ayetler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ayetler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mart 2017 Çarşamba

Al-i İmran s. 7. Ayeti: Kur'an'daki Ayetlerin Tamamı Muhkemdir Müteşabih Ayetler Kur'an'da Değildir

Al-i İmran s. 7. ayetinde geçen Muhkem ve Müteşabih terimleri, Kur'an'ın en fazla konuşulan konularından bir tanesidir. Bu ayet ile ilgili tefsirlere bakıldığında, Kur'an ayetlerinin Muhkem ve Müteşabih olmak üzere 2 kısma ayrıldığı şeklindeki görüşlerin ağırlıkta olduğu görülecektir. Müteşabih ayetlere getirilen tarifin ise, bu ayetlerin anlaşılmaz ve kapalı yönünde olduğu görüşleri yine bilinen bir konudur. 

Müteşabih ayet tarifinin problem arz etmesi bir tarafa, Muhkem ve Müteşabih olarak ikiye ayrılan Kur'an ayetlerinin, hangilerinin  Müteşabih Ayet gurubuna dahil olacağı konusunda fikir birliğinin olmaması da ayrı bir konudur. 1000 kişinin eline birer tane Kur'an verilse ve onlara, Bu kitap içindeki ayetlerin hangisinin muhkem, hangisinin müteşabih olduğu yönünde bir çalışma yapın denilse, 1000 kişinin hiç birinin yaptığı tasnif birbirini tutmayacak, kuvvetli bir ihtimalle hepsinin yaptığı muhkem ayet- müteşabih ayet ayrımı farklı olacaktır.

Bizim asıl üzerinde durmaya çalışacağımız konu, bu ayette geçen Müteşabih terimi ile kast edilen ayet gurubunun Kur'an içinde olmadığı noktasındadır. Kanaatimiz, Kur'an içindeki bütün ayetlerin Muhkem Ayetler kategorisine dahil olduğu, Müteşabih Ayetler olarak bildirilen ayet gurubunun ise Kur'an dışında olduğu, bu ayetlerin nerede olduğu konusunun ise, aynı ayet içindeki  EL KİTAP terimi ile neyin ifade edilmiş olabileceği dikkate alındığında anlaşılabileceği yönündedir.

Şimdi Al-i İmran s. 7. ayeti üzerinde adım adım giderek, konumuz olan ayeti ele almaya ve iddiamızı delillendirmeye çalışalım.

هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ

[003.007]  Sana kitabı indiren O'dur. O'nda muhkem ayetler vardir ki bunlar; kitabın anasıdır. Diğeri de müteşabih(ayet)lerdir. Kalblerinde eğrilik bulunanlar; fitne çıkarmak ve te'vile yeltenmek için müteşabihe uyarlar. Halbuki onun te'vilini, ancak Allah bilir. İlimde rasih olanlar: Biz ona inandık, hepsi Rabbımızın katındadır, derler. Ancak akıl sahibleri düşünebilirler.

Kur'an ayetlerinin Muhkem ve Müteşabih şeklinde ikiye ayrılmış olduğu düşüncesi, bu ayetin içindeki El Kitap kelimesinin Kur'an'ı kast ettiği düşüncesinden kaynaklanmaktadır. İlk düğmenin yanlış iliklenmesi misali yapılan bu yanlış, ayetin yanlış anlaşılmasına sebep olmuştur. Halbuki bu kelimenin en geniş anlamda, Kur'an'ı da içine alan ve bütün elçilere indirilmiş olan kitaplara şamil bir anlama da sahip olduğu hesaba katılmış olsa idi, Müteşabih Ayetler gurubunun Kur'an içinde olduğu gibi bir düşünce kimsede hakim olmaz, müteşabih olduğu iddia edilen ayetler üzerinde bazı kimseler tarafından spekülasyonlar yapılmasının önü açılmazdı.

-----SANA KİTABI İNDİREN O DUR

El Kitap kelimesi, Kur'an içinde en fazla geçen kelimelerden bir tanesi olup, biz konumuzun çerçevesinde kalarak bu kelimenin, elçilere indirilmiş olan kitap anlamındaki kullanılışını dikkate alacağımızı hatırlatmak isteriz.

Kur'an için yapılan Muhkem Ayet- Müteşabih Ayet ayrımının, Muhammed (a.s) a indirildiği bildirilen kitabın hangi anlamda anlaşılması gerektiği konusundan kaynaklandığını düşünmekteyiz. 

[002.053] Mûsâ’ya Kitap (El Kitabeve Furkan’ı verdik, ta ki doğru yolda yürüyebilesiniz.

[002.101] Yanlarındakini doğrulayan bir Resul, Allah katından onlara gelince Kitap verilenlerden (El Kitabebir takımı, bilmiyorlarmış gibi, Allah'ın Kitabı'nı arkalarına attılar.

[002.213] İnsanlar tek bir ümmet idi. Ayrılmaları üzerine Allah, nimetinin müjdecileri ve azabın habercileri olarak nebileri gönderdi ve onlarla birlikte insanlar arasındaki anlaşmazlıklarda hakem olması için hak ile kitap (El Kitabeindirdi. Bunda da yalnızca kendilerine kitap verilenler, kendilerine bunca apaçık ayetler geldikten sonra tutup aralarındaki ihtiras yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle inananları anlaşmazlığa düştükleri hakka doğrudan ulaştırdı. Allah dilediğini doğru yola çıkarır.

[004.054] Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mi çekemiyorlar? Oysa İbrahim ailesine kitap (El Kitabeve hikmet verdik, onlara büyük hükümranlık bahşettik.

[004.105] Doğrusu, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitap'ı (El Kitabesana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma.

[005.110] Allah, «Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve anana olan nimetimi an» demişti, «Seni Ruhul Kudüs ile desteklemiştim; beşikte ve yetişkin iken insanlarla konuşuyordun; sana Kitap'ı (El Kitabe), hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretmiştim. Sen iznimle, çamurdan kuş gibi bir şey yapmış ona üflemiştin de iznimle kuş olmuştu; anadan doğma körü, alacalıyı iznimle iyi etmiştin. Ölüleri iznimle diriltiyordun. İsrailoğullarına belgelerle geldiğinde, onlardan inkar edenler, 'Bu apaçık bir büyüdür' demişlerdi de Ben onların sana zarar vermelerini önlemiştim.»

Yukarıda verdiğimiz ayet örnekleri EL KİTABE kelimesinin, bütün elçilere indirilmiş olan kitapların ortak ismi olduğunu göstermektedir. Bu kelime genel anlamda bütün elçilere inen kitapları ifade ederken, Tevrat-Zebur-İncil-Kur'an gibi isimler, özel anlamda elçilere inen kitapların ismini ifade etmektedir. Kur'an'da ismi geçen bu 4 kitabın, ve isimleri geçmeyen bütün kitapların ortak ismi EL KİTAPtır. Bu terim bütün elçilere inen kitapları içine alan şemsiye bir terimdir.

El Kitap kelimesi , geçtiği bazı yerde Tevrat, bazı yerde Kur'an anlamında kullanılmış olmasına karşın, Al-i İmran s. 7. ayetinde Kur'an anlamında değil, Kur'an , Tevrat ve İncili de içine alan en geniş anlamında kullanılmış olduğunu düşünmekteyiz. Bizi böyle bir düşünceye sevk eden neden ise, El Kitabın ayetlerinin Muhkem ve Müteşabih şeklinde bir ayrım yapılmış olmasıdır.

Kur'an içindeki diğer ayetlere baktığımızda Kur'an ayetlerinin Muhkem olduğunun beyan edilmiş olduğunu görmekteyiz. Kur'an'ın ayetlerinin muhkem olduğunun beyanını dikkate aldığımızda, bir kısmının muhkem, bir kısmının müteşabih olması müşkülat arz edecektir. 

Bu düşüncemiz, Muhammed (a.s) a Kur'an ile birlikte Tevrat ve İncilin de indirildiğini iddia ediyor anlamına gelmemelidir. Muhammed (a.s) a indirildiği bildirilen El Kitap, bütün elçilere indirilmiş olan kitabın ortak ismini ifade etmiş olduğunu hatırlatmak isteriz.

-----ONDA MUHKEM AYETLER VARDIR Kİ ONLAR KİTABIN ANASIDIR.

Bu noktada Kur'an'ı anlatan bazı ayetleri dikkate aldığımızda bu kitabın ayetlerinin muhkem olduğunun beyan edildiğini görmekteyiz. 

[011.001] Elif, Lâm, Râ. Bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış, sonra da herşeyden haberdar olan hikmet sahibi Allah tarafından âyetleri ayrıntılı olarak açıklanmıştır.

[003.058] Bunları biz sana ayetlerden ve hakim zikr'den (Kur'an'dan) okuyoruz.

[010.001] Elif, Lâm, Râ. İşte onlar, hakîm olan kitabın âyetleridir.

[031.002] Bunlar Hakim kitabın ayetleridir.

[036.002-3] Kur'an-ı Hakim'e yemin ederim. Şüphe yok ki, sen, elbette gönderilmiş olanlardansın.

[043.004] O, katımızda bulunan ana kitabdadır. Şanı yücedir, ve hakimdir.

Yukarıda verilen ayet örneklerinde, Kur'an'ın tanıtılması ile ilgili Hakim kelimesinin kullanıldığını görmekteyiz. Muhkem kelimesinin bu kelime ile aynı kökten olduğunu düşündüğümüzde, Kur'an ayetlerinin tamamının muhkem olduğu sonucuna varabiliriz.

Muhkem ayetlerin, KİTABIN ANASI olması ne anlama gelmektedir?. 

Üm; Bir nesnenin mevcudiyetinde, terbiye edilmesinde, ıslahında, başlanmasında temel teşkil eden her şeye verilen bir isimdir. Muhkem ayetleri ihtiva eden Kur'an'ın Ümmü-l Kitap olarak beyan edilmesi, kendisinden önce indirilen Tevrat ve İncil ile yakından alakalıdır.

Muhkem ayetlerin bulunduğu kitabın yani Kur'an'ın Kitabın Anası olması, konumuz olan ayetin bulunduğu surenin Medine'de nazil olmasını, ve bu şehirde yaşayan insanların bir kısmının Kitap Ehli olarak tanımlanan Yahudi ve Hristiyanlardan oluştuğunu, ve bunların Tevrat ve İncile iman ettiklerini dikkate aldığımızda, El Kitap şemsiyesi altında bulunan Tevrat ve İncilin doğruluğunun Kur'an ile sağlamasının yapılarak anlaşılması, bu kitapların aynı kaynaktan geldiği ve Kur'an ayetlerinin verdiği habere göre, bu kitaplar üzerinde Kitap Ehli tarafından bir takım tahrifatlar yapıldığını dikkate aldığımızda, Kur'an bu kitaplar için kontrol edici ve düzeltici bir konuma sahiptir. 

Kur'an'ın Kitabın Anası olarak tavsif edilmiş olması, Yahudi ve Hristiyanların Tevrat ve İncile isnat ettikleri görüşlerinin, doğruluğunun ve yanlışlığının, bu kitap ile uyum arz edip etmemesi ile yakından alakalıdır. Allah (c.c) bütün elçilerini kendisinin tek ilah ve rab olduğunu tebliğ etmeleri için gönderdiğini, elçilere verilen kitapların bu bilgileri ihtiva ettiğini dikkate aldığımızda, bu bilgilerin aksi bilgiler taşıyan bir kitap, tahrif edilmiş anlamına gelecektir.

Yahudi ve Hristiyanların Muhammed (a.s) ve Kur'an'a iman etmeme gerekçelerini kendilerinin iman ettikleri Tevrat ve İncile dayandırmış olmaları, Ümmü-l Kitap olarak vasıflandırılan Kur'an ile karşılaştırıldığında mesnetsiz iddialar olarak kalacağı açıktır. Çünkü Tevrat, İncil ve Kur'an'ın birbiri ile uyumsuz olması ve birbirini tutmaması imkansızdır. Eğer böyle ortaya çıkacak olursa, Kur'an Kitabın Anası olarak hakem görevi görecek, diğer kitaplardaki tahrifleri ortaya çıkaracaktır.

-----DİĞERİ DE MÜTEŞABİH(AYET)LER DİR.

Muhkem ayetler Kur'an olduğuna göre, müteşabih ayetler, Kur'an dışındaki yani Tevrat ve İncil deki ayetler olmaktadır. Bu noktada, Tevrat ve İncil deki ayetlerin neden müteşabih ayetler olarak adlandırıldığı sorusu sorulacak ve cevabı istenecektir.

Müteşabih , Renk, tat, adalet,zulüm gibi nitelik yönünden benzerlik ile ilgili olan şe-be-he fiilinden türemiştir. Elmalılı Hamdi Yazır bu kelime için, "İki şeyin birbirine karşılıklı olarak ve eşit derecede benzemelerine teşâbüh, benzeyenlerden her birine müteşâbih denir ki, bunlar birbirinden seçilemezler ve insan zihni onları birbirinden ayırt etmekten âciz kalır. Teşbîh böyle değildir; teşbihte bir taraf /benzeyen ikinci derecededir ve eksiktir, diğer taraf ise hem asıldır hem de tam olur; teşâbühte ise, her iki taraf aynı kuvvette ve eşit benzerliktedir. Demek ki teşâbüh seçilmemeye sebep olan benzerliktir. Seçilememek bunun gerektirdiği bir manadır. (...) Bu şekilde söylemek var ile yok arasında eşit ihtimal bulunduğu durumlar için de geçerlidir." demektedir.

Bu konu ile alakalı olarak Zümer s. 23. ayeti de bize yol göstermektedir.

 "Allah kelâmın en güzelini indirdi, ikizli, ahenkli bir kitab, ondan rablarına saygısı olanların derileri örperir, sonra derileri de kalbleri de Allahın zikrine yumşar, o işte Allah rehberidir, Allah onunla dilediğini doğru yola çıkarır, her kimi de Allah şaşırtırsa artık ona hidayet edecek yoktur.
(Elmalılı Hamdi Yazır Meali)

Kur'an'ın "Kitaben müteşabihan mesaniye" olarak tavsif edilmesi, kendisinden önceki indirilmiş kitaplarla olan benzerliğini ifade etmektedir. Allah (c.c) indirdiği bütün kitapları birbiri ile uyumlu, ahenkli, bir kitap ile diğer kitap arasında çelişki olmayan birbiri ile benzer şekilde indirmiştir. 

Müteşabih Ayetler deyimine bu şekilde yaklaştığımız zaman, müteşabih ayetleri Kur'an içinde değil, Kur'an öncesi inmiş olan kitapların bir özelliği olarak anlamak gerekecektir. Bu deyim ile Tevrat,İncil ve Kur'an birbiri ile ahenkli, uyumlu, aralarında muhteva bakımından çelişki olmayan bir kitap olduğunun anlatılmak istenildiğini söyleyebiliriz.


-----KALPLERİNDE EĞRİLİK BULUNANLAR FİTNE ÇIKARMAK VE TEVİLE YELTENMEK İÇİN MÜTEŞABİHE UYARLAR.

Bu ayet içinde Ellezine fi gulubihim zeyğun (Kalplerinde eğrilik bulunanlar) olarak bahsedilenlerin kim olduğuna baktığımızda, Saf s. 5. ayetinde Musa (a.s) a kavmi tarafından eziyet ile ilgili olarak bu kelimenin kullanıldığını görmekteyiz.

"Bir zaman Musa, kavmine: «Ey kavmim! Benim, Allah'ın size gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz halde niçin beni incitiyorsunuz?» demişti. Onlar eğrilince (zeğu), Allah da kalblerini eğriltti (ezağa). Allah fasıkları doğru yola iletmez."

Bu ayeti baz aldığımızda, Kalplerinde eğrilik bulunanlar olarak bahsedilen kişilerin Kitap Ehli olarak bildiğimiz insanlar olduğu anlaşılacaktır. Bu topluluğun müteşabihe uyması demek, Kur'an'a da uymaları gerektiği halde ona uymamaları anlamına gelmektedir. Bu durumu bazı ayetlerde şu şekilde görmekteyiz. 

[002.091]  Bir de onlara Allah'ın indirdiğine inanın, denilince; biz, bize indirilene inanırız derler. Ondan başkasını inkar ederler. Halbuki o beraberlerindekini tasdik eden bir kitabdır. De ki: İnanmış kimseler idiyseniz neden daha önce, Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?

[004.047]  Ey kitab verilenler; Biz bir takım yüzleri silip de enselerine çevirmezden veya onları Ashab-ı Sebit'i la'netlediğimiz gib la'netlemezden önce, gelin de elinizdekini doğrulayıcı olarak indirdiğimize iman edin. Allahın emri daima yapılagelmiştir.


Kur'an'ın Medine'de inen ayetlerinin bir çoğunda Kitap Ehli  olarak anılan topluluğun, sadece kendilerine indirilene iman ettikleri, kendilerinden sonra inen Kur'an'a iman etmedikleri ile ilgili ayetler bulunmaktadır. Halbuki Allah (c.c) onlardan bütün elçilere ve bütün kitaplara iman etmelerini istemektedir.

[002.136] «Allah'a, bize gönderilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve torunlarına gönderilene, Musa ve İsa'ya verilene, Rableri tarafından peygamberlere verilene, onları birbirinden ayırt etmeyerek inandık, biz O'na teslim olanlarız» deyin.

[002.041] Yanınızdaki Tevrat'ı tasdik edici olarak indirdiğime iman edin. Onu inkar edenlerin ilki olmayın. Ayetlerimizi az bir paha ile satmayın. Ve yalnız Ben'den sakının.

Kalplerinde eğrilik bulunanların müteşabihe uymakta ki sebepleri olarak gösterilen fitne ve tevil aramaları, onların ellerinde bulunan kitabı istedikleri şekilde yorumlamak gibi bir istek içinde olduklarını göstermektedir. Halbuki Kur'an, bu kimselerin uyduklarını iddia ettikleri kitaplarını hevalarına göre tevil etmek sureti ile yaptıkları yanlışları onların yüzüne vurarak, nasıl bir hata içinde oldukları göstermekte ve onlara doğruya iletmektedir.

