Yeni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yeni etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ocak 2016 Cumartesi

Yeni Yetme Resulcüklerin İstismar Ettiği Bazı Ayetler Üzerinde Bir Mülahaza

Son yıllarda Kur'anın daha fazla gündeme gelmesi , bu kitap içindeki bazı kavramların yeniden tartışılmasını da beraberinde getirmiştir. Tartışılmaya açılan bu kavramların içinde , "Resul" ve "Nebi" kavramlarının da olduğu malumdur. Bu kavramların tartışıldığı zemin, daha çok bu sıfatı taşıyan kişilerin Muhammed (a.s) dan sonra da gelip gelmeyeceği hakkında olup , özellikle Ahzab s. 40. ayeti baz alınıp "Resul" ve "Nebi" kavramları birbirinden ayrılarak , "Nebilik bitmiştir ancak Resullük devam etmektedir" şeklinde bir düşünce ortaya atılmaktadır. Bu düşünce ortaya atılırken , Kur'an içindeki bazı ayetlerin delil olarak sunulmakta olduğunu da görmekteyiz. 

Bu yazımızda konu ile ilgili olarak ortaya konan ayetlerin , bu düşünceyi destekleyip desteklemediği üzerinde bir çalışmaya yapılmaya çalışılacaktır.

[033.040]  Muhammed, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Ama Allah'ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkiyle bilendir.

Bu ayetin, sure içindeki ve nuzül dönemi bağlamını kurarak okuduğumuzda , surenin ilk ayetlerinde evlatlık konusu ile ilgili ayetleri görmekteyiz. 37. ayete geldiğimizde Allah (c.c) , Muhammed (a.s) üzerinden , "Evlatlık" olarak alınmış çocukların gerçek evlat gibi olmadıklarının, aynı surenin 4. ayetinde beyan edilmiş halini , gerçek hayat içinde pratiğe dökerek  bizlere göstermektedir.

Nisa s. 23. ayetinde , evlenilmesi haram olanlar listesine bakıldığında , öz çocukların eşleri ile evlenilmesinin bu listeye dahil olduğu görülmektedir. "Evlatlıkların öz çocuk sayılmadığının pratik olarak gösterilmesi için onların boşamış oldukları eşleri ile evlenilmesi, bu tabunun tamamen yıkılması anlamına gelmektedir. Ahzab s. 37. ayetinde , Muhammed (a.s) ın evlatlığı Zeyd'in boşamış olduğu eşi ile evlendirilmiş olduğunun beyan edilmesi bu tabunun pratik olarak yıkıldığının onun örnekliği ile gösterilmektedir. 38. ve 39. ayetler , Allah (c.c) nin elçi olarak seçtiği bir kimsenin , onun tarafından farz kılınan bir konuda seçiciliği olmadığı , bunun daha önceki elçiler içinde aynı olduğu , onların Allah dışında kimseden korkmadıkları , korkmamaları gerektiği beyan edilmektedir. 

Böyle bir bağlam içinde 40. ayete geldiğimizde , 37-38-39. ayetlerin devamı olarak , Muhammed (a.s) ın erkeklerden hiçbirinin  Zeyd de dahil olmak üzere kimsenin babası olmadığı hatırlatılarak , ne olduğu bildirilmektedir. Muhammed (a.s) "Son Nebi" vasfına sahip bir elçi olarak o toplumda yaşayan bir kimsedir. 

Böyle bir anlam örgüsüne sahip olan ayetlerden alakasız bir delil çıkarılarak, "Nebilerin sonuncusu deniliyor , resullerin sonuncusu denilmiyor , öyle ise resullük demek ki devam ediyor" şeklinde bir düşünce ortaya konulmaktadır. Bu düşünceye sebep olan en büyük etken, gelenekten gelen yanlış bir düşünce olan , "Resul" ile "Nebi" kavramlarının beşer içinden seçilmiş olan elçilerin ortak sıfatı olduğunun dikkate alınmayarak , bu seçilmişlerin bir kısmının "Resul" , bir kısmının "Nebi" oldukları düşüncesidir.

