31 Ekim 2018 Çarşamba

Caner Taslaman'ın Nahl s. 15, Enbiya s. 31, Lukman s. 10. Ayetlerinin Çevirilerinde Hata Yapıldığı İddiası Üzerinde Bir Değerlendirme

Bazı yazılarımızda Kur'an ayetlerinin çevirilerinde yapılan hatalara dikkat çekerek, doğru ve isabetli bir çevirinin hangisi olabileceği üzerinde tekliflerimizi paylaşmaya çalıştığımız malumdur. Bu yazımızda ise, Prof. Dr. Caner Taslaman tarafından ortaya atılan Nahl s. 15, Enbiya s. 31 ve Lukman s. 10. ayetlerinin çevirilerinde hata olduğu iddiası üzerinde durarak, sayın hocanın iddialarını değerlendirmeye çalışacağız.

Öncelikle sayın hocanın iddiasının dile getirdiği videoyu paylaşacak, sonra ise ilgili ayetlerin metnini ve meallerini vereceğiz.



Nahl s. 15. ayetinin metni ve meali:

وَأَلْقَىٰ فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ وَأَنْهَارًا وَسُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

 Sizi sarsmaması için yeryüzünde sağlam dağları, yolunuzu bulmanız için de ırmakları ve yolları yarattı.

Enbiya s. 31. ayetinin metni ve meali:

وَجَعَلْنَا فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا فِيهَا فِجَاجًا سُبُلًا لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ

Onları sarsmasın diye yeryüzünde bir takım dağlar diktik. Orada geniş geniş yollar açtık; ta ki maksatlarına ulaşsınlar.

Lukman s. 10. ayetinin metni ve meali: 

خَلَقَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ۖ وَأَلْقَىٰ فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ ۚ وَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ

O, gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsmasın diye yere de ulu dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebattan çift çift bitirdik.

Paylaştığımız videoda Prof. Dr. Celal Şengör, Kur'an'ın dağların yaratılma amacının yeryüzünü sarsmaması olduğuna dair olan beyanının yanlış olduğunu, yani Kur'an'da hata olduğunu dile getirmekte, bu iddiaya karşılık olarak Caner Taslaman ise, ilgili ayetlerin çevirilerinin yanlış olduğunu iddia ederek, Kur'an'da herhangi bir hatanın olmadığını, hatanın bu ayetleri yanlış olarak çevirenlerde olduğunu dile getirmektedir.

 Caner Taslaman, ilgili ayetlerde geçen أَنْ تَمِيدَ kelimesinin herhangi bir olumsuzluk işareti olmamasına rağmen "Sizi sarsmasın diye" çevrilmiş olmasının hatalı olduğunu, aslında bu kelimenin videoda lafzen dile getirmemiş olmasa dahi, sözlerinden anlaşıldığı üzere "Sizi sarssın diye" veya "Sizi sarsması için" şeklinde çevrilmesi gerektiğini ifade etmektedir.

Bizim kanaatimiz, ilgili kelimenin çevirisinde herhangi bir sorun olmadığı yönünde olup, olumsuzluk anlamı verilerek yapılan çevirilerin yanı sıra bu kelimenin anlamına sadık kalınarak yapılan çevirileri de görmek mümkündür. 

[Nahl s. 15] Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da (kıldı) . Umulur ki doğru yolu bulursunuz.

[Enbiya s. 31]  Ve yeryüzünde onları çalkalar diye sabit dağları yarattık ve onlara geniş yollar açtık, tâ ki maksatlarına erebilsinler.

[Lukman s. 10] Gökleri, gördüğünüz gibi direksiz olarak yaratmış, sizi sarsar diye yere ağır baskılar koymuş, orada her türlü canlıyı yaymıştır. Biz, gökten su indirip orada her sınıf bitkiler yetiştirmişizdir.

Görüleceği üzere bu çevirilerde أَنْ تَمِيدَ kelimesi "Sizi sarsar diye" şeklinde, yani metne sadık kalarak çevrilmiştir. Bu kelimeye verilen "Sizi sarsmasın diye" veya "Sizi sarsar diye" şeklindeki çevirilerin her ikisi de doğrudur. 

