdiği, isimler hakkında benimle mi tartışıyor musunuz? Artık bekleyin şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim."

72- Bunun üzerine, onu ve onunla beraber olanları bizden bir rahmetle kurtardık ve ayetlerimizi yalanlayan ve onlara inanmayanların ise arkasını kestik. 

73- 74- Ve Semud'a da kardeşleri Salih'i (gönderdik) dedi ki: "Ey topluluğum Allah'a kulluk edin. Sizin için ilah'tan O'ndan başkası yoktur. Size Rabbinizden kesinlikle apaçık bir delil gelmiştir. İşte bu sizin için bir ayet olarak Allah'ın dişi devesidir. Onu bırakın da Allah'ın arz'ında yesin .Ve ona sakın kötülükle dokunmayın yoksa acı azap sizi yakalar. Ve hatırlayın ki sizi Ad'dan sonra sizleri onların ardına gelenler yapmış ve sizi yeryüzünde yerleştirmişti.Ovalarından köşkler ediniyor ve dağları evler haline yontarak evler haline getiriyorsunuz. Artık Allah'ın nimetlerini hatırlayın ve yeryüzünde bozucular olarak yeryüzünde karışıklık çıkarmayın."

75- Kavminden büyüklenmekte olan ileri gelenler, içlerinden inanmış olan zayıf bırakılmışlara dedi ki: "Siz Salih'in Rabbinden gönderilmiş olduğuna gerçekten inanıyor musunuz?" Dediler ki: "Şüphesiz ki biz onunla gönderilmiş olana inananlarız."

76- Büyüklenmekte olanlar dedi ki: "Şüphesiz ki biz de sizin inandığınızı inkar edicileriz."

77- Derken, dişi deveyi ayaklarından kestiler ve böylece Rablerinin emrinden (çıkıp) ileri gittiler. Ve dediler ki: "Ey Salih, eğer gönderilmişlerden isen  bize söz vermekte olduğun şeyi getir."

78- Derken, şiddetli sarsıntı onları tuttu böylece yurtlarında diz üstü çökenler olarak kalakaldılar.

79- O da onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: "Ey topluluğum and olsun ki Rabbmin mesajını size ulaştırdım ve size içtenlikle öğüt verdim. Fakat siz içtenlikle öğüt verenleri sevmiyorsunuz."

80- 81- Ve Lut'u da (gönderdik). Hani topluluğuna demişti ki: "İnsanlardan  bir kimsenin bile onunla sizin önünüze geçmediği (sizden önce kimsenin işlemediği) hayasızlığa mı varıyorsunuz? Şüphesiz ki siz kadınların aşağısından cinsel düşkünlükle adamlara varıyorsunuz. Doğrusu siz aşırı gidenler topluluğusunuz."

82- Topluluğunun ona cevabı, "Onları şehrinizden çıkarın, çünkü onlar (erkeklere varmayarak) çok temiz kalan insanlar" demelerinden başka bir şey olmadı.

83- Bunun üzerine, karısı hariç onu ve (inanan) halkını kurtardık. O, geride kalanlardan oldu.

84- Üzerlerine (azabı) yağmur halinde yağdırdık. Artık bak suçluların sonu nasıl oldu?

85- 86- 87- Ve Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (gönderdik dedi ki: "Ey topluluğum Allah'a kulluk edin. Sizin için ilah'tan O'ndan başkası yoktur. Size Rabbinizden kesinlikle apaçık bir delil gelmiştir. Artık ölçü ve tartıya riayet edin. Ve insanların eşyalarını(n değerini) eksiltmeyin.Ve yeryüzünde onun düzeltilmesinden sonra bozuculuk yapmayın. Eğer inanmışlar iseniz sizin için böyle yapmanız hayırlıdır. Ve O'na inanmış kimseyi tehdit ederek ve Allah'ın yolundan uzaklaştırarak ve onda eğrilik arayarak her yola oturmayın. Ve hatırlayın ki siz az idiniz, sizi (Allah) çoğalttı. Ve bozucuların sonu nasıl oldu bir bakın. Eğer içinizden bir grup onunla gönderildiğime inanmış ve bir grupta inanmamışlarsa, artık Allah aramızda karar verinceye kadar direnerek (benimle) mücadeleye devam edin. O, karar vericilerin hayırlısıdır."

88- 89- Kavminden büyüklenmekte olan ileri gelenler dedi ki: "Ey Şuayb, seni ve seninle beraber olan inananları şehrimizden kesinlikle çıkaracağız veya kesinlikle bizim ortak değerimize tekrar döneceksiniz." (Şuayb) dedi ki: "Biz onu istemeyenlerden olsakta mı (döndüreceksiniz)? Allah bizi ondan kurtardıktan sonra eğer sizin ortak değerinize tekrar dönecek olursak, o takdirde Allah üzerine yalan ortaya atmış oluruz. Rabbimiz olan Allah'ın dilemesi hariç, bizim için ona tekrar dönmek olmaz. Rabbimiz her şeyi bilgi bakımından kuşatmıştır. Biz Allah'a güvendik.Rabbimiz, bizimle topluluğumuz arasını gerçeklik ile aç, sen açanların hayırlısısın."

90- Ve topluluğundan inkar eden ileri gelenler dedi ki: "Eğer Şuayb'e uyacak olursanız o takdirde siz de zarar edenlerdensiniz."

91- Derken, şiddetli sarsıntı onları tuttu, böylece yurtlarında diz üstü çökenler olarak kalakaldılar.