Hal böyle olduğunda , nebilik bitmiş olabilir ama resullük bitmemiştir mantığı doğru gibi görünebilmektedir. Ancak bu kavramları Kur'an merkezli bir düşünce içinde değerlendirdiğimiz zaman , bu düşüncenin pek doğru olmadığı görülecektir. 

"Nebi" kelimesi , "Haberci" anlamında olduğuna göre, bu haberin önce bir yerlerden alınmış olmasını gerektirir. Bu haber Allah (c.c) den alınan bir haber olup , bu haber diğer insanlara aktarılması için o kişiye verilmiştir. "Resul" kelimesi o haberi taşıyan getiren kimse için kullanılan bir kelime olduğuna göre , Allah (c.c) tarafından seçilmiş olan insanlar ne sadece nebi , ne sadece resul sıfatına sahip olup iki sıfata sahip olarak "NEBİ RESUL" olan kimselerdir.

Bir kimse ,  "Ben size Allah tarafından gönderilmiş bir resulüm" dediği zaman , o kimselere bir haber getirmiş olduğunu söylemektedir. Bu kimseler Allah (c.c) den vahiy alarak yani haber alarak , o haberi bu kimselere getirmektedir. Bu elçilerin aldıkları haber onları önce "Nebi" sıfatına sahip kimseler yapmaktadır. 

Dolayısı ile , nebi olmadan yani haber almadan , resul olduğunu iddia etmek mümkün olamayacağına göre , beşer içinde seçilmiş olan elçilerin tümü "Nebi Resul" dür. Bu kimselerden bahsedilirken her yerde "Nebi Resul" olarak bahsedilmemiş olması , bizleri bu konuda yanılgıya düşürebilir. Bu kimseler için bir yerde "Nebi" , diğer bir yerde "Resul" , diğer bir yerde "Nebi Resul" olarak bahsedilmiş olması , bizlere bu kavramların ikisinin birden bir kimsede bulunamayacağı zannına kaptırmamalıdır. 

Konuyu kısaca, "Allah (c.c) nin beşer içinde seçmiş oldukları hem Nebi hem de Resul dür" şeklinde özetleyebiliriz.

[003.081-82] Allah nebilerden ahid almıştı: «And olsun ki size Kitap, hikmet verdim; sizde olanı tasdik eden bir resul gelecek, ona mutlaka inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz, ikrar edip bu ahdi kabul ettiniz mi?» demişti. «İkrar ettik» demişlerdi de: «Şahid olun, Ben de sizinle beraber şahidlerdenim» demişti.Bunun ardından yüz çeviren var ya, işte onlar fasık olanlardır.

Nebi ve Resul kelimelerinin klasik bilgilerimizde tarifi kısaca, "Nebi kendisine kitap verilmeyen , Resul ise kendisine kitap verilen kimsedir" şeklindedir. Bu tarifin Kur'an ile sağlamasını yaptığımız zaman , doğru olmadığı görülecektir. Bu yanlışlık , "Kitap" kelimesine verilen anlamdan kaynaklanmaktadır. 

Arapça da "Kitap" kelimesi,sadece iki kapak arasına alınmış olan bir şeye değil , ağızdan çıkan kelimelere de verilen bir anlamdır. Bu anlamı dikkate aldığımızda , elçi sıfatına sahip olanların tamamı , kendilerine vahyedilen bilgileri önce ağız yolu ile aktardıkları için bu elçilerin tamamına kitap verilmiş olmaktadır. Vahyedilen bilgilerin iki kapak arasına alınmamış olması elçilere kitap verilmediği anlamına gelmez. 

Al-i İmran s. 81. ayetine baktığımız zaman , bu durum net olarak görmekteyiz , "Nebi" olarak bahsedilen kimselere "Kitap ve Hikmet" verildiği beyan edilmiş olması, klasik algıdaki Nebi ve Resul tariflerinin yanlış olduğunun göstergesidir. Bu ayet , Allah (c.c) tarafından gönderilmiş olanların bir sonrakinin , bir öncesini tasdik etmesi anlamında olup, bu elçilerin aynı kaynaktan beslendiği ve görevlerinin aynı olduğunu beyan etmektedir. 

