28 Ekim 2011 Cuma

Ayetlerin Rivayetlere Feda Edilmesi

Bugüne kadar çoğunluk müslümanlar üzerinde hakim olan din anlayışı, dinin iki kaynağı sayılan "kitap" ve "sünnet" in birbiri arasındaki hiyerarşik düzenin sıralamasının ters çevrilmesi şeklinde tezahür ederek kitabın ikinci kaynak haline getirilmesi ve bunun neticesinde rivayetlerin kur'anla sağlamasının yapılarak anlaşılması yerine kur'anın rivayetlerle sağlaması yapılarak anlaşılması metodunun hakim kılınmasıdır. Bu anlayışın neticesinde kur'anda bildirmeyip rivayetlerde bildirilen bazı konular kur'ana rağmen kabul edilmiş ve bu kabul edilme yoluda ayetler arasına parantez açılarak sanki ayettenmiş izlenimi verilmek suretiyle veya ayetler tahrif edilmek suretiyle yapılmaya çalışılmıştır. Yazımızda bu düşünceye nasıl varıldığı ve bu düşünce neticesinde oluşturulan  din anlayışlarından bahsetmek istiyoruz.  


         SAHABENİN   RESULULLAHI  ANLAYIŞ  FARKLILIKLARI

Resulullah daha hayatta iken onun sözleri ve bazı fiileri sahabe tarafından farklı algılanmıştır. Bu farklı anlayışların tezahürleri siyer ve hadis kitaplarında mevcuttur. Örnek olarak verebileceğimiz bir kaç olay şunlardır. Beni kurayzaya gönderilen birliğe resullullah sav öğle veya ikindi namazını beni kurayza topraklarında kılmalarını emreder , ancak sahabenin bir kısmı oraya varılınca namazın vaktinin geçeceği düşüncesi ile namazlarını oraya varmadan kılarlar , bir kısım sahabe ise resullullah sav in namazın beni kurayzada kılınmasını emrettiği için o namazı vaktinin geçmesine rağmen namazlarını  beni kurayzaya ulaşınca kılmıştır. Uhud harbi öncesi resul as ın önerdiği stratejiyi kabul etmeyip başka bir plan öneren sahabelerin önerisini resul as ın kabul ettiğini biliyoruz. Hudeybiye anlaşması sonucu resul as ın sahabeye başlarını tıraş etmeleri emri kabul görmeyince önce kendisi başını tıraş ettiği ardındanda sahabenin başlarını traş ettiğini kaynaklarımızda mevcuttur. Özellikle beni kurayza seferi örneği dikkate değer bir örnektir şöyleki, resul as ın sözlerindeki maksadı önceleyen bir gurup sahabe namazın vaktinin geçmesine razı olmayarak namazı yolda kılmış,resul as ın sözlerindeki maksadı değil lafzı önceleyen diğer sahabe gurubu namazın vaktinin geçmesini dahi göze alarak namazlarını beni kurayza topraklarında kılmıştır. Bu olay ve bazı diğer olaylar daha resul as hayatta iken sözlerinin sahabe tarafından farklı anlaşıldığının göstergesidir. Abdullah ibni ömer ve ebu hüreyre gibi bazı sahabeler resulullahın sözlerindeki veya fiilerindeki maksadı öncelemeden onu taklit etmeleri (abdullah ibni ömerin yolda giderken resul as ın bevl ettiği aynı yerde bevl etmesi bunun örneğidir) , hz aişe ve ömer gibi bazı sahabelerin lafza değil maksada önem vermeleri sahabe sonası oluşan iki farklı anlayışın temelini teşkil etmiştir.  


İki farklı sahabe gurubunun oluşturduğu anlayış daha sonraki yıllarda "ehli hadis" ve "ehli rey" okullarının ortaya çıkmasında temel faktör olmuştur. "Ehli rey" okulunun hadisleri daha seçmeci bir yaklaşımla ele almasına rağmen "ehli hadis" okulu hadislerin metnini değil senedini esas alarak hadislerin sahih veya zayıf olduğu kanaatına varmış ve bu "Ehli hadis" okulunun temel anlayışı günümüzdede devam ederek yanlış din algılarının temelini oluşturmuştur. Bu okulun anlayışlarının yansıması günümüzde "ehli rey" okulunun başını çeken ebu hanifenin mezhebine bile sirayet ederek devam etmektedir. Bu okulların oluşum yıllarında şiddetli fikir çatışmaları olmuş ve ebu hanife iki defa küfre düştüğü gerekçesi ile tevbeye davet edilmiştir. İmam buharinin ebu hanifeye çok şiddetli eleştirileri yine bu düşünce sahiplerinin birbirileri ile olan çatışmalarına örnektir. Bugün "ehli hadis" okulunu devam ettirme iddiasında bulunan "selefiye" mensupları ebu hanifeye iyi bir gözle bakmamaktadırlar. Ancak ne gariptirki ebu hanifenin mezhebine mensup olduğunu iddia eden türkiye müslümanlarının kahir ekseriyetine göre imam buharinin hadis kitabı kur'andan sonra ikinci sahih kaynak mesabesindedir. Hanefi olduğunu iddia edipte kendi mezhep imamlarına iyi gözle bakmayan birisinin kitabını kur'anla ölçmeye kalkanların durumuda tam bir tezattır.

Bu arka plan çerçevesinde günümüze dönecek olursak "işte sizin dininiz budur" diye bize takdim edilen din anlayışlarının oturduğu temele bakacak olursak önceliğin rivayetlerden oluşan dini meseleler üzerinde yoğunlaştığını görürüz. Peki rivayetler derken" muhammed as ın söyledikleri yanlışmı?" diye bir itiraz muhakkak gelecektir. Bizim kastettiğimiz rivayetler muhammed as adına söylenip onun kesinlikle söylemeyeceği hadislerin sanki o söylemiş gibi lanse edilmesi üstelik bunları red etmenin kişinin küfre düşmesine sebebiyet vereceği iddiasıdır. Bu iddialar ortaya atılmadan önce kılıf hazırlanmış ve hadislerinde vahiy olduğu teorisi yalanı üzerine din bina edilmeye çalışılmıştır. Bu çürük binanın temelide necm s. ilk ayetlerine dayandırılmaktadır.  


                    MUHAMMED  SAV  İN HER  SÖYLEDİĞİ  VAHİYMİDİR ?  


Kur'anı öteleyerek hadisler üzerine din bina edenlerin en büyük dayanağı  necm s. nin ilk ayetleridir. Bu ayetlerde onun hevasından konuşmadığı ve konuştuklarının kendisine bildirilen vahiy olduğu üzerinde durulur. Sure ve kur'an bütünülüğünden yoksun , ön kabullerin etkisinde kalınarak yapılan bir okuma sonucu muhammed as ın kur'an harici söylediği sözleride "vahiy" kapsamına alınmıştır. Sadece necm suresini konu bütünlüğünde okusak bile devam eden ayetlerde görürüzki kendisine bildirilen vahyi kimin öğrettiği ve bu vahyi öğreten kişinin ona kur'anı öğretmekle görevli " vahiy meleği" olması onun konuştuğu vahyin kur'an olduğu ve bunu hevasından uydurmadığını  açıkça ortaya çıkar. Ancak kafalarını hadisleri kur'ana eşdeğer yapmaya ayarlayanlar , ilgisi olmasa dahi bektaşi misali ayetin hepsini okumadan "bu böyledir " mantığı içinde çürük düşüncelerini kur'ana onaylattırma yoluna gitmektedirler. 


Muhammed sav in kur'an harici söylemiş olduğu sözleri "gayri metluv vahiy" adını vererek kur'ana eşdeğer tutmak basit bir hata olmayıp Allaha iftira mahiyetinde bir yalandır. Öyleyse muhammed sav in kur'anda bizlere bildirilen durumu ve vazifesi nedir ?  


                     KUR'ANDA    MUHAMMED    SAV İN  VAZİFESİ  

Tarih boyunca Allah cc tarafından gönderilen resullere karşı çıkanların önde gelen argümanlarından birisi gelen resulun kendileri gibi bir beşer olduğu ve neden bir melek gönderilmediği şeklinde sözleridir. Bu sözler muhammed as ın inkarcı muhatapları tarafındanda dile getirilmiştir . Kur'an bu sözlere karşılık yeryüzünde gezenler melek olsaydı onlara melek gönderirdik demekte , gelen resulun kendileri gibi bir beşer olduğu gaybı bilmediği daha önce gönderilen diğer resuller gibi bir resul olduğu vurgusunu bir çok ayette vurgular. Bu ayetlere iman ettiğini söyleyen müslümanlar bile " melek resul" özleminin bir eseri olarak muhammed sav i kur'anın ve kendisininde onaylamadığı bir şekilde aşırı bir yüceltmeye tabi tutmuşlardır. "Hasais" türü kitaplarda muhammed sav için uydurulan özelliklere baktığımız zaman sanki insan değil bir melek olduğu adeta vurgulanmak istenir. Bedenini aşırı yüceltme düşüncesi bazı tasavvuf ehli tarafından " muhammed eşittir Allah" sözleri ile getirilmektedir. "Ehli hadis " okulunun onun sözlerini vahiy sayarak Allahın sözleri ile eşitleme çalışması ile tasavvuf ehlinin bedenini yücelten düşünceleri her iki gurubuda muhammed sav i yarı ilah ve melek derecesinde görmek istemenin bir sonucu olsa gerektir. 


Muhammed sav i kullarına resul olarak gönderen rabbimizin ona verdiği elçilik vazifesini az gören bazıları onu insan olmaktan çıkarıp kur'an dışı düşüncelerle onun misyonunu öteleyip sözlerinin ve bedenininin kutsanması gereken birisi konumuna getirmişlerdir , muhammed as ın elçi olması hasebiyle ilk görevi gelen vahyi muhataplarına tebliğ etmesidir. "23 yıllık risaleti boyunca sadece inen kur'an ayetlerinimi konuşmuştur?" sorusuna tabiki hayır deriz , bütün problem kur'an harici konuşupta bize rivayetler şekilde gelen o sözlere atfedilmesi gereken değer nedir? sorusunun cevabıdır, bu sorunun cevabı etrafında yüzyillardır müslümanlar konuşmaktadırlar . Bu konuda konuşulupta doğru olduğunu düşündüğümüz fikirler şu şekildedir. 

Muhammed sav in söylediği iddia edilen sözlerin öncelikle "gayri metluv vahiy" kategorisine sokularak kur'ana eşdeğer hale getirilmesi Allaha iftira mahiyetinde bir günah olup onun söylediği rivayet edilen sözler kur'an gibi harfi harfine yazılıp muhafaza edilerek kayda geçmemiş olup büyük bir kısım sözleri vefatından en az 200 yıl sonra derlenip kayda geçmiştir. Vefatından sonra meydana gelen siyasi olayların itikadi mezhepler haline dönüşmesi ve bu mezheplerin kendi düşüncelerinin haklı olduğunu kanıtlamak için hadisler uydurma yoluna gitmeleri hadislerin üzerine kara gölge gibi düşmüştür. Bu kara gölge bugün dahi islam dünyasının üzerinde durmakta olup bu uydurma hadisler üzerinden itikad sahibi olanların, bu bulutların dağılmasından tir tir titredikleri görülmektedir.Kara bulutların dağılmasını önlemek için giydirdikleri kılıfları din olarak sunan bu fırkalar,"bu hadisleri kur'ana götürüp sağlamasını kur'an ile yapalım"sözlerine şiddetli bir şekilde karşı çıkmaktadırlar.


Ümmetin üstünde kara bulutlar mesabesinde duran uydurmalar üzerinde bina edilen din, kur'an ile dağıtılınca saf bir din haline geleceği için önce kur'anı anlamak için yola çıkanların yollarına bir sürü taş dökmeye çalışmaktadırlar. Kur'anı herkesin anlayamayacağı, onu anlamak için bir sürü ilmi bilmenin gerektiği gibi engeller koyarak kur'ana rağmen oluşturulmuş sahte dinlerini müdafaa etmek istemektedirler.

       KUR'ANA  RAĞMEN  OLUŞTURULAN SAHTE  DİN  ANLAYIŞLARI 


Kur'anda yer almayıpta uydurma hadislerden yola çıkılarak oluşturulmuş ve ümmetin üzerinde kara bulutlar gibi dolaşan sahte din anlayışlarından birkaçı şöyle sıralayabiliriz.
 -ŞEFAAT İNANCI= Kur'anda tamamen müşrik iddialarını red sadedinde gelen şefaat ayetleri uydurma hadisler vasıtası ile ahirette bazılarının bazıları için Allahtan ricacı olup günahlarını affettirme şekline dönüştürülüp kerameti kendinden menkul din baronlarının ekmek teknesi haline gelmiş, saf müridlerini kandırarak rant elde etme aracı olmuştur.
-KABİR AZABI=Bu konu ile kur'anda hiç bir şekilde ilgili ayet bulunmamasına rağmen uydurma rivayetlerin yardımı ile kabir azabı konusu din haline getirilmiş bulunmadığına dair onca ayet rivayetlere kurban edilmiştir. 
-İSA AS IN NUZULÜ= İsa as ın öldüğüne dair ayetler arkaya atılarak onun ölmediği ,kıyamete yakın yeryüzüne ineceğine dair hadisler uydurularak  akide haline getirilip bizlere sunulmuştur. İşin garip bir yanıda, selef düşüncesinde mevcut olan Allaha mekan biçip onu semada oturtan anlayış ile "ehli sünnet" akidesi adı altında seleflerin bu düşüncelerine şiddetle karşı çıkanlar bu konuda seleflerle aynı düşünceyi paylaşmış ve isa as ı Allahın yanına çıkarmışlardır.
-MEHDİ İNANCI= Bu konudada kur'anda hiç bir şekilde bir işaret olmamasına rağmen uydurmalarda neredeyse ayakkabı numarası dahi haber verilebilen bir mehdi inancı ihdas edilmiş ve akide konusu haline getirilip bazı açıkgöz din baronları tarafından rant aracı haline getirilmiştir.


