11 Temmuz 2019 Perşembe

Süleymaniye Vakfı Mealinde Nur s. 33. Ayetine verilen Anlam Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an, kendi iç bütünlüğünde anlam örgüsüne sahip bir kitap olmasından dolayı, indi düşüncelerini Kur'an'a onaylatmak isteyenlerin ayaklarının tökezleyerek deşifre olmasını sağlamaktadır. Çünkü bu kimseler, bir ayette geçen kelimeyi doğru çevirirken, başka bir ayette geçen aynı kelimeyi, indi düşüncelerini kitaba onaylatmak amacı içinde olduklarından dolayı farklı çevirmek suretiyle, çelişkili bir anlama imza atmaktadırlar.

Bu yazımızda, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan Kur'an mealinde Nur s. 33. ayetine verilen anlam üzerinde durmaya, ön yargılı bir okumanın nasıl bir çelişkiye imza atılmasını sağladığını göstermeye çalışacağız.

Ayetin Arapça metni, ve vakıf tarafından yapılan meali şöyledir: 

وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذِينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحًا حَتَّىٰ يُغْنِيَهُمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ ۗ وَالَّذِينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ إِنْ عَلِمْتُمْ فِيهِمْ خَيْرًا ۖ وَآتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللَّهِ الَّذِي آتَاكُمْ ۚ وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚ وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَإِنَّ اللَّهَ مِنْ بَعْدِ إِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَحِيمٌ

Evlenme imkânı bulamayanlar, Allah tarafından ihtiyaçları karşılanıncaya kadar kendilerine hakim olsunlar. Eliniz altındaki esirlerden hürriyet sözleşmesi (kitabet) yapmak isteyenlerde bir iyi tutum biliyorsanız sözleşmeyi yapın. Allah’ın size verdiği maldan da onlara verin. Eğer evlenmek isterlerse dünya hayatının geçici menfaatinin peşine düşerek kızlarınızı isyana zorlamayın. Kim onları zorlarsa, zorlanmalarından sonra Allah onları bağışlar, ikram eder.[*] 


 Yapılan mealin altına vakıf tarafından yazılan dipnot ise şöyledir: Yazılan dipnotta


[*] Bakirelerle ilgili müteşâbih âyet:
Şu âyet, evlenecek genç kızlara baskı yapılmasını yasaklamaktadır.
وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَإِنَّ اللَّهَ مِنْ بَعْدِ إِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَحِيمٌ
“Evlenmek isterlerse kızlarınızı, şu hayatın malını arzu ederek aşırı davranışlara zorlamayın.” (Nur 24/33)
Ayette geçen فَتَيَات = genç kızlar, bakire kızlardır.
إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا (in eredne tehassunen) =evlenmek isterlerse, anlamına gelir.
تَحَصُّنً = tehassun kelimesinin buradaki anlamı muhsana olmaktır. Muhsana, Nisa 4/24. âyette evli,  Nisa 4/25. âyette de namuslu anlamında kullanılmıştır. Gençliğinin baharında olan genç kızlar zaten namuslu olacakları için âyetin anlamı “evlenmek isterlerse” şeklindedir. Bu âyet evlenme ile ilgili olduğundan başka bir anlama çekilmesi imkânsızdır.
Kur'ân, makrû’ (مقروء) = bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. (Lisan’ul-arab) Kelimenin çoğulu yoktur; tekil için de çoğul için de kullanıldığı için kur’ân = قُرْآن kelimesine “kur’ânlar” diye de anlam verilebilir.
Ayet kümeleri, işlenen konu açısından aralarında benzerlik bulunan ayetlerin, bir araya getirilmesiyle oluşturulur. Küme tamamlanmadan istenen açıklamaya ulaşılamaz. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
Onu kur’ânlar halinde böldük ki insanlar müks içinde iken onu onlara okuyasın. (İsrâ 17/106)
Müks = مُكْث, “durup beklemek” demektir. Ayetlerin açıklamasına ancak bir ilim heyeti birlikte ulaşabilir. İlgili ayetlerden biri de şöyledir:
Bu bir kitaptır ki, ayetleri; bilenlerden oluşan bir topluluk için Arapça kur’ânlar halinde açıklanmıştır. (Fussilet 41/3)
Bu yöntem sahabeden sonra unutulmaya başlandığı için ayetlere verilen meallerde büyük yanlışlar vardır. Buradaki meal, o yanlışlardan biridir.

Yazılan dipnotta geçen "Şu âyet, evlenecek genç kızlara baskı yapılmasını yasaklamaktadır."cümlesi, vakfın ön yargılı bir okumasının örneğini göstermektedir. Çünkü vakıf bu ayetten evlenecek genç kızlara baskı yapılmaması gerektiğini, ayete söyletmeyi amaçlamaktadır.

Vakıf mealinde, ayet içinde geçen فَتَيَاتِكُمْ kelimesinin, "genç kız, bakire kız" anlamına sahip olduğu belirtilmektedir. Aynı kelime Nisa s. 25. ayetinde de geçmekte, fakat aynı kelimeye vakıf Nisa s. 25. ayetinde farklı bir anlam vermektedir.,

Nisa s. 25. ayetine vakıf tarafından verilen anlam şu şekildedir:

Mümin, iffetli ve hür kadınları nikâhlayacak kadar varlıklı olmayanlar, hakimiyetiniz altında olan MÜMİN ESİR KIZLARINIZI nikahlayabilirler. İmanınızı en iyi bilen Allah’tır. Hepiniz birbirinizdensiniz[1*]. Onları (esir kadınları), iffetli /muhsana olmaları, zinadan uzak durmuş ve gizli dostlar edinmemiş olmaları şartıyla onları, ailelerinin[2*] izni ile nikahlayın ve mehirlerini kendilerine, marufa (Kur’an ölçülerine) uygun olarak verin. Evlendikten / muhsana olduktan[3*] sonra da zina etmiş olarak karşınıza çıkarlarsa onlara verilecek ceza, hür kadınlara verilen o cezanın yarısı kadardır[4*]. Bu ruhsat[5*], içinizden zor duruma düşmekten korkanlar içindir. Ama sabretmeniz daha iyi olur. Allah bağışlar ve merhamet eder. 

Mealde altını çizdiğimiz kelimelere dikkat edilirse, Nisa s. 25. ayeti içinde geçen مِنْ فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِcümlesine, vakıf tarafından doğru şekilde "mümin esir kızlarınız" anlamı verilmiştir. Yani فَتَيَاتِكُمُ kelimesi, savaşta ele geçirilen kadın köle veya cariye olarak bildiğimiz bir anlama sahip olarak çevrilmiştir. Fakat aynı kelime Nur s. 33. ayetinde aynı anlamda çevrilmemiş, genç kız anlamı verilerek çevrilmiştir. 

Burada, "Bir kelime bütün ayetlerde aynı anlamda olmak zorunda mı, neden bir ayette farklı bir ayette farklı anlamda kullanılmış olmasın?" şeklinde bir soru sorulabilir. Arapçada bir kelimenin çok anlama sahip olmasından dolayı böyle bir durum elbette mümkündür ve bunun örnekleri Kur'an'da bulunmaktadır. Fakat bahsi geçen kelimenin, bir ayette esir kız, bir ayette genç kız anlamında kullanılmış olması kanaatimizce mümkün değildir. Kelimenin doğru anlamı esir kız yani genellikle cariye olarak bildiğimiz şeklindeki kullanımıdır. Her iki ayette de bu anlamın kullanılması gerekirken, vakıf tarafından yapılan mealde maalesef bunu görememekteyiz.

Peki vakıf neden bu kelime için farklı bir kullanım ihtiyacı duymuştur?. Bu sorunun cevabını dipnotta görmek mümkündür. Yapılan dipnottaki " Şu âyet, evlenecek genç kızlara baskı yapılmasını yasaklamaktadır."cümlesi her şeyi açıklamaktadır. Genç kızlara evlilik konusunda baskı yapılması elbette kabul edilebilir bir durum değildir, ancak bunu zorlamalarla ayetten çıkarmaya kalkmak ise, hiç kabul edilebilir değildir. 

Nur s. 33. ayet içinde kafaları karıştıran bir diğer cümle, cariyelerin yani esir kızların fuhşa zorlanması ile ilgilidir. Cümlenin metni şu şekildedir: وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا

Cümlenin genel olarak yapılan çevirileri ise şu şekildedir:

"Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için, iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın."
 Cümle içinde geçen عَلَى الْبِغَاءِ kelimesi, vakıf tarafından isyan anlamında çevrilmiş olmasına karşın, فَتَيَاتِكُمْ kelimesinin esir kız anlamında kullanılması gerektiğini dikkate aldığımızda, bu kelimenin, kadının kendisi için için belirlenmiş haddi aşmış olmasını ifade eden fuhuş anlamında kullanılmış olması daha isabetli görünmektedir. Çünkü Kur'anda bu şekilde kullanımı görülmektedir. 

الْبِغَاءِ kelimesinin kadın ile birlikte kullanıldığı zaman, kadının iffeti namusu ile ilgili kullanıldığına dair iki ayet örneğini, Meryem suresi içinde görmekteyiz. Bu suredeki ayetlerin mealini yine vakıf mealinden alıntı yaparak vermek istiyoruz.

(Meryem 19/20) --- Meryem dedi ki “Benim nereden çocuğum olacak; bana erkek eli değmedi. Yoldan çıkmış (bağıyyen)biri de değilim.” 

(Meryem 19/28) --- Ey Harun’un[*] kızkardeşi! Baban kötü bir kişi değildir, anan da yoldan çıkmamıştır (bağıyyen).” 

Meallerden de görüldüğü üzere vakıf, ayet içinde geçen bağıyyen kelimesini kadının iffeti namusu ile ilgili bir anlam vererek doğru şekilde çevirmiş, fakat Nur s. 33. ayeti içinde geçen الْبِغَاءِ kelimesini ise, isyan anlamı vererek çevirmiştir. Vakıf, Nur s. 33. ayeti içinde geçen kelimeye de Meryem s. 20. ve 28. ayetleri doğrultusunda bir anlam vermesi gerekirken, isyan anlamı vermiş olması, ön yargılarını ayete söyletmek istemelerinin bir sonucudur. 

Yine bu cümle içinde bulunan وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚve ekseriyetle "Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın" olarak çevrilen cümle, eğer bir cariye kendi isteği ile fuhuş yapmak isterse, Kur'an buna müsaade mi ediyor? şeklinde bazı zihinlerde soru işaretlerine maruz kalmaktadır. 

Öncelikli olarak burada sorulması gereken soru, cümlenin çevirisinde herhangi bir sorun olup olmadığı noktasında olmalıdır. Yoksa mevcut mealler üzerinden gidilerek varılan bir sonuç, bizleri tıpkı bu cümlenin çevirisinde olduğu gibi yanlış iddialara ve düşüncelere sevk edebilir. 


Nur s. 33. ayetinin Muhammed Esed tarafından yapılmış olan çevirisinin daha makul olduğunu düşünerek, önce ayetin onun tarafından yapılmış olan çevirisini verecek, daha sonra ayet üzerinden tarihi arka planı okumaya çalışacağız. 

Muhammed Esed: 

Nur s. 33 ---- Evlenmeye imkan bulamayanlar, Allah kendilerine lütfuyla bu imkanı verinceye kadar iffetli davransınlar. Yasal olarak sahip bulunduğunuz kimselerden azatlık sözleşmesi yapmak isteyen olursa, kendilerinde iyi niyet görüyorsanız bu sözleşmeyi onlar için yazın; ve Allah’ın size bahşettiği kendi zenginliğinden onlara (paylarını) verin. Ve eğer evlenerek iffetlerini korumak istiyorlarsa, sakın, dünya hayatının geçici hazları peşine düşerek, (hürriyeti sizin elinizde bulunan) cariyelerinizi fuhşa zorlamayın; kim onları buna zorlarsa, bilsin ki, maruz kaldıkları bu zorlanmadan ötürü, Allah (onları) acıyıp esirgeyecek ve bağışlayacaktır!

Esed tarafından yapılan bu çeviri metnin gerçeğine daha yakın olup, ayet içinde geçen تَحَصُّنًا kelimesine, evlenmek sureti ile namuslu kalmak anlamı verilmiştir.