92- Onlar ki Şuayb'ı yalanladılar, sanki orada refah içinde hiç yaşamamış gibi oldular. Onlar ki Şuayb'ı yalanladılar, ve onlar zarar edenlerin ta kendileri oldular.

93-  Onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: "Ey topluluğum and olsun ki Rabbmin mesajlarını size ulaştırdım ve size içtenlikle öğüt verdim. Artık inkarcılar toplululuğuna nasıl üzülebilirim?"

94- Ve bir şehre nebi göndermedik ki, oranın halkını yalvarıp yakarsınlar diye sıkıntı ve darlık ile yakalamamış olalım.

95- Sonra kötülüğün (sıkıntı ve darlığın) yerini iyiliğe (bolluğa) değiştirdik. Nihayet çoğaldılar ve "Atalarımıza da kesinlikle (önce)darlık ve (sonra)sevinç dokunmuştu" dediler. Bunun üzerine biz de onları şuurunda olmadıkları bir halde ansızın yakaladık.

96- Ve şayet şehirlerin halkı inansa ve korunsalardı, o takdirde üzerlerine gökten ve yerden bollukları açardık. Fakat yalanladılar, biz de kazanmakta oldukları sebebiyle onları yakaladık.

97- O şehirlerin halkı, şiddetli azabımızın, geceleyin onlar uyumuş haldeler iken onlara gelmesinden güvende mi oldular?

 98- Veya o şehirlerin halkı, şiddetli azabımızın, kuşluk vakti onlar oyalanır halde iken onlara gelmesinden güvende mi oldular?

99- (Şehirlerin halkı) Allah'ın tuzağından* güvende mi oldular? Fakat Allah'ın tuzağından zarar edenler topluluğundan başkası güvende olmaz.

*Allah'ın kulu hiç farkedemeyeceği bir şekilde yakalaması, onu adım adım helake sürüklemesi. (Zemahşeri)

100- (Helak olan şehirlerin) halkından sonra, yeryüzüne mirasçı olanları doğru yola iletme(ye yetme)di mi? Şayet dilemiş olsaydık günahlarını(n karşılığını) onlara eriştirir ve kalplerinin üzerini damgalardık ta, onlar artık işitemez hale düşerlerdi.

101- İşte o şehirler, sana onların bildirimlerinden anlatıyoruz. Ve and olsun ki elçilerimiz onlara apaçık deliller getirmişti. Önceden yalanladıklarından dolayı inananlar olmadılar. Allah inkarcıların kalbini böylece damgalar.

102- Ve onların hiçbirini sözüne bağlı bulmadık. Fakat onların hepsini itaatten çıkanlar olarak bulduk.

103- Sonra onların arkalarından Musa'yı, ayetlerimizle Firavun ve onun ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar ayetlerimize karşı yanlış yaptılar. Bozucuların sonu nasıl oldu artık bir bak.

104- 105- Ve Musa dedi ki: "Ey Firavun, şüphesiz ki ben alemlerin Rabbinden bir elçiyim. Üzerimdeki vazife Allah üzerine hakikatten başkasınını demememdir. Size Rabbinizden apaçık bir delil getirdim, artık İsrailoğullarını benimle beraber gönder."

106- (Firavun) dedi ki: "Eğer bir ayet getirmişsen, eğer doğrulardan isen hemen onu getir."

107- 108- Bunun üzerine (Musa) asasını karşısına attı. Attığında asa birden apaçık bir yılan oldu. Ve elini (koynundan) çıkardı bakanlar için eli birden bembeyaz oldu.

109- 110- Firavun topluluğundan olan ileri gelenler dedi ki: "Şüphesiz ki bu bilgin bir sihirbazdır. Sizi  toprağınızdan çıkarmak istiyor." (Firavun dedi ki) "Ne (yapmamı) öneriyorsunuz?"

111- 112- (İleri gelenler) dediler ki: "Onu ve kardeşini beklet ve şehirlere sürüp toplayıcılar gönder. Bütün bilgin sihirbazları sana getirsinler."

113- Sihirbazlar Firavun'a geldi. "Eğer galipler biz olursak muhakkak ödül bizim içindir" dediler.

114- (Firavun) dedi ki: "Evet, o takdirde siz yakınlaştırılmışlardansınız."

115- (Sihirbazlar) dediler ki: "Ya sen karşımıza (ilk) atarsın, ya da karşına (ilk) atanlar biz oluruz ey Musa."

116- (Musa) dedi ki: "Siz karşıma atın." Attıklarında insanların gözlerini büyülediler, onları korkutmak istediler ve onlara büyük sihir getirdiler.

117- Musa'ya "Asanı at" diye vahyettik. (Attığında) asa birden onların uydurmakta olduklarını yutuyor.

118- Böylece hakikat ortaya çıktı, ve işlemekte oldukları geçersiz oldu.

119- Orada yenilgiye uğradılar ve küçülenler olarak çevrildiler.

120- 121- 122- Ve sihirbazlar (bu yenilgiyi) secde ediciler olarak karşıladılar. "Alemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine inandık" dediler.

123- 124- Firavun dedi ki: "Ben size izin vermeden önce ona inandınız. Bu, kesinlikle halkını oradan çıkarmak için şehirde kurduğunuz bir tuzaktır. Yakında bileceksiniz. Ellerinizi ve ayaklarınızı kesinlikle çaprazlama keseceğim, sonra kesinlikle hepinizi asacağım."

125- 126- Dediler ki: "Şüphesiz ki biz Rabbimize çevrilicileriz.Sen bizden, Rabbimizin ayetleri bize geldiğinde onlara  inanmış olmamızdan başka bir sebeple nefret duymuyorsun.Rabbimiz, üzerimize mücadele ve dayanma gücü yağdır ve ömrümüzü sana teslim olmuşlar olarak tamamla."