Sonuç olarak, kur'anın aksi ifadelerine rağmen muhammed as ı aşırı bir yüceltmeye tabi tutup sözlerini kur'ana eşdeğer tutan düşünce sahipleri Allaha ve resule iftira mahiyetinde uydurdukları hadislerle sahte bir din anlayışı ihdas edip bu iddialarına karşı çıkan düşünceleri "küfür" olduğu gerekçesi ile yavuz hırsız misali mahkum etmeye kalkmaktadırlar. Esas "küfür" olan onların kur'ana rağmen uydurma hadisler vasıtası ile kurmaya çalıştıkları din anlayışları olup mahkum edilmesi gereken onların bu düşünceleridir. Kur'an tek geçer ölçü kabul edilip onun harici gelen bütün bilgiler onun ışığında doğruluk testinden geçirilmedikçe uydurma rivayetler üzerine kurulan din anlayışlarını yıkmak mümkün değildir. 


                EN DOĞRUSUNU  ALLAH  CC BİLİR.

25 Ekim 2011 Salı

"Tebyinül Kur'an" dan Tahrifül Kur'an Örnekleri 11 (Bakara .97,Nahl 102,Şuara 193 Ayetleri)

"Tebyinül Kur'an" dan Tahrifül Kur'an örnekleri serisine,eserdeki "Cebrail " ile ilgili olan Bakara s. 97-98, Nahl s. 102, Şuara s. 193. ayetlerindeki tahrifleri ele alarak devam ediyoruz. Daha önceki yazılarımızda eser sahibinin kur'anın indirilişi ile ilgili olan "Cebrail" kavramını kur'an dışı bir anlam yükleyerek tahrif edip sonra "Cebrail" ile ilgili anlayışını bu tahrifler üzerine nasıl bina etmeye çalıştığını görmüştük. Bu yazımızda da yine Kur'anın indirilişi ile ilgili ayetleri nasıl tahrif ettiğini görmeye çalışacağız .  


Önce eserden bakara s 97-98. ayetlerinin meallerini ve o ayetlerle ilgili görüşleri nakledelim. 
"97–98.     De ki: "Kim Cibrîl'e düşmansa, bilsin ki şüphesiz Allah, onu [Cibrîl'i], Kendisinin bilgisi gereği, iki eli arasındakileri doğrulayıcı, inananlar için bir yol gösterme ve müjde olarak, senin kalbine indirmiştir. Kim ki, Allah'a, meleklerine, Elçilerine, Cibrîl'e, Mîkâl'e düşman olursa bilsin ki, şüphesiz Allah da inkârcılara düşmandır."

Ayetlere bu şekilde bir meal veren eser sahibi bu ayetlerle ilgili olarak tefsirlerden bazı alıntılar yaptıktan sonra  şunları yazmaktadır.


"Bu rivâyetler, Cebrâîl ve Mikail'in iki melek olduğu kabulüne göre kurgulanmıştır. Hâlbuki Kur'ân ifadeleri böyle bir anlayışa izin vermez. Çevirimizde de görüldüğü üzere Cebrâîl, indiren değil, inendir; dolayısıyla da, "Kur'ân"dır.
Cebrâîl için, Meryem Sûresinin sonundaki "Rûh, Rûhu'l-Kudüs ve Cebrâîl" başlıklı tahlilimize bakılabilir. [87–59]
Burada, Cebrâîl'in, "Allah'ın onarması, reform yapması" anlamına geldiğini, vahyin farklı bir ifadesi, yani "Kur'ân" olduğunu belirtmekle yetiniyoruz."  

 Eserdeki ifadelerden anlaşılacağı üzere "cebrail" kelimesinin anlamınının  "indiren değil inendir" diye bir anlam vererek kur'an olduğunu iddia etmektedir. Bu iddialar acaba kur'an metnine uygun bir çevirinin sonucumudur , yoksa ön kabullerin etkisinde kalınarak yapılmış bir çevirinin sonucumudur onu görmeye çalışalım.  



Ayette "nezzelehu" ( onu indirdi) kelimesine parantez içine "Cibrili" şeklinde anlam yükleyerek inenin cibril olduğunu ama cibril ile inen başka bir şeyinde olduğunu görmezlikten gelmektedir. Aynı ayetteki " beyne yedeyhi " (önündekini) kelimesinede tahrifiyle uyum sağlaması için "iki eli arasındakileri " şeklinde çevirmiştir. "nezzelehu" (onu indirdi) ve "beyne yedeyhi" (önündekini) kelimelerini kelimelerini tahrif eden eser sahibi artık doğru meali!!! bulmuş ve "cibrilin" ayrı bir varlık değil kur'an olduğunu , arap dili uzmanlarına ve kur'an araştırmacılarına parmak ısırtacak bilgisi sayesinde!! çıkarmıştır.   


Eser sahibinin bu çıkarımı arap dili kurallarına ve kur'an bütünlüğüne uygun bir çıkarım olup olmadığına bir bakalım. " gul men kane aduvven licibrile" ( deki kim cibrile düşmansa) "feinnehu nezzelehu "( muhakkakki o, onu indirmiştir)" ala galbike biiznillahi" (Allahın izni ile senin kalbinin üzerine)" musaddikan"( tasdik edici olarak) "lima beyne yedeyhi"(önündekini) " ve hüden ve buşra lilmü'ninine"( müminler için hidayet ve müjde verici olarak).

97. ayette , eser sahibinin klasik yöntemi buradada devreye girmiş yapılan meallerin yanlış olduğu !! kendi verdiği mealin kur'ana daha uygun olduğu !! iddiası  burada da tekrarlanmaktadır. Ayet bize Cibril isimli bir varlığın Allahın izni ile Muhammed as ın kalbine indirilen bir şeyin olduğu ve bu indirilen şeyin vasıfları aynı ayet içinde bizlere bildirilmektedir.Eser sahibi ön kabullerinin neticesi olarak "Cibril" isimli bir varlığı kabul etmediği , ancak kur'an bu düşünceye izin vermediği için yapabileceği tek yöntem olan metni tahrif yolu ile hevaya uygun bir anlam yükleme metodunu burada da seçtiğini görmekteyiz. 

                             NAHL S. 102. AYETİ İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ 


Nahl suresi 102. ayete, adı geçen eserde verilen meali ve ayet ile ilgili yazılanlarda şu şekildedir.
"102.       De ki: "İman etmiş kimseleri güçlendirip kökleştirmek/tutundurmak için ve Müslümanlara bir müjde ve kılavuz olmak üzere, senin Rabbinden ona birçok Ruhü'l–Kudüs hakk ile inmiştir."

102. ayete bu şekilde meal veren eser sahibinin bu ayet ile ilgili görüşleride şöyledir.

"Bu Âyetlerde Kur'ân'ın indirilişi konusuna tekrar değinilmiş, Kur'ân hakkında ileri sürülen şüpheler nakledilerek bu şüphelere makul ve tatmin edici cevaplar verilmiştir.
Görüldüğü gibi, 101. Âyette açık ve net olarak Kur'ân'ın "Allah'ın indirmesi" olduğu bildirilmektedir. 102. Âyetteki Rûhu'l-kudüs ifadesini "Cebrail" olarak yorumlayanlar ise bu yorumlarına dayanarak Kur'ân'ı Cebrail adlı meleğin indirdiğini ileri sürmektedirler.
Bu nedenle daha evvel ayrıntılı olarak ele aldığımız "Ruhu'l-Kudüs" ve bununla ilgili konuları tekrar hatırlatma gereği duyuyoruz."  

101. ayetteki "Allah ne indirdiğini gayet iyi bilir" cümlesinden hareketle kur'anın Allahın indirmesi olduğunu "Ruhül Kudüs" ifadesini Cebrail olarak yorumlayanların hata yaptığını ileri sürmektedir. Kur'anı muhakkaki Allah cc indirmiştir, ancak Muhammed as a indirilen bu kur'anı bir elçi vasıtası ile indirdiğini bildiren Rabbimizin aksine bir söylem olarak eser sahibi bunu red etmektedir. "Ruhül Kudüs" kelimesinin tahlili ile yorumlarına devam eden sayın yazar bu kelime tahlili sonucunda ulaştığı kararını şu şekilde açıklar.   

"Sonuç olarak, kudüs sözcüğünün geliş yerinin farklılıkları da hesaba katılarak yapılan tahliller, Rûhu'l-Kudüs ifadesinin "Allah'ın ruhu, Allah'ın vahyi, Allah'tan gelen bilgi" anlamlarına geldiğini göstermektedir. Rûhu'l-Kudüs tamlamasının bu anlamı taşıdığı, tamlamanın geçtiği Âyetlerden de kolayca anlaşılmaktadır.

102. ayette tahrif ettiği " senin Rabbinden ona birçok Rûhu'l-Kudüs hakk ile inmiştir."cümlesi ile ilgili olarak böyle bir anlamı neden verdiği şu şekilde açıklar.  


"Görüldüğü gibi, 101. Âyette açık ve net olarak Kur'ân'ın "Allah'ın indirmesi" olduğu bildirilmektedir. Oysa 102. Âyetle ilgili olarak Kur'ân'ı Cebrail adlı meleğin indirdiği yolundaki Kur'ân dışı kabul, 102. Âyet ile 101. Âyetlere verilen anlamlar arasındaki çelişkinin görmezden gelinmesine ve 102. Âyette bir dilbilgisi kuralının ihlâl edilmesine yol açmıştır. Şöyle ki:
102. Âyette geçen nezzele filinin aslı nezele 'dir ve anlamı "indi" demektir. Geçişsiz bir fiil olan "nezele" fiili, kural gereği burada Tef'il babından nezzele 'ye dönüştürülmüştür. Bu kalıba sokulan sözcükler sadece fiilde, failde veya mef'ulde çokluğu ifade ederler. Bu kurala göre, Âyetteki nezzele fiili "çok çok indi" anlamına gelir. Geçişsiz bir fiil olan nezele sözcüğünün geçişli hâle dönüşmesi ve "indirdi" olarak anlamlandırılması ancak bir teaddi edatı kullanılmasıyla veya fiilin enzele kalıbına dönüştürülmesiyle sağlanır. Âyette geçen bi'lhakkı ifadesindeki be harf-i cerri ise musahabe anlamında olduğundan teaddi edatı sayılamaz. Arapça dilbilgisinin bu kuralları gereği Âyetteki nezzelehü rûhu'l-kudüsü" ifadesinin anlamı, "Ona birçok rûhu'l-kudüs [vahy] inmiştir" demektir. "Rûhu'l-Kudüs" ü, yani "vahy"i kimin indirdiği ise 101. Âyette belirtilmiş ve indirenin Allah olduğu açıkça ifade edilmiştir."  

Klasik metodlarından olan "minareyi çalmadan kılıf hazırlama" yolunu bu ayetle ilgili yorumundada işleten eser sahibi ,kur'anın cebrail vasıtası ile indiği düşüncesini kur'an dışı!! deyip kendi kur'an içi!! düşüncesini koymak için Arap dil bilimcilerine taş çıkartan!!!! Arapça bilgisini konuşturarak dilbilgisi kurallarının ihlal edildiğini ileri sürer. "Tef'il babının" sadece fiilde ,failde veya mef'ulde çokluk ifade ettiği ileri sürerek " çok çok indi" anlamına geldiğini iddia eder. Arapça "sarf" kitabı olan binayı okusa dahi , tef'il babının özelliklerini orada bulabilecek olan eser sahibi tahrif uğruna , diğer  ayetlerde örneğini gösterdiği Arapça gramer kaidelerinde de değişikliğe gitmekten yılmamaktadır. Arapçada "tef'il" babının özelliklerinden biri çokluk olduğu gibi geçişsiz fiili geçişli yapmasıdır . "nezele"(indi) fiili "nezzele "kalıbı ile geçişli yapılarak "indirdi" anlamına kullanılmıştır. Tef'il babının bu şekildeki kullanımı ile verilecek bir mana eser sahibinin tahrifine uygun düşmeyeceği için gramer kurallarını da örterek "sadece benim ettiğim kurallar doğrudur" edalarında dır.  

