18 Mayıs 2025 Pazar

ŞUARA SURESİ MEALİ

 1- Ta, Sin, Mim.

2- Bunlar, o açıklayan kitabın ayetleridir.

3- Herhalde sen, inanan olmuyorlar diye benliğini tüketicisin.

4- Eğer dilesek onların üzerine o gökten bir ayet indiririz de, boyunları ona yumuşayıcı oluverirler.

5- Onlara o çok şefkatli'den (öncekiler gibi gelen) bir yeni bir hatırlamadan gelmiyor ki, ondan ancak kayıtsız kalanlar olmasınlar.

6- Kesinlikle yalanladılar, artık kendisini alaya almakta oldukları şeyin haberleri onlara gelecektir.

7- O yeri görmediler mi orada her bir değerli çiftten kaçını bitirdik.

8- Şüphesiz ki işte bunda kesinlikle bir ayet vardır. Ve onların hiçbiri inanan değildir.

9- Ve şüphesiz ki senin Efendin kesinlikle o çok güçlünün, o çok merhamet edicinin ta kendisidir.

10- 11- Ve bir zaman senin Efendin, Musa'ya: "O haksızlık yapan topluluğa, Firavun topluluğuna git, sakınmazlar mı? (sor)" diye seslenmişti.

12- 13- 14- (Musa): "Ey Efendim, beni yalanlamalarından kaygılanıyorum, göğsüm daralır ve dilim çözülmez, bundan dolayı Harun'u da gönder. Onların benim üzerime bir suçlamaları var, beni öldürmelerinden kaygılanıyorum" demişti.

15- 16- 17- (Allah): "Hayır. İkiniz hemen ayetlerimle gidin, şüphesiz ki biz sizin beraberinizde işiticileriz. Haydi ikiniz Firavun'a gelin de: 'Şüphesiz ki biz, İsrailoğulları'nı bizim beraberimizde gönderesin diye (gönderilmiş) o tüm insanların Efendisinin bir elçisiyiz' deyin" demişti.

18- 19- (Firavun): "Seni bir çocuk iken içimizde büyütmedik mi? Ve içimizde ömründen senelerce kaldın ve (sonunda) işlediğin o işi de işledin ve sen o (nimeti) örtücülerdensin" demişti.

20- 21- 22- (Musa): "Onu işledim o zaman ve ben o sapkınlardandım. Sizden kaygılandığımda kaçtım da benim Efendim bana bir karar yeteneği bahşetti ve beni o gönderilmişlerden olarak atadı. Ve bu bir nimet olan başıma kaktığın büyük iyiliğin ise, İsrailoğulları'nı köleleştirmendendir" demişti.

23- Firavun: "O tüm insanların Efendisi de nedir? demişti.

24- (Musa): "Eğer o kesinkes inananlardansanız, o göklerin ve o yerin ve ikisinin arasında olan şeylerin Efendisidir" demişti.

25- (Firavun) kendi etrafında olan kimselere: "İşitmez misiniz (neler söylüyor)?" demişti.

26- (Musa): "Sizin de Efendinizdir ve o önceki atalarınızın da Efendisidir" demişti.

27- (Firavun): "Şüphesiz ki size gönderilmiş olan bu elçiniz, kesinlikle cinlenmiştir" demişti.

28- (Musa): "O doğunun ve o batının ve ikisinin arasında olan şeylerin de Efendisidir. Eğer bağ kuranlardansanız" demişti.

29- (Firavun): "Ant olsun ki benden başka bir tanrıya tutunursan, seni kesinlikle o hapsedilmişlerden yapacağım" demişti.

30- (Musa): "Sana açıklanan bir şey getirmiş olsamda mı?" demişti.

31- (Firavun): "Eğer o doğru söyleyenlerden ise, haydi onu getir" demişti.

32- 33- Bunun üzerine değneğini attı, birden o, bir açıklayan koca yılan. Ve elini (koynundan) çekip çıkardı, o bakanlara birden o bir bembeyaz (oluvermiş).

34- 35- (Firavun) kendi etrafında olan o dolgunlara: "Şüphesiz ki bu, kesinlikle en iyi bilici bir sihirbazdır. Sihri ile sizi yerinizden çıkarmayı istiyor. O halde ne öneriyorsunuz?" demişti.

36-37- (Dolgunlar): "Onu ve kardeşini beklet ve o şehirlere sürüp toplayıcılar harekete geçir. Bütün en iyi bilici usta sihirbazları sana getirirler" demişlerdi.

38- Bir bilinmiş günün belirli vakti için o usta sihirbazlar toplanmıştı.

39- 40- Ve o insanlara da: "Eğer onlar o galip gelenler olurlarsa onlara uymamız için, sizler de toplananlar mısınız?" denilmişti.

41- O usta sihirbazlar geldiğinde Firavun'a: " Eğer o galip gelenler bizler olursak, bize bir ücret kesinlikle var mıdır?" demişlerdi.

42- (Firavun): "Evet ve şüphesiz ki siz o takdirde, kesinlikle yakınlaştırılmışlardansınız" demişti.

43- Musa onlara: "Atıcısı olduğunuz şeyleri atın" demişti.

44- Bunun üzerine onlar da iplerini ve değneklerini: "Firavunun gücü adına, şüphesiz ki o galip gelenler kesinlikle bizleriz" diyerek atmışlardı.

45- Bunun üzerine Musa'da değneğini atınca, birden o da onların çarpıtmakta oldukları şeyleri yutuyor.

46-47- 48- Bunun üzerine o usta sihirbazlar boyun eğiciler olarak (yere) atılmış: "O tüm insanların Efendisine, Musa'nın ve Harun'un Efendisine inandık" demişlerdi.

49- (Firavun): "Ben size onay vermeden önce ona inandınız.  Şüphesiz ki o kesinlikle, o sihri size öğreten büyüğünüzdür. O halde ileride bileceksiniz. Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazdan kestireceğim ve toplu halde sizi astıracağım" demişti.

50- 51- (sihirbazlar): "Zararı yok şüphesiz ki biz, Efendimize çevrilicileriz. Şüphesiz ki biz, o inananların öncüsü olmamızdan dolayı Efendimizin yanılgılarımızı bize bağışlamasını umuyoruz" demişlerdi.

52- Ve Musa'ya: "Kullarımı geceleyin yürüt, şüphesiz ki siz izlenenler olacaksınız" diye vahyettik.

53- 54- 55- 56- Bunun üzerine Firavun o şehirlere: "Şüphesiz ki onlar kesinlikle bir bölük pörçük azınlıklardır. Ve şüphesiz ki onlar bize kesinlikle öfkelidirler. Ve şüphesiz ki bizler kesinlikle bir toplu haldeki sakınanlarız" (diyerek) sürüp toplayıcılar gönderdi.

57- 58- Derken onları bahçelerden ve su gözelerinden ve hazinelerden ve değerli yerlerden çıkardık.

59- İşte böylece onlara İsrailoğulları'nı mirasçı yaptık.

60- Derken gün ağarma vaktine girdiklerinde onları takibe koyuldular.

61- O iki birlik birbirini gördüğünde, Musa'nın arkadaşları: "Şüphesiz ki bizler yetişilmişleriz" dedi.

62- (Musa): "Hayır. Şüphesiz ki benim Efendim benim beraberimdedir, beni doğruya ilecektir" dedi.

63- Bunun üzerine Musa'ya: "Değneğini o denize vur" diye vahyettik. Böylece (o deniz ikiye) ayrıldı da her bir ayrığı o göğe yükselen büyük dağ gibi oldu.

64- Ve o sonrakileri oraya yaklaştırdık.

65- Ve Musa'yı ve onun beraberinde olan kimseleri toplu halde kurtardık.

66- Sonra o sonrakileri batırdık.

67- Şüphesiz ki işte bunda kesinlikle bir ayet vardır. Ve onların hiçbiri inanan değildi.

68- Ve şüphesiz ki senin Efendin kesinlikle o çok güçlünün, o çok merhamet edicinin ta kendisidir.

69- Ve onlara İbrahim'in haberini peşi sıra oku.

70- Bir zaman babasına ve topluluğuna: "Neye kulluk ediyorsunuz?" demişti.

71- (Topluluğu): "Putlara kulluk ediyoruz, onların üzerine kapananlar olmaya da devam edeceğiz" demişlerdi.

72- 73- (İbrahim): Çağırmakta olduğunuz zaman sizi işitiyorlar mı? Veya size fayda veya zorluk verebiliyorlar mı?" demişti

74- (Topluluğu): "Hayır, atalarımızı işte böyle yaparlarken bulduk" demişlerdi.

75- 76- 77- 78- 79- 80- 81- 82- 83- 84- 85- 86- 87- 88- 89- (İbrahim): "Sizin ve eski atalarınızın kulluk etmekte olduğunuz şeyleri gördünüz mü? (hiçbir işe yaramıyor). Şüphesiz ki onlar bana bir düşmandır, o tüm insanların Efendisi başka. O ki beni takdir etti ve O, beni doğruya iletir. Ve O ki beni yediren ve beni suvaran O'dur. Ve hasta olduğum zaman, beni iyileştiren O'dur. Ve O ki beni öldürecek sonra diriltecektir. Ve O ki o itaatin gününde yanılgımı bağışlamasını ummakta olduğumdur. Ey Efendim, bana bir karar yeteneği bahşet ve beni o düzgünlere kat. Ve o sonrakilerde benim için bir doğruluk dili oluştur. Ve beni o nimet bahçesine bir mirasçıdan yap. Ve babamı bağışla, şüphesiz ki o, o sapkınlardandır. Ve harekete geçirilecekleri gün beni rezil etme. O gün bir mal ve oğullar fayda vermez. Allah'a (şirkten) uzaklaşmış bir kalple gelen kimse başka" demişti.

90- Ve o bahçe o korunanlar için yaklaştırıldı.

91- Ve o şiddetli ateş o azgınlar için meydana çıkarıldı.

92- 93- Ve onlara: "Allah'ın aşağısından kulluk etmekte olduğunuz şeyler nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine yardım edebiliyorlar mı?" denildi.

94- Artık onlar o azgınlar oraya yüzüstü atılmışlardır.

95-Ve toplu halde İblis'in askerleri de.

96- 97- 98- 99- 100- 101- 102- Ve onlar orada çekişirlerken: "Allah'a yemin olsun ki  şüphesiz ki biz kesinlikle açıklanan bir sapkınlık içindeydik. O zaman sizi o tüm insanların Efendisi ile denk tutuyorduk. Ve bizi o suçlulardan başkası saptırmadı. Artık bizim için eşlikçilerden ve bir doğru sözlü sıcak dosttan hiçbiri yoktur. Artık bizim için bir tekrar daha olsaydı da, o inananlardan olsaydık" dediler.

103- Şüphesiz ki işte bunda kesinlikle bir ayet vardır. Ve onların hiçbiri inanan değildi.

104- Ve şüphesiz ki senin Efendin kesinlikle o çok güçlünün, o çok merhamet edicinin ta kendisidir.

105- Nuh'un topluluğu da o gönderilmişleri yalanladı.

106- 107- 108- 109- 110- Bir zaman kardeşleri Nuh onlara: "Korunmaz mısınız? Şüphesiz ki ben sizin için bir güvenilir elçiyim. Artık Allah'a karşı korunun ve bana itaat edin. Ve ben buna karşılık sizden hiçbir ücret sormuyorum. Benim ücretim o tüm insanların Efendisinden başkasının üzerinde değildir. Artık Allah'a karşı korunun ve bana itaat edin" demişti.

111- (Topluluğu): "Sana o en aşağılıklar uymuş haldeyken sana inanır mıyız?" demişlerdi.

112- 113- 114- 115- (Nuh): "Onların işlemekte oldukları şey hakkında benim bir bilgim yoktur. Onların hesabı benim Efendimden başkasının üzerinde değildir. Eğer fark edebilirseniz. Ve ben o inananları kovucu değilim. Ben bir açıklayan uyarıcıdan başkası da değilim" demişti.

116- (Topluluğu): "Ey Nuh, eğer bundan vazgeçmezsen ant olsun ki kesinlikle o taşlanmışlardan olacaksın" demişlerdi.

117- 118- (Nuh): "Ey Efendim şüphesiz ki topluluğum beni yalanladı. Artık benimle onların arasını bir fetihle aç ve beni ve o inananlardan benimle beraber olan kimseleri kurtar" demişti.

119- 120- Bunun üzerine onu ve o doldurulmuş gemideki onun beraberinde olan kimseleri kurtarmış, sonra bunun arkasından o (gemi dışında) kalıcıları batırmıştık. 

121- Şüphesiz ki işte bunda kesinlikle bir ayet vardır. Ve onların hiçbiri inanan değildi.