Kölelik sistemi nuzül dönemi insanlık aleminin bir gerçeği olup, Arap toplumu da bu gerçeği yaşamakta idi. Kadın ve erkek köle edinmek, savaşların bir parçası olup, Kur'an bu gerçeği kabul ederek, bir takım ıslah düzenlemelerine gitmiştir. Nur s. 33. ayeti de bu düzenlemenin bir parçasıdır. Şöyle ki: 

Köle statüsüne sahip olan bir kimse ücretli olarak çalışarak hürriyeti elde etme hakkını kazanabiliyor, cariye olarak bildiğimiz köle kadınlar ise bazı kimseler tarafından fuhuş sektöründe kullanılabiliyordu. Ayet, fuhuş sektöründe kullanılan cariyelerin bu işlerde kullanılmasını, evlenmek isteyenlere mani olunarak fuhuş sektöründe zorla çalıştırılmasını yasaklamaktadır.

Maalesef bir çok mealde yanlış anlamalara yol açabilecek olan "Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın" şeklinde bir çeviri yapılarak, bir çok kimsenin kafasında soru işaretlerinin oluşmasına yol açılmıştır. 

Sonuç olarak: Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan Nur s. 33. ayeti maalesef ön yargılara kurban edilmek istenilmiş, fakat Kur'an kendi iç bütünlüğünde bir anlam örgüsüne sahip olmasından dolayı, vakıf tarafından yapılan bu ayet meali yine kendi yaptıkları diğer ayet mealleri tarafından ret edilmektedir. 

Ayet  içinde geçen فَتَيَاتِكُمْ ve الْبِغَاءِ kelimeleri Kur'an bütünlüğüne riayet edilmemek sureti ile çevrilmiş, fakat vakıf bu hatası ile yine Kur'an tarafından tökezletilmiştir. Kendi yaptıkları meallerden örnekler vererek yaptıkları hatayı ortaya koymaya çalışmış olmamız, vakfın meal çalışmasında dikkatli davranmadığını göstermektedir.

Tavsiyemiz, vakfın ön yargılarını kırması ve yaptıkları ayet meallerinin diğer ayetler ile herhangi bir çelişki arz edip etmediğinin kontrole tabi tutulmasıdır.

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

12 Haziran 2019 Çarşamba

Hud s. 46. Ayeti: Nuh (a.s.)ın Oğlu Zina Mahsulü müydü?

Yazımıza başlık olarak koyduğumuz sorunun, bazı okuyucular tarafından garip karşılanacağını bilmekteyiz. Ancak Nuh (a.s.) kıssasını, eski tefsirlerden okuyanlara bu soru garip gelmeyecektir. Çünkü o tefsirlerde bu doğrultuda yorumların nakledilmiş olduğu görülecek, hatta Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealde, ilgili ayete bu doğrultuda bir meal verilmiş olduğu görülecektir.

İlgili ayetin yorumlarında 3 farklı yaklaşım olduğu, yine bu tefsirleri okuyanlar tarafından görülecektir. Yazımızın konusu bu farklı yaklaşımlar üzerinde olacaktır.

Hud s. 46. ayetinin Arapça metni ve ilgili ayete verilen 3 farklı meal şöyledir: 

قَالَ يَا نُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ ۖ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ ۖ فَلَا تَسْأَلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ ۖ إِنِّي أَعِظُكَ أَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ

1- Dedi ki: "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi Benden isteme. Gerçekten Ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum."

2- (Allah) "Ey Nuh! Kesinlikle o senin ailenden sayılamaz; dolayısıyla bu (bu tarz yaklaşım) doğru olmayan bir davranıştır; bundan böyle, iç yüzünü bilmediğin bir şeyi Benden isteme: Elbet Ben sana cahillerden olmamanı öğütlerim!" dedi.

3- Allah dedi ki " Bak Nuh! O, senin ailenden değildir. O uygunsuz bir iş ürünüdür. Bilmediğin şeyi bana sorma. Kendini bilmezlerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum".

1. sıradaki meal örneği, Nuh (a.s.) ın oğlunun inkarcı bir kişi olduğunu merkeze alarak yapılan, ve birçok meal yapıcısı tarafından kabul gören bir meal örneğidir. 2. sıradaki meal örneği, Nuh (a.s) ın Allah (c.c.) ye karşı yapmış olduğu isteğin yanlış olduğunu merkeze alarak yapılan örneğidir. 3. sıradaki meal örneği ise, Nuh (a.s.) ın oğlunun zina mahsulü olduğunu merkeze alarak yapılan meal örneğidir. Bizim, bu meal örneklerin birisi doğru diğeri yanlıştır gibi bir iddiamız olmamakla birlikte, hangi mealin daha isabetli olabileceği konusunda görüşlerimizi paylaşmaya gayret edeceğiz. 

İlgili ayette farklı yorumların oluşmasına yol açan cümle, ayet içindeki إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ cümlesidir. Kur'an ile hemhal olanların karşısına çıkan en büyük sorunlardan bir tanesi, Kur'an içindeki herhangi bir ayetin, farklı kişiler tarafından yapılan tefsir ve meallerinin birbirinden farklı olmasıdır. Bu farklılıkların birçok sebebi olmakla birlikte, Arap dilinin gramatik yapısından kaynaklanan kıraat farklılıkları ve kişilerin sahip oldukları Kur'an algılarının bu konuda büyük rol oynadığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Kur'andaki herhangi bir ayetin çeviri ve yorumunda göz önünde tutulması gereken en önemli hususlardan bir tanesi de, o ayetin Arap dilindeki karşılığının ilgili ayetin öncesi ve sonrası, ve Kur'an'ın bütünlüğü ile uyum sağlamasıdır. Kıraat farklılıklarından veya farklı Kur'an algılarından doğan okumalar, herhangi bir ayete birden farklı anlam verilmesine sebep olmakta, bu durum ise okuyucunun kafasında hangi yorumun doğru olduğu konusunda soru işareti oluşturmaktadır. Yukarıdaki cümle bu duruma bir örmek olup, hangi yorumun daha isabetli olabileceğini ilgili kıssanın bütünü üzerinden giderek anlamaya çalışacağız. 

Hud s 25- 49. ayetleri arasında anlatılan Nuh kıssasının kısaca özeti şöyledir: Putlara tapan kavmini uyarmak için gönderilen Nuh (a.s.), yıllarca bu görevini yerine getirmeye gayret etmiş fakat başarılı olamamıştır. Allah (c.c.) ona bir gemi yapmasını ve gemiye hayvanlardan birer çift ile ailesi ve kendisine inananları bindirerek tufan başlayınca yola çıkmasını emreder. 

Bu emri verirken 37. ayetteki "zalimler konusunda bana başvurma, çünkü onlar kesinlikle boğulacaklardır." emri, إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ   cümlesinin isabetli anlamını tespit etmekte bize yol gösterecektir. Geminin hareket etme zamanı geldiğinde ailesine dahil olan oğlu gemiye binmeyi ret eder ve suda boğulur. Bunun üzerine 45. ayette Nuh (a.s.) Allah'a şöyle nida eder: "Ey Rabbim, oğlum ailemin bir bireyi idi, senin vaadin de gerçektir ve sen kesinlikle hüküm verenlerin en yerinde hüküm verenisin."

Nuh (a.s.) ın bu nidasının cevabını 46. ayette görmekteyiz. Fakat ayet içindeki إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ cümlesinin çeviri ve yorumlarında farklılık görmekteyiz. Cümledeki إِنَّهُ kelimesi tefsirciler tarafından şu şekilde yorumlanmaktadır: Bir kısım tefsirci, kelimeyi Nuh (a.s.) ın oğluna raci ederek , onun gemiye binmeyi ve iman etmeyi ret etmekle kötü bir iş yaptığı şeklinde yorumlamakta, diğer bir kısım tefsirci ise kelimeyi Nuh (a.s.) ın sözüne raci ederek, senin bu isteğin uygun olmayan bir istektir şeklinde yorumlamaktadır. 

Biz, cümledeki إِنَّهُ kelimesini, Nuh (a.s.) oğluna raci ederek yorumlayanların daha isabetli olduğunu kanaatindeyiz şöyle ki: Nuh (a.s.) ın oğlu babasının bütün ısrarlarına rağmen gemiye binmeyi ret ederek, sığındığı dağın kendisini boğulmaktan kurtaracağını iddia etmiştir. Onun bu iddiası, aynı zamanda babasına iman etmediğini de göstermektedir. Bu noktada ayet içinde geçen "ehl" kelimesi önem kazanmaktadır.

Ehl; Kendilerini bir kan bağının, nesebin, inancın, dinin, evin, ülkenin, sanatın bir araya getirdiği kimseler ile ilgili olarak kullanılan bir kelimedir. Hud s. 40. ayeti içinde geçen ehleke (aileni) kelimesi, bir kan bağının nesebin bir araya getirdiği kimseler anlamında kullanılırken, 46. ayette ise inancın dinin bir araya getirdiği kimseler anlamında  kullanılmıştır. Nuh kıssasının anlatıldığı Enbiya s. 76. ve Saffat s. 76. ayetlerine baktığımızda ehl kelimesinin, kan bağı nesep anlamında değil, aynı inancı paylaşan insanlar ile ilgili kullanıldığını görebiliriz. 

Dolayısı ile Allah (c.c.) Nuh (a.s.) a hitaben إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ buyurmakla, oğlunun onunla aynı inancı paylaşmadığını beyan etmektedir. Bu cümle içindeki إِنَّهُ kelimesinin, Nuh'un oğlu anlamında kullanılmış olması, 46. ayet içinde ikinci kez geçen kelimenin yine Nuh'un oğlu anlamında kullanılmış olması şeklinde yapılan yorumları güçlendirmektedir. Dolayısı ile, Allah (c.c.) Nuh (a.s.) a hitaben إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍbuyurmakla, onun oğlunun inkarcılığına işaret etmektedir. 

Gelelim tefsirlerde nakledilenNuh (a.s.) ın oğlunun zina mahsulü olduğu şeklindeki yorumlara:

Tetkik etme imkanı bulduğumuz meallerde, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealde bu doğrultuda bir çeviri yapıldığını yukarıda belirtmiş, Vakıf tarafından yapılan meali yukarıda 3. sıradaki meal örneği olarak vermiştik. Vakıf tarafından verilen dipnotta ise bu görüşün Taberiye ait olduğu belirtilerek Tahrim s. 10. ayete atıf yapılmaktadır. Taberi tefsirinin Tahrim s. ile ilgili olarak yapılan, Türkçeye Hisar yayınları tarafından yapılan çevirisinin 8. cilt 360. sayfasında ise şunlar yer almaktadır:

"Abdullah b. Abbas'a göre kocalarına ihanet ettikleri beyan edilen Hz Nuh ve Hz Lut'un ihanetleri dini meselelerdendir. Başka hususta değildir. Zira hiçbir peygamberin hanımı ahlaksızlığa düşmemiştir. Burada Hz Nuh'un karısının ihaneti onun kafir olması ve Nuh'u delilikle suçlamasıdır. Lut'un karısının ihaneti Lut'un gizlediği misafirler, Lutilik yapan ahlaksızlara bildirmesidir.

Görüldüğü üzere Taberi tefsirinin Türkçeye yapılan çevirisinde Vakfın iddia ettiği gibi bir görüş bulunmamaktadır. Şayet Vakıf bu görüşünü Tahrim s. 10. ayete dayandırarak kendi indi görüşleri olarak ortaya koymuş olsa dahi, ilgili ayette Nuh'un karısının zinaya saptığına dair herhangi bir delil yine bulunmamaktadır. Ayrıca Taberi'nin Hud suresi tefsirinde Nuh kıssası ile ilgili ayetlerde bu konuda herhangi bir görüş bulunmamaktadır. Vakfı böyle bir anlam vermeye yönelten noktanın ayet içinde geçen "ehl" kelimesinin sadece kan bağı anlamı dikkate alınmış olması olduğunu düşünmekteyiz. Vakıf şayet Kur'an bütünlüğünü dikkate almış olsaydı Enbiya ve Saffat surelerinde geçen "ehl" kelimesinin, inanç bağı anlamında kullanılmış olduğunu görerek, bu yönde yapılan bir mealin isabetsiz olacağı kanaatine varabilecekti.

