Son yıllarda Kur'anın daha fazla gündeme gelmesi , bu kitap içindeki bazı kavramların yeniden tartışılmasını da beraberinde getirmiştir. Tartışılmaya açılan bu kavramların içinde , "Resul" ve "Nebi" kavramlarının da olduğu malumdur. Bu kavramların tartışıldığı zemin, daha çok bu sıfatı taşıyan kişilerin Muhammed (a.s) dan sonra da gelip gelmeyeceği hakkında olup , özellikle Ahzab s. 40. ayeti baz alınıp "Resul" ve "Nebi" kavramları birbirinden ayrılarak , "Nebilik bitmiştir ancak Resullük devam etmektedir" şeklinde bir düşünce ortaya atılmaktadır. Bu düşünce ortaya atılırken , Kur'an içindeki bazı ayetlerin delil olarak sunulmakta olduğunu da görmekteyiz.
Bu yazımızda konu ile ilgili olarak ortaya konan ayetlerin , bu düşünceyi destekleyip desteklemediği üzerinde bir çalışmaya yapılmaya çalışılacaktır.
[033.040] Muhammed, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Ama
Allah'ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkiyle
bilendir.
Bu ayetin, sure içindeki ve nuzül dönemi bağlamını kurarak okuduğumuzda , surenin ilk ayetlerinde evlatlık konusu ile ilgili ayetleri görmekteyiz. 37. ayete geldiğimizde Allah (c.c) , Muhammed (a.s) üzerinden , "Evlatlık" olarak alınmış çocukların gerçek evlat gibi olmadıklarının, aynı surenin 4. ayetinde beyan edilmiş halini , gerçek hayat içinde pratiğe dökerek bizlere göstermektedir.
Nisa s. 23. ayetinde , evlenilmesi haram olanlar listesine bakıldığında , öz çocukların eşleri ile evlenilmesinin bu listeye dahil olduğu görülmektedir. "Evlatlıkların öz çocuk sayılmadığının pratik olarak gösterilmesi için onların boşamış oldukları eşleri ile evlenilmesi, bu tabunun tamamen yıkılması anlamına gelmektedir. Ahzab s. 37. ayetinde , Muhammed (a.s) ın evlatlığı Zeyd'in boşamış olduğu eşi ile evlendirilmiş olduğunun beyan edilmesi bu tabunun pratik olarak yıkıldığının onun örnekliği ile gösterilmektedir. 38. ve 39. ayetler , Allah (c.c) nin elçi olarak seçtiği bir kimsenin , onun tarafından farz kılınan bir konuda seçiciliği olmadığı , bunun daha önceki elçiler içinde aynı olduğu , onların Allah dışında kimseden korkmadıkları , korkmamaları gerektiği beyan edilmektedir.
Böyle bir bağlam içinde 40. ayete geldiğimizde , 37-38-39. ayetlerin devamı olarak , Muhammed (a.s) ın erkeklerden hiçbirinin Zeyd de dahil olmak üzere kimsenin babası olmadığı hatırlatılarak , ne olduğu bildirilmektedir. Muhammed (a.s) "Son Nebi" vasfına sahip bir elçi olarak o toplumda yaşayan bir kimsedir.
Böyle bir anlam örgüsüne sahip olan ayetlerden alakasız bir delil çıkarılarak, "Nebilerin sonuncusu deniliyor , resullerin sonuncusu denilmiyor , öyle ise resullük demek ki devam ediyor" şeklinde bir düşünce ortaya konulmaktadır. Bu düşünceye sebep olan en büyük etken, gelenekten gelen yanlış bir düşünce olan , "Resul" ile "Nebi" kavramlarının beşer içinden seçilmiş olan elçilerin ortak sıfatı olduğunun dikkate alınmayarak , bu seçilmişlerin bir kısmının "Resul" , bir kısmının "Nebi" oldukları düşüncesidir.
Hal böyle olduğunda , nebilik bitmiş olabilir ama resullük bitmemiştir mantığı doğru gibi görünebilmektedir. Ancak bu kavramları Kur'an merkezli bir düşünce içinde değerlendirdiğimiz zaman , bu düşüncenin pek doğru olmadığı görülecektir.