122- Ve şüphesiz ki senin Efendin kesinlikle o çok güçlünün, o çok merhamet edicinin ta kendisidir.

123- Ad (topluluğu) o gönderilmişleri yalanladı.

124- 125- 126- 127- 128- 129- 130- 131- 132- 133- 134- 135- Bir zaman kardeşleri Hud onlara: "Korunmaz mısınız? Şüphesiz ki ben sizin için bir güvenilir elçiyim. Artık Allah'a karşı korunun ve bana itaat edin. Ve ben buna karşılık sizden hiçbir ücret sormuyorum. Benim ücretim o tüm insanların Efendisinden başkasının üzerinde değildir. Her bir tepeye bir ayet (dikkatleri çeken şey) yaparak gereksiz işlerle mi uğraşıyorsunuz? Ve sürekli kalanlar olmanız için görkemli yapılara tutunuyorsunuz. Ve yakaladığınız zaman, zorbalar olarak yakalıyorsunuz. Artık Allah'a karşı korunun ve bana itaat edin. Ve bilmekte olduğunuz şeylerle sizi uzatandan korunun. Sizi hayvanlarla ve oğullarla ve bahçeler ve su gözeleriyle uzattı. Şüphesiz ki ben sizin için bir büyük gün azabından kaygılanıyorum" demişti.

136- 137- 138- (Topluluğu): "Bize öğüt versen de yahut o öğüt verenlerden olmasan da bize denktir. Bu, o öncekilerin bir takdirinden (geleneğinden) başkası değil. Ve biz azaplandırılmışlar da olmayacağız" demişlerdi.

139- Böylece onu yalanlamışlar, biz de onları yok etmiştik. Şüphesiz ki işte bunda kesinlikle bir ayet vardır. Ve onların hiçbiri inanan değildi.

140- Ve şüphesiz ki senin Efendin kesinlikle o çok güçlünün, o çok merhamet edicinin ta kendisidir.

141- Semud (topluluğu) o gönderilmişleri yalanladı.

142- 143- 144- 145- 146- 147- 148- 149- 150- 151- 152- Bir zaman kardeşleri Salih onlara: "Korunmaz mısınız?  Şüphesiz ki ben sizin için bir güvenilir elçiyim. Artık Allah'a karşı korunun ve bana itaat edin. Ve ben buna karşılık sizden hiçbir ücret sormuyorum. Benim ücretim o tüm insanların Efendisinden başkasının üzerinde değildir. Buradaki bahçeler ve su gözeleri ve  ekinler ve tomurcukları olgunlaşmış hurmalık içinde güvenliler olarak hep bırakılacak mısınız? Ve o dağlardan evleri şımaranlar olarak yontuyorsunuz. Artık Allah'a karşı korunun ve bana itaat edin. Ve o yerde bozuculuk yapan ve düzeltici olmayan o savurganların buyruğuna uymayın" demişti.

153- 154- (Topluluğu): "Sen ancak ve ancak o iyice sihirlenmişlerdensin. Sen bizim örneğimiz bir beşerden başkası da değilsin. Eğer o doğru söyleyenlerden isen, haydi bir ayet getir" demişlerdi.

155- 156- (Salih): "Bu, bir dişi devedir, ona bir (su) içme vardır ve size de bir bilinmiş gün (su) içme vardır. Ve ona sakın kötülükle dokunmayın, yoksa bir büyük azap sizi tutar" demişti.

157- Derken onu ayaklarını keserek öldürmüşlerdi de pişmanlar olmuşlardı.

158- Bunun üzerine o azap onları tutuvermişti. Şüphesiz ki işte bunda kesinlikle bir ayet vardır. Ve onların hiçbiri inanan değildi.

159- Ve şüphesiz ki senin Efendin kesinlikle o çok güçlünün, o çok merhamet edicinin ta kendisidir.

160- Lut'un topluluğu da o gönderilmişleri yalanladı.

161- 162- 163- 164- 165- 166- Bir zaman kardeşleri Lut onlara: "Korunmaz mısınız?  Şüphesiz ki ben sizin için bir güvenilir elçiyim. Artık Allah'a karşı korunun ve bana itaat edin. Ve ben buna karşılık sizden hiçbir ücret sormuyorum. Benim ücretim o tüm insanların Efendisinden başkasının üzerinde değildir. Ve Efendinizin sizin için takdir ettiği eşlerinizi bırakıyorsunuz da, o tüm insanlardan o erkeklere mi geliyorsunuz? Hayır siz, bir sınırı aşanlar topluluğusunuz" demişti.

167- (Topluluğu): "Ey Lut, eğer bundan vazgeçmezsen ant olsun ki kesinlikle o çıkarılmışlardan olacaksın" demişlerdi.

168- 169- (Lut): "Şüphesiz ki ben, işinize o kızanlardanım. Ey Efendim, beni ve halkımı onların işlemekte olduklarından kurtar" demişti.

170- 171- 172- Bunun üzerine o geride kalanlar içindeki bir kocamış kadın dışında onu ve halkını toplu halde kurtarmış, sonra da, o sonrakileri yerle bir etmiştik.

173- Üzerlerine bir yağmur yağdırmıştık. Artık ne kötüdür o uyarılanların yağmuru.

174- Şüphesiz ki işte bunda kesinlikle bir ayet vardır. Ve onların hiçbiri inanan değildi.

175- Ve şüphesiz ki senin Efendin kesinlikle o çok güçlünün, o çok merhamet edicinin ta kendisidir.

177- O ormanlık yerin arkadaşları da o gönderilmişleri yalanladı.

178- 179- 180- 181- 182- 183- 184- Bir zaman Şuayb onlara: ""Korunmaz mısınız?  Şüphesiz ki ben sizin için bir güvenilir elçiyim. Artık Allah'a karşı korunun ve bana itaat edin. Ve ben buna karşılık sizden hiçbir ücret sormuyorum. Benim ücretim o tüm insanların Efendisinden başkasının üzerinde değildir. O ölçeği eksiksiz yapın ve (insanları) o ziyan ettirenlerden olmayın. O dosdoğru terazi ile tartın. Ve o insanların eşyalarını(n değerini) düşük tutmayın ve o yerde bozucular olarak karışıklık çıkarmayın. Ve sizi ve o önceki büyük toplulukları takdir edene karşı korunun" demişti.

185- 186- 187- (Topluluğu): "Sen ancak ve ancak o iyice sihirlenmişlerdensin. Sen bizim örneğimiz bir beşerden başkası da değilsin. Ve şüphesiz ki biz senin kesinlikle o yalancılardan olduğuna kanaat getiriyoruz. Eğer o doğru söyleyenlerden isen, haydi üzerimize o gökten bir parça düşür" demişlerdi.

188- (Lut): "Benim Efendim işlemekte olduğunuz şeyleri en iyi bilendir" demişti.

189- Böylece onu yalanlamışlar, onları da o gölgenin günü azabı tutmuştu.

190-  Şüphesiz ki işte bunda kesinlikle bir ayet vardır. Ve onların hiçbiri inanan değildi.

191- Ve şüphesiz ki senin Efendin kesinlikle o çok güçlünün, o çok merhamet edicinin ta kendisidir.

192- Ve şüphesiz ki o, o tüm insanların Efendisinin bir indirmesidir.

193- 194- 195- Onu, o uyarıcılardan olman için bir Arabi dille o güvenilir esinti senin kalbine indirdi.

196- Ve şüphesiz ki o, o öncekilerin de yazılı metinlerindedir.

197- İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi onlar için bir ayet olmadı mı?

198- 199- Ve eğer onu bir kısım yabancılara indirmiş olsaydık da, onu onlara okumuş olsaydı, yine de ona inanan olmazlardı.

200- Biz onu o suçluların kalplerine işte böyle soktuk.

201- Onlar o acıklı azabı görmelerine kadar, ona inanmazlar.

202- 203- Artık (o azap) onlara fark etmezlerken bir anda gelir de: "Biz bakılmışlardan mıyız?" derler.

204- Artık azabımızı (hala) hızla istiyorlar mı?

205- 206- 207- Gördün mü, eğer senelerce onları faydalandırsak, sonra söz verilmekte oldukları şey onlara gelse, faydalandırılmakta oldukları şeyler onlardan bir zenginlik sağlamaz.

208- 209- Ve hiçbir şehri onun hatırlatan uyarıcıları olmadan yok etmedik. Biz haksızlık yapanlardan olmadık.

210- Ve onu o şeytanlar indirmedi.

211- Ve onlar (bu işin) peşine düşemiyor ve güç yetiremiyorlar.

212- Şüphesiz ki onlar o (vahyedileni) işitmekten kesinlikle uzaklaştırılmışlardır.

213- O halde Allah'ın beraberinde diğer bir tanrıyı çağırma, yoksa o zaplandırılmışlardan olursun.

214- Ve o en yakın oymağını uyar.

215- Ve o inananlardan sana uyan kimselere kanadını alçalt.

216- Buna rağmen eğer sana karşı çıkarlarsa onlara: "Şüphesiz ki ben, sizin işlemekte olduğunuz şeylerden uzağım" de.

217- Ve o en güçlüye, o çok merhamet ediciye dayan.

218- O ki ayağa kalktığın vakit seni görüyor.

219- Ve o boyun eğenlerin içinde çevrilip durmanı da (görüyor).

220-  Şüphesiz ki O, o en iyi işiticinin o en iyi bilicinin ta kendisidir.

221- O şeytanların kime tenezzül edeceğini size haber vereyim mi?

222- Her azılı (gerçeği) çarpıtıcı günahkara tenezzül eder.

223- Onlar, onlara o işitmeyi atarlar (onlara kulak verirler) ve onların tamamı yalancılardır.

224- Ve o şairlere de o azgınlar uyar.

225- Görmedin mi şüphesiz ki onlar, her bir vadide (susuz kalan develer gibi) şaşkın şaşkın dolaşıyorlar.

226- Ve şüphesiz ki onlar, yapamayacakları şeyleri söylüyorlar.

227- İnanan ve o düzgün işleri işleyenler ve Allah'ı pek çok hatırlayanlar ve haksızlık yapılmalarından sonra yardımlaşanlar başka.Ve haksızlık yapanlar nasıl bir çevrilişle çevrileceklerini bilecekler.


10 Mayıs 2025 Cumartesi

FURKAN SURESİ MEALİ

1- Bereketin kaynağıdır ki O, tüm insanlara bir uyarıcı olması için, kuluna o (doğru ile yanlışı) ayıranı indirdi.

2- O'ki, o göklerin ve o yerin hükümranlığı O'nundur ve bir çoğuğa da tutunmamıştır ve O'nun hükümranlıkta bir ortağı da olmamıştır. Ve her şeyi takdir edip bir ölçüyle ölçülendirmiştir.

3- Ve O'nun aşağısından hiçbir şey takdir edemez, (üstelik) onların kendileri takdir edilmekte olan  ve benlikleri için bir faydaya ve bir zorluğa sahip olamaz ve bir ölüme ve bir yaşama ve bir (yeniden) yaymaya da sahip olamaz, bir takım tanrılara tutundular.

4- Ve (gerçeği) örtenler: "Bu, onu kendisinin yakıştırdığı ve diğer bir topluluğun da kendisini desteklediği bir çarpıtmadan başkası değil" dediler de, böylece bir haksızlıkla ve (gerçeği) yamultmayla geldiler.

5- Ve: "(Bunlar) onları yazdırıp da sabah akşam kendisine okunmakta olan o öncekilerin söylenceleridir" dediler.

6- De ki: "Onu, o göklerdeki ve o yerdeki o saklıyı bilen indirdi. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir."

7- 8- Ve: "Bu, o elçiye ne oluyor ki o yiyeceği yiyor ve o pazarlarda yürüyor? Ona bir melek indirilmiş olup da onun beraberinde bir uyarıcı olmalı veya ona bir hazine atılmalı veya onun ondan yiyeceği bir bahçesi olmalı değil miydi?" dediler. Ve o haksızlık yapanlar: "Siz, bir sihirlenmiş adamdan başkasına uymuyorsunuz" dedi.

9- Bak, sana karşı nasıl o örnekleri ortaya koydular da böylelikle saptılar. Artık (doğru) bir yola güç yetiremezler.

10- Eğer dilerse sana bundan daha hayırlısını, altlarından o nehirler akar bahçeler verebilecek ve sana köşkler verebilecek (Allah), bereketin kaynağıdır.

11- Aksine, o saati yalanladılar ve biz de o saati yalanlayan kimseye, bir alevli ateş hazırladık.

12- (O alevli ateş) onları uzak bir taraftan gördüğü zaman, (yalanlayanlar) onun bir öfkesini ve bir korkunç sesini işitirler.