Not: Yazımızda Taberi tefsirinin Türkçe tercümesinde vakıf tarafından iddia edilen görüşün olmadığı yönünde bir ifademiz olmuştu. Taberi tefsirinin Arapçasında Hud s. 46. ayeti ile ilgili tefsirde, böyle bir görüş ifade edilmiş olmakla birlikte, bu görüş Taberi'ye ait değil, başka kişilerin ortaya attığı bir görüş olarak tefsirde yazmaktadır. Taberi'nin kendisi bu görüşte olmadığı gibi, bu görüşün yanlış olduğunu savunmaktadır. Vakıf dipnotunda "Taberi tefsirinde bunun zina mahsulü olduğu yazılı" şeklinde bir ifad,e sanki bu görüşü Taberi savunuyormuş gibi bir durum oluşturmaktadır. Vakfın bu dipnotu, "Taberi tefsirinde bu yönde görüşler yazmaktadır" şeklinde değiştirmesi daha gerçekçi olacaktır.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR. 

6 Mayıs 2019 Pazartesi

Nahl s. 61. ve Fatır s. 45. Ayetlerinde Geçen "Min Dabbetin" Kelimesinin Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Elimizde bulunan Kur'an çevirilerinin bir çoğunda karşımıza çıkan sorunların başında, ilgili ayete verilen anlamın Kurân bütünlüğü ile çelişmesi gelmektedir. Bu çelişkinin bir nedeni ise, ayet içindeki  herhangi bir kelimenin sahip olduğu anlamlardan hangisinin ayet metni ve Kur'an bütünlüğüne uygun olabileceğinin dikkate alınmamasıdır. 

Bu yazımızda ele almaya çalışacağımız Nahl s. 61. ve Fatır s. 45. ayetlerinin çevirilerinde karşımıza çıkabilecek olan bir sıkıntı, söylemek istediğimizin daha net anlaşılmasını sağlayacaktır. Konumuz ile ilgili ayetlerin metni ve çevirileri şöyledir.

Nahl s. 61. ayeti:

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً ۖ وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ

Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, orada hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.

Fatır s. 45. ayeti:

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلَىٰ ظَهْرِهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِعِبَادِهِ بَصِيرًا

Allah insanları işlediklerine karşılık hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde bir canlı bırakmaması gerekirdi. Ama onları belli bir süreye kadar erteler. Süreleri gelince gereğini yapar. Doğrusu Allah kullarını görmektedir. 

Her iki ayete bakıldığında ortak noktanın, Allah (c.c) nin insanları yaptıkları zulümler nedeniyle hemen cezalandırmayarak onları belirli bir süreye kadar ertelemesi olduğu görülecektir.

Peki bu ayetlerdeki çeviri problemi nedir?.
Bu ayetlerdeki çeviri problemi her iki ayette geçen  مِنْ دَابَّةٍ kelimesine ayet bütünlüğüne uygun bir şekilde anlam verilmemesidir. Tetkik etme imkanı bulduğumuz tüm çevirilerde bu kelimenin CANLI anlamı verilerek çevrildiğini gördük. Ayete verilen bu anlam her ne kadar Dabbe kelimesinin anlamına uygun olmuş olsa da, dikkatli bir meal okuyucusunun kafasında bir takım soru işaretleri oluşmasına sebebiyet verecektir. Şöyle ki...

Ayet içinde geçen Dabbe kelimesinin karşılığı olan Canlı anlamı, insan dahil yeryüzündeki bütün mahlukatı içine almaktadır. Ayetlerde geçen Dabbe kelimesine Canlı şeklinde verilen anlam, insan haricinde olan mahlukatın ne gibi bir zulüm işleyerek helak olmayı hak edebilecekleri sorusunu beraberinde getirecektir. Halbuki İnsan haricinde olan hiç bir varlık yaptıkları yüzünden Allah indinde sorumlu olmayacaktır. Yani sadece insan, yaşamında yaptıklarından sorumlu tutulacak ve hesap gününde cennet veya cehennem ile ödüllendirilecektir.  

Allah (c.c) insana akıl vererek ona yaşamında bir takım sorumluluklar vermiştir. Fakat hayvanlar böyle değildir. Allah (c.c) onlara herhangi bir sorumluluk yüklememiştir. Onlar sadece fıtri melekeleri ile hareket ederler ve bu hareketleri neticesinde günah veya sevap kazanmazlar. Dolayısı ile Kur'an'ın odak kavramlarınlarından olan Zulüm, onlar için geçerli bir kavram olmayıp, sadece insan için geçerlidir, ve yaptığı zulüm neticesinde dabbe cinsinden olan varlık grubuna dahil olan insanlar zulümleri nedeniyle azabı hak ederler.

Ayetlerin başına dikkat ettiğimizde her iki ayette de النَّاسَ (insanlar) kelimesinin olduğunu görürüz. Dabbe kelimesine verilecek anlamda maalesef meallerde bu nokta  göz önüne alınmayarak, kelimenin en geniş anlamı verilmiştir. Halbuki bu ayet içinde geçen Dabbe kelimesi anlam daralmasına uğramış, yeryüzünde gezen dabbe cinsinden olan sadece zalim insana has bir anlam kazanmıştır.

Bu noktayı dikkate alarak ilgili ayetlerdeki مِنْ دَابَّةٍ kelimesine verilen CANLI anlamı yerine, İNSAN anlamı vermek daha uygun olacaktır. 

Nahl s. 61 ----Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, orada hiçbir insan bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.

Fatır s. 45 ----Allah insanları işlediklerine karşılık hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde bir insan bırakmaması gerekirdi. Ama onları belli bir süreye kadar erteler. Süreleri gelince gereğini yapar. Doğrusu Allah kullarını görmektedir.

Burada, "Peki Allah (c.c) neden مِنْ دَابَّةٍ kelimesi yerine النَّاسَ kelimesini kullanmadı?"şeklinde bir soru gelebilir. Buna da Enfal s. 22. ve 55. ayetlerinden cevap verebiliriz.

[008.022]  Şüphesiz Allah katında canlıların (eddevabbi) en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.

[008.055]  Allah katında, canlıların (eddevabbi) en kötüsü kâfir olanlardır. Çünkü onlar iman etmezler.

Enfal suresindeki bu ayetlere baktığımızda, inkarcı insanların Dabbe kelimesinin çoğulu ile ifade edilmiş olduğunu görmekteyiz. Yani bu ayetlerde geçen Dabbe kelimesi anlam daralmasına uğrayarak, sadece inkarcı insan için kullanılmıştır. Meal yapıcıları bu ayetleri dikkate alarak Nahl s. 61. ve Fatır s. 45. ayetlerine anlam vermiş olsalardı, daha isabetli bir ayet çevirisi yapabilmeleri mümkün olurdu.

Sonuç olarak: Kur'an meali yapabilmek için Arap dilini bilmekten önce, Kur'an bütünlüğüne hakim olma şartı gelmektedir. Bütünlüğe dikkat edilmeden yapılan meal çalışmalarının bir çok hata ve çelişkiye sahip olduğu ret edilmez bir gerçektir. Kur'an bütünlüğüne vakıf olmayan bir meal yapıcısı, kelimelerin Arap dilinde belki doğru anlamını verebilir, fakat bu anlam ilgili ayet içinde bazı sıkıntılara yol açabilir. Yazımızda bu noktaya dikkat çekmeye çalıştık.

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

Allah, insanları zulümleri yüzünden helâk etseydi yeryüzünde yürür bir tek mahlûk kalmazdı, fakat onlara azâp etmeyi mukadder bir zamâna tehîr etti; vakitleri gelince de ne bir an geri kalırlar, ne bir an önce gelip çatar o mukadder vakit.

25 Şubat 2019 Pazartesi

NİSA SURESİ MEALİ

1- Ey insanlar, Rabbinize karşı korunun. O'ki, sizi bir kişiden* yaratttı ve ondan da eşini yarattı ve  ikisinden birçok adamlar ve kadınlar yaydı. Ve Allah'a karşı korunun, O'ki, O'nunla birbirinizden istekte bulunuyorsunuz ve yakınlık (bağlarını koparmak)tan da. Hiç şüphesiz ki Allah, sizin üzerinizde gözetleyicidir

*İnsanın yaratılış öyküsü Kur'an'dan öğrendiğimize göre, Adem ile temsil edilmektedir. Adem, yaratılan ilk insan değil, insanın yaratıldığı öz'ün somut hale getirilerek edebi bir üslüp dahilindeki anlatımıdır. Eşinin ondan yaratılması ise kadın ve erkek cinsinin aynı öz'den yaratıldığının beyan edilmesidir. Klasik anlatımla önce Adem, sonra onun kaburga kemiğinden eşi yaratılmış değildir. 

2- Ve yetimlere mallarını verin. Temiz olanı, pis olana değiştirmeyin. Onların mallarını, kendi mallarınıza (katarak) yemeyin. Çünkü bu büyük günahtır.

3- Ve eğer yetimler hakkında adaleti sağlayamamaktan endişe ettiyseniz, o takdirde size helal olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın. Ve eğer eşit davranamayacağınızdan endişe ettiğiniz takdirde ise, bir eş veya sağ ellerinizin sahip olduğu kadınla (yetinin). Bu, sapmamanıza daha yakındır.

4- Ve kadınlara (nikâh) bağışlarını gönül hoşluğu ile verin. Eğer kendi istekleriyle ondan size bir şey bağışladıkları takdirde, artık onu afiyetle iç huzuru ile yeyin.

5- Ve Allah'ın sizin için geçim vesilesi kıldığı (yetimlere ait olan) mallarınızı, (o malı idare edemeyecek) kıt akıllı yeteneksiz (yetim) lere vermeyin. (O malların geliri ile) onların rızıklandırın ve giydirin ve onlara güzel ve uygun söz söyleyin.

6- Ve yetimleri nikah çağına ulaştıkları zamana kadar denemeye tabi tutun. Eğer onlardan bir doğruluk sezdiğiniz takdirde, mallarını onlara hemen teslim edin. Büyüyecekler diye o malları aşırılık ve aceleyle yemeyin. Zengin olan bundan böyle iffetli davransın. Fakir olan ise bundan böyle hoşlanılan bir biçimde yesin. Artık mallarını onlara teslim ettiğiniz zaman üzerlerine tanık bulundurun. Ve hesap görücü olarak Allah yeterlidir.

7- Anne baba ve yakınların geriye bıraktığından, adamlar için pay vardır. Anne baba ve yakınların geriye bıraktığından da kadınlar için de pay vardır. Bırakılan az veya çok olsun ondan (kadınlara verilmesi) zorunlu kılınmış pay vardır.

8- Ve paylaştırma esnasında, (miras düşmeyen) yakınlar, yetimler ve yoksullar da hazır bulunduğu zaman, onlara da ondan yararlandırın ve onlara güzel ve uygun söz söyleyin.

9- Ve arkalarında kendilerini koruyamayacak soy bıraktıkları takdirde (onların akıbetlerinden) çekinmekte olanlar, (miras düşmeyenlere haksızlık etmekten) korksun. Artık Allah'tan korunsunlar ve doğru söz söylesinler.

10- Şüphesiz ki, yetimlerin mallarını yanlış yaparak yiyenler, ancak ve ancak karınlarına ateş yiyorlar. Ve onlar alevli ateşe dayanak olacaklar.

11- Allah size çocuklarınız hakkında erkeğe iki kadın hissesi emrediyor. Eğer (ölenin erkek çocuğu olmaz) kadınlar ikinin üzerinde ise, bırakılan malın üçte ikisi onlarındır. Eğer  tek kadın ise, yarısı onundur. (Ölen kişinin) çocuğu varsa babası annesi için her birine altıda bir vardır. Eğer (ölen kişinin) çocuğu yoksa ve ona babası annesi varis oluyorsa, annesine (mirastan) üçte bir vardır. Eğer (ölen kişinin) kardeşleri varsa, annesine (mirastan) altıda bir vardır. (Bu paylaşım ölen kişinin) yaptığı vasiyetten ve (ödenmesi gereken) borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size menfaat bakımından daha yakın olduğunu siz bilemezsiniz. (Bunlar) Allah tarafından verilen uygulanması kesin hükümdür. Şüphesiz ki Allah bilici doğru karar vericidir. 

