Çevirisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çevirisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Mayıs 2024 Salı

Adem Kıssasında Geçen اسْجُدُوا لِاٰدَمَ Emrinin Bazı Meallerdeki Çevirisi Bağlamında Meallerdeki Tutarsızlıklar

Kur'an'ı Türkçe meallerinden okumak durumunda olan bir kimse, birkaç meali karşılaştırmalı olarak okuduğunda bazı ayet meallerin anlamının farklı olarak yapıldığını görecek ve bu durum onu hangi çevirinin doğru olduğu yönünde cevap arayışına yönlendirecektir. Bu okuyucu hele bir de konu merkezli bir meal okuması yapacak olursa aynı konu ile ilgili aynı ibareye sahip ayetlerin bazı meal yapıcıları tarafından tutarsız bir biçimde çevrildiğini maalesef tesbit edecektir.

Sözü fazla uzatmadan ne demek istediğimizi, Adem ve İblis kıssası içinde anlatılan Ademe secde ilgili geçen اسْجُدُوا لِاٰدَمَ emrinin farklı çevirileri bağlamında anlatmaya, çeviri farklılıkları ile birlikte aynı konu bağlamında ortaya çıkan çeviri tutarsızlıklarına ve meal yapmaya soyunan kimselerin birçoğunda gördüğümüz bu hatalara dikkat çekmeye çalışacağız.

Adem ve İblis kıssası Kur'an'da 7 ayrı sure içinde geçmektedir. Kıssada geçen اسْجُدُوا لِاٰدَمَ emrinin meallerde iki farklı anlamda 1- Adem'e secde edin 2- Adem için secde edin şeklinde çevrildiği, karşılaştırmalı meal okuyanların malûmudur. 1. anlam secde emrinin Adem'in kendisine yapılması şeklinde iken, 2. anlam ise Adem'i yarattığı için secdenin Allah'a yapılmasının emredildiği şeklindedir. Biz hangi anlamın daha isabetli olduğunu değil, 2. anlamı tercih eden meal sahiplerinin aynı konu ile ilgili diğer ayetlerdeki tutarsızlıklarına dikkat çekmeye çalışacağız.

Bu farklılığın nedeni ise Lam edatından kaynaklanmaktadır. Bu edat emrin her iki şekilde çevrilebilmesine müsait bir anlam taşımaktadır. Fakat hangi anlamın daha isabetli olabileceği ise, bu kıssanın tamamının Kur'an bütünlüğünde ele alınması ve kıssada geçen bazı ibarelerin çevirisinde tutarlılığa dikkat edilmesi sonucunda ortaya çıkacaktır.

Araştırmamızda kuranmeali.com adlı sitedeki mealleri inceleme fırsatımız olduğu için 2. meal olan Adem için secde edin olarak çeviri yapılan aynı konu ile alakalı mealleri Kur'an bütünlüğünde değerlendirmeye çalışacağız. 

---Bakara s. 34. ayeti:

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ

Bahattin Sağlam- Yine bir vakit, meleklere: “Âdem için secde edin!” dedik. Şeytan hariç hepsi secde etti. O büyüklendi ve kâfirlerden oldu.

Diyanet Yeni- Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.

Elmalılı (orjinal)Ve o vakit melâikeye «Adem için secde edin» dedik, derhal secde ettiler, ancak İblis dayattı, kibrine yediremedi, zaten kâfirlerden idi

Erhan Aktaş- Sonra meleklere: “Âdem için secde edin”¹ dedik. İblis² hariç hemen secde ettiler. O, yüz çevirip büyüklük tasladı. O kâfirlerdendi.

İlyas Yorulmaz- Meleklere âdem için (Rabbinize) secde edin demiştik. İblisin dışında, meleklerin tamamı secde ettiler. İblis secde etmemekte diretti ve büyüklendi. Bundan dolayı inkârcılardan oldu.

Mahmut Özdemir- Hani, Melekler’e dedik:
-“Âdem’e secde edin!”.
Hemen secde ettiler; ancak İblîs kaçındı, kibirlendi / büyüklük tasladı, Kafirler’den oldu.

Mehmet Okuyan- Hani meleklere “Âdem için (Allah’a) secde edin.” demiştik; onlar da hemen secde etmişti. İblis hariç. [*] Yüz çevirmiş, kibirlenmiş, kâfirlerden olmuştu.

Mustafa Çavdar- Meleklere “Âdem için secde edin/emre amade olun” demiştik de onlar da hemen emre amade oldular. Sadece İblis kaçınmış, büyüklenmiş ve kâfirlerden olmuştu.

Osman Fırat- Meleklere: "Âdem’e secde edin" demiştik, hemen secde ettiler: Yalnız İblis diretti, böbürlendi ve kafirlerden oldu.

Şaban Piriş- Meleklere:-Adem için secde edin, demiştik de onlar da hemen secde edivermişlerdi. Sadece İblis kaçınmış, büyüklenmiş ve kafirlerden olmuştu.

Yukarıda verdiğimiz ayet meallerinin Mahmut Özdemir ve Osman Fırat hariç hepsi سْجُدُوا لِاٰدَمَ emrini Adem için secde edin çevirmiştir. Mahmut Özdemir ve Osman Fırat bu ayette Adem'e secde edin şeklinde çevirmesine rağmen fakat aynı ibarenin geçtiği diğer ayetleri aynı şekilde çevirmemiştir. 

---Araf. 11. ayeti:

وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَۗ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَ

Bahattin Sağlam- Ve andolsun! Biz sizi yarattık, sonra sizi şekillendirdik. Sonra meleklere: “Âdem için secde edin!” dedik. İblis hariç, hepsi de secde ettiler. O iblis secde edicilerden olmadı.

Diyanet Yeni- Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı.

Elmalılı (orjinal)- Hakıkat sizi evvela halkettik, sonra size sûret verdik, sonra da Melâikeye dedik ki «Âdeme secde edin» hemen secde ettiler, ancak İblis secde edenlerden olmadı

Erhan Aktaş- Ant olsun ki sizi Biz yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra meleklere, Âdem'e secde¹ edin dedik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.

İlyas Yorulmaz- Muhakkak ki sizi biz yarattık ve sonra size bulunduğunuz şekli de biz verdik. Sonra meleklere “Âdem için (bana) secde edin” dedik. İblis’in dışındaki tüm melekler secde etti, İblis (Rabbine) secde edenlerden olmadı.

Mahmut Özdemir- And olsun, sizi yarattık; sonra biçimlendirdik!
Sonra da Melekler’e:
-“Âdem için secde edin!” dedik.
Secde Edenler’den olmayan İblis dışında, secde ettiler.

Mehmet Okuyan- Yemin olsun ki sizi biz yaratmış, sonra size biçim vermiş, [*] sonra da meleklere, “Âdem için (Allah’a) secde edin.” demiştik; onlar da hemen secde etmişlerdi. İblis hariç. [*] O, secde edenlerden olmamıştı.

Mustafa Çavdar- Doğrusu sizi biz yarattık sonra sizi biçimlendirdik, sonrada meleklere, ‘Âdem’e secde edin/emrine amade olun’ dedik, İblis hariç, o secde edenlerden

Osman Fırat- Ve sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, "Âdem için secde edin" dedik. İblis’ten başka hepsi secde ettiler ancak iblis secde edenlerden olmadı.

Şaban Piriş- Sizi yaratmış sonra da şekil vermiştik. Sonra, meleklere: “Adem için secde edin.” dedik. İblis dışında hemen secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.

Yukarıda verdiğimiz ayet meallerinin Elmalılı orjinale ve Erhan Aktaş'a baktığımızda Bakara s. 34. ayetini Adem için secde edin şeklinde çevirmesine rağmen Araf s. 11. ayetini Ademe secde edin şeklinde çevirmiştir. Mahmut Özdemir ise Bakara s. 34. ayetini Adem'e secde edin şeklinde çevirmesine rağmen, Araf s. 11. ayetini Adem için secde edin şeklinde çevirmiştir. 

Hicr s. 29-33. ayetleri: Bu ayette ibare "Lehü sacidin" olarak yani 1. anlam Ona secde edin 2. anlam ise Onun için secde edin şeklindedir.

فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ

Ahmet Varol- Ben ona şeklini verdiğim ve içine ruhumdan üflediğim zaman hemen onun için secdeye varın."

Ali Fikri Yavuz- Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruh verdiğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın.”

Bahattin Sağlam- Onu (ilk çekirdeğini) düzeltip içinde ruhumdan üflediğimde, ona secdeye gidin. (Büyüyüp gelişmesini sağlayın.)

Bayraktar Bayraklı- “Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!”

Diyanet Yeni- 28,29. Hani Rabbin meleklere, “Ben kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş balçıktan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için hemen saygı ile eğilin” demişti.

Kur'an Yolu- “Onun şeklini tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim vakit siz de hemen onun için secdeye kapanın.”

Diyanet Vakfı- «Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!»

Edip Yüksel- "Onu düzenleyip ona ruhumdan üflediğimde hemen onun için secdeye varın," demişti.

Elmalılı (orjinal)- Binaenaleyh onu tesviye ettiğim ve içine ruhumdan nefheylediğim vakıt derhal onun için secdeye kapanın

Hasan Basri Çantay- «O halde ben onun yaratılışını bitirdiğim, ona ruhumdan üflediğim zaman siz derhal onun için secdeye kapanın».

İlyas Yorulmaz- “Çamuru insan halinde şekillendirdiğim ve kendi diriliğimden (canlılığımdan/ ruhumdan) ona verdiğim zaman, can verilmiş beşer (insan) için (Rabbinize) secdeye kapanın” demiştik.

İsmail Hakkı Baltacıoğlu- Öyleyse Ben onu düzenleyip de kendi ruhumdan ona üfleyince, onun için secde edeceksiniz."

Mahmut Özdemir- “Onu tesviye ettiğim, ona rûhumdan üflediğim zaman onun için secdeye kapanın!”.

Mehmet Okuyan- “Ona düzgün şekil verip kendisine [rûh]umdan üflediğim zaman onun için (bana) secde edin!”

Mustafa Çavdar- “Ben ona güzel bir şekil verip ona ruhumdan üflediğim de/ona vahiyden bir pay verdiğim de, siz hemen ona secde edecek/onun hizmetine gireceksiniz.”

Osman Fırat- Ve Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için hemen secdeye kapanın...

Ömer Nasuhi Bilmen- «Artık Ben onu tesviye ettiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman siz hemen onun için secde ediciler olarak yere kapanın.»