[061.006]  Meryem oğlu İsa: «Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak bir resulü müjdeleyen, Allah'ın size gönderilmiş bir resuluyüm» demişti. Ama o elçi, kendilerine belgelerle geldiği zaman: «Bu, apaçık bir sihirdir» demişlerdi.
[006.020]  Kendilerine kitap vermiş olduğumuz kimseler, O'nu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanır bilirler. O kimseler ki nefislerini hüsrâna uğratmışlardır, işte onlar imân etmezler.
[002.089] Vaktaki Allah katından onlara, kendilerinde olanı tasdik eden Kitap geldi ki onlar bundan önceleri, inkar edenlere karşı kendilerine yardım gelmesini beklerlerdi, bildikleri gelince onu inkar ettiler. Allah'ın laneti, inkar edenlerin üzerine olsun.
[007.157] Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî nebi resule uyanlar (var ya), işte o  onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. Ona inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlere baktığımız zaman , Muhammed (a.s) ın vasıflarının daha önce Tevrat ve İncil de yazdığı ve İsa (a.s) ın böyle bir elçinin geleceğini haber verdiğini , dolayısı ile bu elçinin "Oğullarını tanıdıkları gibi" bilindiğini görmekteyiz. Eğer Muhammed (a.s) dan sonra bir elçi gelecek olsa idi , bu elçinin vasıflarının Kur'anda beyan edilmesi gerekmez miydi ?. Maide s. 3. ayetinde "Bu gün size dininizi tamamladım size din olarak İslamı beğendim" cümlesi, artık bu dinin Allah (c.c) tarafından gönderilmiş bir elçi tarafından tebliğ edilmeyeceği anlamına geldiğini söyleyebiliriz.

Muhammed (a.s) dan sonra eğer elçi gelecek olsa idi , bu elçinin vasıfları Kur'anda bildirilerek , o elçinin geldiği zaman yaşayanlar bu elçinin hak bir elçi olduğunu bilmeleri kolaylaşabilirdi. Dini duyguları istismar ederek , insanları kandırma yolu , insanlığın en eski aldatma yollarından birisi olarak , Tevbe s. 34-35. ayetlerinde yerini almış olması , bizleri bu konularda daha dikkatli olmaya sevketmelidir.

Muhammed (a.s) sonrası ortaya çıkan bir çok resul müsveddesi kişilerin sadece şarlatanlık ve insanları aldatmak , istismar etmek amacı ile ortaya çıktığını düşündüğümüzde , olayın göründüğü kadar basit bir olay olmadığı ve bu iddia ile ortaya çıkanların bir çoğunun samimi niyetler ile ortaya çıkmadığı anlaşılacaktır.  

[007.035]  Ey Adem oğulları! Size aranızdan ayetlerimizi okuyan resuller geldiğinde, onların bildirdiklerine karşı gelmekten sakınan ve gidişini düzeltenlere, işte onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
[023.051] «Ey Resuller! Temiz olan şeylerden yeyin; güzel işler yapın. Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyle bilmekteyim.»

Bu ayetler, resullüğün bitmediğini iddia edenler tarafından delil olarak sunulan ayetlerdendir. Bu ayetlerin , resullük müessesesinin kıyamete değin süreceğine dair bir delil teşkil ettiğini söylemek mümkün değildir şöyle ki ; Ahzab s. 40. ayetinde , Nebiliğin son olduğunun beyan edilmesinin , resullüğün de son olması anlamında olduğuna ve konu ile ilgili ayetleri bu ayet çerçevesinde değerlendirmek zorunda olduğumuza göre , artık bundan sonra bir Nebi Resul gelmeyecektir. Dolayısı ile böyle bir durumu çağrıştığını düşündüğümüz ayetleri , çelişkisiz bir kitap olan Kur'anın, Ahzab s. 40. ayetini baz alarak okumak zorundayız.

Yukarıdaki ayetlerden Araf s. 35. ayeti , resullere tabi olanların akıbetini beyan eden bir ayet , Mü'minun s. 51. ayeti ise , gelen tüm resullere yapılan ortak bir vahyden bahsetmektedir. Resuller kendilerine emredilen bilgileri önce kendilerinin hayat safhasına koymaları gerekir ki , diğerlerine örnek olabilsinler.


