3 Ağustos 2018 Cuma

Ölmediğine İnanılan Bir Elçi İle Zümer s. 30. Ayetindeki Elçi Arasında Seçim Yapmak

Bugün İslam coğrafyasının değişik bölgelerinde yaşayan Müslümanların ekseriyetinde yerleşik bulunan elçi inancı, Kur'an'ın ortaya koyduğu elçi inancı ile taban tabana zıt bir durum arz etmektedir. İsa (a.s) ı ilah konumuna yükselten Hristiyanlara dahi parmak ısırttıracak şekilde aşırılık içeren elçi inancı maalesef Müslümanlarda itikadi sorunlar oluşturmaktadır. Bu yazımızda, yine Kur'an ile zıtlık arz eden bir inanç olan, Muhammed (a.s) ın ölmediği, kabrinde diri olduğuna dair olan inancı ele almaya çalışacağız. 

Bugün din hakkındaki bilgilerini Kur'an'dan değil de, bazı kişilerin anlattıkları hurafelerden veya rivayet kitaplarından alan kişilere şayet, "Muhammed (a.s) ölü mü dür yoksa diri mi dir?" şeklinde bir soru sorulacak olsa, alınacak cevap onun ölü olmadığı diri olduğu yönünde olacaktır. Çünkü peygamber sevgisi adına, Muhammed (a.s) ın ölü olduğunu söylemeye dilleri varmamakta, onun ölü olduğunu söylemenin kişiyi sanki ona küfür ve hakaret etmek gibi bir duruma düşüreceği zannedilmektedir.

Herkesin malumu olduğu üzere ülkemizden umre ve hac ibadeti için gidenlere verilen siparişlerin başında, onun diri olduğuna inanan Müslümanlarca Muhammed (a.s) a selam söylenmesi gelmektedir. Gönderilen bu selam, maalesef onun ölü olmadığı inancının bir yansımasıdır. Özellikle "Ehli sünnet itikadi" adı altında anlatılan Muhammed (a.s) ın ölü olmadığına dair iddialar, bizim buraya alıntı yapmaya dahi haya edebileceğimiz derecede çirkinlik arz etmekte, fakat bu çirkinlikler özellikle tasavvuf kesiminde bir hayli alıcı bulmaktadır.

Biz, bu konuda Kur'an'ın söyledikleri üzerinde düşünmeye davet ederek, bazı kimselerin içinde bulundukları yanlışa dikkat çekmeye çalışacağız. Din konusunda bizlere yol göstermesi ve hakem olması gereken yegane kaynağın Kur'an olmalıdır. Şayet din konusunda gelen bir bilgi Kur'an tarafından onay almıyorsa, o bilginin hiçbir değeri olamaz.

[Al-i İmran s.144] Muhammed ancak bir resuldür. Ondan önce de resuller geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir.

[Enbiya s.034]  Senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, sen ölürsün de onlar baki kalır mı?

[Ankebut s.057] Her can ölümü tadacaktır. Sonunda Bize döneceksiniz.

[Zümer s.030] Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler.

Konuyu, bu ayetler ışığında düşündüğümüzde, "Muhammed (a.s) da ölmemiştir kabrinde diridir" gibi sözler etmek, Kur'an tarafından artık onay almayacaktır. Ancak yine Kur'an tarafından onaylanmayan bir düşünce olan kabirlerdeki insanların ceza veya mükafat gördüğü inancını kabul edenler tarafından, bu ayetler maalesef kabul görmeyecek, "Ayet var diyorsun ama hadis var kardeşim" şeklinde itirazlar yükselecektir.

Muhammed (a.s) ın diri olduğu iddiası, Bakara ve Al-i İmran surelerinde geçen, Allah yolunda öldürülmüş olanlar ile ilgili ayetler ile desteklenmek istenilmektedir. 

[Bakara s.154] Allah yolunda öldürülenlere «Ölüler» demeyin, zira onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz.

[Al-i İmran s.169] Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rab'leri katında rızıklanmaktadırlar.

"Mecaz, cahilin elinde hakikate dönüşür" sözüne bir kelime ilave ederek, "Mecaz, cahilin ve ön yargılı olanın elinde hakikate dönüşür" şeklinde söylediğimizde, bu ayetlere istinaden Muhammed (a.s) ın ölmediğini iddia etmek, ancak ön yargılı bir düşüncenin eseri olabilir. Çünkü Muhammed (a.s) ın vefatı bilindiği gibi yatağında ölmek şeklinde gerçekleşmiştir, yani Allah yolunda öldürülmek gibi bir durumu yoktur. Ancak bu duruma da bir kılıf bulunmuş, Hayber'de yediği yemekten dolayı zehirlenmiş olduğu ve bu durumun onun vefatına sebep olduğu iddiası, onun Allah yolunda öldürülmüş olduğuna kanıt olarak sunulmaktadır. 

Allah yolunda öldürülmüş olanların ölü olmadığı, diri olduğu şeklindeki beyan, hakikat değil mecaz bir ifadedir. Bu beyan Allah yolundaki ölümün boşa gitmediği, ve bu şekildeki ölümün teşvik edildiği şeklinde anlaşılması daha makul bir yaklaşımdır. Şayet bu ifadenin hakiki olduğunu düşündüğümüzde, bu şekilde öldürülmüş olan bir kişi şayet evli ise, onun geride bıraktığı eşi halen onunla evli sayılacak, ve başka birisi ile asla evlenemeyecektir. Çünkü kocası ölü değil diridir ve kocası ölmemiş birisinin başka birisi ile evlenmesi onu boşamadığı sürece asla mümkün değildir.

Muhammed (a.s) ın ölmediği kabrinde diri olduğu iddiası bilindiği gibi tasavvuf ekolünde daha fazla rağbet görmektedir. Bunun sebebi ise, türbelerde bulunan ölülerden medet ummak gibi bir şirk içine düşmüş olanların türbelerde yatan bu kişilerin diri olmaları gerektiği düşüncesine binaen, önce Muhammed (a.s) ın diri olması gerektiğidir. Yani önce onun diri olması gerekmektedir ki, sonra türbelerde yatan kişilerin de ölü olmadığı inancı daha kolay alıcı bulabilsin.  

"Esselamu aleyke ya resulullah" şeklinde yapılan hitap,  ölmemiş olduğuna inanılan elçiye karşı yapılan bir hitap olarak, bir çok Müslümanın dilinde dolaşmaktadır. Namazlarda okunan tahiyyat duasında geçen bu hitabın yerine, "Esselamu alennebiyyü" veya "Esselamu alel enbiyai" sözlerini kullananın daha isabetli olduğunu düşünmekteyiz. Ayrıca minarelerden okunan selalardaki ölmemiş elçiye yapılan hitap tarzı, itikadi açıdan büyük sıkıntılar doğurmasına rağmen, sanki İslami bir şiar gibi muamele görmektedir.

Muhammed (a.s) ın bugün nasıl bir durumda olduğu şayet Kur'an kaynaklı bir bakış açısı ile değerlendirilmiş olsaydı, bugün onun ölü mü yoksa diri mi olduğu gibi tartışmalar asla olmayacak, bu türden ihtilaflar gündemde bile olmayacaktı. Ancak aşırı yüceltmeci peygamber anlayışının bir ürünü olan bu gibi düşünceler Müslümanlar arasında yer etmiş olduğu için, bu gibi düşünceler yaygın olarak kabul görebilmektedir.

Bu konuda da Müslümanlar iki yoldan birisini seçmek durumundadır.

Bazı kimseler Muhammed (a.s) ın ölü olmadığı şeklindeki Kur'an ile çelişen düşünce ile, Kur'an tarafından beyan edilen Muhammed (a.s) ın ölü olduğu beyanı arasında tercih yapmak durumundadır. Çünkü Muhammed (a.s) ın ölü olmadığı iddiası beraberinde akidevi sorunları da getirmektedir. Çünkü o atfedilen bazı özellikler onu Allah ile denk bir duruma getirmekte, bu denklik iddiası ise, iddia sahiplerini şirk batağına düşürmektedir.

Muhammed (a.s) a sevgi adına yapılan bu tür aşırılıklar, Allah'ı kulun seviyesine indirmek, veya kulu Allah'ın seviyesine indirmek anlamına gelmektedir. Onun beşer oluşu gerçeği hiç bir zaman gözden ırak tutulmamalı, onu beşer üstüne çıkarmanın akidevi sorunları da beraberinde getirdiği gerçeği asla hatırdan çıkarılmamalıdır.

Şurası asla hatırdan çıkarılmamalıdır ki, Muhammed (a.s) bir beşerdir ve her beşer gibi ölümü tatmış, yine her beşer gibi kabrinde yeniden dirileceği günü beklemektedir. Bu süreç zarfında hiçbir şeyden haberi yoktur, ne kabrine gelenleri, ne de kendisine gönderilen selamları işitir. Hele hele Allah (c.c) ile bizim aramızda aracılık yapması gibi bir durumu da yoktur. Kim ki böyle bir inanç içindedir, bu inancın literatürdeki adı apaçık şirktir.

                                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


23 Temmuz 2018 Pazartesi

Bakara s. 284. Ayeti: Allah (c.c) Kulunu İçinden Geçirdiklerinden Ötürü Hesaba Çeker mi?

Bakara s. 284. ayetinde mealen, "Göklerde ve yerde olanlar Allah'a aittir. İçinizde olanı açığa vursanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker. Dilediğini bağışlar, dilediğine de azap eder. Allah'ın her şeye güç yetirendir." buyuran Rabbimizin bu buyruğu içinde geçen, "İçinizde olanı açığa vursanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker" cümlesi bazı kimselerde, Allah (c.c) içimizden geçen bazı kötü duygular sebebi ile de mi bizi cezalandıracak?" şeklinde sorulara kapı aralamakta, hatta bazı kimselerde psikolojik sorunlara dahi yol açabilmektedir. Çünkü insan olarak hepimizin içinden istemediğimiz halde bazı kötü duygular geçebilmekte, bu duygular ise bir çok kimsede, bu yüzden kendisinin azaba uğrayacağı korkusunu beraberinde getirmektedir.

Yazımızda ayetin bu cümlesi üzerinde durmaya çalışacağız.

[003.182] Bu, sizin ellerinizin takdim ettiği şey sebebiyledir. Ve şüphe yok ki, Allah kullarına zulümkar değildir.

[008.051] Bu, işte ellerinizin takdim ettiği şey yüzündendir. Ve şüphe yok ki Allah kulları için zulümkar değildir.

 Yukarıda mealini verdiğimiz ayetler ışığında düşündüğümüzde, hesap gününde bir kimsenin cehennem azabı görme sebebinin, yaşadığı hayat içinde yaptığı somut ameller olduğu görülmektedir. Allah (c.c) nin kulunu, fiile dökmediği sadece içinden geçirdiği bir şeyden ötürü azaplandırması söz konusu olamaz. 

Konumuz ile ilgili cümle dikkat edilirse "Yuhasibküm" dür. Şayet Allah (c.c) kullarının içinden geçirdiklerinden dolayı onları cezalandıracağını haber vermiş olsaydı bu kelime yerine,  "Yuahiziküm" (sizi cezalandırır) kelimesininin kullanılması gerekirdi. 

Öyleyse konumuz ile ilgili olan cümlenin, Allah'ın kullarına yapacağı azap yönünden değil, başka  bir yönden okunması daha sağlıklı neticeler verecektir.

[003.029] De ki: «İçinizde olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir. Göklerde olanları da, yerde olanları da bilir. Allah her şeye Kadir'dir».

[033.054] Siz bir şeyi açıklasanız da gizleseniz de şüphe yok ki, Allah herşeyi bilir.

[006.003] O, göklerde ve yerde tek Allah'tır. Gizlinizi, açığınızı bilir. (Hayır ve şerden) ne kazanacağınızı da bilir.

[021.110] «Doğrusu O, açığa vurulan sözü de bilir, gizlediklerinizi de bilir.»

[064.004]  Göklerde ve yerde olanları bilir; gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilir; Allah, kalblerde olanı da bilendir.

Yazımıza konu ettiğimiz ayet içinde geçen cümleyi, Allah (c.c) nin kullarının her hali hakkında bilgi sahibi olması açısından baktığımızda herhangi bir sıkıntı kalmamaktadır. Allah (c.c) nin hesaba çekmesi demek kulunu azaplandıracağını haber vermesi anlamında değil, o kulunun yaptıkları konusunda bilgi sahibi olduğunu haber vermesi anlamındadır.

Konuyu bu açıdan düşündüğümüzde, bazı kimselerde neredeyse psikolojik vakalara varan endişeler ortadan kalkacak, Allah (c.c) bir kulunu azaplandırması veya mükafatlandırması için, o kulunun ortaya somut ameller ortaya koyması gerektiğini haber veren ayetler bize bu konuda rehber olacaktır.

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

21 Temmuz 2018 Cumartesi

Ateşten Kurtardığına İnanılan Bir Elçi İle Zümer s. 19. Ayetindeki Elçi Arasında Seçim Yapmak

Bugün Müslümanların ekseriyetinin sahip olduğu elçi anlayışının Kur'an tarafından değil, riayet kitapları tarafından inşa edildiği bir gerçektir. Bu gerçek, rivayet kitaplarının oluşturduğu elçi anlayışına sahip olanlara anlatılmaya çalışıldığı zaman, büyük bir tepki çekmekte, Kur'an'ın anlattığı elçi portresi maalesef bir çok Müslüman tarafından kabul görmemektedir. Kabul görmediği gibi, Kur'an'ın tarif ettiği elçinin kabul görmesini isteyenler, "Elçi Düşmanı, Zındık" v.s gibi isimlerle yaftalanmaktadır.

Yine bilinmektedir ki, Kur'an'ın şefaat konulu ayetleri ile, rivayetler tarafından oluşturulmuş şefaat inancı, birbiri ile taban tabana zıttır. Kur'an, şefaat inancını müşriklerin sahip olduğu bir inanç olarak değerlendirirken, rivayetler ise şefaati bir İslam inancı olarak görmektedir. Yine rivayetler tarafından öğretilen şefaat inancında Muhammed (a.s) baş rolü oynamakta ve birçok Müslüman onun hesap gününde ümmetine şefaat ederek kendilerini ateşten kurtaracağına inanmaktadır. 

Aşağıda yaptığımız örnek alıntılar, bu yanlış inancın bir tezahürü olarak kitaplarda ve birçok internet sitesinde yer almaktadır.