Süleymaniye Vakfı- Onu tamamlayıp içine ruhumdan üflediğimde onun için secdeye kapanın.”

Şaban Piriş- 29,30,31. -Onu düzenleyip, canlandırdığım zaman, derhal onun için secdeye kapanınız. Meleklerin hepsi topluca secde etti. İblis hariç, O, büyüklendi ve secde edenlerle beraber olmadı.

Bu ayette Ahmet Varol, Ali Fikri Yavuz, Ömer Nasuhi Bilmen, Süleymaniye Vakfı önceki Bakara s. 34. ve Araf s. 11. ayetlerinde 1. anlamı tercih etmesine rağmen rağmen burada 2. anlamı tercih etmişlerdirlerdir.

Mustafa Çavdar, Bakara s. 34. ayetinde 2. anlamı, Araf s. 11. ve Hicr s. 29. ayetinde ise 1. anlamı tercih etmiştir.

Osman Fırat, Bakara s. 34. ayetinde 1. anlamı, Araf s. 11. ve Hicr s. 29 ayetinde 2. anlamı tercih etmiştir.

Bahattin Sağlam, Bayraktar Bayraklı, Kur'an Yolu, Diyanet Vakfı, Hasan Basri Çantay Edip Yüksel, İsmail Hakkı Baltacıoğlu Bakara s. 34 ve Araf s. 11. ayetlerinin meallerinde 1. anlamı tercih etmesine rağmen, Hicr. s. 29. ayet mealinde 2. anlamı tercih etmişlerdir.

Hasan Basri Çantay her ne kadar Bakara s. 34. ve Araf s. 11. ayet meallerinde ihtiyat olarak parantez içine (yahud: Âdem için Allaha) şeklinde 2. anlamı vermesine rağmen, tercihinin 1. anlam olduğu anlaşılmaktadır.

Hicr. 29. ayetinde ibare her ne kadar Bakara s. 34. ve Araf s. 11. ayetiyle aynı olmasa dahi, bu ayette de "Lam" edatı bulunmaktadır. Bizim dikkat çekmek istediğimiz nokta tek olan secde emrinin eğer 2 anlamdan biri tercih edilecekse her 3 ayette de ya sadece 1. ya da sadece 2. anlamın verilmesi gerektiği noktasındadır. Halbuki meallere baktığımızda bu noktada tutarsızlık görülmektedir. Bizim illaki 1. anlam veya illaki 2. anlam tercih edilmelidir şeklinde bir iddiamız yoktur.

Şimdi de aynı surenin 33. ayetine bakalım ve 29. ayete 2. anlamı veren meal yapıcılarının bu ayete nasıl bir anlam verdiklerine bakalım.

قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ 

Ahmet Varol- Dedi ki: "Ben kuru bir çamurdan, şekillenebilir bir balçıktan yarattığın bir insana secde edemezdim."

Ali Fikri Yavuz- İblîs şöyle dedi: “- Kuru bir çamurdan şekillenmiş bir balçıktan yarattığın bir insana, benim secde etmem doğru olmaz.”

Bahattin Sağlam- İblis: “Kokuşmuş bir balçıktan, pişmemiş bir çamurdan yarattığın bir beşere (et parçasına) secde edecek değildim.” dedi.

Bayraktar Bayraklı- İblis, “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim” dedi.

Diyanet Yeni- İblis dedi ki: “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan yarattığın insan için saygı ile eğilemem.”

Kur'an Yolu- Dedi ki: “Ben, şekillenebilir özlü balçıktan, (şekil verilip) kurutulmuş çamurdan yarattığın bir insana asla secde etmem!”

Diyanet Vakfı- (İblis:) Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim, dedi.

Edip Yüksel- Dedi ki: "Kurumuş, yıllanmış balçıktan yarattığın insana secde edecek değilim."

Elmalılı (orjinal)- Benim, dedi: bir salsâlden, bir mesnun balçıktan yarattığın bir beşere secde etmem kabil değildir

Hasan Basri Çantay- «Ben, dedi, kuru bir çamurdan, suuretlenmiş bir balçıkdan yaratdığın beşer için secde edeyim diye (var) olmadım»!

İlyas Yorulmaz- İblis “Senin, toprağın çamurundan, kara yıllanmış balçıktan yarattığın bir insan için secde etmem olanaksız” dedi.

İsmail Hakkı Baltacıoğlu- İblis dedi: "Ben Senin balçıktan, işlenmiş kara topraktan yarattığın ademoğluna secde etmek için var olmadım."

Mahmut Özdemir- -“Mesnûn balçıktan, salsâl’den yarattığın bir beşer için secde edecek değildim” dedi.

Mehmet Okuyan- (İblis de:) “Ben (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değildim!” cevabını vermişti.

Mustafa Çavdar- İblis: “Ben, kurumuş bir balçıktan yarattığın bir beşere secde edecek biri değilim!” dedi.

Osman Fırat- İblis dedi ki: "Ben, kuru bir balçıktan yarattığın bir beşere secde etmem. "

Ömer Nasuhi Bilmen- (Şeytan) Dedi ki: «Kuru bir çamurdan, sûretlenmiş bir balçıktan yaratmış olduğun bir insana ben secde etmek için olmadım.»

Süleymaniye Vakfı- ”Kurumuş, yıllanıp kokuşmuş kara balçıktan yarattığın beşere secde edemem” dedi.

Şaban Piriş- -Ben, kuru bir çamurdan, olgun bir balçıktan yarattığın bir beşere secde etmek için var olmadım, dedi.

Burada da Hicr s. 29. ayetine 2. anlamı veren meallerden bir çoğunun Diyanet yeni, Hasan Basri Çantay, İlyas Yorulmaz, Mahmut Özdemir haricinde 33. ayete 1. anlamı vererek tutarsızlık içinde olduklarını görmekteyiz. 

Söylemek istediğimiz şu dur: Eğer siz bir kelimeye herhangi bir anlamı tercih etmişseniz, o kelime ile alakası olan ifadenin de onunla uyumlu olması gerekir şöyle ki: Hicr s. 29. ayetinde 2. anlamı tercih etmişseniz, 33. ayetine verdiğiniz anlamın da 29. ayet ile uyumlu olması gerekir. 29. ayetin mealini şayet "Onun için secde ediciler" olarak yapmışsanız, 33. ayetin mealini de ona uygun olarak "onun için secde etmem" anlamını vererek çevirmelisiniz. Yani "Lam" edatına 29. ayette hangi anlamı vermişseniz, 33. ayette de aynı anlamı vermek durumundasınız. Ancak bu uyuma birkaç meal yapıcısından başka dikkat eden olmadığını, birçok mealin 1. anlamı tercih ederek verildiğini görmekteyiz.

İsra s. 61. ayeti: Bu ayette de yine 2 tane olan "Lam" edatının çevirisinde uyumsuzluk yapılan meal örneklerini vereceğiz.

وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ قَالَ ءَاَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ ط۪يناًۚ 

Ali Fikri Yavuz- Yine hatırla ki, bir vakit meleklere: “- Âdem için secde edin.” demiştik de onlar hemen secde etmişlerdi. Fakat, İblis secde etmemiş, şöyle demişti: “- Ben, bir çamur halinde yarattığın kimseye secde eder miyim?

Diyanet Yeni- Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik, onlar da saygı ile eğilmişlerdi. Yalnız İblis saygı ile eğilmemiş, “Hiç ben, çamur hâlinde yarattığın kimse için saygı ile eğilir miyim?” demişti.

Hasan Basri Çantay- (Şunu da) hatırla ki biz meleklere: «Âdem için secde edin» demişdik ve onlar da secde etmişlerdi de İblîs etmemiş, «Ben bir çamur olarak yaratdığın kişiye secde edermiyim?» demişdi.

Mustafa Çavdar- Hani biz meleklere: “Âdem için secde edin/onun emrine girin!” dediğimizde, İblis dışında hepsi secde etti. İblis: “Çamurdan yarattığın kimseye ben secde mi ederim?” dedi

Bu meal örneklerindeki uyumsuzluğu şu şekilde ifade edebiliriz: Eğer siz "Üscudu li ademe" emrini "Adem için secde edin" olarak çevirmişseniz, İblisin cevabını da "Çamur halinde yarattığın kimse için secde eder miyim?" şeklinde çevirmek durumundasınız. Yok şayet "Ademe secde edin" olarak çevirmişseniz, İblisin cevabını da "Çamur halinde yarattığına secde eder miyim?" şeklinde çevirmek durumundasınız. Bu uyuma dikkat eden meal örnekleri de olmakla beraber, dikkat etmeyen meal örnekleri de bulunmaktadır.

Sonuç olarak: Bu yazının amacı Adem ve İblis kıssasında geçen اسْجُدُوا لِاٰدَمَ emrinin iki farklı çevirisinden hangisinin daha isabetli olduğu konusunda değil (biz her ne kadar 1. anlamın daha isabetli olduğunu düşünüyorsak ta), çeviride takip edilmesi gereken noktalardan birisinin ayetler arasındaki uyum konusundadır. Yukarıda verdiğimiz örnekler maalesef bu noktanın gözden kaçırıldığı yönündedir.

Meal yapıcısı tutarlı olmak bakımından iki farklı anlamdan hangisini tercih ediyorsa diğer ayetlerde de aynı anlamı vermek durumundadır. Konuyu Adem ve İblis kıssasında bağlamında değerlendirdiğimiz zaman, ayet içinde geçen "Lam"edatının farklı anlamlarda kullanılmasını gerektiren herhangi bir durum sözkonusu değildir. Olay tek bir olaydır ve Allah (c.c.) yarattığı beşere meleklerin secde etmesini istemektedir. Eğer meal yapıcısı emri "Adem'e secde edin" anlamında kabul ediyorsa, ibarenin geçtiği tüm ayetler bu anlama uygun şekilde, eğer meal yapıcısı emri "Adem için secde edin anlamında kabul ediyorsa, ibarenin geçtiği tüm ayetler bu anlama uygun şekilde çevrilmelidir. Tutarlı bir meal yapmak bunu gerektirir. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

18 Nisan 2024 Perşembe

Bakara s. 36. Ayetinin Çevirisi Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an ayetleri ile ilgili olarak yapılan farklı yorum ve çevirilere baktığımızda, bu farklılıkların pek çok nedene dayandığını görürüz. Bu nedenlerden bir tanesi de "Zamirin Mercii", yani ayet içinde bulunan zamirin hangi isme döndüğü konusunda ortaya çıkan görüş ayrılıklarıdır. Bu konuda birçok müstakil eser ve akademik makale bulunmakta olup daha geniş bilgi sahibi olmak isteyenler bu makalelere bakabilirler. 