12- Eşlerinizin eğer çocukları yoksa, bıraktığının yarısı sizindir. Eğer onların çocukları varsa yaptığı vasiyetten ve (ödenmesi gereken) borçtan sonra dörtte biri sizindir. Sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. Eğer çocuğunuz varsa bıraktığınızın sekizde biri, yaptığınız vasiyetten ve (ödenmesi gereken) borçtan sonra onlarındır. Eğer adam veya kadına anne baba ve çocukları olmadığı halde varis olunuyor, onun da erkek veya kız kardeşi bulunuyor ise, onlardan her birine altıda bir pay vardır. Eğer (kardeşler) bundan fazla iseler, vasiyetten ve (ödenmesi gereken) borçtan sonra zarara uğratılmaksızın üçte birine ortak olurlar. Bunlar Allah'tan bir emirdir. Allah bilicidir karşılık vermekte acele etmeyicidir.

13- Bu Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse, onu orada ölüm görmemek üzere olacakları altından nehirler akar cennetlere girdirir. Ve bu büyük kurtuluştur.

14- Ve kim Allah'a ve elçisine baş kaldırır ve O'nun sınırlarını aşarsa, onu orada ölüm görmemek üzere olacağı ateşe girdirir. Ve onun için hor ve hakir edici azap vardır.

15- Ve kadınlarınızdan fuhuş (işlediği gerekçesi) ile gelenlere,  içinizden dört tanık isteyin. Eğer bunlar tanıklık ederlerse, artık ölüm onların ömürlerini tamamlayıncaya, veya  Allah onlara yol açıncaya kadar  evlerde tutun.

16- Ve içinizden onunla (fuhuş işledikleri gerekçesi ile) gelen  iki erkeğin ikisini de artık (sert önlemler alarak) rahatsız edin. Eğer itaatle döndüş ve durumlarını doğrultmuşlarsa artık o ikisin(cezai müeyyide)den kayıtsız kalın. Şüphesiz ki Allah daima (lütufla) çokça dönücü merhamet edicidir.

17- Allah'ın (cezalandırmamayı) üzerine aldığı dönüş, ancak ve ancak o kimseler içindir ki, bilgisizce hareket ederek bir kötülük işler, sonra hemen ardından (ölüm anı gelmeden önce itaatle) dönerler. İşte Allah'ta onlara (lütuf ile) döner. Allah bilici doğru karar vericidir. 

18- Ve (kabul olan) dönüş, kötülükleri işlerler, ta ki onlardan birine ölüm anı geldiği zaman  "Şüphesiz ki ben şimdi döndüm" demiş olan ve inkarcı olarak ölen kimseler için değildir. İşte onlara acı veren azap hazırladık.

19- Ey inananlar kadınları miras olarak, istemedikleri halde almanız size serbest değildir. Onlara verdiğinizin bir kısmını götürmeniz için, apaçık bir hayasızlık (suçu) getirmedikçe onlara engel çıkarmayın. Onlarla hoşlanılan bir şekilde geçinin. Şayet onları istemeyecek olursanız, sizin bir şeyi istemeseniz de Allah onda çokça hayır kılmış olabilir.

20- Ve eğer bir eşin yerini başka bir eşle değiştirmek isterseniz ve onlardan birine kantar kantar (mehir) vermiş olsanız bile, ondan hiçbir şey almayın. Onu iftira atarak ve apaçık bir günah (yüklenmiş olarak) alır mısınız?

21- Ve onu nasıl  alırsınız? birbiriniz ile içli dışlı olmuş ve onlar da sizden (haklarını gözetme hususunda) sağlam bir yeminle bağlanmış söz almışlardı.

22- Ve kadınlardan, babalarınızın nikahlamış olduklarını nikahlamayın. Ancak geçen geçmiştir. Çünkü o hayasızlık ve gazabı gerektiren ve kötü bir yoldur.

23- Sizlere analarınız ve kızlarınız ve kız kardeşleriniz ve halalarınız ve teyzeleriniz ve erkek  kardeş kızları ve kız kardeş kızları ve sizi emzirmiş olan süt anneleriniz ve süt kızkardeşleriniz ve kadınlarınızın anneleri ve kendileri ile cinsel birliktelik kurmuş olduğunuz kadınlarınızın sizin odalarınızda himayenizdeki üvey kızlarınız (ile nikahlanmak) yasak kılındı. Eğer anneleri ile cinsel birliktelik kurmamışsanız (onları nikahlamakta) size bir sorumluluk yoktur. Ve kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri (helâlleri) ve iki kız kardeşi de (aynı anda nikah altında) birlikte toplamanız da (size yasak kılındı). Ancak geçen geçmiştir. Şüphesiz ki Allah bağışlayıcı merhamet edicidir.

24- Ve kadınlardan sağ ellerinizin sahip olduğu (savaş esiri olarak alınmış kadınlar) hariç, evli olanlar ile de (nikahlanmanız yasak kılındı). (Bunlar) Allah'ın sizin üzerinize yazdığıdır. Ve bunların dışındakiler ise, iffetli ve zinadan kaçınanlar olmanız şartıyla mallarınız ile (mehirlerini vererek) peşine düşmeniz size serbest kılındı. Onlardan hangisiyle yararlandıysanız onlara zorunlu kılınan ücret (mehir)lerini verin. zorunlu kılınan (mehr)in belirlenmesinden sonra karşılıklı rıza ile kararlaştırdığınız (erkeğin mehri arttırması veya kadının mehrin bir kısmından geçmesi) miktarda size bir sorumluluk yoktur. Allah bilici doğru hüküm vericidir.

25- Ve içinizden kimin hür mü'min kadınları nikahlamaya (maddi bakımdan) gücü yetmezse, sağ ellerinizin sahip olduğu mü'min cariyelerinizden (nikahlasın). Allah sizin inancınızı en iyi bilmektedir. Hepiniz birbirinizdensiniz. Öyleyse iffetli, zinadan kaçınmış ve gizli dost tutmamış olmaları şartıyla, onları velilerinin izni ile ücret (mehir)lerini hoşlanılan bir şekilde vererek nikahlayın. Artık evlendikleri zaman eğer hayasızlık (suçu) getirdilerse, onlara hür mü'min kadınlara verilen azaptan (100 celdeden)  yarısı vardır. Bu (cariye ile evlenme izni) içinizden (günaha düşmekten dolayı)  sıkıntıdan çekinen içindir. Direnerek gayret etmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah çok bağışlayıcı merhamet edicidir.

26- Allah size (helal ve haramı) açıklamayı ve (aynı hükümler ile muhatap olan) sizden öncekilerin değişmeyen yasalarına iletmeyi ve size (lütufla) dönmeyi istiyor. Allah bilici doğru karar vericidir.

27- Ve Allah size (lütufla) dönmeyi istiyor. Düşkünlüklerine uyanlar ise, sizin büyük sapma ile sapmanızı istiyor.

28- Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek istiyor. İnsan zayıf yaratılmıştır. 

29- Ey inananlar, mallarınızı aranızda geçersiz yollarla yemeyin. Ancak sizden karşılıklı rızadan (olan) ticaret ile olması hariç. Birbirinizi de(meşru bir sebep olmadıkça) öldürmeyin. Şüphesiz ki Allah size karşı bağışlayıcıdır.

30- Ve kim düşmanlık ve haksızlıkla bunu yaparsa, ileride biz onu ateşe dayanak yapacağız. Bunu yapmak ise Allah'a kolaydır. 

31- Vazgeçirtildiğiniz büyük günahlardan uzak durursanız, kötülüklerinizi sizden örter ve sizi değerli yere girdiririz.

32- Ve Allah'ın onunla kiminizi kiminizden üstün kıldığı şeylere temenni etmeyin. Adamlar için kazandıklarından pay, kadınlar için de kazandıklarından pay vardır. Allah'ın lütfundan isteyin. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilicidir.

33- Anne baba ve yakınların bıraktığından, hak sahipleri tayin ettik. (Hukuken mirasçı olmaya hakkı olmadığı halde)yeminlerinizin bağladığı (mirastan pay verilmesi sözü verilen) kimselere de paylarını verin. Şüphesiz ki Allah her şeyin üzerinde tanıktır.

34- Erkekler, Allah'ın (insanların) bir kısmını bir kısmından üstün kılmış olmasından, ve (ailesi için) mallarından harcama yapmalarından dolayı, kadınlar üzerinde koruyucu ve yöneticidirler. Artık doğrulukları işleyen kadınlar, itaatten ayrılmayan, Allah'ın ( kendi haklarını) korumasına mukabil görünmeyeni (avret mahallerini) koruyan kadınlardır. Dikleşmesinden endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın, (dikleşmeye devam ederlerse) sonra onlara vurun. Bundan sonra eğer size itaat ederlerse artık onlara karşı yol peşine düşmey
n. Şüphesiz ki Allah yücedir  büyüktür.

35- Ve eğer karı kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, o zaman da erkeğin tarafından doğru karar veren bir kişiyi, kadının tarafından da doğru karar veren bir kişiyi gönderin. Tayin edilen bu iki kişi, eğer doğrultmak isterlerse, Allah karı kocanın arasını uzlaştırır. Şüphesiz ki Allah bilici haber alıcıdır.

36- Ve Allah'a kulluk edin ve hiçbir şeyi O'na ortak olarak koşmayın. Anne babaya ve yakınlara ve yetimlere ve yoksullara ve yakın komşuya ve uzak komşuya ve yakın arkadaşa ve yolun oğluna (yolda kalmışa) ve sağ ellerinizin sahip olduklarına güzel davranın. Şüphesiz ki Allah kendini beğenmiş övüneni sevmez.

37- Onlar ki cimrilik ederler ve insanlara da cimri olmayı telkin ederler  ve Allah'ın kendi lütfundan onlara verdiklerini gizlerler. İnkarcılar için hor ve hakir edici azap hazırladık.

38- Ve Onlar mallarını insanlara gösteriş için harcarlar ve ne Allah'a ve  ne de günün sonrakisine inanırlar. Şeytan her kime arkadaş olursa ise, o ne kötü bir arkadaştır.

39- Onlar, Allah'a ve günün sonrakisine inansalar, ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiklerinden (gösteriş yerine hayır yolunda) harcasalardı ne olurdu? Allah onları bilicidir.

40- Şüphesiz ki Allah, zerre kadar yanlış yapmaz. Ve eğer bir güzellik olursa onu kat kat artırır, ve kendi katından büyük mükafat verir.

41- Her toplumdan bir tanık getirdiğimiz ve seni de şunların üzerine tanık getirdiğimiz zaman nasıl olacak?

42- O gün inkar etmiş ve elçiye baş kaldırmış olanlar yerle eşit olmayı isteyecek ve hiçbir sözü de Allah'a gizleyemeyecekler.

43- Ey inananlar, sarhoş haldeyken ne söylediğinizi bilene, cünüp haldeyken yolculuk haliniz müstesna olmak üzere, yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya sefer halinde veya biriniz tuvaletten gelmiş veya kadınlar dokunmuş (cinsel ilişkide bulunmuş) fakat su bulamıyorsanız o zaman temiz toprağa yönelip yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz ki Allah, (cezalandırmaktan)çok geçicidir bağışlayıcıdır.

44- Kendilerine kitaptan bir pay verilenleri görmedin mi?,  Onlar sapkınlığı satın alıyorlar ve sizin de yolu sapıtmanızı istiyorlar.

45- Ve Allah düşmanlarınızı en iyi bilmektedir. Ve Allah sahip çıkan yakın olarak size kafidir. Ve Allah yardım edici olarak da size yeterlidir.

46- Yahudilerden bir kısmı, kelimeyi konulduğu yerinden kaydırıyorlar ve dillerini eğip bükerek ve hayat nizamına dil uzatarak, "işittik ve baş kaldırdık, işit işitilemez olasıca" ve "raina" diyorlar. Şayet onlar, "işittik ve itaat ettik, işit, ve bize bak" demiş olsalardı, onlar için şüphesiz hayırlı ve daha sağlam bir davranış olurdu. Fakat Allah, onları inkarları yüzünden dışlamıştır, bundan dolayı onların hiçbiri inanmaz*.

*İlla galilen ifadesine pek azı yerine hiçbiri anlamını tercih etmemiz, Arap dilinde bazen azlık ifadesi ile tamamının kast edilmiş olmasındandır.

47- Ey kitap verilmiş (Yahudi)ler, bir takım yüzleri silip enselerine geri çevirmezden*, veya onları Cumartesi'nin arkadaşlarını (yasaklarını çiğneyenleri) dışladığımız gibi dışlamazdan önce, beraberinizde olanı doğrulayıcı olarak indirdiğimize inanın. Allah'ın (azap) emri (her zaman) yapılagelmiştir. 