-----HALBUKİ ONUN TEVİLİNİ ANCAK ALLAH BİLİR.

[003.078] Onlardan bir takımı, Kitapta olmadığı halde Kitaptan zannedesiniz diye dillerini eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde: «Allah katındandır» derler, bile bile Allah'a karşı yalan söylerler.

[002.079] Vay, Kitabı elleriyle yazıp, sonra da onu az bir değere satmak için, «Bu Allah katındandır» diyenlere! Vay ellerinin yazdıklarına! Vay kazandıklarına!

Kitap Ehli olarak tavsif edilen topluluğun en bariz özelliği, sahip oldukları kitapların üzerinde yaptıkları yanlış tasarruflardır. Bu topluluklar ellerindeki kitapları olması gereken şekilde değil, hevalarına uygun biçimde yorumladıkları, ve yorumlarını Allah'a mal etmek sureti ile ona karşı yalan ve iftira uydurdukları, yine bir çok Kur'an ayetinde bildirilmektedir. 

Tevili sadece Allah (c.c) nin bilmesi demek, kulların bilmemesi anlamında değildir. Kendilerine inmiş olan kitabı okumak, anlamak konusunda tevil yapan insanlar, bu konuda sınırsız bir hakka sahip değildir. Kitabı okuyan bir kimsenin okuduğu ayetlerden yaptığı çıkarımı, insanlara Allah böyle söylüyor şeklinde sunması , Yahudilerden kalan bir mirastır. Kitabı okuyan kişi, okuduğu kitaptan anladıklarını Allah'a mal etmek hakkına asla sahip değildir. Kitabı okuyan kişinin kitap üzerinde söyledikleri, ancak onun anlayışı olabilir ve bu anlayışın eksik ve hata barındırma ihtimali her zaman mevcuttur. 


-----İLİMDE RASİH OLANLAR: BİZ ONA İNANDIK HEPSİ RABBIMIZIN KATINDANDIR, DERLER.

Rasihun olarak tavsif edilenlerin kimler oldukları konusunda düşündüğümüzde bu kelime bir başka ayette de karşımıza çıkmaktadır.

[004.162] Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlara(errasihune), sana indirilen Kitap'a ve senden önce indirilen Kitap'a inanan müminlere, salatı ikame edenlere, zekat verenlere, Allah'a ve ahiret gününe inananlara, elbette büyük ecir vereceğiz.

Kalplerinde hastalık olanların Allah (c.c) tarafından indirilmiş olan ve muhkem ayetleri içeren Kur'an'a iman etmeyerek, sadece kendilerine indirilmiş olana iman ettiklerini dikkate aldığımızda bu cümlenin anlaşılması kolaylaşacaktır. İlimde rasih olanların Ona inandık dedikleri , muhkem ayetleri içeren Kur'an olup, Hepsi Rabbımızın katındandır diyerek , Tevrat, İncil ve Kur'an'a iman ettiklerini görmekteyiz. 

Bu konuda yine ayetler mevcuttur. 

[003.113-4] Kitap ehlinin hepsi bir değildir: Onlardan geceleri secdeye kapanarak Allah'ın ayetlerini okuyup duranlar vardır; bunlar Allah'a ve ahiret gününe inanır, kötülükten meneder, iyiliklere koşarlar. İşte onlar iyilerdendir.

[003.199] Ehl-i kitaptan öyleleri var ki, Allah'a, hem size indirilene, hem de kendilerine indirilene tam bir samimiyetle ve Allah'a boyun eğerek iman ederler. Allah'ın âyetlerini az bir paraya satmazlar. İşte onlar için Rableri katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk olandır.

Errasihune olarak tavsif edilen insanlar, Allah (c.c) nin gönderdiği kitaplar ve elçiler arasında ayrım yapmamak sureti ile gerçek bir imana sahip olmuşlardır.

 -----ANCAK AKIL SAHİPLERİ DÜŞÜNEBİLİRLER.

Ulul Elbab olarak tavsif edilen insanların bir çok ayette övüldüğünü ve insanların akletmeye teşvik edildiklerini görmekteyiz. 

[003.008]  Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalblerimizi eğriltme, katından bize rahmet bağışla; şüphesiz Sen sonsuz bağışta bulunansın.

Bu ayette bizlere öğretilen "Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalblerimizi eğriltme" duası, 7. ayet ile yakından alakalıdır. Kalpleri eğrilmek sureti ile doğru yoldan sapanlar, artık gittikleri yolun doğru yol olduğunu zannederek, yola uymayı değil, yolu kendilerine uydurmayı ilke edinen bir hayat tarzı üzere yaşayacaklardır.

Dua etmek demek, Rabbimizden istediğimiz şeyin gerçekleşmesi için çalışıp gayret etmek anlamındadır. Kalplerimizin eğrilmemesini istemek demek, bu yolda yürümek eğrilmemek için gereken amellerin işlenmesi gerektiğini şuur altımıza yerleştirmek demektir.

Kur'an Yahudi ve Hristiyanlar üzerinden bu yanlışlara dikkat ederek, aynı yanlışları biz Müslümanların da tekrarlamamasını istemektedir. Ancak bu yanlışlar maalesef bir çok Müslüman tarafından dikkate alınmamış veya bu ayetlerin bizleri ilgilendirmediği zannedilerek, sadece okunup geçilen ayetler haline sokulmuştur.

Sonuç olarak; Müteşabih ayetlerin Kur'an'da olmadığı yönündeki iddiamızın, bazı kimseler tarafından yadırganacağını bilmekteyiz. Ancak her konuda olduğu, gibi bu konuda da sahip olduğumuz bu düşüncenin tek ve mutlak doğru olduğu iddiasında değiliz. Ancak Al-i İmran s. 7. ayetindeki El Kitabı Kur'an olarak okuduğumuzda, bu ayette Kur'an ayetlerinin bir kısmının muhkem, bir kısmının müteşabih, Hud s. 1. ayetine baktığımızda Kur'an ayetlerinin muhkem, Zümer s. 23. ayetine baktığımız zaman ise müteşabih olduğunu okuyanların bir çoğu, bu müşkülatın altından kalkmakta zorlanmaktadır. 


Ayrıca müteşabih ayet tarifinin ve bu ayetlerin hangileri olduğu yönündeki tariflerin kişiye özel tarifler olması, bu konuda konsensus oluşturulamaması , bu konunun yeniden düşünülmesi gerektiğini ortaya çıkardığını söylemek istiyoruz.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


3 Aralık 2016 Cumartesi

Şefaati Allah'ın İznine ve İstisnaya Bağlayan Ayetler Hakkında Bir Mülahaza

Şefaat konulu ayetler , Kur'an içindeki ayetlerin indiriliş gayesine taban tabana zıt bir şekilde anlaşılan ayetler olması itibarı ile dikkat çekmektedir. Şefaat konulu ayetleri tasnif ettiğimiz zaman , 3 farklı ayet gurubu karşımıza çıkmaktadır. 1- Şefaati kesinlikle ret eden ayetler , 2- Şefaate istisna getiren ayetler , 3- Şefaati izne bağlayan ayetler. 

1. guruptaki şefaati kesinlikle ret eden ayetler üzerinde herhangi bir spekülasyon yapma imkanı olmamasına karşın , 2. ve 3. guruptaki ayetler üzerinde bir takım spekülasyonlara gidilerek , Allah (c.c) nin kendisinin dışındaki bir takım kimselere böyle bir yetki verebileceği yönündeki görüşlere destek olarak bu guruplardaki ayetler gösterilmektedir. Yazımızda, bu ayetleri nasıl anlamak gerektiği yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.

Şefaat konusunda öncelikli olarak bilinmesi gerekli olan nokta , bu inancın ilk defa Kur'an tarafından ortaya atılarak , hesap gününde cehennemi hak eden kulların , cenneti hak etmiş bazı kullar tarafından Allah (c.c) ye ricacı olarak onun af edilmesini istemek şeklinde bir inanç olmadığıdır. 

Bu inanç Kur'an'ın nüzulü öncesinde Mekke müşriklerinde mevcut olan ve tapmış oldukları putlarını Allah ile aralarında yakınlaştıcı olarak görmek esasına dayanan bir inançtır. Şefaat konulu bütün Kur'an ayetleri, bu müşrik inancını ret etmek üzerine inşa edilmiştir. Allah (c.c) kimseye böyle bir yetki vermediğini , hesap gününde de bu yetkinin kendisine ait olduğunu beyan etmektedir.

[004.082] Onlar halâ Kur'an'ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilâflar) bulacaklardı.

Kur'an çelişkisiz bir kitap olduğuna göre , bu kitap içinde aynı konudaki ayetlerin birinin "Ak" dediğine , ötekinin "Kara" demesi imkansızdır. Bir çok Müslümanın şefaat konusunda dikkat etmediği nokta burasıdır. Eğer bu konudaki ayetler, ön yargısız bir şekilde okunacak olsa , konu gayet açık net ve kolay bir biçimde anlaşılacaktır. Ancak rivayetler tarafından örülmüş duvarların aşılmaması için öyle engeller konulmuştur ki , bu engelleri aşmak mangal kadar bir yürek istemektedir.

Kur'an'ı ön yargısız bir şekilde okuyanlar , şefaat konulu 2. ve 3. guruba dahil olan ayetlerin , 1. guruba dahil olan ayetler ile bağının kurularak okunması gerektiğini çok iyi anlayacaklardır. Aksi takdirde, bir yerde "Şefaat yok" diyen ayetlerle , diğer yerde "Şefaat izne tabidir" diyen ayetlerin arasında bir çelişki olduğu zannı ortaya çıkacaktır.

Şefaatin bir müşrik inancı olduğunu ortaya koyan ayetlerden bir tanesi, ve bu konuda merkeze alınması gerekli ayetlerden birisi Yunus s. 18. ayetidir. 

 [010.018]  Onlar, Allah'ın aşağısından olan, kendilerine fayda da zarar da veremeyen putlara taparlar: «Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır» derler. De ki: «Göklerde ve yerde, Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz?» Allah, onların ortak koşmalarından münezzeh ve yücedir.

Ayet içinde geçen "Göklerde ve yerde, Allah'ın bilmediği bir şeyi mi O'na haber veriyorsunuz?" cümlesi, izin konusundaki ayetlerin anlaşılmasında anahtar konumundadır. Çünkü bu cümle Mekke müşriklerinin sahip olduğu şefaat inancının Allah (c.c) kaynaklı olmadığını ifade etmektedir. Mekke müşriklerinin sahip olduğu şefaat inancı , atalarından devir aldıkları bir inanç olup , bu inanç konusunda Allah (c.c) nin onlara kendisi tarafından böyle bir İZİN VERİLMEDİĞİ beyan edilmektedir. 

 [002.255]  Allah, O'ndan başka tanrı olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip durandır. Göklerde olan ve yerde olan ancak O'nundur. ONUN İZNİ OLMADAN KATINDA ŞEFAAT EDECEK KİM DİR?. Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir, dilediğinden başka ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar. Hükümranlığı gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetilmesi O'na ağır gelmez. O yücedir, büyüktür.

[010.003]  Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah’dır. ONUN İZİN OLMADAN HİÇ KİMSE ŞEFAATÇİ OLAMAZ. İşte O Rabbiniz Allah’tır. O halde O’na kulluk edin. Hâla düşünmüyor musunuz!

[034.023]  Allah'ın huzurunda, kendisinin İZİN VERDİĞİ KİMSEDEN BAŞKASINA  şefâat fayda vermez. Nihayet onların yüreklerinden korku giderilince: Rabbiniz ne buyurdu? derler. Onlar da: Hak olanı buyurdu, derler. O, yücedir, büyüktür.

[053.026]  Allah, dilediğine ve hoşnut olduğu(kulu)na izin vermedikçe, göklerde bulunan nice meleklerin şefaati bir şeye yaramaz.

Bu ayetler , Yunus s. 18. ayeti merkeze alınarak okunduğunda , şefaat etme izninin kimseye verilmemiş olduğunu hatırlatmaktadır. Allah (c.c) nin izin vermediği bir konuda onun izni ve bilgisi dahilinde hiç bir şeyin meydana gelmeyeceği için , kimsenin böyle bir yetkiye sahip olmadığı beyan edilmektedir. 

Sadece bu ayetleri okuyarak ve bu ayetleri de rivayet kültürünün etkisi altında değerlendirenler "Bak kardeşim Allah izin verdiği kimselere şefaat yetkisi verecekmiş" şeklindeki ifadelerle , Allah dışında ihdas edilmiş şefaatçilere kapı aralamaya çalışmaktadır. Yalnız bu noktada yapılan büyük bir hatayı ya görmezden gelmekteler , ya da cehalet eseri ortaya çıkan yanlış sonucu bilmemektedirler.

Bu kimselere "Kur'an'da çelişkili ayetler var mıdır?" sorusu sorulacak olsa, onlardan alacağımız cevap, "Kesinlik hayır" olacaktır. Fakat izin konulu ayetleri dikkate alarak , diğer ayetleri göz ardı etmek sureti ile , Allah (c.c) nin kendisi dışındaki bazı kimselere şefaat etme izni vereceği düşüncesine sahip olmak , Kur'an'da çelişki olduğunu iddia etmek anlamına gelecektir. 

Allah (c.c) nin bir ayette dediğinin başka bir ayette tersini söylemesinin mümkün olmayacağına göre , şefaate izin şartı getiren ayetlerin de , şefaati ret eden ayetler ışığında okunması ve böyle bir iznin kimseye verilmediğini beyan etmiş olması açısından okunması gerekmektedir. 

Bir başka gurup ayet ise şefaati istisnaya bağlayan ayetlerdir. 

[019.087]  Rahmanın katında ahid almışların dışında (onlar) şefaate malik olamayacaklardır.

Bu ayet şefaat konulu ayetlerin en fazla tahrifat yapılanlarından bir tanesidir. Bu ayetin bazı mealleri , Allah (c.c) dışında şefaatçilerin olduğu düşüncesine sahip bir ön yargı ile "Rahman’ın huzurunda, söz almış olanlar dışında hiç kimse şefaat edemez. şeklinde yapılmaktadır. Burada asıl nokta bir başka kişiye şefaat etmek değil, Allah tarafından şefaat olunmaktır. Allah dışında şefaatçi olduğunu düşünenler , bu düşüncelerini Kur'an'a onaylatmak için, bu türden anlam vermekte maalesef bir sakınca görmemektedirler. Ayet , "Allah (c.c) nin şefaatine malik olmak için gerekli şeyleri yapanlar, ancak Allah tarafından şefaate malik olacaklardır" anlamındadır.

[020.109] O gün Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasınA şefaat fayda vermez.

Bu ayet , diğer ayet gibi başka şefaatçiler olduğu anlamı verilmek sureti ile çevrilmektedir. Ayet içindeki "başkasına " kelimesi, çoğunlukla "başkasının" şeklinde çevrilmek sureti ile, başka şefaatçiler olduğu, ayete söylettirilmeye çalışılmaktadır.

[039.044] De ki: «Şefaatin tümü Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra da O'na döndürüleceksiniz.»

Şefaat yetkisinin tamamını kendi üzerine alan Allah (c.c) , bu yetkisini bir başka kimse ile asla paylaşmayacağını beyan etmesine rağmen , bu yetkiyi başta peygamber (a.s) olmak üzere , şeyhlerine , gavslarına paylaştıranlar bu yetkiyi acaba nereden buluyorlar?.

[043.086]  O'nun aşağısından olanlara dua edenler  şefaate  malik olamazlar; ancak bilerek hakka şahitlik edenler başka.

Bu ayette diğer şefaate istisna getiren ayetler gibi tahrifata uğratılan ayetlerdendir. Allah (c.c) dışında başka şefaatçiler olduğundan yola çıkılarak "O'ndan başka tapındıkları şeyler, şefaat edemezler. Ancak hak ile şehadet edenler bunun dışındadır ve onlar bilirler" gibi mealler, bu ayetin tahrifine örnektir. Halbuki ayet önce Allah tarafından şefaate sahip olunmama sebebini açıklamakta , sonrasında ise Allah tarafından şefaat edilmeye nasıl hak kazanılacağını açıklamaktadır. 

Sonuç olarak : Şefaat konulu ayetler , anlam itibarı en fazla tahrifata uğratılan, bir müşrik inancı olarak ret edilmesine rağmen , Müslüman inancında baş köşede yerini almıştır. Bu konudaki ayetler 3 farklı gurupta yer aldığı , şefaati izne ve istisnaya bağlayan ayetler , ilk gurupta olan şefaati ret eden ayetlerden bağımsız okunduğu için , Allah (c.c) dışında şefaatçiler olduğu düşüncesi yer etmiş ve hala bu düşünce tüm şiddeti ile devam ettirilmeye çalışılmaktadır. 

Şefaat konulu ayetler , şayet şefaatin Kur'an'ın belirttiği şekilde müşriklerin putlarına atfettikleri misyon üzerinden değerlendirilmeyerek , rivayet merkezli değerlendirildiği takdirde , müşriklerin sahip olduğu inancın bir benzerine Müslümanların da sahip olması anlamına gelir ki , bugün şefaat konusu gündeme geldiği zaman bir çok Müslüman Mekke müşriklerinin inançlarını İslam adına dile getirmektedirler.

Allah (c.c) nin kitabında çelişki asla olmayacağına göre , bu ayetler rivayetlerden sıyrılmış bir şekilde Kur'an bütünlüğünde okunduğunda herhangi bir problem kalmayacak , ve bu konudaki düşmanlığa varan ihtilaflarda sona erecektir. 

[016.111]  O gün, herkes kendi nefsi adına mücadele eder ve herkese yaptığının karşılığı eksiksiz ödenir. Onlar zulme uğratılmazlar.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

11 Kasım 2016 Cuma

Kur'an'da Ayetler Arasında Çelişki Var mı ?

[017.088]  De ki: «İnsanlar ve cinler, birbirine yardımcı olarak bu Kuran'ın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, and olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar.»