Biz bu yazımızda ilgili ayet içinde bulunan zamirin, yapılan çevirilerde genel kaide olan, zamirin en yakın isme değil, diğer bir isme döndürülmesinden kaynaklanan anlam farklılığı üzerindeki düşüncemizi ortaya koymaya çalışacağız. 

Ayetin Arapça metni ve çevirileri şu şekildedir:

فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَاَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا ف۪يهِۖ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ

Ancak şeytan her ikisinin de ayağını ORADAN kaydırdı ve kendilerini içinde bulundukları yerden çıkarttı. Biz de: "Birbirlerinize düşman olarak oradan inin. Yeryüzünde sizin için bir yerleşme yeri ve belli süreye kadar geçiminizi sağlayacak varlık verilecektir" dedik.

Tek bir meal örneği vermiş olmamızın nedeni, öncelikle hedefimizin mealleri yapan kişiler değil, yapılan mealler olmasındandır. Karşılaştırmalı meallerin toplandığı herhangi bir sitede bu ayetin meallerine bakanlar, bütün meallerin anlam olarak aynı olduğunu göreceklerdir.

Yapılan çeviride "oradan" kelimesini altı çizili olarak yazma nedenimiz, sıkıntının bu kelimeye "Oradan" anlamı verilmiş olmasından kaynaklanmasıdır. Arapça karşılığı ANHA olan kelime, tetkik etme imkanı bulduğumuz bütün meallerde, CENNET anlamı kast edilerek yazılmıştır. Bizim düşüncemiz ANHA edatı ile CENNET'in değil, Adem ile eşinin yaklaşmaması istenilen AĞACIN kast edilmiş olduğudur. Bu ayette

Bakara s. 35. ayeti metni ve çevirisi şu şekildedir:

وَقُلْنَا يَآ اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَاۖ وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ 

Ve dedik ki: 'Ey Adem, sen ve eşin CENNETTE yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu AĞACA yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.'

Bu ayette geçen iki kelime olan "Cennet" ilk, "Ağaç" ise ikinci sıradadır. Genel geçer gramer kaidesi olarak, zamirin dönmesi gereken yer "Cennet" değil, "Ağaç" kelimesi olmalıdır. Çünkü 36. ayette geçen "Ha" zamirinin dönmesi gereken yer kendisine en yakın kelime olan "Ağaç" kelimesidir.

Burada, "Peki Kur'an meali yapanlar bu kadar basit bir kuralı bilmiyorlar mı?" şeklinde bir sorunun akla gelmesi gayet normal, hatta gereklidir.

Peki, Bakara s. 36. ayetindeki ha zamiri neden ağaca değil de cennet kelimesine döndürülmüş?.

Kur'an meali yapanların tamamı, elbette böyle bir kaidenin olduğunu bilmekte ve bu kaideyi göz önüne alarak ayet çevirilerini yapmaktadırlar. Bu soruya bizim verebileceğimiz cevaplardan bir tanesi ise dikkatli bir okuma yapılmamış olmasını düşünmemizdir. Kur'an'ı yüzlerce binlerce kez okuyup ta bazı anlamları yakalayamamak asla bir suç değil, gayet doğal bir durumdur. Çünkü okuyan kişinin bilgi birikimi, onun Kur'an'ı anlamasında önemli bir rol oynamaktadır. Biz bunu derken "Biz bu işi yalayıp yuttuk" şeklinde asla bir iddia içinde değiliz. Çünkü Kur'an, okundukça kendisini açan bir kitap'tır. Biz de defalarca okumuş olmamıza rağmen bu ayrıntıyı daha önce maalesef fark edemedik.

Bizim düşüncemize göre meal yapıcıları Kur'an'da geçen Adem ve İblis kıssasının şayet dikkatli olarak okumuş olsalardı, böyle bir hataya düşmezlerdi. Şöyle ki:

Eğer 36. ayette geçen "Anha" yerine, kıssanın geçtiği diğer ayetlerde "Cennet" yerine kullanılan edatın hangisi olduğuna bakmış olsalardı daha isabetli bir anlamı yakalayabilirdi.

Bu kıssanın geçtiği, Bakara s. 35, 38, Araf s. 13, 18, Hicr s. 34, Taha s. 123, Sad s. 77. ayetlerine bakıldığında, ayet içinde geçen "minha" edatının cennet yerine kullanıldığı, ve bu kullanımdan hareketle bile, 36. ayette geçen "Anha" edatının cennet yerine değil de ağaç yerine kullanılmış olduğu kolayca anlaşılabilirdi. 

Durum böyle olunca, "Anha" edatını ağaca götürerek bir anlam verecek olursak, Bakara s. 36. ayetinin meali nasıl olabilir?. 

فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا "Derken şeytan ikisinin ayağını (anha) ondan kaydırdı."

Dikkat edilirse "Anhaedatına bütün meallerde verilen "Oradan" anlamını değil, "Ondan" anlamını verdik. Bunun nedeni ise 35. ayette geçen وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ "ikiniz şu ağaca yaklaşmayın" emrinin şeytanın vesvesesi ile çiğnetilmiş olmasıdır. 

Yani şeytan, Adem ile eşine vesvese vererek önce onların emre karşı gelmelerini sağlamış, sonra da cennetten çıkarılmalarına sebep olmuştur. Bizim bu ayete verdiğimiz anlam şu şekildedir:

---Bakara s. 36- Derken şeytan ikisini ağaca yaklaşmama emrine riayet etmekten kaydırmış ve böylelikle ikisini içinde bulundukları yerden çıkarmış, ve biz de "Birbirinize düşman olarak inin, sizin için (bundan sonra) yeryüzünde belirli bir vakte kadar yerleşim ve faydalanma vardır" demiştik.

Meal yapıcıları eğer bu ayeti dikkatli bir biçimde okumuş olsaydı, cennetten çıkarılmanın öncesinde bir emir ihlali yapılmış olduğuna dikkat ederek, sonrasında cennetten çıkarılmanın meydana geldiğini görebilirlerdi.

Burada bazı kimseler, "Peki senden başka kimse böyle bir anlam vermediyse, senin doğru olduğunun kanıtı nedir?" diyebilir. Biz hiçbir zaman Kur'an ile ilgili olarak yaptığımız yorumlarda kendimizi tek doğru olarak asla gösterme cüretinde bulunmadık. Yanlış yaptığımızı iddia eden delilini ortaya koyar biz de bu delile göre hareket ederiz. Burada şunu da ilave etmek isteriz ki bizim bu ayete verdiğimiz anlam türedi bir anlam değildir. Zemahşeri'nin Keşşaf'ında bu ayetin tefsirine bakanlar, orada da böyle bir düşüncenin olduğunu görebilirler. Biz "Zemahşeri ne derse doğrudur" şeklinde bir iddia ile bunu söylemiyoruz. Bizim iddiamız, bu ayet üzerinde üzerinde yapılan böyle bir yorumun daha isabetli olduğu yönündedir.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

26 Kasım 2017 Pazar

Araf s. 175. Ayetinde Geçen "Fe etbeahuşşeytanü" İbaresinin Çevirisi Üzerine Bir Mülahaza

Kur'an çevirilerinde göze çarpan hatalardan bir tanesi de aynı ibarenin geçtiği ayetlerin birbirinden farklı anlamda çevrilmiş olmasıdır. Başka meallerden kopya çekerek meal hazırlamayan, Kur'an bütünlüğüne hakim olan bir çevirmen, aynı ibarenin diğer ayetlerde yapılan çevirisine dikkat etmek  sayesinde, daha önce yapılmış bazı hatalı çevirileri görebilir, dolayısı ile kendisi de aynı hataya düşmekten de kurtulabilir.

Araf s. 175. ayetini meallerden karşılaştırmalı olarak okuyan, ve ayet içindeki kelimelerin geçtiği diğer ayetlerde nasıl çevrilmiş olduğuna dikkat eden bir Kur'an okuyucusu, bu ayet içinde geçen Fe etbeahuşşeytanü ibaresinin çevirisinde bir farklılık olduğunu görecek, ve bu ayetin çevirisinde bir hata olup olmadığını sorgulayacak, Kur'an bütünlüğüne dikkat eden bir okuma yaptığında ise, hatayı görebilecektir.

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ الَّذِي آتَيْنَاهُ آيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَأَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاوِينَ

Bu ayetin tetkik etme imkanı bulduğumuz bir çok mealde şu şekilde çevrilmiş olduğunu gördük.

Kendisine ayetlerimizi verdiğimiz halde, onlardan sıyrılan ve şeytanın arkasına taktığı sonunda da azgınlardan olan o kimsenin haberini anlat.

Çeviride problem olarak gördüğümüz nokta, ayet içinde geçen فَأَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ  ibaresinin bir çok mealde "şeytanın arkasına taktığı",  "onu şeytan peşine taktı",  "Şeytan da onu kendisine tâbi kıldı" şeklinde çevrilmiş olmasıdır. Bizim çeviri problemi olarak gördüğümüz nokta, bir çok kişi tarafından normal bir çeviri olarak görülebilir, çünkü konu şeytan olduğunda bir çok ayette Allah (c.c) bizlere ona tabi olmamamızı emretmektedir. Bu ayetlerdeki emirlerden dolayı bir çok çevirmen Araf s. 175. ayetinin çevirisinde hata sayılacak bir çeviriye imza atmıştır. 

Bu ayetin çevirisini yapanlar (bütün çevirmenlerin aynı hataya düştüğünü iddia etmediğimizi hatırlatmak isteriz) şayet ayet içinde geçen فَأَتْبَعَهُ kelimesinin geçtiği diğer ayetlere dikkat eden bir çeviri yapmış olsalardı, bu hataya düşmeyeceklerdi.

Bu kelimenin aynısı iki ayrı sure içinde daha geçmektedir. 

Hicr s. 18. ayeti:

إِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُبِينٌ
Ancak kulak hırsızlığı yapan olursa, onu da parlak bir alev takip eder.

Saffat s. 10. ayeti:
إِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ
 Ancak çalıp kapan olursa; onu da hemen delip geçen yakıcı bir alev takib eder.