127- Firavun topluluğundan olan ileri gelenler dedi ki: "Musa'yı ve onun topluluğunu, bu toprakta bozuculuk yapmaları ve seni ve senin ilahlarını da bırakması için mi bırakacaksın?" (Firavun) dedi ki: "Oğullarını öldüreceğiz, kadınlarını ise sağ bırakacağız. Şüphesiz ki biz onların üzerinde boyun eğdirici bir güce sahibiz."

128- Musa topluluğuna dedi ki: "Allah'a yardım talebinde bulunun ve direnerek mücadele edin.Şüphesiz ki  yeryüzü Allah'ındır, onu kullarından dileğine mirasçı kılar. Ve sonuç korunanlarındır."

129- Dediler ki: "Sen bize gelmeden önce de ve geldikten sonra da rahatsız edildik." (Musa) dedi ki: "Rabbinizin düşmanınızı yok etmesi ve bu toprakta sizi onların ardına getirmesi ve nasıl işler işleyeceğinize bakması umulur."

130- Ve and olsun ki Firavun halkını öğüt almaları için kıtlık ve ürünlerden eksiltme (kıtlık) ile yakaladık.

131- Onlara iyilik (bolluk) geldiği zaman "Bu (iyiliğin sebebi)bizdendir" dediler. Ve eğer onlara kötülük erişirse Musa'ya ve onun beraberinde olanlara yüklerlerdi. Bilmiş olun onların yüklemeleri (nin sebebi) ancak ve ancak Allah katındadır, ancak hiçbiri bilmezler.

132- Ve dediler ki: "Bizi onunla büyülemek için ayetten her ne getirirsen biz sana inanıcılar değiliz."

133- Bunun üzerine biz de ayrı ayrı ayetler olarak onların üzerine tufan ve çekirge ve haşere ve kurbağalar ve kan gönderdik. Bunlara rağmen yine büyüklendiler ve suçlular topluluğu oldular.

134- Üzerlerine sarsıntı çöktüğünde dediler ki "Ey Musa, Rabbinin senin yanındaki söze göre bizim için dua et. Eğer bizden bu sarsıntıyı kaldırırsan o takdirde sana inanacağız ve İsrailoğullarını senin beraberinde göndereceğiz."

135- Onlardan sarsıntıyı, ulaşacakları bir süreye kadar kaldırdığımız zaman, onlar birden sözlerini bozuyorlardı.

136- Bunun üzerine biz de onlara yaptıkları hataların karşılığını, onları denizde boğmak suretiyle verdik. Çünkü onlar ayetlerimizi yalanlamışlar ve onlara karşı kayıtsız kalmışlardı.

137- Ve zayıf bırakılmışlar topluluğunu, bereketli kıldığımız o yeryüzünün doğularına ve batılarına mirasçı yaptık. Ve senin Rabbinin İsrailoğullarına olan güzel sözü, direnerek mücadele etmelerinden ötürü böylece yerine geldi. Ve Firavun ve topluluğunun meydana çıkarmakta olduğunu ve yükselttiklerini yerle bir ettik.

138-139- Ve İsrailoğullarını denizi geçirdik, derken kendilerine ait putların üzerine saygı ile kapanan bir topluluğa geldiler. Dediler ki: "Ey Musa, onların ilahları gibi bize de bir ilah yap." (Musa) dedi ki: "Şüphesiz ki siz cahillik etmekte olan bir topluluksunuz. Şüphesiz ki bunların içinde oldukları şey yıkılmaya mahkumdur ve işlemekte oldukları da geçersizdir."

140- (Musa devamen) dedi ki: "O, sizi alemler (Firavun ve ordusu) üzerine üstün yapmışken size ilah olarak Allah'tan başkasını mı ararım?

141- Ve bir zaman, oğullarınızı öldürmek kadınlarınızı sağ bırakmak suretiyle, size azabın kötüsüne süren Firavun ordusundan* sizi kurtarmıştık. Ve sizin için bunda Rabbinizden büyük lütuf vardı.

 * "Al-i Fir'avne kelimesine "Firavun ve ordusu" anlamı verme sebebimiz, suda boğulanların onlar olmasındandır.

142- Ve Musa ile otuz gece sözleştik ve otuzu on ile tamamladık. Ve böylece onun Rabbinin belirlediği vakit kırk geceye tamam oldu. Ve Musa, kardeşi Harun'a dedi ki: "Toplumumda bana ardıllık et ve bozuculuğa mani ol ve bozucuların yoluna uyma."

143- Ve Musa belirlediğimiz vaktimiz için geldiğinde ve onun Rabbi onunla konuştu. (Musa) dedi ki: "Rabbim bana görün sana bakayım." (Allah) dedi ki: "Sen beni asla göremezsin. Ve şimdi şu dağa bak, eğer o yerinde durursa o takdirde sen de beni görebilirsin." Onun Rabbi kendisini dağda ortaya çıkardığında, onu dümdüz yaptı ve Musa baygın halde yere düştü. Kendisine gelip yerden kalktığında dedi ki: "Sen her türlü eksikten uzaksın. Sana (itaatle) döndüm ve ben inananların öncüsüyüm."

144- (Allah) dedi ki: " Ey Musa, mesajlarımla ve konuşmamla seni insanlar üzerinde seçtim. Artık sana verdiğimi tut ve şükredenlerden ol."