Bu anlamı bizim dilimizde kullandığımız şekli ile ifade edecek olursak;

"Eve hırsız girer diye kilit taktırdım" cümlesindeki söz ile ifade etmek istediğimiz anlam aslında, "Eve hırsız girmesin diye kilit taktırdım" demektir.

"Yolda düşerim diye dikkatli yürüyorum" diyen birisi aslında, "Yolda düşmemek için dikkatli yürüyorum" demek istiyordur. 

"Çocuğum hasta olur diye doktora götürüyorum" diyen birisi aslında, " Çocuğum hasta olmasın diye doktora götürüyorum" demek istiyordur.

Örnekleri çoğaltmak mümkündür, ancak söylemek istediğimizi bu örnekler yeterince özetlemektedir. Örneklerdeki her iki ifade tarzı ile, أَنْ تَمِيدَ kelimesi ile ifade edilmek istenilen şey aynıdır. 

Caner Taslaman'ın bu ayetlerin çevirilerindeki hata olduğu iddiası, Kur'an bütünlüğünü dikkate alan bir çalışma sonucu ortaya atılmadığı açıktır. Bir an için Caner Taslaman'ın ilgili ayetlere verilen meallerin yanlış olduğunu, Taslaman'ın أَنْ تَمِيدَ kelimesine verilmesini istediği "Sizi sarsması için" şeklindeki çeviri teklifinin doğru olduğunu kabul edip, ilgili ayetlere onun doğru dediği şekilde anlam vererek, bu iddiasının Kur'an bütünlüğü dikkate alındığında ne derece doğru olabileceğini ortaya koymaya çalışalım.

  ------Nahl s. 15- Sizi sarsması için yeryüzünde sağlam dağları, yolunuzu bulmanız için de ırmakları ve yolları yarattı.

------Enbiya s. 31- Onları sarsması için yeryüzünde bir takım dağlar diktik. Orada geniş geniş yollar açtık; ta ki maksatlarına ulaşsınlar.

------Lukman s. 10- O, gökleri görebildiğiniz bir direk olmaksızın yarattı, sizi sarsması için yere de ulu dağlar koydu ve orada her çeşit canlıyı yaydı. Biz gökyüzünden su indirip, orada her faydalı nebattan çift çift bitirdik.

Şimdi de bu çevirilerin doğru olabileceğini bir an için kabul ederek, Kur'an'da bu kalıpta geçen başka ayetlere de Caner Taslaman'ın teklif ettiği anlamı verelim. Çünkü teklif edilen çevirinin Kur'an bütünlüğü içinde uygun olması, aynı ifade kalıbı içindeki diğer ayetler ile herhangi bir çelişki arz etmemesi gerekmektedir,

وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ ۖ وَجَعَلْنَا عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَنْ يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا ۚ وَإِنْ يَرَوْا كُلَّ آيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَا ۚ حَتَّىٰ إِذَا جَاءُوكَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ هَٰذَا إِلَّا أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ

[Enam s. 25] İçlerinden seni dinleyenler vardır. Halbuki Biz, onu anlarlar diye, kalblerine örtüler, kulaklarına da ağrılık koyduk. Onlar her ayeti görseler de yine inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde, seninle çekişirler. O küfredenler derler ki; Bu, eskilerin masallarından başka birşey değildir.

[Enam s. 25]  İçlerinden seni dinleyenler de vardır, fakat biz, onu anlamamaları için kalblerinin üstüne örtüler, kulaklarının içine de ağırlık koyduk. Onlar, bütün delilleri görseler bile yine ona inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde seninle tartışırlar. Ve o kâfirler: «Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir» derler.

Enam s. 25. ayetinde geçen أَنْ يَفْقَهُوهُ  kelimesi (bu kelime ayrıca İsra s. 46, Kehf s. 57. ayetinde de geçmektedir) yukarıda verdiğimiz iki ayrı meal örneğinde görüleceği üzere ki her ikisi de doğrudur, "onu anlarlar diye" ve "onu anlamamaları için" şeklindeki anlam yerine, Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriyi bu ayete uyguladığımız zaman ayetin anlamı " İçlerinden seni dinleyenler vardır. Halbuki Biz, onu anlasınlar diye, kalblerine örtüler, kulaklarına da ağrılık koyduk. Onlar her ayeti görseler de yine inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde, seninle çekişirler. O küfredenler derler ki; Bu, eskilerin masallarından başka birşey değildir." şeklinde olması gerekecektir ki, böyle bir anlamın doğru olabileceğini Caner Taslaman dahi kabul etmeyecektir.