13- Ve oradan dar bir yere birbirlerine yaklaştırılmış olarak atıldıkları zaman, işte orada bir yok oluşu çağırırlar.

14- Bugün bir tek yok oluşu çağırmayın, birçok yok oluşu çağırın.

15- De ki: "Bu mu daha hayırlıdır, yoksa o korunanlara söz verilmiş olan o sürekli kalıcılık bahçesi mi? (Orası) onlar için bir karşılık ve bir dönüş yeri olmuştur."

16- Onlar için orada sürekli kalıcılar olarak dileyecekleri şeyler vardır. Bu, senin Efendinin üzerine bir sorumluluk sözü olmuştur.

17- Ve onları ve Allah'ın aşağısından kulluk etmekte oldukları şeyleri şeyleri sürüp toplayacağı gün: "Bu kullarımı siz mi saptırdınız yoksa onlar kendileri mi saptılar?" der.

18- (Onlar): "Seni her türlü eksiklikten uzak tutarız. Senin aşağından bir takım yönelenlerin peşine düşmek bizim için olmadı. Fakat sen onları ve babalarını faydalandırdın, nihayet o hatırlatmayı unuttular ve bir yıkılanlar topluluğu oldular" dediler.

19- Söylemekte olduğunuz şeyde sizi kesinlikle yalanladılar. Artık bir çevirmeye ve bir yardıma güç yetiremezsiniz. Ve içinizden kim haksızlık yaparsa, ona bir büyük azap tattırırız.

20- Ve senden önce de o gönderilmişlerden hiçbirini göndermedik ki, şüphesiz ki onlar kesinlikle o yiyeceği yerler ve o çarşılarda yürürlerdi. Ve bir kısmınızı bir kısım üzerine bir deneme kıldık ki direnip gayret edebilecek misiniz? Ve senin Efendin bir en iyi görücüdür.

21- Ve bizimle karşılaşmayı beklemezler: "Bize o meleklerin indirilmiş olması veya Efendimizi görmemiz gerekmez miydi?" dediler. Ant olsun ki benliklerinde büyüklük tasladılar ve bir büyük başkaldırışla başkaldırdılar.

22- O melekleri görecekleri gün, o suçlulara bir müjde yoktur ve (o melekler): "Etraf taşlarla çevrili" diyecekler.

23- Ve onların işten işledikleri şeyin önüne geçtik de onu bir saçılmış toz tanesi kıldık.

24- O bahçenin arkadaşları o gün bir sabitleşme bakımından daha hayırlı ve bir gündüz istirahatı bakımından da daha güzeldir.

25- O gün o gök bulutlarla ayrışır ve o melekler indirildikçe indirilir.

26- O gün o gerçek hükümranlık o çok şefkatli'nindir. Ve o gün o (gerçeği) örtücüler için bir zorluktur.

27- 28- 29- Ve o gün o haksızlık yapan iki elini ısırır da: "Keşke ben o elçinin beraberinde bir yola tutunsaydım. Yazıklar olsun bana, keşke ben falancaya bir dost olarak tutunmasaydım. Ant olsun ki o hatırlatma bana geldikten sonra beni saptırdı. Ve o şeytan, o insanı bir yüzüstü bırakandır" der.

30- Ve (o gün) o elçi de: "Ey Efendim, şüphesiz ki benim topluluğum bu okunan (Kur'an)a bir çirkin söz olarak tutundu" dedi.

31- Ve işte böylece her bir haberci için o suçlulardan bir düşman kıldık. Ve senin Efendin bir doğruya iletici ve bir yardımcı olarak yeterlidir.

32- Ve (gerçeği) örtenler: "Bu okunan (Kur'an), ona tek bir seferde indirilmiş olmalı değil miydi? dediler. İşte böylece senin gönlünü onun kalıcılaştırmak için onu bir sıralandırmayla sıralandırdık (belirli zamanlara yayarak indirdik).

33- Ve sana bir örnek getirmezler ki, biz sana o gerçeği daha güzel bir yorumla getirmiş olmayalım.

34- Onlar, yüzlerinin üzerine cehenneme sürülüp toplanacaklar. İşte onlar, durumca daha şerli ve yolca daha sapkındırlar.

35- 36- Ve ant olsun ki Musa'ya o kitabı verdik ve onun beraberinde kardeşi Harun'u (görev yükünü) bir taşıyıcı olarak verdik de (ikisine): "İkiniz, ayetlerimizi yalanlayan o topluluğa gidin" dedik. Sonunda onları bir yıkımla yerle bir ettik.

37- Ve Nuh topluluğu, o elçiyi yalanladıklarında onları batırdık ve onları o insanlara bir delil yaptık. Ve o haksızlık yapanlara bir acı azap hazırladık.

38- Ve Ad'a ve Semud'a ve o Ress'in arkadaşlarına ve bunun arasında birçok nesilleri de (bir acı azap hazırladık).

39- Ve hepsinin kendisine o örnekleri ortaya koymuştuk. Ve hepsini bir dağıtmayla darmadağın ettik.

40- Ve ant olsun ki o kötü yağmur yağdırılmış o şehre geldiler. Onu görüyor olmalı değiller miydi? Aksine, onlar bir (yeniden) yaymayı beklemezler idiler.

41- 42- Ve seni gördükleri zaman: "Allah'ın bir elçi olarak harekete geçirdiği bu mu? Eğer onların üzerinde direnip gayret etmemiş olsaydık, şüphesiz ki neredeyse bizi tanrılarımızdan kesinlikle  saptıracaktı(diyerek) sana bir alay konusundan başka tutunmuyorlar. İleride o azabı görecekleri vakit, kim bir yolca daha sapkınmış bilecekler.

43- Tanrısına kendi keyfi arzusunca tutunanı gördün mü? Artık  sen ni ona bir dayanak olacaksın?

44- Yoksa onların daha çoğunun işitmekte olduğunu veya bağ kurmakta olduğunu mu hesap ediyorsun? Onlar o hayvanlar gibidirler, aksine onlar yolca daha sapkındırlar.

45- Görmedin mi Efendini o gölgeyi nasıl yayıp uzattı? Ve eğer dilemiş olsaydı onu bir durağan yapardı. Sonra o güneşi ona bir kılavuz yaptık.

46- Sonra onu bir kolay çekişle kendimize çektik.

47- Ve O, sizin için o geceyi bir elbise ve o uykuyu da bir dinlenme yaptı ve o gündüzü de bir (yeniden) yayma yaptı.

48- 49- Ve O, o rüzgarları rahmetinin önünde bir müjde olarak gönderdi. Ve o gökten de onunla bir ölü yöreyi yaşatmamız ve takdir ettiğimiz bir çok hayvanları ve insanları onunla suvarmamız için, bir tertemiz su indirdik.

50- Ve ant olsun ki biz onu hatırlamaları için aralarında evirip çevirdik. Buna rağmen o insanların daha çoğu ancak (gerçeği) örtmekte diretti.

51- Ve eğer dileseydik her bir şehire kesinlikle bir uyarıcı harekete geçirirdik.

52- Artık o (gerçeği) örtenlere itaat etme ve bununla (itaat etmemekle) bir büyük güçle onlara karşı güç kullan.

53- Ve O, bu tatlı içimi kolay ve bu acı içimi zor o iki denizi salıverdi. Ve ikisinin arasına (sanki) taşlarla çevrili (görünmez) bir engel yaptı.

54- Ve O, o sudan bir beşer takdir etti  de onu bir soy ve hısım (sahibi) yaptı. Ve senin Efendin, bir güç yetiricidir.

55- Ve Allah'ın aşağısından onlara fayda veremez ve zorluk veremez şeylere kulluk ediyorlar. Ve o (gerçeği) örtücü, Efendisine karşı bir arka çıkan oldu.

56- Ve seni bir müjdeci ve bir uyarıcı olmaktan başka (bir görevle) göndermedik.

57- De ki: "Ben buna karşılık sizden, kendisinin Efendisine bir yola tutunmayı dilemiş olmanız dışında hiçbir ücret sormuyorum."

58- Ve o yaşayana dayan, O'ki ölmez ve O'nu övgü ile her türlü eksiklikten uzak tut. Ve kullarının suçlarını bir en iyi haber alıcı olarak O yeterlidir.

59- O'ki, o gökleri ve o yeri ve ikisinin arasındaki şeyleri altı dönemde takdir etti, sonra o tahtın üzerine (yönetime) oturan o çok şefkali'dir. Artık bunu bir en iyi haber alıcıya sor.

60- Ve onlara: "O çok şefkatli'ye boyun eğin" denildiği zaman, O çok şefkatli'de neymiş? Senin bize buyurduğun o şeye boyun eğer miyiz?" derler ve (bu denilen) onlara bir nefret arttırır.

61- Bereketin kaynağıdır ki O, o gökte kaleler oluşturdu ve orada bir lamba (güneş) ve bir ışık verici ay oluşturdu.

62- Ve O, hatırlamak isteyen veya bir şükredici olmak isteyen için, o geceyi ve o gündüzü bir ardıl yaptı.

63- Ve o çok şefkatli'nin kulları o yerde bir alçak gönüllülükle yürürler ve o düşüncesizler onlara söz söylediği zaman, "Selam" derler.

64- Ve onlar ki, Efendilerine bir boyun eğen ve bir ayakta duran olarak gecelerler.

65- 66- Ve onlar ki, "Ey Efendimiz, cehennem azabını bizden çevir. Şüphesiz ki onun azabı (ödemekle bitmez) bir borçluluktur. Şüphesiz ki o, ne kötü bir sabitliktir ve bir kalıcılıktır" derler.

67- Ve onlar ki, harcadıkları zaman savurganlık yapmadılar ve cimrilik yapmadılar ve (harcamaları) bunun arasında bir kıvamda oldu.

68- Ve onlar ki, Allah'ın beraberinde diğer bir tanrıyı çağırmazlar ve Allah'ın (öldürülmesini) yasakladığı o benliği o gerçek (neden) dışında öldürmezler ve zina etmezler. Ve kim bunu yaparsa, bir günahla karşılaşır.

69- O kalkışın gününde o azap onun için kat kat arttırılır ve onda bir küçük düşürülen olarak sürekli kalır.

70- Dönen ve inanan ve bir düzgün iş işleyen kimse hariç. Allah, işte onların kötülüklerini güzelliklere değiştirir. Ve Allah, bir çok bağışlayıcıdır bir çok merhamet edicidir.

71- Ve kim (itaatle) döner ve bir düzgün iş işlerse, şüphesiz ki o, (dönüşü kabul edilmiş) bir dönen olarak Allah'a döner.

72- Ve onlar ki, o (gerçeği) yamultmaya tanıklık etmezler ve ve o amaçsız söze uğradıkları zaman, değerli bir şekilde geçip giderler.

73- Ve onlar ki, Efendilerinin ayetleriyle hatırlatıldıkları zaman, onlara karşı sağırlar ve körler olarak kapanmadılar.

74- Ve onlar ki, "Ey Efendimiz, eşlerimizden ve soylarımızdan bize gözler ferahlığı bahşet ve bizi o korunanlara bir önder kıl" derler.

75- İşte onlar, direnip gayret etmeleri nedeniyle o özel odayla karşılıklanırlar ve orada ve bir esenlikle ve bir selamla karşılanırlar.

76- Orada sürekli kalıcılar olarak. Ne güzel bir sabitliktir ve bir kalıcılıktır.

77- De ki: "Eğer çağrınız olmasa, benim Efendim size nasıl aldırış eder. Oysa siz yalanladınız, artık ileride (azap size) bir mecburiyet olur."

 

6 Mayıs 2025 Salı

NUR SURESİ MEALİ

1- Bir sure ki onu indirdik ve onu(n hükümlerini size) belirledik ve hatırlamanız için onda apaçık ayetler indirdik.

2- O zina eden kadına ve o zina eden erkeğe, o ikisinden her birine yüz celde vurun. Ve eğer Allah'a ve o sonraki güne inanıyorsanız, Allah'ın itaat nizamın(ı uygulama) da sizi  bir acıma tutmasın. Ve o ikisinin azabına da (yüz celde uygulamasına) o inananlardan bir grup tanık olsun.

3- O zina erkek, zina eden bir kadından veya ortak koşan bir kadından başkasıyla evlenmez. Ve o zina eden kadınla da, zina eden bir erkek veya ortak koşan bir erkekten başkası evlenmez. Ve bu o inananlara yasaklanmıştır.

4- Ve o korunan kadınlara (zina suçu) atan, sonra da (bu suçu işlediklerine dair) dört tanık getiremeyenlere, seksen celde vurun ve onların tanıklığını da ebedi olarak kabul etmeyin. Ve işte onlar, o itaatten çıkanların ta kendileridir.