"Allah Resûlü (asm), ümmetinden bir kısmının cehenneme gireceğini duyduğu an mahşer meydanında secdeye kapanıp "Ümmetim! Ümmetim!"diye yakarışa geçecek, o esnada cenneti, hurilerin perdedarlığını ve kim bilir daha nice güzellikleri unutacak ve gözyaşlarını ceyhun ede ede hep ağlayacak O'na "Artık başını kaldır! Şefaat et, şefaatin kabul edilecek!"deninceye kadar başını yerden kaldırmayacak ve hep "Ümmetî! Ümmetî!"diye inleyecektir."

"Evet, günah-ı kebaîr işlemiş, düşmüş kalkmış, yer yer sürüm sürüm olmuş ve kirlenmiş, fakat ümidini yitirmemiş, ümitle ve zayıf da olsa imanla Huzur-u Risaletpenâhî’ye varabilmiş, Rasulü Ekrem’in şefaat atmosferi içine girmiş ne kadar mücrim varsa herkese bir bişarettir bu. Allah (celle celâluhû) O’na “Şefaat et! Şefaatin kabul görecektir” buyurmuşsa, O da bu teveccühü değerlendirecektir evet, Cenab-ı Hak, Habibi başını yere koyup, “Ümmetim, Ümmetim!” diye yalvardığında O’nun içine su serpecek ve rahmet esintili şu sözleri söyleyecektir: “Ya Muhammed! İrfa’ ra’seke, işfa’ tüşeffa’ / Ya Muhammed! Başını kaldır. Şefaat et! Şefaatin makbuldür bugün.”"

Yukarıda bulunan iki paragrafta yazılanlar, Muhammed (a.s) ın hesap gününde şefaatçi olacağına dair genel geçer algının bir yansıması olup, ateşten kurtarma yetkisine sahip olduğuna inanılan bir elçi inancını yansıtmaktadır.

Rivayetler tarafından örülen ATEŞTEN KURTARAN ELÇİ inancının ne derece doğru olabileceği konusunda Zümer s. 19. ayeti bize yol gösterecektir.

أَفَمَنْ حَقَّ عَلَيْهِ كَلِمَةُ الْعَذَابِ أَفَأَنْتَ تُنْقِذُ مَنْ فِي النَّارِ

[039.019]  Hakkında azap hükmü kesinleşmiş kimseyi, ateşte olan kimseyi sen mi kurtaracaksın?

Zümer s. 19. ayetinde Muhammed (a.s) a hitaben söylenilen bu sözler, bize onun hesap günündeki konumunu da anlatmaktadır. Bu ayete bakıldığında Muhammed (a.s) ın kimseyi ateşten kurtarmak gibi bir yetkisi olmadığı görülmektedir.

Burada, "Muhammed (a.s) ın ateşten kurtaramayacağı insanlar kafir olan kimselerdir. Onun ateşten kurtarma yetkisi Müslümanlar için olacaktır" şeklinde bir itirazın gelmesi de muhtemeldir.

Bu itiraza karşı şunları söyleyebiliriz: 

Bu ayet içinde dikkat edilmesi gereken cümle, "Hakkında azap hükmü kesinleşmiş kimse" cümlesidir. Allah (c.c) nin hakkında azap hükmü verdiği bir kişi Müslüman da olsa (ki bu düşünce yine problemlidir) elçisi olan bir kulu için bu sözünü değiştireceği düşüncesi, itikadi açıdan sakıncalar doğurmaktadır. Allah'ın sözünün üzerine söz söyleyebileceğine inanılan bir kişinin Allah'a denk sayıldığı gözden uzak tutulmamalıdır. Allah'a denk görülen her şeyin ona ortak koşmak anlamına gelmektedir. 

Hasılı kelam, Muhammed (a.s) ın hakkında azap hükmü kesinleşmiş olan Müslümanları ateşten kurtaracağı iddiası, yine bu ayet ile ret edilmektedir.

Şimdi burada Müslümanlar, rivayetler aracılığı ile anlatılan bir insanı ateşten kurtaracağına inanılan elçi portresi ile, Kur'an tarafından anlatılan kimseyi ateşten kurtarma yetkisi olmayan elçi arasında seçim yapmak durumundadır.

                                             AYET VAR DİYORSUN AMA HADİS VAR KARDEŞİM

Bu söz, rivayetler tarafından gelen ve Kur'an ile çelişki arz eden bilgiye karşı getirilen bir karşı itiraz olarak, bir çok Müslümandan maalesef duyulmaktadır. Yine bu söz Kur'an'ın bazı Müslümanlar nezdindeki yerini göstermesi açısından acı bir örnektir. Çünkü bu gibi sözleri sarf edebilen kişiler, Kur'an ile rivayet arasında tercih yapılması gerektiğinde, Kur'an'ın değil rivayetlerin tercih edilmesi gereğine inanan, hatta bunu imanın bir gereği olarak görmektedirler.

"Hadis İnkarcısı" deyimini dillerine dolayan bazı kimselerin, bu deyim ile kast ettikleri insanlar, dinde rivayetlerin değil Kur'an'ın belirleyici olması gerektiğini savunanlardır. Muhammed (a.s) ın Kur'an'a aykırı en ufak bir söz dahi söylemeyeceği üzerinde, bütün Müslümanların ittifak etmiş olmasına rağmen, bu ittifak pratiğe çıkmamakta, Kur'an ile çakışan bir rivayetin Muhammed (a.s) tarafından asla söylenemeyeceği maalesef dile getirilmekten korkulmaktadır. Bu korkunun en büyük sebebi ise, bu gibi Kur'an ile çelişen rivayetlerin bulunduğu kitaplara dokunulmazlık zırhının giydirilmiş olmasıdır.

Bugün bir rivayet şayet Buhari, Müslim v.s gibi rivayet kitaplarında varsa, veya makbul olarak görülen bir kişinin ağzından çıkmış ise, bazı Müslümanlar tarafından Kur'an ayetinden daha sağlam olarak görülmekte, bu rivayetin güvenilir olup olmadığı konusunda en küçük bir şüphe dahi duyulmamaktadır.

Halbuki olması gereken, Kur'an'ın dinde belirleyici olması, üzerine dokunulmazlık zırhı giydirilmiş kitaplarda geçse dahi Kur'an ile çelişip çelişmediğine bakılması, kim söylemişse söylesin doğruluğu kişilere göre değil, Kur'an'a göre değerlendirilmesidir. Maalesef bu yapılmamakta, yapılmadığı gibi de bu yöntemi savunanlar en ağır ithamlara layık görülmektedir. Halbuki bu kimseler, Kur'an ile çelişen rivayetleri ret etmeyerek Hadis İnkarcısı olarak görülmemek için, KUR'AN İNKARCISI olmayı göze alabilmektedir. 

Sonuç olarak: Muhammed (a.s) hesap gününde diğer insanlar gibi hesaba çekilecek (Araf s. 6), bu hesabın sonunda karşılığını alacaktır. Onun hesap gününde başkalarını ateşten kurtarmak gibi bir yetkisi olmadığı gibi, ona böyle bir yetkinin verildiğine inanmak itikadi açıdan sakıncalar içermektedir. 

Genel geçer İslam düşüncesindeki elçi inancı Kur'an tarafından belirlenmediği için bu gibi sorunlar ortaya çıkmakta, Müslümanlar arasında fikir ayrılıklarının başını Muhammed (a.s) ın sahip olması gereken konum oluşturmaktadır. Şayet her konuda olması gerektiği gibi bu konuda da Kur'an belirleyici bir kitap olarak görülmüş olsaydı, bugün Müslümanlar arasındaki ayrılıklar büyük ölçüde giderilmiş olabilirdi. 

                                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

15 Temmuz 2018 Pazar

BAKARA SURESİ MEALİ

1- Elif, Lâm, Mim. 

2- İşte bu kitap ki onda şüphe yoktur, korunanlar için yol göstericidir.

3- O korunanlar ki, duyularla algılanamayana inanırlar ve kulluk görevlerini* ayakta tutarlar ve onlara rızık olarak verdiğimizden harcarlar. 

* Bu ayete bütün mealler (istisnalar hariç) Namazı dosdoğru kılarlar şeklinde anlam vermiş olmaları, Salat kavramının geniş bir anlama sahip olması gerçeğini bir kenara itmektedir. Bu kavram namazı da içine alan daha geniş bir anlama sahip olduğu için, bu anlamın genişliğini meale yansıtmaya çalıştık. Yukimunessalate kelimesine verdiğimiz bu anlamı, Meryem s. 59. ayetini dikkate alarak tercih ettik. Ayrıca Mekke döneminde inen ayetlerde geçen Salat kavramının müşrikler tarafından içinin boşaltılmış olmasını haber veren ayetler, böyle bir anlamı vermemizdeki etkenlerden birisidir.

4- Ve o kimseler ki sana indirilmiş olana ve senden önceki indirilmiş olana da inanırlar. Ve onlar sonrakine de şüphe duymadan inanırlar.

5- İşte onlar, Rablerinden bir yol göstericilik üzerindedirler. Ve işte onlar, arzuladığına kavuşacakların ta kendileridir.

6- Şüphesiz ki örtenleri uyarsan da uyarmasan da, onlar için eşittir. Onlar inanmazlar.

7- Allah onların kalplerinin ve işitmelerinin üzerini mühürlemiştir. Görme yetilerinin üzerinde ise bir örtü vardır. Ve büyük azap onlar içindir. *

* 6. ve 7. ayetlerde bahsedilen inkâr edenlerin, Medine'de belirli bir gurup olduğu genelleme içermediğine dikkat edilmelidir. 

8- (Medine'deki) insanların bazıları, "Biz Allah'a ve sonraki güne inandık" diyorlar. Oysa onlar inananlar değildir.

9- Allah'ı(n elçisini)* ve inanmış olanları aldatıyorlar. Oysa kendilerinden başkalarını aldatmıyorlar ve bunun farkında değiller. 

* 9. ayette (elçisini) şeklinde açtığımız parantezin gerekçesi; Aldatma fiilinin Allah'a nispet edilerek kullanılmasının nedeni Allah'ın elçisine edilen muamelenin Allah'a edilmiş gibi olmasından ötürüdür. Ayrıca Fetih s. 10. ayetinde Allah'ın elçisine yapılan biatın Allah'a yapılmış gibi beyan edilmesi bu parantezi açmamızın gerekçelerinden birisidir (Nisa s. 80). 

10- Kalplerinde bozukluk vardır. Bundan dolayı Allah da onların bozukluğunu artırmıştır. Yalanlamaları sebebiyle acı azap onlar içindir.

11- Ve onlara, "Bu topraklarda bozuculuk yapmayın" denildiği zaman: "Biz ancak ve ancak  doğruluk için çalışanlarız" derler.

12- Dikkat edin, şüphesiz ki onlar bozucuların ta kendileridir. Fakat bunun farkında değiller.

13- Ve onlara, "(İnanmış) insanların inandığı gibi siz de inanın" denildiği zaman: "Kıt akıllıların inandığı gibi mi inanalım?" derler. Dikkat edin, şüphesiz ki onlar kıt akıllıların ta kendileridir. Fakat (böyle olduklarını) bilmiyorlar.

14- Ve inananlarla karşılaştıkları zaman, "Biz inandık" derler. Ve şeytanları ile yalnız kaldıkları zaman ise, "Şüphesiz ki biz sizinle beraberiz, biz ancak ve ancak onlarla alay edicileriz" derler.

15- Allah, alay etmelerinin karşılığını onlara verecektir*. Taşkınlıkları içinde bocalamalarını uzatmaktadır.

*15. ayette geçen Allahü yestehziu bihim cümlesinin bir çok mealde motamot bir tercüme ile, Allah onlarla alay eder şeklinde çevrilmesine karşılık, bizim bu şekilde çevirmemizin gerekçesi, Arapların işlenen bir suça verdikleri karşılığı aynı kelime ile ifade etmek bir üsluba sahip olmalarındandır. Arap şair Amr Bin Külsüm'ün şu beyitinde olduğu gibi: Dikkat edin kimse bize karşı bir cahillik etmesin, bu sefer cahillerin cahilliklerinden daha fazla cahillik ederiz. Şura s. 40 ayeti olan Bir kötülüğün cezası onun benzeri bir kötülüktür, Arapların kullandığı bu üslubun ayete yansımış halidir. 

16- İşte onlar, doğru yola karşılık sapkınlığı satın almışlardır. Artık bu ticaretleri onlara fayda sağlamamış ve doğru yolu bulamamışlardır.

17- Onların örneği, ateş yakmak istemiş birinin örneği gibidir. (Ateş)  çevresinde olanı aydınlattığında, Allah onların ışıklarını giderdi ve onları karanlıklara terk etti. Onlar göremezler.

18- Sağır, dilsiz, kördürler. İşte onlar artık dönmezler.

19- Veya (onların örneği) içinde karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek bulunan, gökten boşalan yağmura tutulmuş, çakan yıldırımlardan dolayı ölümün çekincesine kapılarak, parmaklarını kulaklarına tıkayanlar(ın örneği) gibidir. Allah örtücüleri çepeçevre kuşatıcıdır.

20- Şimşek neredeyse onların görmelerini kapıp götürüverecek. (Şimşek) onları her aydınlattığında, on(un aydınlığın)da yürürler. Üzerlerine karanlık çökertildiği zaman ise, dikilip kalırlar. Ve eğer Allah dilemiş olsaydı kesinlikle işitmelerini ve görmelerini giderirdi. Şüphesiz ki Allah, her şeyin üzerine güç yetiricidir.
 
21- Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki korunasınız.

22- O, sizin için yeryüzünü döşek, gökyüzünü tavan* haline getiren ve gökten su indirip te onunla ürünlerden size rızık olarak çıkarandır. Artık sizler Allah'a, biliyor olduğunuz halde denkler kılmayın.

* Tavan anlamını verme gerekçemiz, Enbiya s. 32. ayetine istinadendir. 

23- Ve eğer kulumuza indirdiğimizden şüphe içinde iseniz, haydi siz de eğer doğru söyleyenlerden iseniz onun örneğinden olan bir sure getirin ve Allah'ın aşağısından olan tanıklarınızı da çağırın.

24- Eğer bunu yapmadıysanız ki asla yapamazsınız, artık yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten korunun ki o, örtücüler için hazırlanmıştır.

25- Ve inanan ve doğrulukları işleyenlere, onlar için mutlaka altından nehirler akar cennetler olduğunu müjdele. Her ne zaman rızık olarak oradaki üründen faydalandırılsalar, "Bu önceden faydalandırıldığımızdandır" derler. (Bu ürün) onlara (dünyada tattıklarına) benzer olarak verildi. Oradaki tertemiz eşler onlar içindir. Ve onlar orada ölüm görmeyeceklerdir.