Kur'anda kıssaları anlatılan elçilere baktığımızda , bu elçilerin kavimlerine Allah (c.c) den aldıkları vahyi tebliğ ettiklerini görmekteyiz. Gelen her elçi "Ben Resulüm" derken , bu resullüğünün belgesi olan delili ortaya koymakta idi. Eğer resullük devam ediyor ise , bugün "Ben Resulüm" diyen birisi aynı delili ortaya koyarak , kendisinin resul olduğuna dair bir belgeyi bizlere göstermek zorundadır.

Böyle bir belgeyi İskender Evrenosoğlu adlı şahıs ortaya koyarak , kendisine Allah (c.c) tarafından vahyedildiğini ve adına "Risalet nurları" adını verdiğini bilmekteyiz. Bu kişinin ortaya koyduğu belgenin ancak Enam s. 93. ve 94. ayetlerinde beyan edilen bir karşılığı olduğunu söylemekten başka verilecek bir cevabımız olamaz.

[006.093] Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken «Bana vahyolundu, Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim» diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, «Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun ayetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı azabla cezalandırılacaksınız» derken bir görsen!Onlara: «And olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi size verdiklerimizi ardınızda bırakarak bize birer birer geldiniz; içinizde Allah'ın ortakları olduğunu sandığınız şefaatçılarınızı beraber görmüyoruz. And olsun ki aranızdaki bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmışlardır» denecek.

Resullüğün devam ettiği iddiasında olanların diğer bir kısmı , kendilerine yeni bir kitabın indiğini iddia etmemekle birlikte , "Biz Kur'anın Resulüyüz" gibi absürt bir iddia ile ortaya çıkmaktadırlar. "Kur'an Resullüğü" terimi hatalı bir kullanım ve maksadı aşan bir söylem olup , eğer kişi Kur'anı tebliğ ediyorsa , bu tebliği onun "Mü'min" sıfatının bir gereği olarak yapılabilir. 

"Mü'min" sıfatına sahip kişiler , Kur'anı tebliğ ederken , ilgili ayetleri hakkında verdikleri bilgiler , kendilerinin o ayet hakkında sahip oldukları bilgiler çerçevesinde olup , eksik ve hata barındırma ihtimali her zaman için mevcuttur. Hiç bir Mü'min Kur'an hakkında konuştuğu şeylerin hata ve eksik barındırmadığını iddia edemez , bunun tersi bir iddia Allah adına konuşmak anlamına gelir ki böyle bir konuşmaya, "Resul" sıfatına sahip olanlardan başkası yetkili değildir.

"Kur'an Resullüğü" iddiası , kendisini böyle bir vasfa layık gören kişinin söylediklerinin Allah (c.c) adına konuştuğu anlamına gelir. Kur'an Resulü olduğunu iddia eden biri "Ben Allah (c.c) adına konuşmuyorum" dese bile , "Resullük" kurumunun böyle bir yetkisi ve görevi olduğu için bu yetkiyi kişi kendisinde görüyor anlamına gelecektir. Kısacası böyle bir resullük iddiası , iddia sahiplerinin Kur'anın resullük konusunda söylemiş olduklarından habersiz olduklarının bir göstergesidir.

Sonuç olarak ; Farklı Kur'an algıları sonucunda tartışmaya açılan "Resul" ve "Nebi" kavramları , Allah (c.c) nin insanlar içinden seçtikleri çerçevesinde düşünüldüğü zaman , etle tırnak gibi birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Nebi olmadan Resul olunamayacağı konusunu iyi kavrayan bir kimse için, bu kavramların anlaşılmasında herhangi bir sorun kalmayacaktır. Geleneğin veya başka saiklerin tarifi ile bu kavramların farklı kişiler için kullanılmış olduğu düşüncesi , bizleri resullüğü kendinden menkul çakma resullerin piyasada gezdiği bir ortama düşürmüştür.