5- Bunun arkasından (itaatle) dönmüş ve (durumlarını) düzeltmiş olanlar başka. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

6- 7- Ve eşlerine (zina suçu) atan ve onların kendilerinden başka tanıkları olmayanlardan birinin tanıklığı, kendisinin kesinlikle o doğru söyleyenlerden olduğuna dair, Allah'ı dört defa bir tanık olarak tutması ve o beşincisinde, eğer o yalancılardan ise Allah'ın dışlamasının mutlaka kendisinin üzerine olması(nı istemesi)dır.

8- 9- Ve kadının, onun (kocasının) kesinlikle o yalancılardan olduğuna dair, Allah'ı dört defa bir tanık olarak tutması ve o beşincisinde, eğer o (kocası) o doğru söyleyenlerden ise Allah'ın hiddetinin kendisinin üzerine olması(nı isteyerek) tanıklık etmesi, o azabı (yüz celdeyi) ondan (kadından) kaldırır*.

*Surenin 2. ayetinde yüz celde cezası için "Azap" kelimesinin kullanılması ve aynı kelimenin marife olarak "El azabe" şeklinde 8. ayette de kullanılması, evli kadından kalkan cezanın yüz celde olduğunu açıkça göstermektedir. Bu da demek oluyor ki evlilerin zina cezası Kur'an'da ayan beyan ortadadır ve evlilerin cezası recm değil yüz celdedir.

10- Ve eğer Allah'ın lütfu ve rahmeti sizin üzerinizde olmasaydı... Şüphesiz ki Allah, (lütufla) çokça dönücüdür en bilgedir.

11- Şüphesiz ki o çarpıtmayı getirenler, içinizden birbirine bağlı bir topluluktur. Onu sizin için bir şer olarak hesap etmeyin. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her kişi için o günahtan kazandığı(nın karşılığı) vardır. Ve içlerinden onun büyüğüne yönelene (öncülük edene) ise büyük bir azap vardır.

12- Onu işittiğiniz zaman, o inanan erkeklerin ve o inanan kadınların benliklerinde bir hayırlı kanaat oluşturmuş olmaları ve: "Bu, (ikiyüzlülüğünüzü) bir açıklayan çarpıtmadır" demiş olmaları gerekmez miydi?

13- Ona dört tanık getirmeleri gerekmez miydi? Tanıkları getirmedikleri zaman, işte onlar Allah'ın yanında o yalancıların ta kendileridir.

14- Ve eğer bu şimdikinde ve o sonrakinde Allah'ın lütfu ve rahmeti sizin üzerinizde olmasaydı, akın akın içine döküldüğünüz şeyden dolayı, size kesinlikle büyük bir azap dokunurdu.

15- Hani siz onu dillerinizle karşılıyor, ağızlarınızla da sizin için hakkında bir bilgi olmayan şeyi söylüyor ve onu basit olarak hesap ediyordunuz. Oysa o, Allah'ın yanında büyüktür.

16- Ve onu işittiğiniz zaman: "Bizim için bunu konuşmamız olamaz. Seni bundan uzak tutarız, bu büyük bir dehşetli yalandır" demeniz gerekmez miydi?

17- Eğer inananlarsanız bunun örneğini  ebedi olarak yinelememeniz için Allah size öğüt veriyor.

18- Ve Allah, o ayetleri size açıklıyor. Ve Allah, en iyi bilicidir en bilgedir.

19- Şüphesiz ki o hayasızlığın inananlar arasında yayılmasını sevenler var ya, bu şimdikinde ve o sonrakinde acı bir azap onlar içindir. Ve Allah bilir ve siz bilmezsiniz.

20- Ve eğer Allah'ın lütfu ve rahmeti sizin üzerinizde olmasaydı... Şüphesiz ki Allah, çok acıyıcıdır çok merhamet edicidir.

21- Ey inananlar, o şeytanın adımlarına uymayın. Ve kim o şeytanın adımlarına uyarsa, şüphesiz ki o, o hayasızlığı ve o yadırgananı emreder. Ve eğer Allah'ın lütfu ve rahmeti sizin üzerinizde olmasaydı, içinizden hiçbir kimse arınamazdı. Fakat Allah kimi dilerse arındırır. Ve Allah, en iyi işiticidir en iyi bilicidir.

22- Ve içinizden o lütuf ve o genişlik sahipleri, o yakınlığın sahiplerine ve o düşkünlere ve Allah'ın yolunda göçenlere, vermemeleri konusunda yemin etmesin ve (hatalarını) silsinler ve müsamaha göstersinler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Ve Allah, çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

23- Şüphesiz ki korunan duyarsız inanan kadınlara (zina suçu) atanlar, bu şimdikinde ve o sonrakinde dışlanmışlardır. Ve büyük azap onlar içindir.

24- O gün dilleri ve elleri ve ayakları, işlemekte oldukları şeylere onlara tanıklık eder.

25- O gün Allah onlara o gerçek karşılıklarını eksik olarak verecek ve onlar da şüphesiz ki Allah'ın o gerçeğin ta kendisi olduğunu bilecekler.

26- O murdar kadınlar, o murdar erkekleredir ve o murdar erkekler, o murdar kadınlaradır. Ve o temiz kadınlar, o temiz erkekleredir ve o temiz erkekler, o temiz kadınlaradır. İşte onlar, onların söylemekte oldukları şeylerden uzaklaştırılmışlardır. Bir bağışlanma ve bir değerli rızık, onlar içindir.

27- Ey inananlar, sizin evleriniz olmayan evlere, kendinizi hissettirmenize ve oranın halkına selam vermenize kadar, girmeyin. İşte bu, sizin hatırlamanız için daha hayırlıdır.

28- Eğer orada bir kimse bulamadıysanız, size onay verilene kadar, oraya girmeyin. Ve eğer size "Dönün" denilirse, siz de dönün. O, sizin için daha arınmış (bir davranış) tır. Ve Allah, işlemekte olduğunuz şeyleri en iyi bilicidir.

29- Yerleşim olmayan ve orada sizin için bir yararlanma bulunan evlere girmenizde, sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. Ve Allah belli etmekte olduğunuz şeyleri ve gizlemekte olduğunuz şeyleri bilir.

30- İnanan erkeklere gözlerinden kısmalarını ve ırzlarını kollamalarını söyle. Bu, onlar için daha arınmış( bir davranış) tır. Şüphesiz ki Allah, yetiştirmekte oldukları şeyleri en iyi haber alıcıdır.

31- Ve inanan kadınlara gözlerinden kısmalarını ve ırzlarını kollamalarını söyle ve süslerini onlardan açık olan şey dışındakileri belli edemezler ve başörtülerini koyunlarının üzerine vursunlar. Ve süslerini kocaları veya kocalarının babaları veya oğulları veya kocalarının oğulları veya erkek kardeşleri veya erkek kardeş oğulları veya kız kardeş oğulları veya kadınlar veya sağ ellerinin sahip oldukları veya o adamlardan cinsel duyarlılığı kalmamışlar veya o kadınların avretlerinin üzerine henüz çıkamayan (cinsellikten habersiz) çocuklar dışındakilere belli edemezler. Ve süslerinden gizlemekte oldukları şeylerin bilinmesi için ayaklarını da vuramazlar. Ve ey inananlar, arzuladığınıza kavuşturulmanız için topluca Allah'a (itaatle) dönün.

32- Ve içinizden o bekarları ve erkek köleleriniz ve kadın kölelerinizden, o düzgün olanları evlendirin. Eğer fakir olurlarsa, Allah kendi lütfundan onları zenginleştirir. Ve Allah (kudreti) çok geniştir en iyi bilicidir.

33- Ve bir evlilik (imkanı) bulamazlar ise, Allah kendi lütfundan onları zenginleştirinceye kadar, iffetli olsunlar. Ve sağ ellerinizle sahip olduklarınızdan o yazılı anlaşma yapmak peşine düşenlerle, eğer onlarda bir hayır bilmişseniz, artık onlarla yazılı anlaşma yapın ve Allah'ın size verdiği malından onlara da verin. Ve kadın uşaklarınızı eğer bir korunan olmak istedikleri halde, bu şimdiki yaşamın peşine düşerek o iffetsizlik üzerine zorlamayın. Ve kim onları zorlarsa, şüphesiz ki Allah onların bu zorlanmalarından sonra çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

34- Ve ant olsun ki size açıklayıcı ayetler ve sizden gelip geçenlerden bir örnek ve o korunanlar için bir öğüt indirdik.

35- Allah, o göklerin ve o yerin ışığıdır. O'nun ışığının örneği, içinde bir kandil bulunan bir duvar oyuğu gibidir. O kandil de bir cam içindedir. O cam da doğuya ve batıya ait olmayan, onun zeytini neredeyse ona ateş dokunmadan aydınlatan, bereketli bir zeytin ağacından yakılan, incimsi bir yıldız gibidir. Işık üzerine bir ışıktır. Allah, ışığını kime dilerse iletir. Ve Allah, o örnekleri o insanlar için ortaya koyar. Ve Allah, her şeyi en iyi bilicidir.

36- (O kandil) Allah'ın, isminin yükseltilmesine ve hatırlanmasına onay verdiği evlerde (yanar). Oradakiler O'nu sabah akşam her türlü eksiklikten uzak tutar.

37- Öyle adamlar ki bir ticaret ve bir alışveriş, onları Allah'ı hatırlamaktan ve o kulluk görevini ayakta tutmaktan ve o arınmayı yerine getirmekten eğlendirmez. Onda o kalplerin ve o gözlerin (dehşetten) çevrileceği bir günden kaygılanırlar.

38- (Böyle olması) işlemekte oldukları şeylerin en güzeli ile karşılık vermesi ve kendi lütfundan daha da arttırması içindir. Ve Allah kimi dilerse bir kısıtlama olmaksızın rızıklandırır. 

39- Ve (gerçeği) örtenlerin işledikleri, bir dümdüz arazideki bir serap gibidir. O susayan onu (işlediğini) bir su (yani bir fayda) olarak hesap eder. Nihayet ona (işlediğine) geldiği zaman, onu bir şey olarak bulamaz ve onun (yani işlediğinin) yanında Allah'ı bulur, O'da onun hesabını eksiksiz verir. Ve Allah, o hesap görenin en çabuğudur.

40- Veya (onların işledikleri) üstünden onu bir dalga, onu (dalgayı) da üstünden bir bulut kaplayan bir engin denizdeki karanlıklar gibidir. Karanlıkların bir kısmı bir kısmının üzerindedir. Elini çıkardığı zaman, neredeyse onu dahi görememiştir. Ve Allah kime bir ışık vermemişse, artık ona hiçbir ışık yoktur.

41- O göklerdeki ve o yerdeki kimselerin, ve saflar halindeki o kuşların, şüphesiz ki Allah'ı her türlü eksiklikten uzak tutmakta olduğunu görmedin mi? Hepsi kulluk görevlerini ve o görevlerinin gereklerini kesinlikle bilmiştir. Ve Allah, yapmakta oldukları şeyleri en iyi bilicidir.

42- Ve o göklerin ve o yerin hükümranlığı Allah'ındır. Ve o dönüş Allah'adır.

43- Görmedin mi ki Allah bir bulutu sürüklüyor, sonra arasını kaynaştırıyor, sonra onu bir yığın haline sokuyor da onun arasından o toz gibi yağmurun çıktığını görürsün. Ve o gökten, dağlar (gibi bulutlar)dan bir dolu indiriyor da onu kime dilerse eriştiriyor ve onu kimden dilerse de çeviriyor. Şimşeğin parıltısı neredeyse o gözleri (n görmesini) giderecek.

44- O geceyi ve o gündüzü çeviriyor. Şüphesiz ki bunda, o doğru görüş sahipleri için kesinlikle alınması gereken bir ders vardır.

45- Ve Allah, her bir canlıyı sudan takdir etti. Artık onlardan kimi karnının üzerine yürüyor. Ve onlardan kimi de iki (ayağının) üzerinde yürüyor. Ve onlardan kimi de dört (ayağının) üzerinde yürüyor. Allah, dileyeceği şeyi takdir ediyor. Şüphesiz ki Allah, her şeyin üzerine en doğru ölçü koyucudur.

46- Ant olsun ki açıklayıcı ayetler indirdik. Ve Allah, kimi dilerse bir dosdoğru yola iletir.

47- Ve: "Allah'a ve o elçiye inandık ve itaat ettik" diyorlar, sonra bunun arkasından içlerinden bir bölük, (başka tarafa) yöneliyor. Ve işte onlar o inananlar değildir.