(*) Bu bir deyim olup, "Doğru yolu bir daha bulamayacak bir şekilde saptırmazdan, türlü türlü mahrumiyet ve zilletlere uğratmazdan önce" anlamındadır. (Kurtubi)

48- Hiç şüphesiz ki Allah, O'na ortak koşulmasını (hesap gününde) bağışlamaz. Bundan aşağı olan (günahlar)ı dilediği kimse için bağışlar. Ve kim Allah'a ortak koşarsa kesinlikle büyük bir günah ortaya atmış olur.

49- Kendilerini arındıranları görmedin mi? Aksine, Allah dilediğini arındırır. Ve onlar (hesap gününde) hurma çekirdeği lifi kadar olsa dahi haksızlığa uğratılmazlar.

50- Bak Allah üzerine  nasıl yalan ortaya atıyorlar. Ve apaçık bir günah olarak bu yeterlidir.

51- Kendilerine kitaptan pay verilmiş olan (Yahudi)leri görmedin mi? Put ve Tağut'a* inanıyorlar ve o inkar edenler için "Bunlar inananlardan daha (doğru) yoldadır" diyorlar. 

*Allah'ın yetki alanını ihlal ederek haddi aşmak.

52- İşte bunlar Allah'ın uzaklaştırdığı kimselerdir ve Allah kimi dışlarsa ona için bir yardımcı bulamazsın.

53- Yoksa onların hükümranlıktan bir payları mı var? Öyle olsaydı insanlara bir zırnık dahi vermezlerdi.

54- Yoksa onlar Allah'ın kendi lütfundan insanlara verdiklerini çekemiyorlar mı? Oysa biz kesinlikle İbrahim ailesine kitap ve doğruyu yanlıştan ayırma yeteneği vermiştik. Ve onlara büyük bir hükümranlık ta vermiştik.

55- Ve içlerinden (Yahudiler) ona (İbrahim'e) inanmış olan da vardır ve ondan uzaklaşmış olan da vardır. Ve alevli ateş olarak cehennem yeterlidir.

56- Şüphesiz ki, ayetlerimizi inkar edenleri, ileride ateşe dayanak yapacağız. Derileri her ne zaman pişip kızardıkça, azabı tatsınlar diye onları başkalarıyla değiştireceğiz. Şüphesiz ki Allah, güçlü, doğru karar vericidir.
 
57- Ve İnanan  ve doğrulukları işleyenleri ise, orada ebedi olarak ölüm görmemek üzere olacakları altlarından nehirler akar cennetlere girdireceğiz. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Ve onları koyu gölgeye girdireceğiz.

58- Şüphesiz ki Allah size emanetleri sahibine geri ödemenizi ve insanlar arasında karar verdiğiniz zaman adaletle karar vermenizi emrediyor. Şüphesiz ki, Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah işitici görücüdür.

59-  Ey inananlar, Allah'a itaat edin ve elçiye  itaat edin ve içinizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir konuda birbirinizle çekişecek olursanız, eğer Allah'a ve günün sonrakisine inanıyorsanız onun çözümünü Allah'a ve elçisine geri çevirin. Böyle yapmanız daha hayırlı ve sonucu bakımından daha güzeldir.

60- Sana indirilmiş olana ve senden önce indirilmiş olana inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tağut'a muhakeme olmak istiyorlar. Oysa ki onu kesinlikle inkar etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan onları uzak sapkınlıkla saptırmak istiyor.

 61- Ve onlara, Allah'ın indirdiğine ve elçiye gelin denildiği zaman, o ikiyüzlülerin senden tamamıyla uzaklaşmakta olduklarını gördün.

62- Kendi elleri ile sundukları yüzünden bir erişme eriştiği zaman nasıl olacak? Sonra sana "Biz güzellik ve uzlaşmaktan başka  bir şey istemedik" diye, Allah'a yemin ederek geldiler.

63- İşte onlar, kalplerinde olanı Allah'ın bildiği kimselerdir. Artık onlardan yana kayıtsız kal, onlara öğüt ver ve onlara ulaşacak söz söyle.

64- Elçiden hiç birini Allah'ın izni ile itaat edilmekten başka bir amaçla göndermedik. Şayet onlar kendilerine yanlış yaptıklarında, sana gelip Allah'tan bağışlanma istemiş ve elçi de onlar için bağışlanma istemiş olsaydı, Allah'ı kesinlikle (lütufla) dönücü  ve merhamet edici olarak bulurlardı.

65- Hayır Rabbine andolsun ki, onlar aralarındaki dallanıp budaklanan meselelerde seni karar verici olarak tayin edinceye, sonra senin yerine gelmesini istediğine içlerinde bir sıkıntı bulmadan tam bir teslimiyetle teslim oluncaya kadar, inanmış olmazlar.

66- Şayet onlara, birbirinizi (savaşmak suretiyle) öldürün, yurtlarınızdan çıkın diye yazmış olsaydık, bunu içlerinden az bir kısmı hariç, yapmazlardı. Şayet onlar onunla öğütleniyor olduklarını yapmış olsalardı, onlar için kesinlikle haklarında daha hayırlı ve sağlamlıklarını daha pekiştirici olurdu.

67- 68- Ve o takdirde onlara katımızdan kesinlikle büyük mükafat verir ve onları kesinlikle dosdoğru yola iletirdik.

69- Kim Allah'a ve elçiye itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerini nimetlendirdiği habercilerden ve doğru söyleyenlerden ve tanıklardan ve doğrulukları işleyenlerden olanlarla beraberdir. Bunlar arkadaş olarak ne güzel oldu.

70- Bu, Allah'tan bir lütuftur. Ve bilici olarak Allah yeterlidir.

71- Ey inananlar, sakınma tebbirinizi alın. Küçük birlikler halinde sefere çıkın veya toplu halde sefere çıkın.

72- Ve İçinizden geri kalanlar mutlaka var. Eğer bir erişme eriştiğinde "Allah gerçekten bana lütfetti de (iyi ki) o zaman onlarla beraber tanık olmamışım" dedi.

73- Ve eğer size Allah'tan bir lütuf erişirse de, sizin ile onun arasında sanki sevgi bağı yokmuş gibi,  muhakkak "Keşke onlarla beraber olaydım da büyük başarıyı bende elde etmiş olsaydım"  der.

74-  Şimdiki hayatı sonraki karşılığında satanlar, artık Allah'ın yolunda savaşsın. Ve kim Allah'ın yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, ona ileride büyük mükafat vereceğiz.

75- Size ne oluyor ki; Allah'ın yolunda ve, "Rabbimiz bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize sahip çıkan yakın birini tayin et, katından bize yardımcı birini tayin et"  diyen, adamlardan, kadınlardan ve çocuklardan (oluşan) zayıf bırakılmışların yolunda savaşmıyorsunuz?

76- İnananlar Allah'ın yolunda savaşırlar. İnkar edenler ise Tağut'un yolunda savaşırlar. Öyleyse siz şeytanı sahip çıkan yakın edinenler ile savaşın. Şüphesiz ki şeytanın plânı zayıftır.

77- Kendilerine "Savaştan ellerinizi çekin, kulluk görevlerinizi ayakta tutun ve arınmayı yerine getirin" denilmiş olanları görmedin mi? Üzerlerine savaş yazıldığında  içlerinden bir bölümü birden, insanlardan Allah'ın çekincesi gibi bir çekince, hatta daha şiddetli bir çekince duyarak "Rabbimiz bize savaşı niçin yazdın, bizi yakın bir son süreye kadar sonralamalı değilmiydin?" dediler. De ki: "Şimdikinin yararı azdır, sonraki ise korunan kimse için daha hayırlıdır. Siz kıl kadar haksızlığa uğratılmasınız."

78- Her nerede olursanız ölüm size yetişir, velev ki sağlam kalelerde olsanız bile. Ve eğer onlara bir güzellik erişmiş olsa, "Bu Allah'ın katındandır" derler. Ve eğer onlara bir kötülük erişmiş olsa, "Bu senin katındandır" derler. De ki: "Hepsi Allah'ın katındandır." Bu topluluğa ne oluyor ki sözü kavramaya yanaşmıyorlar?

79- Güzellikten sana isabet eden Allah'tandır ve kötülükten sana isabet eden ise kendindendir. Seni insanlara elçi olarak gönderdik. Ve tanık olarak Allah yeterlidir.

80- Kim elçiye itaat ederse, artık kesinlikle Allah'a itaat etmiştir. Ve kim yüz çevirmişse artık biz seni onlara koruyucu olarak göndermedik.

81- (Senin yüzüne karşı) "itaat" diyorlar. Senin yanından (çıkıp yandaşlarına) göründükleri zaman ise onlardan bir grup geceleri, senin söylemiş olduğunun tersine planlar yaptı. Allah onların geceleri yapmakta oldukları planları yazıyor. Onlardan yana kayıtsız kal ve Allah'a güven. Ve güvenilen olarak Allah yeterlidir.

82- Onlar Kuran'ı hiç derinlemesine düşünmeyecekler mi? Şayet o Allah'tan başkasının katından olmuş olsa idi, kesinlikle onda pek çok anlaşmazlık (tutarsızlık) bulmuşlardı.

83- Ve onlara güvenden veya korkudan bir haber geldiği zaman onu yayarlar. Şayet onu (yaymadan önce) elçiye veya içlerinden emir sahiplerine geri çevirmiş olsalardı, içlerinden doğru sonuç çıkarabilenler onu mutlaka bilmişti. Eğer Allah'ın sizin üzerinize lütfu ve rahmeti olmasaydı pek azınız hariç şeytana uymuştunuz.

84-Artık sen Allah'ın yolunda savaş. Kendinden başkasından sorumlu tutulmazsın. İnananları da teşvik et. Allah'ın inkar edenlerin şiddetini (bu şekilde) savması umulur. Allah, baskıca en şiddetli ve ibretlik cezaca da en şiddetlidir.

85- Kim güzel bir aracılık ile aracılıkta bulunursa, ona bundan bir pay olur. Ve kim kötü bir aracılıkla aracılıkta bulunursa, ona da bundan günah payı vardır. Allah her şeyin üzerinde karşılık vericidir.

86- Ve bir selâmla(esenlik temennisi) selâmlandığınız zaman, ondan daha güzeli ile ya da onu (aynısıyla) geri çevirerek selâmlayın. Şüphesiz ki Allah her şeyin üzerinde hesaplayıcıdır.

87- Allah, O'ndan başka ilah yoktur. Sizi onda şüphe olmayan kalkışın gününe kesinlikle toplayacaktır. Ve sözce Allah'tan daha doğru söyleyen kim vardır?

88- Size ne oluyor ki ikiyüzlüler hakkında iki gruba ayrıldınız? Oysa Allah onları kazandıkları yüzünden baş aşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını siz doğru yola iletmek mi istiyorsunuz? ve Allah kimi saptırmışsa, ona asla bir yol bulamazsın.

89- Kendileri inkar ettikleri gibi, sizin de inkar edip, böylelikle onlarla eşit olmanızı istediler. Allah'ın yolunda hicret edinceye kadar, artık onlardan sahip çıkan yakınlar tutmayın. Eğer (hicretten) yüz çevirecek olurlarsa, artık onları bulduğunuz yerde tutun ve onları öldürün. Onlardan ne bir sahip çıkan yakın  ve ne de bir yardımcı tutmayın.

90- Ancak sizinle onlar arasında yeminle bağlanmış söz bulunan bir topluluğa ulaşanlar, veya sizinle veya kendi toplulukları ile savaşmaktan göğüsleri daralmış olarak size gelmiş olanlar hariç. Şayet Allah dilemiş olsaydı onları sizin üzerinize güçlü kılar, böylece onlar da sizinle savaşırlardı. Eğer sizden çekilir ve barış teklifi ile karşınıza gelirlerse, artık Allah onların aleyhine size bir yol bırakmamıştır.

91- Diğerlerini de, hem sizden hem de kendi topluluklarından güvende olmak istiyor olarak bulacaksın. Her ne zaman kargaşa çıkarmaya geri çevrilseler, ona hemen baş aşağı atladılar. Eğer sizden çekilmez ve barış teklifi ile karşınıza gelmezler ve ellerini sizden çekmezlerse, artık onları nerede yakaladıysanız tutun ve onları öldürün. İşte onlara karşı size apaçık yetki kıldık.