Sayın yazar, "nezzele fiiline verdiği "çok çok indi " şekildeki manayı bu fiilin kullanıldığı (2-174,3-3 ,4-136,140) gibi ayetlerde "indirdi " manasını verip "çok çok indi" manasını vermeyerek  kendisinin koyduğu kuralı yine kendisi çiğnemiştir. Buda kur'anın "muciz" bir kitap oluşunun gereği olarak Allahı aciz bırakmak isteyenlerin onun kitabı karşısında aciz kalmasının bir örneğidir. 

Nahl suresi 102. ayetinin metne uygun olan mealini vererek diğer ayete geçelim. 
"gul "(deki) "nezzelehu ruhul kudusi" (onu ruhul kudus indirdi) "min rabbike bilhakki" (senin rabbinden hak ile) "li yusebbitellezine amenu"( iman edenlere sebat vermek için)" ve hüden ve büşra lil müslümine" ( müslümanlara hidayet ve müjde için).  

                 ŞUARA S.  193. AYETİ İLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ  

Eser sahibinin bu ayete verdiği meal şu şekildedir.

"Şu'arâ: 192–194) Kesin olan şu ki o, âlemlerin Rabbinin indirmesidir. Onunla, uyarıcılardan olasın diye senin kalbine "er-rûhu'l-Emîn [Güvenilir Ruh]" indi."

Bu ayet ile ilgili düşüncelerini nahl suresi 102. ayetinin devamında belirten eser sahibi şunları yazmaktadır.  

"Şu'arâ Sûresinin 193. Âyetinde bir sıfat tamlaması olarak er-rûhu'l-emîn şeklinde yer alan bu ifade, bir isim tamlamasıymış gibi ruhü'l-emîn şeklinde telâkki edilmekte ve böylece büyük yanlışlıklara sebebiyet verilmektedir. Nitekim Kur'ân'ın Cebrail adındaki melek tarafından indirildiği yolundaki peşin kabule dayanan geleneksel anlayış, bu Âyeti de "Onu rûhu'l-emîn [Cebrail] indirdi" diye yanlış meallendirmiş ve zihinlerde bu yanlışla yer etmesine yol açmıştır. Oysa bu meal, Âyetin lâfzî manasına uygun olmadığı gibi, hem Şu'arâ Sûresinin 192. Âyetinde O, âlemlerin Rabbinin [Allah'ın] indirmesidir ifadesiyle hem de Kur'ân'ın Allah tarafından indirildiğini bildiren yüzlerce Âyetle de çelişmektedir. Bu çelişki de yine nezele [indi]"fiilinin geçişsiz olmasına rağmen geçişli anlama gelecek şekilde "indirdi" olarak ifade edilmesinden kaynaklanmaktadır. Hâlbuki yüzlerce Âyetin anlamıyla oluşturulan bu çelişkinin ortadan kaldırılması için, Âyette geçen bihi ifadesindeki be harf-i cerrinin "ilsak" için değil de "musahabe" için alınması yeterlidir. Bu takdirde nezele fiili geçişsiz anlamı ile "onunla indi" olarak ifade edilir ve diğer Âyetlerle oluşturulmuş olan çelişki de ortadan kalkmış olur"

Ön kabulleri doğrultusunda " Cibril'in" ayrı bir varlık olduğu düşüncesini ret eden eser sahibi bu düşünce ile meallendirilen ayetleri yanlış!!! olarak görmekte ve kendi doğrusunu gramer kurallarını kendisi tesbit ederek!! koymaktadır. Öncelikle kelime oyununa girerek yüzlerce ayette kur'anın Allah'ın indirmesi olduğunu öne sürerek , Allah'ın bu kitabı Muhammed as a Cebrail vasıtası ile indirdiği gerçeğini örtmeye kalkışmaktadır.Hiçbir Müslüman kur'anın Allah'tan başka biri tarafından indirildiğine inanmaz ancak bu kitabın kulu Muhammed sav e Allah'ın bir elçisi olan Cebrail aracılığı ile indirildiğine iman eder.

193. ayetteki "nezele" (indi) fiilinin geçişsiz olduğuna dayanarak, devamında gelen"bihi" deki "be" harfi cerrinin geçişsiz fiilleri geçişli yaparak "indirdi" şeklinde anlamı olmasına rağmen , kuranı, ayetteki "ruhul emin" indirmesi ile diğer ayetlerde geçen Allah'ın indirmesi arasında bir tenakuz olduğunu öne sürerek kelime oyunlarına girmektedir. Eğer gerçek olarak kur'an bütünlüğüne vakıf ve samimi olarak bu ayetlere baksa kur'anı Allah cc nin bir elçi aracılığı ile kulu muhammed sav e indirdiğini çok kolay bilebilirdi.

Sayın yazarın "be" harfi cerrine verdiği anlam ile "indirdi" anlamını reddetmesi , "be" harfi cerrinin yusuf s. 13 ve 15. ayetlerine verdiği anlam ile çelişki arzetmektedir. 13. ayetteki "en tezbehu bihi" cümlesine "Onu götürmeniz" anlamı vererek" tezbehu" kelimesini "be" harfi cerri ile geçişli anlam vermiştir. Aynı çelişki yusuf s. 15. ayettede göze çarpmaktadır, "felemma zehebu bihi" cümlesinede "Nihayet onlar [Yûsuf'un kardeşleri], onu [Yûsuf'u] götürdüler" anlamı vermiştir. Sayın yazarın eserinin sadece kendisi değil farklı kişiler tarafından yazılmış görünümü veren bu tür çelişkiler kur'anı tebyin çalışması değil ancak kendi önkabullerini tebyin çalışması olmaya daha layık görülmektedir.

Sonuç olarak , daha önceki yazılarımızda örnekleri vermeye çalıştığımız , Kur'anın Muhammed sav e indirilmesinde elçilik vazifesi gören " Cebrail" isimli varlığı red eden eser sahibi yukarda verdiğimiz, bakara 97,nahl 102, şuara 193. ayetlerinde de bu iddiasını sürdürmektedir. Ancak bu iddiasını yaparken dayanak olarak ayetleri doğru bir biçimce anlamak yerine metin üzerinde tahrife giderek veya arapça gramer kaidelerini kendisi tesbit ederek Arapça uzmanlığını!! konuşturmaktadır. Ancak Kur'anın "muciz" bir kitap olması sayesinde bir yerde tahrif ettiği aynı kelimeyi başka bir yerde tahrif edemeyerek kur'an karşısında aciz kalmaktadırlar. 

                       EN DOĞRUSUNU  ALLAH  .CC BİLİR.

21 Ekim 2011 Cuma

Nuh a.s Kıssası

Nuh as ın kavmi ile olan tevhid mücadelesinin anlatıldığı kıssası kur'anda birden fazla surede geçmektedir. Bu yazımızda  nuh as ın değişik surelerde geçen kıssalarını ayrı ayrı ele alarak bir bütün halinde anlamaya çalışacağız.

                               ARAF SURESİNDE NUH AS KISSASI 


59- Andolsun Biz Nuh'u kendi kavmine (toplumuna) gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka İlahınız yoktur. Doğrusu ben, sizin için büyük bir günün azabından korkmaktayım."
60- Kavminin önde gelenleri: "Gerçekte biz seni açıkça bir 'şaşırmışlık ve sapmışlık' içinde görüyoruz" dediler.
61- O: "Ey kavmim, bende bir 'şaşırmışlık ve sapmışlık' yoktur; ama ben alemlerin Rabbinden bir elçiyim." dedi.
62- "Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. (Ayrıca) Size öğüt veriyor ve sizin bilmediklerinizi ben Allah'tan biliyorum.
63- "Sakınıp rahmete kavuşmanız için, içinizden sizi uyarıp korkutacak bir adam aracılığı ile bir zikir (kitap) gelmesine mi şaştınız?"
64- Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi.

Araf suresinde bu kıssa ile birlikte, hud,salih,lut,şuayb ve musa as ların kıssalarıda yer almaktadır.Bu kıssalarda öne çıkan ortak nokta şudur. Yalnız Allaha kulluk edilmesi,ondan başka ilah olmaması, mesajı red edenlerin helak edilmesi, bu red edenlerin kavmin önde gelenlerinden (mele) olduklarıdır. Bu ortak noktalar bize , tarih boyunca gönderilen bütün resullerin aynı vazife ile gönderildiğini bildirmektedir.Araf suresindeki bu kıssalarda musa as ın kıssası hariç fazla detaya girmeden gelen resulun kavmine olan mesajı , akabinde o kavmin müstekbirlerinin resule karşı koyması, resullerin onlara karşı kendilerinin Allahtan gönderilmiş resuller olduğu sadece o verilen mesajı iletmekle yükümlü oldukları ve bu inkar edişlerinin helak ile son bulmaları anlatılır.Nuh as ın kıssasından sonra anlatılan hud as ın kıssasında kavmine karşı söylediği "sizi nuh kavminin yerine halifeler kıldığını hatırlayın"demesi ve bu gibi hatırlatmaların nuh  as kavmi ile ilgili olarak söz edilmemesinden , nuuh as ın kıssasının kur'anda kıssaları anlatılan resullerin ilki olduğu yolundaki (adem as dan sonra) düşünceleri kuvvetlendirmektedir. 


                          YUNUS SURESİNDE  NUH AS KISSASI
70- (Onlar için) Dünyada geçici bir meta (vardır). Sonra dönüşleri Bizedir; sonra da inkara sapışları dolayısıyla onlara şiddetli azabı taddıracağız.
71- Onlara Nuh'un haberini oku. Hani kavmine demişti ki: "Ey kavmim, benim makamım ve Allah'ın ayetleriyle hatırlatmalarım eğer size ağır geliyorsa ben, şüphesiz Allah'a tevekkül etmişim. Artık siz ortaklarınızla toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın da işiniz size örtülü kalmasın (veya tasa konusu olmasın), sonra hakkımdaki hükmünüzü -bana süre tanımaksızın- verin.
72- Eğer yüz çevirecek olursanız, ben sizden bir karşılık istemedim. Benim ecrim, yalnızca Allah'a aittir. Ve ben, Müslümanlardan olmakla emrolundum.
73- Fakat onu yalanladılar; Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık ve onları halifeler kıldık. Ayetlerimizi yalanlayanları da suda boğduk. Uyarılanların nasıl bir sonuca uğratıldıklarına bir bak.
74- Sonra onun ardından kendi kavimlerine (başka) elçiler gönderdik; onlara apaçık belgeler getirmişlerdi. Ama daha önce onu yalanlamaları nedeniyle inanmadılar. İşte Biz, haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz.

Nuh as ın kıssasının yunus s. deki kısmındada ayrıntılara girilmeden gelen vahye yüz çeviren ve bunun sonucunda helak olan bir kavme olarak nuh as ın kavmi örnek gösterilerek muhatapların ibret alınması istemektedir. 71. ayette bir nokta dikkate şayandır ayette "Artık siz ortaklarınızla toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın" şeklinde geçen bir ibare nuh as , kavminin taptıkları putlara danışarak yapacakları hakkında bir karar almalarını tavsiye etmektedir. Burada söylenen bu söz o kavmin taptıkları putların kendilerine cevap vermekten aciz olduklarını görmelerini sağlamak amaçlıdır. Aynı amacı ibrahim as ın kavmi ile olan mücadelesindede görmekteyiz, en büyük putun haricinde bütün putları kıran ibrahim as a kavmi bunu putlarımıza kim yaptı deyinde ibrahim as büyük puta sorun diye cevap verince kavmi bir an için gerçeği görüp zalim olduklarının farkına varırlar ama şeytan yine galip onları eski haline döndürür(enbiya s.62-67) İbrahim as ın kavmi gibi taptıkları putların onlara hiçbir şekilde cevap veremeyeceklerini bilmelerine rağmen yinede o putlara daha sıkı şekilde tapmaya devam etmişlerdir. Günümüzde bile bu yozlaşmış putatapıcılık çağdaş olduğunu iddia eden ülkelerde bile hayatiyetini sürdürmektedir. Kendilerine hiçbir şekilde cevap veremeyeceklerini bile bile belli günlerde  puthanelere giderek sanki o put kendilerini duyarmışcasına oradaki deftere yazılar yazılmaya ve bazı şikayetler ona iletilmeye devam etmektedir.