Konunun daha iyi anlaşılması için bir kaç örnek daha verebiliriz. 

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَنِي آدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَىٰ أَنْفُسِهِمْ أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ ۖ قَالُوا بَلَىٰ ۛ شَهِدْنَا ۛ أَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَٰذَا غَافِلِينَ

[Araf s. 172]  Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye (veya biz bundan habersizdik dersiniz diye) Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.

Araf s. 172. ayetinde geçen أَنْ تَقُولُوا kelimesi, meallerde "Demeyesiniz diye" veya "Dersiniz diye" çevrilmektedir. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir.

[Araf s. 172]  Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik diyesiniz diye (veya biz bundan habersizdik demeniz için) Rabbin Âdem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (Onlar da), Evet (buna) şâhit olduk, dediler.

Ayete böyle bir anlam verilmesi, yine hiç kimse tarafından kabul görmeyecektir. Başka bir örneğimiz Taha s. 94. ayetidir.

قَالَ يَا ابْنَ أُمَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَتِي وَلَا بِرَأْسِي ۖ إِنِّي خَشِيتُ أَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِي

[Taha s. 94] Harun: «Ey anamın oğlu, sakalımı ve başımı tutma! Emin ol ki, «dediğime bakmadın da İsrail oğulları arasına ayrılık düşürdün.» dersin diye korktum.» dedi.

Bu ayette geçen أَنْ تَقُولَ kelimesi, meallerde, "Demeyesin diye" veya, "Dersin diye" çevrilmektedir. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir.

[Taha s. 94] Harun: «Ey anamın oğlu, sakalımı ve başımı tutma! Emin ol ki, «dediğime bakmadın da İsrail oğulları arasına ayrılık düşürdün.» diyesin diye korktum.» dedi.

Ayete böyle bir anlam verilmesi, yine hiç kimse tarafından kabul görmeyecektir. Başka bir ayet örneğimiz Hac s. 65. ayetidir.

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الْأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاءَ أَنْ تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ

[Hac s. 65] Allah'ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunuz altına vermiş olduğunu; buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için göğü O'nun tuttuğunu görmez misin? Doğrusu Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametli olandır.

Bu ayette geçen  أَنْ تَقَعَ kelimesi, meallerde, "Düşmemesi için" şeklinde çevrilmesine karşın, tam çevirisi "Düşer diye" şeklindedir. Ancak meallerde gördüğümüz "Düşmemesi için" şeklindeki anlam da doğrudur. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir.

[Hac s. 65] Allah'ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunuz altına vermiş olduğunu; buyruğu olmaksızın yere düşmesi için  (veya yere düşsün diye) göğü O'nun tuttuğunu görmez misin? Doğrusu Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametli olandır.

Ayete böyle bir anlam verilmesi, yine hiç kimse tarafından kabul görmeyecektir. Başka bir ayet örneğimiz ise Fatır s. 41. ayetidir.

إِنَّ اللَّهَ يُمْسِكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ أَنْ تَزُولَا ۚ وَلَئِنْ زَالَتَا إِنْ أَمْسَكَهُمَا مِنْ أَحَدٍ مِنْ بَعْدِهِ ۚ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا

[Fatır s. 41] Hiç şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye tutmaktadır. Andolsun, eğer onlar zeval bulacak olsa, kendisinden sonra artık onları kimse tutamaz. Şüphesiz O, Halîm olandır, bağışlayandır.

Bu ayette geçen أَنْ تَزُولَا kelimesi,  "Zeval bulurlar diye" çevrilmektedir. Yani "Zeval bulmasınlar diye" şeklinde bir anlama sahiptir. Caner Taslaman tarafından teklif edilen çeviriye göre ayete şu şekilde anlam verilmesi gerekecektir. 

[Fatır s. 41] Hiç şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulsunlar diye tutmaktadır. Andolsun, eğer onlar zeval bulacak olsa, kendisinden sonra artık onları kimse tutamaz. Şüphesiz O, Halîm olandır, bağışlayandır.

Yine bu ayete Taslaman tarafından teklif edilen çeviriyi uyguladığımızda ayetin çevirisinin alacağı halin asla kabul edilemeyecek bir anlama dönüştüğü görülecektir.