"Nebi" kelimesi , "Haberci" anlamında olduğuna göre, bu haberin önce bir yerlerden alınmış olmasını gerektirir. Bu haber Allah (c.c) den alınan bir haber olup , bu haber diğer insanlara aktarılması için o kişiye verilmiştir. "Resul" kelimesi o haberi taşıyan getiren kimse için kullanılan bir kelime olduğuna göre , Allah (c.c) tarafından seçilmiş olan insanlar ne sadece nebi , ne sadece resul sıfatına sahip olup iki sıfata sahip olarak "NEBİ RESUL" olan kimselerdir.
Bir kimse , "Ben size Allah tarafından gönderilmiş bir resulüm" dediği zaman , o kimselere bir haber getirmiş olduğunu söylemektedir. Bu kimseler Allah (c.c) den vahiy alarak yani haber alarak , o haberi bu kimselere getirmektedir. Bu elçilerin aldıkları haber onları önce "Nebi" sıfatına sahip kimseler yapmaktadır.
Dolayısı ile , nebi olmadan yani haber almadan , resul olduğunu iddia etmek mümkün olamayacağına göre , beşer içinde seçilmiş olan elçilerin tümü "Nebi Resul" dür. Bu kimselerden bahsedilirken her yerde "Nebi Resul" olarak bahsedilmemiş olması , bizleri bu konuda yanılgıya düşürebilir. Bu kimseler için bir yerde "Nebi" , diğer bir yerde "Resul" , diğer bir yerde "Nebi Resul" olarak bahsedilmiş olması , bizlere bu kavramların ikisinin birden bir kimsede bulunamayacağı zannına kaptırmamalıdır.
Konuyu kısaca, "Allah (c.c) nin beşer içinde seçmiş oldukları hem Nebi hem de Resul dür" şeklinde özetleyebiliriz.
[003.081-82] Allah nebilerden ahid almıştı: «And olsun ki size Kitap,
hikmet verdim; sizde olanı tasdik eden bir resul gelecek, ona mutlaka
inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz, ikrar edip bu ahdi kabul
ettiniz mi?» demişti. «İkrar ettik» demişlerdi de: «Şahid olun, Ben de sizinle
beraber şahidlerdenim» demişti.Bunun ardından yüz çeviren var ya, işte onlar fasık olanlardır.
Nebi ve Resul kelimelerinin klasik bilgilerimizde tarifi kısaca, "Nebi kendisine kitap verilmeyen , Resul ise kendisine kitap verilen kimsedir" şeklindedir. Bu tarifin Kur'an ile sağlamasını yaptığımız zaman , doğru olmadığı görülecektir. Bu yanlışlık , "Kitap" kelimesine verilen anlamdan kaynaklanmaktadır.
Arapça da "Kitap" kelimesi,sadece iki kapak arasına alınmış olan bir şeye değil , ağızdan çıkan kelimelere de verilen bir anlamdır. Bu anlamı dikkate aldığımızda , elçi sıfatına sahip olanların tamamı , kendilerine vahyedilen bilgileri önce ağız yolu ile aktardıkları için bu elçilerin tamamına kitap verilmiş olmaktadır. Vahyedilen bilgilerin iki kapak arasına alınmamış olması elçilere kitap verilmediği anlamına gelmez.
Al-i İmran s. 81. ayetine baktığımız zaman , bu durum net olarak görmekteyiz , "Nebi" olarak bahsedilen kimselere "Kitap ve Hikmet" verildiği beyan edilmiş olması, klasik algıdaki Nebi ve Resul tariflerinin yanlış olduğunun göstergesidir. Bu ayet , Allah (c.c) tarafından gönderilmiş olanların bir sonrakinin , bir öncesini tasdik etmesi anlamında olup, bu elçilerin aynı kaynaktan beslendiği ve görevlerinin aynı olduğunu beyan etmektedir.
[061.006] Meryem oğlu İsa: «Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce
gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak bir resulü müjdeleyen, Allah'ın size gönderilmiş bir resuluyüm» demişti. Ama
o elçi, kendilerine belgelerle geldiği zaman: «Bu, apaçık bir sihirdir»
demişlerdi.
[006.020] Kendilerine kitap vermiş olduğumuz kimseler, O'nu kendi
oğullarını tanıdıkları gibi tanır bilirler. O kimseler ki nefislerini hüsrâna
uğratmışlardır, işte onlar imân etmezler.