Kur'an ayetleri arasında çelişki olduğu iddiası , bir takım insanlar tarafından ortaya atılmakta, ve aralarında çelişki olduğuna dair sunulan bir çok ayet , internet ortamındaki bazı sitelerinde yer almaktadır. Bu sitelerdeki iddiaları okuyan bazı kimselerin ise, kafalarında istifham oluşarak , böyle bir şeyin mümkün olup olmadığı konusunda tereddüte düşmektedirler. 

Biz Kur'an'ın Allah (c.c) katından indiğine inanmayan insanların bu iddialarına cevap vermeye  yönelik değil , bu gibi insanların açtıkları sitelerde ortaya koydukları iddiaları okuyan bazı Müslümanlarda oluşan istifhamları dikkate alarak , Kur'an hakkında nasıl bir düşünce içinde olunması gerektiği yönündeki fikirlerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

 Kur'an'da çelişki olduğuna dair delil olarak ortaya atılan bazı ayetler , geçmiş tefsirciler tarafından da ele alınarak üzerinde düşünülmüş, ve gerekli yorumlar yapılmıştır. Tefsir usulünde "Müşkilül Kur'an" başlığı altında yapılan çalışmalarda , çelişki olduğundan yola çıkılarak değil , iki ayet arasındaki müşkil'in çözümüne yönelik çalışmalar bu başlık altında toplanmış , ayetler arasındaki bağlantıyı kurmak yönünde çalışmalar yapılmıştır.

Kur'an'ın Allah (c.c) katından indiğine inanan bir Müslüman, aralarındaki ilgi bağını kuramadığı ayetler için "Bu ayetlerde çelişki var" veya "Acaba çelişki olabilir mi" cümlesini asla kullanmaz. Müslüman kişi, ayetler arasında asla çelişki olmadığına baştan kesin olarak iman ederek , çelişki gibi görünen durumun , kendisinin ayeti anlayamamasından kaynaklanan bir sonuç olduğunu bilir , ve o ayeti anlamak için çaba sarf eder.

[004.082] Kuran'ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı.

Müslüman , Kur'an'ın Allah katından gelen bir kitap olduğuna iman eden bir kimsedir. Böyle bir imanı olmayan kimse zaten Müslüman olamaz . Müslüman kelimesinin anlamı "Teslim olan" demek olduğuna göre , Allah'ın kitabına teslim olmayan kişi, haliyle Müslüman sıfatına sahip olamaz. Allah katından geldiğine inanılan bir kitabın çelişkili olduğunu iddia etmek , Allah ile boy ölçüşmeye kalkmak demektir. Onun indirdiği bir kitabı , onun yarattığı bir kulu eleştiriyor ve ona "Ey Allah'ım sen burada böyle , burada böyle diyerek, içinde çelişkiler ihtiva eden bir kitap indirmişsin" diyerek ona kafa tutmaya kalkıyor. 

Kendisi gibi bir insan olan ve ilmi kariyer sahibi olan bir kimsenin görüşlerini eleştirirken bile ona saygılı bir biçimde davranan , veya onu eleştirmekten çekinen bazı kimseler , konu Kur'an olunca daha rahat davranarak , bu kitaba karşı hiç çekinmeden galiz hakaretler savurabilmektedirler.

[018.001]  Hamd, Kitabı kulu üzerine indiren ve onda hiç bir çarpıklık kılmayan Allah'a aittir.

Kur'an'da çelişki olduğunu iddia eden bir kimse ile tartışmaya girmek , maça 1- 0 mağlup başlamak anlamına gelecektir. Kişi , böyle bir çelişki iddiasını ortaya atmakla sizi kendi gündemine çekerek , kendi gündemi etrafında gerçekleşen bir tartışma ortamına sokmuş olur. 

Bizim tavsiyemiz , böyle tartışmalara hiç girmemek , Kur'an'da çelişki olabilecek hiç bir ayetin olmadığını , çelişki olduğunu zannettiği şeyin kendi bilgisizliğinin bir sonucu olduğunu söyleyerek , çelişki olduğu iddia edilen ayetlerin nasıl bir anlama gelmiş olabileceğini veya nasıl bir mesajı olduğunu karşısındaki kişiye iman etmesini beklemeden uygun bir dil ile anlatmaya çalışmak olmalıdır. Bu gayret elbette , Kur'an'a hakimiyet , ve ayetler arasındaki anlam örgüsünü kurabilme yeteneğini gerektirmektedir. Böyle bir bilgi sahibi olmayan kişinin tartışmaya hiç girmemesi kendisi için daha uygundur. 

[011.019] Bunlar Allah'ın yolundan alıkorlar ve o yolu eğriltmeğe çalışırlar; işte onlar ahireti inkar edenlerdir.

Kur'an'da çelişki olduğu iddiası ile ortaya çıkarak , delil olarak sunulan ayetleri çelişki olarak görme mantığının altında yatan en büyük neden, bu kitaba olan güvensizlik yani imansızlık olmakla birlikte , kendilerini Allah ile boy ölçüşebilecek düzeyde bir bilgi sahibi olduklarını zannedecek kadar dev aynasında görmenin getirdiği cahil cesaretidir. 

Kur'an öncelikle beşer cinsinden olan bir kişinin yazmış olduğu roman , hikaye türünden bir kitap değildir. Bu kitap 1500 yıl önce Allah katından inmiş, indiği zaman ve mekanda yaşayan insanların kültür , inanç ve örflerini dikkate alarak yanlışlarını düzelten , doğrulara ses çıkarmayan bir muhtevaya sahiptir. Bunları yaparken o günkü insanların kullandığı dil ve edebi üslubu kullanan Kur'an'ın doğru anlaşılması için bu arka planın bilinmesi şarttır. 

[030.052]  Şunu bil ki:Sen ne ölülere sesini duyurabilirsin, ne de arkasını dönüp uzaklaşan sağırlara bu dâveti işittirebilirsin.
[030.053]  Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola döndüremezsin; ancak ayetlerimize inananlara duyurabilirsin; işte onlar Müslümanlardır.

Kur'an'ı anlamak gibi bir derdi olmayıp, bu kitap'ta çelişki aramaya yönelik çalışmalar ,sadece bu çalışmaları yapanların inkarcılıklarını artırmak ve kendilerini tatmin etmek için yaptıkları çabalamalar olarak kalacaktır. Art niyet olmaksızın , bazı ayetler arasında bulunan müşkül durumu öğrenmek isteyenler için bu kitap kendisini onlara açacak, ve kafalarındaki istifhamları giderecektir. Art niyetli bir yaklaşım sergileyenlere ise bu kitap kendini açmayacak , aksine inkarlarının artmasına vesile olacaktır.  

Yazının hacmini büyültmemek için çelişki olduğu iddia edilen ayetlerden bir kaç tanesini örnek olarak buraya alalım ve üzerinde düşünmeye çalışalım ; 

[021.016] Biz; göğü, yeri ve ikisinin arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.
[044.038] Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki oyun olsun diye yaratmadık!

[029.064]  Bu dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Asıl hayat ahiret yurdundaki hayattır. Keşke bilseler!

Yukarıda verdiğimiz Enbiya suresinin 16 , Duhan suresinin 38. ayetinde Allah (c.c) nin , yarattığı şeyleri boşa yaratmadığını buyururken , Ankebut s. 64. ayetinde dünya hayatının oyun ve eğlenceden ibaret olduğu yani geçici bir mekan olduğunu buyurmakla bu ayetler arasında çelişkiye düştüğü zannedilmektedir


Kur'an'a imana olmasa dahi, art niyet sahibi olmayan bir kimsenin kolayca anlayacağı bu ayetler arasındaki çelişkiyi fark edemeyen Allah (c.c) !! , bir gün gelip bir hafiye edasıyla kitabını araştırarak düştüğü çelişkileri fark eden kullarının çıkacağını hesap edemeyerek !! böyle çelişkili ayetler göndermiş olabilir mi ?.

Enbiya ve Duhan surelerindeki ayetlerde, Allah (c.c) gök ve yer ile arasındakileri bir amaca binaen yarattığını ifade etmek için "Oyun olsun diye yaratmadık" buyururken , Ankebut suresinde bizlere hitaben , yaşadığımız dünya hayatının mahiyetini bildiğimiz şeyler üzerinden anlatmaktadır. Bizler için oyun denilince aklımıza gelen ilk şeyin , geçici ve belirli bir süre zevk alacağımız bir şey olduğunu merkeze alarak , bu oyunun bir gün mutlaka biteceğini , asıl hayatın ahiret yurdu olduğunu bizlere hatırlatmaktadır.

[005.067] Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.

Maide s. 67. ayetinde Muhammed (a.s) ın Allah tarafından insanlara karşı korunacağının beyan edilmiş olması ile , İsrailoğullarının kendilerine gönderilen elçileri öldürdüğünü haber veren ayetler arasında , Allah (c.c) nin  Muhammed (a.s) ı ölümden koruyarak , İsrailoğullarına gönderdiği peygamberlerini ölümden neden korumadığı , bir çelişki olarak görülmektedir.

Kur'an'a art niyetli yaklaşmayan ve bu konuyu öğrenmek isteyen birisi, eğer böyle bir soru sormuş olsaydı ona şöyle bir cevap verebilirdik ;

Allah (c.c) hiç bir peygamberini, diğer peygamberine karşı bir ayrıcalık tanımamıştır. Muhammed (a.s) ın Allah (c.c) tarafından korunması mucizevi bir şekilde değil , kendisinin aldığı tedbirler ile gerçekleşmiştir. Hiç bir savaşta kafirlerin karşısına geçerek bağrını açıp "Beni Allah koruyor beni öldüremezsiniz" şeklinde bir meydan okuma ile savaş meydanına  çıkmamıştır. Her insan gibi savaş için gerekli olan zırhını kuşanarak eline kılıcını alarak meydana çıkmış ve böylece kafirlere karşı savaşmıştır.

Mekke'den Medineye hicreti esnasında , siyer kitaplarında anlatılan sığındıkları mağarada olan bazı harikulade olayların gerçekle alakası olmayıp , uydurmadan ibarettir. Öldürülme korkusu nedeniyle tedbir almayarak "Nasılsa Allah beni koruyacağını vaad etti" demiş olsa , kafirler tarafından bulunarak orada öldürülmüş olması içten bile değildi.

Allah (c.c) nin evrene koyduğu sebep-sonuç yasaları herkes için aynı şekilde çalışır. İsrailoğullarına gönderilmiş olan elçilerin bazılarının öldürülmüş olması , tamamen sebep-sonuç yasaları ile ilgilidir. Muhammed (a.s) ve onun yanındakiler tedbirli davranmayarak , yaptığı hatalar onu ölüme götürecek olsa idi, Allah (c.c) buna mani olmaz o da öldürülebilirdi. 
Uhud savaşında yaralanmış olması, herkes için aynı şekilde çalışan sebep-sonuç yasalarının getirdiği bir sonuçtur.

Yani İsrailoğullarından olan bazı elçilerin öldürülmüş olması , onların düşmanları karşısında güçsüz kalmaları , Muhammed (a.s) ın öldürülmemiş olması ise , düşmanlarına karşı güçlü olmasıdır. Allah (c.c) nin bu konuda taraflı davranması asla söz konusu değildir.

[027.081]  Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola döndüremezsin; ancak ayetlerimize inananlara sen duyurabilirsin; işte onlar Müslümanlardır.

[043.040]  Sağırlara sen mi duyuracaksın? Yoksa körleri ve apaçık sapıklıkta olanları doğru yola sen mi eriştireceksin?

Biz bu kitaba iman etmemiş birisine bu kitabın çelişkisiz olduğunu anlatmak için ne kadar dil döksek aslı yoktur. Bu kitapta çelişki olmadığına bir kişinin inanması için önce bu kitaba iman etmesi şarttır. Böyle bir inanca sahip olmayan birisi için bu kitap alelade bir insanın yazdığı bir kitap kadar dahi değeri olmayacaktır.

[018.006]  Bu söze inanmayanların ardından üzülerek nerdeyse kendini mahvedeceksin!

[016.082]  Eğer yüz çevirirlerse, sana düşenin sadece açıkça tebliğ olduğunu bil.

[006.107]  Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bir bekçi kılmadık. Sen onların vekili de değilsin.

Bazı Müslümanlar , bu gibi insanların akıbetlerini bildikleri için , onların yaptıklarına üzülmekte , ve inkarlarından vazgeçmeleri için onlara dil dökerek neredeyse yalvarmaktadır. Bu kimseler sahip olduğu düşünceye , hür iradeleri neticesinde varmakta , ve onları zorlamak gibi bir şansımız olmadığı gibi , böyle bir vazifemiz de yoktur. 

Sonuç olarak : Kur'an'da çelişki olduğu iddiaları , bu kitap hakkında olumsuz düşünce sahibi olanların ortaya attığı bir iddia olup , temelinde inkar ve cehalet olan bir düşüncedir. Olayın asıl düşündürücü yanı , bu iddiaların bir kısım Müslüman tarafından kabul görebilmesidir. Bir Müslüman iman ettiği kitabın hiç bir yerinde çelişki olduğuna dair düşünce içinde bulunamaz. 

Çelişki , Müslüman lügatında olmaması gereken bir kelimedir. Eğer bir ayet ile başka bir ayetin, birbiri ile arasında bağ kurulamaması sonucunda bir müşkilat ortaya çıkıyorsa , bu müşkilat, Kur'an'dan kaynaklanan değil , okuyan kişinin algılama hatasından kaynaklanmaktadır.

Kur'an, okudukça kendisini açan bir kitaptır. Kur'an okuyan kişi , her okudukça daha önceki yapmış olduğu okumalarda kafasına takılan bazı soruların cevabını bir sonraki okumada bulacaktır. Yeter ki okuyan kişi bu kitabı yanlış aramak için değil , hayat rehberi olduğuna iman ederek , rabbinin ona neler emrettiğini öğrenmek ve yaşamak için okusun. 

Kur'an'a yeni yönelmiş bu bazı konularda araştırma yapan kişilerin gözüne , Kur'an'da çelişkili ayetler olduğuna dair iddiaların yer aldığı internet ortamında bazı siteler çarpabilir. Kur'an hakkında biraz bilgisi olan kişi , bu iddiaların ne kadar sığ iddialar olduğunu görecektir. Kur'an'ın tarihsel bağlamından , edebi ve ilk muhatapların kullandıkları dil üslubundan habersiz olan , bu kitabı roman veya hikaye türü bir eser zannı ile okuyan kimse için bu kitap elbette alelade bir kitap olarak görülecektir. 

Bu kitabın Allah katından indirildiğini , alemlere hidayet ve rahmet olduğunu , çelişkisiz bir kitap olduğunu bilerek okuyanlar için ise , bu kitabın yol göstericiliği kıyamete dek sürecektir.

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

23 Ocak 2016 Cumartesi

Yeni Yetme Resulcüklerin İstismar Ettiği Bazı Ayetler Üzerinde Bir Mülahaza

Son yıllarda Kur'anın daha fazla gündeme gelmesi , bu kitap içindeki bazı kavramların yeniden tartışılmasını da beraberinde getirmiştir. Tartışılmaya açılan bu kavramların içinde , "Resul" ve "Nebi" kavramlarının da olduğu malumdur. Bu kavramların tartışıldığı zemin, daha çok bu sıfatı taşıyan kişilerin Muhammed (a.s) dan sonra da gelip gelmeyeceği hakkında olup , özellikle Ahzab s. 40. ayeti baz alınıp "Resul" ve "Nebi" kavramları birbirinden ayrılarak , "Nebilik bitmiştir ancak Resullük devam etmektedir" şeklinde bir düşünce ortaya atılmaktadır. Bu düşünce ortaya atılırken , Kur'an içindeki bazı ayetlerin delil olarak sunulmakta olduğunu da görmekteyiz. 

Bu yazımızda konu ile ilgili olarak ortaya konan ayetlerin , bu düşünceyi destekleyip desteklemediği üzerinde bir çalışmaya yapılmaya çalışılacaktır.

[033.040]  Muhammed, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Ama Allah'ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkiyle bilendir.

Bu ayetin, sure içindeki ve nuzül dönemi bağlamını kurarak okuduğumuzda , surenin ilk ayetlerinde evlatlık konusu ile ilgili ayetleri görmekteyiz. 37. ayete geldiğimizde Allah (c.c) , Muhammed (a.s) üzerinden , "Evlatlık" olarak alınmış çocukların gerçek evlat gibi olmadıklarının, aynı surenin 4. ayetinde beyan edilmiş halini , gerçek hayat içinde pratiğe dökerek  bizlere göstermektedir.

Nisa s. 23. ayetinde , evlenilmesi haram olanlar listesine bakıldığında , öz çocukların eşleri ile evlenilmesinin bu listeye dahil olduğu görülmektedir. "Evlatlıkların öz çocuk sayılmadığının pratik olarak gösterilmesi için onların boşamış oldukları eşleri ile evlenilmesi, bu tabunun tamamen yıkılması anlamına gelmektedir. Ahzab s. 37. ayetinde , Muhammed (a.s) ın evlatlığı Zeyd'in boşamış olduğu eşi ile evlendirilmiş olduğunun beyan edilmesi bu tabunun pratik olarak yıkıldığının onun örnekliği ile gösterilmektedir. 38. ve 39. ayetler , Allah (c.c) nin elçi olarak seçtiği bir kimsenin , onun tarafından farz kılınan bir konuda seçiciliği olmadığı , bunun daha önceki elçiler içinde aynı olduğu , onların Allah dışında kimseden korkmadıkları , korkmamaları gerektiği beyan edilmektedir. 

Böyle bir bağlam içinde 40. ayete geldiğimizde , 37-38-39. ayetlerin devamı olarak , Muhammed (a.s) ın erkeklerden hiçbirinin  Zeyd de dahil olmak üzere kimsenin babası olmadığı hatırlatılarak , ne olduğu bildirilmektedir. Muhammed (a.s) "Son Nebi" vasfına sahip bir elçi olarak o toplumda yaşayan bir kimsedir. 