Verdiğimiz bu ayet örneklerinden görüleceği üzere, ayetlerde geçen أَنْ edatı sebep bildirmektedir. Fakat bu sebebin anlama yansıması bazen olumsuz anlam verilmesi sureti ile gerçekleştiği için sayın Taslaman yanılmaktadır. Olumsuzluk anlamı verilmesinin yanlış olduğunu لَا ekinin olmamasına bağlamaktadır. Fakat o ayetlerin başka çevirilerinin olumsuzluk içermeden de çevrildiği görülebilir.

Bütün bunlardan sonra, "Öyleyse Kur'an'da hata mı var?" sorusu zihinlere takılabilecektir.  Kur'an'da asla hata yoktur. Celal Şengör tarafından ortaya atılan iddia, bugün bilim tarafından  "Doğru" olarak kabul edilen veriler olup, aynı bilimin yarın bu verileri "Yanlış" olarak kabul etmeyeceğini kim garanti edebilir?. 

Kur'an'ın bir bilim kitabı olmadığı da ayrıca hatırdan çıkarılmamalıdır. Kur'an 1500 yıl önce yaşayan insanlara, onların algıları ve bilgi düzeyleri üzerinden hitap eden, onları Allah'ın kudretine delalet eden kevni ayetlere dikkat çeken bir kitaptır. Bilimsel Veri olarak kabul edilen bilgilerin zaman içinde birbirine zıt görüşler ürettikleri de bu noktada unutulmamalıdır. Şayet bilim yarın çıkıp Kur'an'ın verileri doğrultusunda bir görüş öne sürecek olursa, bu görüşlere ne diyebileceğiz?. 

Kur'an ayetlerinin çevirilerinde hata yapıldığı bir gerçektir. Ancak bu hata iddiası, üstünkörü bir iddia olarak ortaya atılmamalıdır. Kelime anlamlarının doğruluğu dikkatli bir şekilde incelenmeli, bu doğruluğun Kur'an bütünlüğünde sağlaması yapılmalı, ondan sonra iddia dile getirilmelidir.

Burada ayrıca şu noktaya dikkat çekmek istiyoruz; Arapça da  أَنْ edatı farklı anlamlara gelebilmektedir. Bu edatın geçtiği ayetler incelendiğinde, Caner hocayı haklı çıkarabilecek bir anlam da ortaya çıkabilecektir. Fakat olayı sadece gramer açısından değil, Nahl s. 15, Enbiya s. 31, Lukman s. 10. ayetlerinin içeriği açısından baktığımızda onun, teklif ettiği anlam maalesef  oturmamaktadır. Çünkü bu ayetlerin içeriği Allah (c.c) nin insana yeryüzünde sağladığı bazı faydalara dikkat çekmektedir. Ayetlere şayet "Sizi sarsması için" anlamı verdiğimizde fayda değil, zarar ortaya çıkacaktır.

Sonuç olarak: Caner Taslaman tarafından iddia edilen Nahl s. 15, Enbiya s. 31 ve Lukman s. 10. ayetlerinde geçen أَنْ تَمِيدَ kelimesinin çevirilerinde herhangi bir sıkıntı olmadığı gibi, Caner Taslaman tarafından teklif edilen çevirinin, Kur'an bütünlüğü dikkate alınarak sağlaması yapıldığında kendisi tarafından bile kabul edilemez olduğu görülecektir. Kur'an ayetlerinin çevirilerinin doğruluk veya yanlışlığı, günlük bilimsel verilere göre ölçmek doğru bir yaklaşım değildir. Yine aynı şekilde bazılarına şirin görünmek gibi kaygılar içinde yapılan Kur'an çevirileri de kitabın kendi içindeki anlam örgüsünü bozacağı dikkate alındığında ne derece sakıncalı olduğu ortadadır. 

Biz sayın Caner Taslaman tarafından ortaya konulan iddianın Kur'an bütünlüğü dikkate alındığında, anlam örgüsünü nasıl bozabileceğini örnekleri ile ortaya koymaya çalıştık. Dağların depremi önlemesi veya deprem doğurması bu yazının konusu değildir.