48- Ve aralarında karar vermesi için Allah'a ve O'nun elçisine çağrıldıkları zaman, içlerinden bir bölük hemen kayıtsız kalanlardır.

49- Ve eğer o gerçek onlara (uygun) olursa, ona boyun bükerek gelirler.

50- Kalplerinde bir bozukluk mu var ? Yoksa belirsizliğe mi düştüler ? Yoksa Allah'ın ve O'nun elçisinin kendilerine tarafgir davranacağından mı kaygılanıyorlar? Hayır, onlar o haksızlık yapanların ta kendileridir.

51- Aralarında karar vermesi için çağrıldıkları zaman o inananların sözü ancak ve ancak: "İşittik ve itaat etttik" demeleridir. Ve işte onlar, o arzuladığına kavuşturulanların ta kendileridir.

52- Ve kim Allah'a ve O'nun elçisine itaat eder ve Allah'tan çekinir ve O'ndan korunursa, işte onlar o kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

53- Ve eğer onlara buyurduğun takdirde kesinlikle çıkacaklarına dair, güçlü yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: "Yemin etmeyin, benimsenene uygun bir itaat (yeterlidir). Şüphesiz ki Allah işlemekte olduğunuz şeyleri en iyi haber alıcıdır."

54- De ki: "Allah'a itaat edin ve o elçiye itaat edin. Eğer (başka tarafa) yönelirseniz ona ancak ve ancak  yükletilmiş olduğu şey ve size de yükletilmiş olduğunuz şey vardır. Ve eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulursunuz. Ve o elçinin üzerine o açıklayan ulaştırmadan başka (görev) yoktur."

55- Allah, içinizden inanan ve o düzgün işleri işleyenlere, kendilerinden öncekileri o yerde ardıllar yaptığı gibi onları da ardıllar yapacağına ve onlar için hoşnut olduğu itaat nizamlarına olanak vereceğine ve onların kaygılarını kesinlikle bir güvenle değiştireceğine söz verdi. Onlar bana kulluk ederler ve bana hiçbir şeyi ortaklaştırmazlar. Ve bundan sonra kim (gerçeği) örterse, işte onlar o itaatten çıkanların ta kendileridir.

56- Ve o kulluk görevini ayakta tutun ve o arınmayı yerine getirin. Ve merhamet olunmanız için de Allah'a ve o elçi'ye itaat edin.

57- Ve (gerçeği) örtenleri, (Allah'ı) o yerde başarısız bırakıcılar olarak sakın hesap etme. Ve onların sığınağı o ateştir. Ve kesinlikle ne sıkıntılıdır o dönüş.

58- Ey inananlar, sağ elinizin altındakiler ve içinizden henüz o ergenliğe (ihtilam olmaya) ulaşmayanlar, üç defa sizden onay istesinler. O şafağın kulluk görevinden (sabah namazından) önce ve o öğle sıcağından dolayı giysilerinizi koyduğunuz vakit ve o akşamın kulluk görevinden (yatsı namazından) sonra. (Bu vakitler) sizin için üç avrettir (açıklıktır). Bunlardan sonra(ki vakitlerde) bir kısmınızın bir kısmı dolaşmasında sizin üzerinize ve onların üzerine bir sorumluluk yoktur. Allah, size o ayetleri işte böyle açıklıyor. Ve Allah, en iyi bilicidir en bilgedir.

59- Ve içinizden o çocuklar o ergenliğe (ihtilam olmaya) ulaştıkları zaman, kendilerinden öncekilerin onay istediği gibi onay istesinler. Allah, size o ayetleri işte böyle açıklıyor. Ve Allah, en iyi bilicidir en bilgedir.

60- Ve o kadınlardan (yaşlanmaları nedeniyle) bir evlilik beklemeyen o oturanların, bir süs teşhiri yapanlar olmaksızın giysilerini bırakmalarında, üzerlerine bir sorumluluk yoktur. Ve iffetli olmaları kendileri için daha hayırlıdır. Ve Allah, en iyi işiticidir en iyi bilicidir.

61- (Başkasının evinde yemesinde) o körün üzerine bir burukluk olmaz ve o topalın üzerine de bir burukluk olmaz ve o sağlığı bozuğun üzerine de bir burukluk olmaz. Ve benliklerinizin üzerine de kendi evlerinizden veya babalarınızın evlerinden veya annelerinizin evlerinden veya erkek kardeşlerinizin evlerinden veya kız kardeşlerinizin evlerinden veya amcalarınızın evlerinden veya halalarınızın evlerinden veya dayılarınızın evlerinden veya teyzelerinizin evlerinden veya anahtarlarına sahip olduğunuz (evlerden) veya arkadaşınızın (evinden) yemenizde (bir burukluk olmaz). Topluca veya ayrı ayrı yemenizde de sizin üzerinize bir sorumluluk olmaz. Evlere girdiğiniz zaman, Allah'ın yanından bir bereket bir temizlikle bir esenlikle birbirinizi selamlayın. Allah, bağ kurmanız için o ayetleri işte böyle açıklıyor.

62- O inananlar, ancak ve ancak Allah'a ve O'nun elçisine inanan ve onun beraberinde bir iş üzerinde toplanan oldukları zaman, onun onayını alana kadar gitmeyenlerdir. Şüphesiz ki senden onay isteyenler, işte onlar Allah'a ve O'nun elçisine inanmış olanlardır. O halde onlar bazı durumları için senden  onay istedikleri zaman, onlardan dilediğin kimseye onay ver ve onlar için Allah'a bağışlanma iste. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

63- O elçinin çağrısını, bir kısmınızın bir kısmının aranızdaki çağrısı gibi tutmayın. Allah, içinizden birbirinin arkasına saklanarak süzülenleri biliyor. Öyleyse onun buyruğundan dolayı aykırı davrananlar, kendilerine bir kargaşa erişmesinden veya kendilerine bir acı azap erişmesinden sakınsın.

64- Dikkat edin, o göklerdeki ve yerdeki şeyler şüphesiz ki Allah'ındır. Sizin onun üzerinde olduğunuz şeyi biliyor. Ve O'na döndürülecekleri gün, işledikleri şeyleri onlara haber verecektir. Ve Allah, her şeyi en iyi bilicidir.


11 Şubat 2025 Salı

Süleymaniye Vakfı Mealinde Necm s. 13. Ayeti Üzerinde Yapılan Tahrif Üzerinde Bir Değerlendirme

Kur'an'ı kendi kafalarında oluşturdukları olan fikirler doğrultusunda okuma ve anlama çalışmaları İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerde yüzlerce yıldır devam eden bir olgudur. Bu durumun önceki müdavimleri olan Yahudiler, kendi kitaplarını da bu şekilde okuma ve anlama yöntemine tabi tutmuş ve Kur'an bu durumu birçok ayette beyan ederek, bizim de aynı duruma düşmeMEmizi özellikle tembihlemiştir. Bu tembihler bazılarının bir kulağından girmiş bir kulağından çıkmış, bana mısın demeden birçok kişi Kur'an üzerinde tahrifatlar yaparak, "Bak Allah işte böyle söylüyor" demekten geri kalmamıştır. 

Yanlı okuma ve anlama çalışmaları dün nasıl hızlı bir şekilde devam etmişse, bugün de aynı şekilde devam etmektedir. Bu tür yanlı okuma ve anlama çalışmalarının ürünlerini, Türkiye'de son yıllarda hayli çoğalan Kur'an meallerinde maalesef net bir şekilde görebilmekteyiz.

Yazımızda, bu ürünlerden biri olan Süleymaniye Vakfı mealinde Necm s. 13. ayeti üzerinde yapılan bir tahrifata dikkat çekmeye çalışacağız.

Bilindiği üzere Süleymaniye Vakfı, İsra s. 1. ayetinde anlatılan olayı göğe doğru bir çıkış, yani miraç olarak anlamakta ve bu anlayışını Kur'an'a onaylatmak için ilgili kelime üzerinde anlam çarpıtması yapmaktan kaçınmamaktadır. Bu durumu bundan önceki yazımızda ele almaya çalışmıştık. Yine aynı olaya referans olarak verdikleri Necm s. 13. ayetini tahrif etmek cüretini göstererek yanlışlarına bir yenisini eklemişlerdir.

Vakfın Necm s. 13. ayetine verdiği meal şu şekildedir:

وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰىۙ      (Muhammed) Cebrail’i (gerçek görüntüsüyle[*]) bir defa daha gördü.

Dikkat edilirse ayetin Arapça metni içinde geçen "Nezleten" (iniş) kelimesinin anlamı mealde verilmemiştir.

Peki vakıf neden böyle şey yapmıştır?

Çünkü İsra olayının göğe çıkış olduğunu iddia eden ve bu ayeti delil olarak sunanları yalanlayan bir ayet de Necm s. 13. ayetidir. İsra olayının vuku bulduğu tarih ile Necm suresinin inişinin vuku bulduğu tarihin bu olaydan önce olmasına hiç girmeyeceğiz. 

İsra olayının Miraç olduğunu iddia edenler, bu iddialarına delil olarak Necm s. içindeki bazı ayetleri öne sürmektedirler. Necm s. 13. 18. ayetleri arasında anlatılan olay, onlara göre miraç hadisesidir.

Fakat Necm s. 13. ayeti, onların bu iddialarını boşa çıkarmaktadır. Bu iddiayı boşa çıkaran kelime ise, ayet içinde geçen "Nezleten" yani İNİŞ anlamına gelen kelimedir. Necm s. 13. ayeti, Muhammed a.s. ın Cibril'i diğer bir İNİŞİNDE gördüğünü bildirmektedir. Böyle bir ifade miraç iddialarını kesinlikle boşa çıkarmaktadır.

Bu durumu anlayan vakıf yetkilileri çareyi "Nezleten" kelimesini görmezlikten gelmekte bulmuşlardır. Çünkü kelimeye miracı onaylatacak farklı bir anlam yüklemek asla mümkün değildir. Hal böyle olunca da ayet içindeki kelimeyi bektaşi misali elleriyle kapamakta bulmuşlardır.

Necm s. 13. ayetindeki kelimeyi hallettikten sonra, Necm s. ilerleyen ayetleri üzerinden miracı ispatlamak artık kolaylaşmıştır.

Necm s. ilerleyen ayetleri ve ayetler ile ilgili notlar vakıf mealinde şu şekildedir:

14. ayet---Sidret’ül-müntehâ’nın[*] yakınında

[*] “Sidret'ul-muntehâ”, “en son noktada bulunan sidre ağacı” Türkçede  arap kirazı denen bu ağaç cennette de olacaktır (Vakıa 56/28). Allah Teâlâ yeri küre şeklinde ve yedi kat göğün benzeri olarak yarattığı için (Talak 65/12), yerin yedi kat, göklerin de küre şeklinde olduğu anlaşılmaktadır. Yedinci kat gök ise yeryüzü gibi sularla, bitkilerle ve hayvanlarla donanmıştır. Her şeyin hazinesinin göklerde olması (Hicr 15/21) ve en’âmın yani koyun, keçi, sığır ve devenin indirilmiş bulunması (Zümer 39/6) bunun delillerindendir. Bu sebeple Sidret'ul-muntehâ yedinci kat göğün en üst noktasında olur. Mekke’nin Ümmü’l-kurâ yani dünyadaki yerleşim yerlerinin merkezi olması da Sidret'ul-muntehâ’nın bulunduğu yerin, Mekke’nin dik üstünde olmasını gerektirir.

15. ayet---Onun yakınında Cennet’ül-me’vâ /yerleşip kalınacak Cennet vardır[*].

[*] Cennet’ül-Me’vâ, müminlere vaad edilen cennettir (Secde 32/19, Naziat 79/40-41). Orası, şu anda göklerdedir (Zariyat 51/22). Genişliği, gökler ve yer kadardır (Al-i İmran 3/133, Hadîd 57/21).

16. ayet---O sırada Sidre’yi (Sidret’ül-müntehâyı) kaplayan şey kaplıyordu[*].

[*] Sidre’yi kaplayan şey, Tur Suresi’nde Allah’ın Beyt-i ma’mûr’dan sonra üzerine yemin ettiği “yükseltilmiş tavan”dır. Çünkü Allah, bir yerde bir şeyi kısaca anlatır sonra bir başka yerde açıklar (Hud 11/1-2). Allah Teâlâ dünyayı, yedi kat göğün benzeri olarak yarattığı (Talak 65/12) ve gökler de yeryüzü gibi küre şeklinde olduğu için “yükseltilmiş tavan” ifadesi göklerin en uç noktasını ifade eder. Bu, Muhammed aleyhisselamın.Miraç yolculuğunda Cenneti görmediğinin delili olur. Zaten o oraya, cenneti görmesi için değil, el-Mescid’ul-Aksâ’nın çevresindeki ayetlerden bazılarını görmesi için götürülmüştü (İsra 17/1). 