Böyle bir anlam örgüsüne sahip olan ayetlerden alakasız bir delil çıkarılarak, "Nebilerin sonuncusu deniliyor , resullerin sonuncusu denilmiyor , öyle ise resullük demek ki devam ediyor" şeklinde bir düşünce ortaya konulmaktadır. Bu düşünceye sebep olan en büyük etken, gelenekten gelen yanlış bir düşünce olan , "Resul" ile "Nebi" kavramlarının beşer içinden seçilmiş olan elçilerin ortak sıfatı olduğunun dikkate alınmayarak , bu seçilmişlerin bir kısmının "Resul" , bir kısmının "Nebi" oldukları düşüncesidir.

Hal böyle olduğunda , nebilik bitmiş olabilir ama resullük bitmemiştir mantığı doğru gibi görünebilmektedir. Ancak bu kavramları Kur'an merkezli bir düşünce içinde değerlendirdiğimiz zaman , bu düşüncenin pek doğru olmadığı görülecektir. 

"Nebi" kelimesi , "Haberci" anlamında olduğuna göre, bu haberin önce bir yerlerden alınmış olmasını gerektirir. Bu haber Allah (c.c) den alınan bir haber olup , bu haber diğer insanlara aktarılması için o kişiye verilmiştir. "Resul" kelimesi o haberi taşıyan getiren kimse için kullanılan bir kelime olduğuna göre , Allah (c.c) tarafından seçilmiş olan insanlar ne sadece nebi , ne sadece resul sıfatına sahip olup iki sıfata sahip olarak "NEBİ RESUL" olan kimselerdir.

Bir kimse ,  "Ben size Allah tarafından gönderilmiş bir resulüm" dediği zaman , o kimselere bir haber getirmiş olduğunu söylemektedir. Bu kimseler Allah (c.c) den vahiy alarak yani haber alarak , o haberi bu kimselere getirmektedir. Bu elçilerin aldıkları haber onları önce "Nebi" sıfatına sahip kimseler yapmaktadır. 

Dolayısı ile , nebi olmadan yani haber almadan , resul olduğunu iddia etmek mümkün olamayacağına göre , beşer içinde seçilmiş olan elçilerin tümü "Nebi Resul" dür. Bu kimselerden bahsedilirken her yerde "Nebi Resul" olarak bahsedilmemiş olması , bizleri bu konuda yanılgıya düşürebilir. Bu kimseler için bir yerde "Nebi" , diğer bir yerde "Resul" , diğer bir yerde "Nebi Resul" olarak bahsedilmiş olması , bizlere bu kavramların ikisinin birden bir kimsede bulunamayacağı zannına kaptırmamalıdır. 

Konuyu kısaca, "Allah (c.c) nin beşer içinde seçmiş oldukları hem Nebi hem de Resul dür" şeklinde özetleyebiliriz.

[003.081-82] Allah nebilerden ahid almıştı: «And olsun ki size Kitap, hikmet verdim; sizde olanı tasdik eden bir resul gelecek, ona mutlaka inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz, ikrar edip bu ahdi kabul ettiniz mi?» demişti. «İkrar ettik» demişlerdi de: «Şahid olun, Ben de sizinle beraber şahidlerdenim» demişti.Bunun ardından yüz çeviren var ya, işte onlar fasık olanlardır.

Nebi ve Resul kelimelerinin klasik bilgilerimizde tarifi kısaca, "Nebi kendisine kitap verilmeyen , Resul ise kendisine kitap verilen kimsedir" şeklindedir. Bu tarifin Kur'an ile sağlamasını yaptığımız zaman , doğru olmadığı görülecektir. Bu yanlışlık , "Kitap" kelimesine verilen anlamdan kaynaklanmaktadır. 

Arapça da "Kitap" kelimesi,sadece iki kapak arasına alınmış olan bir şeye değil , ağızdan çıkan kelimelere de verilen bir anlamdır. Bu anlamı dikkate aldığımızda , elçi sıfatına sahip olanların tamamı , kendilerine vahyedilen bilgileri önce ağız yolu ile aktardıkları için bu elçilerin tamamına kitap verilmiş olmaktadır. Vahyedilen bilgilerin iki kapak arasına alınmamış olması elçilere kitap verilmediği anlamına gelmez. 

Al-i İmran s. 81. ayetine baktığımız zaman , bu durum net olarak görmekteyiz , "Nebi" olarak bahsedilen kimselere "Kitap ve Hikmet" verildiği beyan edilmiş olması, klasik algıdaki Nebi ve Resul tariflerinin yanlış olduğunun göstergesidir. Bu ayet , Allah (c.c) tarafından gönderilmiş olanların bir sonrakinin , bir öncesini tasdik etmesi anlamında olup, bu elçilerin aynı kaynaktan beslendiği ve görevlerinin aynı olduğunu beyan etmektedir. 

[061.006]  Meryem oğlu İsa: «Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak bir resulü müjdeleyen, Allah'ın size gönderilmiş bir resuluyüm» demişti. Ama o elçi, kendilerine belgelerle geldiği zaman: «Bu, apaçık bir sihirdir» demişlerdi.
[006.020]  Kendilerine kitap vermiş olduğumuz kimseler, O'nu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanır bilirler. O kimseler ki nefislerini hüsrâna uğratmışlardır, işte onlar imân etmezler.
[002.089] Vaktaki Allah katından onlara, kendilerinde olanı tasdik eden Kitap geldi ki onlar bundan önceleri, inkar edenlere karşı kendilerine yardım gelmesini beklerlerdi, bildikleri gelince onu inkar ettiler. Allah'ın laneti, inkar edenlerin üzerine olsun.
[007.157] Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî nebi resule uyanlar (var ya), işte o  onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. Ona inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlere baktığımız zaman , Muhammed (a.s) ın vasıflarının daha önce Tevrat ve İncil de yazdığı ve İsa (a.s) ın böyle bir elçinin geleceğini haber verdiğini , dolayısı ile bu elçinin "Oğullarını tanıdıkları gibi" bilindiğini görmekteyiz. Eğer Muhammed (a.s) dan sonra bir elçi gelecek olsa idi , bu elçinin vasıflarının Kur'anda beyan edilmesi gerekmez miydi ?. Maide s. 3. ayetinde "Bu gün size dininizi tamamladım size din olarak İslamı beğendim" cümlesi, artık bu dinin Allah (c.c) tarafından gönderilmiş bir elçi tarafından tebliğ edilmeyeceği anlamına geldiğini söyleyebiliriz.

Muhammed (a.s) dan sonra eğer elçi gelecek olsa idi , bu elçinin vasıfları Kur'anda bildirilerek , o elçinin geldiği zaman yaşayanlar bu elçinin hak bir elçi olduğunu bilmeleri kolaylaşabilirdi. Dini duyguları istismar ederek , insanları kandırma yolu , insanlığın en eski aldatma yollarından birisi olarak , Tevbe s. 34-35. ayetlerinde yerini almış olması , bizleri bu konularda daha dikkatli olmaya sevketmelidir.

Muhammed (a.s) sonrası ortaya çıkan bir çok resul müsveddesi kişilerin sadece şarlatanlık ve insanları aldatmak , istismar etmek amacı ile ortaya çıktığını düşündüğümüzde , olayın göründüğü kadar basit bir olay olmadığı ve bu iddia ile ortaya çıkanların bir çoğunun samimi niyetler ile ortaya çıkmadığı anlaşılacaktır.  

[007.035]  Ey Adem oğulları! Size aranızdan ayetlerimizi okuyan resuller geldiğinde, onların bildirdiklerine karşı gelmekten sakınan ve gidişini düzeltenlere, işte onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
[023.051] «Ey Resuller! Temiz olan şeylerden yeyin; güzel işler yapın. Ben sizin yaptıklarınızı hakkıyle bilmekteyim.»

Bu ayetler, resullüğün bitmediğini iddia edenler tarafından delil olarak sunulan ayetlerdendir. Bu ayetlerin , resullük müessesesinin kıyamete değin süreceğine dair bir delil teşkil ettiğini söylemek mümkün değildir şöyle ki ; Ahzab s. 40. ayetinde , Nebiliğin son olduğunun beyan edilmesinin , resullüğün de son olması anlamında olduğuna ve konu ile ilgili ayetleri bu ayet çerçevesinde değerlendirmek zorunda olduğumuza göre , artık bundan sonra bir Nebi Resul gelmeyecektir. Dolayısı ile böyle bir durumu çağrıştığını düşündüğümüz ayetleri , çelişkisiz bir kitap olan Kur'anın, Ahzab s. 40. ayetini baz alarak okumak zorundayız.

Yukarıdaki ayetlerden Araf s. 35. ayeti , resullere tabi olanların akıbetini beyan eden bir ayet , Mü'minun s. 51. ayeti ise , gelen tüm resullere yapılan ortak bir vahyden bahsetmektedir. Resuller kendilerine emredilen bilgileri önce kendilerinin hayat safhasına koymaları gerekir ki , diğerlerine örnek olabilsinler.


Kur'anda kıssaları anlatılan elçilere baktığımızda , bu elçilerin kavimlerine Allah (c.c) den aldıkları vahyi tebliğ ettiklerini görmekteyiz. Gelen her elçi "Ben Resulüm" derken , bu resullüğünün belgesi olan delili ortaya koymakta idi. Eğer resullük devam ediyor ise , bugün "Ben Resulüm" diyen birisi aynı delili ortaya koyarak , kendisinin resul olduğuna dair bir belgeyi bizlere göstermek zorundadır.

Böyle bir belgeyi İskender Evrenosoğlu adlı şahıs ortaya koyarak , kendisine Allah (c.c) tarafından vahyedildiğini ve adına "Risalet nurları" adını verdiğini bilmekteyiz. Bu kişinin ortaya koyduğu belgenin ancak Enam s. 93. ve 94. ayetlerinde beyan edilen bir karşılığı olduğunu söylemekten başka verilecek bir cevabımız olamaz.

[006.093] Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahyedilmemişken «Bana vahyolundu, Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim» diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, «Canlarınızı verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun ayetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı azabla cezalandırılacaksınız» derken bir görsen!Onlara: «And olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi size verdiklerimizi ardınızda bırakarak bize birer birer geldiniz; içinizde Allah'ın ortakları olduğunu sandığınız şefaatçılarınızı beraber görmüyoruz. And olsun ki aranızdaki bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmışlardır» denecek.

Resullüğün devam ettiği iddiasında olanların diğer bir kısmı , kendilerine yeni bir kitabın indiğini iddia etmemekle birlikte , "Biz Kur'anın Resulüyüz" gibi absürt bir iddia ile ortaya çıkmaktadırlar. "Kur'an Resullüğü" terimi hatalı bir kullanım ve maksadı aşan bir söylem olup , eğer kişi Kur'anı tebliğ ediyorsa , bu tebliği onun "Mü'min" sıfatının bir gereği olarak yapılabilir. 

"Mü'min" sıfatına sahip kişiler , Kur'anı tebliğ ederken , ilgili ayetleri hakkında verdikleri bilgiler , kendilerinin o ayet hakkında sahip oldukları bilgiler çerçevesinde olup , eksik ve hata barındırma ihtimali her zaman için mevcuttur. Hiç bir Mü'min Kur'an hakkında konuştuğu şeylerin hata ve eksik barındırmadığını iddia edemez , bunun tersi bir iddia Allah adına konuşmak anlamına gelir ki böyle bir konuşmaya, "Resul" sıfatına sahip olanlardan başkası yetkili değildir.

"Kur'an Resullüğü" iddiası , kendisini böyle bir vasfa layık gören kişinin söylediklerinin Allah (c.c) adına konuştuğu anlamına gelir. Kur'an Resulü olduğunu iddia eden biri "Ben Allah (c.c) adına konuşmuyorum" dese bile , "Resullük" kurumunun böyle bir yetkisi ve görevi olduğu için bu yetkiyi kişi kendisinde görüyor anlamına gelecektir. Kısacası böyle bir resullük iddiası , iddia sahiplerinin Kur'anın resullük konusunda söylemiş olduklarından habersiz olduklarının bir göstergesidir.

Sonuç olarak ; Farklı Kur'an algıları sonucunda tartışmaya açılan "Resul" ve "Nebi" kavramları , Allah (c.c) nin insanlar içinden seçtikleri çerçevesinde düşünüldüğü zaman , etle tırnak gibi birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Nebi olmadan Resul olunamayacağı konusunu iyi kavrayan bir kimse için, bu kavramların anlaşılmasında herhangi bir sorun kalmayacaktır. Geleneğin veya başka saiklerin tarifi ile bu kavramların farklı kişiler için kullanılmış olduğu düşüncesi , bizleri resullüğü kendinden menkul çakma resullerin piyasada gezdiği bir ortama düşürmüştür.

"Ben Resulüm" diyen birisinin , bu resullüğünün belgesini getirmek zorunda olduğunu tekrar hatırlattıktan sonra , eğer böyle bir belgesi yok iken bu iddiayı ortaya atıyor ise , veya biraz daha uyanık bir kimse ise " Evet benim belgem var" diyerek Evrenosoğlu gibi kendisine indiğini iddia ettiği bir kitabım var diyor ise , bu kimselerin derhal tıbbi müşahede altına alınmasından başka bir yol yoktur.

"Ben Kur'anın Resulüyüm" diyen ise maksadı aşan bir iddiada bulunduğu için , bu sözleri cehalet eseri söylenmiş bir söz olarak , onun acilen Kur'anın ön yargısız bir kafa ile yeniden okumasını tavsiye etmekten başka bir sözümüz olamaz. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

2 Ocak 2016 Cumartesi

Tevbe s. 29. Ayeti : Allah ve Elçisinin Haram Kılması, "VE" Bağlacının Kullanıldığı Ayetler

Muhammed (a.s) ın ,Allah (c.c) gibi haram koyma yetkisinin olduğu inancı , "Ehli hadis" düşüncesinde imanın şartı haline gelmiş bir konudur. Bu fırkaya mensup olanlar , Muhammed (a.s) ın haram koyma yetkisi olmadığını iddia edenleri , kafir , zındık , hadis sünnet inkarcısı v.s gibi yaftalarla tekfir ederek , bu düşüncenin kuvvetlenmesi yönünde büyük bir cihada !! girişmişlerdir. Tekfirci tayfaların daha fanatikleri , konumuz olan ayeti delil sayarak, böyle bir düşünceye sahip olmayanların öldürülmesi gerektiğini iddia edecek kadar kendilerinden geçmiş bir vaziyette bu düşünceyi savunmaktadırlar. 

Kur'anın oluşturulmuş olan ön yargıların kabul ettirilmesine dönük okuma biçimi , "Ehli hadis" fırkasının da başvurduğu yöntemlerden birisi olup , tasavvuf ehlinin "Muhammed =Allah" söyleminin değişik bir versiyonu olan "Hadisler vahiydir" söylemi, tasavvuf ehlini her fırsatta tekfir etmekten geri durmayan "Selefiyye" nin bir öne çıkan söylemlerinden birisi olarak dile getirilmektedir. Birbirine düşmanlıklarını her fırsatta dile getirmelerine rağmen , her iki gurubun da , sadece beşer bir elçi olan Muhammed (a.s) ı ilah seviyesine çıkarmak şeklinde ortak bir söyleme sahip olmaları , birbirlerinden herhangi bir farkları olmadığını göstermektedir. 

Konumuz olan ayetin meali şöyledir;

[009.029] Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyenlerle, küçük düşürülmüşler olarak cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın.

Ayete baktığımızda , "Kitap ehli" olarak ifade edilen Yahudi ve Hıristiyanlar ile yapılması istenen bir savaştan bahsedilmektedir. Ayeti önce nuzül zaman ve mekanı bağlamında okuyarak anlaşılması , her aklı başında ve ön yargısız olarak Kur'ana yaklaşan her Müslümanın ortak fikri olması gerekmektedir. Çünkü bu ayet ilk hitap olarak ,Medine de artık askeri yönden güçlü bir duruma gelen Müslümanlara hitap eden bir ayettir. 

Bu ayetin bizlere dönük nasıl bir mesajı olabileceği sorusunun cevabı ise , konumuz olan ayetin iniş zamanındaki konjonktürel durumun aynısının bu gün bizlerin de sahip olunduğu zaman bu ayetin emri uygulama alanına sokulabilir. 

Aynı surenin 5. ayetinde "Müşrikleri nerede bulursanız öldürün" ayeti gibi, konjoktürel durum ve şartların göze alınarak okunması gereken bir ayet olan 29. ayet , sadece içinden "Resulünün haram kıldığını haram tanımayan" cümlesi alınarak , Muhammed (a.s) ın haram koyma yetkisi olmadığını savunanların katledilmesi gerektiği yönündeki düşüncelerin delil ayeti !! sayılmıştır. 

Muhammed (a.s) ın haram koyma yetkisine sahip olduğuna dair getirilen delil, "Allah VE Resulü" şeklinde kullanılan cümlenin içindeki, "VE" bağlacının Allah'ı ve resulünü birbirinden ayırdığı, dolayısı ile Muhammed (a.s) ın da aynı Allah (c.c) gibi haram koyma yetkisi olduğu şeklindedir.

Muhammed (a.s) ın aynı Allah (c.c) gibi haram  koyma yetkisi olduğunu iddia edenler şu noktayı görmezlikten gelmektedirler ; Muhammed (a.s) Allah (c.c) nin seçmiş olduğu bir ELÇİdir , o dahil bütün elçiler , almış oldukları vahyi muhataplarına tebliğ etmek ile görevlidirler. Onların bu görevleri sadece iletmekle yani bir nevi postacılık ile sınırlı olmayıp , aldıkları vahyin de muhatabı olup , bu vahyi hayatları ile pratize etmek gibi bir zorunlulukları da vardır.