                        HUD   SURESİNDE  NUH  AS  KISSASI 
25- Andolsun, Biz Nuh'u kavmine gönderdik. (Onlara:) "Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıp-korkutucuyum."
26- "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size (gelecek olan) acı bir günün azabından korkarım" (dedi).
27- Kavminden, ileri gelen inkarcılar: "Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi yalancılar sanıyoruz" dedi.
28- Dedi ki: "Ey kavmim, görüşünüz nedir söyleyin? Eğer ben Rabbimden apaçık bir belge üzerinde isem ve Rabbim bana Kendi Katından bir rahmet vermiş de (bu,) sizin gözlerinizden saklı tutulmuşsa? Siz bunu istemiyorken biz sizi buna zorlayacak mıyız?"
29- "Ey Kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal istemiyorum. Benim ecrim, yalnızca Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim. Onlar gerçekten Rablerine kavuşacaklar. Ancak ben sizi, cahillik etmekte olan bir kavim görüyorum.
30- "Ey kavmim, ben onları kovarsam, Allah'tan (gelecek azaba karşı) bana kim yardım edecek? Hiç düşünmez misiniz?"
31- "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum. Melek olduğumu söylemiyorum ve gözlerinizin aşağılık gördüklerine, Allah kesin olarak bir hayır vermez de demiyorum. Nefislerinde olanı Allah daha iyi bilir. Bu durumda (bunun aksini yaparsam) gerçekten o zaman zalimlerdenim (demek)dir."
32- Dediler ki: "Ey Nuh, bizimle çekişip-durdun, bu çekişmede ileri de gittin. Eğer doğru söylüyorsan, bize vaadettiğini getir (görelim.)"
33- Dedi ki: "Eğer dilerse, onu size Allah getirir ve siz (O'nu) aciz bırakacak değilsiniz."
34- "Eğer Allah sizi azdırmayı dilemişse, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdümün size yararı olmaz. O sizin Rabbinizdir ve O'na döndürüleceksiniz."
35- Onlar: "Bunu kendisi uydurdu" mu diyorlar? De ki: "Eğer onu ben uydurduysam, günahım bana aittir. Ama ben, sizlerin suç olarak işlemekte olduklarınızdan uzağım."
36- Nuh'a vahyedildi: "Gerçekten iman edenlerin dışında, kesin olarak kimse inanmayacak. Şu halde onların işlemekte olduklarından dolayı üzülme."
37- "Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi imal et. Zulmedenler konusunda Bana hitapta bulunma. Çünkü onlar suda- boğulacaklardır."
38- Gemiyi yapıyordu. Kavminin ileri gelenleri kendisine her uğradığında onunla alay ediyordu. O: "Eğer bizimle alay ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay edeceğiz" dedi.
39- "Artık, ilerde bileceksiniz. Aşağılatıcı azap kime gelecek ve sürekli azap kimin üstüne çökecek."
40- Sonunda emrimiz geldiğinde ve tandır feveran ettiği zaman, dedik ki: "Her birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri ona yükle." Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti.
41- Dedi ki: "Ona binin. Onun yüzmesi de, demir atması (durması) da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz, benim Rabbim bağışlayandır, esirgeyendir."
42- (Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: "Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kafirlerle birlikte olma."
43- (Oğlu) Dedi ki: "Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur." Dedi ki: "Bugün Allah'ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)dan başka bir koruyucu yoktur." Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.
44- Denildi ki: "Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut." Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cudi (dağı) üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: "Uzak olsunlar" denildi.
45- Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: "Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve Senin va'din de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin."
46- Dedi ki: "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi Benden isteme. Gerçekten Ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum."
47- Dedi ki: "Rabbim, bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum."
48- "Ey Nuh" denildi. "Sana ve seninle birlikte olan ümmetler üzerine Bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in. (Sizden türeyecek diğer kafir) Ümmetleri de yararlandıracağız, sonra onlara Bizden acı bir azap dokunacaktır."
49- Bunlar: Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordun. Şu halde sabret. Şüphesiz (güzel olan) sonuç takva sahiplerinindir.

Nuh as ın kıssası hud suresinde biraz daha ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır.Yine burada nuh as ın tebliğine karşı çıkan o kavmin müstekbir takımı nuh as a kendilerinden aşağı tabakadaki insanların iman etttiği gerekçesi ile inkarlarını sürdürmektedirler . Burada öne çıkan nokta kişinin makam ve mevkisi ile veya kan bağı ile tartılması değil imanı ile tartılmasıdır. İmana kim talip ise zengin fakir ayrımı yapılmadan ona tebliğ edilmeli kişinin makam ve mevkisi göz önüne alınarak öncelik tanınmamalıdır. Abese suresinin ilk ayetleri bu konuyu daha bariz bir biçimde bize anlatır. 31. ayette "allahın hazineleri yanımdadır demiyorum,gaybıda bilmiyorum,melek olduğumuda söylemiyorum" şeklindeki ibarelerden anlaşıldığı üzere inkarcıların tabiatlarının nuh as dan muhammed as a kadar değişmediği hatta kıyamete kadar değişmeyeceğinin bir işaretine raslamaktayız. Kıssada geminin yapılış aşamasından kesitlerde sunulmakta ve büyük bit ihtimalle denize kıyısı olmayan bir belde olan bir yerde geminin yapılması aly konusu olmaktadır. Alay konusuda inanmayanların değişmez bir sünneti olarak, gelen resullere reva gördüğü bir aşağılama ve inkar yolu olduğu muhammed as a kadar gelen resullerinde alaya alındığının haber verilmesinden anlamaktayız. Kıssanın bu bölümünde nuh as ın oğlu sahneye çıkmakta ve onun iman etmeyenlerle birlikte suda boğulduğu görülmektedir. Burada bizler çok önemli bir örnek teşkil eden konuşmaya şahid olmaktayız. Nuh as , oğlunun kendi ehlinden olduğunu söylemesine karşılık Allah cc nin bunu red etmesi bize kan bağının iman bağından sonra gelmesi gerektiği bir kişiye olan sevgi ve saygının kan bağından önce iman bağı ile ölçülmesi gerektiği hatırlatılmaktadır. 49. ayette kıssa ile ilgili olarak "sen ve kavmin bundan önce bunları bilmiyordun" cümlesi ile kıssalar ile ilgili verilen bilgilerin kur'an harici olanlarının güvenilirliği meselesine  ışık tutularak kur'an kıssaları ile ilgili en doğru bilginin sadece kur'anda anlatılan kadarı ile yetinilmesi gerektiğini öğrenmekteyiz.


                  MÜ'MİNÜN  SURESİNDE  NUH  AS  KISSASI  


23- Andolsun, Biz Nuh'u kendi kavmine (elçi olarak) gönderdik. Böylece kavmine dedi ki: "Ey Kavmim, Allah'a kulluk edin. O'nun dışında sizin başka İlahınız yoktur, yine de sakınmayacak mısınız?"
24- Bunun üzerine, kavminden inkara sapmış önde gelenler dediler ki: "Bu, sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor. Eğer Allah (öne sürdüklerini) dilemiş olsaydı, muhakkak melekler indirirdi. Hem biz geçmiş atalarımızdan da bunu işitmiş değiliz."
25- "O, kendisinde delilik bulunan bir adamdan başkası değildir, onu belli bir süre gözetleyin."
26- "Rabbim" dedi (Nuh). "Beni yalanlamalarına karşılık, bana yardım et."
27- Böylelikle Biz ona: "Gözetimimiz altında ve vahyimizle gemi yap. Nitekim Bizim emrimiz gelip de tandır kızışınca, onun içine her (tür hayvandan) ikişer çift ile, içlerinden aleyhlerine söz geçmiş (azap gerekmiş) olanlar dışında olan aileni de alıp koy; zulmedenler konusunda Bana muhatap olma, çünkü onlar boğulacaklardır" diye vahyettik.
28- "Böylece sen, beraberinde olanlarla gemiye bindiğinde o zaman de ki: "Bizi o zulmeden kavimden kurtaran Allah'a hamd olsun."
29- Ve de ki: "Rabbim, beni kutlu bir konakta indir, Sen konuklayanların en hayırlısısın."
30- Hiç şüphesiz bunda ayetler vardır ve Biz gerçekten denemeden geçiririz.
31- Sonra onların ardından bir başka insan-nesli yaratıp-inşa ettik.
32- Onlara da kendi içlerinden: "Allah'a ibadet edin. O'nun dışında sizin başka İlahınız yoktur, yine de sakınmayacak mısınız?" (desin) diye içlerinden bir elçi gönderdik.
Kıssanın bu suredeki bölümünün öncesinde rabbimizin insanlara verdiği nimetker hatırlatılmakta ve 22. ayette "gemiler üzerinde taşınmakta" olduğumuzdan bahsedilerek nuh as ın kıssasına geçilmekte ve nuh as ın kavminin diğer surelerde geçen bölümlerinde gördüğümüz inkarcılıklarından örnekler sergilenmektedir. Kıssanın devamı ise "sünnetullahın" ne şekilde tecelli ettiğine dair bilgiler sunmaktadır. Gelen resullerini inkar eden nuh as ın kavminin helak edilip kurtulanlardan yeni bir nesil inşa edildiği ve o nesilede içlerinden resuller gönderildiği , gelen resulleri inkar edenlerinde helak edilen nuh as kavminin inkarlarının aynısını tekrarladığı, özellikle yeniden diriliş konusunda bu inkarların yoğunlaştığı , bu inkarcı kavimlerinde helak olduğu , bunların arkasındanda yeni kuşaklar meydana getirildiği mü'minun suresi 44. ayetinde bunun devri daim şeklinde devam ettiği bildirilir.

                 ŞUARA SURESİNDE  NUH  AS  KISSASI

105- Nuh kavmi de gönderilen (peygamber)leri yalanladı.
106- Hani onlara kardeşleri Nuh: "Sakınmaz mısınız?" demişti.
107- "Gerçek şu ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim."
108- "Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin."
109- "Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum; ücretim yalnızca alemlerin Rabbine aittir."
110- "Artık Allah'tan korkup-sakının ve bana itaat edin.
111- Dediler ki: "Sana, sıradan aşağılık insanlar uymuşken inanır mıyız?"
112- Dedi ki: "Onların yapmakta oldukları hakkında benim bilgim yoktur."
113- "Onların hesabı yalnızca Rabbime aittir, eğer şuurundaysanız (anlarsınız.)"
114- "Ve ben mü'min olanları kovacak değilim."
115- "Ben, yalnızca apaçık bir uyarıcıyım."
116- Dediler ki: "Eğer (bu söylediklerine) bir son vermeyecek olursan, gerçekten taşa tutulup kovulacaksın."
117- Dedi ki: "Rabbim, şüphesiz kavmim beni yalanladı."
118- "Bundan böyle, benimle onların arasını açık bir hükümle ayır ve beni ve benimle birlikte olan mü'minleri kurtar."
119- Bunun üzerine, onu ve onunla birlikte olanları (insan ve hayvanlarla) yüklü gemi içinde kurtardık.
120- Sonra bunun ardından geride kalanları da suda-boğduk.
121- Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
122- Ve şüphesiz senin Rabbin, güçlü ve üstün olandır, esirgeyendir.

Kıssanın şuara suresindeki bölümünde araf suresi örneğinde olduğu üzere nuh as dan başka, hud,salih,lut,şuayb as ların kıssalrı anlatılmakta bu resullerin kıssalarında öne çıkan ortak nokta Allahtan korkup sakınılması, gelen resule itaat edilmesi ve o resullerin bu tebliğlerine karşılık kavimlerinden hiç bir ücret istemedikleridir. Burada "ücret isteme" meselesini biraz açmak gerekirse, istenen ücret verilen hizmet karşılığıdır ve her hizmetin sonucunda kişi bir nimete kavuşur. Ücret istenmesi verilen maddi bir hizmet karşılığı olmasına rağmen o hizmeti yapan ile alan arasında çoğu zaman hoşnutsuzluğa yol açar, hizmeti veren kişi aldığı ücreti az görür hizmeti alan kişi aldığı hizmetin karşılığında verdiğini çok görür onun için gelen resuller insanın bu cimrilik özelliğini bilen rabbimizin elçileri tarafından "ben sizde hiçbir ücret istemiyorum" denilerek işin maddi boyutu gündem dışına çıkarılmıştır. Ücret meselesi her resulun gündeme getirdiği bir meseledir bununla şu mesaj verilmek istenmektedir. " ey kavmim ben size verdiğim bu hizmeti kabul ettiğiniz takdirde bu hizmet size nimet olarak geri dönecektir dünyadaki hiç bir ücret bu hizmetin karşılığını ödeyememesine rağmen ben sizlerden iman etmenizden başka hiçbir karşılık beklemiyorum" denilmektedir.


                   SAFFAT  SURESİNDE  NUH AS  KISSASI

5- Andolsun, Nuh Bize (dua edip) seslenmişti de, ne güzel icabet etmiştik. 76- Onu ve ailesini, o büyük üzüntüden kurtarmıştık.
77- Ve onun soyunu, (dünyada) onları da baki kıldık.
78- Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık.
79- Alemler içinde selam olsun Nuh’a.
80- Gerçekten Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.
81- Şüphesiz o, Bizim mü’min olan kullarımızdandı.
82- Sonra diğerlerini suda boğduk.
Saffat suresindeki bu bölümdede nuh as ve ondan sonra gelen resullerin kıssaları anlatılmakta dualara icabet,sıkıntıdan kurtarılma,ihsanda bulunanlara verilen karşılık öne çıkarılmaktadır.Resullerin kıssaları örneğinde canlı olarak rabbimizin kullarını görmesi işitmesi ve onların sıkıntı anında rablerine yalvarmaları bunun akabinde duaların kabul olmasını görmekteyiz. Rabbimizin kendisine samimi olarak yalvaran hiçbir kulunun duasını geri çevirmediğinin örneğini yine bu suredeki yunus as ın kıssasında görmekteyiz.
 