Bir de kelimenin iki yerde geçen Fe etbeuhum şeklinde geçişlerini de örnek vermek istiyoruz.

Yunus s. 90. ayeti:

وَجَاوَزْنَا بِبَنِي إِسْرَائِيلَ الْبَحْرَ فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ وَجُنُودُهُ بَغْيًا وَعَدْوًا ۖ حَتَّىٰ إِذَا أَدْرَكَهُ
الْغَرَقُ قَالَ آمَنْتُ أَنَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا الَّذِي آمَنَتْ بِهِ بَنُو إِسْرَائِيلَ وَأَنَا مِنَ الْمُسْلِمِينَ
İsrailoğulları'nı denizden geçirdik. Firavun ve askerleri saldırı ve düşmanlık amacı ile peşlerine düştüler. Sonunda Firavun boğulmanın eğişine geldiğinde, «İsrailoğulları'nın inandıkları ilahtan başka ilah olmadığına inandım, ben de O'na teslim olanlardan (müslümanlardan) biriyim» dedi.

Taha s. 78. ayeti:

فَأَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِهِ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْ
Bunun üzerine Firavun, askerleri ile birlikte onların (israiloğullarının) peşine düştü. Deniz onları gömüp boğuverdi.

Konumuz olan kelimenin farklı zamirlerle kullanılan başka geçişleri de mevcut olmakla birlikte, yazıyı uzatmamak adına bu kadar örnekle yetiniyoruz. Şimdi verdiğimiz örnek ayetlerin çevirisi ile, Araf s. 175. ayetine yapılan ve hatalı olduğunu düşündüğümüz çevirileri karşılaştıracak, örnek ayetlere Araf s. 175. ayetine verilen ve hatalı olduğunu iddia ettiğimiz  anlam doğrultusunda bir meal örneği vererek, yapılan hatayı göstermeye çalışacağız.

Hicr s. 18. ve Saffat s. 10. ayetleri, Muhammed (a.s) a inen vahye karşı herhangi bir dış etkenin müdahalesi olmadığı bildiren bir bağlama dahil olan ayetlerdendir. Hicr s. 18. ayetini şayet Araf s. 175. ayetine verilen ve hatalı olduğunu düşündüğümüz çeviriler doğrultusunda bir anlam vermeye kalktığımızda, bu ayetin çevirisi kulak hırsızlığı yapanı yakıcı bir alevin takip ettiği şeklinde değil,  kulak hırsızlığı yapanın alevli ateşi takip ettiği şeklinde yapılması gerekirdi. 

Daha net anlaşılması için: Kulak hırsızı önde kaçarken onu arkasından alevli ateşin takip ettiğini ifade eden doğru anlam yerine, alevli ateş önde kaçarken onu arkasından kulak hırsızının takip ettiği şeklinde yapılan bir Hicr s. 18. ayeti çevirisi nasıl hatalı olursa, Araf s. 175. ayetine verilen meallerde öyle hatalıdır.

Araf s. 175. ayetinde geçen Fe etbeahuşşeytanü ibaresinin çevirisinin Şeytanın arkasına taktığı şeklinde yapılan çevirisini baz alarak Hicr s. 18. ayetine de, "Kulak hırsızlığı yapanı parlak ateşi takip eder" anlamı verilmesi gerekirdi.

 Saffat s. 10. ayeti de aynı şekildedir, ayette sözü çalıp kapan olursa o sözü çalanı yakıcı bir alevin takip ettiği şeklindeki doğru anlam yerine, sözü çalıp kapanın yakıcı alevi takip ettiği şeklinde yapılan bir çeviri nasıl hatalı olursa, Araf s. 175. ayetine verilen anlam da öyle hatalıdır.

Yine Araf s. 175. ayetinde geçen Fe etbeahuşşeytanü ibaresinin çevirisinin Şeytanın arkasına taktığı şeklinde yapılan çevirisini baz alarak Saffat s. 10. ayetine de, Ancak çalıp kapan olursa, o çalıp kapan delip geçen yakıcı ateşi takip eder" anlamı verilmesi gerekirdi.

Yunus s. 90. ve Taha s. 78. ayetlerinde, Firavun ve askerlerinin İsrailoğullarının peşine düştüğü bildirilmektedir. Eğer bu ayetlerin çevirilerini Araf s. 175. ayetine verilen hatalı anlamı baz alarak yapacak olduğumuzda, İsrailoğullarının Firavun ve askerlerinin peşine düştüğü şeklinde bir anlam verilmesi gerekirdi ki, böyle bir anlamın hatalı olacağı herkesçe malumdur.

Hal böyle iken neden Araf s. 175. ayetinin çevirisini hatalı olarak yapanlar bu noktaya dikkat etmeden çeviri yapmışlardır. Çeviri yapanların Arap dilini bilmediklerini söylemek onlara haksızlık olacaktır, fakat kopyacı veya ilgili kelimenin Kur'an içinde geçişlerine dikkat etmediklerini söylemek haksızlık olmayacaktır.

Araf s. 175. ayetinin kelime kelime çevirisi şu şekildedir:

Vetlu aleyhim: Onlara oku
Nebeellezî âteynâhu âyâtina: Ayetlerimizi verdiğimiz adamın haberini
Fenseleha minhâ: Fakat o ayetlerimizden sıyrıldı
Fe etbeahuş şeytânu: Şeytan (ayetlerimizden sıyrılan adama) tabi oldu, peşine düştü
Fe kâne minel gâvîn: Böylelikle azgınlardan oldu.

Problem, ayet içinde geçen Fe etbeauşşeytanu ibaresinin, Şeytan ona tabi oldu, peşine takıldı şeklinde çevrilmesi gerekirken, O şeytana tabi oldu, şeytanın peşine takıldı şeklinde çevrilmesinden kaynaklanmaktadır. 

Bu noktada Fe etbeahu kelimesindeki hu zamirinin, "O" veya "Ona" şeklinde her iki anlamında
verilebilmesinin gramer olarak mümkün olduğu, Fe etbeahuşşeytanü kelimesinin, O şeytana tabi oldu anlamına gelebileceği gibi, Şeytan ona tabi oldu anlamına da gelebileceği iddia edilebilir. 

Bu kelimenin, O şeytana tabi oldu, şeytanın peşine takıldı anlamının doğru olduğunu düşündüğümüzde, Hicr s. 18. ayetine, Kulak hırsızlığı yapan alevli ateşi takip etti anlamı, Saffat s. 10. ayetine, Çalıp kapan yakıcı alevi takip etti, Yunus s. 90. ve Taha s. 78. ayetlerine, İsrailoğulları Firavun ve ordusunu takip etti peşine takıldı anlamının verilmesi gerekirdi. Bu ayetlere verilen anlamlar ne kadar doğru ise ki değildir, Araf s. 175. ayetindeki Fe etbeahuşşeytanü kelimesine verilen O şeytana tabi oldu anlamı da o kadar doğrudur.

Tetkik etme imkanı bulduğumuz bir çok meal bu ayeti hatalı olarak çevirirken, doğru olarak çevirenler de bulunmaktadır. 

----Adem Uğur:Onlara (yahudilere), kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku.
----Bayraktar Bayraklı: Onlara şu adamın haberini oku! Kendisine âyetlerimizi vermiştik; fakat onlardan sıyrılıp çıktı. Ondan dolayı şeytan kendisini takip etti ve sonunda azgınlardan oldu.
----Diyanet Vakfı: Onlara (yahudilere), kendisine âyetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku.
----Edip Yüksel: Kendisine ayetlerimizi verdiğimiz, ancak onlardan sıyrılmış-geçmiş kimsenin ne duruma düştüğünü anlat onlara. Sapkın onu saptırıncaya kadar izlemişti.
----İlyas Yorulmaz: Ayetlerimizi kendisine verdiğimiz kimsenin haberini onlara oku. O ayetlerimizden uzaklaşmış ve şeytan da onu takip edip izlemiş, o da azgınlardan olmuştu.
----Kadri Çelik: Onlara, kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, bu yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin (Bel’am b. Baura’nın) haberini oku.
----Muhammed Esed: Ve kendisine mesajlarımızı lütfettiğimiz halde onları bir kenara atan kimsenin başına gelecek olanı anlat onlara: Şeytan yetişip yakalar onu ve o da, başka niceleri gibi, vahim bir sapışla sapıp gider.
----Sadık Türkmen: Onlara, şu kimsenin haberini de oku/anlat: Kendisine ayetlerimizi vermiştik, onlardan sıyrılıp çıktı. Şeytanın peşine takıldı nihayet azgınlardan oluverdi.

[043.036] Kim Rahmanın hikmetlerle dolu ders olarak gönderdiği Kur’ân’ı göz ardı ederse, Biz de ona bir şeytan sardırırız; artık o, ona arkadaş olur.
Konumuz olan kelimenin çevirisinde yapılan hata, aynı zamanda ayetteki çok önemli bir anlatımın da yok edilmesine yol açmıştır. Şeytanın Allah'ın ayetlerinden sıyrılan kişinin peşine takılması, onu takip etmesi, Allah'ın ayetlerinden sıyrılmış olmanın ne kadar büyük bir cürüm olduğunu da ifade etmesi bakımından önemli bir anlatımdır. Bilindiği gibi insanlar genellikle şeytanın peşine takılan bir yol izlerler, fakat bu ayette bu durum böyle olmamış, şeytan başka birisinin peşine takılmıştır.

Bu durumu bizim dilimizde meşhur olan,
Şeytana dahi pabucunu ters giydirmek deyimi ile izah etmek konuyu daha anlaşılır hale getirecektir. Ayet içinde zikri geçen kişi her kimse küfürde öyle bir zirve yapmıştır ki, şeytanı dahi kendisine hayran bırakarak, onu bile kendisine tabi kılabilmiştir.
Burada şeytanın kimliği üzerinde herhangi bir yorum yapmaya çalışmak konuyu uzatacaktır. Ayet ile ilgili olarak sadece çevirisi ile ilgili bir çalışma yapmaya çalıştığımız için, Araf s. 175-176. ayetlerinin mesajı üzerinde daha sonraki yazılarımızda durmaya gayret edeceğiz.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Kadri Çelik:
Onlara, kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, bu yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin (Bel’am b. Baura’nın) haberini oku.