"Ben Resulüm" diyen birisinin , bu resullüğünün belgesini getirmek zorunda olduğunu tekrar hatırlattıktan sonra , eğer böyle bir belgesi yok iken bu iddiayı ortaya atıyor ise , veya biraz daha uyanık bir kimse ise " Evet benim belgem var" diyerek Evrenosoğlu gibi kendisine indiğini iddia ettiği bir kitabım var diyor ise , bu kimselerin derhal tıbbi müşahede altına alınmasından başka bir yol yoktur.

"Ben Kur'anın Resulüyüm" diyen ise maksadı aşan bir iddiada bulunduğu için , bu sözleri cehalet eseri söylenmiş bir söz olarak , onun acilen Kur'anın ön yargısız bir kafa ile yeniden okumasını tavsiye etmekten başka bir sözümüz olamaz. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

7 Ocak 2016 Perşembe

Mealci Selefiliğin Yeni Buluşu !! : "Zina Haram Değildir" İddiası

Son yıllarda Kur'anın din konusunda belirleyici bir kitap olarak öne çıkarılma çalışmaları , olumlu bir gelişme olarak görülmekle birlikte , bu olumlu gelişmeye sekte vuran düşünceler ve iddiaları da görmekteyiz. Olumsuzluk olarak nitelediğimiz bu düşüncelerden birisi , geçmişte yapılan hataların tekrarı olarak karşımıza çıkarak , bağlam gözetmeden ve sadece  meali baz alarak hüküm çıkarma çalışmaları girişimleridir.

Geçmişte "Zahirilik" adında ortaya çıkan bu tür okumaların yeni adı "Literalcilik" olarak ortaya çıkarak kendisini göstermektedir. Bu tür literal okumalar sonucu varılan bir çalışma örneği olan "Hamr'ın haram olmadığı" düşüncesini daha önceden ele alarak , bu konuda Kur'an içinde ayetler arasında bağlantısını kurarak , ortaya atılan düşüncenin yanlış olduğunu göstermeye çalışmıştık. 

http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2015/09/selefi-mealciligin-yeni-hezeyan-hamrn.html 

Verdiğimiz linkte , hamr konusunda ortaya atılan düşüncenin yanlışlığı ile ilgili bir çalışmamız bulunmaktadır. 

Bu yazımızda , Kur'anda direk olarak "Zina haramdır" diye bir ifade bulunmadığı için , bu fiile "Haram" hükmünü vermenin yanlış olduğu iddiası değerlendirilmeye çalışılacaktır. Bu tür iddia sahiplerinin zinanın haram olmadığını iddia etmiş olmaları , bu fiilin "Helal" olduğunu iddia ettikleri anlamında değil , yine Allah (c.c) tarafında yasaklanmış olduğu , ancak bu yasağa "Haram" denilmesinin yanlış olduğu yönünde olduğunu hatırlatmak isteriz. 

[025.068]  Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilâh'ı çağırmazlar. Allah'ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa 'ağır bir ceza ile' karşılaşır.
[017.032]  Zinaya yaklaşmayın, şüphe yok o, 'çirkin bir hayasızlık' ve kötü bir yoldur.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerde , "Zina" fiilinin yasaklandığını açık olarak görmekle birlikte "Zina haramdır" şeklinde bir ifadeye rastlamamaktayız. Bu noktadan hareketle, bu fiile "Haram" denilmesinin yanlış olduğu iddia edilmektedir.

Kur'anda herhangi bir konu ile ilgili bilgi sahibi olmak için , o konu ile ilgili bütün ayetleri dikkate almakla birlikte ilgili konunun geçtiği kelimelerin diğer ayetler ile bağının da kurulması gerekmektedir. Literal bir okuma ile yapılan hüküm çıkarmalar , eksik olduğu gibi iddia sahibini yanıltacak , dolayısı ile hatalı bir iddia da bulunmasına sebep olacaktır. 

İsra s. 32. ayetinin arapça metni şu şekildedir ;

Ve lâ takrebûz zinâ innehu kâne FAHİŞEH (fâhışeten), ve sâe sebîlâ(sebîlen)

Bu ayet içinde anahtar kelime "Fahişeten" kelimesi olup bu kelimenin geçtiği bir kaç ayeti okuyarak ,ortaya atılan iddianın yanlışlığı anlaşılacaktır. 