17. ayet--- (Muhammed’in) Gözü başka tarafa kaymadı, haddini de aşmadı.

18. ayet---O, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gerçekten gördü[*].

*] Bütün bu ayetler, İsra ve Mirac yolculuğunda gidilen el-Mescid’ul-Aksâ’nın yedinci kat semadaki mescid yani el-Beyt’ül-Ma’mûr (Tûr 52/4) olduğunu net olarak anlatır (İsra 17/1, 60).

Görüldüğü üzere, Necm s. üzerinden miracı ispatlamanın kapısı 13. ayette geçen "Nezleten" kelimesi ile kapatılmaktadır. Çünkü ayet ÇIKIŞTAN DEĞİL İNİŞTEN bahsetmektedir. Cibril'in inişinden bahseden bir ayet üzerinden miracı ispatlamaya kalkışmanın ise büyük bir kaydırma olacağını anlayan vakıf, "Ne yapıp ne edip biz bu miracı Kur'an'dan ispatlayacağız" diyerek çareyi, İNİŞ anlamı veren kelimeyi meale almamakta bulmuşlardır.

Cibril'in inişinden bahseden bir ayetin devamındaki ifadelerin, indiği yerle ilgili olması gerektiği aşikar bir durumdur. Fakat bu durum miraç savunucularının işine gelmemektedir. Bırakın Allah'ın kitabını herhangi bir şahsın kitabını bile başka dile çevirirken etik olan durum, o kişinin yazdıkları üzerinde eksik veya fazlalık yapmadan aynen aktarmak iken, Allah'ın kitabı üzerinde böyle etik olmayan bir örtmeyi yapmak büyük bir vebaldir.

Kur'an herkesin kendine göre anlayabileceği ve herkesin elinde oyunca olabilecek bir kitap mıdır? 

El cevap: Tabi asla, aynı soru vakfa sorulsa onların da verecekleri cevap aynı olacaktır. Fakat sahip oldukları inanç Kur'an'a uymayınca, Kur'an'ı sahip oldukları inanca uydurmaya yeltenmekten kaçınmayan vakfı, bu tahrife son vererek meallerine Necm s. 13. ayetinde geçen "Nezleten" kelimesinin doğru anlamını ilave etmeye davet ediyoruz.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.


10 Şubat 2025 Pazartesi

Süleymaniye Vakfı Mealinde "İsra" Kelimesine Verilen Anlam Üzerinde Bir Değerlendirme

 Kur'an okuma ve anlama ile ilgili çalışma yöntemlerine baktığımız zaman, bugün önümüzde 2 ana yöntem karşımıza çıkmaktadır. 

1. Kuran'ın nasıl bir mesaj vermiş olabileceğini anlamaya çalışan yöntem. 

2. Önceden kafada mevcut olan bir fikri Kur'an'a onaylatmaya çalışan yöntem. 

1. yöntem üzerinden yapılan okuma ve anlama çalışmaları, kişileri doğru bir anlayışa kanalize edebilirken, 2. yöntem üzerinden yapılan anlama çalışmaları ise, kişileri doğru bir anlayışa kanalize etmekten çok uzaktır. Maalesef 2. yöntem üzerinden yapılan birçok çalışma ürünleri, bugün bazı kesimlerde "Kesin sonuç" olarak lanse edilerek önümüze konulmuş ve bazılarımızca da kabul görmüş durumdadır.

2. yöntem üzerinden yapılan çalışma yapanların çıkış noktalarının altında Kur'an kelimelerine Kur'an'ın verdiği anlamı değil, kendilerinin uygun gördüğü anlamı vererek, indi düşüncelerini Kur'an'a onaylatma çabası yatmaktadır. Fakat Kur'an kendi içinde öyle bir anlam örgüsüne sahip kitaptır ki, onun kelimeleri üzerinde kim oynamaya kalkarsa, kişinin yaptığı yanlış bir anlamlandırma ameliyesi başka bir ayette kişinin yüzüne tokat gibi patlamaktadır.

Bu noktada bazı kimselerin: "Sizin yanlış olduğunu iddia ettiğiniz 2. yöntemi yapanların yanlışlarını nasıl anlayabiliriz?" sorusunun cevabını vermeye çalışmak bu yazının ana konusudur.

Bilindiği gibi ülkemizde Kur'an üzerine çalışma yapan "Süleymaniye Vakfı" adlı bir kuruluş bulunmaktadır. Bu kuruluşun takdire şayan çalışmaları olduğu gibi, tenkide şayan çalışmaları da bulunmaktadır. Tenkide şayan gördüğümüz bazı çalışmalarını bundan önceki bazı yazılarımızda ortaya koymaya çalışmış, kendilerini ve takipçilerini uygun bir üslupla uyarmaya çalışmıştık.

Bugün bu yazımızda, vakfın internet sitesinde yayınlamış olduğu mealin İsra s. 1. ayetinde geçen "İsra" kelimesine verdiği ve bu kelimenin geçtiği diğer ayetlere yine aynı vakfın mealindeki diğer Kur'an ayetlerine verdiği anlamlar ile birlikte değerlendirerek ne derece doğru olabileceği üzerinde bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.

Vakfın İsra s. 1. ayetine ve "İsra" kelimesine verdiği anlam şu şekildedir:

İsra s. 1---- Bir kısım ayetlerini göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketli kıldığı el-mescidü'l-aksâya[1*] /en uzak mescide çıkaran[2*] Allah, bütün eksikliklerden uzaktır[3*]. O, daima dinleyen ve görendir.

Vakfın Mescid-i Aksa ve İsra kelimeleri ile ilgili verdiği bilgi de şu şekildedir: 

 [1*] İsra 17/60, Necm 53/13-18. el-mescidü'l-aksâ /en uzak mescid, yedinci kat semada olan ve sürekli ibadete açık olan el-Beyt’ül-Ma’mûr’dur (Tûr 52/4-5). Gelenekte Mescid-i Aksa’nın Kudüs’te olduğu kabul edilir. Halbuki Ömer (r.a) Kudüs’ü fethettiğinde orada böyle bir mescit yoktu. Bu sebeple Süleyman Mâbedi’nin molozlar altında kalan yerini temizleyip orada namaz kıldırmıştı (Nebi Bozkurt, Mescid-i Aksâ, DİA). Allah Teâlâ, bazı âyetlerini göstermek için bir gece, Mescid-i Haram’dan el-Mescid’ül-Aksâ’ya çıkardığı Muhammed aleyhisselama o âyetleri, yedinci kat göğün son noktasında, Sidret’ül-Müntehâ’nın yanında gösterdi. Oranın yakınında da Cennet vardır (Necm 53/18). Ona, el-Mescidü'l-Aksâ / en uzak mescit denmesinin sebebi bu olmalıdır. Orası ancak meleklerin ibadet yeri olabilir. Çünkü onlar da ibadetle yükümlüdürler (A’raf 7/206, Nahl 16/49-50, Zariyat 51/56). 

[2*] İsrâ (إسراء) kelimesi, “seriy (سرِي)” kökünden türemiş sayılarak ona “gece yürüyüşü” anlamı verilmiştir. İsrâ kökünden fiillerin geçtiği ayetlerde “gece (ليل)” kelimesi de olduğu için bu kelimeye “gece yürüyüşü” anlamı vermek yanlıştır. (Taha 20/77, Şuarâ 26/52). âyetlerde “gece (ليل)” ifadesi açıkça geçmese de ilgili ayetlerden dolayı onlarda da onun varlığı takdir edilir. Kelime, “her şeyin en yükseği” anlamına gelen “serâh (سَرَاة)”dan türemiştir (Müfredât, (سرى) mad). Kur’an’da isrâ kökünden gelen fiillerin tamamı, “en yükseğe çıkarma” anlamındadır. Necm suresindeki ayetler (Necm 53/13-18) “isrâ”nın, yukarıya çıkarma anlamında olduğunun en açık delilleridir. Kelimenin geçtiği diğer beş ayetten ikisi, Lut aleyhisselama verilen şu emri içerir: “Gecenin bir bölümünde aileni isrâ et/ en yukarıya çıkar!” (Hud 11/81, Hicr 15/65). Tevrat’ta da yer alan “yukarıya çıkar!” emri, gelecek azaptan kurtulmaları için Lut aleyhisselamın, ailesini dağa çıkarması emridir (Tekvin 19/17). Diğer üç ayette ise Musa aleyhisselama, “kullarımı en yukarıya (dağa) çıkar!” (Taha 20/77, Şuarâ 26/52, Duhan 44/23) emri içerir. O dağ, İsrailoğullarını götürdüğü Kızıldeniz’in kenarı ile Kahire arasında olan ve yüksekliği yer yer 2.000 metreyi geçen sıra dağlar olmalıdır  (Suna Doğaner, Mısır, DİA). Çünkü o dağlar aşılmadan Kızıldeniz’e ulaşılamaz.

Anlaşıldığı üzere vakfa göre Mescid-i Aksa semada olan bir yerdir. Bu görüşü temellendirmek için verdiği Tur s. 4. ve 5. ayetler ile ilgili farklı diğer görüşler de olduğu unutulmamalıdır. Vakıf, görüşü için referans olarak verdiği ayette sanki bu görüşü kesinmiş ve ilgili ayet sadece bu görüşü onaylıyormuş gibi bir durum oluşturmaktadır. Halbuki bu konuda sahip oldukları görüş, o ayet ile ilgili ortaya atılan görüşlerden bir görüştür ve hata ihtimali de barındırmaktadır. "Mamur Ev" terkibi ile ifade edilen yerin Kabe olduğu görüşü doğruya daha yakın bir görüştür.

Ayrıca Necm s. 18. ayetini çıkışa referans olarak vermesi anlaşılır bir durum değildir. Ve bu görüşlerinin yanlışlığını örtmek için Necm s. 13. ayetini açık ve net bir şekilde tahrif ederek vermekte beis görmemektedirler. "Ve lekad reahu nezleten uhra" ayeti içinde geçen ve inişi ifade eden "Nezleten" kelimesini meale almayıp "(Muhammed) Cebrail’i (gerçek görüntüsüyle[*]) bir defa daha gördü." şeklinde çevirerek affedilmez bir tahrife yönelmişlerdir.

Ayrıca "İsra" kelimesine verdiği anlamı referans olarak gösterdiği Müfredat adlı sözlükte, bu kelimenin anlamı sanki ilk anlam olarak böyle verilmiş gibi göstermesi de yanlı bir okuma anlama yapmanın göstergesidir. "kur'anmeali.com" adlı sitede yayınlanan bu kitabın ilgili kelimeye verdiği anlam şu şekildedir: 

سُرَى : Gece yürüyüşü. Bu kökten سَرَى ve أَسْرَى fiil formları gelir: فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ : Geceleyin ailenle birlikte yola çık (11/Hûd 81); سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ : Bir gece, kulu Muhammedi, Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren O zatın şanı ne yücedir! (17/İsra 1). Bazıları; أَسْرَى fiilinin سَرَى يَسْرِي kökünden değil, geniş yer anlamındaki سَرَاة kökünden geldiğini ve aslının vav’lı olduğunu söylemektedir. Nitekim şair de şöyle demiştir:

Kimisi de bu kelimenin yükseklik anlamındaki سَرْو ’den geldiğini söylemektedir. رَجُلٌ سَرِيٌّ /Şerefli adam, denir. Bu görüşe göre, âyette geçen ( سَرِيًّا ) kelimesi, Hz. İsa’ya ve Yüce Allah’ın ona ait kıldığı yüce makama işaret etmektedir. سَرَوْتُ الثَّوْبَ عَنِّي /Elbiseyi üzerimden çıkardım, denir.

Sözlük, aslında vakfın kabul ettiği görüşü, kelimenin ilk anlamı olarak vermemiş, kimisinin bu kelimeye verdiği anlam şeklinde vermiştir. Ancak vakıf kelimeye referans olarak verdiği anlamı, sözlük bu kelimeye sanki ilk anlam olarak "En yükseğe çıkarma" anlamı vermiş gibi bir durum oluşturarak yanlı bakışını burada da ortaya koymaktadır.