"Elçi" demek , mesajını ilettiği kişinin adına konuşmak anlamına gelip , böyle bir görev üstlenmiş kişilerin , o kişinin mesajına ilave etmek gibi bir yetkisi yoktur. Mesaja ilave etmek demek , mesajını getirdiği kimsenin yetkilerini kendisinde de görmek gibi bir anlama gelip , bu hiç bir elçi böyle bir suça asla yeltenmez. 

Muhammed (a.s) nasıl haram koyar?.

Muhammed (a.s) bir elçi olması nedeniyle , mesajını ilettiği Allah (c.c) nin, "Haram" olarak beyan ettiklerini okuyarak haram koyar. Allah (c.c) nin ona vahyettiğinin dışında "Bu haramdır" şeklinde herhangi bir beyanda bulunmaz. Burada karıştırıldığını veya gözden uzak tutulduğunu düşündüğümüz bir nokta vardır; 

Muhammed (a.s) Mekke de sadece "Elçi" iken , Medine de "Elçi ve Devlet başkanı" olarak 2 görev yüklenmiş bir vaziyettedir. Onun elçilik ve devlet başkanlığı görevlerinin birbirinden ayrı olarak düşünülmemiş olması , onun "Devlet başkanı" sıfatı ile koymuş olduğu bir takım yasaklamaların , sanki elçilik vazifesi dahilinde konulmuş gibi bir algı oluşturulması neticesinde böyle bir düşünce kökleşmiştir.

[069.044-47]  O, bize isnâden bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı,Elbette ki onu sağ tarafından yakalardık. Sonra O'ndan yürek damarını kesiverirdik.Sizden kimse de buna mani olamazdı.

Hakka suresindeki bu ayetler , Muhammed (a.s) görev ve yetkilerinin sınırlarını belirlemesi bakımından önemli işaretler taşımaktadır. Kendisine vahyedilen harici herhangi bir sözü veya yasaklamayı "Bu Allah'ın sözüdür veya yasaklamasıdır" şeklinde bir ifade ile sahabeye aktarması mümkün değildir. Ancak "Devlet başkanı" sıfatı ile yapmış olduğu bir takım tasarruflar ki onun böyle bir tasarruf etme hakkı mutlaka vardır, elçi olması ile ilgili görevlerinden ayrılarak okunması ve anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz.

"Allah VE Resulü" şeklinde geçen ibarelerin , Allah ve elçisini aynı konuma getirdiği iddiası , bu ibarelerin geçtiği diğer ayetleri örnek olarak verdiğimizde , bu ayetlerdeki aynı konuma getirmenin nasıl olabileceği sorusunu da beraberinde getirmektedir. 

Şimdi "VE bağlacının geçtiği diğer ayetleri okuyarak, bazı sorular sorarak bu konuyu biraz aydınlatmaya çalışalım;

[005.055-56]  Sizin velîniz ancak Allah'dır. Ve O'nun resulüdür ve imân etmiş olanlardır. O imân edenler ki, salatı ikame ederler ve zekâtı verirler ve onlar rükua varanlardır.Kim Allah'ı, O'nun Resulünü ve iman edenleri veli edinirse, hiç şüphe yok, galib gelecek olanlar Allah'ın taraftarlarıdır.

Maide s. 55. ayetinde veli olarak Allah VE resulu VE iman edenler olarak bir sıralama görmekteyiz. Burada Allah ve resulüne ilave olarak mü'minler de görülmektedir. Bu iddia sahipleri bu ayetteki "Mü'minler" ifadesini Allah (c.c) ile nasıl aynı konuma getirebilirler?.

[009.003]  Büyük hacc günü Allah ve resulü tarafından tüm insanlara duyurulur ki; «Allah ve resulü ile müşrikler arasında her türlü ilişki kesilmiştir. Eğer tevbe ederseniz bu sizin için daha yararlıdır. Eğer sırt çevirirseniz Allah'ın yapacaklarına engel olamayacağınızı biliniz. Ey Peygamber, kâfirleri acıklı bir azapla müjdele!»

Tevbe s. 3. ayetine baktığımızda , "Büyük hacc günü Allah ve resulü tarafından tüm insanlara duyurulur ki;" ifadesinde Resul , Allah'ın ayetlerini insanlara okuyarak ilişiğin kesildiğini ifade etmektedir. Bu iddia sahipleri "ve" bağlacının kullanılmasını dikkate alarak  , "Allah (c.c) ayrı , resulü ayrı bir duyuru yaptığı için böyle bir ayrım kullanılmış , yoksa resül Allah (c.c) adına konuştuğu için mi böyle kullanılmış?" diye sorduğumuza nasıl bir cevap verebilirler ?.

[009.059]  Ne olurdu bunlar, Allah ve Resulünün kendilerine verdiğine razı olsalar da «Bize Allah yeter. Allah bize lütuf ve ihsanından yine lutfeder, verir. Bizim bütün rağbetimiz Allah'adır» deselerdi.

Tevbe s. 59. ayetinde , ganimet dağılımı ile ilgili bir olarak "Allah ve Resulünün kendilerine verdiğine razı olsalar da" cümlesinde, resulün Allah (c.c) adına bir paylaştırma yaptığını görmekteyiz. Allah (c.c) ayrı , resül ayrı bir şekilde okuduğumuz zaman bu ayeti nasıl anlayacağız ?.

[009.062] Sizi hoşnut kılmak için Allah'a yemin ederler; oysa mü'min iseler, hoşnut kılınmaya Allah ve Resulü daha layıktır.
[009.074] And olsun ki, müslüman olduktan sonra inkar edip küfür sözünü söylemişler iken, söylemedik diye Allah'a yemin ettiler, başaramayacakları bir şeye giriştiler; Allah ve peygamberi bol nimetinden onları zenginleştirdi ve öç almaya kalktılar. Eğer tevbe ederlerse iyiliklerine olur; şayet yüz çevirirlerse, Allah onları dünya ve ahirette can yakıcı azaba uğratır. Ve onlar için yeryüzünde bir dost ve yardımcı yoktur.
[009.094]  Savaştan dönüp yanlarına geldiğinizde size özür beyan edecekler. De ki: «Özür beyan etmeyin. Size kesinlikle inanmayız. Allah bize, sizin durumunuzdan haberler verdi». Bundan sonra da Allah ve Resulü yaptıklarınızı görecektir. Daha sonra da gizliyi ve âşikârı bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O vakit O, size neler yapmış olduğunuzu tek tek haber verecektir.
[009.105]  De ki: İşleyiniz, Allah ve Resulü ve mü'minler işlediklerinizi görecektir. Ve görüleni de, görülmeyeni de bilene döndürüleceksiniz. O, size neyi işlediğinizi bildirecektir.
[024.050] Bunların kalplerinde hastalık mı var? Yoksa kuşkuya mı kapıldılar? Yoksa Allah'ın ve Resulünün kendilerine karşı haksızlık yapacağından mı korkmaktadırlar? Hayır, onlar zalim olanlardır.
[033.012]  Hani, münafık olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: «Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey vadetmedi» diyorlardı.
[033.022]  Mü'minler düşman ordularını gördükleri zaman; Bu Allah'ın ve Resulünün bize vaad ettiği zaferdir. Allah ve Resulü doğru söylemiştir» dediler. Bu, onların sadece imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı.»

[033.036]  Allah ve Rasulü bir şeye hükmettiği zaman; ne mü'min erkekler için ne de mü'min kadınlar için artık işlerinde bir seçme hakkı olamaz. Kim de Allah'a ve Resulüne isyan ederse; şüphesiz ki apaçık bir sapıklıkla sapmış olur.

Ahzab s. 36. ayetinde "Allah ve Rasulü bir şeye hükmettiği zaman" cümlesinin arapça orjinal metni " İze gadallahü ve resuluhu" olup , eğer Allah ve elçisi birbirinden ayrı olarak hüküm koyuculuğu kast edilmiş olsaydı "gada" kelimesi tekil olarak değil, ikili bir kullanım olması gerekirdi.

[002.279]  Şayet böyle yapmazsanız, Allah'a ve Rasulüne karşı savaş-açtığınızı bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. (Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne de zulme uğratılmış olursunuz.

Faiz konusu ilgili olan ayetin devamı olan bu ayette Allaha savaş açmanın anlamı, onun resulü aracılığı ile bildirdiği faizin haram olduğu beyanına aykırı işlem yapmak değil midir?.

[004.100] Her kim, Allah yolunda hicret ederse; yeryüzünde bereketli yer ve genişlik bulur. Allah'a ve Rasulüne hicret ederek evinden çıkan kimseye ölüm gelirse; onun ecrini vermek Allah'a düşer. Ve Allah, Gafur'dur, Rahim'dir.

Nisa s. 100. ayetinde " Allah'a ve Rasulüne hicret ederek" ifadesinde , Allah'a hicret etmenin keyfiyetini bu iddia sahipleri acaba nasıl açıklayacaklardır?. "Resule hicret" Medine ye hicret olarak izah edilebilir , ancak "Allah'a hicret" i nasıl açıklayacağız?.

[004.136]  Ey iman edenler, Allah'a, Resulüne, Resulüne indirdiği Kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, kuşkusuz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır.
[009.001]  Müşriklerden muahede yaptıklarınıza; Allah ve Rasulünden bir ihtardır:
[009.024]  De ki: «Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resulünden ve O'nun yolunda cihd etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.
[009.065]  Onlara sorarsan, andolsun: «Biz dalmış, oyalanıyorduk» derler. De ki: «Allah ile, O'nun ayetleriyle ve Resulüyle mi alay etmekteydiniz?
[009.080]  Sen, ister onlar için bağışlanma dile ya da istersen onlar için bağışlanma dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz. Bu, gerçekten onların Allah'a ve Resulüne (karşı) nankörlük etmeleri dolayısıyladır. Allah fasıklar topluluğuna hidayet vermez.
[009.084] Onlardan ölen hiçbir kimsenin üzerine salat etme ve kabri başında dua etmek üzere durma! Çünkü onlar Allah’ı ve Resulünü tanımadılar ve yoldan çıkmış olarak öldüler.
[009.091]  Allah'a ve Resulüne karşı 'içten bağlı kalıp hayra çağıranlar' oldukları sürece, güçsüz-zayıflara, hastalara ve infak etmek için birşey bulamayanlara bir sorumluluk (günah) yoktur. İyilik edenlerin aleyhinde de bir yol yoktur. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.

[024.048]  Aralarında hükmetmesi için onlar Allah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman, onlardan bir grup yüzçevirir.
[024.051]  Aralarında hükmetmesi için, Allah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman mü'min olanların sözü: «İşittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır.

"Nur s. 48. ve 51. ayetinde hüküm için Allah'a ve resule çağrılmanın keyfiyeti nasıl olacaktır ?" , sorusunun cevabı, "Onun elçisine indirdiği kitabın hükmüne çağrılmaktır" şeklinde bir cevaptan başka bir şey olabilir mi ?.

[024.062]  Mü'minler o kimselerdir ki, Allah'a ve Resulüne iman edenler, onunla birlikte toplu(mu ilgilendiren) bir iş üzerinde iken, ondan izin alıncaya kadar bırakıp-gitmeyenlerdir. Gerçekten, senden izin alanlar, işte onlar Allah'a ve Resulüne iman edenlerdir. Böylelikle, senden, kendi bazı işleri için izin istedikleri zaman, onlardan dilediklerine izin ver ve onlar için Allah'tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
[033.031]  Sizden her kim de Allah'a ve Rasulüne boyun eğip salih amel işlerse; onun mükafatını da iki kat veririz. Hem Biz, ona cömertçe bir rızık da hazırlamışızdır.
[048.009]  Ki Allah'a ve Resulüne inanasınız O'nun dinini destekleyesiniz. O'na saygı gösteresiniz ve sabah akşam O'nu tesbih edip şanını yüceltesiniz.
[048.013]  Kim Allah’a ve Resulüne inanmazsa bilsin ki Biz kâfirlere alevli ateşler hazırladık.

[049.001] Ey imân etmiş olanlar! Allah'ın ve Resûlünün önüne geçmeyiniz ve Allah'tan korkunuz. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ bihakkın işiticidir, bilendir.

Hucurat s. 1. ayetinde Allah'ın ve resulünün önüne geçmeyin emrinde , Allah'ın önüne geçmemek nasıl gerçekleşecektir?. Allah'ın önüne geçmemek , Kur'anın önüne geçmemek , resulün önüne geçmemek hadisin önüne geçmemek şeklinde mi değerlendirilecektir?.

[057.007]  Allah'a ve Resulüne iman edin. Sizi hâkim kıldığı, sizin yönetiminize verdiği şeylerden harcayın. Sizden, inanan ve harcayanlar için büyük mükafat vardır.
[058.004]  Buna imkan bulamayan kimse, temas etmeden önce aralıksız olarak iki ay oruç tutmalıdır. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur. Bu (hafifletme), Allah'a ve Resulüne inanmanızdan dolayıdır. Bunlar Allah'ın hükümleridir. Kâfirler için acı bir azap vardır.
[061.011]  Allah'a ve O'nun Resulüne iman ederseniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad ederseniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.

[064.008]  Artık Allah'a ve O'nun ResûIüne ve indirmiş olduğumuz nûra imân ediniz ve Allah yapar olduğunuz şeylerden haberdardır.

Teğabun s. 8. ayetine baktığımızda , Allah-resulü-nur şeklinde "ve" bağlacı ile ayrılmış olan 3 tane iman edilmesi gereken şey görmekteyiz. bunlar saç ayağı gibi birbirleri ile bağlı olan 3 şey olup , birbirlerinden ayrı değillerdir. Allah , resulü aracılığı ile bizlere nur indirerek doğru yolu bulmamızı sağlamaktadır. Resul burada , inen nur'un tebliğ edicisidir

[007.158]  De ki: ey insanlar! Haberiniz olsun ben size, sizin hepinize Allahın Resulüyüm, o Allah ki bütün Semavat-ü Arzın mülkü onun, ondan başka ilâh yok, hem diriltir hem öldürür, onun için gelin iyman edin Allaha ve Resulüne, Allaha ve Allahın bütün kelimatına iyman getiren o ümmî nebiye, ve ittiba' edin ona ki bu hidâyete erebilesiniz

[004.013]  İşte bunlar; Allah'ın hudududur. Kim, Allah'a ve O'nun elçisine itaat ederse; Allah onu, altından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. İşte bu; en büyük kurtuluştur.

[004.014]  Ve kim de Allah'a ve resulüne isyan eder, hududunu tecavüz ederse onu da içinde ebedî kalmak üzere bir ateşe sokar ve onun için zillet verici bir azab vardır.

Nisa s. 14. de " Allah'a ve resulüne isyan eder, hududunu tecavüz ederse" cümlesinde "Hududehu" kelimesi Allah ile sınırlandırılmıştır. Eğer Muhammed (a.s) ın yasa koyuculuk gibi bir yetkisi olsaydı "hududehu" yerine, ikili bir kullanım olan "hududehüma" kullanılması gerekirdi.

[005.033]  Allah'a ve Resulüne karşı savaş açanların ve yer yüzünde bozgunculuğa çaba harcayanların cezası, ancak öldürülmeleri, asılmaları ya da elleriyle ayaklarının çaprazca kesilmesi veya (o) yerden sürülmeleridir. Bu, onlar için dünyadaki aşağılanmadır, ahirette de onlar için büyük bir azab vardır.
[008.001]  Sana savaş-ganimetlerini sorarlar. De ki: «Ganimetler Allah'ın ve Resulündür. Buna göre, eğer mü'minlerseniz Allah'tan korkup-sakının, aranızı düzeltin ve Allah'a ve Resulü'ne itaat ediniz.»
[008.012-13]  Rabbin meleklere, «Ben sizinleyim, inananları destekleyin» diye vahyetti. «Ben inkar edenlerin kalblerine korku salacağım, artık vurun onların boyunları üstüne, vurun her parmağına» dedi. Bu, tartışmasız, onların Allah'a ve Resulüne karşı baş kaldırmaları dolayısıyladır. Kim Allah'a ve Resulüne karşı baş kaldırırsa, hiç şüphesiz Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.

[008.020]  Ey iman edenler, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Siz de işitiyorken, ondan yüz çevirmeyin.

Enfal s. 8. ayetinde Allah ve resulüne itaat emredildikten sonra "o ikisinden" anlamına gelecek herhangi bir ifade bulunmamaktadır , "Anhü" (ondan) denilerek "Allah'tan yüz çevirmeyin" denilmektedir. Burada elçi , Allah adına konuşan kişi olduğu için resule itaatsizlik, ondan yüz çevirmek anlamına gelmektedir.

[008.046]  Allah'a ve Rasulüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da zaafa düşerseniz ve rüzgarınız gider. Sabredin, muhakkak ki Allah; sabredenlerle beraberdir.
[009.063]  Bilmezler mi ki: Kim, Allah'a ve Rasulüne karşı koymaya kalkışırsa; muhakkak ona, içinde ebedi kalacağı cehennem ateşi vardır. İşte bu, en büyük rüsvaylıktır.
[009.071]  Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliğe emreder, kötülükten sakındırırlar, salatı ikame ederler, zekâtı verirler ve Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
[009.090]  Bedevilerden özür bahane edenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah'a ve Resulüne yalan söyleyenler de oturdular kaldılar. Bunlardan kâfir olanlara acıklı bir azap isabet edecektir.
[009.107]  Zarar vermek, küfrü (pekiştirmek), mü'minlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah'a ve Resulüne karşı savaşanı gözlemek için mescid edinenler ve: «Biz iyilikten başka bir şey istemedik» diye yemin edenler (varya,) Allah onların şüphesiz yalancı olduklarına şahidlik etmektedir.

[024.052] Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse ve Allah'tan korkup O'ndan sakınırsa, işte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır.

Nur s. 52 de , Allah ve resule itaat emrinden sonra " o ikisinden sakınırsa" değil de , "ondan sakınırsa" ifadesi, resulun Allah adına konuşan birisi olduğunu göstermektedir.