145- Ve biz onun için levhalarda her şeyden bir öğüt ve her şeyin ayrıntılı bir açıklamasını yazdık. (Musa'ya) artık onu sıkıca tut, kendi topluluğuna da onu en güzel şekilde tutmalarını emret. Yoldan çıkanların yurdunu size yakında size göstereceğim (dedik).

146- Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri ayetlerimden çevireceğim. Ve onlar her ayeti görseler, ona inanmazlar. Ve onlar doğruluğun yolunu görseler, onu yol olarak edinmezler. Ve onlar azgınlığın yolunu görseler, onu yol olarak edinirler. Bunun sebebi ayetlerimizi yalanlamış ve onları kayıtsız kalmalarındandır.

147- Ve ayetlerimizi ve ahiret karşılaşmasını yalanlamış olanların işledikleri boşa gitmiştir. Onlar işlemekte olduklarından başkasıyla mı karşılık görecekler?

148- Ve Musa topluluğu onun ardından, onların süs eşyalarından, onun böğürmesi olan bir buzağı heykeli (ni ilah) edindi. Görmediler mi o, onlarla konuşmuyor ve onları bir yola iletmiyor. Onu (ilah) edindiler ve yanlış yapanlardan oldular. 

149- Ve (başları pişmanlıkla) ellerine düşürüldüğünde ve onlar kesinlikle saptıklarını gördüler. "Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bağışlamazsa, o takdirde zarar edenlerden oluruz" dediler.

150- Ve Musa topluluğuna, öfkeli üzgün bir durumda olduğu halde döndüğünde dedi ki:"Benim ardımdan bana ne kötü ardıllık ettiniz. Rabbinizin emrine acele mi ettiniz?" Ve levhaları karşılarına attı ve kardeşinin başını tutarak onu kendisine doğru çekti. (Kardeşi) "Annem oğlu şüphesiz ki bu topluluk beni zayıf düşürdü ve neredeyse beni öldüreceklerdi. Artık düşmanları bana güldürme ve beni yanlış yapanlar topluluğu ile beraber tutma" dedi.

151- (Musa) "Rabbim beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine girdir. Ve sen merhamet edenlerin en merhametlisisin" dedi.

152- Buzağıyı (ilah) edinmiş olanlara dünya hayatında Rablerinden gazap ve alçaklık ulaşacaktır. Ve (yalan) ortaya atıcılara işte böyle karşılık veririz.

153- Ve onlar ki kötülükleri işlediler, sonra bunların ardından (itaatle)döndüler ve inandılar. Şüphesiz ki senin Rabbin bunun ardından kesinlikle bağışlayıcı merhamet edicidir.

154- Ve Musa'dan öfke yatıştığında, nüshasında "Rablerinden korkanlar için kılavuz ve rahmet"  (yazılı) olan levhaları aldı.

155- 156- Ve Musa, belirlediğimiz vakit için topluluğundan yetmiş adam seçti. Şiddetli sarsıntı onları tuttuğunda dedi ki: "Rabbim şayet dilemiş olsaydın bundan önce onları da ve beni de yok ederdin. İçimizdeki akılsızların yapmış olduğu yüzünden bizi yok eder misin? Bu senin denemenden başka bir şey değildir. Onunla sen dilediğini saptırırsın, dilediğini de doğru yola iletirsin. Sen bizim sahip çıkan koruyucumuzsun, artık bizi bağışla ve bize merhamet et ve sen bağışlayıcıların hayırlısısın. Ve bize bu dünyada ve ahirette iyilik yaz. Şüphesiz ki biz sana döndük." (Allah) dedi ki: "Azabımı dilediğime eriştiririm. Ve rahmetim her şeyi kuşatmıştır. Onu da korunanlar ve arınmayı yerine getirenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım."

157- Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil'de onu yazılı olarak buldukları Ümmi* Nebi Elçi'ye uyarlar. (O elçi) onlara güzel ve uygun olanı emrediyor, çirkin ve uygun olmayandan vazgeçiriyor ve onlara temiz olan şeyleri serbest ve pis olan şeyleri ise yasak kılıyor ve onlardan üzerlerindeki ağır yüklerini ve zincirleri indiriyor. Onlar ki ona inandılar ve ona sahip çıktılar ve ona yardım ettiler ve onun beraberindeki indirilmiş olan ışık vericiye uydular. İşte onlar arzuladıklarına kavuşanların ta kendileridir.

"El-ümmiyyun" kelimesi okuma yazma bilmemeyi değil, kendilerine kitap gelmemiş olan Arap toplumunu ifade etmektedir. Bu isim Yahudi ve Hristiyanlar tarafından kendilerinden olmayan Araplara verilmiştir. Bknz Kur'an (3.20.75- 62. 2)

 158- De ki: "Ey insanlar, şüphesiz ki ben, göklerin ve yerin yönetim hükümranlığı O'nun olan, O'ndan başka ilah olmayan, dirilten ve öldüren Allah'ın, hepinize (gönderilmiş)elçisiyim.Artık Allah'a ve onun, Allah'a ve kelimelerine inanan ümmi Nebi Elçisine inanın ve ona uyun ki doğru yolda olasınız.

159- Ve Musa'nın topluluğu içinden bir topluluk vardı ki onlar, gerçekliğe iletir ve onunla adaleti sağlarlardı.

160- Ve onları oniki torun topluluğu haline ayırdık. Musa'ya, topluluğu ondan su istediği zaman, "Asa'nı taşa vur" diye vahyettik. Birden ondan oniki su gözesi fışkırdı. (İsrailoğullarından olan) bütün insanlar  içecek yerlerini bildi. Ve bulutu üzerlerine gölge yaptık ve üzerlerine kudret helvası ve bıldırcın indirdik. "Size rızık olarak verdiğimiz temiz şeylerden yeyin" (dedik). Ve onlar yanlışı bize yapmadılar, ancak yanlışı kendilerine yapıyorlardı.