2 Şubat 2017 Perşembe

Kamer s. 5. Ayetindeki "Nüzur" Kelimesinin Çevirisi Örneğinde Ayetlerin Rivayetlere Göre Anlaşılması

Bundan önceki bazı yazılarımızda bazı ayet çevirilerini ele alarak , bu ayetlerin çevirisinin, rivayetleri doğrulamak amaçlı olarak yapıldığına dikkat çekmeye çalışmıştık. Bu yazımızda,  Kamer s. 5. ayetinde geçen "Nüzur" kelimenin çevirisini ele alarak , bu kelimenin neden sure bütünlüğü dikkat edilerek çevrilmediği konusuna, ve ilgili kelimenin aynı sure içindeki diğer geçişlerini dikkate alarak, doğru bir çevirinin yapılmasında sure bütünlüğünün önemine dikkat çekmeye çalışacağız. 

Allah (c.c) nin Kamer s. 1. ayetinde "İkterebetis sâatu ven şakkal kameru" (Saat yaklaştı ve ay yarıldı) buyurmuş olmasının , bir mucize olarak ayın gerçek olarak yarılmış olduğunu haber veren bir ayet olduğu şeklindeki yorumlara bir çok tefsirde rastlamaktayız. Ayın gerçek olarak ortadan ikiye yarılmış olduğu düşüncesi, öyle bir kabul gören düşüncedir ki , bunu ret etmenin imanı zayi ettiği düşüncesi , bir çok kimsede mevcuttur. 

Kamer s. 1. ayetinin böyle bir yarılmayı haber verdiğine dair olan düşüncelerin tersine , ayet içindeki "Şakkal kameru" ifadesinin, Araplar arasında kullanılan "Mesele açıklığa kavuştu" anlamında bir deyim olduğu şeklindeki yorumların , veya ayın gerçek olarak yarılmadığına dair olan düşüncelerin, daha ilk tefsirciler arasında yaygın bulunduğunu , fakat ayın gerçek anlamda yarıldığı düşüncesinin daha ağır basması nedeniyle, Kamer s. 1. ayetinin ayın kesin olarak ortadan ikiye yarılmış olduğunun haberini verdiği zannedilmektedir.

Ayın yarılmadığını iddia etme düşüncesinin yeni ortaya çıktığı zannedilerek , bu yarılmayı ret edenlerin tekfir edilmeye kadar varacak şiddette bir karşılık gördüğü herkesçe malumdur. Ancak, ayın yarılmadığı iddiasının yeni bir iddia olmadığı , ilk tefsircilerin bir kısmının böyle bir düşünce içinde olduğu bir çok kimse tarafından maalesef bilinmemektedir. Ayın yarılmadığını iddia edenlere karşı tekfirci bir dil kullananlar , ilk tefsircilerde bile böyle bir düşünce olduğunu bilmiş olsalardı , ayın gerçek anlamda yarılmadığını iddia edenlere karşı, belki daha yumuşak bir üslup kullanabilirlerdi. 

Yazımızın asıl konusu , Kamer s. 5. ayetinin çevirisinin , ayın gerçek anlamda yarıldığı ön kabulü dahilinde yapılmış bir çeviri olduğu ve sure bütünlüğüne dikkat edilmeden yapıldığı yönündeki düşüncelerimizi paylaşmak olduğu için, konuyu sure bütününü ele alarak anlamak durumunda olduğumuzu hatırlatmak isteriz. 

[054.001]  Saat yaklaştı ve ay yarıldı.
[054.002]  Onlar, bir ayet gördüklerinde yüz çevirirler ve; süregelen bir büyüdür, derler.
[054.003]  Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Halbuki her işin ulaşacağı yeri vardır.
[054.005]  Bu haberlerin her birinde üstün hikmet vardır; ama UYARICILAR fayda vermiyor.
[054.006]  Öyleyse onlardan yüz çevir; çağıran, görülmemiş ve tanınmamış bir şeye çağırdığı gün;
[054.007]  Gözleri hor ve hakir olarak, yaygın çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar.
[054.008]  Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kâfirler derler ki: «Bu, zorlu bir gün.»

Kamer s. 1. ayetinde "Şakkul kameru" ifadesinin mazi fiil ile ifade edilmiş olması , ayın gerçek anlamda yarıldığını haber verdiği yorumlarına dayanak teşkil etmektedir. Halbuki bu ifadenin Araplar arasında kullanılan ve "Mesele açıklığa kavuştu - Gerçekler ortaya çıktı" anlamında bir deyim olduğu hesaba katılarak bu ayet yorumlanmaya çalışılmış olsa idi , böyle bir yorum sure bütünlüğüne daha uygun, ve rivayetler baz alınarak bir ayetin yorumlanması yanlışı ortaya çıkarak, bu konudaki ihtilafların önü alınmış olurdu. 

Kamer suresi 1. ayeti , kıyametin mutlaka gerçekleşeceğini ve herkesin yapmış olduğu amellerin ortaya dökülerek karşılığının verileceğini haber vermektedir. Bu noktada "Gelecekte olacak bir olay neden gelecek zaman fiili ile değil de , geçmiş zaman fiili ile haber verilmektedir? sorusu sorulacak ve bunun cevabı istenecektir. 

Gelecek zamanda olacak kıyamet ile ilgili haberlerin gelecek zaman fiili yerine , geçmiş zaman fiili ile haber verilmesi Kur'an'ın anlatım üsluplarından bir tanesidir. Gelecekte meydana gelecek bir olay için geçmiş zaman kalıbının kullanılması , haber verilen olayın mutlaka gerçekleşeceğinin anlaşılmasına dair kullanılan bir üsluptur ve bu üslubu daha başka ayetlerde görmekteyiz. 

[039.068] Sûr'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetiyorlar.
[039.069]  Yer; Rabbının nuru ile aydınlandı, kitab konuldu, peygamberler ve şahidler getirildi. Onlara haksızlık yapılmadan aralarında hak ile hükmolundu.
 [039.070]  Her bir nefse yaptığının tam karşılığı verildi. O, onların işlemekte olduklarını daha iyi bilendir.
[039.071]  Küfredenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, onun kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: «Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyarıp-korkutan peygamberler gelmedi mi size?» Onlar: «Evet.» dediler. Ancak azab kelimesi kâfirlerin üzerine hak oldu.
[039.072]  Onlara denildi ki: İçinde temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Büyüklenenlerin durağı ne kötüdür.
[039.073] Rablerinden korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, onun kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: «Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin.»
[039.074]  (Onlar da) Dediler ki: «Bize olan va'dinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir.
[039.075] Melekleri de arşın etrafını çevirmişler olarak Rablerini hamd ile tesbih ettiklerini görürsün. Aralarında hak ile hüküm verilmiştir ve: «Alemlerin Rabbine hamdolsun» denilmiştir.

Yukarıda meallerini verdiğimiz Zümer s. 68-75. ayetleri arasında gelecek zamanda vaki olacak kıyamet , hesap , cennet ve cehennem ile ilgili bilgiler geçmiş zaman fiilleri ile anlatılmaktadır. Bu anlatım üslubu , anlatılan olayın mutlaka vaki olacağını bildirmek için kullanılmaktadır. 

Kamer s. 1. ayetini bu çerçevede düşündüğümüzde, geçmiş zaman kalıbı ile ifade edilen "İkterebetis sâatu ven şakkal kameru" (Saat yaklaştı ve ay yarıldı) cümlesi , gelecek zamanda kıyametin kopacağını ve herkesin yaptıklarının ortaya çıkacağını haber vermektedir. Surenin ilerleyen ayetlerinde, gelecek zamanda meydana gelecek bu olay zaten haber verilmektedir.

Kamer suresinin ilk ayetleri ,  Mekke'de ayın gerçek olarak ortadan ikiye ayrılmış olduğu ön kabulü içinde okunarak, 5. ayet içinde geçen "ru"Ennüzuru kelimesi, "UYARICILAR" olarak çevrilmesi gerekirken , "UYARILAR" şeklinde çevrilmiştir. Bazılarımız "Bu kadar farktan ne çıkar" diyebilir , surenin ilk ayetleri, ayın gerçek olarak yarıldığını gören, fakat buna inanmayan Mekke müşriklerine hitap ettiği düşüncesine uygun olarak çevrildiği için, sure bütünlüğüne daha uygun olan "Uyarıcılar" olarak çevrilmesi yerine , Muhammed (a.s) ın tek elçi olmasından dolayı "Uyarıcılar" ifadesinin uygun düşmeyeceği düşünüldüğü için "Uyarılar" şeklinde çevrilmiştir. 

Eğer ayet sure bütünlüğüne uygun olarak "Uyarıcılar" şeklinde çevrilmiş olsaydı , hitabın Mekke'li müşriklere yapıldığını düşünenler için "Mekke'de birden fazla uyarıcının ne işi var?" sorusunun cevabını vermeleri mümkün olmazdı. 

Halbuki 5. ayet, hiç bir ön kabul olmadan, sadece sure bütünlüğü dikkate alınarak çevrilmiş olsaydı , surenin ilk ayetlerinin direk Mekke'li müşrikleri değil , kendilerinden önce geçmiş olan müşriklere dikkat çekerek , Mekke'li müşriklerin kendilerinden önceki atalarının yolundan gitmiş olduklarına dikkat çektiğini anlayabilir , böylece 5. ayet içindeki "Ennüzuru" kelimesinin "Uyarıcılar" olarak çevrilmesinin daha uygun olduğunu görebilirlerdi. 

Bu bağlamda başka surelerdeki "Ennuzur" kelimesinin geçtiği diğer ayetlerden örnekler vererek bu kelimenin "Uyarıcı" anlamında kullanılmış olduğunu görelim. 

[010.101]  De ki: Göklerde ve yerde neler var, bir bakın. Fakat bunca ayetler ve uyarıcılar (ennuzüru) inanmayanlar güruhuna fayda vermez.
[046.021]  Ad kavminin kardeşi Hud'u an; ondan önce ve sonra, 'Allah'tan başkasına kulluk etmeyin» diyen nice uyarıcılar (ennüzuru)gelmişken, Ahkaf bölgesindeki kavmini uyarmış, «Doğrusu sizin için büyük günün azabından korkuyorum» demişti.
[053.056] Bu da ilk uyarıcılardan (ennüzuri) bir uyarıcıdır.

Kamer suresinin içinde geçen "Nüzur" kelimesinin hem "Uyarıcı" hem de "Uyarı" anlamını taşıyabileceğini önceden ifade ederek, hangi anlamın daha uygun olacağını sure bütünlüğü dikkate alınarak verilmesi gerektiğini hatırlattıktan sonra , bu kelimenin aynı sure içinde geçtiği ayetleri vererek devam edelim.