[033.029] «Eğer siz Allah'ı, Resulü'nü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, artık hiç şüphe yok Allah, içinizden güzellikte bulunanlar için büyük bir ecir hazırlamıştır.»
[033.033] Evlerinizde vakarla-oturun (evlerinizi karargah edinin), ilk cahiliye (kadınları) nın süslerini açığa vurması gibi, siz de süslerinizi açığa vurmayın , salatı ikame edin, zekâtı verin, Allah'a Resulü'ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt, gerçekten Allah, sizden kiri (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.

[033.057] Gerçek şu ki, Allah'a ve Resulü'ne eziyet edenler; Allah, onlara dünyada da, ahirette de lanet etmiş ve onlar için aşağılatıcı bir azab hazırlanmıştır.

Ahzab s. 57. ayetinde , resulü inkar ederek ona eziyet etmek , Allah'a eziyet etmek ile birlikte anılmaktadır. Bir insan Allah'a eziyet edemeyeceğine göre , resule yapılan yanlışlıklar Allah'a yapılmış olmaktadır.

[033.071]  Tâ ki, sizin için amellerinizi ıslah etsin ve sizin için günahlarınızı yarlığasın ve her kim Allah'a ve resûlüne itaat ederse muhakkak ki, pek büyük bir zafere ermiş olur.
[048.017]  Kör olana güçlük (sorumluluk) yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana da güçlük yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse, (Allah) onu, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Kim de sırt çevirirse, onu acıklı bir azap ile azaplandırır.
[049.014] Bedeviler, dedi ki: «İman ettik.» De ki: «Siz iman etmediniz; ancak «İslâm olduk deyin. İman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah'a ve Resulü'ne itaat ederseniz, O, sizin amellerinizden hiç bir şeyi eksiltmez. Hiç şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.»
[058.005]  Allah’a ve resulüne karşı çıkanlar, kendilerinden önce böyle yapanlar, nasıl helâk edilmişlerse öylece helâk edilirler. Halbuki Biz onlara apaçık âyetler de indirmiştik. Kâfirler için zelil ve perişan eden bir azap vardır.
[058.013]  Gizli konuşmanızdan önce sadaka vermenizden ürküntü mü duydunuz? Çünkü yapmadınız, Allah sizin tevbelerinizi kabul etti. Şu halde salatı ikame edin, zekâtı verin ve Allah'a ve O'nun Resulüne itaat edin Allah, yapmakta oldularınızdan haberdar olandır.
[058.020] Allah'a ve resulune düşman olanlar, işte onlar en aşağıların arasındadırlar.
[058.022]  Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavim (topluluk) bulamazsın ki, onlar Allah'a ve Rasulüne karşı başkaldıran kimselere bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, isterse babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda ebedi olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.
[059.004]  Bu; onların Allah'a ve Rasulüne karşı gelmelerinden ötürüdür. Her kim Allah'a karşı gelirse; muhakkak ki Allah, azabı şiddetli olandır.
[059.008]  Bir de göç eden fakirlere aittir ki yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır, Allah'ın lütuf ve rızasını ararlar; Allah'a ve Resulüne yardım ederler. İşte doğru olanlar onlardır.
[072.023] Benim vazifem; ancak Allah katından olanı ve O'nun risaletlerini tebliğ etmektir. Kim, Allah'a ve Rasulüne isyan ederse; muhakkak ki onun için, cehennem ateşi vardır. Orada ebediyyen kalacaklardır.

"Allah ve resulü" şeklinde geçen ayetlerin hangisini okusak , "Elçi" sıfatına sahip kişinin , yer yüzünde Allah'ın mesajlarını ileten kimse olması nedeniyle , ona itaat etmek Allah'a itaat etmek ile aynileştirilmiştir. 

Muhammed (a.s) ın devlet başkanı veya ordu komutanı sıfatına sahip olması nedeniyle koyduğu hükümlerin, aynı Allah (c.c) nin  koyduğu hükümler ile aynı derecede olduğu gibi bir düşünce oluşturulmamış  olsaydı , yüzyıllardır süren ve sürecek olan bu fikir kargaşasının önü alınmış olabilirdi.

[004.080]  Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!

Nisa s. 80. ayeti , "Allah ve resul" ibaresinin birlikte geçtiği bütün ayetlerin anahtar ayeti mahiyetinde olup , bu ayette resule itaatin, Allah'a itaat olarak ifade edilmiş olması , "Resul" (elçi) sıfatına sahip kimselerin konumu hakkında bizlere bilgi vermektedir.

Allah (c.c) yer yüzünde insanlar içinden seçtiklerine , mesajını vahyederek, bu mesajı diğer kullarına iletmesini istemesi , bu elçilerin esas görevini oluşturmaktadır. Son elçi Muhammed (a.s) bu göreve sahip olanların sonuncusu olarak , kendisinden önceki elçilerin konumuna sahip bir kişidir. Biz Müslümanların , onun bu konumunu azımsayarak daha yukarılara çıkarma  arzusunun bir tezahürü olan, onun haram koyma yetkisinin olduğu düşüncesi , onun elçilik görevini hiçe sayarak ilah pozisyonuna sokmak anlamına gelmektedir.

Yaşayan insanlar üzerinde dini anlamda hüküm koymak, "İlahlık" yetkisine sahip olanın hakkıdır?.

"Allah'tan başka ilah yoktur" sözü her Müslümanın ağzında dolaşmasına rağmen, bu sözün gereği maalesef bir çok Müslüman tarafından hayata geçirilmemiş bir halde dillerde dolaşmaktadır. Muhammed (a.s) ın "Elçi" olduğu unutularak veya göz ardı edilerek , onun koymuş olduğu bir takım yasaklamaların aynı Allah (c.c) nin yasakları gibi olduğu düşüncesi , onu Allah (c.c) nin yanına ek ilah olarak oturtmak anlamına gelecektir.

"Ve" bağlacının Allah ve resulü birbirinden ayırdığı iddiası ,bu bağlacın kullanıldığı ayetleri  "Elçi" ve "İlah" kavramlarını dikkate alarak okuduğumuz zaman yapılan hatanın vehameti, açık ve net olarak ortaya çıkacaktır. 

Çünkü "Allah ve resulü" şeklinde yapılan bir kullanımın , amacı "Resul" sıfatına sahip olan bir kimsenin , yer yüzünde Allah (c.c) adına konuşma yetkisine sahip kimse anlamına gelmektedir. Bunun anlamı , Allah (c.c) nin bildirilerini onun adına, beşer cinsinden olan bir kimsenin tebliğ etmesidir. 

Bir çok ayette "Allah'a ve resulüne itaat edin" emrinin , "Resule itaat" kısmı bu gün "Hadislere itaat" şeklinde anlaşılmaktadır. Bu düşünce beraberinde bir çok problemi taşıması açısından hatalar içermektedir şöyle ki;

Hadisçiler arasında dahi bir hadisin sahih olup olmaması, kişisel krtierlere göre belirlenmekte olup , "A" hadisçisine göre sahih olan bir hadis , "B" hadisçisine göre sahih olmamaktadır. Eğer "Resule itaat hadislere itaat tir" dersek , bir hadisçinin sahih olarak gördüğü , diğer hadisçinin red etmesi onun resule itaat etmeyerek "Hadis inkarcısı" olması durumuna düşürecektir.

Muhammed (a.s) ın haram koyma yetkisi olduğu savunanlar , böyle bir yetkinin ona verilmediğini iddia edenleri tekfir ederek , onları "Kafir" olarak yaftalamaktadırlar. Eğer bir kimseyi "Kafir" olarak yaftalamak gerekirse, bu yetkinin ona verilmediğini iddia edenlerin değil , aksine bu yetkinin ona verildiğini iddia edenlerin bu yaftaya daha hak kazandığını söyleyebiliriz. Çünkü , ilah olarak sadece Allah (c.c) nin elinde olan bazı yetkileri elçisine vererek , elçiyi elçi olmaktan çıkararak , ilah seviyesine çıkaran bir düşünceye sahip olmak , bu düşünce sahiplerinin akidesini zedeleyecektir.

"Ve" bağlacının Allah ve Resulünü ayırdığını iddia edenlere şu ayetteki "Ve" bağlacının nasıl bir ayırıcılığa sahip olduğunu sorarız ; 

[029.015] Böylece biz onu da, gemi halkını da kurtardık (fe enceynahu VE eshabessefineti)ve bunu alemlere bir ayet (kendisinden ders çıkarılacak bir olay) kılmış oldu.

Ankebut s. 15. ayetine baktığımız Nuh VE gemi ashabının kurtarıldığını haber veren cümledeki "Ve" bağlacı Nuh'u gemi ashabından ayırmaktadır. Nuh (a.s) da geminin içinde olduğu halde o da gemi ashabından dı , hiç kimse kalkıp "Ve bağlacı ile ayrıldığına göre Nuh ayrı , gemi ashabı ayrı" diyemeyeceğine göre buradaki "Ve" bağlacı Nuh'u gemi ashabının dışına atan bir işleve sahip değildir. Dolayısı ile nasıl ki "Ve" bağlacı Nuh ve gemi ashabını birbirinden ayırmıyor ise , "Allah VE resülü" şeklindeki ifadelerdeki ve bağlacı da ayırıcı bir işleve sahip değildir.

Sonuç olarak ; Allah (c.c) kendi yetkisi dahilinde olan , kullarının nasıl bir düzen içinde yaşama gereğini , elçileri vasıtası ile bizlere bildirmiştir. Son elçi olan Muhammed (a.s) bu zincirin son halkası olup , kendisinden önceki diğer elçilerin yüklendiği vazifenin aynısını yüklenmiştir. Onun vefatından sonra onun bu konumu yerine , "Ehli hadis" fırkasının elçiyi yüceltme tezahürünün bir yansıması olarak , onun Allah (c.c) gibi haram koyma yetkisine sahip olduğu görüşü ortaya atılmıştır. 

Bu görüşün sağlamlaşması için bazı ayetler, bu düşünceyi tasdik edecek biçimde yorumlanarak bu düşünceye Kur'andan destek aranmasına gidilmiştir. "Allah VE resulü" şeklinde gelen ayetlerde ki "VE" bağlacının , bu düşüncenin destekçisi olduğu savunularak , "Allah ayrı resul ayrı hüküm koyabilir" denilmektedir. Bu düşünce ,"Elçi" olmak demenin ne anlama geldiğini bilmemenin bir tezahürü olarak ortaya atılmış bir düşünce olup , beraberinde bu söylemi destekleyenleri itikadi açıdan tehlikeli duruma düşürmektedir. 

Bu söylemin destekçilerinin , hadis kitaplarına verdikleri değeri gördüğümüzde , söylemek istediklerimiz daha net anlaşılacaktır. Rivayetlerin ayetleri gölgede bırakan bir şekilde öne çıkmış olması , "Hadisler vahiydir" söyleminin bir neticesi olup , belirleyici olarak ayet değil rivayetlerin dikkate alınması , ayetlerin bu rivayetleri destekler mahiyette te'vil edilmeye çalışılması bu düşüncenin geldiği boyutu göstermektedir.

Bu tür hatalı görüşlerin izale edilmesi , Kur'anın ön yargısız bir okumaya tabi tutulmasından geçmektedir. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

28 Eylül 2015 Pazartesi

Şeytan Kavramı ve Kur'anda Geçtiği Ayetler Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması

Şeytan , Kur'anın odak kavramlarından bir tanesi olup , istisnasız olarak yaratılan bütün insanları ilgilendiren ve onların hayatlarının her anında karşı karşıya oldukları tehlikenin sembolleştirilmiş ismi olup , "Uzaklaştı" anlamına gelen "Şe-ta-ne" kelimesinden türemiştir. Bu kavram Kur'anda,"İblis" adında bir kişilik üzerinden müşahhas hale getirilerek anlatılmış olup , bu şahsiyetin konuşmaları üzerinden anlatılan biz Ademoğullarına yapmayı vaad ettiği iğvalar ve ayak kaydırmaları bizlere okunarak ,"Şeytan" ve onların yandaşlarına karşı nasıl tavır takınılması gerektiği öğretilmektedir.   

[002.034]  Ve meleklere: «Ademe secde edin» dedik de İblis'ten başka (diğerlerinin tümü) secde ettiler. O ise, dayattı ve kibirlendi ve kâfirlerden oldu.
[002.035]  «Ey Adem! Eşin ve sen cennette kal, orada olandan istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz» dedik.
[002.036]  Şeytan oradan ikisinin de ayağını kaydırttı, onları bulundukları yerden çıkardı, onlara «Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz» dedik.

Kur'an ın farklı surelerine dağılmış olan bu kıssanın merkezinde , Adem ile eşinin ayağını kaydırmak isteyen İblis vardır. İsyan ettikten sonra onun adının artık "İblis" olarak değil , "Şeytan" olarak anılması dikkati çeken bir nokta olup asıl mesaj buradadır.  İblis'in konuşması üzerinden onun bizlerin ayağımızı kaydırmak için kullanacağı taktikler anlatılarak , Kur'an geneline yayılmış ayetlerde bu vaadini nasıl pratize ettiği ve insanları nasıl ayarttığı anlatılmaktadır.

[007.016-21]  «Beni azdırdığın için, and olsun ki, Senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, ardlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu Sana şükreder bulamayacaksın» dedi. Allah dedi ki; Çık oradan yerilmiş ve kovulmuş olarak! Andolsun ki, insanlardan kim sana uyarsa, onları ve sizi birlikte cehenneme dolduracağım.»«Ey Adem! Sen ve eşin cennette kalın ve istediğiniz yerden yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz.» Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: «Rabbinizin sizi bu ağaçtan menetmesi melek olmanız veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir.»«Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim» diye ikisine yemin etti.

[015.039-43]  (İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna. (Allah) Dedi ki: «İşte bu, bana göre dosdoğru olan yoldur.»«Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna.»«Ve Cehennem onların hepsinin toplanacağı yerdir.»

 [017.061-65]  Meleklere: «Adem'e secde edin» demiştik, İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o ise: «çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?» demişti.«Benden üstün kıldığını görüyor musun? Kıyamet gününe kadar beni ertelersen, and olsun ki, azı bir yana, onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım» demişti. Allah: «Haydi git! Onlardan sana kim uyarsa bil ki, cehennem hepinizin cezası olur, hem de tam bir ceza» dedi. «Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla haykırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun ama şeytan sadece onları aldatmak için vaadeder. Doğrusu Benim mümin kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin olamaz. Rabbin vekil olarak yeter.»

[020.117-121] Biz de (Âdem'e) şöyle demiştik: «Ey Âdem! Şüphesiz bu  sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun (sıkıntı çeker, perişan olursun).»Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak. Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın. Ama şeytan ona vesvese verip: «Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?» dedi.Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yedi, ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular. Adem, Rabbine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı.

[038.082-3]  İblis: «Öyle ise» dedi, «senin izzetine yemin ederim ki ben de onların hepsini şaşırtacağım. Ancak Senin ihlasa erdirdiğin kullar bundan müstesnadır.»

İblis adı verilerek müşahhaslaştırılan Şeytan, artık Ademe secde etmeyen bir kişiliğe  verilen isimden çok , İblis adlı bir karakter üzerinden Adem ve eşi üzerinde yaptığı iğvanın neye sebeb olduğu gösterilerek , insanları yoldan çıkarmaya yeltenen her türlü unsurun adı olmuştur. Şeytan ile ilgili ayetlerin tamamında ona uyanların akıbetlerinin cehennem olduğu beyan edilerek ondan sakınılması emredilmektedir. Bu yazımızda , Kur'anın "Şeytan" veya "Şeytanlık" olarak vasıflayarak bizleri sakındıran ayetlerinden örnekler vererek asıl mesajı anlamaya çalışacağız.

Müslümanlar olarak bu konudaki tartışma alanımız, şeytan ve onun bizlere karşı oynamak istediği oyunları görerek nasıl bir tavır içinde olmamız gerektiği iken , bu kıssa ile ilgili tartışma alanları genel olarak kıssanın bire bir yaşanmış bir kıssa şeklinde okunmasından kaynaklanan sorulara cevap şeklinde geçmektedir. Olayı sadece İblis adı verilen karakterin üzerinden okumaya çalışmak , pek çok tefsir problemini beraberinde getirmiştir. Olayı o karakter  üzerinden verilmek istenen mesaja yönelik okumalar yaparak anlamaya çalışmak ilgili ayetlerin daha kolay ve daha doğru anlaşılmasını sağlayacaktır.

 [004.116] Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse derin bir sapıklığa sapmış olur.

Şirk , Allah (c.c) nin yaşamakta iken tevbe ederek dönen hariç, bu hal üzere ölen kimse için bağışlamayacağı kadar büyük bir cürüm olup , Nisa s. 116. ayet sonrasındaki ayetlerde bu durumun şeytan ile ilişkisi kurulmaktadır. 

[004.117]  Onlar, O'nu bırakıp da (bir takım) dişilere taparlar. Onlar, o her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar.
[004.118]  Allah, onu lanetlemiştir. O da (şöyle) dedi: «Andolsun, kularından 'miktarları tesbit edilmiş bir grubu' (kendime uşak) edineceğim.
[004.119] «Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler» (dedi). Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.
[004.120]  Şeytan onlara vaadeder ve onları kuruntuya düşürür. Halbuki, şeytan onlara bir aldatmadan başka bir şey vaadetmez.
[004.121] İşte onların yeri cehennemdir; ondan kaçıp kurtulacak bir yer de bulamayacaklardır.

Bu ayetlerde ki şirk olgusunu anlayabilmek için , Mekke müşrik inancını hatırlamak gerekmektedir. Dişilere tapmak şeklindeki şirkleri Kur'anın bir çok yerinde geçmektedir . "Hayvanların kulaklarını yarmak" şeklindeki şirk amelleri Maide s. 103. ayetinde şöyle anlatılmaktadır. 

 [005.103] Allah ne bahîre, ne sâibe, ne vasîle, ne de hâm diye bir şey bildirmiştir. Fakat, o kâfirler bu inançlarını Allah’a mal ederek O’na iftira etmişlerdir. Onların ekserisinin akılları ermez.