Vakıf mealinde "İsra" kelimesinin geçtiği (Hud s. 81- Hicr s. 65- İsra s. 1- Taha s. 77- Şuara s. 52- Duhan s. 23) ayetlerin tamamı, kelimenin asıl anlamı olan "Yere paralel düz yürüyüş" yerine "Yükseğe, dağa çıkarmak" olarak verilmiştir. Ancak yukarıda söylediğimiz, Kur'an'ın kendi içinde sahip olduğu anlam örgüsü, vakfın bu kelimeye verdiği anlamı burada da yalanlamaktadır. Şöyle ki:

İlgili kelimenin kökünden türemiş olan diğer 2 kelime farklı ayetlerde geçmektedir. Süleymaniye Vakfı mensuplarından olan ve "K.Ö.K" adı ile programlar yapan ve benim de ilgiyle izleyip bilgilendiğim sayın Erdem Uygan ve sayın Dr Fatih Orum beylerin bu programlardaki çıkış noktaları ve benim de kendilerine katıldığım bir nokta olan, "Kur'an'da eş anlamlı kelime yoktur. Kur'an'da geçen kelimelerin anlamları, kökleri dikkate alınarak anlamlandırılma ve bütün anlamlar kök anlama uygun olarak verilmelidir. Sözlükler değil Kur'an'ın kendi içindeki anlam örgüsü bir kelimenin doğru anlamını verebilir." şeklindeki doğru tesbitler, maalesef bu mealde yerini bulamamaktadır. 

Fecr s. 4. ayeti: "Velleyli iza yesr" "ve başladığında[1*] o geceye yemin olsun![2*]"

Dikkat edilirse ayet içinde geçen "Yesr" kelimesi aynı köktendir ve kelimeye nereden ve hangi sözlükten çıkardıkları belli olmayan "Başlamak" anlamı verilmiştir. Ancak kur'anmeali.com sitesinde vakfın bu ayete verdiği meal "Geçip giderken o tek geceye özellikle bakın."şeklindedir. Dikkat edilirse ilgili kelimeye verilen burada "Geçip gitmek" şeklindedir. Vakıf, oluşturmuş olduğu isra anlayışına bu kelimeye böyle bir anlam ters olduğu için kelimeyi "Başlamak" olarak değiştirmeyi uygun gördüğünü düşünmekteyiz.

Meryem s. 24. ayeti: "Fe nedehe min tahtihe enla tahzeni gad caale Rabbüki tahteki seriyyen"

"(Cebrail, Meryem’in) bulunduğu yerin aşağısından ona şöyle seslendi: “Üzülme! Rabbin, bulunduğun yerin aşağısında, fışkıran bir su oluşturdu."

Vakıf mealinde Meryem s. 24. ayeti içinde geçen aynı kökten olan "Seriyyen" kelimesi "Fışkıran bir su" olarak meallendirilmiştir. Çünkü "İsra" kelimesine yükseğe çıkmak olarak verdikleri anlam dikkate alınırsa "Seriyyen" kelimesine de "Yükseğe çıkan su" anlamı verilmesi gerektiğini düşünmüş olacaklar ki böyle bir anlam tercihinde bulunmuşlardır.

Bu ayetin kur'anmeali.com sitesindeki mealinde aynı kelime "Pınar" olarak verilmiştir. Yine anlaşılıyor ki vakıf "Seriyyen" kelimesini, oluşturmuş olduğu isra anlayışı için pınar kelimesi pek uygun düşmemesi nedeniyle, yukarı çıkmak anlamına uygun düşecek biçimde değiştirmiştir. Halbuki bu kelime yine "Yere paralel olarak akan su" anlamındadır.

Siyer kitaplarında çokça rastladığımız "Seriyye" kelimesinin "Askeri birlik" anlamı ve askerlerin sıra ile ard arda yürümesi dikkate alınarak bu kelime ile ifade edilmesi, kelimenin daha doğru anlaşılmasında dikkate değer bir noktadır.

Kur'an'ın kendi içindeki anlam örgüsünü dikkate aldığımızda ve vakıf mensuplarının hazırladığı K.Ö.K adlı programda dile getirdikleri üzere, Kur'an'da eş anlamlı kelime olmadığını dikkate aldığımızda, Kur'an'da  "Fışkıran su" anlamı verilen başka bir kelime karşımıza çıkacaktır.

Vereceğimiz ilgili ayet mealleri Süleymaniye Vakfı mealinden alınmıştır.

Bakara s. 60---Yine bir gün Musa, halkı için su talebinde bulundu. Biz de ”Değneğinle şu taşa vur!” dedik. Hemen oradan on iki pınar kaynadı (Fenfeceret). Her bir bölük, su içeceği yeri öğrendi. (Onlara) “Allah’ın verdiği rızıktan yiyin, için ama bozgunculuk yaparak ortalığı birbirine katmayın.” dedik.[*]

Bakara s. 74---Bütün bunların ardından yine de kalpleriniz katılaştı; artık onlar taş gibi, hatta daha da katıdır. Öyle taşlar var ki içlerinden ırmaklar fışkırır(Yetefecceru). Çatlayıp içinden su çıkan hatta Allah korkusundan aşağı yuvarlanan taşlar da vardır.[*] Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir

İsra s. 90---(Mekkeli müşrikler) Dediler ki: “Bize yerden bir pınar fışkırtıncaya ( Tefcura) kadar sana asla inanmayacağız![*]

İsra s. 91---Veya hurması ve üzümü olan bir bahçen olmalı, onların arasından da nehirler fışkırtıp akıtmalısın!(Fetufeccuru tefcira)[*]

Kehf s. 33--- Her iki bağ, ürünlerini eksiksiz olarak vermişti. Aralarından da bir ırmak çıkarıp akıtmıştık(Feccerna).

Yasin s. 34---O toprakta hurma ve üzüm bağları oluşturduk. Oralarda gözelerden sular kaynattıkFeccerna)[*].

İnsan s. 6--- Allah’ın o kulları, fışkırtacakları (Yufecciru) bir kaynaktan onu içecekler[*].

İnfitar s. 3--- denizler (kıtaların üzerine) taşırıldığında,(Fuccirat)[*]

Görüldüğü üzere Kur'an içinde suyun yerden fışkırması ile ilgili geçen ayetlerin kökü "Fecere" kelimesi ve onun türevleri kullanılarak ifade edilmektedir. Yani vakfın Meryem s. 24. ayetinde geçen "Seriyyen" kelimesine "Fışkıran su" anlamı vermesi Kur'an'ın kendi anlam örgüsünü dikkate aldığımızda uygun düşmemektedir.

Ayrıca Kur'an yerden göğe doğru olan bir çıkışı "Arece" kelimesi ile ifade etmektedir ve asıl önemli nokta bu kelimedir. Hicr s. 14- Secde s. 5- Sebe s. 2- Zuhruf s. 33- Mearic s. 3 ayetlerine baktığımızda bu durumu açıkça görebiliriz. Şimdi vakıf yetkililerine şunu sormak istiyoruz: 

Hem, "Kur'an'da eş anlamlı kelime yoktur" diyeceksiniz hem de yere paralel yürüyüş anlamı olan bir kelimeyi, hatta "İsra" kelimesinin geçtiği diğer ayetlerin hiçbirinde göğe yükseliş olarak değil de, dağa veya yükseğe çıkış olarak olarak meal verdiğiniz halde ve göğe yükseliş ile ilgili anlatımlar "Arece" kelimesi ile ifade edilmiş olduğu halde, hangi akla hizmetle "İsra" kelimesine göğe yükseliş anlamı vermeye cesaret edebiliyorsunuz?

Bütün bunlar bize şunu göstermektedir: Süleymaniye Vakfı, İsra s. 1. ayetinde anlatılan yolculuğu göğe doğru yapılmış bir yolculuk olarak anlamakta ve bu anlayışını Kur'an'a doğrulatmak için ilgili ayetler üzerinde anlam tahrifi yapmaktan çekinmemektedir. Geçmişte kitapları üzerinde anlam tahrifini yapan Yahudiler birçok Kur'an ayetinde eleştirilmiş olmalarına rağmen, vakıf yetkilileri bu eleştirilerden pek ders almış görünmemektedir.

Temennimiz, Vakıf yetkililerin adetli kadının namazı gibi bazı konularda yaptığı ve hatalı anlayışlardan dönüşü İsra suresi 1. ayeti hakkında da göstermesidir.

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

20 Ocak 2025 Pazartesi

MÜ'MİNUN SURESİ MEALİ

1- O inananlar kesinlikle arzuladığına kavuşturulmuştur.

2- Onlar ki, kulluk görevlerinde saygı duyanlardır.

3- Ve onlar ki, amaçsız sözden kayıtsız kalanlardır.

4- Ve onlar ki, o arınmayı yapanlardır.

5- Ve onlar ki, ırzlarını kollayanlardır.

6- Eşlerine veya sağ elleriyle sahip olduklarına hariç. Bundan dolayı şüphesiz ki onlar kınanmış olmazlar.

7- Artık kim bunun ötesinin peşine düşerse, işte onlar o sınırı aşanların ta kendileridir.

8- Ve onlar ki, emanetlerine ve anlaşmalarına riayet edenlerdir.

9- Ve onlar ki, kulluk görevlerini kollayanlardır.

10- İşte onlar, o mirasçıların ta kendileridir.

11- Onlar ki, o Firdevs cennetlerine mirasçı olurlar. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.

12- Ve ant olsun ki biz o insanı çamurdan bir süzmeden takdir ettik.

13- Sonra onu bir döllenmiş hücre olarak bir sabit yere koyduk.

14- Sonra o döllenmiş hücreyi bir (rahme) asılı bir embriyo olarak takdir ettik. Bunun ardından (rahme) asılan o embriyoyu bir parça et olarak takdir ettik. Bunun ardından o parça eti kemikler olarak takdir ettik. Bunun ardından o kemiklere bir et giydirdik. Sonra onu diğer bir takdir edişle yetiştirdik. O takdir edicilerin en güzeli Allah, bereketin kaynağıdır.

15- Sonra, şüphesiz ki siz bundan sonra kesinlikle öleceksiniz.

16- Sonra, şüphesiz ki siz o kalkışın gününde harekete geçirileceksiniz.

17- Ve ant olsun ki üstünüzde yedi yol takdir ettik. Ve biz o takdir edişten duyarsızlar da olmadık.

18- Ve o gökten bir ölçüyle bir su indirdik de onu o yere yerleştirdik. Ve şüphesiz ki biz onu gidericiliğe de kesinlikle güç yetiricileriz.

19- Böylece, onunla sizin için hurmalıklardan ve üzümlüklerden bahçeler yetiştirdik. Sizin için o bahçelerde (daha başka) birçok meyveler de vardır ve onlardan yiyorsunuz.

20- Ve (yine onunla) Tur-i Sina dan o yiyenlere o yağı ve bir katığı bitiren bir ağaç çıkıyor.

21- Ve şüphesiz ki, sizin için o hayvanlarda kesinlikle bir ders vardır. Onların karınlarındaki şeyden sizi suvarmaktayız. Ve sizin için onlarda (daha başka) bir çok faydalar da vardır. Ve bir kısmından da yiyorsunuz.

22- Ve onların üzerinde ve o gemilerin üzerinde taşınıyorsunuz.

23- Ve ant olsun ki Nuh'u topluluğuna gönderdik de: "Ey topluluğum, Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Halâ korunmaz mısınız?" dedi.

24- 25- Bunun üzerine topluluğundan olan o dolgun (gerçeği) örtenler: "Bu, sizin örneğiniz bir beşerden başkası değildir, size karşı lütuflanmak istiyor. Ve eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle melekler indirirdi. Biz bunu o önceki atalarımızda işitmedik. O, kendisinde bir cinnet hali olan bir adamdan başkası değildir. Artık onun için bir süreye kadar bekleyin" dedi.

26- (Nuh): "Ey Efendim, beni yalanladıkları şeye karşı bana yardım et" dedi.

27- 28- 29- Bunun üzerine biz de ona: "Bizim gözetimimiz ve vahyimizle gemiyi istekle yap. Artık buyruğumuz geldiği ve o tandır kaynadığı (yerden sular fışkırmaya başladığı) zaman, her çiftten ikişer ve onlardan, önceden üzerine o söz geçmiş kimse dışında aile halkını ona sok ve haksızlık yapanlar hakkında bana söz söyleme. Çünkü onlar batırılmış (olacak)lardır. Artık sen ve senin beraberinde olanlarla geminin üzerine denkleştiğin zaman: 'O övgü, o haksızlık yapan topluluktan bizi kurtaran Allah'a dır' de. Ve yine, 'Ey Efendim, beni bir bereketli inilecek yere indir, ve sen o ağırlayanların en hayırlısısın' de"  diye vahyettik.

30- Şüphesiz ki işte bunda kesinlikle ayetler vardır. Ve şüphesiz ki biz yoklayanlardık.

31- Sonra onların arkalarından diğerlerini bir nesil olarak yetiştirdik.