[002.089] Vaktaki Allah katından onlara, kendilerinde olanı tasdik eden
Kitap geldi ki onlar bundan önceleri, inkar edenlere karşı kendilerine yardım
gelmesini beklerlerdi, bildikleri gelince onu inkar ettiler. Allah'ın laneti,
inkar edenlerin üzerine olsun.
[007.157] Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o
ümmî nebi resule uyanlar (var ya), işte o onlara iyiliği emreder,
onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar.
Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. Ona inanıp ona
saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a)
uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlere baktığımız zaman , Muhammed (a.s) ın vasıflarının daha önce Tevrat ve İncil de yazdığı ve İsa (a.s) ın böyle bir elçinin geleceğini haber verdiğini , dolayısı ile bu elçinin "Oğullarını tanıdıkları gibi" bilindiğini görmekteyiz. Eğer Muhammed (a.s) dan sonra bir elçi gelecek olsa idi , bu elçinin vasıflarının Kur'anda beyan edilmesi gerekmez miydi ?. Maide s. 3. ayetinde "Bu gün size dininizi tamamladım size din olarak İslamı beğendim" cümlesi, artık bu dinin Allah (c.c) tarafından gönderilmiş bir elçi tarafından tebliğ edilmeyeceği anlamına geldiğini söyleyebiliriz.
Muhammed (a.s) dan sonra eğer elçi gelecek olsa idi , bu elçinin vasıfları Kur'anda bildirilerek , o elçinin geldiği zaman yaşayanlar bu elçinin hak bir elçi olduğunu bilmeleri kolaylaşabilirdi. Dini duyguları istismar ederek , insanları kandırma yolu , insanlığın en eski aldatma yollarından birisi olarak , Tevbe s. 34-35. ayetlerinde yerini almış olması , bizleri bu konularda daha dikkatli olmaya sevketmelidir.
Muhammed (a.s) sonrası ortaya çıkan bir çok resul müsveddesi kişilerin sadece şarlatanlık ve insanları aldatmak , istismar etmek amacı ile ortaya çıktığını düşündüğümüzde , olayın göründüğü kadar basit bir olay olmadığı ve bu iddia ile ortaya çıkanların bir çoğunun samimi niyetler ile ortaya çıkmadığı anlaşılacaktır.
[007.035] Ey Adem oğulları! Size aranızdan ayetlerimizi okuyan resuller
geldiğinde, onların bildirdiklerine karşı gelmekten sakınan ve gidişini
düzeltenlere, işte onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
[023.051] «Ey Resuller! Temiz olan şeylerden yeyin; güzel işler yapın.
Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyle bilmekteyim.»
Bu ayetler, resullüğün bitmediğini iddia edenler tarafından delil olarak sunulan ayetlerdendir. Bu ayetlerin , resullük müessesesinin kıyamete değin süreceğine dair bir delil teşkil ettiğini söylemek mümkün değildir şöyle ki ; Ahzab s. 40. ayetinde , Nebiliğin son olduğunun beyan edilmesinin , resullüğün de son olması anlamında olduğuna ve konu ile ilgili ayetleri bu ayet çerçevesinde değerlendirmek zorunda olduğumuza göre , artık bundan sonra bir Nebi Resul gelmeyecektir. Dolayısı ile böyle bir durumu çağrıştığını düşündüğümüz ayetleri , çelişkisiz bir kitap olan Kur'anın, Ahzab s. 40. ayetini baz alarak okumak zorundayız.
Yukarıdaki ayetlerden Araf s. 35. ayeti , resullere tabi olanların akıbetini beyan eden bir ayet , Mü'minun s. 51. ayeti ise , gelen tüm resullere yapılan ortak bir vahyden bahsetmektedir. Resuller kendilerine emredilen bilgileri önce kendilerinin hayat safhasına koymaları gerekir ki , diğerlerine örnek olabilsinler.
Kur'anda kıssaları anlatılan elçilere baktığımızda , bu elçilerin kavimlerine Allah (c.c) den aldıkları vahyi tebliğ ettiklerini görmekteyiz. Gelen her elçi "Ben Resulüm" derken , bu resullüğünün belgesi olan delili ortaya koymakta idi. Eğer resullük devam ediyor ise , bugün "Ben Resulüm" diyen birisi aynı delili ortaya koyarak , kendisinin resul olduğuna dair bir belgeyi bizlere göstermek zorundadır.