                                  NUH  SURESİNDE  NUH  AS  KISSASI
1- Şüphesiz, Biz Nuh'u; "Kavmini, onlara acı bir azap gelmeden evvel uyar" diye kendi kavmine (peygamber olarak) gönderdik.
2- O da dedi ki: "Ey Kavmim, gerçek şu ki, ben size (gönderilmiş) apaçık bir uyarıcıyım."
3- "Allah'a kulluk edin, O'ndan korkun ve bana itaat edin."
4- "Ki günahlarınızı bağışlasın ve sizi adı konulmuş bir ecele kadar ertelesin. Elbette Allah'ın eceli geldiği zaman, o ertelenmez. Bir bilmiş olsaydınız."
5- Dedi ki: "Rabbim, gerçekten kavmimi gece ve gündüz davet edip-durdum."
6- "Fakat davet etmem, bir kaçıştan başkasını arttırmadı."
7- "Doğrusu ben, onları bağışlaman için her davet edişimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve büyüklük tasladıkça büyüklük gösterip-direttiler.'
8- "Sonra onları açıktan açığa davet ettim."
9- "Daha sonra (davamı) onlara açıkça ilan ettim ve kendilerine gizli gizli yollarla yanaşmak istedim."
10- "Bundan böyle" dedim. "Rabbinizden mağfiret isteyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır.
11- "(Öyle yapın ki,) Üzerinize gökten sağanak (bol miktarda yağmur) yağdırsın."
12- "Size mallar ve çocuklarla yardımda bulunsun. Size (ürün yüklü) bağlar-bahçeler versin, ırmaklar da versin."
13- "Size ne oluyor ki, Allah'tan bir vakarı ummuyorsunuz?"
14- "Oysa O, sizi gerçekten tavır tavır yaratmıştır."
15- "Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır?"
16- "Ve ayı bunlar içinde bir nur kılmış, güneşi de (aydınlatıcı ve yakıcı) bir kandil yapmıştır."
17- "Allah, sizi yerden bir bitki (gibi) bitirdi."
18- "Sonra sizi yine oraya geri çevirecek ve sizi (diriltici) bir çıkarışla diriltip-çıkaracaktır."
19- "Allah, yeri sizin için bir yaygı kıldı."
20- "Öyle ki, onun içinde geniş yollarında gezip-dolaşırsınız, diye."
21- Nuh: "Rabbim, gerçekten onlar bana isyan ettiler; mal ve çocukları kendisine ziyandan başka bir şeyi artırmayan kimselere uydular."
22- "Ve büyük büyük hileli-düzenler kurdular."
23- "Ve dediler ki: Kendi ilahlarınızı bırakmayın; bırakmayın ne Vedd'i, ne Suva'ı, ne Yeğus'u, ne Ye'uk'u ve ne de Nesr'i."
24- "Böylece onlar, çoğu kimseyi şaşırtıp-saptırdılar. Sen de o zalimlere sapıklıktan başkasını arttırma."
25- Bunlar, hataları dolayısıyla suda boğuldular, sonra ateşe sokuldular. O zaman da Allah'ın dışında hiçbir yardımcı bulamadılar.
26- Nuh "Rabbim, yeryüzünde kafirlerden yurt edinen hiç kimseyi bırakma." dedi.
27- "Çünkü Sen onları bırakacak olursan, Senin kullarını şaşırtıp-saptırırlar ve onlar, kötülükten sınırı aşan (facir'den) kafirden başkasını doğurmazlar."
28- "Rabbim, beni, annemi, babamı, mü'min olarak evime gireni, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlere yıkımdan başkasını arttırma."

Nuh suresindeki bölümündede Nuh as ın kavminin yapılan tebliğe kulak tıkamaları ve bu tebliğin ne şekilde yapıldığı örneği verilmekte ,kevni ayetler dediğimiz örneklerle imana davet edilme örnekleri verilmektedir çünkü kevni ayetler inanmaya aday bir insan için çok büyük deliler taşımaktadır. İnanmamaya ayarlanmış kalpler ise 23 . ayette ""Ve dediler ki: Kendi ilahlarınızı bırakmayın; bırakmayın ne Vedd'i, ne Suva'ı, ne Yeğus'u, ne Ye'uk'u ve ne de Nesr'i" demeleri gibi çağdaş dünyanın müşriklerinin "ilahlarınız üzerinde sebat edin ne atatürkü ne marksı ne engelsi nede vs vs yi bırakmayın " diye feryat etmelerinde olduğu gibi müşrikliğin tabiatının insanlığın başından sonuna kadar aynı olduğunu göstermektedir.  


Nuh as ın ile ilgili ayetler diğer surelerdede kısa olarak bizlere anlatılmaktadır.  
-017.003- (Ey) Nuh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin nesli! Şunu bilin ki Nuh, çok şükreden bir kul idi.
-025.037- Nuh kavmine gelince, peygamberleri yalancılıkla itham ettiklerinde onları, suda boğduk ve kendilerini insanlar için bir ibret yaptık. Zalimler için acıklı bir azap hazırladık.
-029.014-15- And olsun ki, Nuh'u milletine gönderdik; aralarında bin seneden elli yıl eksik kaldı. Sonunda onlar haksızlık yaparken, tufan onları yakalayıverdi.Sonunda onu ve gemi arkadaşlarını kurtardık ve o gemiyi alemlere bir ibret kıldık
-021.076-77 Nuh da daha önceleri Bize yalvarmıştı, onun duasını kabul edip, kendisini ve ailesini büyük sıkıntıdan kurtardık.Onu, âyetlerimizi inkâr eden kavimden koruduk. Gerçekten onlar, fena bir kavim idi; bu yüzden topunu birden (suya) gömdük.
-053.052- Daha önce de Nuh kavminide yok eden O'dur; çünkü onlar çok zalim ve pek taşkın kimselerdi.
-066.010- Allah, inkar edenlere, Nuh'un karısıyla Lut'un karısını misal gösterir: Onlar, kullarımızdan iki iyi kulun nikahı altında iken onlara karşı hainlik edip inkarlarını gizlemişlerdi de iki peygamber Allah'tan gelen azabı onlardan savamamışlardı. O iki kadına: «Cehenneme girenlerle beraber siz de girin» dendi.

Sonuç olarak kur'anın bir çok ayetinde bahsedilen nuh as ın kıssasını bizler için hisse alınması gereken bir mesajı olduğunu düşündüğümüz zaman şunları düşünebiliriz. 950 senelik bir tebliğ sürecindeki sabır ve kararlılığa rağmen en yakınlarından karısı ve oğlunun kendisine iman etmediği bir resulun bize bakan yönü bu tür bir durumda bizlerinde kalabileceği ne kadar tebliğ etsek ve kan bağımız olsada en yakınlarımızın dahi iman etmeyebileceği bunun başkaları tarafından kınanacak bir durum olamayacağı, nuh as ın inşa ettiği geminin bugün bizle için kur'an ile eşdeğer olduğu, o gemiye binen bir mü'minin kurtulduğu gibi "vahiy gemisi" olan kur'ana iman edenlerinde kurtulacaklarıdır. Nuh as ın kavminin "vedd,suva yeük,nesr, yeğus" isimlerindeki ,  ibrahim as ın kavminin ismi belirtilmeyen putlarına, muhammed as ın kavminin "lat, menat, uzza" adlı putlarına karşılık olarak günümüzdede " kemalizm, demokrasi,kapitalizm, marksizm vs vs gibi putlar çağdaş dünyanın vedd,suva yeük,yeğüs,nesr,lat menat,uzzalarıdır. Çağlar boyunca gelen resuller ve onlara tabi olan mü'minler bu putları yıkmak için mücadele vermişlerdir. Günümüz mü'minlerininde bu resulleri örnek alarak ibrahim as misali baltayı putların boynuna vurup yere indirmeleri imanlarının bir gereğidir. İman ettiğini iddia edip bu putların gölgesi altında müslümanlıklarını sürdürme iddiasında olanların ahirette imanları kabul edilmeyecektir. 
SELAM OLSUN TARİH BOYUNCA GELEN BÜTÜN RESULLERE VE ONLARA TABİ OLAN TEVHİD ERLERİNE.

19 Ekim 2011 Çarşamba

Enbiya s. 95. Ayetinin Farklı Mealleri ve Elmalılı Mealinin Katli

Türkiyede yapılan meallerin bazılarında dikkatimizi çeken fazla hata kur'an bütünlüğüne riayet edilmeden yapılan ayet mealleridir. Kur'anı türkçe meallendirmek için sadece arpaça bilmenin yeterli olmadığı , arapça bilgisinden daha gerekli olan meal yapan kişinin kur'an bütünlüğüne olan hakimiyetidir. Bu hakimiyet noksan olunca bazı hataların yapılması kaçınılmazdır. Yazımızda konu edeceğimiz enbiya s. 95. ayetinin farklı mealleride kur'an bütünlüğüne hakimiyet eksikliğinden kaynaklanan bir durumdan ötürü farklı olarak meallendirlmiştir. Gördüğümüz mealler içinde kur'an bütünlüğüne uygun olan meali merhum elmalılı kendisinin "hak dini kur'an dili" adlı eserinin orjinalinde vermiş ancak bu mealide onun bu eserini sadeleştirenler maalesef katletmişlerdir. Önce ayet ile farklı mealleri verip elmalılının bu ayet hakkındaki orjinal tefsirinden ilgili ayetin tefsirini verip sadeleştirilen meal ile aradaki farkı görelim. 


1- Bizim helak ettiğimiz bir şehre artık (dünya) hayatı artık haramdır. Şüphesiz onlar bir daha dünyaya dönemezler.
 2-Yok ettiğimiz kasaba halkının ahirete ceza görmek üzere bize dönmemesi imkansızdır.
3-İhlak ettiğimiz karyeye dahi haramdırki rucu etmiyecek olsunlar. (elmalılının orjinal meali) 


Yapılan meallerin hepsi 1. ve 2. şıktaki mealler doğrultusundadır. 1. şıktaki meale göre, helak edilen bir şehrin dünyaya dönmesi imkansızdır.2. şıktaki meale göre ise helak edilen bir şehir halkı mutlaka ahirette ceza görecektir. Bunların neresi yanlış diye bir soru akla gelebilir. evet helak bir şehir halkı  bir daha dünyaya geri dönemez, yine helak edilen bir şehir halkı ahirette mutlaka hesaba çekilecektir. Ancak enbiya s. 95. ayeti bize acaba bunlardanmı bahsediyor?.  


Bu ayetin nasıl bir konudan bahsettiğini anlamak için yine siyak ve sibaka ayrıca sure bütünlüğüne bakmak gerekmektedir. Surenin 96. ve 97. ayet meallerine bakarak nasıl bir meseleden bahsettiği konusunda fikir sahibi olmak mümkündür. 

[021.096] [E0]- Nihayet Ye'cûc ve Me'cûc açılıb da her tepeden saldırdıkları.
[021.097] [E0] ve hak va'd yaklaştığı vakıt, o zaman işte o küfredenlerin derhal gözleri belerecek «eyvah bizlere biz bundan gaflet ettik, hayır kendimize zulmetmiş olduk» diyecekler.

97. ayete baktığımız zaman kıyamet zamanı kafirlerin yaptıklarından bir pişmanlık duydukları ve zalimliklerini kendi ağızları ile itiraf etmeleri dile getirilmektedir. Bu pişmanlık aynı surenin 6. ve 15 ayetleri arasına baktığımız o ayetlerde helak edilen şehir halklarının bu helaklerine küfürlerinin sebeb olduğu ve helak anında ise 14. ayette " yazıklar bize dediler. Gerçekten biz zalimlermişiz" şeklinde pişmanlıkları dile getirilmektedir. Kafirlerin helak anındaki pişmanlıkları diğer ayetlerdede dile getirilmektedir.  


-021.046-Rabbinin azabından onlara bir esinti dokunsa: «Vah bize! Doğrusu biz haksızdık» derler.
-007.005- Zorlu azabımız onlara geliverince yakarabildikleri: «Biz gerçekten zulme sapanlardandık» demelerinden başka olmadı.
-010.090-91- İsrailoğullarını denizden geçirdik, Firavun ve askerleri haksızlık ve düşmanlıkla ardlarına düştüler. Firavun boğulacağı anda: «İsrailoğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben O'na teslim olanlardanım» dedi.O'na: «Şimdi mi inandın? Daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin» dendi.
-040.084-85 Şiddetli azabımızı gördüklerinde: «Yalnız Allah'a inandık; O'na koştuğumuz eşleri inkar ettik» dediler.Ama, Bizim şiddetli azabımızı görüp de öyle inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu, Allah'ın kulları hakkında, öteden beri yürürlükte olan yasasıdır. İşte inkarcılar o zaman hüsranda kaldılar.