32- Onlara da: "Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Halâ korunmaz mısınız?" (desin) diye içlerinden bir elçi gönderdik.

33- 34- 35- 36- 37- 38- Ve topluluğundan (gerçeği) örten ve o sonrakinin karşılaşmasını yalanlayan ve bu şimdiki yaşamda kendilerini refahladığımız o dolgunlar: "Bu, sizin örneğiniz bir beşerden başkası değildir. Ondan yemekte olduğunuz şeylerden yiyor ve içmekte olduğunuz şeylerden de içiyor. Ve ant olsun ki sizin örneğiniz bir beşere itaat edecek olursanız, o takdirde süphesiz ki siz kesinlikle ziyan edenlersiniz. O, size şüphesiz ki siz öldüğünüz ve toprak ve kemikler olduğunuz zaman, şüphesiz ki siz (topraktan) çıkarılmışlarsınız diye söz mü veriyor? Sizin söz verildiğiniz şey çok uzak çok uzak. O (yaşam), bu şimdiki yaşamımızdan başkası değildir, ölürüz ve yaşarız ve (öldükten sonra) biz harekete geçirilmişler de olmayacağız. O, Allah'a karşı bir yalan yakıştıran bir adamdan başkası değildir ve biz ona inananlar da değiliz" dedi. 

39- (Elçi):"Ey Efendim, beni yalanladıkları şeye karşı bana yardım et" dedi.

40- (Allah): "Az (yalanlama)dan (sonra) kesinlikle pişmanlar olacaklar" dedi.

41- Derken o korkunç ses o gerçekle onları tutuverdi de onları bir sel süprüntüsü yaptık. Artık uzaklık, o haksızlık yapanlar topluluğuna olsun.

42-  Sonra onların arkalarından diğerlerini bir nesil olarak yetiştirdik.

43- (Yok edilen) hiçbir toplum kendi süre sonunu öne çekemiyor ve sonralayamıyordu.

44- Sonra elçilerimizi teker teker gönderdik. Her ne zaman bir topluma elçileri gelse, onu yalanladılar. Böylece (süreç içinde) onların bazısını bazısının ardına düşürdük (yok ettik). Ve onları olmuş geçmiş bir olay yaptık. Artık uzaklık, inanmaz bir topluluk için olsun.

45- 46- Sonra Musa'yı ve kardeşi Harun'u Firavun'a ve onun dolgunlarına ayetlerimizle ve bir açıklayan yetkiyle gönderdik de onlar büyüklük tasladılar ve bir yücelenenler topluluğu oldular.

47- (Musa ve Harun için):"İkisinin topluluğu bize kulluk edenler olan, bizim örneğimiz iki beşere inanır mıyız?" dediler.

48- Böylece ikisini yalanladılar da o yok edilmişlerden oldular.

49- Ve ant olsun ki Musa'ya doğruya iletilmeleri için o kitabı verdik.

50- Ve Meryem'in oğlunu ve annesini bir delil olarak kıldık. Ve ikisini sabit (oturmaya elverişli) ve su gözesi olan bir tepeye sığındırdık.

51- 52- (Gönderdiğimiz bütün elçilere): "Ey o elçiler, o temizlerden yeyin bir düzgün iş işleyin. Şüphesiz ki ben, işlemekte olduğunuz şeyleri en iyi biliciyim. Ve şüphesiz ki işte sizin bu toplumunuz tek bir toplumdur ve ben de sizin Efendinizim. O halde bana karşı korunun" (diye vahyettik).

53- Buna rağmen onlar(a inandıklarını söyleyenler) işlerini aralarında yazılı metinler halinde paramparça ettiler. Her bir taraftar kendilerinin yanında olan şeyle sevinmektedir.

54- Artık onları bir süreye kadar, dalgınlıkları içinde bırak.

55- 56- Onlar kendilerini onunla ancak ve ancak (kısa bir süre) uzatmakta olduğumuz maldan ve oğullardan dolayı, onlar için o hayırlara koşuşturduğumuzu mu hesap ediyorlar? Hayır onlar fark etmezler.

57- 58- 59- 60- 61- Şüphesiz ki onlar Efendilerinin endişesinden titreyenler. Ve onlar ki Efendilerinin ayetlerine inanırlar. Ve onlar ki Efendilerini ortaklaştırmazlar. Ve onlar ki Efendilerine dönücüler oldukları(na inandıkları) için verdikleri şeyi kalpleri bir ürpertiyle verirler. İşte onlar, o hayırlarda koşuşturanlardır. Ve onlar, bunlar için de öne geçenlerdir.

62- Ve bir benliği genişliğinin dışında yükümlendirmeyiz. Ve yanımızda o gerçeği konuşur bir kitap vardır ve onlara haksızlık yapılmaz.

63- Hayır, onların kalpleri bundan bir dalgınlık içindedir. Ve onların bunun aşağısından da işleri vardır ki onlar bunları işleyenlerdir.

64- Nihayet onların refahlılarını o azaba tuttuğumuz zaman, birden onlar feryat ederler.

65- Bugün feryat etmeyin, şüphesiz ki siz bizden yardım göremezsiniz.

66- 67- Benim ayetlerim size peşi sıra okunuyordu da, buna karşılık siz ona karşı büyüklük taslayarak gece konuşmalarında çirkin sözler savurup ökçeleriniz üzerinde geri kaçıyordunuz.

68- Onlar o sözü derinlemesine düşünmediler mi? Yoksa o önceki atalarına gelmeyen şey onlara mı geldi?

69- Yoksa elçilerini tanımadılar da, bu yüzden mi onu yadırgayıcılardır?

70- Yoksa: "Onda bir cinnet hali var" mı diyorlar? Hayır onlara o gerçeği getirmiştir, oysa onların tamamı gerçeği çirkin görenlerdir.

71- Ve eğer o gerçek onların keyfi arzularına uymuş olsaydı, o gökler ve o yer ve onların içinde olanlar bozulurdu. Hayır, biz onlara hatırlamaları gerekenleri getirdik, oysa onlar hatırlamaları gerekenlerden kayıtsız kalanlardır.

72- Yoksa sen onlardan bir vergi mi soruyorsun? Oysa senin Efendinin vergisi daha hayırlıdır. Ve O, o rızıklandıranların en hayırlısıdır.

73- Ve şüphesiz ki sen onları kesinlikle bir dosdoğru yola çağırıyorsun.

74- Ve şüphesiz ki o sonrakine inanmazlar ise, o (dosdoğru) yoldan kesinlikle dışarı çıkanlardır.

75- Ve eğer onlara merhamet etmiş ve onlardaki zorluktan olan şeyi açmış olsak, yine de taşkınlıkları içinde bocalayarak inat ederlerdi.

76- Ve ant olsun ki biz onları o azaba tuttuk da Efendilerine karşı yine de boyun eğmek istemediler ve yalvarıp yakarmıyorlardı da.

77- Nihayet üzerlerine şiddetli azap sahibi bir kapı açtığımız zaman, birden onlar onun içinde umutlarını yitirenlerdir.

78- Ve O, size o işitmeyi ve o görmeleri ve o gönülleri yetiştirdi. Ne de az şükrediyorsunuz.

79- Ve O, sizi o yerde yaydı. Ve yalnızca O'na sürülüp toplanılacaksınız.

80- Ve O, yaşatır ve öldürür. Ve o gece ve o gündüzün ayrışması da O'na aittir. Halâ bağ kurmaz mısınız?

81- Hayır, onlar da o öncekilerin dediği şeyin örneğini dediler.

82- 83- "Biz öldüğümüz toprak ve kemikler olduğumuz zaman mı, gerçekten biz mi harekete geçirilmişler (olacağ)iz? Ant olsun ki bu bize ve atalarımıza bundan önce de söz verilmişti. Bu, o öncekilerin söylencelerinden başkası değil" dediler.

84- De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin), o yer ve ondaki kimseler kimindir?"

85- Diyecekler ki: "Allah'ındır." De ki: "Halâ hatırlamaz mısınız?"

86- De ki: "O yedi göklerin Efendisi ve o çok büyük tahtın Efendisi kimdir?"

87- Diyecekler ki: "Allah'tır." De ki: "Halâ korunmaz mısınız?"

88- De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin hükümranlığı kendisinin elinde olan ve O himaye eden ve kendisi himaye edilmez kimdir?"

89- Diyecekler ki: "Allah'tır." De ki: "Böyle iken nasıl sihirleniyorsunuz?"

90- Hayır, biz onlara o gerçeği getirdik. Ve şüphesiz ki onlar kesinlikle yalancılardır.

91- Allah, asla bir çocuğa tutunmamıştır. Ve O'nun beraberinde asla (başka) bir tanrı da olmamıştır. Öyle olsaydı, her tanrı takdir ettiği şeyi (onlarla güçlü olmak için) götürür ve onların bir kısmı bir kısmının üzerine kesinlikle yüce olurdu. Allah, onların nitelemekte oldukları şeylerden uzaktır.

92- O duyularla algılanamayananın ve o tanık olunanın bilicisidir. Onların ortaklaştırmakta oldukları şeylerden yücedir.

93- 94- De ki: "Ey Efendim, eğer onların söz verilmekte oldukları şeyi bana gösterecek olursan, ey Efendim artık beni o haksızlık yapanlar topluluğunun içinde bırakma."

95- Ve şüphesiz ki biz, onlara söz vermekte olduğumuz şeyi sana da göstermeye kesinlikle güç yetiricileriz.

96- Sen o kötülüğü o en güzel olanla sav. Onların nitelemekte oldukları şeyleri biz en iyi bileniz.

97- 98- Ve de ki: "Ey Efendim, o şeytanların çekiştirmelerinden sana sığınırım. Ve ey Efendim yanı başımda olmalarından da sana sığınırım."

99- 100- Nihayet onlardan birine o ölüm geldiği zaman: "Ey Efendim, bıraktığım şey de bir düzgün iş işlemem için beni döndürün" der. Hayır, şüphesiz ki o (söz) onun (boşa) söylediği bir kelimedir. Ve onların ötesinden harekete geçirilecekleri güne kadar bir engel vardır.

101- O boruya üflenildiği zaman, artık o gün aralarında soy bağı kalmaz ve birbirlerini de soruşturamazlar.

102- Artık kimin tartılanları ağır gelirse, işte onlar o arzuladığına kavuşturulanların ta kendileridir.

103- Ve kimin tartılanları hafif gelirse, işte onlar benliklerini ziyana sokmuşlar, cehennemde sürekli kalıcıdırlar.

104- O ateş onların yüzlerini yalar ve onlar orada (pişmiş kelle gibi) sırıtanlardır.

105- (Allah): "Benim ayetlerim size peşi sıra okunmadı mı, oysa siz onları yalanlıyordunuz?" (dedi).

106- 107- (Onlar): "Ey Efendimiz, kötü sonluluğumuz bize galip geldi ve biz bir sapkınlar topluluğu olduk. Ey Efendimiz, bizi buradan çıkar, eğer yinelersek, artık kesinlikle biz haksızlık yapanlarız" dediler.

108- 109- 110- 111- (Allah): "Defolun oraya ve bana konuşmayın. Gerçek şu ki, kullarımdan bir bölük 'Ey Efendimiz biz inandık, artık bizi bağışla ve bize merhamet et ve sen o merhametlilerin en hayırlısısın' derlerdi de, siz onlara bir maskara olarak tutundunuz. Nihayet onlar beni hatırlamayı size unutturdular. Siz de onlardan (bahsederek) gülenler oldunuz. Şüphesiz ki ben, bugün direnip gayret etmeleri nedeniyle onlara karşılık verdim. Şüphesiz ki onlar o kurtuluşa erenlerin ta kendileridir" dedi.

112- (Allah): "O yerde (kabirlerde) seneler sayısınca kaç zaman kaldınız?" dedi.

113- (Onlar): "Bir gün veya günün bir kısmı kaldık, artık o sayıcılara sor" dediler.

114- 115- (Allah): "Az bir zamandan başka kalmadınız, eğer gerçekten bilenlerden olsaydınız. Sizi ancak ve ancak bir gereksiz iş olarak takdir ettiğimizi ve gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi hesap mı ettiniz?" dedi.

116- O gerçek hükümdar Allah, yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur. O çok değerli tahtın Efendisidir.

117- Ve kim hakkında onu doğru sonuca götüren bir delil  olmadığı halde Allah'ın beraberinde diğer bir tanrıyı da çağırırsa, artık onun hesabı ancak ve ancak kendisinin Efendisinin yanındadır. Gerçek şu ki, o (gerçeği) örtenler arzuladığına kavuşturulmaz.

118- Ve de ki: "Ey Efendim, bağışla ve merhamet et ve sen o merhametlilerin en hayırlısısın."