92- Ve bir inananın başka bir inananı, yanılgı ile olması dışında öldürmesi olamaz. Ve kim bir inananı yanılgı ile öldürmüş ise,  artık bir inanan köleyi hürleştirmeli ve (öldürdüğü kişinin) ailesine, bağışlamaları hariç, teslim edilecek diyet vardır. Eğer (hata ile öldürülen) inanan olmakla birlikte, size düşman bir topluluktan ise, artık inanan bir köleyi hürleştirme vardır. Ve eğer (hata ile öldürülen) sizinle onlar arasında yeminle bağlanmış söz bulunan bir topluluktan ise, artık ailesine teslim edilecek diyet ve inanan bir köleyi hürleştirme vardır. Fakat kim bunu bulamadıysa, Allah'tan bir (lütufla) dönüş olarak artık arka arkaya iki oruç vardır. Allah bilici doğru karar vericidir.

93- Ve kim bir inananı kasten öldürürse, artık onun karşılığı, orada ölüm yüzü görmemek üzere cehennemdir. Ve Allah ona gazap etmiş ve dışlamış ve ona büyük azap hazırlamıştır. 

94- Ey inananlar, Allah'ın yolunda (savaşa) çıktığınız zaman, artık iyi araştırın. Size barış teklifi le karşınıza gelmiş olana, dünya hayatının sunumunun peşine düşerek "Sen inanan değilsin" demeyin. Allah'ın katında çok ganimet vardır. Siz de önceden öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu. Artık iyi araştırın. Şüphesiz ki Allah işlemekte olduklarınızdan haberdardır.

95- İnananlardan, geçerli mazereti olmadığı halde (savaşa çıkmayan) oturanlar ile, Allah'ın yolunda malları ve canları ile çabalayanlar, eşit değildir. Allah, malları ve canları ile çabalayanları, oturanların üzerine kademe bakımından üstün kılmıştır. Ve hepsine güzellik söz vermiştir. Ve Allah çabalayanları oturanların üzerine daha büyük mükafatla üstün kılmıştır.. 

96- Kendisinden kedemeler bağışlama ve rahmet vardır. Allah bağışlayıcı merhamet edicidir.

97- Şüphesiz ki melekler, nefislerine karşı yanlış yapanlar oldukları halde ömürlerini tamamladıklarına " Durumunuz neydi?" dediler. (Onlar) "Biz yeryüzünde güçten düşürülmüşlerdendik" dediler. (Melekler) "(Mekke'nin dışındaki)Allah'ın arzı geniş değil miydi? siz de oraya hicret etseydiniz ya" dediler. İşte onların sığınağı artık cehennemdir. Ve ne kötü dönüş yeridir.

98- Ancak adamlar ve kadınlar ve çocuklardan (oluşan) çareye güç yetiremeyen zayıf bırakılmışlar ve yol bulamayanlar hariç.

99- İşte onlar, Allah'ın onlardan affetmesi (cezadan geçmesi) umulur. Allah, (cezalandırmaktan) çok geçicidir bağışlayıcıdır.

100- Ve kim Allah'ın yolunda hicret ederse, gidecek çok yer ve bolluk bulur. Ve kim de evinden Allah'a ve elçisine hicret edici olarak çıkar da sonra ona ölüm yetişirse, artık onun mükafatı kesinlikle Allah'a düşmüştür. Ve Allah bağışlayıcı merhamet edicidir.

101- Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, inkar edenlerin size karşı bir kötüye düşürmesinden korkarsanız, namazdan kısaltma yapmanızda size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz inkarcılar size apaçık düşmandır. 

102- Ve sen onların içlerinde olup onlara namaz ikame etttirmek için kalktığın zaman, artık onlardan bir grup seninle beraber kalksın ve silahlarını alsınlar. Secde ettikleri zaman (sonraki grup) arkanızda olsunlar ve namazı kılmamış olan sonraki grup gelsin ve seninle beraber namazı kılsınlar, sakınma tebbirlerini ve silahlarını alsınlar. İnkar edenler istedi ki, silahlarınızdan ve yararlılıklarınızdan duyarsız kalasınız da üzerinize birden saldırsınlar. Ve eğer yağmurdan bir rahatsızlık duyar veya hasta olursanız silahlarınızı bırakmanızda size bir sorumluluk yoktur. Ve sakınma tedbirinizi alın. Şüphesiz ki Allah inkar edenlere hor ve hakir edici azap hazırladı.

103- Artık namazı yerine getirdiğiniz zaman Allah'ı ayakta ve oturmuş ve yanlarınız üstü yatar vaziyette olduğunuz halde (yani savaşırken bile her durumda) hatırlayın. Artık (savaş halinden) yatıştığınız zaman ise namazı tam kılın. Şüphesiz namaz inananlar üzerine vakitli olarak yazılmıştır.

104- Ve (düşmanınız olan) o topluluğun peşine düşmekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı duyuyorsanız, şüphesiz ki onlar da sizin gibi acı duyuyorlar.  Oysa siz Allah'tan, onların beklemediklerini bekliyorsunuz. Ve Allah bilici doğru karar vericidir.

105- Şüphesiz ki sana kitabı, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi karar vermen için gerçeklikle indirdik. Hainler (i savunmak) için çekişen olma.

106- Ve Allah'tan bağışlama iste. Şüphesiz ki Allah bağışlayıcı merhamet edicidir.

107-Ve kendilerine hainlik edenlerden yana tartışma yapma. Şüphesiz ki Allah hainliği yol edinen günahkarı sevmez.

108- İnsanlardan saklayabilirler de Allah'tan saklayamazlar. Oysa O, razı olmayacağı konuşmayı geceleri yaparlarken onlarla beraberdi. Allah, onların işlemekte olduklarını kuşatıcıdır.

109- Hadi siz dünya hayatında onlardan yana tartışma yaptınız. Peki ya kalkışın gününde Allah'a karşı, onlardan yana kim tartışma yapacak ya da kim onların güvenileni olacak?

110- Ve kim bir kötülük veya kendisine karşı yanlış işler, sonra da Allah'tan bağışlama isterse, Allah'ı bağışlayıcı merhamet edici olarak bulur.

111- Ve kim bir günah kazanır ise, onu ancak ve ancak kendisi için kazanır. Allah bilici doğru karar vericidir.

112- Ve kim bir yanılgı ya da günah kazanır, sonra da onu (o suçtan) uzak birisine atarsa, kesinlikle bir iftira ve apaçık günah yüklenmiştir.

113- Ve eğer Allah'ın sana lütfu ve merhameti olmasaydı, içlerinden bir grup kesinlikle seni saptırmaya yeltenmişti. Oysa onlar kendilerinden başkasını saptıramaz ve sana hiç bir şeyden zarar veremezler.  Ve Allah sana kitabı ve doğruyu yanlıştan ayırma kabiliyetini indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir.  Ve Allah'ın senin üzerindeki lütfu büyük olmuştur.

114- Onların başbaşa konuşmalarından çoğunda hayır yoktur. Bağışı veya güzellik ve uygunluğu veya insanlar arasını doğrultmayı emretmiş olanın ki hariç. Ve kim Allah'ın rızasının peşine düşmek için böyle yaparsa, biz ona ileride büyük mükafat vereceğiz.

115- Ve kim kendisine doğru yol açıkça belli olduktan sonra, elçiyle ayrışır ve inananların yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yere çevirir, (sonunda) cehenneme dayanak yaparız. Ve ne kötü varış yeridir.

116- Şüphesiz ki Allah, O'na ortak koşulmasını bağışlamaz. Ve bunun aşağısında olanı dilediği kimse için bağışlar. Ve kim Allah'a ortak koşarsa, artık kesinlikle derin sapkınlıkla sapmıştır.

117- Onlar, O'nun aşağısından olan, dişilerden başkasını çağırmıyorlar. Ve onlar azgın şeytan'dan başkasını çağırmıyorlar.

118- 119- Allah onu dışlamıştır.  O da "Kullarından belirli bir kısmını kesinlikle zorunlu kılınmış bir pay tutacağım*. Ve onları kesinlikle saptıracağım ve kesinlikle onların kuruntulara kapılmalarını sağlayacağım, ve  kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar ve kesinlikle onlara emredeceğim de, böylelikle Allah'ın yaratışını değiştirecekler" dedi. Kim şeytan'a Allah'ın aşağısından sahip çıkan yakın olarak tutunursa, artık kesinlikle apaçık zarara uğramıştır.

* Onları saptırmayı kendime farz bir emirmiş gibi telâkki ederek öyle hareket edeceğim.

120- Onlara sözler veriyor ve onların kuruntulara kapılmalarını sağlıyor. Oysa şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vaad etmiyor.

121- İşte onların sığınakları cehennemdir. Ve ondan kaçacak yer de bulamayacaklar. 

122- İnanan ve doğrulukları işleyenleri, Allah'ın yükümlülük olarak verdiği sözü olarak orada ebediyyen ölüm görmemek üzere olacakları, altlarından nehirler akar cennetlere girdireceğiz. Ve sözce Allah'tan daha doğru söyleyen kim vardır?

123- (Bu vaad) ne sizin kuruntularınıza, ne de kitabın (Tevrat ve İncil) ehlinin kuruntularına göre değildir. Kim bir kötülük işlerse onunla karşılıklandırılır. Ve kendisi için Allah'ın aşağısından ne sahip çıkan yakın ne de yardımcı bulamaz.

 124- Ve erkekten veya kadından her kim inanmış olduğu halde doğrulukları işlerse, artık onlar cennete girecekler ve onlara zerre kadar haksızlığa uğratılmayacaklardır.

125- Güzel davranan olarak benliğini Allah'a teslim etmiş ve bozulmamış fıtrat sahibi olan İbrahim'in ortak değerine uymuş olan o kimseden, hayat nizamı bakımından daha güzel olan kimdir? Allah İbrahim'i dost tutmuştu.

126- Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah'ındır.  Ve Allah her şeyi kuşatıcıdır.

127- Senden kadınlar hakkında açıklama istiyorlar. De ki: Onlar hakkındaki açıklamayı Allah  yapıyor. Kendileri için yazılmış (miras hakların) ı vermeyip nikahlamayı arzuladığınız kadınların yetimleri, çocuklardan güçsüzler ve yetimlere adaleti ayakta tutmanız hakkında size kitapta okunan (ayetler) var. Hayırdan ne işlerseniz, artık şüphesiz ki Allah onu bilicidir.

128- Ve eğer bir kadın, kocasının dikleşmesinden veya kendisine kayıtsız kalmasından korkacak olursa, karı ve kocanın doğru şekilde aralarını doğrultmalarında her ikisine de sorumluluk yoktur. Doğruluk daha hayırlıdır. Nefisler cimriliğe hazırlanmıştır. Ve eğer güzel davranır ve korunursanız,  artık şüphesiz ki Allah, işlemekte olduklarınızdan haberdardır.

129- Kadınlar arasında eşitlik sağlamayı asla başaramazsınız velev ki bunu yapmaya ne kadar istekli olsanız bile. Öyleyse bütün meylinizi bir kadına vermeyin, aksi takdirde diğerini askıda gibi bırakmış olursunuz. Ve eğer doğrultur ve korunursanız, artık şüphesiz ki Allah, bağışlayıcı merhamet edicidir.

130- Ve eğer (boşanarak) bölünecek olurlarsa Allah her birine geniş lütfundan vererek başkasına muhtaç etmez. Ve Allah lütfu geniş olandır doğru karar vericidir.

131- Ve göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah'ındır. And olsun ki sizden önce kitap verilmiş olanlara da ve size de "Allah'tan korunun" diye emrettik. Ve eğer inkar ederseniz, artık şüphesiz  göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah'ındır. Ve Allah muhtaç olmayan övgüye layık olandır.

132- Ve göklerde olanlar ve yerde  olanlar Allah'ındır. Ve güvenilen olarak Allah yeterlidir.

133- Eğer dilerse sizi giderir de ey insanlar ve yerinize diğerlerini getirir. Ve Allah buna güç yetiricidir.

134- Kim şimdikinin dönüşümünü isterse, artık şimdikinin ve sonrakinin dönüşümü Allah'ın katındadır. Ve Allah işitici görücüdür.

135- Ey inananlar, velev ki kendiniz veya anne babanız ve yakınlar aleyhine dahi olsa Allah için adaleti ayakta tutan tanıklar olun. Zengin veya fakir olsa, Allah her ikisine de daha yakındır. Öyleyse adaleti yerine getirmede keyfi arzunuza uymayın. Ve eğer sapar veya (şahitlikten) yana kayıtsız kalısanız, artık şüphesiz ki Allah, işlemekte olduklarınızdan haberdardır.