 İnsanların yaşamı içinde tabi olacakları kuralları , Allah (c.c) dışında kimsenin tayin yetkisi yoktur. Şeytan , insanlara hile ve desiseler ile böyle kuralları Allah (c.c) nin değil kendilerinin tayin edebileceklerini fısıldar. Mekke müşrikleri işte böyle bir fısıldamaya tabi olarak kendi kafalarınca haram-helal tayin edip ,bu kuralı bazı hayvanlar için uygulayarak şeytana tabi olup , şirk işlemişlerdir. 

Bu şirk olgusunu evrenselleştirecek olursak , Allah (c.c) nin yetki alanı içinde olan ve kullarına bildirmiş olduğu kuralları hiçe sayarak bu kuralların karşısına , kul yapısı getirilen her türlü kural , şeytanın fısıltısının sonucu olup , akıbeti ebedi Cehennemdir.

 [002.208]  Ey müminler, bütün varlığınız ile İslâm'a (barışa) girin. Sakın Şeytanın izinden gitmeyin. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.

 Bu ayeti , Allah (c.c) nin İslam dan başka din arayanın ondan kabul olunmayacağı (3/85) , bize din olarak İslamı seçtiğini (5/3) beyan eden ayetler ışığında okuyacak olursak , bize seçilen hayat sisteminin Allah (c.c) tarafından tayin edildiği , bunu dışında başka sistemler ihdas etmenin şeytanın izinden gitmek olduğu , şeytanın bizlere böyle sistem önermesinin sebebinin, onun bizlere düşman olmasının bir sonucu olduğunu haber vermektedir.

 [002.267]  Ey İnananlar! Kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan sarfedin; iğrenmeden alamıyacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın. Allah'ın müstağni ve övülmeye layık olduğunu bilin.
[002.268] Şeytan sizi fakirlikle korkutarak cimriliği ve hayasızlığı emreder; Allah ise kendisinden mağfiret ve bol nimet vadeder. Allah'ın lütfü boldur, O her şeyi bilir.

 İnfak konusunda Kur'anda bir çok ayet beyan edilmiştir. Şeytan yine bu konuda devreye girerek , insanı infak etmekten alı koymak ister , ve böyle bir cimriliğin şeytan iğvası olduğu hatırlatılmatadır.

 [004.038] Mallarını insanlara gösteriş için sarfedip, Allah'a ve ahiret gününe inanmayanları da Allah sevmez. Şeytanın arkadaş olduğu kimsenin ne fena arkadaşı vardır!

Mal infak etmek şeklindeki amel, sadece Allah (c.c) nin rızasına nail olmak değil de , başkalarına gösteriş olmak için yapılırsa, bu yapılan infakın kabule şayan olmadığı , çünkü böyle bir infakı yapanların şeytan ile dost oldukları vurgulanmaktadır. 

[004.060]  Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.

Nisa s. 60. ayetinde , "İman ettim" demelerine rağmen bu imanlarının gereklerini yerine getirmeyerek "Tağut" kelimesi ile ifade edilen , "Allah (c.c) ye karşı azgınlaşarak ona alternatif din uyduranlara ve onların hükümlerine tabi olmak isteyenlerin bu tür arzular içine girmesine yine  şeytan ın sebeb olduğu beyan edilmektedir. 

[004.076] İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkar edenler ise tağut yolunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın, esasen şeytanın hilesi zayıftır.

Bu ayette , "Allah yolu" ve "Tağut yolu" adında iki yoldan bahsedilerek , tağut yolunda savaşanlar "Şeytan dostu" olarak vasıflandırılmaktadır. 

 [005.090]  Ey İnananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve salattan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?

Maide s. 90. ayetinde bahsedilen unsurların , "Şeytan ameli" yani bunları iman etmiş bir kişinin yapmaması gerektiği , bu amelleri teşvik eden ve yapılmasını isteyen kim olursa olsun adının "Şeytan" olduğu , bu amelleri işletme sebebinin düşmanlık ve kin sokmak , salat ve zikirden alıkoymak olduğu beyan edilmektedir. 

 [006.071]  De ki: «Biz hiç Allah'ı bırakıp da bize ne fayda, ne de zarar vermeyecek nesnelere yalvarır mıyız? Ve Allah bizi hidayetine kavuşturmuş iken ardımıza (şirke) döner miyiz? Arkadaşları, bize gel, diye doğru yola çağırdıkları halde yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp, şeytanların ayartarak uçuruma çektikleri o avanak kimse gibi. De ki: «Allah'ın hidayet yolu doğru yolun ta kendisidir. Ve biz alemlerin Rabbine teslimiyet göstermekle emrolunduk.»

Ayet şirk'e düşme halini bir misal ile anlatmaktadır şöyle ki ; Doğru yola çağrıldığı halde , bu çağrıya kulak vermeyerek , kendisine şirk temeline dayalı bir inanç çağrısına icabet etmenin uçuruma düşmek olduğu , böyle bir duruma aklını kullanan birisinin düşmeyeceği belirtilmektedir. 

 [006.121] Üzerlerine Allah'ın adı anılmamış olanlardan yemeyin; çünkü o, kesinlikle Allah'ın emrinden çıkmaktır. Bununla birlikte şeytanlar kendi dostlarına sizinle tartışmaları için mutlaka telkinde bulunacaklardır. Eğer onlara uyarsanız, şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlardan olursunuz.

Bu ayet, arap cahiliyesinde hakim olan şirk düşüncesinin, yakınlık kastı ile kesilen hayvanlar üzerinden nasıl işletildiğini anlatmaktadır. Allah (c.c) dışında kulluk ettikleri için kestikleri hayvanlar üzerine o kulluk ettiklerinin adlarını anarak onları tazim etmek sureti ile düşülen şirk'in müsebbibinin şeytan olduğu ifade edilerek onlara uyulmaması gerektiği hatırlatılmaktadır. 

 [007.26-27] Ey Âdemoğulları, size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Hayırlı olan, takva elbisesidir. İşte bu(nlar), Allah'ın âyetlerindendir, belki düşünüp öğüt alırlar.
Ey Ademoğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları sizi görürler. Biz şeytanları, inanmayanlara dost kılarız.

Ayet , mecazi bir anlatım üslubu dahilinde , Allah (c.c) bizlere korunmamız için indirmiş olduğu vahyi bir elbiseye benzeterek , şeytanın bütün amacının bizleri böyle bir elbiseden soyundurup ,  çıplak kalmamızı yani vahiyden yoksun bir hayat sürmemizi amaç edindiğini haber vererek, bu elbiseyi üzerimizden çıkardığımız takdirde ,babamız Adem gibi ayağımızın Cennetten kayacağını haber vermektedir.

[007.175]  Onlara, şeytanın peşine takdığı ve kendisine verdiğimiz ayetlerden sıyrılarak
azgınlıklardan olan kişinin olayını anlat.
Buyurularak başlayan ayetin devamında , şeytanın peşine takılma yolunun nasıl olduğu haber verilmektedir. 

 [007.176] Eğer dileseydik Biz onu ayetlerle yükseltirdik, fakat o, yere alçaklığa saplandı ve hevasının ardına düştü. Artık onun hali, o köpeğin haline benzer ki, üzerine varsan dilini sarkıtıp solur! İşte böyledir ayetlerimizi inkar eden o kimselerin durumu; kıssayı kendilerine bir naklet, belki biraz düşünürler.

Allah (c.c) nin ayetlerini hayatında gereği gibi yaşamayan, hevasını ilah edinen bir yaşam süren insanın durumu bir misal ile beyan edilmektedir. Allahın ayeti derken sadece elçiler aracılığı ile inen kitaplardaki ayetlerin anlaşılmış olması , "Ayet" kavramının anlamını daraltıcı bir düşünce olup , bu kavram Allah (c.c) nin yarattığı her şeyi kapsamına almaktadır. "Kevni ayetler" olarak bildiğimiz ayetleri okumanın kitabi ayetleri okumak gibi farz olduğu , ayetler arasında ayırım yaparak yapılan okumanın , biz Müslümanların bu gün içinde bulunduğu durumun bir sebebi olduğunu kısaca hatırlatmak isteriz. 

 [007.200-1] Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. Allah'tan korkanlar şeytandan gelen bir dürtmeye bir kışkırtmaya uğradıklarında, Allah'ın uyarılarını hatırlar ve hemen gerçeği görürler.
[041.036]  Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın; doğrusu O, işitendir, bilendir.
[023.097-98]  De ki: «Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından Sana sığınırım.»«Rabbim! Yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım.»

"Vesvese" denilen fısıldama şekli, insana yanlış şeyler yapmayı teşvik eden bir unsurdur. Her insan böyle teşvike müsait bir yapıda yaratılmıştır. Her an için içine yanlış şeyleri yapmasını isteyen duygular hakim olmakta olan insanın böyle duygular geldiği ana hemen bunun şeytan iğvası olduğunu bilerek yanlışı değil doğruyu yapmayı emreden Rabbine iltica etmesi emredilmektedir. "Kur'anın ana mesajı nedir ?" şeklinde sorulan bir soruya , "Şeytandan Allah (c.c) ye nasıl sığınılacağını öğretmesidir" denilse sanırım yanlış bir cevap olmayacaktır.

 [008.047]  Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan men edenler gibi olmayın. Allah onların işlediklerini her yönüyle bilendir.O vakit şeytan kendilerine yaptıklarını güzel göstermiş ve: «Bugün insanlardan size galip gelecek yok ben de sizi destekliyorum.» demişti. Fakat iki ordu karşılışınca ardına dönüverdi ve: «Ben kesinlikle sizden uzağım, sizin göremeyeceğiniz şeyleri görüyorum ve ben Allah'tan korkarım. Öyle ya, Allah'ın cezalandırması çok şiddetlidir.» dedi.

Bu ayette , Bedir harbi öncesi müşrik ordusunun hali anlatılmaktadır. Mü'minlere karşı savaşmaya olan isteklerini onlara  şeytan'ın güzel gösterdiğini , ancak kendilerine süslü gösterilen bu amelin aslında bir nevi şeytan tarafından şatışa getirilmek olduğu anlatılmaktadır. Yani şeytan iğvasına kapılarak ameller işleyenler aslında onun tarafından satışa getirilmekte ve yaptırdığının yanlış olduğunu kendisinin bildiği gibi bir durum çizilerek insanları bir nevi enayi yerine koyduğu anlatılmaktadır.

 [012.005]  Babası şunları söyledi: «Oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır».
 [012.100] Ana babasını tahtın üzerine oturttu, hepsi onun önünde (Allah'a secde edip) eğildiler. O zaman Yusuf: «Babacığım! İşte bu, vaktiyle gördüğüm rüyanın çıkışıdır; Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabbim bana pek çok iyilikte bulundu. Doğrusu Rabbim dilediğine lütufkardır, O şüphesiz bilendir, Hakim'dir» dedi.

 Yusuf as. 5 ila 100. ayetler arasında geçen zaman içinde Yusuf (a.s) ın başına gelenlere sebeb olan kardeşleri için arayı şeytanın bozduğu ifade edilmektedir. Yusuf'un kardeşlerine , ona böyle bir kötülük yapması için vesvese verenin şeytan olduğu belirtilerek , bu tür yapılan kötülüklerin şeytan işi olduğu bizlere bildirilmektedir. Yusuf (a.s) ın , kardeşlerinin kendisine yapmış olduğu bu hatayı şeytana yükleme sebebi kardeşlerine karşı bir alicenaplıktır. Kardeşlerinin yaptığı hatayı şeytan olgusuna yükleyerek ortada tevbe edildiğinde af olan bir hata olduğunu bizlere anlatmaktadır.

 [014.022] İş olup bitince, şeytan: «Doğrusu Allah size gerçeği söz vermişti. Ben de size söz verdim ama, sonra caydım; esasen sizi zorlayacak bir nüfuzum yoktu; sadece çağırdım, siz de geldiniz. O halde, beni değil kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Beni Allah'a ortak koşmanızı daha önce kabul etmemiştim; doğrusu zalimlere can yakan bir azap vardır» der.

İbrahim s. 22. ayetinde kıyamet gününden bir kesit sunulmaktadır . Şeytan tarafından aldatılarak Cehenneme girmeye hak kazanan  kişilere hitaben, şeytanın onları dünya hayatında iken  nasıl satışa getirdiği , enayi yerine koyduğunu hatırlatarak , şu anda dünya hayatında yaşamakta olan bizlere , şeytanın oyunlarına boyun eğdiğimiz takdirde onun tarafında satışa getirilip enayi yerine konulduğumuz hatırlatılmakta ve yol yakınken bu yanlıştan dönülmesi istenmektedir.

[015.016-8]  Gerçekten Biz, gökte burçlar yarattık ve onları seyredenler için yıldızlarla süsledik. Hem onu kovulmuş her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ışık kovalar.
[067.005]  And olsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onları şeytanlar için taşlamalar yaptık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.

Gökyüzünün şeytan dan korunduğunu ifade eden bu ve başka surelerdeki ayetler , vahyin iniş sürecinde ona Allah (c.c) den başka herhangi birisi tarafından harici bir ilavede bulunulmadığını , Muhammed (a.s) a inen vahyin katışıksız ve saf olduğu ifade edilmektedir.

[016.063]  Andolsun Allah'a, senden önceki ümmetlere de (peygamberler) gönderdik, fakat şeytan onlara yapıp ettiklerini süslü-göstermiştir; bugün de onların velisi odur ve onlar için acıklı bir azab vardır.

Allah (c.c) tarafından kendilerine gönderilen elçileri red ederek, vahye karşı cephe alanların bu amellerine sebeb olan şeyin kendilerini aldatarak vahyi çirkin , inkarlarını güzel gösteren şeytana tabi olanların , kıyamet günü yanlarında Allah (c.c) yerine şeytanı bulacakları yani hep birlikte Cehenneme yuvarlanacakları beyan edilmektedir. 

[016.098]  Kuran okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.

Bu ayet sadece Kur'anı sesli olarak okumaya başlarken euzu besmele çekilmesini değil , okunarak anlaşılması noktasında meydana gelen yanlış okumaların izalesi veya böyle bir durum meydana gelmemesi için zihnin sadece Allah (c.c) ye has kılınmasını emretmektedir. Bu ayeti , özellikle tarih boyunca vahyi kendi hevalarına uydurmak için yapılan okumaları dikkate alarak okuduğumuzda, ayetin ne kadar önemli bir noktaya dikkat çektiği anlaşılacaktır. Her türlü ön yargıdan arınmış bir şekilde, sadece Allaha sığınarak okunan kitap bizleri doğru yola götürecektir.

[017.026-27]  Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver; elindekileri saçıp savurma. Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.

Ayet, kişinin elinde olan varlığın sadece kendisinin olmadığı , ihtiyacı olanların da bu varlıkta hak sahibi olduğu , bunun bilincinden uzak yapılan yanlış harcamaların Rabbine karşı nankör olan şeytanla kardeş olmak anlamına geldiğini vurgulamaktadır. 

[017.053]  İnanan kullarıma söyle, en güzel şekilde konuşsunlar. Doğrusu şeytan aralarını bozmak ister. Şeytan şüphesiz insanın apaçık düşmanıdır.

Bu ayet , iman edenlerin arasında her zaman bozgunculuk çıkarmak isteyen şeytanların , bu bozgunculuğu çıkarmak için , iman edenler arasındaki bazı sürtüşmeleri koz olarak kullanabilecekeri dikkat çekilerek , kimsenin eline böyle bir koz verilmemesi , bunun içinde iman edenlerin birbirleri ile söz ve davranış bakımından en güzel yollarla iletişim kurmaları emredilmektedir. 

 [018.063]  O da: «Bak sen! Kayalığa vardığımızda balığı unutmuştum. Bana onu hatırlamamı unutturan ancak şeytandır. Balık şaşılacak şekilde denizde yolunu tutup gitmiş» dedi.
 [012.042]  İkisinden, kurtulacağını sandığı kimseye Yusuf: «Efendinin yanında beni an» dedi. Ama şeytan efendisine onu hatırlatmayı unutturdu ve Yusuf bu yüzden daha birkaç yıl hapiste kaldı.

Bu iki ayette unutulmanın şeytana mal edilme sebebi , o kişilerin böyle bir unutmayı bilerek garez olsun diye yapmadıkları, bu yüzden herhangi bir sorumluluk altında tutulmayacaklarını göstermek içindir.

[019.044-45]  Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah'a âsi oldu.«Babacığım! Doğrusu sana Rahman katından bir azabın gelmesinden korkuyorum ki böylece şeytanın dostu olarak kalırsın.»

İbrahim (a.s) ın babasından talep ettiği şey , babasının Allah (c.c) dışında kulluk etmekte olduklarının şeytana kulluk demek olduğu ve şeytanın Allaha asi olduğu , dolayısı ile ona kulluk edenlerin de Allah a karşı asi olmak anlamına geldiği ve bu asilik cezasının ebedi Cehennem olduğu hatırlatılmaktadır. 

 [019.66-68] İnsan: «Ben öldüğümde mi diriltileceğim?» der.Bu insan kendisi önceden bir şey değilken onu yaratmış olduğumuzu hatırlamaz mi? Rabbine and olsun ki Biz onları mutlaka uydukları şeytanlarla beraber haşredeceğiz. Sonra cehennemin yanında diz çöktürerek hazır bulunduracağız.

Ahireti red eden bir düşünce temeline dayalı hayat tarzını empoze edenlerin şeytan olduklarını ifade eden ayet , bu şeytanlar ile bunlara inananların cehennem ile karşılık göreceklerinin beyan etmektedir. 


 [019.083]  Görmedin mi, biz gerçekten şeytanları, küfre sapanların üzerine gönderdik, onları tahrik edip kışkırtıyorlar.

 Ayet küfre sapanların bu amelleri işleme sebeblerinin , onların şeytanlar ile yakın temasta bulunmaları sebebi ile olduğunu beyan etmektedir. Ayeti ,kişinin küfre sapma konusunda herhangi bir iradede bulunmamasına rağmen sadece Allah (c.c) böyle istediği için şeytanların o kişiye musallat olduğu yönünde okumak yanlıştır. Allah (c.c) kullarına seçme özgürlüğü tanıyarak hangi yolda seçim yaptılarsa o yolu onlar için açmaktadır. 