5. ayette "Uyarıcılar fayda vermiyor" ifadesinin açılımı karşımıza sure içinde yayılmış olan, kendilerine gönderilen uyarıcıları ret etmelerinden ötürü helak edilen kavimlerin anlatılması şeklinde çıkmaktadır. 

Kamer s. 9. ayetinden 16. ayete kadar, Nuh kavminin kıssası anlatılarak , o kavme uyarıcıları olan Nuh (a.s) ın uyarılarından faydalanmak yerine, onun uyarılarını ret etmeyi seçtikleri için , helak edildikleri haber verilmektedir. Sure içinde 6 defa tekrarlanan "Benim azabım ve uyarılarım (ve nuzuri) nasılmış?" ayeti içinde geçen "ve nuzuri" kelimesi, burada "Uyarı" anlamındadır. Sure içinde bu kelime "El" takısı kullanılarak "Ennüzur" ve "El" takısı kullanılmadan "Nüzur" şeklinde geçmektedir. "El" takısı kullanılan "Nüzur" kelimesi , "Uyarıcı" anlamında kullanılır iken , "El" takısı kullanılmayan  "Nüzur" kelimesi "Uyarı" anlamındadır.

Surenin 18. ve 21. ayetleri arasında Ad kavminin helak edilmesi anlatılarak sure içinde 6 defa tekrarlanan ,"Benim azabım ve uyarılarım (ve nuzurinasılmış? ayetinin 2. ve 3. tekrarı, 18. ve 21. ayettedir.

Surenin 23. ayetinden itibaren başlayan Semud kavminin helak edilmesi "Kezzebet semudu binnuzuri" (Semud da UYARICILARI yalanladı) ayeti ile başlamaktadır. 

Başka surelerde geçen elçi kıssalarındaki  "Kezzebet semudul mürseline" (Semud'da gönderilenleri yalanladı) (Kasas s. 105-123-141-160) gibi ayetlerde, yalanlananların kim olduğuna baktığımızda , gönderilen elçiler olduğunu görmekteyiz. Bu noktayı dikkate aldığımızda , Kamer s. 23. 33. ve 36. ayetlerde geçen "Binnuzuri" kelimesinin "Uyarıcı" anlamında elçileri ifade ettiğini söyleyebiliriz.

Kamer s. 23. ayetinden başlayan Semud kavminin helak edilmesinin anlatılması, 30. ayette sure içinde 6 defa geçen "Benim azabım ve uyarılarım (ve nuzurinasılmış? ayetinin 4. defa tekrar edilmesinden sonra 31. ayette biterek , 33. ayette , "Kezzebet qavmi lutin binnuzuri" (Lut kavmi de UYARICILARI yalanladı) buyurularak , Lut kavminin helakına geçilmektedir. 37. ve 39. ayetlerde , sure içinde 6 defa geçen ayetin, 5. ve 6. defa geçmesinden sonra , 41. ayette Firavun kavminin helakına geçilmektedir. 

"Ve lekad cae ali fir'avne binnuzuri" (Firavun ailesine de UYARICILAR geldi) buyurulması ile başlayan kıssa , 42. ayette sona ermektedir.

Kamer suresi 5. ayetinde "UYARICILAR fayda vermiyor" buyurulmasının daha geniş bir açılımı , Kamer s. 42. ayetine kadar anlatılan Nuh , Ad , Semud , Lut ve Firavun kavimlerinin, kendilerine gönderilen UYARICILARI  ret etmesinin , onlara neye mal olduğu hatırlatılarak, 43. ayette Mekke müşriklerine hitaben "Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan daha mı iyidirler? Yoksa kitaplarda sizin için bir berât mı var?" buyurulmak sureti ile , o kavimlerin başlarına gelen helak olaylarının , Mekke müşriklerinin başlarına gelmemesi için hiç bir sebebin olmadığı bildirilmektedir.


[054.044]  Yoksa: «Biz yardımlaşan bir topluluğuz.» mu diyorlar?
[054.045]  Topluluk yakında dağıtılacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklar.

Kamer s. 44. ve 45. ayetlerinde , Mekke müşriklerinin çok güvendikleri mal ve servetlerine fazla güvenmemeleri gerektiği hatırlatılarak , surenin 1. ayetini daha iyi anlamamızı sağlayacak olan ayetler gelmektedir.


[054.046]  Daha doğrusu onlara vaad olunan asıl saattir. O saat ne belalı, ne acıdır.
[054.047]  Muhakkak ki suçlular; sapıklık ve çılgın ateşler içindedirler.
[054.048]  Ateşin içinde yüzükoyun sürüklenecekleri gün: Cehennemin dokunuşunu tadın» (denecek) [054.049]  Şüphesiz Biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır.
[054.050]  Ve Bizim emrimiz bir tektir; bir göz kırpması gibidir.
[054.051]  And olsun ki, benzerlerinizi yok etti, öğüt alan yok mudur?
[054.052]  İşledikleri her şey, kitaplarda mevcuttur.
[054.053]  Küçük, büyük her şey satır satır (yazılı) dır.

Kamer s. 1. ayetinde "
Saat yaklaştı ve ay yarıldı" buyurulması, sureyi bir bütün halinde ön yargısız olarak okuduğumuz zaman, daha net bir biçimde anlaşılacaktır. İnkar edenleri asla kaçamayacakları bir zaman olan kıyamet vakti ile tehdit eden, yaşadıkları hayat içinde kendilerine gönderilmiş olan uyarıcıları ret ederek , dünya hayatlarında helak ile son bulan bir cezaya çarptırılanlar için asıl ve sonsuz azap yeri ahirettir. 

Kamer suresini bir bütün olarak okuduğumuz zaman , 1. ayetinin kıyamet ve sonrası olacak olayları haber vererek , 2-3-4-5. ayetlerde , önceki inkarcıların kendilerine gelen uyarıları ret ettiklerini haber vermektedir. 6-7-8. ayetler , önceki inkarcıların yolunu izleyen Mekkelilere yeniden diriliş gününü hatırlatarak, yaptıklarının karşılıklarını alacakları gün ile tehdit etmektedir.

9-42. ayetler ise , Mekkelilerden önce yaşamış inkarcıların başlarına gelenleri hatırlatan ayetler olup , 43-44-45. ayetlerde helak edilen kavimlerin başlarına gelen sonucun, inkara devam ettikleri takdirde Mekkeli inkarcıların başına geleceği tehdidi yapılmaktadır. 46-53. ayetlerde ise , 1. ayette haber verilen kıyamet ve herkesin yaptıklarının karşılığını alacağı günün, daha geniş bir anlatımı bulunmaktadır. 54. ve 55. ayetlerde inkara girmeyerek uyarı ve uyarıcıları kabul eden bir hayat sürenlerin ne ile karşılaşacağı haber verilerek sure bitirilmektedir. 

Sonuç olarak ; Kur'an'ın doğru olarak anlaşılmasının önündeki en büyük engellerden bir tanesi , bu kitap ile uyuşmayan rivayetlerin doğru kabul edilerek , bazı ayetlerin bu rivayetlerin doğrultusunda anlaşılmaya çalışılmasıdır. 

Kamer s. 1. ayetinin ayın ortadan ikiye gerçek anlamda yarılması mucizesini haber veren bir ayet olduğunu yönündeki yorumlar , rivayetlerin ayete onaylatılması çabalarının bir ürünüdür. Böyle bir ön yargı ile okunan Kamer suresinin 5. ayetindeki "Ennüzuru" kelimesi "Uyarıcılar" şeklinde çevrilmesi gerekirken , ayın yarılmış olduğunu haber verdiği düşüncesine uygun bir şekilde "Uyarılar" şeklinde çevrilmiştir. 

Yazının amacı Muhammed (a.s) a "Mucize" olarak bildiğimiz türden görsel ayetlerin verilmediği konusu olmadığı için, bu konuya burada girilmemiştir. Amacımız , Kur'an ayetlerinin ön yargılara kurban edilmek sureti ile çevrilmesi ve yorumlanmasının doğurduğu sıkıntılara dikkat çekerek , bir kelimenin sure bütünlüğüne dikkat edilmeden çevrilmiş olmasının yanlışlığı üzerinedir. 

Kur'an'ın çevirisi ve yorumlanmasında ön yargıları bir kenara bırakarak , sure ve Kur'an bütünlüğüne dikkat etmenin ne kadar önemli olduğunu , önemsiz bir ayrıntı gibi görünmüş olsa da , gerçekte önemli olduğunu düşündüğümüz Kamer s. 5. ayetindeki "Nüzur" kelimesinin örnekliğinde göstermeye çalıştık.

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

10 Ekim 2015 Cumartesi

KERİM KUR'AN Adlı Kur'an Çevirisi Üzerinde Bir Değerlendirme

Türkiye de son yıllarda artan Kur'anın mesajını okuma ve anlama çalışmalarının bir uzantısı olan , Kur'an çevirilerine geçtiğimiz ramazan ayı içinde , sayın Erhan Aktaş'ın "KERİM KUR'AN" adlı çevirisi eklenmiştir. Türkiye de yapılan bazı Kur'an çevirilerinin ticari amaçlı olduğunu düşündüğümüzde , sayın Aktaş'ın bu çeviriyi okuyucuya ulaştırma metodu takdire değer bir davranış olup , yaptığı iş üzerinden para kazanmayı amaçlamamış olmasının diğer Kur'an çevirmenlerine örnek olmasını diliyoruz. 

Kur'an çevirilerinin genel olarak , çeviriyi yapan kişinin bilgi birikimi , yetiştiği kültür ortamı , meşrebi bakış açısı ile orantılı olarak yapılmış olduğu hepimizin malumudur. Sayın Aktaş, çevirisinin giriş bölümünde bu konuda hayli uzun bir malumat vermiş olup , verdiği malumatların hepsi altına imza atılacak malumatlardır. Hiç bir Kur'an çevirisi hatadan beri olmamakla birlikte sayın Aktaş'ın çevirisinde bizim açımızdan hata olarak gördüğümüz noktaları kendisine iletme cesaretimizin nedeni , kendisi bu konuda yapılan ikazları ikinci baskıda dikkate alacağını söylemesi olup , "Ben yaptım oldu" havası içinde bir çeviri sahibi olmak istemediğini açıkça göstermiştir, kendisini bu davranışından dolayı takdir ediyoruz. 