161- Ve bir zaman onlara, "Şu şehre yerleşin ve ondan istediğiniz yerden yeyin ve "Günahlarımızı üzerimizden dök" deyin ve kapıdan secde halinde girin ki hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlere (iyiliklerinin karşılığını) artıracağız" denilmişti.

162- Fakat içlerinden yanlış yapanlar, kendilerine denilmiş olan sözü başka sözle değiştirmişler, buna karşılık biz de, yanlış yapmakta olduklarından dolayı üzerlerine, gökten sarsıntı göndermiştik.

163- Ve onlara denizin kıyısındaki şehirden sor. Hani onlar tatil(Cumartesi)de haddi aşıyorlardı. Balıkları, tatil(Cumartesi) günlerinde onlara açıktan açığa geliyor, tatil Cumartesi) olmayan günde ise onlara gelmiyordu. İtaatten çıkmalarından dolayı onları böyle zorlu denemeye tabi tutuyorduk.

164- Ve hani içlerinden bir topluluk şöyle demişti: "Allah'ın yok edeceği veya şiddetli azapla azaplandıracağı bir topluluğa niçin öğüt veriyorsunuz?" (Onlarda) "Rabbinize karşı bir mazeret ve onların korunması için (öğüt veriyoruz)" demişlerdi.

165- Artık ne zaman ki onunla kendilerine hatırlatıldıkları şeyleri unuttular, biz de kötülükten vazgeçirenleri kurtarmış, yanlış yapanları ise itaatten çıkmalarından dolayı çetin azapla yakalamıştık.

166- Artık ne zaman ki vazgeçirildikleri şeyin dışına çıkıp azdılar,  onlara "Kovalanan maymunlar olun" demiştik.

167- Hani senin Rabbin, onların üzerlerine kalkışın gününe kadar, onlara azabın kötüsüne sürecek olanları kesinlikle gönderecektir diye bildirmişti. Şüphesiz ki senin Rabbin sonuçlandırması kesinlikle çabuktur ve şüphesiz ki O,  kesinlikle bağışlayıcı merhamet edicidir.

168- Ve onları yeryüzünde topluluk haline ayırdık. Onlardan doğrulardan olanlar da vardır, bunun aşağısından olanlar da vardır. Ve onları (bozuculuktan) dönmeleri için iyiliklerle ve kötülüklerle zorlu denemeye tabi tuttuk.

169- Onların ardından kitaba varis olan kötü bir nesil yerlerine geçti. Onlar bu dünyanın sunumunu alıyor ve "Bize bağışlanma var" diyorlar. Ve eğer onlara onun örneği sunum gelirse onu alıyorlar. Onlardan, Allah'a karşı hakikat olandan başkasını söylememelerine dair kitabın kayıtlı sözü alınmamış mıydı? Ve onda olanı ders almamışlar mıydı? Oysa ahiret yurdu korunanlar için daha hayırlıdır. Hala aklınızı kullanmaz mısınız?

170- Ve kitaba sımsıkı sarılan ve kulluk görevlerini ayakta tutmuş olanlara gelince, şüphesiz ki  biz düzelticilerin alacağı karşılığı zayi etmeyiz.

171- Ve bir zamanlar dağı üzerlerine o gölgelikmişçesine çekmiştik te, onu tepelerine düşücü sanmışlardı. Size verdiğimizi sıkıca tutun ve onda olanı hatırlayın ki korunasınız.

172-Ve kalkışın gününde "Biz bundan kayıtsızlardık" dersiniz diye, bir zaman senin Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından soylarını almış ve onları kendilerine şahit tutarak "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti). (Onlar da) "Evet şahit olduk" demişlerdi.

173- Veya: "Atalarımız daha önce ortak koşmuşlar ve biz onlardan sonra gelen bi soyduk. Geçersiz iş yapanların yüzünden bizi yok mu edeceksin?" dersiniz diye.

174- Ve dönerler diye ayetleri ayrıntılı şekilde böylece açıklıyoruz.

175- Ve onlara, ayetlerimizi verdiğimiz fakat onlardan sıyrılmış bunu üzerine şeytanın takibine uğramış, böylece azgınlardan olmuş olan kişinin bildirimini oku.

176- Ve şayet dilemiş olsaydık kesinlikle onu ayetlerimizle yükseltirdik. Ancak o yere yapıştı (alçalmayı seçti) ve keyfi arzusuna uydu. Artık onun örneği köpeğin örneği gibidir. Üzerine yüklenecek olsan da dilini sarkıtıp solur, veya onu bırakacak olsan da dilini sarkıtıp solur. Ayetlerimizi yalanlamış olan topluluğun misali işte böyledir. İyice düşünmeleri için onlara bu anlatıyı anlat.

177- Ayetlerimizi yalanlamış ve kendilerine karşı yanlış yapmakta olan topluluğun örneği ne kötüdür.

178- Allah kimi doğru yola iletirse, o doğru yolu bulmuş olur. Ve kimi de saptırırsa, işte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir.

179- Ve and olsun ki, cinden ve insandan bir çoğunu cehenneme yaydık. Onların kalpleri vardır onlarla kavramazlar ve onların gözleri vardır onlarla görmezler ve onların kulakları vardır onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar daha da şaşkındırlar. İşte onlar kayıtsız kalanların ta kendileridir.