Ayetlerde kafirlerin helak olma anındaki pişmanlıkları dile getirilmiştir , mümin (40) 85. ayetindeki " bu Allahın kulları hakkında öteden beri yüyülükte olan yasasıdır" cümlesinden anlaşılmaktadırki , helak anında kafirlerin pişmanlık göstermeleri ve bu pişmanlığın fayda etmediği Allahın sünnetidir

Enbiya s. 95. ayetini de bu çerçeve içinde anlamak gerekmektedir  devam eden 96. 97. ayetler ile birlikte anlaşılması gerektiği için bu ayeti , kafir olupta helaki hakeden bir şehir halkının o helak anında pişman olup imana dönmemelerinin imkansız olduğu , o kafirlerin mutlaka pişman olup imana döneceklerini,  siyak ve sibak, sure ve kuran bütünlüğü içindeki bağlantısının kurularak anlaşılmaya çalışıldığı takdirde elmalılının verdiği meal üzerinden anlamak daha doğru olduğu kananatindeyiz. Ancak merhumun bu mealini onu sadeleştirme adına yola çıkanlar anlayamamıştır. Şimdi elmalılı merhumun tefsirindeki bu ayet ile ilgili kısmı ve sadeleştirlmiş hali arasındaki farkı görelim.  


ELMALILI TEFSİRİNDE ENBİYA S. 95 AYETİ VE SADELEŞTİRİLMİŞİNDEKİ HATA

Merhum elmalılı hamdi yazır "hak dini kur'an dili" adlı tefsirinde enbiya s. 95. ayetini "İhlak ettiğimiz karyeye haramdırki rucu etmeyecek olsunlar" şeklinde meallendirerek şunları yazar ( orjinal metninden alıntıdır): 

" Yani surenin başlarında geçtiği üzere helake mahkum ettiğimiz memleket ahalisinede dönün bakalım denildiği zaman inkarlarından dönecekler dönmemeleri mümkün değildir." Eyvah,bizler zalim idik " diyerek feryad ede ede biçilip söneceklerdir." 

Orjinal metne sadık kalarak yapılacak bir sadeleştirme şu şekilde olmalıdır. " helak anı geldiği  zaman o helakı haketmiş olan o kavim mutlaka imana dönecektir. imana dönmemesi imkansızdır " 

Gördüğümüz mealler içinde tek doğru meal olarak verebileceğimiz merhumun meali ancak onu "sadeleştirme" adına yola çıkanlar tarafından anlaşılamamış ve iki ayrı sadeleşmiş elmalılı meali şu şekildedir. 

[021.095] [E1] Helak ettiğimiz bir belde (halkı) nın Bize dönmemesi imkansızdır.
[021.095] [E2] Yok ettiğimiz bir memleket (ahalisinin ahiretteki cezasını da çekmek üzere) bize dönmemesi gerçekten imkansızdır.

Merhumun sadeleştrilmiş tefsirinde bu ayet ile ilgili yazılanlar şunlardır. "95- Yok ettiğimiz bir memleket halkının da bize dönmemesi gerçekten imkansızdır. Yani sûrenin baş taraflarında geçtiği üzere, yok olmaya mahkum ettiğimiz bir memleket halkına da "dönün bakalım" denildiği zaman, inkârlarından dönecekler, dönmemeleri mümkün değildir. "Eyvah bizler zalim idik!..." diye itiraf ederek feryat ede ede biçilip söneceklerdir.
Merhumun tefsirini bu şekilde sadeleştirenler, tefsirin sadeleştirilmesindeki ibare ile meal arasında bir bağlantı kurmayarak ayetin meali ile tefsirindeki bağı koparmışlardır. Böylece enbiya s. 95. ayetini sadece, elmalılı merhum sure bütünlüğünde anlamış ve o şekilde bir meal vermiş olmasına rağmen onu sadeleştirenler bunu anlamayarak başka meallerden aldıkları herhangi bir meali elmalılı mealine koymuşlardır. 


Sonuç olarak , enbiya s. 95 ayeti ile ilgili yapaılan meallere baktığımız zaman ağırlıklı olarak 2 farklı meal gözümüze çarpmakta, ancak bu 2 mealden hiçbiri sure bütünlüğü ile bir uygunluk arzetmemektedir.Mrehum elmalılı hamdi yazırın "hak dini kur'an dili" adlı eserinde bu ayete doğru meal verilmesine rağmen bu eserin sadeleştirilmişinde yapılan tefsir ile mealin birlikteliği koparılarak yanlış bir sadeleştirme yapılmıştır. Sadeleştirmeyi yapanların bırakın kur'an bilgisini elmalılının yazdıklarını anlayacak kapasiteden yoksun oldukları aşikardır. Umariz bu yanlış düzeltilir ilmi ahlaka uygun olan bir şekilde eserin orjinalinden kopuk olmayan bir sadeleştirme yapılır. 

                 EN DOĞRUSUNU ALLAH  CC BİLİR.

17 Ekim 2011 Pazartesi

Değiştirilmeye Çalışılan Kur'an Algıları ve "B.O.P"

Son yıllarda Türkiye deki İslami düşünce sahiplerinin üzerinde yoğunlaştığı konular ile 80 öncesi Türkiye de konuşulan konular üzerinde bir farklılık görmekteyiz. O yıllarda İran daki devrimin etkisi ve özellikle "Seyyid Kutub, "Hasan Elbenna" gibi önder şahsiyetlerin tercüme edilip Türkiye Müslümanları tarafından okunmaya başlaması ile değişen İslam algıları , o günlerde İslamın yaşanabilir bir din ve hukuki hükümlerinin devlet bazında uygulanması gerektiği inancından yola çıkılarak İslam hükümlerinin hakim olmadığı bütün halkı Müslüman olan ülkelerde olduğu gibi Türkiyedede uygulanan İslam dışı düzenin "Tağuti" bir düzen olduğu ve bu düzen yerine İslamın kurallarının hakim olduğu bir sistem gelmesi gerektiği  inancı çevresinde toplanan Müslümanların birçoğunun bu düşüncelerini terk edip daha değişik bir çizgide İslamcılıklarını !! sürdürmeye çalıştığına Şahid olmaktayız. 

Bu eksen kaymasının nedeni , İslamın hukuk kurallarının uygulanabilirliğinin bugün için gerekmediği düşünce alt yapısı içine giren bir kısım Müslümanların mevcut siyasi ortam içinde  yapılan iyileştirmelerin!! yeterli olduğu kanaatlerinin ağır basması sonucu olduğudur.   


Bu siyasi eksen kayması ile birlikte daha kötü sonuçlar doğurması muhakkak olan " itikadi eksen kayması" şeklinde ifade edebileceğimiz bir konuda değiştirilmeye çalışılan Kur'an algılarıdır. Geçmişten bugüne kadar hiç konuşulmayan konular bu " itikadi eksen kaydırması" çalışmaları sonucu bugün konuşulmaya başlanmış ve özellikle ritüel ibadetlerin olup olmadığı etrafında suni gündemler oluşturulmaya başlanmıştır. 

Bu tür ibadetlerin, şimdiye kadar Kur'ani bir delilinin olmadığını!!!!! acaba bu adamlardan başkası hiç mi anlamadı da son bir kaç yılda türeyen bu "naylon Kur'an uzmanları"  mı anladı ? .Yoksa bu düşünceler planlı bir şekilde yayılmaya çalışılan , danışmanlığını  iblisin yaptığı , uygulamasını amerikanın üzerine aldığı bir oyunun bir parçasımı ?. Bunun cevabını bulmak için son yıllarda dile getirilen kısa adı "B.O.P" olan büyük ortadoğu planı üzerinde kısaca durmak istiyoruz.  


11 eylül saldırıları Amerikanın yıllardır uyguladığı sömürü politikalarının, petrolün bol olması dolayısı ile halkı Müslüman ülkelerde daha yoğun bir biçimde uygulamasının sonucu olarak İslam toprakları üzerinde yaptığı zulümlerin devede kulak miktarı misali kendisine tepki sonucu geri dönmesidir. Bu saldırılar karşısında alt yapı çalışmaları daha eskilere dayanan adına kısaca "B.O.P" denilen bir proje üzerinde çalışmalar yoğunlaştırılarak İslam dünyasının daha kolay sömürme planları yapılmaya başlanmıştır. 

Bu projenin esası , daha önceki terörle mücadeledeki klasik yolların aksine "sivrisineği öldürmek yerine bataklığı kurutmak" mantığı üzerine kurulmuştur. Önce bataklığın!!  İslam dünyası ve Müslümanlar olduğu yolundaki saptamalardan sonra bunu kurutmanın yolları üzerinde sömürge teorisyenleri araştırma geliştirme çalışmalarına başlarlar. "Ar-ge" çalışmaları sonucunda o bataklıkta 4 çeşit Müslüman sivrisinek cinsi olduğu !! saptanır 1-kökten dinciler, 2- gelenekçiler,3- laikler, 4- modernler . 

Bu gurupların hepsinin değişik meselelerdeki düşünceleri analiz edilerek şu sonuçlara varılmış. "Köktendinciler" Amerika düşmanı ve İslami kuralların uygulaması konusunda katı ve tutucu olup onlarla işbirliği yapılamaz, "gelenekçiler" kökten dincilere kıyasla daha yumuşak bir yapı arzetmelerine rağmen batıya karşı yumuşak oldukları söylenemez işbirliği yapılamasa da onlarla iyi geçinmek gerekir, "laikler"batıya yakın bir gurup olmalarının yanında genelde solcu ve fanatik milliyetçi ideolojileri benimsedikleri için Amerikan düşmanlıkları ağır basmakta ve Müslüman guruplar içinde barınmaları da pek mümkün olmadıkları için bunlarla işbirliğine gitmek mümkün değildir. 

Bu son gurup için yapılan tespitler önemli ve dikkat çekicidir "modernler" İslamın günümüzdeki katı anlayış ve uygulamalarına pek sıcak bakmadıkları için yeni arayışlar içindedirler. Muhammed as dönemindeki bazı kurallar uygulanabilirliğini yitirmiştir ( tarihselcilik  anlayışının temel prensibi budur), temel değerleri batı söylemi olan eşitlik ve özgürlüktür "Ilımlı İslam" ve "Demokratik İslam" gibi söylemlere sahip olmaları bizim için onlarla işbirliği yapılabileceğini gösterir.  


"Kökten dinciler" ve" laikleri" bir tarafa bırakan "B.O.P" çular "gelenekçiler" ve "modernler" ile ilgilenmeye başlamışlardır. "gelenekçiler" ile dost olma yoluna giden "b.o.p" çular bunun örneğini "Fethullah Gülen" cemaati üzerinde yoğunlaştırmışlardır ve bu yoğunlaşmanın sonuçlarını bu cemaatin son yıllarda gösterdiği performansı dikkate alarak anlamak pek zor değildir. Üzerinde durmak istediğimiz asıl gurup "modernler" ve "b.o.p" çuların bunları kullanarak yapmak istedikleri bataklığı kurutma!! eylemlerinin ne şekilde tezahür ettiğidir.    


"B.O.P"çular "modern" eğilimli Müslümanları kullanabilecekleri kanaatine varınca önceden kendi düşünceleri doğrultusunda düşünceye sahip insanları kullanmak gayreti ile bu tür insanları maddi ve manevi olarak destekleyerek yollarını açmışlardır. Türkiye de geleneksel din anlayışına karşı samimi bir çıkış olan " Kur'an Merkezli İslam" söylemi etrafında toplanan Müslümanların  aralarına bu destekledikleri kişileri sokarak onları kur'an adına kur'andan soğutma gibi  iblisi bile hayrete düşürecek kadar haince bir planı uygulamaya sokmuşlardır. Bunu yaparken de "Hanif " kavramını kullanmaktadırlar.  

                         "HANİF MÜSLÜMAN" SÖYLEMİ


Kur'anın tanımladığı "Hanif " kavramı , İbrahim as ile birlikte ifade edilen bir kavram olmasından hareketle , kur'andaki ifadesi "resullerin bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak" olan İbrahim as ı önceleyip Muhammed as ı arkaya atmak şekilde tezahür eden bir anlayıştan hareket eden bu düşünce mensupları  yolun başında kur'anın," resullerin birini diğerinde ayırmayız" ifadesine ters bir  söylem ile hareket ettikleri için ters bir yola sapmışlardır. "Hanif Müslüman" söylemi bu kişiler için bazı ritüel ibadetlerden kaçış için bir kapı aralığı zannedilmiştir. "Salat" kavramı içinde yerini bulan günlük dilimizde "Namaz" adını alan ibadet şeklinin şirk olduğu gibi bir düşünce ortaya atarak bazı kur'andan habersiz kişileri aldatmaya muvaffak olmuşlardır.  


Bu aldatmacanın fikir babalarının içinde olan "Tebyinül Kur'an" adlı eserdeki " salat " kavramı geçen ayetlerdeki açılan tahrif amaçlı parantez içlerine verilen manayı gördüğümüz zaman bunu daha iyi anlarız. Biz burada namazın var olup olmadığı tartışmasını yapmaktan ziyade "bop" çuların bu namaz üzerindeki esas amaçları üzerinde durmak istiyoruz.    