26- Şüphesiz ki Allah, bir sivrisineği de ondan (küçüklük bakımından) daha üstün olanını da örnek olarak ortaya koymaktan utangaçlık duymaz. İnananlara gelince, onlar hemen bilirler ki şüphesiz o (örnek) Rablerinden bir gerçektir. Ve örtenlere gelince ise, hemen onlar "Allah bu örnekle ne istedi?" derler. Allah bununla çoklarını saptırır ve çoklarını da doğru yola iletir. Bununla itaatten çıkanlardan başkasını saptırmıyor.

27- O(itaatten çıka)nlar ki, Allah'ın sözünü, yeminle bağlanmasının ardından bozarlar ve Allah'ın, kendisiyle ulanmasını buyurduğunu keserler ve yeryüzünde bozuculuk yaparlar. İşte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir.

28- Allah'ı nasıl örtebiliyorsunuz? Sizler ölüler iken size yaşam verdi. Sonra sizi öldürecek sonra size yine yaşam verecek, sonra O'na döndürüleceksiniz.

29- O, yeryüzünde olanları topluca sizin için yaratandır. Sonra göğe yönelerek onu yedi gök olarak düzenledi. Ve O her şeyi bilicidir.

30- Ve bir zaman senin Rabbin meleklere: "Ben yeryüzünde birbirinin ardından gelecek olanı*  var edeceğim" demişti de (melekler): "Biz seni övgünle çizdiğin daire içinde kalmakta ve senin şanını gereği gibi yüceltmekte iken, orada bozuculuk yapacak ve orada kanlar akıtacak olanı mı var edeceksin?" demişlerdi. (Allah): "Şüphesiz ki sizin bilemeyeceklerinizi en iyi ben bilirim" demişti.

(*)- 30 ayette geçen Halifeten kelimesine, Birbirinin ardından gelmek anlamını verme sebebimiz için bakınız Yunus s. 14-73, Araf s. 69- 74. Bu ayetlerde geçen kelime, helak edilenlerin yerine geçenler için kullanılmaktadır. Helak edilen kavimler ile ilgili ayetlere dikkat ettiğimizde, helakı hak eden toplumların yerine, başka toplumlar geçmiştir. Sünnetullah gereği, kan döken ve bozuculuk yapan bir topluluk mutlaka helak edilir ve yerine bir başka topluluk gelir.

31- Ve Adem'e isimlerin hepsini öğretmiş ve sonra o(isimlere sahip ola)nları meleklere sunarak: "Eğer doğru söyleyenlerden iseniz bana şunların isimlerini haber verin" demişti.

32- (Melekler): "Sen her türlü eksikten uzaksın, biz de senin öğrettiğinden başka bilgi yoktur, şüphesiz ki sen her şeyi bilicisin en doğru karar vericisin" demişlerdi.

33- (Allah): "Ey Adem onlara, onların isimlerini haber ver" demişti de, (Adem) onlara isimleri haber verdiğinde (Allah meleklere): "Ben size göklerin ve yerin duyularla algılanamayanını gerçekten ben bilirim, her ne açığa vuruyorsunuz ve her ne gizliyorsunuz şüphesiz ki ben bilirim dememiş miydim?" demişti.

34- Bir zaman meleklere: "Adem'e boyun eğin" demiştik de, onlar da iblis hariç hemen boyun eğmişlerdi. O, kaçınmış ve büyüklenmiş ve örtücülerden olmuştu.

35- Ve (Adem'e): "Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş ve ikiniz orada dilediğiniz yerden yeyin ve ikiniz bu ağaca yaklaşmayın, aksi takdirde ikiniz de yanlış yapanlardan olursunuz" demiştik.

36- Derken şeytan ikisini ağaca yaklaşmama emrine riayet etmekten kaydırmış ve böylelikle ikisini içinde oldukları yerden çıkarmış, ve biz de: "Birbirinize düşman halde olarak inin. Ve sizin için yeryüzünde belirli bir vakte kadar yerleşim ve yararlanma vardır" demiştik.

37- Bunun üzerine Adem, kendisinin Rabbinden (öğretilen) kelimeleri karşılamış, böylelikle Rabbi de ona (lütuf ile) dönmüştü. Çünkü O, daima (lütufla) dönücü çok merhamet edicidir.

38- (Biz de onlara): "Toplu halde oradan inin, eğer benden bir yol gösterici gelir de kim benim yol göstericime uyarsa, artık onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir" demiştik.

39- Onlar örttüler ve ayetlerimizi yalanladılar, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada ölüm görmeyeceklerdir.

40- Ey İsrailoğulları, size lûtfettiğim nimetimi hatırlayın. Ve benim sözümü tastamam yerine getirin ki, ben de sizin sözünüzü tastamam yerine getireyim ve yalnızca benden sakının.

41- Ve beraberinizde olanı doğrulayıcı olarak indirdiğime inanın ve onu örtücü öncü olmayın. Ve ayetlerimi az bedele satmayın ve yalnızca benden ürkün.

42- Ve gerçeğe gerçek olmayan elbisesi giydirmeyin. Biliyor olduğunuz halde gerçeği saklamayın.

43- Ve kulluk görevlerinizi ayakta tutun ve arınmayı yerine getirin. Ve eğilenlerle beraber eğilin.

44- Kitabı peşi sıra okuyor olduğunuz halde, insanları erdemli olmayı buyurup ta kendinizi unutuyor musunuz? hala bağ kurmayacak mısınız?

45- Ve direnerek gayret etmek ve kulluk görevlerinizi ayakta tutmak suretiyle yardım isteyin. Şüphesiz ki bu gönülden saygı besleyenlerden başkasına ağır gelir.

46- O gönülden saygı besleyenler ki, Rablerine karşılacaklarına ve O'na dönücüler olduklarına dair sanıya sahiptirler.

47- Ey İsrailoğulları, sizi nimetlendirdiğim nimetimi hatırlayın. Ve şüphesiz ki ben sizi Firavun  askerlerine karşı üstün kılmıştım.

*- 47. ayette geçen El Alemine kelimesine Firavun ve askerleri şeklinde anlam verme sebebimiz, bu kelimenin anlamını konu bütünlüğü içinde bulmasından dolayıdır. 49. 50. ayetlerde hatırlatılan bu üstünlüğün, Firavun ve ordusuna karşı olduğu görülmektedir.
 
48- Ve öyle bir güne karşı korunun ki (o günde) kişinin kendisinden başka bir şey karşılığı olmaz. Ve ondan eşlik kabul de edilmez ve ondan denklik bedeli de alınmaz ve onlar yardım da edilmezler.

49- Ve bir zaman, oğullarınızı boğazlamak, kadınlarınıza yaşam vermek suretiyle sizi azabın kötüsüne süren Firavun askerlerinden* sizi kurtarmıştık. Bunda sizin için Rabbinizden büyük lütuf ile deneme vardı.

*- Ali Fir'avne kelimesine Firavun askerleri anlamı verme sebebimiz, 50. ayette suda boğulanların onlar olmasındandır.

50- Ve bir zaman, denizi size bölmüş, böylelikle sizi kurtarmış ve Firavun askerlerini siz onları gözlüyorken boğmuştuk.

51- Ve bir zaman, Musa ile kırk geceliğine sözleşmiş, sonra onun ardından sizler buzağıya (ilah olarak) tutunarak yanlış yapanlar olmuştunuz.

52- Sonra bunun ardından (pişman olup döndüğünüzde) şükretmeniz için siz(i yok etmek)den geçmiştik.

53- Ve bir zaman Musa'ya, doğru yolu bulmanız için (doğru ile yanlışın arasını) bölen kitabı vermiştik.

54- Ve bir zaman Musa topluluğuna: "Ey topluluğum, şüphesiz ki sizler buzağıyı (ilah olarak) edinmek sureti ile kendinize karşı yanlış yaptınız. Haydi sizi en güzel şekilde yaratanınıza (itaatle) dönün, (itaatle) dönmeyenlerinizi öldürün*. Böylesi sizin için sizi en güzel şekilde yaratanınızın katında daha hayırlıdır. Allah size (lütufla) döndü. Çünkü O, daima (lütufla) dönücü çok merhamet edicidir" demişti.

*- 54. ayete böyle bir anlam verme gerekçemiz, ayet içinde geçen Faktülü (öldürün) kelimesinin, Kur'an içinde geçtiği hiç bir ayette mecazi anlamda kullanılmamış olmasıdır. Hakiki anlamı dikkate alınarak verilen bir mealde Kendinizi öldürün olarak ortaya çıkan anlamın düşük olması bizi, bazı tefsirlerde geçen yorumları dikkate almaya yönelterek, kelimeye mecazi bir anlam vermememize, ve tevbe edenlerin tevbe etmeyenleri öldürmesi gerektiği şeklinde bir anlam vermeye yöneltmiştir. Her mealin neticede bir yorum olduğu hata ve yanlıştan uzak olmadığı unutulmamalıdır. En doğrusunu Allah (c.c.) bilir.

55- Ve bir zaman Musa'ya: "Ey Musa, Allah'ı açıkça görünceye kadar biz sana asla inanmayacağız" demiştiniz de, bundan dolayı siz gözlüyorken sizi yıldırım çarpmıştı.

56- Sonra ölümünüzün ardından, şükretmeniz için sizi harekete geçirmiştik.

57- Ve üzerinize bulutu gölge yapmış, üzerinize kudret helvası ve bıldırcın indirmiş: "Size rızık olarak verdiğimizin temizlerinden yeyin" (demiştik). Ve onlar yanlışı bize yapmadılar, fakat onlar yanlışı ancak kendilerine yapıyorlardı.

58- Ve bir zaman: "Şu şehre girin, orada dilediğiniz yerden bolca yeyin, kapısından boyun eğmiş olarak girin ve -Günahlarımızı üzerimizden düşür- deyin ki, biz de sizin yanılgılarınızı bağışlayalım. Ve  güzel davrananlara (karşılığını) artıracağız" demiştik.

59- Fakat yanlış yapanlar, onlara denilmiş olan sözü başka sözle değiştirmişler, buna karşılık biz de o yanlış yapanların üzerine itaatten çıkmaları sebebiyle gökten sarsıntı indirmiştik.

60- Ve bir zaman Musa, topluluğuna su vermeyi istemişti de ona: "Asanı taşa vur" demiştik. Böylece ondan oniki göze halinde su fışkırmış, (topluluğundan olan) bütün insanlar su içeceği yerlerini kesinlikle bilmişti. (Onlara): "Allah'ın rızkından yeyin ve için ve yeryüzünde bozucular olarak karışıklık çıkarmayın" (demiştik).

61- Ve bir zaman: "Ey Musa, biz tek çeşit gıdaya asla direnç gösteremeyiz. Bizim için hemen Rabbine çağrı yap ta yerin bitirmekte olduğu sebzesinden ve salatalığından ve sarmısağından ve mercimeğinden ve soğanından çıkarsın" demiştiniz de, (Musa): "Daha hayırlı olanı daha aşağı olanla mı değiştirmek istiyorsunuz? Mısır'a inin sizin istediğiniz şüphesiz ki vardır" demişti. (Nankörlüklerinden dolayı) üzerlerine aşağılanma ve yoksulluk vuruldu ve Allah'tan bir gazaba yerleştiler. Bu, onların Allah'ın ayetlerini örtmeleri ve Habercileri gerçek bir nedeni olmaksızın öldürmeleri nedeniyledir. Bu, baş kaldırmaları ve sınırı aşıyor olmaları nedeniyledir.

62- Şüphesiz ki İnananlar ve Yahudiler ve Hristiyanlar ve sabiilerden, kim Allah'a ve sonraki güne inanır ve doğruluğu işlerse, artık onların emeklerinin karşılığı Rablerinin katındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir. 

63- Ve bir zaman yeminle bağlanmış sözünüzü sizden almış ve Tur'u tepenize yükseltmiş: " Size verdiğimizi kuvvetlice tutun ve onda bulunanı hatırınızda tutun ki korunasınız" (demiştik).

64- Sonra siz bu sözünüzün ardından (başka tarafa) yönelmiştiniz. Eğer Allah'ın sizin üzerinizdeki nimeti ve rahmeti olmasaydı, o takdirde kesinlikle zarara uğrayanlardan olurdunuz.

65- And olsun ki içinizden Cumartesi'de sınırı aşmış olanları bildiniz. Bundan dolayı onlara: "Azarlanıp kovalanan maymunlar olunuz"demiştik.

66- Böylece bunu önündekilere ve ardından gelenlere ibret verici bir karşılık ve korunanlar için öğüt olarak yapmıştık.

67- Ve bir zaman Musa topluluğuna: "Şüphesiz ki Allah size bir sığır boğazlamanızı buyuruyor" demişti de (onlar): "Bizi alaya mı alıyorsun?" demişler, (Musa'da): "(Alay ederek) bilgisizce hareket edenlerden olmaktan Allah'a sığınırım" demişti.
 
68- (Onlar): "Rabbine bizim için çağrı yap ta o nedir bize açıklasın" demişler, (Musa'da): "Şüphesiz ki O, ne toprağı yarmış ve ne de körpe, ikisinin arasında bir sığırdır, diyor. Buyurulduğunuzu hemen yerine getirin" demişti.

69- (Onlar): "Rabbine bizim için çağrı yap ta onun rengi nedir bize açıklasın" demişler, (Musa da):  " Şüphesiz ki O, gözleyenlerin içine ferahlık veren sarı bir sığırdır, diyor" demişti.

70- (Onlar): "Rabbine bizim için çağrı yap ta o nedir bize açıklasın. Şüphesiz ki inekler bizce birbirine benzeşiyor. Ve şüphesiz ki eğer Allah dilerse, kesinlikle doğru yolu bulanlardan oluruz" demişlerdi.

71- (Musa'da): "Şüphesiz ki O, ne boyunduruk vurulmuş, ne  toprak sürmüş ne de ekin sulamış, sarıdan başka renge sahip olmayan kusursuz bir sığırdır, diyor" demişti de (onlar): "Şimdi bize gerçeği getirdin" demişler ve onu boğazlamışlardı. Neredeyse bunu yapmayacaklardı.

72- Ve bir zaman bir kişi öldürmüştünüz de, suçu üzerinizden savuşturmaya çalışmıştınız. Ve Allah gizlemekte olduklarınızı ortaya çıkarandır.