180- Ve en güzel isimler Allah'ındır. Öyleyse O'na onlarla dua edin. ve O'nun isimlerini saptıranları bırakın. Onlar işlemekte olduklarının karşılığını görecekler.

181- Ve yarattıklarımız içinde bir topluluk vardır ki onlar, gerçekliğe iletirler ve onunla adaleti  sağlarlar.

182- Ve ayetlerimizi yalanlamakta olanları bilemeyecekleri yerden kademe kademe (helaka) yaklaştıracağız.

183- Ve onlara mühlet veriyorum. Şüphesiz ki benim plânım başkaları tarafından bozulamaz.

184- Arkadaşlarında cinnet hali olmadığını düşünmezler mi? O, apaçık bir uyarıcıdan başkası değildir.

185- Göklerin ve yerin hükümranlığına ve Allah'ın yarattığı şeylere ve  sürelerinin sonuna yakınlaşmış olmasına bakmazlar mı? Artık bundan sonra hangi söze inanırlar?

186- Allah kimi saptırırsa artık onun için bir yol gösterici yoktur. Ve onları taşkınlıkları içinde bocalamaya bırakır.

187- Sana, "Onun sabitleşmesi (gerçekleşmesi) ne zaman?" diye saatten soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi Rabbimin katındadır. O'ndan başkası onu vaktinde ortaya çıkaramaz. Göklere ve yere ağır gelmiştir. Size ansızın olmaktan başka şekilde gelmez." Sanki sen ondan bilgi sahibiymişin gibi sana soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi ancak ve ancak Allah katındadır. Ancak insanların çoğu bilmezler."

188- De ki: "Allah dilemedikçe kendim için ne faydaya ne de zarara sahip değilim. ve şayet ben gaybı bilmiş olsaydım, o takdirde maldan* çoğaltmak isterdim ve bana kötülük de dokunmazdı. Ben inananlar topluluğu için uyarıcı ve müjdeciden başkası değilim."

*El-hayr kelimesine "Mal" anlamı vermek gerekçemiz, Bakara s. 180. ayetindeki geçişindeki anlamına binaendir.

189- O, sizi tek nefisten* yaratan ve ondan da onunla sukûn bulması için eşini meydana getirendir. Eşini örttüğünde (cinsel ilişki kurduğunda eşi) hafif yük yüklendi, böylece onunla belirli bir zaman geçirdi. Bir müddet sonra ağırlaştığında (doğum yaklaştığında) ikisi Rablerine, "Eğer bize sağlıklı (bir çocuk) verirsen o takdirde şükredenlerden olacağız" diye dua ettiler.

*İnsanın yaratılış öyküsü Kur'an'dan öğrendiğimize göre Adem ile başlamaktadır. Adem, yaratılan ilk insan değil, insanın yaratıldığı öz'ün somut hale getirilerek edebi bir üslüp dahilindeki anlatımıdır. Eşinin ondan yaratılması ise kadın ve erkek cinsinin aynı öz'den yaratıldığının beyan edilmesidir. Klasik anlatımla önce Adem, sonra onun kaburga kemiğinden eşi yaratılmış değildir. 

190- Ne zaman ki ikisine sağlıklı (bir çocuk) verdiğinde, verdiği şeyde O'na ortaklar kıldılar. Oysa Allah onların ortak koşmakta olduklarından yücedir.

191- Hiçbir şey yaratamayan, kendileri yaratılmakta olanları mı ortak koşuyorlar?

192- Oysa (ortak koştukları) ne onlara yardıma, ne de kendilerine de yardım etmeye güç yetiremezler.

193- Ve eğer onları doğru yola çağıracak olsanız, size uymazlar. Onları çağırmış olsanız da, susmuş olsanız da sizin için aynıdır.

194- Şüphesiz ki Allah'ın aşağısından çağırmakta olduklarınız, sizin örneğiniz gibi kullardır. Öyleyse doğrulardan iseniz çağırın onları da size cevap versinler. 

195- Onların ayakları mı var onlarla yürüyorlar? Yoksa onların elleri mi var onlarla tutuyorlar? Yoksa onların gözleri mi var onlarla görüyorlar? Yoksa onların kulakları mı var onlarla işitiyorlar? De ki: "Çağırın ortaklarınızı sonra bana plân kurun ve bana göz açtırmayın."

196- Şüphesiz ki benim sahip çıkan koruyucum kitabı indiren Allah'tır. Ve O, doğruların sahip çıkan koruyucusudur.

197- Ve O'nun aşağısından çağırmakta olduklarınız ne size yardıma, ne de kendilerine yardım etmeye güç yetiremezler.

198- Ve eğer onları doğru yola çağıracak olsanız işitemezler. Onları sana bakıyorlar halde görürsün, halbuki onlar göremezler.

199- Cezalandırmaktan vazgeçmeyi (yolunu) tut ve güzel ve uygun olanı emret ve cahillerden yana kayıtsız kal.

200- Ve eğer sana şeytandan bir dürtü seni dürtüklerse, hemen Allah'a sığın. Şüphesiz ki O, işitici bilicidir.

201- Şüphesiz ki korunanlara şeytandan bir dolaşıcı dokunduğu zaman, düşünürler ve hemen basiretli davranırlar.

202- Onların kardeşleri, onları azgınlığa (el) uzatırlar, sonra da  (azgınlığa çekmekten) gevşek davranmazlar.

203- Ve onlara bir ayet getirmediğin zaman: "Onu sen derlemeli değilmiydin?" dediler. De ki: "Ben ancak ve ancak Rabbimden bana vahyedilene uyarım. Bu, Rabbinizden inananlar topluluğu için gözünüzü açacak deliller, kılavuz ve rahmettir."