                    "B.O.P" ÇULARIN  NAMAZ  DÜŞMANLIĞI  

Namaz ibadeti bugün bir çok Müslüman tarafından gerçek işlevinin ne olduğu veya ne olması gerektiği üzerinde durulmadan eda edilen bir ibadet olmasına rağmen gerçek işlevi Müslümanlardan ziyade "bop" çular tarafından bilinen bir ibadettir. Onlar için bataklık ve sinek !! mesabesinde olan İslam dünyası ve Müslümanları birleştiren en önemli ibadetlerden biridir.Bu birleştiriciliğin ,müslümanlardan daha çok farkında olan bu kişiler "Bel'am " ları vasıtası ile kur'anda böyle bir ibadetin olmadığı , hatta bu ibadeti yapanların şirk içinde olduğunu söylemektedirler. Gerçek işlevi ve mahiyeti kur'ani bir şekilde anlaşılan, günde 5 defa eda edilen , haftada bir gün topluca eda edilmesi gereken bir namaz  haliyle "bop" çular tarafından büyük bir tehlikedir. 


Ritüel olarak , ruku,secde,kıyamda duran bir müslüman karşısındaki düşmana adeta şunu haykırır.  "BEN BU YAPTIKLARIM İLE RAB VE İLAH OLARAK YALNIZ ALLAHI KABUL ETTİĞİMİ, TAĞUTİ REJİMLERE SECDE EDENLERE KARŞI BEN SADECE ONA SECDE ETTİĞİMİ, SİZLERİN MÜSTEKBİR OLDUĞUNUZU, VE BİR GÜN BU DÜZENLERİNİZİN BAŞINIZA GEÇECEĞİNİ İLAN EDİYORUM." Namazı bu şekilde anlayıp zalimlere bu mesajı veren Müslümanları engellemenin yolunun ancak namaz diye bir ibadet olmadığı düşüncesini yaymaktan geçtiğini bilen "bop" çuların bataklığı kurutma !! taktiklerinden bir tanesi budur. Bu düşünceyi yamaya çalışırken tabiki "Kıble" ve " Kabe"yi de unutmamışlardır.   


                          "B.O.P" ÇULARIN  "KIBLE" VE  "KABE"  DÜŞMANLIĞI 

Ritüel ibadetlerin gerçek işlevi ve mahiyeti Müslümanlar tarafından yeniden keşfedilince sömürü düzenlerinin başlarına geçeceğini çok iyi bilen "Bop" çular , namaz ibadetinin olmazsa olmazlarında olan "kıble" kavramında kur'ani !! kavram  çalışmaları ile halletme yoluna gitmek niyetindedirler. "Kabe" nin Kur'ani mahiyetinin ve işlevinin bugün bir çok Müslüman tarafından tam olarak anlaşılmamasını kalkan edinen "bop" çular Kabenin duvarlarını kutsayan Müslümanların bu yaptıkları yanlışı "putçuluk" olarak adlanmaktadırlar. Yine yılda bir kere belli günlerde yapılması gereken "Hacc" vazifesini , "Hanif" oldukları ve İbrahim as ın yolunu takip ettiklerini !! iddia eden "Bop"çuların yandaşları red etmektedirler. Bir inanç için gerekli olan birlik be beraberlik unsurlarını kökten yıkmak gibi şeytani bir plan içine girenlerin kuklası olan yerli işbirlikçiler bu tür düşüncelerin alt yapısının neresi ve kimler olduğunun farkına varmak mecburiyetindedirler. Çünkü bu tür düşünce içinde olan insanlar kullanıldığının daha farkında değillerdir. "Bop" çuların müslümanlar üzerindeki planları sadece "namaz" ,"kıble" , hacc" kavramları üzerinde oynamaktan ibaret değildir.  


                    KUR'AN  ÜZERİNDE   OYNANAN  OYUNLAR  


Kur'anın Müslümanlar üzerindeki olması gereken işlevini yine Müslümanlardan daha iyi bilen "Bop" çular işi dahada ciddiye alarak planları kur'an üzerinde yoğunlaştırmaya çalışmaktadırlar. Vahyin kaynağı üzerinde şüpheler yaymaya çalışarak Kur'andaki gaybi kavramlar üzerinde fikir üretmeye!! kalkmışlardır. Özellikle , kökü İbni Arabiye kadar giden vahiy meleğini red etme düşüncesini yeni bir düşünce gibi ortaya atarak sunma gayretindedirler. 

Kur'anın Allah cc den Cibril vasıtası Muhammed as a ulaşmasını red etmek için Kur'an ayetlerini tahrif eden başka "Bopçu belamlar" ortaya attıkları "kur'anın matematiksel yöntem ile korunması" teorisini kur'ana bazı ayetlerin (tevbe s. son iki ayeti) ilave edildiğini anlama !!! başarısı ile göstermişlerdir. Kur'an hakkında kafaları karıştırılan bazılarıda bu ilave eksiltmelere kendi yöntemleri ile katkıda bulunmaktan geri durmamışlardır. 

Kur'anda kıssa yolu ile anlatım olan tarihteki geçen resullerin kavimleri ile olan Tevhid mücadeleleri ve onların zulme karşı başkaldırışlarının yaşanmış örnekleri olan kur'an kıssaları hedef saptırma yöntemi ile yaşanmışlıktan ibret alma tarafı bir kenara atılarak o kıssaların yaşanıp yaşanmadığı üzerinde düşünceler üretilmiş ve bunlar yapılırken kur'an metni tahrif edilmekten çekinilmemiştir. Artık bu kıssalar "Bopçu belamlar" ın marifeti ile bir mecaz anlatım olup tarih sayfasında yerini almış bizim için hiç bir şey ifade etmeyen masallar olmuştur.  


Acı olan taraf şudur ki, İslam,Kur'an ve Müslümanlar üzerinde yüzyıllardır çirkin emelleri olan İslam düşmanlarının kurmuş olduğu bu tür tuzaklarda Müslümanların gönüllü olarak başrol oynamasıdır. Kur'an Müslümanlar için hayatın ayrılmaz bir parçası ve hayata dair bir kitap olmasına rağmen gelenek eliyle mezar kitabı haline modernizm eliyle hayatla alakası olmayan" içindeki emirlerden nasıl kaçabiliriz" şeklinde bir ön kabul ile okunarak hayattan çıkarılmış böylece bazılarının ekmeğine yağ sürülmüştür.

Değiştirilen "B.O.P" destekli Kur'an algıları ve bunların oluşturduğu Müslüman!! tipleri sayesinde artık "tağut" kavramının karşılığı , günde 5 vakit kıbleye dönüp namaz kılan , hacca giden bir Müslüman olmuştur. Yine değiştirilen kur'an algısı sayesinde kur'an Allah tan inen bir kitap değil ,Muhammed as ın örnekliği bir tarafa atılıp onun risaletten önce müşrik olup olmadığı tartışılmaya başlanmıştır. Demokrasi, liberalizm, sosyalizm, gibi kavramlar Hanif Müslümanın !! şiarı haline gelmiş ,kabe kıble olmaktan çıkıp anıt kabir kıble olmuştur. "cennet ve cehennem" bile ahirette değil dünyadaki kavramlardır. 


Sonuç olarak , "Süper Şeytan" Amerikanın bataklık ve sivrisinek olarak gördüğü İslam dünyası ve Müslümanların etkisini alt etmek amacıyla uygulamaya koyduğu "B.O.P" sayesinde değiştirilen Kur'an algıları ile Kur'ana bakan bir "Hanif Müslüman" !!!  Amerika için ideal bir Müslüman tipidir.Böyle bir Hanif Müslüman!! zalimin zulmüne kıyam etmek yerine o zulme ancak secde eder ve Müslüman kimliği adına hiçbir şey kalmaz. Çünkü Müslümanın kimliğini oluşturan ana unsurlar artık yok edilmiştir. Böyle Müslüman !! tipleri amerikanın istediği bir Müslüman tipidir ve kendileri için hiç bir tehlike arz etmezler.

15 Ekim 2011 Cumartesi

"Kehf ve Rakım Ashabı" Kıssası

Kehf ve Rakım Ashabı kıssası, Kur'anı Kerim'in Kehf suresinde anlatılan ve sureye ismini veren kıssadır. Bu kıssadaki anlatılanlar, Kur'anın bütünlüğünde bizlere anlatılan konuların canlı olarak pratik hayata geçirilişinin örneklerini yansıtması açısından bakılması dikkate değerdir. Kur'an kıssalarının  yaşadığımız hayat içinde almamız gereken güzel örnekler barındırdığını gözden uzak tutmadığımız müddetçe bu kıssalar bizlere birer işaret taşı mesabesindedir. Geleneksel ve modernist yorumlara baktığımız zaman bu kıssaların yaşadığımız hayat içinde bizlere bir örnek teşkil etmesi gibi bir düşünce içinde olunmadığını görmekteyiz.

 Geleneksel tefsir anlayışı içinde değerlendirilen kıssalar Kur'an harici bilgilerle kıssaları boğup bir sayfalık  kıssayı sayfalarca rivayetler ile doldurarak anlamsız  hikayeler haline getirmişlerdir. Kıssada göreceğimiz üzere özellikle gayp hakkında Kur'andan başka bilgi kaynağı üzerinde durulmamasının emredilmesine rağmen (22. ayet) maalesef yığınlarca İsraili bilgiler tefsirlerde mevcuttur. 

Bunun yanında geleneksel anlayış ile kıssaları anlamama husunda aynı paralelde bulunan modernist anlayış , kıssaların yaşanmışlığı konusunda tereddütler ortaya atarak "Bunlar gerçek olarak yaşanmış olaylar değildir mecazi anlatımlardır" şeklindeki düşünceleri ile kıssaları hayattan koparmaya çalışmaktadırlar. Bunun örneğini budan önceki yazımızda "Tebyinül Kuran" adlı eserden, bu kıssa ile ilgili yorumları alıntılayarak , kıssanın hayattan koparma adına tahrif edilerek bilim kurgu filmi haline getirildiğinin örneklerini sergilemeye çalışmıştık. 

"Kehf ve Rakım ehli " kıssasında, bizlere örnek olması gereken konuları 4 ana başlık halinde toplamamız mümkündür. 

1-ŞİRK DÜZENLERİNE KARŞI TEVHİDİ DURUŞ. 
2- ÖLÜMDEN SONRA DİRİLİŞİN HAKİKATI. 
3- KABİR HAYATI.
4-GAYB BİLGİSİNİN KAYNAĞI.

 Kıssanın ayet meallerini vererek bu konuları anladığımız kadarı ile paylaşmaya gayret edelim. 

9- Sen, yoksa Kehf ve Rakim Ehlini Bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın?
10- O gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: "Rabbimiz, Katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl).
11- Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik).
12- Sonra iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık.
13- Biz sana onların haberlerini bir gerçek (olay) olarak aktarıyoruz. Gerçekten onlar Rablerine iman etmiş gençlerdi ve Biz de onların hidayetlerini artırmıştık.
14- Onların kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) rabtetmiştik; (Krala karşı) Kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir; İlah olarak biz O'ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, andolsun, gerçeğin dışına çıkarız."
15- "Şunlar, bizim kavmimizdir; O'ndan başkasını ilahlar edindiler, onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir?"
16- (İçlerinden biri demişti ki:) "Madem ki siz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrıldınız, o halde, (dağlara çekilip) mağaraya sığının da Rabbiniz size rahmetinden (bolca bir miktarını) yaysın ve işinizden size bir yarar kolaylaştırsın."
17- (Onlara baktığında) Görürsün ki, güneş doğduğunda mağaralarına sağ yandan yönelir, battığında onları sol yandan keser-geçerdi ve onlar da onun (mağaranın) geniş boşluğundalardı. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah, kime hidayet verirse, işte hidayet bulan odur, kimi saptırırsa onun için asla doğru-yolu gösterici bir veli bulamazsın.
18- Sen onları uyanık sanırsın, oysa onlar (derin bir uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk. Köpekleri de iki kolunu uzatmış yatıyordu. Onları görmüş olsaydın, geri dönüp onlardan kaçardın, onlardan içini korku kaplardı.
19- Böylece, aralarında bir sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik (uyandırdık). İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Ne kadar kaldınız?" Dediler ki: "Bir gün veya günün bir (kaç saatlik) kısmı kadar kaldık." Dediler ki: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir; şimdi birinizi bu paranızla şehre gönderin de, hangi yiyecek temizse baksın, size ondan bir rızık getirsin; ancak oldukça nazik davransın ve sakın sizi kimseye sezdirmesin."
20- "Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız."
21- Böylece, Allah'ın va'dinin hak olduğunu ve gerçekten kıyametin, kendisinde şüphe bulunmadığını bilmeleri için (şehir halkına ve sonraki insan kuşaklarına) onları buldurmuş olduk. (Onları görenler) Kendi aralarında durumlarını tartışıyorlardı, (bir kısmı) dedi ki: "Onların üstüne bir bina inşa edin, Rableri onları daha iyi bilir." Onların işine galip gelen (sözleri geçen)ler ise: "Üstlerine mutlaka bir mescid yapmalıyız" dediler.
22- (Sonra gelen kuşaklar) Diyecekler ki: "Üç'tüler, onların dördüncüsü köpekleridir." Ve: "Beştiler, onların altıncısı köpekleridir" diyecekler. (Bu,) Bilinmeyene (gayba) taş atmaktır. "Yedidirler, onların sekizincisi köpekleridir" diyecekler. De ki: "Rabbim, onların sayısını daha iyi bilir, onları pek az (insan) dışında kimse bilemez." Öyleyse onlar konusunda açıkta olan bir tartışmadan başka tartışma ve onlar hakkında bunlardan hiç kimseye bir şey sorma.
23- Hiçbir şey hakkında: "Ben bunu yarın mutlaka yapacağım" deme.
24- Ancak: "Allah dilerse" (inşaAllah yapacağım de). Unuttuğun zaman Rabbini zikret ve de ki: "Umulur ki, Rabbim beni bundan daha yakın bir başarıya yöneltip-iletir."
25- Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar ve dokuz (yıl) daha kattılar.
26- De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz."