Yaptığı çevirinin en önemli özelliği parantez kullanmaması ve bir çok çevirmenin dikkat etmediği kavramlara dikkat çekmesi olup , bazı ayetler ile ilgili düşüncelerini dipnot şeklinde paylaşmış ve bu dipnotlardan bazıları ciddi bir şekilde tepki çekmiştir. Bu dipnotların bazılarında , anlam yorum tarzına uygun bir yol izleyerek , ayet ile ilgili düşüncesini ayet içine değil ,altına dipnot şeklinde yazması bazı ayetler ile ilgili yorumlarında biz de, isabetli düşünmediği kanaatını oluşturmuştur.

Ayrıca metne sadık kalan bir tarzda yapılan çevirilerin , "Anlam yorum" tarzında yapılan çevirilere göre daha sağlıklı olduğunu düşündüğümüz için bu çevirinin metne sadık kalma noktasındaki hassayeti kayda değerdir ancak , ancak bazı ayetler ile ilgili olarak koyduğu dipnotlar çevirmenin kendi düşüncesinin bir ürünü olup bu konularda dikkat edilmesinin gerektiğini düşünüyoruz.

Yazımızda, kendisinin bazı ayetler ile ilgili yapmış olduğu çevirilerin hatalı olduğunu, özellikle Kur'anın inmesi ile ilgili ayetlerin çevirilerinde hata yapıldığını düşündüğümüz için bu ayetlere verdiği anlamlar üzerinde durmaya çalışacağız. 

Bakara s. 97. ayeti . 

Kul men kâne aduvven li cibrîle fe innehu nezzelehu alâ kalbike bi iznillâhi musaddikan limâ beyne yedeyhi ve huden ve buşrâ lil mu’minîn(mu’minîne).

De ki : Kim Cibril' düşmansa , bilsin ki O, onu bilgisi dahilinde iki eli arasındakileri tasdik edici , müminlere doğru yolu gösterme ve müjde olarak senin kalbine indirmiştir.

Sayın Aktaş'ın Bakara s. 97. ayetine verdiği anlam bu şekildedir. Ayet ile ilgili verdiği dipnotta "Cibril'in vahyi Muhammed (a.s) a getirdiğini düşüncelerine katılmadığını beyan ederek ,son cümleyi "Dolayısı ile Cibril'e vahiy meleği denilmesinin dayanağı yoktur" diyerek bağlamıştır. Biz, vahiy meleğinin olup olmadığını tartışmak için değil, bu ayetin çevirisinin doğru olmadığını düşünerek yanlışı ortaya koymaya çalışacağız.

Sayın Aktaş çeviride , "O"  zamiri ile bahsedilen kişinin Allah (c.c) olduğunu söylemektedir. Arapça metinde "feinnehu" şeklindeki ibarenin Cibril'e raci olması gramer kuralları gereğidir. Ayet içindeki fail Cibril olup onun yaptığı iş anlatılmaktadır. Yapılan çeviride ki "O" zamirini Allah (c.c) olarak okuduğumuz zaman Cibril'in Allah (c.c) olduğu gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. 

Yapılan hata, ayet içindeki "feinnehu" zamirinin, Cibril'e raci edilmemiş olmasından kaynaklanan bir durumdur. Bu zamirin Allah (c.c) ye raci edilmesi gibi bir durum sözkonusu olamaz. Basit bir gramer kuralı olan , zamirin en yakın isme raci olması kuralına burada dikkat edilseydi "O" zamirinin karşılığının Allah (c.c) değil , Cibril olduğu anlaşılırdı. Yapılan hatanın sebebi ,dipnotta belirtildiği gibi Cibril'in vahiy meleği olduğu düşüncelerin dayanağının olmadığı iddiasıdır. Sayın Aktaş bu düşüncesini dipnotta belirtebilirdi ancak bunun böyle olduğunu ispatlamak için hatalı bir çeviri yapmak zorunda değildi. 

Ayrıca ayet içindeki Bi iznillahi (Allah'ın izni ile) ibaresinin çeviriye dahil edilmeyerek çıkarılmış olması, hatadan ziyade bir tahrifattan başka bir şey değildir. Çünkü bu ibarenin çeviriye dahil edilmesi sayın Aktaş'ın önce zihninde oluşturduğu düşünceye aykırı olacağı için, çareyi, o ibareyi çeviriden çıkartmakta bulmuştur.

Bu ayetin doğru çevirisinin ,bir çok çeviride yapıldığı şekli ile şu şekilde olması gerektiğini düşünüyoruz. 

De ki: «Cibril'e kim düşman ise,  gerçekten o , onu, Allah'ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve mü'minler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indirdi.

Nahl s. 102. ayeti. 

 Kul nezzelehu rûhul kudusi min rabbike bil hakkı li yusebbitellezîne âmenû ve huden ve buşrâ lil muslimîn(muslimîne).

De ki : İman edenlerin ; imanlarını pekiştirmek ,Müslümanlara kalvuz ve müjde olmak üzere Rabb'inden , Hakk ile çokça Ruhu'l-Kudus indi.

Sayın Aktaş Nahl s. 102. ayetine böyle bir anlam verdikten sonra dipnotunda , Ruhul Kudus tamlamasının Allah'ın vahyi olduğunu, bu nedenle bu tamlama ya Cebrail anlamı verilmesinin doğru olmadığını söylemektedir. Biz bu tamlamanın Cebrail olup olmadığını tartışmaktan çok dip notunda belirttiği " Ayrıca ayette yer alan "nezzele" fiiline "indirdi" anlamı vermek gramer olarak yanlıştır. Zira "indirdi" olabilmesi için , sözcüğün "nezzele" değil "enzele" olması gerekirdi. Ayette yer alan "nezzelehu Ruhu'l Kudus" ifadesinin anlamı , "Ona çokça vahiy / Ruhu'l Kudus indi" demektir. iddiasının üzerinde durmak istiyoruz.

Sayın Aktaş , "nezzele" filine, "indirdi" anlamı verilmesinin YANLIŞ olduğunu , bu kelimeye "indirdi" anlamı verilebilmesi için sözcüğün "enzele" olması gerektiğini söylemektedir. Sayın Aktaş'ın kendi çevirisinde , "nezzele" fiilinin geçtiği diğer ayetlere verdiği anlamlara baktığımız zaman bu kelimeye , gramer açısından YANLIŞ olduğunu ifade ettiği "İNDİRDİ" anlamı vermiştir. Bakara s. 97. ayetinde geçen "nezzelehu" fiiline, yanlış dediği "İNDİRDİ" anlamı vermiş olması sayın Aktaş için büyük bir çelişkidir. 

Sayın Aktaş'a soruyoruz ; Sayın Aktaş eğer Nahl s. 102. ayetinde geçen "nezzelehu" kelimesine verilen "indirdi" anlamı gramer olarak yanlışsa , neden aynı kelimeye, Bakara s. 97. ayetinde ve kelimenin geçtiği bütün ayetlerde yanlış olduğunu iddia ettiğiniz anlamı verdiniz?. "Nezzele - nezzelna - nezzelehu - nezzelnahu" kelimelerinin geçtiği ayetlerde bu kelimeye verdiğiniz anlam eğer yanlışsa bu kelimelerin hepsini , doğru olduğunu iddia ettiğiniz "indi" olarak düzeltmeniz gerekmektedir. Yok eğer bunlar doğrudur derseniz o zaman Nahl s. 102. ayetine verdiğiniz sizin doğru olduğunu iddia ettiğiniz fakat kendiniz ile çelişkiye düşerek yanlış çevirdiğiniz bu kelimeyi düzeltmeniz gerekmektedir. 

Bırakın diğer ayetleri sadece "nezzelehu" kelimesinin geçtiği bir ayeti "İndirdi" olarak çevirip , aynı kelimenin geçtiği diğer ayeti "indi" olarak çevirmeniz , üstelik Bakara s. 97 de verdiğiniz "indirdi" anlamının gramer açısından yanlış olduğunu iddia etmeniz , okuyucuların aynı kelimenin acaba hangi anlamı doğru şeklinde bir şüpheye düşmesine sebeb olacak ve sizinde bu konuda büyük bir çelişkiye düştüğünüz görülecektir. Bir kelimeye verilen anlam eğer gramer olarak yanlış olursa , aynı kelimeye başka ayette verilen ve yanlış olduğu iddia edilen nasıl doğru olabilir?.

Bu ayetin doğru olduğunu düşündüğümüz çevirisi şu şekilde olmalıdır. 

 De ki: «İnananları sağlamlaştırmak ve müslümanlara yol gösterici ve müjde olmak üzere onu (Kur'an'ı) Ruh'ül Kudüs, Rabbinden hak olarak indirdi.»

Şuara s. 193. ayeti. 

Nezele bihir rûhul emîn(emînu).

Onunla er-ruh'ul emin indi.

Şuara s. 193. ayetini bu şekil çeviren sayın Aktaş , "ruhul emin" terkibinin "vahiy" olduğunu söylemektedir.

Sayın Aktaş bu ayet içindeki "nezele bihi" ibaresine "indi" anlamı vermektedir. "be" harfi cerri nin geçişsiz fiili geçişli yapması gibi bir özelliği olduğunu düşündüğümüz zaman bu ibarenin "indirdi" şeklinde çevrilmesi daha doğrudur.

Sayın Aktaş , Yusuf s. 15. ayetindeki "zehebu bihi" ibaresini bu kurala riayet ederek "götürdüler" , aynı surenin 72. ayetindeki "cae bihi"ibaresini "bulana" (getirene şeklinde olması daha uygun olmakla birlikte bu çeviri aynı anlama gelmektedir) , müminun s. 18. ayetindeki "zehabin bihi" ibaresini "gidericiyiz" şeklinde çevirmiştir. Aynı surenin 210. ayetindeki "ve ma tenezzelet bihişşeytanü" cümlesinin " onu şeytanlar indirmedi" şeklinde çevirerek bu kurala riayet etmiş , fakat Şuara s. 193. ayetinde bu kurala riayet etmesi halinde Kur'anın "ruhul emin" tarafından indirilmesi anlamı , bu konu ile ilgili ayetlere verdiği anlam ile çakışacağı için çareyi bu kuralı ihlal etmekte bulduğunu düşünüyoruz.