204- Ve Kur'an okunduğu zaman artık onu dinleyin ve susun ki, merhamet olunasınız.

205- Ve Rabbini sabah akşam, gizlice yalvarıp yakararak, yüksek olmayan bir sesle içinden an ve kayıtsız kalanlardan olma.

206- Şüphesiz ki senin Rabbinin katında olanlar O'na kulluk etmekten büyüklenmezler ve O'nu tesbih ederler ve O'na secde ederler.


20 Şubat 2024 Salı

A'raf s. 43. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerinde Bir Düşünce

 Kur'an mealini karşılaştırmalı olarak birkaç mealden birden dikkatli okuyanlar, bazı ayetlerin anlam açısından birbirinden farklı şekilde çevrilmiş olduğunu göreceklerdir. Bu durumla karşılaşan meal okuyucusu, hangi anlamın daha isabetli olduğunu haklı olarak araştırmaya gidecektir.

A'raf s. 43. ayeti, bir meal okuyucusunun böyle durumla karşılaşacağı ayetlerden biridir. Bu ayeti okuyan bir kimse, ayetin birbirinden farklı olarak çevrilmiş iki farklı anlama sahip olduğunu görecektir. Yazımızın konusu, bu farklı anlamdan hangisinin daha isabetli olabileceği yönünde olacaktır.

İlgili ayetin Arapça metni ve iki farklı çeviriden ilkinin mealleri şu şekildedir: 

وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُۚ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۜ وَنُودُٓوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

Ahmet Varol

Gönüllerinde kin adına ne varsa hepsini çıkarmışızdır ve altlarından ırmaklar akmaktadır. "Bizi doğru yola ileterek buraya kavuşturan Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermiş olmasaydı biz doğru yola giremezdik. Şüphesiz ki Rabbimizin elçileri hakkı getirdiler" derler. Onlara: "İşte bu cennete yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındınız" diye seslenilir.

Ali Bulaç

Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: 'Bizi buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimizin elçileri hak ile geldiler.' Onlara: ' İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir' diye seslenilecek.

Cemal Külünkoğlu

Onların içlerinde kinden ne varsa söküp atarız. Altlarından ırmaklar akarken derler ki: “Hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah'a hamdolsun! Allah bize doğru yolu göstermeseydi kendiliğimizden hidayete eremezdik. Andolsun ki; Rabbimizin resulleri hakkı getirmiştir.” (Onlara:) “İşte (dünyada yapmış olduğunuz) güzel işlere karşılık, şu cennete vâris kılındınız” diye seslenilir.

Diyanet Vakfı

(Cennette) onların altlarından ırmaklar akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız. Ve onlar derler ki: «Hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah'a hamdolsun! Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik. Hakikaten Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler.» Onlara: İşte size cennet; yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye seslenilir.

Elmalılı (sadeleştirilmiş)

Orada kalblerinde bulunan kini çıkarıp atarız. Onların altlarından ırmaklar akar. "Bizi buna erdiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola sevk etmeseydi biz doğru yola erişemezdik. Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmişler." derler. Onlara şöyle seslenilir: "İşte size cennet! Yaptıklarınıza karşılık buna varis oldunuz".

Alıntı yaptığımız mealler, www.kuranmeali.com adlı siteden olup, burada sadece birkaç meali örnek olarak alıntıladık. Alıntı yaptığımız mealler övgü veya yergi amaçlı değildir.

A'raf s. 43. ayetine yukarıda verilen 1. grup meallerin ortak yönü, cennete girmiş olanlar tarafından söylenen "Allah bize doğru yolu göstermemiş olsaydı biz kendimiz doğru yolu bulamazdık" şeklindeki ifadedir.

Şimdi aşağıya aynı ayetin farklı şekilde yapılmış 2. grup meal örneklerinden birkaç tanesini verelim:

Bayraktar Bayraklı

Onların göğüslerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atmışızdır. O cennette altlarından ırmaklar akmaktadır. “Lütfedip bizi buraya getiren Allah'a hamdolsun. Allah bizi getirmeseydi biz bunu bulamazdık. Rabbimizin peygamberleri gerçeği getirmişler” dediler. Onlara, “İşte size cennet, yaptıklarınıza karşılık size miras verildi” diye seslenilecektir.

Hasan Basri Çantay

Kinden göğüslerinde (dünyâdan kalma) ne varsa söküb atacağız. Altlarından ırmaklar akacakdır. «Hamd olsun Allaha ki, derler, bizi hidâyetiyle buna kavuşdurdu. Eğer Allah bize hidâyet etmeseydi kendiliğimizden bunun yolunu bulmuş olamazdık. Andolsun ki, Rabbimizin peygamberleri gerçeği getirmişlerdir». Onlara: «İşte (dünyâda) yapmakda devam etdiğiniz (iyi işler) sayesinde mîrascı edildiğiniz cennet budur» diye nida edilecekdir.

Yaşar Nuri Öztürk

Göğüslerinde düşmanlıktan ne varsa söküp atmışızdır. Irmaklar akar altlarından. Şöyle derler: "Hamd olsun bizi buraya ulaştıran Allah'a. Eğer Allah bize kılavuzluk etmeseydi, biz buraya ulaşamazdık. Yemin olsun ki, Rabbimizin resulleri gerçeği getirmişler." Şöyle seslenilir: "İşte size, yaptıklarınıza karşılık mirasçı kılındığınız cennet!"