73- Bunun üzerine biz de: "Onun (sığırın) bir parçasını ona (öldürülen şahsa) vurun" demiştik. Allah böylece ölülere yaşam verir ve size ayetlerini size gösterir ki bağ kurasınız. 

74- Sonra bunun ardından kalpleriniz katılaştı. Artık o (kalpleriniz) taşlar gibi, hattâ katılıkta (taştan) daha şiddetli haldedir. Şüphesiz ki taşlardan öylesi vardır ki ondan nehirler fışkırır. Ve onlardan öylesi vardır ki, yarılarak ondan su çıkar. Ve onlardan öylesi vardır ki, Allah'tan çekinmesinden dolayı aşağı yuvarlanır. Allah, işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

75- Durum bu iken size inanacaklarını halâ umuyor musunuz? Muhakkak ki onlardan bir bölük vardı ki Allah'ın kelâmını işitirler, sonra onu bağ kurmalarının ardından onu bile bile kaydırırlardı.

76- Ve inananlarla karşılaştıkları zaman: "Biz inandık" derler. Birbirleri ile yalnız kaldıklarında ise:"Allah'ın size açtığını, Rabbinizin katında onu size karşı tartışmak için getirsinler diye mi onlara anlatıyorsunuz, halâ bağ kurmayacak mısınız?" derler.

77- Onlar bilmiyorlar mı şüphesiz ki Allah, onların gizlemekte olduklarını da gizlememekte olduklarını da biliyor.

78- Ve içlerinde kitap bilgisi olmayanlar vardır ki onlar kitabı bilmezler, (bildikleri) ancak boş beklentilerdir. Ve onlar sanıdan başka bir şeyde bulunmuyorlar.

79- Artık yazıklar olsun o kimselere ki elleri ile kitabı yazarlar, sonra da onu az bedele satmak için "Bu Allah'ın katındandır" derler. Artık yazıklar olsun onlara elleri ile yazdığından dolayı ve yazıklar olsun kazanmakta olduklarından dolayı. 

80- Ve: "Ateş bize sayılı günlerden başka asla dokunmayacaktır" dediler. De ki: "Allah'ın katından bir söz mü aldınız? Eğer öyle ise Allah asla sözüne sırt dönmez. Yoksa Allah üzerine (doğruluğunu) bilmediğiniz birşeyi mi söylüyorsunuz?"

81- Hayır, kim bir kötülük kazanmış ve bu yanılgısı onu kuşatmış (halde ölmüş) ise, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır, onlar ölüm görmemek üzere oradadırlar.

82- Ve onlar ki inandılar ve doğrulukları işlediler. İşte onlar cennetin arkadaşlarıdır, onlar ölüm görmemek üzere oradadırlar.

83- Ve bir zaman İsrailoğulları'ndan: "Allah'tan başka kimseye kulluk etmeyin ve anne babaya ve yakınlık sahiplerine ve yetimlere ve yoksullara güzel davranın ve insanlara güzel söz deyin ve kulluk görevlerinizi ayakta tutun ve arınmayı yerine getirin" diye, yeminle bağlanmış söz almıştık. Sonra içinizden pek azınız hariç (başka tarafa) yönelmiştiniz. Ve sizler de halâ buna kayıtsız kalanlarsınız.

84- Ve bir zaman; "Kanlarınızı akıtmayın, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın" diye sizden yeminle bağlanmış sözünüzü almış, siz de kararlılık sözü vermiştiniz. Ve sizler de halâ buna tanıklarsınız.

85- Sonra sizler onlarsınız ki, birbirinizi öldürüyor ve içinizden bir bölümü, onlara karşı günah ve düşmanlıkta birbirinize arka çıkarak yurtlarından çıkarıyorsunuz. Ve eğer size esirler olarak gelirlerse onlardan kurtulmalık alıyorsunuz. Halbuki onların (yurtlarından) çıkarılması size yasaklanmıştı. Yoksa siz kitabın (kurtulmalık almayı serbest kılan) bir kısmına inanıyorsunuz da, (birbirinizi yerinizden çıkarmanızı yasak kılan) bir kısmını örtüyor musunuz? Artık içinizden kim böyle yaparsa karşılığı şimdiki yaşamda rezil olmaktır. Ve kalkış'ın gününde ise azabın en şiddetlisine döndürüleceklerdir. Ve Allah işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

86- İşte onlar sonrakine karşılık şimdiki yaşamı satın almışlardır. Artık azap onlardan ne hafifletilir ve onlara ne de yardım edilir.

87- Ve and olsun ki Musa'ya kitabı verdik ve onun ardından elçileri takip ettirdik. Ve Meryem oğlu İsa'ya da apaçık delilleri verdik ve onu Kudüs'ün Ruhu ile güçlendirdik. Her ne zaman bir elçi size benliklerinizin hoşlanmadığı bir şeyi getirmiş olsa büyüklendiniz, bir bölümünü yalanladınız ve bir bölümünü de öldürüyordunuz.

88- Ve: "Kalplerimiz (senin bizi çağırdığına karşı) muhafazalıdır" dediler. Aksine, örtmelerinden ötürü Allah onları dışlamıştır. Bundan dolayı pek azı inanır.

89- Ve onlara Allah'ın katından beraberlerinde olan (Tevrat)ı doğrulayıcı bir kitap geldiğinde, ki önceden örtücü (Arap)ler üzerine açılış istiyorlardı. Fakat tanıdıkları onlara geldiğinde (bu sefer de) onu örttüler. Artık Allah'ın dışlaması örtücülerin üzerinedir.

90- Allah'ın, kullarından dilediği kimsenin üzerine lütfundan (kitap) indirmesine saldırganlık yaparak, Allah'ın indirmekte olduğunu örtmekle, karşılığında kendilerini ona sattıkları şey ne sıkıntılıdır. Bu yüzden gazap üzerine gazaba yerleştiler. Örtücüler için alçaltıcı azap vardır.

91- Ve onlara: "Allah'ın indirdiğine inanın" denildiği zaman, onlar: "Biz, bize indirilmiş olana inanırız" derler ve onun arkasındaki(indirile)ni örterler. Halbuki o, onların beraberinde olanı doğrulayan bir gerçektir. De ki: "Eğer inananlar iseniz önceden Allah'ın habercilerini ne için öldürüyordunuz?"

92- Ve and olsun ki Musa size apaçık delilleri getirmiş, onun (Tur'a çıkmasının) ardından yanlış yapanlar olarak buzağıya (ilah olarak) tutunmuştunuz.

93- Ve bir zaman yeminle bağlanmış sözünüzü sizden almış ve Tur'u tepenize yükseltmiş: "Size verdiğimizi kuvvetlice tutun ve dinleyin" (demiştik). (Bu emre rağmen) "İşittik ve baş kaldırdık" demişler ve örtmeleri nedeniyle kalplerine buzağı (sevgisi) içirilmişti. De ki: "Eğer inananlar iseniz inancınız size ne sıkıntılı şey buyuruyor."

94- De ki: "Eğer sonraki yurt Allah'ın katında (Yahudi olmayan) insanların dışında sadece size özel ise, öyleyse eğer doğru söyleyenlerden iseniz hemen ölüm beklentinizi dile getirin."

95- Fakat ellerinin sunduğu nedeniyle, onu ebedi olarak asla dile getirmezler. Allah yanlış yapanları bilicidir.

96- Ve onları kesinlikle, yaşama karşı insanların en isteklisi olarak bulacaksın. Ve ortak koşanların bazılarından her biri de bin sene ömür verilmesini arzu eder. Halbuki ömür verilmesi onu azaptan uzaklaştıracak değildir. Ve Allah onların işlemekte olduklarını görücüdür.

97- De ki: "Kim Cibril'e düşmansa, şüphesiz ki o önündekini doğrulayıcı, inananlara yol gösterici ve müjdeci olanı Allah'ın duyumuyla senin kalbine indirmiştir."

98- Kim, Allah'a ve meleklerine ve elçilerine ve Cibril'e ve Mikal'e düşmansa, artık şüphesiz ki Allah'ta örtücülere düşmandır.

99- Ve and olsun ki sana apaçık ayetler indirdik. Onları itatten çıkanlardan başkası örtmüyor.
 
100- Her ne zaman bir sözleşme yaptılarsa onlardan bir bölümü onu atmadı mı? Hayır onların hiçbiri inanmazlar.

101- Ve onlara Allah'ın katından beraberlerinde olanı doğrulayıcı bir elçi geldiğinde, kitap verilmiş olanlardan bir bölümü sanki bilmiyorlarmış gibi Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına attı.

102- Ve o (insan) şeytanların Süleyman'ın hükümranlığı üzerine peşi sıra okumakta olduklarına uydular. Oysa Süleyman örtmemiş, fakat o (insan) şeytanlar örtmüşlerdi. Onlar insanlara, sihri ve Babil'de güç sahibi* iki olan Harut veMarut'a indirilmiş olanı öğretiyorlardı. Ve o ikisi "Biz ancak ve ancak denemeyiz sakın örtme" deyinceye kadar bir kimseye dahi hiçbir şey öğretmiyorlardı. O ikisinden onunla karı ve kocanın arasını bölecek şeyleri öğreniyorlardı. Allah'ın duyumu olmadıkça onlar, onunla bir kimseye dahi zarar verici değillerdi. Onlar kendilerine zarar verecek, fayda vermeyecek şeyleri öğreniyorlardı. And olsun ki onlar (insan şeytanlar) kim onu (sihri) satın aldıysa onun sonrakinde (güzel) bir payı olmayacağını bildiler. Kendilerini onunla sattıkları şey ne sıkıntılıdır. Keşke biliyor olsalardı. 

(*)-102. ayet içinde geçen Melekeyn  kelimesine Elçi anlamı verme gerekçemiz, Harut ve Marut'un bildiğimiz anlamda iki melek anlamı verildiğinde ortaya çıkan problemlerin, bu ayetin Kur'an içinde birbirinden çok farklı biçimde anlaşılan bir ayet durumuna düşürmesidir. Bu konu ile ilgili açıklama dipnot olarak değil, ayrı bir makale halinde blogumuzda mevcuttur.

103- Ve eğer onlar inanmış ve korunmuş olsalardı, Allah'ın katındaki ödülü daha hayırlı olurdu. Keşke biliyor olsalardı.

104- Ey inananlar, "Bize çobanlık et" demeyin, "Bizi gözle" deyin ve dinleyin. Ve örtücüler için acı azap vardır.

105- Ne kitabın ehlinden olan örtenler ve ne de ortak koşanlar, size Rabbinizden üzerinize bir hayır indirilmesini arzu etmezler. Oysa Allah kitap ve elçiliğini* dilediği kimseye ayrıcalık tanır. Ve Allah büyük lütuf sahibidir. 

* Rahmet kelimesine kitap ve elçilik anlamı verme nedenimiz, Zuhruf s. 32. ayetine istinadendir.

106- Ondan daha hayırlısını veya bir örneğini getirmedikçe, ayetten bir hükmü yürürlükten kaldırmaz veya unutturmayız. Şüphesiz ki Allah'ın herşeyin üzerine güç yetirici olduğunu bilmedin mi?

107- Göklerin ve yerin hükümranlığının şüphesiz ki Allah'a ait olduğunu bilmedin mi? Sizin için onun aşağısından ne bir yönelen ne de bir yardımcı vardır.

108- (Ey Yahudiler) yoksa siz önceden Musa'nın bilgi istenildiği gibi (size gönderilen) elçinizden de mi  bilgi istiyorsunuz? Ve kim inanmayı örtme ile değiştirirse, artık kesinlikle yolun düzgün olanından sapmıştır.

109- Kitabın ehlinden olanların çoğu, onlara doğru ve gerçek inanç apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki çekememezlikten ötürü inanmanızdan sonra örtücüler olarak sizi geri döndürmeyi arzu etti. Artık Allah buyruğunu getirinceye kadar (şimdilik) onlara karşılık vermekten geçin ve müsamaha gösterin. Şüphesiz ki Allah herşeyin üzerine güç yetiricidir.

110- Ve kulluk görevlerinizi ayakta tutun ve arınmayı yerine getirin. Kendiniz için hayırdan ne sunarsanız, Allah'ın katında onu bulursunuz. Şüphesiz ki Allah, işlemekte olduklarınızı görücüdür.

111- Ve (Yahudiler) "Cennete Yahudilerden (başkası)", (Hristiyanlar da cennete): "Hristiyanlardan başkası asla giremez" dediler. Bu onların boş beklentileridir. (Onlara) de ki: "Eğer doğru söyleyenlerden iseniz sağlam kanıtınızı getirin."

112- Hayır, kim güzel davranan olarak yüzünü Allah'a teslim ederse, artık onun emeğinin karşılığı kendisinin Rabbinin katındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir. 

113- Ve Yahudiler: "Hristiyanlar hiçbir şey üzerinde değildir" dedi. Ve Hristiyanlar: "Yahudiler hiçbir şey üzerinde değildir" dedi. Oysa onlar kitabı peşi sıra okuyorlar. (Kitabı) bilmeyenler (müşrikler) de onların sözlerinin örneğini dedi. Artık Allah anlaşmazlığa düşüyor oldukları hususta kalkışın gününde aralarında karar verecektir.

114- Ve Allah'ın boyun eğilen yerlerinde onun isminin hatırlanmasından alıkoyan ve onların harap olması için koşan kimseden, daha yanlış yapan kimdir? İşte onlar için oralara ancak kaygılananlar olarak girmekten başkası yoktur. Şimdikinde rezillik onlar içindir. Ve sonrakinde ise büyük azap onlar içindir.

115- Ve doğu da batı da Allah'ındır. Nereye yönelirseniz Allah'ın yüzü oradadır. Şüphesiz ki Allah çok geniştir her şeyi bilicidir.

116- Ve: "Allah çocuk sahibi oldu" dediler. O, her türlü eksikten uzaktır. Aksine, göklerde ve yerde olanlar O'nundur, hepsi O'na gönülden bağlıdırlar.

117- Göklerin ve yerin örnek bir model olmadan yaratıcısıdır. Ve bir buyruğun yerine gelmesini istediği zaman ona sadece ""Ol" der, o da oluverir.

118- Ve bilmeyen (müşrik) ler, "Allah bizimle konuşmalı veya bize (gözle görülen) bir ayet gelmeli değil miydi?" dedi. Kendilerinden önceki kimseler de onların sözlerinin örneğini dedi. Kalpleri birbirine benzeşti. Şüphe duymadan inananlar topluluğu için biz ayetlerimizi mutlaka açıkladık.