Kul teâlev etlu mâ HARREME  rabbukum aleykum ellâ tuşrikû bihî şey’â(şey’en), ve bil vâlideyni ihsânâ(ihsânen), ve lâ taktulû evlâdekum min imlak(imlakin), nahnu nerzukukum ve iyyâhum, ve lâ takrebûl FEVAHİŞE mâ zahere minhâ ve mâ batan(batane), ve lâ taktulûn nefselletî harremallâhu illâ bil hakk(hakkı), zâlikum vassâkum bihî leallekum ta’kılûn(ta’kılûne)

[006.151]  De ki: Gelin, Rabbınızın size neleri haram kıldığını ben söyleyeyim; O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya-babaya iyilik edin. Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de onların da rızkını veren Biziz. Kötülüğün gizlisine de, açığına da yaklaşmayın. Hak ile olmadıkça, Allah'ın haram kıldığı bir cana kıymayın. İşte aklınızı başınıza alasınız diye size, bunları emretti.

Kul innemâ HARREME rabbiyel FEVAHİŞE mâ zahere minhâ ve mâ batane vel isme vel bagye bi gayril hakkı ve en tuşrikû billâhi mâ lem yunezzil bihî sultânen ve en tekûlû alallâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).

[007.033]  De ki; Allah sadece açık- gizli bütün kötülükleri, günahı, haksız saldırıyı, Allah'ın hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediklerinizi söylemeyi haram kıldı.

Yukarıdaki ayetlere baktığımızda "Fevahişe" olarak genellenen cürümlerin "Haram" olduğu ifade edilmektedir. Bu ayetleri baz alarak "Zina" denilen fiilin nasıl bir hükme dahil olduğunu anlamak kolaylaşacaktır. 

İsra s. 32. ayetinde , Allah (c.c) "Zina" fiilini "Fahişeten" olarak nitelemektedir. Bu kelimeyi Enam s. 151 ve Araf s. 33. ayetleri ile bağladığımızda , o ayetlerde "Haram" olarak nitelenen şeylere "Fevahişe" kelimesi içine giren fiilerin dahil olduğunu görmekteyiz.

Peki öyleyse , İsra s. 32. ayetinde "Fahişeten" olarak nitelenen "Zina" fiili için , "Fevahişe" yi "HARAM" kategorisine koyan Rabbimizin beyanı gereğince " ZİNA FİİLİ HARAMDIR" demekten bizi alıkoyan nedir ?.

Kur'an okuyucusu , bir konu ile ilgili aradığı hükmü , direk olarak karşısında bulmak isterse , bu istediğini her konu için bulma ihtimali maalesef biraz zayıftır. Okuyucu, ayetler arasında gezerek arama yaptığı ve kelimelerin birbiri ile bağını kurabildiği zaman , bu aradığını daha kolay bulacaktır.

Sonuç olarak ; zahiriliğin , yeni bir versiyonu olan literal Kur'an okumalarının vardığı traji komik çıkarımlardan birisi olan, zina fiilinin haram olmadığı düşüncesinin , meali baz almak yerine orjinal ibareleri baz alarak yapılan bir çalışma neticesinde yanlış olduğu görülmektedir. Kur'an ile ilgili konuşmak için gerekli olan çalışmalardan birisi , ilgili konunun Kur'an bütünlüğünde değerlendirilmesi gereğidir. Böyle bir çalışmadan yoksun olarak yapılan bazı çıkarımlar , hata barındırma ihtimalini yükseltmekle birlikte , çıkarım sahibini komik bir duruma düşürecektir. 