Elmalılı (orjinal)

Bir halde ki derunlarında kîn kabilinden ne varsa hepsini söküb atmışızdır, altlarından ırmaklar akar «hamdolsun o Allaha ki hidayetile bizi buna muvaffak kıldı, o bize hidayet etmese idi bizim kendiliğimizden bunun yolunu bulmamıza imkân yoktu, hakıkat rabbımızın Peygamberleri emri hakk ile geldiler» demektedirler, ve şöyle nidâ olunmaktadırlar: işte bu gördüğünüz o Cennet ki buna amelleriniz sebebiyle vâris kılındınız

2. grupta verdiğimiz meallerin ortak yönü, yine cennete girmiş olanlar tarafından söylenen, "Kendilerini cennete Allah'ın ulaştırdığı, kendilerinin Allah'ın nimeti böyle bir şeye ulaşmalarının imkansız" olduğu yönündeki sözleridir.

Ayetin iki farklı mealini verdikten sonra, aradaki farklı anlama sebep olan duruma geçebiliriz.

Ayete iki farklı anlam verilme sebebi, ayet içinde geçen هَدٰينَا- لِنَهْتَدِيَ-هَدٰينَا 

kelimeleridir. Bu 3 kelime aynı kökten olup sözlük olarak, "Yol göstermek, iletmek, klavuzluk yapmak" anlamına gelmektedir. 

Kanaatimizce aradaki anlam farkı, bu kelimenin ıstılahi anlamda mı yoksa lügat anlamında mı kullanılmış olduğunun tercihi noktasındadır. 1. grupta bulunan mealler, kelimeyi ıstılahi anlamda kullanırken, 2. gruptaki mealler, kelimeyi lügat anlamında kullanmayı tercih etmişlerdir.

Peki bu iki farklı mealden hangisi daha isabetlidir?. Meallerden bir grubun doğru diğer grubun ise yanlış olduğunu söylemediğimizi burada önemle hatırlatmak istiyoruz. 

Konunun başlangıcı bir önceki ayet olan 42. ayetten başlamaktadır.

------A'raf s. 42- Onlar ki inandılar ve bozuculuğu önleyici filler işlediler. Hiçbir kimseye gücünün üzerinde bir mükellefiyet yüklemeyiz. İşte onlar cennetin arkadaşlarıdır, orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar.

Bu ayette yaşamını iman ve salih amel üzerine sürdürmüş ve o halde ölmüş olan insanların, ahiretteki alacakları karşılık bildirilmektedir. 

43. ayetin ilk bölümünde, "Ve göğüslerinde kinden ne varsa söküp attık. Altlarından nehirler akarbuyurularak onların ahiretteki durumları ve verilecek nimetlerden bir kısmı bildirilmektedir.

Ayetin ikinci bölümünde ise, cennete girenlerin sözleri yer almakta, farklı mealler bu bölümün çevirisinden kaynaklanmaktadır. Diğer bölümlerin çevirilerinde herhangi bir farklılık bulunmamaktadır.

وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذٖي هَدٰينَا لِهٰذَا 

Dediler ki: "Övgü Allah'adır. O'ki bizi buna (cennete)iletti"

Dikkat edilirse cennet ehlinin ağzından çıkan ve ayet içinde geçen "Li heze" işaret zamiri cenneti işaret etmektedir. Çünkü konuşanlar cennettedir. Yani cennet ehli kendilerini cennete ulaştıran Allah'a hamd etmektedir. Cümlenin devamına verilecek anlam, bu ibareye verilecek anlam ile doğrudan alakalı olup, farklı meallerin bu zamirin cenneti işaret ettiğine dikkat edilmemesinden kaynaklandığı kanaatindeyiz.

Cennet ehlinin kendilerini cennete yerleştiren Allah'a hamd ettiklerini dikkate alan bir meallendirme yapıldığında ayetin devamı şu şekilde gelecektir: 

"Eğer Allah bizi (cennete)iletmemiş olsaydı, biz kendimizi (cennete) iletebilecek değildik. And olsun ki Rabbimizin elçileri gerçeği getirdi."

Bu durumda, 2. grupta bulunan meal örmeklerinin, 1. gruptaki meal örneklerine nazaran daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz. Dikkat edilirse 1. Elmalılı (sadeleştirilmiş), 2. grupta ise Elmalılı (orjinal) meali örnek verilmiştir. Burada dikkat çekmek istediğimiz husus, 2. grupta bulunan orjinal meal ile, 2. grupta bulunan sadeleştirilmiş mealin birbirleri ile uyumlu olmadığıdır. Maalesef Elmalılı mealini sadeleştirmek için ellerine alanlar, Elmalılı'nın verdiği ayet bazı ayet meallerini anlamadan kendi kafalarınca meal vermeye çalışmışlardır.

A'raf s. 43. ayetine bu şekilde verilen farklı mealler, bazılarımız için önemsiz görülebilir. Ancak bizim amacımız meal yapıcılarını övmek veya yermek değil, yapılan meal örneklerini vererek meal okuyucularının bazılarının kafalarında oluşabilecek soru işaretlerine cevap verebilmektir.

A'raf s. 43. ayetine bizim tarafımızdan verilmeye çalışılan meal ise şu şekildedir:

Ve göğüslerinde kinden ne varsa söküp attık. Altlarından nehirler akar. "Övgü Allah'adır. O'ki bizi buna (cennete)iletti. Eğer Allah bizi (cennete)iletmemiş olsaydı, biz kendimizi (cennete) iletebilecek değildik. And olsun ki Rabbimizin elçileri gerçeği getirdi" dediler. Ve onlara "Yapmakta olduklarınızdan dolayı mirasçı kılındığınız cennet işte bu dur" diye seslenildi.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.