 [021.81-82] Bereketli kıldığımız yere doğru, Süleyman'ın emriyle yürüyen şiddetli rüzgarı, onun buyruğuna verdik. Biz herşeyi biliyorduk.Dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören şeytanlardan da onun buyruğu altına verdik. Onların hepsini gözetiyorduk.
 [038.035-37]  Süleyman: «Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver; Sen şüphesiz, daima bağışta bulunansın» dedi.Bunun üzerine ona rüzgârı müsahhar ettik, emriyle istediği yere yumuşacık cereyan ederdi Şeytanları da. Her bina ustasını ve dalgıcı da.

 Cin ve şeytanların Süleyman (a.s) ın emrine verilmesinin anlamı üzerinde müstakil bir başlık altında değerlendirme yapmaya çalışmıştık , kısaca söylemek gerekirse ; Süleyman (a.s) elinde büyük bir güç bulundurması nedeniyle her an için azgınlık yapma imkanı olanları dahi kontrol edebilecek bir yapıyı kurmuş bulunmaktaydı. Bu şeytanlar insan harici bir unsur olmayıp şeytanlaşmış insanlar olup her devir ve her ülke içinde bu türler bulunmakta olup asıl önemli noktanın bunları adil bir biçimde bertaraf etmek ve azgınlık yapmalarına müsade etmeyecek sosyal , ekonomik ve askeri yönden kuvvetli bir yapı oluşturmaktır.

[022.3-4]  İnsanlardan kimileri de Allah hakkında bilgisizce tartışır da her kaypak şeytanın ardına düşer. Onun hakkında şöyle yazılmıştır: O kendisini dost edinen kimseyi saptırır ve alevli azaba götürür.

Hacc. suresinin bu ayetlerini anlamak için aynı surenin 8. ayetinde " İnsanlardan kimi de vardır ki ne bir bilgiye, ne bir delile, ne de aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışır." şeklindeki beyanı dikkate almak gereği vardır. Bu ayette, Allah hakkında konuşmak için gerekli olan bilgilerin, ayette "Hüden" ve "Kitabin münirin" olarak tavsif edilen bir kaynak tan gelen bilgiler ,yani "Kur'an" ışığında olması gerektiği , bu kitap baz alınmadan yapılan konuşmaların, şeytanın peşine takılmak olduğu ve şeytana uyan her kişininde sapıtacağı ve sonunun alevli azap olacağı beyan edilmektedir.

[022.52-53]  Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi yoktur ki, birşeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Fakat Allah, şeytanın attığını derhal iptal eder, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.Allah şeytanın karıştırdığını, kalblerinde hastalık bulunan ve kalbleri kaskatı olan kimseleri sınamayı vesile kılar. Zalimler şüphesiz derin bir ayrılık içindedirler.
[006.112]  Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.

Bu ayetleri , tarih boyunca gelen elçilerin çağrılarına karşı en amansız bir biçimde karşı koymaya çalışan müşrikleri anlatan ayetleri hatırlayarak okuduğumuzda daha kolay anlamak mümkündür. Bu elçilere karşı gelme sebebini ins ve cin şeytanlarının o insanları iğva etmesi sonucu olduğu ve bu karşı gelişlerinin o müşriklerinin serbest iradelerini kullanarak yapıldığı yani bilerek ve isteyerek bir karşı çıkış olduğu beyan edilmektedir.

[024.021]  Ey İnananlar! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına takılırsa, bilsin ki, o, hayasızlığı ve fenalığı emreder. Allah'ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır. Allah işitir ve bilir.

Bu ayette , hayasızlığı ve kötülüğü yapmaya teşvik eden her kişi ve unsur "Şeytan" olarak vasıflandırılarak onlara ayak uydurulmaması emredilmektedir. Bu şeytanlardan kurtulmanın yegane yolu, Allah (c.c) nin rahmetine ve merhametine sığınmak olduğu vurgulanarak , temize çıkmanın yolunun ondan geçtiği vurgusu yapılmaktadır.

[025.027-9] O gün, zalim kimse ellerini ısırıp: «Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı dost edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kuran'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor» der.

Bu ayetlerde , hesap gününden bir kesit sunularak , dünya hayatında resullerin yolunu takip etmeyerek , resullere düşman olan şeytanları dost edinerek Kur'an dan saptırılmış, böylece cehenneme girmeyi hak etmiş olan birisinin pişmanlıkları anlatılarak, böyle bir pişmanlık yaşamamak için , elçilerin yolunun izlenmesi , onlara düşman olan şeytanların dost edinilmemesi gerektiği hatırlatılmaktadır.

[027.023-24] Gerçekten, onlara (Sebe'lilere) hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.

Süleyman (a.s) kıssası içinde geçen bu ayetler , Sebe ülkesinin hükümdarı ve halkının Allah (c.c) dışındakilere secde ederek şirk işledikleri ve bu şirk'i işlemlerine sebebin "Şeytan" olduğu vurgulanmaktadır. Güneşe secde etmek şeklinde yapılan şirk'in bize dönük okumasını yaptığımızda , secde edilmesi , yani emirlerinin hayat içinde geçerli olması gereken yegane varlığın Allah (c.c) olması bunun dışında yapılan secdenin yani itaat uygulamalarının "Şeytan" iğvası olduğu belirtilmektedir. Sebe ülke halkının tapmış olduğu güneş objesinin bu günkü karşılığını , Allah (c.c) nin dışında kulluk edilen her türlü şirk unsuru olarak söyleyebiliriz.

[028.015-16]  Musa, halkının haberi olmadığı bir zamanda, şehre girdi. Biri kendi adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı döğüşür buldu. Kendi tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Musa, onun düşmanına bir yumruk vurdu; ölümüne sebep oldu. «Bu şeytanin işidir; çünkü o apaçık, saptıran bir düşmandır» dedi.Ey Rabbim, doğrusu ben kendime yazık ettim, artık bağışlamanla benim suçumu ört! dedi. O da onu bağışladı. Gerçekten O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

 Musa (a.s) ın kavga eden iki kişiyi ayırmak için araya girmesi sonucu kazaen işlemiş olduğu cinayet için söylediği söz ve ardından tevbe etmesi , şeytan iğvası sonucu yapılmış bir işin ardından tevbe edilmesi gereğini , ve bu tevbenin kabul edileceğini haber vermektedir.

[029.038]  Ad ve Semud kavmini de. Bunu, oturdukları yerlerden anlamaktasınız. Şeytan kendilerine yaptıkları şeyleri güzel göstermişti de onları doğru yoldan alıkoymuştu. Halbuki kendileri bunu anlayacak durumda idiler.

Allah (c.c) nin helak ettiği kavimlerden olan Ad ve Semud'un helak olma sebebini hatırladığımızda , buna sebeb olanın bu yaptıklarını onlara süsleyerek güzel gösteren şeytan olduğu , halbuki onların bu yaptıklarının çirkin olduğunu bilmelerini sağlayan bilgilerin kendilerine geldiği halde, bunları kulak arkası ederek şeytanın peşine takıldıkları beyan edilmektedir.

[031.021]  Onlara, «Allah'ın indirdiğine uyun» denince: «Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız» derler. Ya şeytan, babalarını alevli ateşin azabına çağırmışsa?

Allah (c.c) nin kitabına davet edildiği halde red edenlerin büyük çoğunluğu bu gün dahi kendilerinin tabi olduğu kimselerin düşünce , söylem ve eylemlerinin kitaba uymasa bile onlar için belirleyici kaynak olduğu iddiasını dile getirmektedirler. Bu yolda gidenlerin düşüncelerini belirleyen unsurun , "Şeytan" olduğu belirtilerek bu yolun sonunun alevli azab olduğu hatırlatılmaktadır. 

 [034.20-21]  And olsun ki İblis, onlar hakkındaki görüşünü doğru çıkartmış; inananlardan bir topluluk dışında hepsi ona uymuşlardı.Oysa İblis'in onlar üzerinde bir nüfuzu yoktu; ama Biz ahirete inanan kimselerle ondan şüphede olanları, işte böylece ortaya koyarız. Rabbin her şeyi gözetip koruyandır.

 Bu ayetler , Sebe s. 15. ayetten itibaren başlayan bir konunun sonuç ayetleridir. Kendilerine verilen refaha karşılık şükür görevini yerine getirmeyerek nankörlük eden Sebe ülkesi halkının başına gelenlerin anlatıldığı ayetlerde, bu halkın bu sona uğramasının sebebinin İblis olduğu ve onun Adem kıssasındaki vaadlerinin Sebe halkı örneğinde nasıl pratize ettiği anlatılmaktadır. Kendilerine verilen nimete karşı nankörlük eden her kişi , ülke v.s İblisin onlara nankörlük yolunda yapmış olduğu iğva sonucunda bunları yaptıkları beyan edilmektedir.

[035.5-6]  Ey insanlar! Allah'ın vâdi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın! Şeytan şüphesiz sizin düşmanınızdır; siz de onu düşman tutun; o, kendi taraftarlarını, çılgın alevli cehennem yaranı olmaya çağırır.

Şeytan'ın insanları ateş yaranı etme yollarından birisi, onları Allah ile kandırmasıdır. Samiri karakterli insanların , Allah (c.c) nin dinine bir avuç doğru katarak , o doğruları yem mesabesinde kullanmaları sonucunda bir çok insan bunlara tabi olarak maalesef cehennem yaranı olmaktadır.

[036.059-61] Allah şöyle buyurur: Ey suçlular! Bugün  ayrılın. Ey insanoğulları! Ben size, şeytana tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır, Bana kulluk edin, bu doğru yoldur, diye bildirmedim mi?

Yasin suresi ayetlerinde , dünya hayatında iken kendisine gelen bilgilere sırt çevirerek , şeytan ile arkadaş olan kimsenin, ahiretteki halinden bir kesit sunularak , yol yakınken elçiler ile gelen bilgileri dikkate alıp, kime kulluk edeceğimiz veya etmeyeceğimizi bilerek bir yaşam sürmemiz gereği hatırlatılmaktadır. 

[037.062-5]  «Sonuç olarak böylesi bir mutluluk mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zalimler için bir dert ve azap yaptık. O öyle bir ağaçtır ki cehennemin ta dibinden çıkar. Meyveleri: sanki şeytanların başları!»

Saffat suresinin bu ayetlerinin öncesindeki cennet ile ilgili ayetlerden sonra bunlar buyurularak , tercihte bulunulması istenerek cehennemde sunulacak yiyeceğin kötülüğü "Şeytan başı" olarak betimlenmektedir. Böyle bir yiyecek henüz gözle görülmediği için çirkinliği dünya üzerinde bilinebilecek en çirkin şey olarak vasıflanan "Şeytan" olgusu ile tarif edilmektedir.

[038.041]  Kulumuz Eyyub'u da an o zaman Rabbine şöyle nida etmişti: «Bak bana, Meşekkat ve acı ile şeytan dokundu!»

Eyyub (a.s) ın , başına gelen durum için böyle bir ifade kullanmış olması , şeytan dan Allah (c.c) ye sığınmak gerektiği göz önüne alınarak düşünülmesi gerekmektedir. Hastalık bir nevi şeytan dokunuşu olarak bundan Allah (c.c) ye sığınmak nasıl olacaktır sorusunun cevabı , Allah (c.c) nin ayetleri dediğimiz zama aklımıza eğer kevni ayetler ile yapılan tedavi usullari geliyorsa bu ayeti anladık demektir. Eyyub (a.s)kendisine dokunan şey den tedavi usullerini kullanarak Allah (c.c) ye sığınmış ve eski haline dönmüştür.

[043.061-62] Hiç şüphesiz o (isa), kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiç bir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru olan yol budur.Sakın şeytan sizi bu yoldan alıkoymasın; şüphesiz o size apaçık bir düşmandır.

Bütün elçilerin ortak çağrısı , insanların dünya hayatındaki yaptıkları amellerin ahiret hayatında karşılarına çıkarak , yaptıklarına göre yerlerinin belli olacağını haber vermektir. Kişiler ahiret merkezli bir hayat tarzı sürdükleri müddetçe , dünya hayatında yaptıkları amelleri daha doğru yapmaya gayret edecek ve bu gayret en fazla şeytanları üzecektir. Şeytanlar bizleri bu yoldan çevirerek kendilerinin hayat tarzını taklit etmemizi için iğvaya kıyamete kadar devam edecek ve bu tehlikeyi Rabbimiz elçileri ile haber vermektedir.

[043.036]  Rahman olan Allah'ı anmayı görmezlikten gelene, yanından ayrılmayacak bir şeytanı arkadaş veririz.Şüphesiz onlar bunları yoldan alıkorlar, bunlar da doğru yola eriştiklerini sanırlar
Sonunda Bize gelince arkadaşına: «Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arasındaki kadar uzaklık olsaydı, sen ne kötü arkadaş imişsin!» der. Nedametin bugün size hiç faydası dokunmaz; zira haksızlık etmiştiniz, şimdi azabda ortaksınız.

Yaşamını Allah (c.c) nin ona önerdikleri üzerine kurmayanlar , Allah (c.c) nin "Şeytan" olarak vasıfladığı kişi ve sistemler üzerine bir hayat kurarlar. Bu hayatları bitip , Allah (c.c) nin huzuruna geldikleri zaman , o şeytanlar ile birlikte haşroluncakları için birbirlerinden kaçacak yer arayacakları beyann edilerek böyle bir duruma düşülmemesi için önerilenlerin yapılması istenmektedir.

[047.24-25]  Bunlar Kuran'ı düşünmezler mi? Yoksa kalbleri kilitli midir? Gerçekten doğru yol kendilerine açıkça belli olduktan sonra gerisin geri küfre dönenlere şeytan, kötülüklerini güzel göstermiş ve onları uzun emellere düşürmüştür.

Kur'an doğru yola davet eden bir kitap olup , bu yolu red ederek küfre sapanlara şeytan onlara süsleyerek güzel göstermiş ve yaptıklarının hiç hesabını vermeyeceklerini onlara fısıldayarak sadece dünya hayatını hedefleyen bir hayat tarzını onlara iğva ederek ahirette ellerinin boş kalmasını sağlamıştır.

[058.009]  Ey inananlar! Gizli konuştuğunuz zaman, günah işlemeyi, düşmanlık etmeyi ve Peygambere karşı gelmeyi fısıldaşmayın; iyilik yapmak ve Allah'a karşı gelmekten sakınmayı konuşun; kıyamet günü huzurunda toplanacağınız Allah'tan sakının.Gizli konuşmalar şeytandandır. Bu iman edenleri üzmek içindir. Oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez. Müminler Allah'a dayanıp güvensinler.

Kur'anın "Gizli konuşmak" olarak nitelediği usuller ile yapılan eylemlerin "Takva" temelli olması gerektiği , bunun dışında yapılan gizli işlerin şeytanlık olduğu hatırlatılarak bu amellerin terkedilmesi istenmektedir.

[058.14-19]Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Bilerek yalan yere yemin ediyorlar.Allah, onlara çetin bir azap hazırlamıştır. İşledikleri şey ne kötüdür!  Malları ve çocukları, onlara, Allah katında bir fayda sağlamaz. Onlar cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır.Allah, onların hepsini tekrar dirilttiği gün, size yemin ettikleri gibi O'na yemin ederler; kendilerine bir yarar sağlayacağını sanırlar. Dikkat edin; onlar şüphesiz yalancıdırlar. Şeytan onlara baskın gelip Allah'ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın taraftarlarıdır. İyi bilin ki; şeytanın taraftarları muhakkak hüsrana uğrayanların kendileridir.

Mücadele suresi içindeki bu ayetlerde münafıklardan bahsederek onların bu nifaklarına sebeb olan şeytanın onlara galip gelerek Allah'ı unutturduğu , şeytana taraftar olanların her zaman kayba uğrayacakları haber verilmektedir.

[059.016-17] Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana «İnkâr et» der. İnsan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım, der.İkisinin sonucu da, içinde temelli kalacakları ateş olacaktır. Zalimlerin cezası budur.

Haşr suresindeki bu ayetlerde , münafıkların durumu ele alınarak şeytan ile aynileştirilmekte ve insana inkar ettirdikten sonra onun arkasında durmadığı yani kaypak arkadaş misali onu yarıyolda bırakarak sattığı , bu şeytanların ve onlara uyanların ortak karargahlarının ateş olduğu beyan edilmektedir.

[026.210-3]  Kuran'ı şeytanlar indirmemiştir.Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez.Doğrusu onlar vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır.«Şeytanların kime indiğini size haber vereyim mi?» de.Bunlar ona kulak verirler ve çoğu yalancılardır.
[081.025]  Bu Kuran, kovulmuş şeytanın sözü olamaz.

Kur'an hakkında ileri sürülen şüpheleri red etmeye yönelik olan bu ayetlerde , bu kitabın muhteviyatında ve nuzulünde şeytan etkisi gibi gibi bir durumun asla sözkonusu olmadığı beyan edilmektedir. Şeytanların kendilerine kulak verenlere indiği beyan edilerek , kendisine Kur'an inen "Şerefli Elçi" nin böyle bir kulak vermesi durumunun olmadığı haber verilmektedir.

Sonuç olarak ; Buraya kadar aldığımız ayetlere dikkat ettiğimizde , Adem kıssasındaki İblis adındaki şahsiyetin insanları yoldan çıkarmak için yapmayı vaad ettiklerinin hayat içinde nasıl pratize edilerek insanların yoldan çıkarıldığı anlatılmaktadır. "Şeytan" özel bir kişiliğin adı olmaktan çok belirli vasıflara haiz olanların genel bir adı olarak Kur'anda yerini bulmuştur. Bize düşen görev bu ayetleri rehber edinerek , düşmanımız olan "Şeytan" a karşı yenilmemenin yollarını hayat içinde pratize etmektir. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.