119- Şüphesiz biz seni bir gerçeklik üzerine müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Şiddetli ateşin arkadaşlarından bilgi istenmeyeceksin.

120- Ve ne Yahudi ne de Hristiyanlar, onların ortak değerlerine uyuncaya kadar senden asla hoşnut olmaz. (Onlara) de ki: " Şüphesiz Allah'ın doğru yolu, asıl doğru yolun ta kendisidir." Ve and olsun ki eğer, sana gelmiş olan bu bilgiden sonra, onların keyfi arzularına uyacak olursan, Allah'tan sana ne bir yönelen ve ne de bir yardımcı vardır.

121- Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu peşi sıra okumak suretiyle, onu okumanın hakkını verirler. İşte onlar ona inanmakta olanlardır. Ve kim onu örterse, işte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir.

122- Ey İsrailoğulları, size nimetlendirdiğim nimetimi hatırlayın. Ve şüphesiz ki ben sizi Firavun ve ordusuna karşı üstün kılmıştım.

*- 122. ayette geçen El Alemine kelimesine Firavun ve ordusu şeklinde anlam verme sebebimiz, bu kelimenin anlamını konu bütünlüğü içinde bulmasından dolayıdır. Bu surenin 49. 50. ayetlerde hatırlatılan bu üstünlüğün, Firavun ve ordusuna karşı olduğu görülmektedir.

123- Ve öyle bir güne karşı korunun ki (o günde) kişinin kendisinden başka bir şey karşılığı olmaz. Ve ondan denklik bedeli kabul edilmez ve ona eşlik fayda vermez ve onlar yardım da edilmezler.

124- Ve bir zaman Rabbi, İbrahim'i bir takım kelimeler(den oluşan emirler) ile denemiş, o da onları (yerine getirerek) tamamlamıştı. (Rabbi ona) "Şüphesiz ki ben seni insanlara önder yapıcıyım" demişti. (İbrahim) "Soyumdan da (önderler yap)" demişti. (Rabbi de ona) "Benim sözüm yanlış yapanlara kavuşmaz" demişti.

125- Ve bir zaman Ev'i (Kâbe'yi) insanlar için ödül alınacak bir yer ve güvenli bir yer yapmış ve (insanlara): "İbrahim'in konumundan ( kulluk ve elçiliğinden dolayı vazifelerine siz de) kulluk görevi olarak tutunun" (demiş), İbrahim ve İsmail'e: "Evimi, etrafında dönerek yürüyenler ve (ibadete) kapananlar ve eğilip boyun eğenler için temiz tutun" diye söz (emir) vermiştik.

126- Ve bir zaman İbrahim: "Rabbim burasını güvenli bir yerleşim bölgesi yap, ve halkını onlardan Allah'a ve sonraki güne inananları ürünlerden rızıklandır" demiş, (Rabbi de): "Kim örterse onu da pek az yararlandırır, sonra da onu ateşin azabına zorlarım. Ve ne sıkıntılı dönüştür" demişti.

127- 128- 129- Ve bir zaman İbrahim, Ev'den (Kabe'den) temelleri: "Rabbimiz bizden kabul et, şüphesiz ki sen her şeyi işiticisin her şeyi  bilicisin.Rabbimiz ikimizi sana teslim olanlardan yap ve soyumuzdan da sana teslim olan bir toplum yap ve bize kulluk hacc görevi yerlerimizi göster ve bize (lütuf ile) dön. Şüphesiz ki sen (lütufla) çokça dönücü çok merhamet edicisin. Rabbimiz onlara içlerinden senin ayetlerini peşi sıra okuyacak ve onlara kitabı ve doğruyla yanlışı ayırmayı öğretecek ve onları arındıracak bir elçi harekete geçir. Şüphesiz ki sen güçlüsün doğru karar vericisin." (diyerek) yükseltiyor ve İsmail'de (yükseltiyordu).

130- Ve İbrahim'in ortak değerinden, benliğini kıt akıllı hale getirenden başka kim yüz çevirir? And olsun ki biz onu şimdikinde süzdürdük, sonrakinde ise o doğrulardan olacaktır.

131- Bir zaman Rabbi ona "Teslimiyet göster" demiş, o da "Alemlerin Rabbine teslimiyet gösterdim" demişti.

132- Ve İbrahim bunu oğullarına da önerdi ve Yakup ta (oğullarına aynı şekilde): "Ey oğullarım şüphesiz ki Allah size bu hayat nizamını süzdürdü, artık siz teslim olanlardan başka bir halde ölmeyin" (diye öğütledi).

133- Yoksa siz (Ey Yahudi ve Hristiyanlar), ölüm Yakub'un hazırında olduğu zaman tanıklar mıydınız? Oğullarına, "Ben (im ölümüm)den sonra kime kulluk edeceksiniz?" demişti de, (oğulları): "Senin ilâhına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhına, tek olan ilâh'a kulluk edeceğiz. Biz O'na teslim olanlarız" demişlerdi.

134- O toplum gelip geçti. Onun kazandığı kendisine, sizin kazandığınız ise sizedir. Ve siz onların işlemekte olduklarından bilgi istenmezsiniz.

135- Ve (Yahudiler): "Yahudi (olun ki)" (Hristiyanlar da): "Hristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız" dediler. De ki: "Aksine, yaratılış ayarı üzerine meyilli olan İbrahim'in ortak değerine (uyarak doğru yolu buluruz).

136- (Onlara): "Biz Allah'a ve bize indirilmiş olana ve İbrahim'e ve İsmail'e ve İshak'a ve Yakub'a ve torunlara indirilmiş olana ve Musa'ya ve İsa'ya ve habercilere Rablerinden verilmiş olana inandık.Onlardan birinin bile arasında bölücülük yapmayız. Ve biz O'na teslim olanlarız" deyin.

137- Eğer O'na sizin inandığınızın örneği gibi inanırlarsa, o takdirde doğru yolu bulmuşlardır. Ve eğer (başka tarafa) yönelirlerse, onlar ancak ve ancak ayrışma içindedirler. Allah onlara karşı sana yeterlidir. Ve O, her şeyi işiticidir her  şeyi bilicidir.

138- Allah'ın boyası, boyası Allah'tan daha güzel olan kimdir? Ve biz O'na kulluk edenleriz.

139- Ve O, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu halde, Allah hakkında bizimle tartışıyor musunuz? Ve bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz ise sizedir. Ve biz O'na katışıksız bağlananlarız.

140- (Ey Yahudi ve Hristiyanlar) yoksa siz; "Şüphesiz ki İbrahim ve İsmail ve İshak ve Yakub ve torunları, Yahudi veya Hristiyandır" mı diyorsunuz? De ki: "Siz mi en iyi bilensiniz yoksa Allah'mı?" Yanındaki bir tanıklığı Allah'tan gizlemiş olandan daha yanlış yapan kimdir? Allah, işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

141- O toplum gelip geçti. Onun kazandığı kendisine, sizin kazandığınız ise sizedir. Ve siz onların işlemekte olduklarından bilgi istenmezsiniz.

142- İnsanlardan bazı kıt akıllılar: "Onları üzerinde bulundukları kıbleden ne (başka tarafa) yönellti?" diyecekler. De ki: "Doğu da, batı da Allah'ındır.O, dilediği kimseyi dosdoğru yola iletir."

143- Ve sizi böylelikle insanlar üzerine tanıklar olmanız için dengeli bir toplum yaptık. Ve Elçi de sizin üzerinize tanık olsun. Senin üzerinde bulunduğun (Kabe'yi), elçiye uyan ile iki ökçesi üzerinde çevrileni bilmekten başka nedenle kıble yapmadık. Ve bunu yapmamız Allah'ın doğru yolu üzerinde olanlardan başkalarına ağırdır. Allah sizin inanmanızı (n karşılığını) göz ardı edecek değildir. Şüphesiz ki Allah insanlara karşı kesinlikle çok şefkatlidir çok merhamet edicidir.

144- Biz senin yüzünün göğe çevrildiğini kesinlikle görüyoruz. Şimdi seni hoşnut olacağın bir kıbleye yönelteceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına yönelt. Her nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına yöneltin. Ve şüphesiz ki kitap verilmiş olanlar bunun Rablerinden  bir gerçek olduğunu kesin olarak biliyorlar. Allah onların işlemekte olduklarından duyarsız değildir.

145- Ve and olsun ki eğer kitap verilmiş olanlara bütün delilleri getirmiş olsan, yine de senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uyacak değillerdir. Ve and olsun ki eğer sana gelmiş olan bu bilgiden sonra onların keyfi arzularına uyacak olursan, o takdirde şüphesiz ki sen de kesinlikle yanlış yapanlardansın.

146- Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (Mescid-i Haram'ın kıble olduğunu)* oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Ve şüphesiz ki içlerinden bir bölümü, kesinlikle gerçeği bilmekte oldukları halde gizliyorlar. 

(*) Bu ayeti bir çok meal (Muhammed'i) şeklinde bir parantez açarak çevirmesine rağmen, ayetin bağlamı kıble konusu ile alakalı olduğu için o şekilde açılan parantezlerin bağlama uymadığını düşünmekteyiz.

147- Gerçek Rabbindendir. Artık sakın tereddüte düşenlerden olma.

148- Herkes için bir yüzünü çevirdiği yer vardır, o ona yönelendir. Öyleyse hayırlarda öne geçin. Nerede olursanız Allah sizi (kalkış gününde) toplu halde bir araya getirecektir. Şüphesiz ki Allah her şeyin üzerine güç yetiricidir.

149- Ve her nereden çıkmış olursan yüzünü Mescid-i Haram tarafına yönelt. Çünkü o Rabbinden bir gerçektir. Allah işlemekte olduklarınızdan duyarsız değildir.

150- Ve her nereden çıkmış olursan yüzünü Mescid-i Haram tarafına yönelt. (Yahudilerin) içlerinde yanlış yapanlardan başka insanların size karşı tartışma yapmaması için nerede olursanız yüzlerinizi onun tarafına yöneltin. Doğru yolu bulmanız ve sizin üzerinizdeki nimetimi tamamlamam için onlardan çekinmeyin benden çekinin.

151- Bunun için içinizden size, ayetlerimizi peşi sıra okuyan ve sizi arındıran ve size kitabı ve doğruyla yanlışı ayırmayı öğreten size bilmediklerinizi öğreten bir elçi gönderdik.

152- Artık beni hatırlayın ki ki bende sizi hatırlayayım ve bana şükredin sakın beni(m kitabımı) örtmeyin.

153- Ey inananlar, direnerek gayret etmek ve kulluk görevlerinizi ayakta tutmakla (Allah'tan) yardım isteyin. Şüphesiz ki Allah, direnerek mücadele edenlerle beraberdir.

154- Ve Allah'ın yolunda öldürülen kimse için "Ölüler" demeyin. Aksine onlar yaşamaktadırlar, fakat siz bunun farkında değilsiniz.

155- Ve sizi, kaygıdan ve açlıktan ve mallardan ve canlardan ve ürünlerden noksanlaştırma ile mutlaka bir deneyeceğiz. Direnerek gayret edenleri müjdele.

156- Onlar ki, kendilerine bir erişme eriştiği zaman, "Biz Allah'a aidiz ve şüphesiz ki biz ona dönücüleriz" derler.

157- İşte onlara Rablerinden destekler ve rahmet vardır. Ve işte onlar doğru yolu bulanların ta kendileridir.

158- Şüphesiz ki Safa ve Merve, Allah'ın farkındalıklarındandır. Kim Ev'i (Kabe'yi) hacc veya umre yaparsa, bu ikisini yürümesinde onun üzerine bir sorumluluk yoktur. Ve kim gönülden bir hayır yaparsa, şüphesiz ki Allah şükrün karşılığını vericidir her şeyi bilicidir.

159- Şüphesiz ki apaçık delillerden ve doğru yoldan indirdiğimizi, bizim onu insanlara kitapta açıkladıktan sonra gizleyenler var ya, Allah işte onları dışlar ve dışlayıcılar da onları dışlar.

160- Ancak (itaatle) dönmüş, durumlarını düzeltmiş ve (kitabı) açıklamış olanlar, işte onlara bende (lütufla) dönerim. Ve ben (lütufla) çokça dönücü çok merhamet ediciyim.

161- Şüphesiz ki onlar örttüler ve örtücü oldukları halde öldüler. Allah'ın ve meleklerin ve (inanan) insanların topluca dışlaması onlaradır. 

162- Ölüm görmemek üzere oradadırlar. Azap onlardan ne hafifletilir ve onlar ne de gözlenir.

163- Ve sizin ilâhınız tek ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O, çok şefkatlidir çok merhamet edicidir.

164- Şüphesiz ki  göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde ve insanların menfaatini sağlayan (yüklerle) denizde akar gemilerde ve Allah'ın gökten indirerek ölümünden sonra onunla yeryüzüne yaşam verdiği su da ve her canlıyı orada yaymasında ve rüzgârları çevirmesinde ve yer ile gök arasındaki boyun eğdirilmiş bulutlarda, bağ kuranlar topluluğu için kesinlikle işaretler vardır.

165- Ve insanlardan bazıları, Allah'ın aşağısından denklere tutunarak onları Allah'ı sever gibi severler. Ve inananlar ise Allah'a sevgice daha bağlıdır. O yanlış yapanlar azabı gördüklerinde topluca kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının şiddetli olduğunu keşke görseydi.

166- Kendilerine uyulmuş olanlar, uymuş olanlardan uzaklaşmış, azabı görmüşler ve onlarla olan bağları kesilmiştir.

167- Ve uymuş olanlar: "Keşke bizim için bir kere daha (dönüş) olsa da, onların bizden uzaklaştığı gibi biz de onlardan uzaklaşsak" dedi. Allah onlara bu işlediklerini pişmanlıklar olarak gösterir. Ve onlar ateşten çıkacak değillerdir.

168- Ey insanlar, yeryüzünde olanlardan serbest temiz olarak yeyin. Ve şeytana ayak uydurmayın. Çünkü o size apaçık düşmandır.

169- O size ancak kötülüğü ve hayasızlığı, (doğruluğunu) bilmediğiniz şeyleri Allah üzerine söylemenizi buyurur.

170- Ve onlara "Allah'ın indirdiğine uyundenildiği zaman,  "Aksine, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız" derler. Ataları bağ kurmayan ve doğru yolu bulamayan kimseler olsa da mı?

171- Ve örtenlerin örneği, çağırma ve seslenmeden başka bir şey işitmeyen haykıran  (hayvan) ın örneği gibidir. Sağır, dilsiz, kördürler. İşte onlar artık bağ kurmazlar.