                     RAKIM EHLİ KİMLERDİR?

Öncelikle 9. ayette geçen "Kehf ve Rakım Ehli"nin kimler olduğu konusunun açıklığa kavuşturulması gerektiği kanaatindeyiz, çünkü tefsir kitaplarında bu konuda farklı bilgiler bulunmaktadır. Tefsir kitaplarında "Rakım Ehli" ile ilgili yazılanları  toplayacak olursak, 1-mağara ehlinin isimlerinin yazıldığı taş kitabe,2-mağara ehlinin çıktıkları şehrin adı,3-kullandıkları gümüş para,4- köpeklerinin ismi  gibi yorumlara rastlamaktayız.

Ancak kanaatimiz o dur ki , ilgili ayetler ve tefsirlerdeki yorumlar "Kehf ve Rakım ehlinin" aynı kişiler olduğu görüşü daha doğrudur. Tefsirlerde yorumlara dikkat edecek olursak yorumların birleştiği nokta Ashabı Kehf ile ilgilidir."Rakım" kelimesinin anlamı ile ilgili olarak ,Ragıp el isfahani "Müfredat"ında şunları der."Kalın bir şekilde iz işaret bırakmak,çizmek veya yazmak. "ashabul rakım" için ,bunun bir yer adı olduğu söylenmiştir.Bir görüşe göre "üzerine isimlerinin yazıldığı taşa nisbet edilerek böyle adlandırılmıştır." 


Bu kıssanın yaşandığı zamanı gözümüzün önüne getirip yaşananları zihnimizde canlandıracak olursak ,yaşanan olayın öyle basit ve sıradan bir olay olmadığı anlaşılır. Birkaç muvahhit genç zalim hükümdara baş kaldırıp bir anda ortadan kayboluyorlar ve bir daha kendilerinden hiç bir şekilde haber alınamıyor.Böyle bir olay bugün bile yaşansa dikkatleri çekecek olan bir olaydır.

Arkeolojik kazılardan elde edilen en önemli bulgulardan biri o beldenin önemli olaylarının yazıldığı taş kitabelerdir.Ashabı Kehf'in de ortadan kaybolmadan önce yaşadığı olaylar kitabelere yazılmış olacağından ötürü onların Kur'andaki diğer adı da "Rakım Ashabı dır". 9. ayette "Kehf ve Rakım ehlini şaşılacak ayetlerimizden mi sandın" mealindeki ayet, bizlere onların sonra gelenler için bir ayet olduğunu anlatmaktadır. 17. ayette "bu Allah'ın ayetlerindendir" şeklindeki meale bakılacak olursa ayet olarak bahsedilen konu onların mağaradaki durumları ile ilgilidir. Buda bize "Kehf ve Rakım ashabının" aynı kişiler olduğu düşüncesini kuvvetlendirmektedir. Bu tespitten sonra kıssadaki örnek almamız gereken konular üzerinde durabiliriz.


             1- ŞİRK DÜZENLERİNE KARŞI TEVHİDİ DURUŞ  


Rabbimizin , Kur'anda bizlere bildirdiği en önemli konu , dinin ona has kılınması ve rab ve ilah olarak ondan başkasının tanınmamasıdır. Adem as dan Muhammed as a kadar gelen bütün resullerin ortak daveti Allaha şirk koşulmaması noktasındadır. Ancak Kur'anda anlatılan zalim hükümdar örneklerine baktığımız zaman onların (Nemrut ve Firavun örneklerinde gördüğümüz gibi) halk üzerinde baskı ve zulümlerini sürdürmek amacı ile kendilerinin "rab" ve "ilah" olduklarını iddia etmeleridir. 

Zalim hükümdarların bu iddiaları kıyamete kadar sürecektir. Kendi yanlarından çıkardıları hükümlerle insanları yönetme iddiasında olan bütün kişi ve kurumların ortak iddiaları KENDİLERİNİN ALLAH'TAN BAŞKA RABLER VE İLAHLAR OLDUĞU iddiasıdır.Bu iddiayı Kehf suresinde "Ashabı Kehf'in" yaşadığı şehrin hükümdarları da sürdürme gayreti içindedirler. Her devirde olduğu gibi her zalim iktidarın karşısına hakkı haykıran muvahhitler çıkmıştır ve çıkacaktır. "Ashabı kehf" bu ,hakkı  haykıran muvahhitlerin bir örneğidir. Bu muvahhitler sayıca az olmalarına rağmen, makam mevki ,aile ,servet, ve el alem ne der kaygılarını bir tarafa atıp , DİNİ ALLAHA HAS KILMA mücadelesini vermişlerdir. 

Neticede, "Bu toplum düzelmez bari biz bu topluma adapte olalım" şeklinde bir düşünce içinde olmayıp o şehirden hicret etmişlerdir. Çünkü şirk düzenlerinin hakim olduğu bir toplumda müminler ellerinden gelen tepkinin en azamisini göstermek durumundadırlar. Bu tepkiyi göstermeyenler rableri huzurunda sorumludurlar."Ashabı Kehf" bu azami tepkiyi vermenin bir örneğini gösterip , rahmeti başkalarından beklemeyip sadece Allah'tan bekleyerek yarın kaygısını bir tarafa atıp mağaraya sığınmışlardır.  


           2-ÖLÜMDEN SONRA DİRİLİŞİN HAKİKATI  


Kur'anın en önemli haberlerinden biride "Kıyamet" ve ölümden sonra diriliş" hakikatıdır. Bu hakikati gelen resullerin kavimlerine olan tebliğlerinde görmekteyiz. Buna rağmen müşriklerin ölümden sonra yeniden dirilişi inkar ettiklerini görmekteyiz. Surenin 21. ayeti bize bu gerçeği haber vermektedir. "böylece, Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve gerçekten kıyametin kendisinde şüphe bulunmadığını bilmeleri için onları(şehir halkına) buldurmuş olduk.

 Bu olayın Ashabı Kehf'i bulan şehir halkı ve bizlere ibret olması gereken yönü, başlarından geçen olaylar efsane olmuş ,kendilerinden nesiller boyu alınamayan "Ashabı Kehf'in" bir anda şehir halkının karşısına çıkması ve bu olayın "ölümden sonra dirilişin" dünya hayatında canlı bir provası olmasıdır. Belki , "bizler Ashabı Kehf'in yaşadığı çağa şahit olmadık" şeklinde akıla gelebilecek olan bir düşünceye Kur'anın bize verdiği her bilgi ve haberin bizler için "aynel yakin" bilgi ifade etmesi gerekmektedir. Bunun tersi bir düşünce özellikle Kur'anda anlatılan kıssaların bizler için bir örnek değil "Esatirul Evvelin" (eskilerin masalları) olması durumuna düşer. Bugün modernist düşüncenin kıssa anlayışı maalesef bu merkezdedir.

                                       3-   KABİR     HAYATI     

Ölüm ile yeniden diriliş arası ile ilgili olarak kur'anda herhangi bir haber verilmemesine rağmen rivayetler uydurmak sureti ile "Kabir Azabı" iman konusu haline getirilip bunun inanılması gereken bir konu olduğu, ve inanmayanın "Kafir" durumuna düşeceği iftirası,bilindiği gibi ortada gezmektedir. Bu konu ile ilgili olarak müstakil yazılarımız olmasına rağmen kıssada bu konu ile ilgili ayetler olduğu için ve "Kabir Azabı" konusunun bu kıssada daha bariz bir biçimde, söz konusu dahi olmayacağının ifade edilmesi açısından bu konuya da değinmek istiyoruz. 

19. ayette "böylece aralarında sorgulama yapsınlar diye onları dirilttik.İçlerinden biri dedi ki " ne kadar kaldınız?" "bir gün veya bir kısmı kadar kaldık" dediler " cümlesindeki " ne kadar kaldınız ?"sorusu, Kur'an'ın bir çok ayetinde geçmektedir . Bu sorunun, kabirlerden kalkış zamanında sorulmuş olması ile "Ashabı Kehf'in" birbirine sorması ile arasındaki bağlantı , Ashabı Kehf'in mağarada uykuda kaldığı süre içinde hiçbir şeyden habersiz olduğu ve uyandıkları zaman 309 yıl geçmesine rağmen "Bir gün veya bir kısmı kadar" kaldıklarını zannetmeleridir. 

"Bir gün veya bir günden az" şeklindeki cevap kıyamet sonrası kabirlerinden dirilenlerin "ne kadar kaldınız?" sorusuna , kabirlerinden kalkan diğer kişilerin verdikleri cevap ile aynıdır. Aradaki bağlantıyı kuracak olursak , "Ashabı Kehf'in" uykuları ve kabirlerinden kalkanların , ölümleri ile arasında geçen zamandan habersiz olduklarından çıkaracağımız sonuç şu olacaktır. Eğer rivayetlerde uydurulduğu şekli ile "kabir azabı" konusu kuranın haber verdiği bir konu olsaydı ,kabirlerde kıyamete kadar binlerce yıl kalma durumunda olanlar"bir gün veya daha azı" demezlerdi. 


                        4- GAYB   BİLGİSİNİN   KAYNAĞI  


Kıssada 22. ayette "Gayba taş atmak" tabiri ile kullanılan sonradan gelenlerin "Ashabı Kehf" hakkında olur olmaz iddiaları ele alınarak gayp hakkındaki bilgi kaynağının sadece Kur'an olması ve Allah'ın verdiği bilgi kadarı ile yetinilmesi vurgulanmaktadır. Müteaddit Kur'an ayetlerinde " Ben gaybı bilmem" diyen Muhammed as bu sözlerine karşılık  sanki " Sen bilmezsen biz sana bildittiririz" dercesine ona atfen gayp hakkında özellikle "kıyamet alametleri" ve vefatından sonraki siyasi olayların etkisi ile gelen itikadi ayrılıkların kendi düşüncelerini kabul ettirme amaçlı olarak onun ağzından kendi itikadi düşüncelerini doğrulatmak amacı ile bir çok gaybi haberler uydurulmuştur. O gün uydurulan bir çok hadis bugün "Şia" ve "Ehli Sünnet" itikadı adı altında dinleştirilerek mensuplarına empoze edilmektedir. 

Tefsir  kitaplarında, özellikle kıssalar etrafında yoğunlaşan bilgi kirliliğinin kaynağına baktığımız zaman bu kaynakların " Hadis " adı altında yoğunlaştığına maalesef şahit olmaktayız. Yine Kur'anda defalarca " bu kıssaları sana bildirilmeden önce sen bundan habersizdin" mealindeki ayetlere rağmen , Kur'an kıssaları hakkındaki bilgisi sadece kur'andaki kadar olan bir resulün ağzından bir sürü İsrailiyyat haberler uydurulmuştur. 22. ayet ve bu yöndeki diğer kur'an ayetleri bize gösteriyor ki, Kur'an da anlatılan bir kıssa haricinde herhangi bir rivayete güvenilmesi mümkün değildir.  

Sonuç olarak , bütün kur'an kıssalarını kur'anın  istediği şekilde anlamak durumunda olan Mü'minler olarak bu kıssadan da" anlaşılması gereken sadece budur" şeklinde bir anlatım içinde olmayıp " bizim anladığımız budur" şeklinde bir tutum içinde "Ashabı Kehf" kıssasından anladığımızı paylaşmaya çalıştık. Bu anlayışımızın temel dayanağı KUR'AN KISSALARININ  SADECE O GÜN İÇİN DEĞİL HER ÇAĞA BİR MESAJ TAŞIMASIDIR. Geleneksel ve modernist anlayışın birleştiği kur'an kıssalarının bir masal veya ütopya olarak anlaşılması ve hayata dair hiçbir mesajının olmaması kur'andan onay alan bir düşünce değildir. "Tebyinül Kur'an " adlı eserdeki bu kıssa ile ilgili yaklaşımları gördüğümüz zaman özellikle modernist düşüncenin , kur'an kıssaları üzerinden hareket ederek " parmak ayı gösterirken, aya değil  parmağa baktırmak" metodu ile kıssaların içini boşaltıp onları modern masallar haline getirme tehlikesine de dikkat çekmek istiyoruz. 

                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.