Bu konuyu ele alma sebebimiz , bu tür iddia sahiplerinin komik durumunu ortaya koymak değil , bir konu hakkında nasıl bir yol izlenmesi gerektiği konusunda örnek bir çalışma sunmaktır. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


12 Eylül 2015 Cumartesi

Selefi Mealciliğin Yeni Hezeyanı : Hamr'ın Haram Olmadığı Düşüncesi

Kur'an "İslam" adlı dinin en son kitabı olup, sadece adını aldığı dinin anlamı olan "teslim olmak" deyimine uygun bir okuma ile anlaşılır. "Teslim olmak" demeyi sadece bir harf değişikliği ile "teslim almak" şeklinde anladığımız zaman, bu Kitap gerçek işlevini kaybederek bazılarının hevalarını tatmin etme aracı haline gelecektir. Üzülerek söylemek gerekirse Kitap'ı teslim almaya yönelik okumaların ve anlamaların örneklerini bolca görmekteyiz. Sabah erken kalkanın "Kur'an'da şu yok, bu yok, o var, o yok" gibi içtihadi(!) çalışma örneklerini gördükçe, okuma yöntemi konusunda yapılan yanlışların nerelere vardığını görmekteyiz.

Bu yazının amacı sadece bu düşüncedeki insanları suçlamaya yönelik olmayıp, yanlış olduğunu iddia ettiğimiz yöntemin yapmış olduğu bir çıkarımın yanlışlığını ilgili Kur'an ayetleri çerçevesinde ortaya koymaya çalışmak ve Kur'an okunurken bütünlüğü gözetmenin ve teslim almaya değil teslim olmaya yönelik okumanın ne kadar önemli olduğunu göstermeye çalışmaktır.

Ortaya atılan iddia şudur; HAMR HARAM DEĞİLDİR.
Bizim iddiamız şudur; HAMR HARAMDIR.

Bu konuyu, ortaya atılan iddianın delil ayeti üzerinden ve bu ayetteki bazı ibareleri diğer ayetler ile bağlamaya çalışarak ele almaya çalışalım.

MAİDE 90 ayetinde Allah(c.c) şöyle buyurmaktadır;

Yâ eyyuhellezîne âmenû innemel HAMRU vel MEYSİRU vel ENSABU vel EZLAMU ricsun min ameliş şeytâni fectenibûhu leallekum tuflihûn(tuflihûne).

[005.090] Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.

Bu ayette Rabbimiz dört şey sayarak bunların "Şeytan amelinden olan pislik" olduğunu buyurmaktadır. Bazı kişiler tarafından ayet içinde "haram kılındı" ifadesi geçmediği için bunların haram olmadığı şeklinde bir iddia dile getirilmektedir.

Bu iddia sahiplerinin bir kısmı, bu konudaki diğer ayetleri dikkate alarak, sarhoş olmayacak miktarda içmenin "helal" olduğunu dile getirmekte olup, Kur'an'ı hevalarına uydurmaya çalışmaktadırlar. İçkinin haramlığının "tedricen" yani aşama aşama inen ayetler ile beyan edildiği hatırdan çıkarılmamalıdır (16:67, 2:219, 4:43, 5:90).

Şimdi ortaya atılan iddianın, MAİDE 90 ayetini delil olarak göstermesinin ne kadar doğru(!) olabileceğini görmeye çalışalım.

MAİDE 90 ayetinde "haram" ifadesi yerine "şeytan amelinden olan pislik" ifadesi geçen. "Hamr" - "Meysir" - "Ensab" - "Ezlam" adı ile ifade edilen dört şey vardır. Dolayısıyla bu iddia sahiplerine göre sadece "hamr"ın değil, diğer üç şeyin de "haram" hükmüne girmemesi gerekir.

Bu demektir ki "hamr"ın haram olmadığını iddia edenlerin, diğer üç şeyin de haram olmadığını iddia etmeleri anlamına gelir.

Peki bu iddia doğru mudur?

MAİDE 3 ayetinde "Hurrimet aleyküm" (Sizin üzerinize HARAM kılındı) diye başlayan ve nelerin haram kılındığının beyan edildiği ayet içinde "Ve en testaksimu bilEZLAMİ" ifadesi geçmektedir. "Ezlam" kelimesi ile ifade edilen şeyin "haram" olduğunu MAİDE 3 ayeti beyan etmektedir.

MAİDE 90 ayetine geri dönecek olursak, orada bahsedilen dört şeyden biri olan sadece "El-ezlam"ın haram olduğunu, diğer üç şeyin haram olmadığını ve sadece "Şeytan amelinden olan pislik" olduğunu iddia edebilir miyiz?