172- Ey inananlar, size rızık olarak verdiklerimizin temizlerinden yeyin. Ve eğer sadece ona kulluk ediyorsanız Allah'a şükredin. 

173- O size ancak ölü hayvanı ve kanı ve domuzun etini ve (kesilirken) Allah'tan başkasına ses yükseltilmişi yasaklamıştır. Artık kim (açlık sebebi ile) zorlanırsa, saldırganlık yapmamak ve sınırı aşmamak şartı ile bunları yemesinde ona bir günah yoktur. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

174- Şüphesiz ki Allah'ın kitaptan indirdiğini gizleyenler ve onu pek az bedele satanlar var ya; İşte onlar karınlarına ateşten başka bir şey yemiyorlar. Kalkışın gününde Allah onlarla ne konuşacak ve ne de onları arındıracaktır. Ve acı azap onlar içindir.

175- İşte onlar, doğru yola karşılık sapkınlığı, bağışlanmaya karşılık azabı satın almışlardır. Onlar ateş üzerinde ne de dirençlidirler.

176- İşte bu Allah'ın kitabı gerçeklikle indirmesindendir. Ve şüphesiz ki kitap üzerinde anlaşmazlığa düşenler, kesinlikle derin bir ayrışma içindedirler.

177- Yüzünüzü doğuya ve batıya yöneltmeniz erdemlilik değildir. Fakat erdemlilik, kişinin Allah'a ve sonraki güne ve meleklere ve kitaba ve habercilere inanması ve mala karşı olan sevgisine rağmen onu yakınlık sahiplerine ve yetimlere ve yoksullara ve yolun oğluna (yolda kalmışa) ve isteyicilere ve kölelere vermesi ve kulluk görevlerini ayakta tutması ve arınmayı yerine getirmesi ve sözleşme yaptıkları zaman sözlerini tastamam yerine getirmeleri ve sıkıntıda ve darlıkta ve  sıkıntılı (savaş)vaktinde dayanarak mücadele etmesidir. İşte onlar doğru sözlü olanlardır. Ve işte onlar, korunanların ta kendileridir.

178- Ey inananlar, (cinayetle) öldürülenler hakkında suça denk karşılık vermek, sizin üzerinize yazıldı. Hür hüre ve köle köleye ve kadın kadına karşılıktır. Kime (öldürülenin) kardeşi tarafından bir şey (denk karşılıktan) geçilmişse, benimsenene uymak ve güzel şekilde ona ödemek vardır. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bu karardan sonra kim haddi aşarsa, ona acı azap vardır.

179- Ve suça denk karşılık vermekte sizin için yaşam vardır. Ey temiz akıl sahipleri umulur ki korunursunuz.

180- Ölüm birinizin hazırında olduğu zaman eğer bir mal terk ediyor ise, ana babaya ve yakınlık bağı olanlara benimsenen bir şekilde öneride bulunması, korunanlar üzerine bir vazife olarak yazıldı.

181- Artık kim bunu işittikten sonra değiştirirse, şüphesiz ki bunun günahı ancak onu değiştirenlerin üzerinedir. Şüphesiz ki Allah her şeyi işitici her şeyi bilicidir.

182- Fakat bir kimse, öneride bulunanın (haksızlığa) meyletmesinden veya günahtan kaygılanarak aralarını doğrultursa, artık ona bir günah yoktur. Hiç şüphesiz  Allah çok bağışlayıcı  çok merhamet edicidir.

183- Ey inananlar, oruç sizden öncekilere yazıldığı gibi, korunmanız için size de  yazıldı.

184- Sayılı günlerdir. Artık içinizden kim hasta veya yolculuktaysa, sonraki günlerde (tutamadığının) sayısınca (tutar). Ve (oruca) zorlukla dayananların üzerine ise bir çaresiz gıdası kurtulmalık vardır. Fakat kim gönüllü olarak hayır işlerse, bu onun için daha hayırlıdır. Ve eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

185- Ramazan ayı ki, insanlar için yol gösterici olan ve doğru yolu kapsayan açıklamaları ve (doğru ile yanlışı birbirinden) bölen Kur'an, onda indirildi.  Artık içinizden kim o aya tanık olursa onu tutsun. Ve kim hasta veya yolculuktaysa, sonraki günlerde (tutamadığının) sayısınca tutar. Allah sizin için kolaylık istiyor ve sizin için zorluk istemiyor. (Bu ruhsat), sayıyı eksiksiz yapmanız ve sizi doğru yola ilettiği için onu yüceltmeniz ve ona şükretmeniz içindir.

186- Ve kullarım sana benden bilgi istediği zaman, (bilsinler ki) şüphesiz ben onlara yakınım. Beni çağırdığı zaman çağrıcının çağrısına cevap veririm. Öyleyse onlar da bana cevap versinler, bana inansınlar ki erginliği bulmuş olsunlar.

187- Orucun gecesinde kadınlarınız ile cinsel ilişki kurmanız size serbest kılındı. Onlar sizin için bir elbise ve siz de onlar için bir elbisesiniz. Allah sizin kendinize karşı ihanet edebileceğinizi bildi böylelikle size (lütuf ile) döndü ve siz(e zorluk vermek)den geçti. Artık şimdi onlarla (oruç gecelerinde de) birlikte olun ve Allah'ın sizin üzerinize yazdığının peşine düşün. Ve fecir de beyaz iplik siyah iplikten size açıkça belli oluncaya kadar yeyin ve için, sonra orucu geceye tamamlayın. Ve boyun eğilen yerlerde (ibadete) kapananlar halinde olduğunuzda ise onlarla birlikte olmayın. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır, sakın ona yaklaşmayın. Allah işte böylece insanlara korunmaları için ayetlerini açıklıyor.

188- Ve mallarınızı aranızda geçersiz yollarla yemeyin. İnsanların mallarından bir bölümünü günahla yemek için biliyor olduğunuz halde onu karar vericilere sarkıtmayın.

189- Sana hilâllerden bilgi istiyorlar. De ki: "O insanlar ve hacc için vakit ölçüleridir." Ve evlere arkalarından gelmek (işi usulüne göre yapmamak) erdemlilik değildir. Erdemlilik, ancak kişinin korunmasıdır. Ve evlere kapılarından gelin (işi usulüne göre yapın). Ve arzuladığınıza kavuşabilmeniz için Allah'a karşı korunun.

190- Ve sizinle savaşanlarla siz de Allah'ın yolunda savaşın ve sınırı aşmayın Şüphesiz ki Allah sınırı aşanları sevmez. 

191- Ve onları ele geçirdiğiniz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Kargaşa çıkarmak öldürmekten daha şiddetlidir. Ve onlar sizinle Mescid-i Haram yanında savaşıncaya kadar, siz de onlarla orada savaşmayın. Eğer onlar sizinle savaşırlarsa, artık siz de onları öldürün. Örtücülerin karşılığı işte böyledir.

192- Eğer onlar vazgeçerlerse, şüphesiz ki artık Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

193- Ve kargaşa olmayıncaya ve hayat nizamı Allah'ın oluncaya kadar, onlarla savaşın. Eğer onlar vazgeçerlerse, artık yanlış yapanlardan başkasına düşmanlık yoktur.

194- Yasak ay yasak aya karşılıktır. Ve yasaklar da denklik esası üzerinedir. Kim size karşı sınırı aşarsa, siz de size karşı sınırın aşılma örneği kadar ona sınırı aşın. Ve Allah'a karşı korunun ve bilin şüphesiz ki Allah'ın korunanlarla beraberdir.

195- Allah'ın yolunda harcayın. Ve ellerinizle kendinizi yok oluşla karşılaştırmayın. Ve güzel davranın. Şüphesiz ki Allah güzel davrananları sever.

196- Hac ve umreyi Allah için tamamlayın. Eğer alıkonulursanız kolayınıza gelen bir kurbanlık hediye (gönderin). Kurbanlık hediye kesim yerine ulaşıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden hasta veya onda başından bir rahatsızlığı olan kimse oruç, bağış veya kurbanlıkdan ibaret bir kurtulmalık ödemesi gerekir. Artık güvende olduğunuz zaman, kim hacc zamanına kadar umre ile yararlanacak olursa, artık ona da kolayına gelen bir kurbanlık hediye (gerekir). Şayet bulamazsa, hac vaktinde üç gün ve hacdan döndüğünüz zaman ise yedi gün oruç vardır. Bu eksiksiz on (oruç)dur. Bu, ailesi Mescid-i Haram'ın hazırında olmayan içindir. Ve  Allah'a karşı korunun, ve bilin şüphesiz ki Allah'ın sonuçlandırmasının şiddetlidir.

197- Hacc bilinen aylardır. Artık kim onlarda haccı kendisi için belirlerse, artık hacda ne cinsel ilişki ve ne yoldan çıkma ve ne de tartışma vardır. Ve hayırdan ne yaparsanız, Allah onu bilir. Ve azık edinin, şüphesiz ki azığın hayırlısı korunmaktır. Ey temiz akıl sahipleri benden korunun.

198- (Hac aylarında ticaret yapmak sureti ile) Rabbinizden bir lütfun peşine düşmenizde üzerinize bir sorumluluk yoktur. Artık Arafat'tan aktığınız zaman, artık Meşar-ı Haram (Müzdelife) yanında Allah'ı size doğru yola ilettiği gibi hatırlayın. Ve şüphesiz ki siz bundan önce sapkınlardan idiniz.

199- Sonra insanların aktığı yerden siz de akın ve Allah'a bağışlama isteyin. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır çok merhamet edicidir.

200- Artık kulluk hacc görevini yerine getirdiğiniz zaman artık Allah'ı atalarınızı hatırladığınız gibi, hatta ondan daha şiddetli bir hatırlamayla hatırlayın. İnsanlar içinde "Rabbimiz bize şimdikinde ver" diyen vardır. Bu kimseye sonrakinde ise bir pay yoktur.

201- Ve içlerinden kimi de "Rabbimiz bize şimdikinde de güzellik, sonrakinde de güzellik ver ve bizi ateşin azabından koru" der.

202- İşte onlar için, kazandıklarından hisse vardır. Ve Allah hesabı hızlı görendir.

203- Ve Allah'ı sayılı günlerde hatırlayın. Kim (Mina'dan Mekke'ye) iki günde acele ederse, artık ona günah yoktur. Ve kim sonralarsa, korunan kimse için artık ona da günah yoktur. Ve Allah'a karşı korunun ve bilin ki O'na sürülüp toplanacaksınız.

204- Ve insanlardan bazıları vardır ki, şimdiki yaşama dair sözleri seni şaşırtır, ve kalbindekine Allah'ı tanık getirir. Halbuki o çekişenin en azılısıdır.

205- Ve (başka tarafa) yöneldiği zaman ise yeryüzünde orada bozuculuk yapmak, ekinin ve neslin (iktisadi ve sosyal düzenin) yok etmek için koşar. Ve Allah bozucuları sevmez.

206- Ve ona "Allah'tan korun" denildiği zaman, güçlülük gururu onu günah ile tutar. Artık ona cehennem yeterlidir ve ne sıkınıtlı bir yataktır.

207- İnsanlardan kimisi vardır ki Allah'ın rızasının peşine düşmek için kendisini feda eder. Allah kullarına karşı çok şefkatlidir.

208- Ey inananlar, el birliğiyle barış ve selâmete girin, ve şeytana adımlarına uymayın. Çünkü o sizin için apaçık düşmandır.

209- Eğer size apaçık deliller geldikten sonra kayacak olursanız, artık bilin şüphesiz ki Allah çok güçlü en doğru kararı vericidir

210- Onlar (inanmak için) Allah'ın ve meleklerin bulut gölgelerinin içinden gelmesini ve buyruğun yerine getirilmesinden başka bir şeyi mi gözlüyorlar? Ve işler Allah'a döndürülür.

211- İsrailoğulları hakkında bilgi iste, onlara apaçık delilden nicesini verdik. Kim Allah'ın nimetini, kendisine geldikten sonra değiştirirse, artık şüphesiz ki Allah'ın sonuçlandırması şiddetlidir.

212- Örtenlere şimdiki yaşam süslendi. Ve onlar inananlardan bir kısmını gülünç duruma düşürüyorlar. Oysa Allah'a karşı gelmekten korunan bu kimseler kalkışın gününde onların üstündedirler. Ve Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır. 

213- İnsanlar bir tek toplumdu (fakat zaman içinde anlaşmazlığa düştüler). Bunun üzerine Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak habercileri harekete geçirdi. Ve insanlar arasındaki anlaşmazlığa düştükleri konuda karar vermesi için onların beraberinde kitabı gerçeklikle indirdi. Ve onlara apaçık deliller geldikten sonra aralarındaki saldırganlık yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o kendilerine (kitap) verilmiş olanlardan başkası olmadı. Böylece Allah, kendi duyumu ile inananları, onların üzerinde anlaşmazlığa düştükleri doğru ve gerçeğe iletti. Ve Allah dilediği kimseyi dosdoğru yola iletir.

214- Yoksa sizden önceki gelip geçenlerin başlarından geçenlerin (sıkıntılarının) örneği sizin de başınızdan geçmeden, cennete girivereceğinizi mi hesab ettiniz? Sıkıntı ve darlık onları öylesine dokundu ki, elçiler ve onunla beraber olan inananlar: "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar sarsıldılar. Dikkat edin, şüphesiz ki Allah'ın yardımı yakındır.

215- Sana, neyi (kime) harcayacakları hakkında bilgi istiyorlar. De ki: "Hayırdan harcayacağınız mal anne baba ve yakınlık bağı olanlar ve yetimler ve yoksullar ve yolun oğluna (yolda kalmışa) olmalıdır. Ve iyilikten ne yaparsanız artık şüphesiz Allah onu bilicidir."

216- Onu istememiş halde olsanız da savaş sizin üzerinize yazıldı. Ve sizin istemediğiniz bir şey, umulur ki sizin için daha hayırlıdır. Ve sizin sevdiğiniz bir şey ise, umulur ki sizin için daha şerlidir.Ve  Allah bilir siz ise bilmezsiniz.

217- Sana, yasak ayda onda savaşı soruyorlar. De ki: "O ayda savaşmak büyük (günah)tır. Allah'ın yolundan uzaklaştırmak, O'nu örtmek, Mescid-i Haram'dan uzaklaştırmak ve oranın halkını  çıkarmak, Allah'ın katında ondan daha büyüktür. Ve kargaşa çıkarmak öldürmekten daha büyüktür." Eğer onların güçleri yetecek olsa, sizi hayat nizamınızdan geri döndürünceye kadar, sizinle savaşmaya devam edeceklerdir. İçinizden kim hayat nizamından geri döndürülür de örtücü olarak ölürse, işte onların işledikleri şimdikinde ve sonrakinde boşa gitmiştir. Ve işte bu kimseler ateşin arkadaşları olacaktır. Onlar orada ölüm görmeyeceklerdir.