Böyle bir belgeyi İskender Evrenosoğlu adlı şahıs ortaya koyarak , kendisine Allah (c.c) tarafından vahyedildiğini ve adına "Risalet nurları" adını verdiğini bilmekteyiz. Bu kişinin ortaya koyduğu belgenin ancak Enam s. 93. ve 94. ayetlerinde beyan edilen bir karşılığı olduğunu söylemekten başka verilecek bir cevabımız olamaz.
[006.093] Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey
vahyedilmemişken «Bana vahyolundu, Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim»
diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken melekler
ellerini uzatmış, «Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı haksız yere
söylediklerinizden, O'nun ayetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı
azabla cezalandırılacaksınız» derken bir görsen!Onlara: «And olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi size verdiklerimizi
ardınızda bırakarak bize birer birer geldiniz; içinizde Allah'ın ortakları
olduğunu sandığınız şefaatçılarınızı beraber görmüyoruz. And olsun ki aranızdaki
bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmışlardır» denecek.
Resullüğün devam ettiği iddiasında olanların diğer bir kısmı , kendilerine yeni bir kitabın indiğini iddia etmemekle birlikte , "Biz Kur'anın Resulüyüz" gibi absürt bir iddia ile ortaya çıkmaktadırlar. "Kur'an Resullüğü" terimi hatalı bir kullanım ve maksadı aşan bir söylem olup , eğer kişi Kur'anı tebliğ ediyorsa , bu tebliği onun "Mü'min" sıfatının bir gereği olarak yapılabilir.
"Mü'min" sıfatına sahip kişiler , Kur'anı tebliğ ederken , ilgili ayetleri hakkında verdikleri bilgiler , kendilerinin o ayet hakkında sahip oldukları bilgiler çerçevesinde olup , eksik ve hata barındırma ihtimali her zaman için mevcuttur. Hiç bir Mü'min Kur'an hakkında konuştuğu şeylerin hata ve eksik barındırmadığını iddia edemez , bunun tersi bir iddia Allah adına konuşmak anlamına gelir ki böyle bir konuşmaya, "Resul" sıfatına sahip olanlardan başkası yetkili değildir.
"Kur'an Resullüğü" iddiası , kendisini böyle bir vasfa layık gören kişinin söylediklerinin Allah (c.c) adına konuştuğu anlamına gelir. Kur'an Resulü olduğunu iddia eden biri "Ben Allah (c.c) adına konuşmuyorum" dese bile , "Resullük" kurumunun böyle bir yetkisi ve görevi olduğu için bu yetkiyi kişi kendisinde görüyor anlamına gelecektir. Kısacası böyle bir resullük iddiası , iddia sahiplerinin Kur'anın resullük konusunda söylemiş olduklarından habersiz olduklarının bir göstergesidir.
Sonuç olarak ; Farklı Kur'an algıları sonucunda tartışmaya açılan "Resul" ve "Nebi" kavramları , Allah (c.c) nin insanlar içinden seçtikleri çerçevesinde düşünüldüğü zaman , etle tırnak gibi birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Nebi olmadan Resul olunamayacağı konusunu iyi kavrayan bir kimse için, bu kavramların anlaşılmasında herhangi bir sorun kalmayacaktır. Geleneğin veya başka saiklerin tarifi ile bu kavramların farklı kişiler için kullanılmış olduğu düşüncesi , bizleri resullüğü kendinden menkul çakma resullerin piyasada gezdiği bir ortama düşürmüştür.
"Ben Resulüm" diyen birisinin , bu resullüğünün belgesini getirmek zorunda olduğunu tekrar hatırlattıktan sonra , eğer böyle bir belgesi yok iken bu iddiayı ortaya atıyor ise , veya biraz daha uyanık bir kimse ise " Evet benim belgem var" diyerek Evrenosoğlu gibi kendisine indiğini iddia ettiği bir kitabım var diyor ise , bu kimselerin derhal tıbbi müşahede altına alınmasından başka bir yol yoktur.
"Ben Kur'anın Resulüyüm" diyen ise maksadı aşan bir iddiada bulunduğu için , bu sözleri cehalet eseri söylenmiş bir söz olarak , onun acilen Kur'anın ön yargısız bir kafa ile yeniden okumasını tavsiye etmekten başka bir sözümüz olamaz.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.