136- Ey inananlar, Allah'a ve elçisine ve elçisine indirdiği kitaba ve önceden indirdiği kitaba inanın. Ve kim Allah'ı ve meleklerini ve elçilerini ve kitaplarını ve günün sonrakisini inkar ederse, kesinlikle derin sapkınlıkla sapmıştır.

137- Şüphesiz ki onlar ki (önce) inandılar sonra inkar ettiler, sonra inandılar sonra (yine) inkar ettiler, sonra da inkarlarını artırdılar. Allah onları ne bağışlacak, ne de yola iletecektir.

138- İkiyüzlülere müjdele, onlara kesinlikle acı azap vardır.

139- Onlar ki inkarcılara, inananların berisinden sahip çıkan koruyucu olarak tutunuyorlar. Yoksa onların yanında güç peşine mi düşüyorlar? Oysa güç şüphesiz ki topluca Allah'ındır.

140- Ve O, size Kitap'ta: "Allah'ın ayetlerini, onlar inkar ediliyor ve onlar alaya alınıyor olarak işittiğiniz zaman, artık onlar başka bir söze dalıncaya kadar beraber oturmayın. Aksi takdirde şüphesiz ki siz de onların  örneği gibi olursunuz" diye (öğüt) indirmiştir. Şüphesiz ki Allah ikiyüzlüleri ve inkarcıları toplu halde cehennemde toplayıcıdır.

141- Onlar sizi gözetleyip dururlar. Eğer size Allah'tan bir zafer vaki olduğunda, "Biz sizinle beraber değilmiydik?" dediler. Ve eğer inkarcılar için bir pay vaki olduğunda ise, "Size karşı galip gelecek gücümüz olduğu halde sizi inananlar(ın zararın)dan alıkoymadık mı?" dediler. Allah, kalkışın gününde aranızda karar verecektir. Ve Allah inkarcılara, inananlara karşı asla bir yol açmayacaktır.

142- Şüphesiz ikiyüzlüler (güya) Allah'ı aldatıyorlar, O da onların karşılığını vermektedir. Namaza kalktıkları zaman üşene üşene kalkmaktadırlar, insanlara karşı gösteriş yaparlar ve Allah'ı da çok az hatıra getirirler.

143- Bunun (İnananlar ve inkarcılar) arasında bocalayıp dururlar. Ne bunlara, ne de şunlara (karşı  net bir duruş sergilemezler). Ve Allah kimi saptırırsa ona asla bir yol bulamazsın.

144- Ey inananlar, inkarcıları inananların berisinden sahip çıkan koruyucular edinmeyin. Allah'a sizin aleyhinize apaçık bir kanıt vermek mi istiyorsunuz?

145- Şüphesiz ikiyüzlüler ateşten en aşağı tabakadadır. Ve onlar için bir yardımcı asla bulamazsın.

146- (İtaatle geri) Döndükleri ve durumlarını doğrulttukları ve Allah'a tutundukları ve hayat nizamlarını sadece Allah'a has kıldıkları takdirde hariç. İşte onlar inananlarla beraberdir. Ve Allah inananlara ileride büyük mükafat verecektir.

147- Şükrettiğiniz ve inandığınız takdirde Allah size azap edip te ne yapsın?. Allah şükrün karşılığını verici bilicidir.

148- Allah, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez. Kendisine yanlış yapılmış olan birisinin bu yanlışı açıkça söylemesi hariç.

149- Bir hayrı açığa vururak yapar veya onu saklayarak yaparsanız veya (size yapılan) bir kötülü(ğün karşılığını verme)kten geçerseniz, artık şüphesiz Allah, (cezalandırmaktan) çok geçicidir güçlüdür.

150- Şüphesiz ki onlar ki, Allah'ı ve elçilerini inkar ediyorlar ve Allah ile elçilerinin arasını bölmek istiyorlar ve "Bazısına inanırız bazısını da inkar ederiz" diyerek, bu ikisi arasında bir yol tutmak istiyorlar.

151- İşte onlar var ya, onlar gerçek inkarcıların ta kendileridir. Ve inkarcılar için hor ve hakir edici azap hazırladık.

152- Onlar ki, Allah'a ve elçilerine inandılar ve onlardan hiç birisinin arasını bölmediler. İşte onlara mükafatları ileride verilecektir. Ve Allah bağışlayıcı merhamet edicidir.

153- Kitabın ehli senden gökten üzerlerine bir kitap indirmeni istiyor. Gerçekten Musa'dan bundan daha büyüğünü istemişler "Bize Allah'ı açıkça göster" demişlerdi. Bu yanlışlarından ötürü onları yıldırım çarpmıştı. Sonra kendilerine apaçık deliller gelmesinin ardından buzağıyı (ilah) edinmişlerdi. Biz bu(yanlıştan dönenleri cezalandırmakta)ndan da geçtik, ve Musa'ya apaçık güç ve yetki verdik. 

154- Yeminle bağlanmış sözleri sebebiyle Tur'u üzerlerine yükselttik ve onlara, "(şehrin) kapı(sın)dan  boyun eğmiş olarak girin, cumartesi de  haddi aşmayındiyerek onlardan sağlam bir yeminle bağlanmış söz aldık. 

155- Yeminle bağlanmış sözlerini bozmaları ve Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri ve habercileri meşru bir nedenleri olmaksızın öldürmeleri ve "Kalplerimiz (senin bizi çağırdığına karşı) muhafazalıdırdemeleri sebebiyle ki, aksine öyle değil, Allah onların (kalpleri) üzerini damgalamıştır. Azı hariç inanmazlar. 

156- Bir de inkarları ve Meryem'e büyük iftira demeleri...

157- Ve "Allah'ın elçisi Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" demeleri (yüzünden onları uzaklaştırmıştır). Oysa onu öldüremediler de asamadılar da. Fakat onlara benzetildi. Onun hakkkında anlaşmazlığa düşenler, ondan yana kuşku içindedirler. Onlar için bu hususta sanıya uymak dışında bilgi yoktur. (Onu öldürdüklerine dair) şüphe duymayacakları bir halde onu öldüremediler.

158- Aksine, Allah onu kendisine yükseltti. Allah güçlü doğru karar vericidir.

159- Ve kitabın ehlinden kimse yoktur ki ölümünden önce ona inanmasın. Ve kalkışın gününde o da onlara tanık olacaktır.

160- Yanlış yapmaları ve çoklarını Allah'ın yolundan uzaklaştırmaları nedeniyle, Yahudilerden olanlara serbest kılınmış (bazı) temiz şeyleri yasak kıldık.

161- Ayrıca, kesinlikle ondan vazgeçirtildikleri halde faiz almaları ve insanların mallarını geçersiz yolla yemeleri (nedeniyle). Ve onlardan inkarcı olanlara acı azap hazırladık.

162- Ancak onlardan ilimde derinleşenler ve inananlar, sana indirilmiş olana ve senden önce indirilmiş olana  inanırlar. Kulluk görevlerini ayakta tutan ve arınmayı yerine getiren ve sonraki güne inananlar, işte onlara büyük mükafat vereceğiz.

163- Şüphesiz ki biz Nuh'a ve ondan sonraki habercilere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. İbrahim'e ve İsmail'e ve İshak'a ve Yakub'a ve torunlara ve İsa'ya ve Eyyub'a ve Yunus'a ve Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Ve Davud'a da Zebur'u verdik.

164- Ve önceden sana anlattığımız elçilere ve sana anlatmadığımız elçilere de (vahyettik). Ve Allah Musa ile  kulağı ile işitebileceği şekilde konuştu.

165- Müjdeleyici ve uyarıcı elçiler olarak (gönderdik) ki elçiler (tebliğ ettik) den sonra insanların Allah'a karşı bir delilleri olmasın. Ve Allah güçlü doğru karar vericidir.

166- Ancak, Allah sana indirdiğine tanıklık eder ki O, onu bilgisiyle indirmiştir. Ve melekler de tanıklık ederler. Ve tanık olarak Allah yeterlidir.

167- Şüphesiz inkar eden ve Allah'ın yolundan uzaklaştıranlar, onlar kesinlikle uzak bir sapkınlıkla sapmışlardır.

168- Şüphesiz inkar eden ve yanlış yapanlar, Allah onları ne bağışlayacak ne de yola iletecek değildir.

169- Ancak, orada ebedi olarak ölüm yüzü görmemek üzere olacakları cehennem yoluna (iletecektir). ve bu da Allah'a kolaydır.

170- Ey insanlar, elçi size Rabbinizden gerçekliği getirmiştir. O halde kendi hayrınıza olarak inanın. Ve eğer inkar ederseniz, oysa göklerde ve yerde olanlar şüphesiz ki Allah'ındır. Ve Allah bilici doğru karar vericidir.

171- Ey kitabın ehli, hayat nizamınızda aşırı gitmeyin ve Allah'a hakkında gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih yalnız ve yalnız, O'nun Meryem'e karşılaştırdığı (ol dediği) kelimesi, ve kendisinden canlılık kazandırdığı Allah'ın elçisidir. O halde Allah'a ve onun elçilerine inanın ve "üçtür" demeyin, kendi hayrınıza olarak vazgeçin. Allah ancak ve ancak tek ilahtır. O, her türlü eksikten uzaktır. Göklerde olanlar ve yerde olanlar O'nundur. Güvenilen olarak Allah yeterlidir.

172- Ne Mesih,  ne de yakınlaştırılmış melekler Allah'a kul olmaktan asla kaçınmaz. Ve kim O'nun kulluğundan kaçınır ve büyüklenirse, artık onları toplu halde yakında kendisine sürüp toplayacaktır.

173- İnanan ve doğrulukları işleyenlere gelince, onların mükafatlarını tastamam verecek ve lütfundan daha da artıracaktır. Kaçınan ve büyüklenenlere gelince ise, artık onları acı azapla azaplandıracaktır. Onlar kendileri için Allah'ın aşağısından ne sahip çıkan yakın ne de yardımcı bulamayacaklardır.

174- Ey insanlar size Rabbinizden sağlam kanıt kesinlikle geldi ve size (yolu gösteren) apaçık ışık indirdik.

175- Allah'a inanan ve O'na tutunanlara gelince, artık onları kendisinden bir rahmete ve lütfa girdirecek ve onları O'na (giden) doğru yola ilecektir.

176- Senden açıklama istiyorlar. De ki: Kelale (babası ve çocuğu olmayan) hakkındaki açıklamayı  Allah size yapıyor. Eğer bir erkek yok olur (ölür), onun da çocuğu yok kız kardeşi varsa bıraktığının yarısı kız kardeşinindir. Eğer ölen kız kardeş olursa onun da çocuğu yoksa erkek kardeş ona varis olur. Eğer iki kız kardeş varis olduysa bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer varisler adamlı ve kadınlı kardeşler ise, erkek için iki kadın payı kadar vardır. Allah size saparsınız diye açıklıyor. Ve Allah her şeyi bilicidir.


14 Ocak 2019 Pazartesi

Süleymaniye Vakfı Mealinde Al-i İmran s. 93. Ayetine Verilen Anlam Üzerinde Bir Mülahaza

Al-i İmran s. 93. ayetinin mealinin karşılaştırmalı olarak farklı meallerden okuyan bir meal okuyucusu, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealde, bu ayetin mealinin diğer meallerden farklı olduğunu görecek, hangi mealin doğru olduğu yönündeki sorusuna cevap aramaya gidecektir. Yazımızın konusu bu ayetin hangi çevirisinin doğru olabileceği üzerinedir.

Öncelikle ilgili ayetin 94. ayet ile birlikte Arapça metnini ve Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan çevirisini vermek istiyoruz. 

كُلُّ الطَّعَامِ كَانَ حِلًّا لِبَنِي إِسْرَائِيلَ إِلَّا مَا حَرَّمَ إِسْرَائِيلُ عَلَىٰ نَفْسِهِ مِنْ قَبْلِ أَنْ تُنَزَّلَ التَّوْرَاةُ ۗ قُلْ فَأْتُوا بِالتَّوْرَاةِ فَاتْلُوهَا إِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ

فَمَنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ الْكَذِبَ مِنْ بَعْدِ ذَٰلِكَ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

93- (Yahudiler dediler ki) Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail’in[1*] kendine haram kıldığı yiyecekler dışında bütün yiyecekler İsrailoğullarına helaldir. De ki: “İddianızda haklı iseniz Tevrat’ı getirin de okuyun bakalım.”[2*] 

94- Tevrat’ı okuduktan sonra kendi yalanını Allah'a mal edenler yanlış yapanlardır. 