218- Şüphesiz ki inanan ve Allah'ın yolunda hicret eden ve güçlerini kullananlar var ya, işte onlar Allah'ın rahmetini bekleyebilirler. Ve Allah çok bağışlayacıdır çok merhamet edicidir.

219- Sana şarap ve kumardan soruyorlar. De ki: "İkisinde de büyük günah ve insanlar için faydalar vardır. Ancak bu ikisinin günahı, faydasından daha büyüktür." Ve sana neyi harcayacakları hakkında bilgi istiyorlar. De ki: "(İhtiyaçtan) geçileni." Allah böylece düşünesiniz diye ayetlerini açıklıyor.

220- Şimdikinde ve sonrakinde. Ve sana yetimlerden de bilgi istiyorlar. De ki: "Onların durumlarını doğrultmak daha hayırlıdır. Eğer onlarla birbirinize karışırsanız artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Ve Allah bozuculuk yapan ile, doğrultanı bilir. Ve eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle sizi sıkıntıya sokardı Şüphesiz ki Allah güçlüdür doğru karar vericidir.

221- Ve Allah'a ortak koşan kadınlar ile, onlar inanıncaya kadar evlenmeyin. İnanan bir cariye, sizi (dış görünüşü ile) şaşırtmış bile olsa ortak koşan (hür) bir kadından daha hayırlıdır. Ve  ortak koşan erkekleri de onlar  inanıncaya kadar (inanan kadınlarla) evlendirmeyin. İnanan bir erkek köle, (dış görünüşü ile) sizi şaşırtmış bile olsa ortak koşan (hür) bir erkekten daha hayırlıdır. İşte onlar ateşe çağırırlar. Ve Allah ise kendi duyumu ile cennete ve bağışlanmaya çağırır. Ve insanlar hatırlasınlar diye ayetlerini böylece açıklar.

222- Ve sana hayızdan bilgi istiyorlar. De ki: "O bir rahatsızlık halidir. Artık hayızda kadınlardan geri durun ve onlar temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın (cinsel ilişki kurmayın). Temizlendikleri zaman, artık Allah'ın size buyurduğu yerden, onlara gelin (cinsel ilişki kurun). Allah şüphesiz ki (itaatle) dönenleri sever ve temizlenenleri de sever."

223- Kadınlarınız sizin için (nesillerinizin devamını sağlayan) tarladır. O halde tarlanıza (Allah'ın emrettiği yerden) dilediğinizce gelin ve kendiniz için sunum hazırlayın ve Allah'a karşı korunun, ve bilin ki O'na karşılaşacaksınız. Ve inananları  müjdele.

224- Ve erdemli olmaya ve korunmaya ve insanlar arasını doğrultmaya, yeminlerinizden dolayı Allah'ı, kayıtsız kalma vesilesi kılmayın. Ve Allah her şeyi işiticidir her şeyi bilicidir.

225- Allah sizi rastgele yeminlerinizden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat kalplerinizin kazandığından dolayı sorumlu tutar. Ve Allah çok bağışlacıdır karşılık vermekte acele etmeyicidir.

226- Kadınlarından uzaklaşmaya yemin edenler, dört ay gözetlerler. Eğer (uzaklaşma yemininden)  dönerlerse, şüphesiz ki artık Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.

227- Ve eğer boşamaya kesin karar verirlerse de, şüphesiz ki Allah her şeyi işiticidir her şeyi bilicidir.

228- Boşanmış kadınlar üç hayız müddeti kendilerini (evlenmeden) gözetlerler. Eğer Allah'a ve sonraki  güne inanıyorlar ise, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri onlara serbest olmaz. Ve (onları boşayan) kocaları eğer arayı doğrultmak istedikleri takdirde onları geri döndürmeye daha hak sahibidirler. Ve kadınların  hakları olduğu gibi benimsenen şekilde sorumlulukları da vardır. Ve adamlar onların üzerinde (hakları) bir kademe daha fazladır. Ve Allah güçlüdür, doğru karar vericidir.

229- Boşama iki keredir. Artık (sonrasında ise) benimsenen şekilde tutmak veya iyilik ederek salıvermek vardır. (Boşadıktan sonra) onlara verdiklerinizden bir şey geri almanız size serbest değildir. Ancak her ikisinin Allah'ın  sınırlarını ayakta tutamayacaklarından kaygılanmaları hariç. Eğer siz de bu ikisinin Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından kaygılanırsanız, artık kadının onu kurtulmalık olarak vermesinde ikisinin üzerine bir sorumluluk yoktur. Bu Allah'ın sınırlarıdır, artık bunu aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, işte onlar yanlış yapanların ta kendileridir.

230- Eğer kadını (üçüncü defa) boşarsa, artık o kadın ondan başka bir eş ile evleninceye kadar ona serbest olmaz. Eğer (evlendiği kişi) o kadını boşarsa, eğer o ikisi de Allah'ın sınırlarını ayakta tutacakları sanısına sahiplerse, artık birbirlerine dönmelerinde ikisinin üzerine bir sorumluluk yoktur. İşte bu Allah'ın sınırlarıdır, bilenler topluluğu için onu böyle açıklıyor.

231- Ve kadınları boşadığınız zaman, onlar bekleme sürelerinin sonuna ulaştıklarında, artık onları benimsenen şekilde tutun, veya benimsenen şekilde salıverin. Onları, zarar vermek ve sınırı aşmak amacı ile tutmayın. Ve kim böyle yaparsa, artık kesinlikle kendisine yanlış yapmıştır. Ve Allah'ın ayetlerini alaya  tutmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, size onunla hatırlatmak için kitap ve doğruyu yanlıştan ayırandan indirdiğini hatırlayın. Ve Allah'a karşı korunun, ve bilin şüphesiz ki Allah her şeyi bilicidir.

232- Ve kadınları boşadığınız zaman onlar bekleme sürelerinin sonuna ulaştıklarında, artık aralarında karşılıklı hoşnutluk ve benimsenen şekilde anlaştıkları zaman, koca(aday)ları ile evlenmeleri konusunda sertlik göstermeyin. İçinizden Allah'a ve sonraki güne inananlar bununla öğütleniyor. Sizin için böylesi daha arınmış ve daha temizdir. Ve Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.

233- Ve (boşanmış) anneler, emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, çocuklarını eksiksiz iki yıl emzirirler. (Emzirme süresince) Ve onların yiyecek ve giyeceklerinin temini, hoşlanılan şekilde babaya aittir. Hiç kimse genişliğinden başkasıyla yükümlü değildir. Ne anneye çocuğu sebebiyle ve ne de babaya çocuğu sebebiyle zarar verilmesin. Varis olana da aynı örnek davranış vardır. Ve eğer ikisi karşılıklı hoşnutluk ve danışma sonucunda çocuğu iki yıldan önce sütten ayırmak isterlerse, artık ikisinin üzerine bir sorumluluk yoktur. Ve eğer çocuklarınızı (süt anneye) emzirtmek isterseniz, verdiğiniz (emzirme ücretini)  benimsenen şekilde teslim ettiğiniz zaman, artık sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. ve Allah'a karşı korunun ve bilin şüphesiz ki Allah'ın işlemekte olduklarınızı görücüdür.

234- Ve içinizden ömürleri tamamlatılarak geriye eşler bırakanların eşleri, kendilerini benimsenen dört ay on gün gözetlerler. Artık bu sürenin sonuna ulaştıkları zaman, kendileri içinşekilde yaptıkları (evlilik anlaşmaları)ndan dolayı, sizin üzerinize herhangi bir sorumluluk yoktur. Ve Allah işlemekte olduklarınızdan haberdardır.

235- (Bekleme sürelerini doldurmamış) Kadınlarla evlenmek isteğinizi onlara sözlü olarak sunmanızdan, veya içinizde korunaklı tutmanızdan dolayı, sizin üzerinize herhangi bir sorumluluk yoktur.  Çünkü Allah, sizin onları hatırlayacağınızı bilmektedir. Fakat benimsenen şekilde söz söyleme haricinde, onlarla gizlice sözleşmeyin. Ve yazılı olan sürenin sonuna ulaşıncaya kadar onlarla evlenme bağlılığına karar vermeyin. Ve Allah'ın içinizdekini bilmekte olduğunu bilin o halde O'ndan sakının. Ve bilin şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır karşılık vermekte acele etmeyicidir.

236- Ve eğer kadınları, onlara dokunmadan (cinsel ilişki kurmadan) veya onlara herhangi bir (mehir) belirleme yapmadan boşayacak olursanız, sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. Ve onları yararlandırın. Genişte olanın üzerine  ölçüsünce, darda olanın da üzerine gücü nispetinde benimsenen şekilde onları yararlandırması vardır. (Bunu yapmak) güzel davrananların üzerine bir vazifedir.

237- Ve eğer onlara dokunmadan (cinsel ilişki kurmadan) önce, ve onlar için (mehir) belirlemiş olarak boşayacak olursanız, artık belirlediğinizin yarısı vardır. Ancak kadınların (mehiri almaktan)  geçmeleri, veya evliliğin bağlılığını elinde tutanın (yarısını vermekten) geçmesi başkadır. Ve eğer (yarısını vermekten) geçerseniz (tamamını verirseniz) bu korunmaya daha yakındır. Ve aranızdaki üstünlüğü unutmayın. Şüphesiz ki, Allah, işlemekte olduklarınızı görücüdür.

238- Kulluk görevlerini koruyun ve en ortadaki kulluk görevinizi (namazı da koruyun). Ve Allah'a gönülden bağlılar olarak ayağa kalkın.

239- Eğer (güvenliğinizden) kaygılanırsanız, artık yaya veya binekli halde iken de (koruyun). (Güvenliğinizden) artık emin olduğunuz zaman, bilmediklerinizi size öğrettiği gibi Allah'ı hatırlayın.

240- Ve içinizden ömürleri tamamlatılarak geriye eşler bırakacak olanlar, eşleri için evlerinden çıkarılmaksızın bir yıl geçimlerini temin edecek şekilde yararlanmalarını önersinler. Eğer onlar (kendi istekleri ile) çıkacak olurlarsa, benimsenen şekilde yaptıklarından dolayı, artık sizin üzerinize bir sorumluluk yoktur. Ve Allah güçlüdür doğru karar vericidir.

241- Ve boşanmış kadınlara benimsenen şekilde fayda sağlamak,  korunmak isteyenlerin üzerine gerekli bir vazifedir.

242- Allah, bağ kurmanız için size ayetlerini böylece açıklıyor.

243- Binlerce oldukları halde ölüm sakınması ile yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allah onlara "Ölün"dedi, sonra onları yaşama döndürdü. Şüphesiz ki, Allah insanlara karşı kesinlikle çok lütufkardır, fakat insanların çoğu şükretmezler.

(*) Buradaki Ölün emrinin, hakiki anlamda bir ölüm değil toplumların düşman istilası karşısında maruz kaldıkları zelil durumu tasvir eden mecazi anlamda bir kullanım olduğunu düşünmekteyiz. Çünkü devamında gelen Talut kıssasındaki hayata döndürülme işlemi de aynı şekilde mecazi anlam taşımaktadır.

244- Ve Allah'ın yolunda savaşın ve şüphesiz ki Allah'ın her şeyi işitici her şeyi bilici olduğunu bilin.

245- Kim ki Allah'a güzel ödünçle ödünç verirse, artık Allah'ta onu kendisi için kat kat artırır. Ve Allah sıkar  ve genişletir. Ve O'na döndürüleceksiniz.

246- Musa'dan sonraki İsrail oğulları'ndan ileri gelenleri görmedin mi? Bir zaman habercilerinden birine: "Bize bir hükümdar harekete geçir de Allah'ın yolunda savaşalım" demişlerdi. (Haberci de onlara): "Savaş sizin üzerinize yazılır da, savaşmamanız sizden umulur mu?demiş. (Onlar da) " Bize ne oluyor ki yurtlarımızdan ve oğullarımızdan çıkarılmış olduğumuz halde, biz Allah'ın yolunda neden savaşmayalım?" demişlerdi. Fakat savaş üzerlerine yazıldığında ise, onlardan pek azı hariç olmak üzere (başka tarafa) yöneldiler. Ve Allah yanlış yapanları bilicidir.

247- Ve habercileri onlara: "Şüphesiz ki Allah size Talut'u hükümdar olarak harekete geçirdi" demiş, (Onlar ise): "Biz hükümdarlığa ondan daha hak sahibi, ve ona mali yönden de bir genişlik verilmemiş iken, onun üzerimize hükümdarlığı nasıl olabilir?" demişlerdi. (Nebileri de): "Şüphesiz ki Allah size hükümdar olarak onu süzdürdü, onu bilgi ve beden gücünü  geniş tuttu. Allah hükümranlığını dilediğine verir. Ve Allah çok geniştir her şeyi bilicidir" demişti.

248- Ve habercileri onlara: "Şüphesiz ki onun hükümdarlığının delili, size melekler tarafından taşınan sandığın gelmesidir ki, onda Rabbinizden bir güven duygusu ve Musa ailesi ve Harun ailesinin terk ettiği kalıntı bulunmaktadır. Eğer İnananlar iseniz şüphesiz ki bunda sizin için kesinlikle bir delil vardır" demişti.

249- Talut askerleri ile (sefer için) ayrıldığında: " Şüphesiz ki Allah, sizi bir nehir ile bir deneyecektir. Kim o nehrin suyundan içerse, artık benden değildir. Ve kim ancak eliyle bir avuç almak dışında gıdalanmaz ise, artık şüphesiz ki o bendendir" demişti. İçlerinden pek azı hariç olmak üzere, ondan içtiler. Onu, o ve beraberindeki kendisine güvenenler ile geçtiğinde, (Talut'a güvenmemiş olan geride kalanlar): "Bugün Calut ve askerlerine karşı koyacak gücümüz yok" demişler, Allah'a karşılaşacakları sanısına sahip olan (Talut'la beraber geçen) ler ise: "Askeri birlikten, pek az halde olan nicesi vardır ki, Allah'ın duyumu ile çok halde olan askeri birliğe karşı üstün gelmiştir. Ve Allah direnerek gayret edenlerle beraberdir" demişti.