"Evet, iddia edebiliriz" diyenler olursa, o zaman "Şeytan ameli" ifadesinin geçtiği ayetin yardımı ile "Şeytan ameli" olarak ifade edilen bir şeyin "HARAM" olduğunu görebiliriz.

[028.015] Musa, halkının haberi olmadığı bir zamanda, şehre girdi. Biri kendi adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı döğüşür buldu. Kendi tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Musa, onun düşmanına bir yumruk vurdu; ölümüne sebep oldu. «Bu şeytanin işidir; (He ze min amelişşeytani )çünkü o apaçık, saptıran bir düşmandır» dedi.

Bilindiği üzere Musa(a.s) Mısır'da kavga eden iki kişiyi ayırmak isterken birisini öldürüyor. Bu işlediği cinayet için "Şeytan ameli" ifadesi kullanılmaktadır.

Suçsuz birini öldürmenin Allah katındaki hükmünü öğrenmek için EN'AM 151 ayetine gidelim;

[006.151] De ki: «Gelin size Rabbinizin HARAM kıldığı şeyleri söyleyeyim: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya babaya iyilik yapın, yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, sizin ve onların rızkını veren Biziz, gizli ve açık kötülüklere yaklaşmayın, ALLAH'IN HARAM KILDIĞI CANA HAKSIZ YERE KIYMAYIN. Allah bunları size düşünesiniz diye buyurmaktadır.»

EN'AM 151 ayetine baktığımızda; Allah(c.c) "haksız yere can almanın" HARAM olduğunu beyan etmektedir. KASAS 15 ayetinde Musa(a.s)'ın yapmış olduğu fiil "haksız yere can almak" olup, bunun adına "ŞEYTAN AMELİ" demiştir.

Bütün bunları topladıktan sonra "Şeytan ameli" olarak ifade edilen amellerin "helal" olduğunu söylemek sadece hezeyandan ibaret bir söylemdir.

[005.091] Şeytan, içki ve kumarla sadece aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan ve namazı kılmaktan alıkoymak ister. ARTIK VAZGEÇİYORSUNUZ DEĞİL Mİ?

MAİDE 91'de yukarıdaki şekilde buyuran Rabbimize karşı "Ey Rabbimiz! Sen bunlara haram dememişsin, onun için VAZGEÇMİYORUZ" diyen bir kişi, eğer bunu Kur'an adına söylüyorsa ya CAHİL ya HAİN olup bunun üçüncü bir şıkkı olamaz.

Şunu üzülerek ifade etmek isteriz ki; Kur'an'ı eline alan kişinin öncelikle bazı şeyler konusunda çıkış veya kaçış aramak yerine, Rabbimizin bu konudaki beyanının ne olduğunu ve o beyana uymak gibi bir mecburiyetinin olduğunu bilmesi gereklidir. Bağlam gözetmeden yapılan literal okumalar, geçmişte "Zahirilik" veya "Selefilik" adında ortaya çıkan okuma örneklerinin, bugün eline meal alanlar tarafından icra edilmiş şeklinin "Selefi mealcilik" olarak ortaya çıktığını gösterir.

Sonuç olarak; Kur'an'ı bağlamsız veya hevalarına uygun hükümler çıkarmak için okuyanlar için her yasağı delebilecek okuma örnekleri çıkarabilen "Selefi Mealcilik" olarak ifade edebileceğimiz okuma şekline örnek olarak, Allah(c.c)'nin HARAM kıldığı "Hamr"ın, ilgili ayette direk olarak haram edilmediğinden yola çıkarak ona haram demenin Allah(c.c)'nin demediği bir şeyi söylemek yani Allah(c.c) adına haramlar ihdas etmek olduğu düşüncesi ortaya atılmaktadır. Kur'an'ı teslim almak için değil, teslim olmak için ve diğer ayetler ile birliktelik içinde okuduğumuzda, Allah(c.c)'nin HAMR olarak beyan ettiği içeceğin HARAM olduğuna dair en ufak bir şüphe bile götürmeyecek kadar açık bir hüküm mevcut olup, yanlış olan düşünce bunun haram olmadığına dair olan düşüncedir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.