[1*] Yakup (as)’nin lakabı İsrail’dir. Bu nedenle onun soyundan gelenlere İsrailoğulları denir. Tevrat’ın Musa aleyhisselama indirilen kitap olduğu söylenir ama Kur’an’da bunu doğrulayan tek bir ifadeye rastlanmaz. Bir âyet şöyledir: İçinde bir rehber ve nur olan Tevrat’ı biz indirdik. Allah’a teslim olmuş nebîler, Yahudiler arasında onunla hükmederler. Hocalar ve âlimler de Allah’ın kitabını koruma görevleri gereği onunla hükmeder, uygulamaya şahit olurlar. Siz, insanlardan korkmayın; benden korkun. Ayetlerimi geçici bir çıkara karşılık satmayın. Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyenler, ayetleri görmezlikte direnenlerdir (kâfirlerdir.) (Maîde 5/44)
Ya‘kūb aleyhisselamın on iki oğluna ve onların soyundan gelenlere esbât denir. Bakara 2/136, Al-i İmran 3/84 ve Nisa 4/162. âyetlere göre esbât içinden nebi olanlara da kitap indirilmiştir. Bunlardan İsa aleyhisselama İncil verildiği için (Mâide 46) Tevrat, Yakub aleyhisselamdan İsa aleyhisselama kadar İsrailoğulların nebîlerine verilen kitapların toplamından ibarettir.
[2*] Allah Teala şöyle demiştir: “Yahudilere tek tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık. Sığır ve koyunların sırtlarına ve bağırsaklarına yapışık olanlarla kemiklerine karışanlar dışında kalan iç yağlarını da haram kıldık. Bu, (batıl yolla) üstünlük kurma çabalarına karşılık onlara verdiğimiz cezadır. Biz elbette doğruyu söyleriz.” (En’âm 6/146) Bu ve benzeri âyetler inince Yahudiler bunu reddederek yukarıdaki sözleri söylemişlerdi. Halbuki Tevrat’a göre de Yahudiler, karada yaşayan hayvanlardan sadece çatal ve yarık tırnaklı olup geviş getirenleri yiyebilirler. Çatal tırnaklı olmayan deve, yaban faresi ve tavşan ile geviş getirmeyen domuz haramdır. Karada yaşayan gelincik, fare, kara kurbağası türleri, kirpi, bukalemun, kertenkele türleri, salyangoz ve köstebek gibi küçük canlılar da haramdır. (Bkz. Levililer 11, Tesniye 14)

Al-i İmran s. 93. ayetinin Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan meali ile, diğer mealler arasındaki fark, ayetin başında parantez içine alınmış olarak yazılan, Yahudiler dediler ki kısmıdır. Süleymaniye Vakfı tarafından yapılmış olan Al-i İmran s. 93. ayetinin mealinde, "  Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail’in kendine haram kıldığı yiyecekler dışında bütün yiyecekler İsrailoğullarına helaldir."  cümlesi, Allah (c.c) tarafından değil, Yahudiler tarafından söylenmektedir.  Ancak bu ayetin diğer meallerine, baktığımızda, bu sözün Allah (c.c) tarafından söylendiği görülmektedir. 

Tetkik etme imkanı bulduğumuz bütün meallerde, Al-i İmran s. 93. ayetindeki cümlenin, Allah (c.c) tarafından söylenmiş olan, ve Yakup (a.s) ın bazı kişisel nedenlerden dolayı yemediği yiyecekler dışındaki (o yiyeceklerin de helal olmasına rağmen, Yakup (a.s) tarafından bazı nedenlerden ötürü yenilmemektedir) bütün yiyeceklerin İsrailoğullarına helal olduğunu beyan eden bir söz olduğu anlaşılırken, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealde ise, Allah (c.c) tarafından 94. ayette yalan olarak beyan edilen bir söz olduğu anlaşılmaktadır.

Süleymaniye Vakfı tarafından ayetin başına açılan parantezin içine yazılan Yahudiler dediler ki ifadesinin sebebini, ayetin altına açtıkları dipnotta belirtmektedir. Dipnotta, Yahudilerin Al-i İmran s. 93. ayetindeki sözleri söyleme sebebi olarak, Enam s. 146. ayeti gösterilmektedir. Yahudiler kendilerine bazı yiyeceklerin haram kılındığını beyan eden ayetler indiğinde bunu ret etmişler, kendileri için böyle bir haramlılığın olmadığını Al-i İmran s. 93. ayetteki sözler ile dile getirmişlerdir.

Ancak Enam s. 146. ayeti, her ne kadar Yahudiler ile ilgili ise de, bu ayet 136. ayetten başlayıp 153. ayete kadar giden bir bağlama dahildir. Bu bağlama sahip olan ayetlerin, Mekke müşriklerinin şirk inançları ile ilgili olduğu için, Mekke'de inmiş olması gerekmektedir. Vakfa göre Mekke'de inen bu ayete itiraz edenler, cevabı Medine'de inen bir ayette almışlardır.

Kanaatimizce vakıf tarafından Al-i İmran s. 93. ayetine verilen anlamda, Enam s. 146. ayetinin dikkate alınması hatalı bir yaklaşımdır. Eğer Yahudiler Enam s. 146. ayetine karşı bir itiraz getirmiş olsalardı, bu itirazları Al-i İmran s. 93. ayetinde olduğu gibi değil, "Allah bize özel olarak hiç bir şeyi haram kılmadı" gibisinden olması, veya ilgili ayet içinde açık ve net olarak diğer ayetlerde olduğu gibi "Galetil Yahudi" (Yahudi dedi ki) şeklinde bir Arapça metin olması gerekirdi. Yahudilerin Enam s. 146. ayetine getirdiklerini düşündüğü itiraz, ve bu düşünce yönünde vakıf meal yapıcılarının açtıkları ilave parantez, kanaatimizce yanlış bir parantezdir. 

Peki Al-i İmran s. 93. ayeti ile ilgili olan hangi ayetlerdir? denilirse, şu ayetleri sıralayabiliriz.

[003.093-94]  Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: «Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun».Artık bundan sonra kim Allah'a karşı yalan düzüp-uydurursa, işte onlar, zalim olanlardır.

[004.160-1]  Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan menetmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine HELAL kılınan TAYYİBATI onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.

[006.146]  Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.

[016.118]  Yahudilere de, daha önce sana bildirdiğimiz şeyleri haram kılmıştık. Bununla Biz onlara zulmetmedik. Lâkin onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.

[003.050] Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size HARAM kılınan BAZI şeyleri de HELAL kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir ayet getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin.



[007.157]  Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Nebi Resule uyanlar (var ya), işte o onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara TAYYİBATI helâl, HABAİSİ haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. Ona inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.

Al-i İmran 93. ve 94. ayetlerinde önceden helal olduğu halde İsrailoğullarına haram kılınan bazı yiyeceklerin haramlılığının arızi olduğu beyan edilmektedir. Nisa s. 160. ve 161. ayetlerinde bu arızi durumun gerekçesi beyan edilmekte, Al-i İmran s. 50. ayetinde ise bu arızi haramların bir kısmının İsa (a.s) a inen vahiy ile helal kılındığı beyan edilmektedir. Araf s. 157. ayetinde ise, geri kalan haramların tamamının Muhammed (a.s) ile birlikte sona erdiği beyan edilmektedir. 

Süleymaniye Vakfı'nın ilgili ayete böyle bir parantez açmasının diğer bir sebebi kanaatimizce şu olabilir: 

Ayetin ikinci cümlesi olan, "De ki: “İddianızda haklı iseniz Tevrat’ı getirin de okuyun bakalım"  cümlesinde geçen, İn küntüm sadıkin ifadesinin geçtiği diğer ayetlerde, bu ifade öncesinde genellikle, inkarcılar tarafından söylenen bir sözün olması, vakıf meal yapıcılarında Al-i İmran s. 93. ayetinin ilk cümlesinin de inkarcılar tarafından söylenmiş bir söz olabileceği kanaati uyandırmış olabilir. 

Al-i İmran s. 93. ayetini nasıl anlayabiliriz? dersek, şöyle bir cevabımız olabilir:

Medine'de bulunan Yahudiler muhtemelen, kendilerine özel kılınan bu haramlığın, Nisa s. 160. ve 161. ayetlerinde beyan edilen gerekçelere istinaden değil, Tevrat öncesine dayanan bir geçmişi olduğunu, sadece kendilerine değil bütün ümmetlere has bir yasak olduğunu savunuyor olmalıdırlar. Yahudilerin kendilerini Allah'ın oğulları ve sevgili kulları olarak görmüş olmaları (5. 18), kendilerine özel olarak kılınan böyle bir haramlılık ile uyuşmamaktadır. Allah (c.c) onların bu iddialarını, Al-i İmran s. 93. ayetinde öne sürerek, bunun aksini savunuyorlar ise, Tevrat'ı getirerek o kitapta bulunan bu konudaki beyanı ortaya koymalarını istemektedir.

Olayı şu karşılıklı konuşma üslubu içinde anlatacak olursak:

Yahudiler= Bu haramlar bize özel bir haram değil, tüm insanlara kılınan bir haramlıktır.

Allah (c.c)= İsrailoğullarına kılınan bu haramlıklar, Tevrat öncesi değil, Tevrat'ın indirilmesinden sonra, onların işledikleri bazı cürümler sebebi iledir. Aksini iddia eden varsa getirsin Tevrat'ı ortaya koysun.

Vakfın hatası, Nisa s. 160. ve 161. ayetleri dikkate almak yerine, Enam s. 146. ayetini dikkate almış olmasıdır.

[004.160-1]  Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan menetmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine HELAL kılınan TAYYİBATI onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.

Bu ayetlere baktığımızda, İsrailoğullarına yapmış oldukları bazı yanlışlar sebebi ile onlara helal olan bazı yiyeceklerin, yaptıklarının bir cezası olarak haram kılındığı anlaşılmaktadır. Bu haramların ne olduğu ise Enam ve Nahl s. ayetlerinde beyan edilmektedir. 

Nisa s. 160. ve 161. ayetlerindeki gerekçelere istinaden, İsrailoğullarına helal olan bazı yiyeceklerin haram kılınma yolu, onlara gönderilen elçi ve kitap ile olması gerekmektedir. Çünkü Allah (c.c) kulları ile ilgili emir ve yasakları, o kullar içinden seçtiği insanlar aracılığı ile göndermektedir.

İsrailoğullarına verilen bu cezanın bilgi kaynağı elçiler olup, bu yasaklar onlara elçiler ve onlara inen kitap aracılığı ile bildirilmiştir. İsrailoğullarına inen kitabın isminin bize Tevrat olarak beyan edilmiş olması burada dikkate değerdir. İsrailoğullarına Musa (a.s) öncesinde de elçi ve kitap gönderildiğini hesap edersek, bu kitabın adının Tevrat olması gerektiği açıktır.

Al-i İmran s. 93. ayetini, Nisa s. 160. ve 161. ayetlerini dikkate alarak okuduğumuz şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: 


Allah (c.c) İsrailoğulları dahil olmak üzere, tüm kullarına Tayyibat olarak beyan ettiği yiyecekleri helal kılmıştır (2. 168/  5. 4-5-88/ 16. 114). İsrailoğullarına helal olduğu halde sonradan haram edilen tayyibatın, onlara elçileri aracılığı ile bildirilmiş olması gerektiğine göre, Tevrat'ın indirilmesinden önce böyle bir yasağın da olmaMAsı icap etmektedir. İşte Al-i İmran s. 93. ayeti bu durumu beyan etmektedir. O zaman bu ayetteki sözün İsrailoğullarına değil, Allah (c.c) ye ait olması gerekmektedir.

Sonuç olarak: Süleymaniye Vakfı mealinde, Al-i İmran s. 93. ayetinin başına açılan parantez hatalı olarak açılmıştır. Vakıf yetkilileri şayet ayeti, Enam s. 146. ayetini değil, Nisa s. 160. 161. ayetlerini dikkate alarak anlamaya çalışmış olsalardı, böyle bir hatayı yapmalarına gerek  kalmayacaktı.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.