Tekvir s. 19. ayetindeki "kerim elçi" nin kimliği konusunda dipnotunda yaptığı açıklamada onun Muhammed (a.s) olduğunu "Cebrail" olduğu şeklindeki ifadelerin doğru olmadığını söylemektedir. Biz Cebrail'in var olup olmadığı açısından değil bu ayetteki kerim resul'un Muhammed (a.s) olup olmadığı açısından ayeti irdeleyeceğiz.

19. ayette bahsedilen kişinin eğer Muhammed (a.s) olduğunu kabul ederek okuyacak olursak şöyle bir durum meydana gelecektir; 20 ve 21. ayetlerde vasıfları sayılan kişinin 23. ayette birisini gördüğünden bahsedilmektedir. Sayın Aktaş ın yorumu üzerinden gidecek olursak , Muhammed (a.s) , Muhammed (a.s) ı görmektedir. Bunun doğru olamayacağını bilen sayın Aktaş bu sefer 23. ayete koyduğu dipnotta görülen şeyin "Allah tan vahyedilen , Allahın büyük tecellisi" olduğunu söylemektedir.

Sayın Aktaş tezini, Cebrail adında birisinin olmadığı üzerine kurmadan bu ayetleri okusaydı , Muhammed (a.s) ın 23. ayette gördüğü beyan edilen şeyin , 19. ayette anlatılan kerim elçi olduğu konusunda, zorlama yorumlara girilmesine gerek kalmazdı.

Necm suresi 5. ayet dipnotunda , "Rahman suresi 1. 2. ayetlerinde Kur'anı öğretenin "Cebrail" değil Allah olduğu bildirilmektedir" demektedir. Rahman suresinde Kur'anı öğretenin elbette Allah olduğunu söylemektedir , ancak sayın Aktaş verdiği dipnotta Kur'anı Cebrail'in öğretmediği sanki Rahman suresi ayetlerinde yer alıyor gibi bir düşüncenin oluşmasına sebeb olmaktadır. Bu düşünceler Allah (c.c) nin , seçtiği beşer elçilere vahyetme keyfiyetinin , meleklerden seçtiği elçiler ile olduğunu düşünmeden yapılan yorumlardır. Allah (c.c) nin melek ile vahyetmesi mesajın onun tarafından ve onun öğretmesi olduğuna herhangi bir halel getirmez.

5. ayette Muhammed (a.s) a Kur'anı öğretenin Allah (c.c) olduğunu düşündüğümüz zaman , sonraki ayetler , Muhammed (a.s) ile 5. ayette bahsedilen kişinin ilişkisini anlatmaktadır. Eğer bu kişinin Allah (c.c) olduğunu iddia edersek , Muhammed (a.s) ile aralarının çok yakın olduğu , onun yere indiği gibi anlatımları Allah (c.c) ile ilişkisini kurmak zorunda kalırız.

Sayın Aktaş , 18. ayetin dipnotunda , 1-18. ayetler arasındaki anlatımların gaybi alemde gerçekleşen olaylar olduğu , bu anlatımların teşbih içerdiği , vahyin Muhammed (a.s) a nasıl ulaştığının anlatıldığını ifade etmektedir. 

Bu düşüncelere katılmakla birlikte sayın Aktaş'ın kaçırdığı noktanın şurası olduğunu düşünmekteyiz ; Evet bu ayetler vahyin gelişini teşbihi ifadeler ile anlatmaktadır, bu anlatılanlarda gerçekleşen olayı Muhammed (a.s) birebir olarak yaşamıştır. Onun yaşadığı bu olay bizlere teşbihen anlatılmaktadır, onun yaşadıklarının teşbihi anlatımı değildir.

Ele almaya çalıştığımız ayetler , Kur'anın Muhammed (a.s) a ulaşması ilgili ayetler olup , sayın Aktaş bu ayetler ile ilgili çevirilerini , Cebrail adında bir vahiy meleğinin olmadığı tezi üzerine kurmaya çalışmıştır. Vahyin ulaşma keyfiyetini anlatan ayetlerde geçen , Cibril , Ruhul emin , Ruhul kudus gibi terimler ile ifade edilen şeylerin ne olduğunu bilmemiz mümkün değildir. Allah (c.c) bu isimlerle soyut bir olguyu bize somutlaştırarak anlatmaktadır. 

Rivayet kitaplarda geçen kanatlı meleklerin gelip Muhammed (a.s) a vahyi getirdiği düşüncesine bizimde katılmamız mümkün değildir , ancak Şura s. 51 de Allah (c.c) nin insanlarla konuşmasının 3 şeklinden biri olan , elçi göndererek vahyetmesi , Hacc. s 75 de Allah (c.c) nin meleklerden elçi seçmesi, Nahl s. 2. ayetinde beyan edilen " O, kullarından dilediğine kendi emrinden melekleri ruh ile indirir ki; Ben'den başka tanrı yoktur, Ben'den sakının, diye uyarsınlar." durum dikkate alınarak ilgili ayetler okunmaya çalışılsaydı , Cebrail in vahiy meleği olmadığının oturtulmaya çalışılması için ilgili ayetler üzerinde bu kadar oynamalar yapılmasına gerek kalmazdı.


Sayın Aktaş'tan şahsım adına şunu beklerdim , ilgili ayetlerin çevirisini Cebrail'in vahiy meleği olmadığı tezi üzerine kurulmuş bir anlayış üzerine kurarak değil , daha objektif bir yaklaşım sergileyerek , bu tezinin ayrı bir yazı konusu yapıp çevirinin dışında bunu paylaşabilirdi. Eleştirilerimiz sadece bu konuda olmayıp , faiz ve örtünme konularında yaptığı dipnot şeklinde açıklamaların yerinin bu çevirinin sayfaları içinde olmaması gerektiğini bu konularda eğer söylecekleri varsa ayrı bir kitap halinde paylaşılması gerektiğini düşünüyoruz. 

Kendisinin de rahatsız olduğunu belirttiği, kişilerin şahsi düşüncelerinin Kur'ana onaylatma merkezli bir çalışma haline gelme tehlikesini taşıyan "anlam yorum" tarzı çeviri çalışmasının bir benzerini , vahyin gelişi , faiz ,örtünme , ile ilgili ayetlerin altına koymuş olduğu dipnotlar la "anlam yorum" tarzını kendisinin de takip ettiğini düşündüğümüzü söylemek istiyoruz.

Şahsım adına söylemek gerekirse , sayın Aktaş'ın yukarıdaki ayetler ile ilgili çevirilerinin yanlış olduğunu iddia etmiş olmam ,  her ne kadar vahyin Muhammed (a.s) a elçi ile inmiş olduğu düşüncesi içinde olsam da, bu ön yargı ile ayetlerin çevirisinin yanlış olduğu iddiasında olmadığımızın anlaşıldığını düşünüyorum. 

Melek kavramı maalesef rivayetlerin gölgesi altında kalmış bir konu olup , Muhammed (a.s) ın vahiy alması konusundaki bazı rivayetlere baktığımızda , Cebrail ile sanki kanka durumunda olup ikide birde onunla görüşen bir kişi durumuna sokulmuştur. Bunun böyle olması mümkün olmayıp, olayın Kur'ani bir zemine oturtulması gerektiğini düşünmekteyiz. Bu oturtma çalışmalarına eğer , ilgili ayetlerin anlamlarını yerinden oynatmakla başlarsak , doğru bir başlangıç olmayacağı bilinmelidir. 

Sayın Aktaş'ın , Meryem s. 24. ayetine verdiği anlam hakkında da kısaca görüşlerimizi belirtmek istiyoruz. 

Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki tahteki seriyyâ(seriyyen).

Sonra aşağısından , ona "Üzülme" diye bir ses geldi: Rabb'in senin alt tarafında olanı şerefli kılmıştır.

Sayın Aktaş'ın bu ayete verdiği anlamın yanlış olduğunu düşünmemekle birlikte , bağlam gözetilmeden anlam verildiğini düşünüyoruz şöyle ki ; Ayet içinde ki "seriyyen" kelimesi, kendisinin de belirttiği gibi "su yolu" anlamına da gelmektedir. Biz Mü'minun s. 50.  de " Biz, Meryem'in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık ve ikisini barınmaya elverişli ve akar suyu olan bir tepede yerleştirdik." şeklindeki beyanın dikkate alınarak "su yolu" anlamının verilerek çevirlmesinin daha doğru olacağını düşünüyoruz. 

Ayrıca ayet içinde ki nida nın doğum öncesi olduğunu düşündüğümüzde , sayın Aktaş tarafından verilen anlamın uygun olması için , ayet içindeki "tahteki" kelimesi yerine "senin karnındaki ni" şeklinde çevrilmeye müsait olan "batın" kelimesi ile ifade edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Sonuç olarak ; sayın Erhan Aktaş'ın yapmış olduğu çevirinin ilk baskısından sonra ,ikinci baskı için tashihe muhtaç yerlerini geecek olan uyarıları dikkate alacağını söyleyerek , bunları ikici baskı da düzelteceğini söylemesi üzerine , şahsımız tarafından gönderilen bazı tashihlerin dikkate alınması , kendisinin bu konuda "Ben yaptım oldu" mantığı içinde bir çalışma yapmamış olması bizi sevindirmiştir. İlk baskısında gördüğümüz ve önemli olarak dikkat çektiğimizi yazımızda ele aldığımız ayetler üzerinde düşüncelerinin aynı olduğunu gördüğümüz için ilgili ayetler üzerindeki düşüncelerimizi paylaşmak istedik. Yazımızda ele aldığımız ayetleri, biz gibi düşünmediği üzerinden değil , çevirilerdeki hatalar noktasından ele almaya çalıştık. 

Yapılan çevirinin emek ürünü ve uzun yıllar gerektiren bir çalışma olduğu ve bu çalışmalarını bir kalemde üzerinin çizilmesinin haksızlık olduğu düşüncesi içinde yazılmış bir yazı olduğunun önce sayın Aktaş'ın sonra okuyucuların bilmesini isterim. Yapılan hiç bir çeviride sıfır hata olmayacağı bilinci içinde olduğumuzu , kendimiz böyle bir işe girişsek  bizdede hatalar olacağını bilerek böyle bir işe cesaret edemediğimizi itiraf etmek , cesaret edenlerin cesaretlerinin kırmamak gerektiği söyleyerek yapılan eleştirilerin yıkıcı değil yapıcı olmasını düşündüğümüz için, bu yapıcılığa örnek olmak için bunları kaleme almaya çalıştık, sayın Erhan Aktaş'ı tekrar tebrik eder , sürçü lisan ettik ise af ola diyoruz. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.