250- Calut ve askerlerine göründüklerinde, "Rabbimiz üzerimize direnç ve gayret yağdır, ayaklarımızı sabitle, örtücüler topluluğuna karşı bize yardım et demişlerdi.

251- Sonunda onları Allah'ın duyumu ile hezimete uğrattılar ve Davut Calut'u öldürdü ve Allah ona hükümdarlık ve doğruyu yanlıştan ayırt etme yeteneği verdi ve ona dilediğinden olduğundan öğretti. Ve Allah'ın insanların bir kısmını bir kısmı  ile defetmesi olmasaydı, o takdirde yeryüzü kesinlikle bozulurdu. Ancak Allah, yaratmış olduğu her şeye karşı lütuf sahibidir.

252- İşte bu Allah'ın ayetleridir. Onu sana gerçeklikle peşi sıra okuyoruz. Ve şüphesiz sen gönderilmişlerdensin.

253- İşte bu elçiler, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden bir kısmı ile Allah konuşmuş ve bir kısmını da kademelerle yükseltmiştir. Ve Meryem oğlu İsa'ya apaçık deliller verdik ve onu Kudüs'ün Ruhu ile güçlendirdik. Ve eğer Allah dilemiş olsaydı, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra elçilerin ardından birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat içlerinden kimi inanmak ve içlerinden kimi örtmek suretiyle anlaşmazlığa düştüler. Ve eğer ayet Allah dilemiş olsaydı, birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat Allah dilediğini yapar.

254- Ey inananlar, onda ne alış verişin ne dostluğun ve ne de eşliğin olmayacağı gün gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden harcayın. Örtücüler yanlış yapanların ta kendileridir.

255- Allah, O'ndan başka ilâh yoktur. O, yaşamaktadır (yarattıkları üzerinde her an) ayaktadır. O'nu ne uyuklama ve ne de uyku tutmaz. Göklerde olanlar ve yerde olanlar O'nundur. O'nun duyumu olmadan, O'nun katında eşlik edecek te kimmiş? O, (yarattıklarının) önlerinde olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve dileğinden başka O'nun ilminden hiç bir şey kuşatamazlar. O'nun tahtı gökleri ve yerden geniştir. Bu ikisinin korunması O'na ağır gelmez. Ve O, yücedir büyüktür

256- Hayat nizamında zorlama yoktur. Erginlik, azgınlıktan açıkça belli olmuştur. Kim taşkınlık yapanı örter ve Allah'a inanırsa, artık kesinlikle kırılması olmayan sağlam kulpu tutunmuştur. Ve Allah her şeyi işiticidir her şeyi bilicidir.

257- Allah, inananların yönelenidir. Onları karanlıklardan ışığa çıkarır. Örtenlerin yöneleni ise taşkınlık yapandır. Onları ışıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada ölüm görmeyeceklerdir.

258- Allah kendisine hükümdarlık verdi diye, kendisinin Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim: "Benim Rabbim yaşatan ve öldürendir" demiş, (tartışan da):  "Ben de yaşatır ve öldürürüm" demişti. İbrahim: "Şüphesiz ki Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen de onu batıdan getir" demiş, o örtücü birden dehşete düşmüştü. Ve Allah yanlış yapanlar topluluğunu doğru yola iletmez.

259- Veya çatıları üzerine çökmüş haldeki bir şehre uğrayan kişiyi (görmedin mi). "Allah buraya ölümünden sonra nasıl yaşam verecek?" demişti. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl öldürmüş, sonra yeniden harekete geçirmişti. (Allah ona) "Ne kadar kaldın?" demiş, o da: "Bir gün veya bir günün bir kısmı kadar kaldım" demişti. (Allah): "Aksine yüz yıl kaldın, gıdana ve içeceğini gözle hiç bozulmamış. Ve eşeğini de gözle, seni insanlara böylece delil yapmak için. Ve  kemikleri de gözle onları nasıl ayaklandırıyor, sonra et giydiriyoruz." (Sorusunun cevabı) apaçık belli olduğunda: " Biliyorum şüphesiz ki Allah her şeyin üzerinde güç yetiricidir" demişti.

260- Ve bir zaman İbrahim: "Rabbim, ölülere nasıl yaşam veriyorsun bana göster" demiş, (Rabbi de ona): "Yoksa inanmıyor musun?" demiş. (İbrahim de): "Hayır (inanıyorum) fakat kalbim yatışsın" demişti. (Rabbi ona): "Kuş'tan dört tanesini tut, onları kendine alıştır, sonra da onları parça halinde her dağın üzerine bırak, sonra onları çağır koşarak sana gelirler. Ve bil şüphesiz ki Allah güçlüdür doğru karar vericidir" demişti. 

261- Mallarını Allah'ın yolunda harcayanların örneği, her başağında yüz tane olan yedi başak bitiren tanenin örneği gibidir. Ve Allah dilediği kişi için kat kat artırır. Ve Allah çok geniştir her şeyi bilicidir.

262- Mallarını Allah'ın yolunda harcayıp, sonra ne iyiliği çok görmeyi ve ne de rahatsızlık vermeyi harcadıklarının arkasına takmayanlar var ya,  onların emeklerinin karşılığı Rablerinin katındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir.

263- Benimsenen bir söz ve bağışlama, arkasına rahatsızlık vermek takılan bağıştan daha hayırlıdır. Ve Allah zengindir karşılık vermekte acele etmeyendir.

264- Ey inananlar, Allah'a ve sonraki güne inanmadığı halde, malını insanlara gösteriş olsun diye harcayan kimse gibi, bağışlarınızı başa kakmak ve rahatsızlık vermek sureti ile geçersiz hale getirmeyin. Böylesinin örneği, üzerinde toprak olan, kuvvetli bir yağmur eriştiğinde ise üzerindeki toprağı selin sürükleyerek onu çıplak hale terk ettiği  kayanın örneği gibidir. (Bu kimseler) kazandıklarından hiç bir şeye güç yetiremezler. Allah örtücüler topluluğunu doğru yola iletmez.

265- Ve mallarını, Allah'ın hoşnutluğunun peşine düşmek, içlerinde olanı sabitlemek için harcayanların örneği, yüksek bir tepede bulunan, bol yağmur eriştiğinde yemişini iki kat veren, bol yağmur erişmese dahi çisentisi düşen bahçe gibidir. Ve Allah işlemekte olduklarınızı görücüdür.

266- Sizden biriniz, hurma ve üzümlerden oluşan, altından nehirler akar, içinde her türlü ürünün yetiştiği bir bahçesi olsun da, kendisine yaşlılık erişmiş ve onun soyu da zayıf kimseler olsun, o böyle bir durumda iken bahçesine ateşli bir kasırga erişerek yanmasını arzu eder mi? Allah, düşünmeniz için ayetlerini size böyle açıklıyor.

267- Ey inananlar kazandıklarınızın temiz  olanlarından, ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan harcayın. Size verilse ona gözünüzü yummadan alamayacağınız murdar olanı hayır olarak harcamaya yönelmeyin. Ve bilin şüphesiz ki Allah zengindir övgüye layıktır.

268- Şeytan size, fakirlik sözü verir ve hayasızlığı buyurur. Ve Allah ise size kendisinden bağışlama ve lütuf  sözü verir. Ve Allah çok geniştir her şeyi bilicidir.

269- Doğruyu yanlıştan ayırma yeteneğini dilediğine verir, kime bu yetenek verilirse ise, artık ona kesinlikle çokça hayır verilmiştir. Ve temiz akıl sahiplerinden başkası hatırlamaz.

270- Ve harcama türünden yaptığınız her harcamayı, ve adak türünden yaptığınız her adağı, şüphesiz ki Allah onu bilir. Ve yanlış yapanlar için yardımcılardan kimse yoktur.

271- Eğer bağışlarınızı açığa vurursanız o ne güzeldir. Ve eğer onu saklı olarak fakirlere öyle verirseniz, artık o sizin için daha hayırlıdır. Ve kötülüklerinizden bir kısmını sizden örter (kaldırır). Ve Allah işlemekte olduklarınızdan haberdardır.

272- Onları doğru yola iletmek senin üzerine değildir. Fakat Allah dilediğini doğru yola iletir. Ve hayırdan ne harcarsanız, kendiniz içindir. Ve siz ancak Allah'ın yüzünün peşine düşmekten başka bir amaçla harcamazsınız. Ve hayırdan yaptığınız her harcamanın karşılığı size tastamam ödenir,  ve size yanlışla uğratılmazsınız.

273- (Yapacağınız yardımlar) Şu fakirler içindir, kendilerini Allah'ın yolunda alıkoymuşlardır. Yeryüzünde (rızık temin etmeye) güç yetiremezler. İffetlerinden ötürü, bilgisizler onların zenginler olduğunu hesap ederler. Sen onları (durumlarının) belirtilerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan bir şey istemezler. Ve hayırdan ne harcarsanız, şüphesiz ki Allah onu bilicidir.

274- Mallarını gece ve gündüz, gizleyerek veya gizlemeyerek harcayanlar, onların emeklerinin karşılığı Rablerinin katındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir.

275- Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytanın dokunarak çarptığı kimsenin kalkışından başka bir şekilde kalkmazlar. Bu onların: "Alışveriş te faiz  gibidir" demiş olmalarındandır. Halbuki Allah alışverişi serbest bırakmış ve faizi yasaklamıştır. Kim, ona Rabbinden bir öğüt gelir de, artık vazgeçerse geçmişteki kendisinin ve onun buyruğu  Allah'a aittir. Ve her kim geri dönerse,  işte onlar ateşin arkadaşlarıdır. Onlar orada ölüm görmeyeceklerdir.

276- Allah, faiz (kazancın)i  mahveder ve bağışları (n kazancını) ise artırır. Ve  Allah bütün azılı örtücü günahkârı sevmez.

277- Şüphesiz ki, inanan, doğrulukları işleyen ve kulluk görevlerini ayakta tutan ve arınmayı yerine getirenler ise, onların emeklerinin karşılığı Rablerinin katındadır. Ve onlara ne kaygı vardır ve onlar ne de üzüleceklerdir.

278- Ey inananlar, Allah'a korunun ve eğer inananlardan iseniz faizden geri kalan(alacaklar)ı bırakın.

279- Eğer bunu yapmazsanız,  artık Allah ve elçisinden açılan harbi artık duyun. Eğer (itaatle) dönerseniz (faiz bulaşmamış olan) mallarınızın başları  sizindir. Böylece ne siz yanlış yapmış olursunuz, ve ne de siz yanlışa uğratılmış olursunuz.

280- Ve eğer (borçlu) zorluk sahibi ise, artık borcunu (ödeme) kolaylığını gözlemek vardır. Ve eğer bilirseniz (borcunu) bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır. 

281- Ve öyle bir güne karşı korunun ki, onda Allah'a döndürüleceksiniz, sonra her kişiye kazandığı tastamam ödenecek ve onlar asla yanlışa uğratılmayacak. 

282- Ey inananlar, ismi konulmuş süreli sona kadar ödemek üzere bir borçla borçlandığınız zaman, artık onu yazın. Ve aranızdan bir yazıcı onu denk şekilde yazsın. Ve yazıcı da Allah'ın ona öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın. Ve üzerinde (alacaklısının) hakkı olan da (borçlu da) dikte ettirsin, Rabbi olan Allah'a korunsun borcundan hiç bir şeyi düşük tutmasın. Eğer (borçlu) aklı kıt veya aciz veya borcunu dikte ettirmeye gücü yetmiyorsa, o takdirde yöneleni borcu denk şekilde dikte ettirsin. Ve (bunu yaparken) adamlarınızdan iki kişiyi de tanık bulundurun. Eğer iki adam olmazsa, o takdirde hoşnut olacağınız tanıklardan bir adam ve kadınlardan biri unuttuğunda sonrakinin ona hatırlatması için iki kadını (tanık) bulundurun. Ve tanıklar (tanıklık için) çağrıldıkları zaman kaçınmasınlar. Ve (borç) küçük veya büyük olsa da onun süresinin sonunu yazmaya üşenmeyin, sizin için böylesi Allah'ın katında hakkaniyete daha uygun, tanıklık bakımından daha sağlam ve (borç konusunda) herhangi bir şüpheye düşmemenize daha yakındır. Ancak aranızda hazır (peşin) ticaret olarak idare ettiğinizi kayıt altına almamanızda size herhangi bir sorumluluk yoktur. Ve birbiriniz ile alışveriş yaptığınız zaman tanık bulundurun. Ne yazıcı ve ne de tanık zarara uğratılmasın. Ve eğer böyle yaparsanız, artık şüphesiz ki bu sizin için yoldan çıkmak olur. Ve Allah'a karşı korunun. Ve Allah size (ticari hayatta nasıl davranacağınızı) böyle öğretiyor. Ve Allah her şeyi bilicidir.

283- Ve eğer yolculukta iseniz ve yazıcı da bulamadıysanız, o takdirde (borç karşılığında) alıkonulmuş rehinler yeter. Eğer (borçlu ve alacaklı olarak) birbirinize güvenirseniz, kendisine güvenilen kimse artık emanetini ödesin ve Rabbi olan Allah'a korunsun. Ve tanıklığı sakın gizlemeyin. Ve kim onu gizlerse, muhakkak ki onun kalbi günahkâr olmuştur. Ve şüphesiz ki Allah işlemekte olduğunuz her şeyi bilicidir.

284- Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah'ındır. Ve eğer içinizde olanı açıklasanız da veya onu saklasanız da, Allah sizi onunla hesaba çeker. Artık dilediğini bağışlar ve dilediğine de azap eder. Ve Allah her şeyin üzerinde güç yetiricidir.

285- Elçi, kendisine Rabbinden indirilmiş olana inandı ve inananlar da. (Resul ve inananların) Hepsi, Allah'a ve meleklerine ve kitaplarına ve elçilerine inandı. (İnananlar dediler ki): "O'nun elçilerinden hiçbiri arasında (Yahudiler gibi) bölücülük yapmayız." Ve: "İşittik ve itaat ettik, Rabbimiz senin bağışlamanı isteriz. Ve dönüş yalnız sanadır" dediler.

286- Allah bir kimseyi genişliğinden başkasıyla yükümlü tutmaz. (Kişinin) kazandığı kendine, kazandırdığı (kötülük) da aleyhinedir. Rabbimiz, unutur veya yanılgıya düşersek bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, üzerimize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceğini yükleme. Biz (e ceza vermek)den geç ve bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen bizim yönelenimizsin artık örtücüler topluluğuna karşı bize yardım et.