                                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

29 Ekim 2018 Pazartesi

Maide s. 38. Ayetinde Geçen "Eydiyehüma" Kelimesi Üzerinde Yapılan Spekülasyonlar Üzerinde Bir Mülahaza

Maide s. 38. ayeti bilindiği üzere, hırsızlık suçunun cezasını beyan etmektedir. Bu ceza yine bilindiği üzere, kadın ve erkek hırsızın elinin kesilmesi olarak beyan edilmektedir. Fakat bu cezanın hakiki anlamda bir el kesmeyi mi, yoksa mecazi anlamda bir el yani güç kesmeyi mi kapsadığı konusunda tartışmaların yapıldığı, yine bir çoğumuzun malumudur.

Ayetin Arapça metni ve meali şu şekildedir:

وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا جَزَاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِنَ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

[005.038] Hırsız erkek ve hırsız kadının yaptıklarına karşılık Allah tarafından bir ceza olarak; ellerini kesin. Ve Allah; Aziz'dir, Hakim'dir.

El kesme cezasının mecazi anlamda bir el kesme, yani hırsızlık yapmanın önünü almak, hırsızın gücünü kesmek şeklinde bir anlama sahip olduğunu savunanların delil öne sürdüğü iddialardan bir tanesi, Maide s. 38. ayetinin içinde geçen  فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا ibaresinin, yerleşik gramer kaideleri gereğince, "Hırsızlık yapan erkek ve kadının ellerini kesin" şeklinde çevrilmiş olmasıdır. Bu çeviriye dayanan iddia sahipleri, hırsızlık yapan erkek ve kadının eğer hakiki anlamda elinin kesilmesinden bahsedilmiş olsaydı, kesilmesi gereken erkek ve kadının birer eli olmak üzere iki el olacak, dolayısı ile kesilecek olan iki elin ise, tesniye yani ikili siga ile ifade edilmesi yani ayetin "Faktau yedeyhüma" olarak gelmesi gerektiğini öne sürmektedirler. 

Ayette bu durum böyle olmadığından, yani tesniye sigası yerine cemi (çoğul) sigası ile ifade edildiğinden, çoğul siganın ise yerleşik gramer kuralları gereğince üç ve yukarısı olan sayılara işaret etmesinden dolayı, Allah (c.c) nin bu ayette hakiki anlamda bir el kesmekten bahsetmediği, mecazi anlamda bir el kesmeyi yani hırsızın gücünü kesmeyi emrettiği iddia edilmektedir. 

Fakat bu iddia sahiplerinin gözlerinden kaçırdığı bir nokta vardır ki o da şu dur: KUR'AN'A BAKTIĞIMIZ ZAMAN CEMİ SİGASININ HER ZAMAN ÜÇ VE YUKARISI OLAN SAYILARI İFADE ETMEDİĞİNİ, ÜÇÜN AŞAĞISINDA OLAN İKİ SAYISINI DA İFADE ETTİĞİNİ GÖREBİLİRİZ. 

Arapçada Cem kelimesi  ikiden fazla sayıya delalet etmesine rağmen, bu genel geçer kuralın Kur'an içinde karşılığının her zaman böyle olmadığı, bazı ayetlerde cemi sigasının tesniyeye yani iki kişiye işaret ettiği görülecektir. 

Öne sürdüğümüz bu iddia ile ilgili olarak delil sıralayacak olursak şu ayetleri örnek verebiliriz:

-----Taha s. 123- قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَمِيعًا ۖ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ

 Onlara şöyle dedi: «Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin.

Taha s. 123. ayetinde geçen اهْبِطَا kelimesi iki kişiye yani Ademe ile eşine hitap eden tesniye bir kelimedir. Fakat devam eden cümle içinde geçen جَمِيعًا kelimesi ise yerleşik gramer kaidelerine göre ikiden fazla kişiye delalet etmektedir. Burada جَمِيعًا  kelimesi aslında Adem ve eşini kast etmektedir. Görülmektedir ki Cemian kelimesi iki kişi için kullanılmaktadır.

-----Şuara s. 15- قَالَ كَلَّا ۖ فَاذْهَبَا بِآيَاتِنَا ۖ إِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ

[026.015] (Allah:) «Hayır,» dedi. «İkiniz de ayetlerimle gidin, hiç şüphesiz biz sizinle birlikteyiz (ve) işitmekteyiz.»
Bu ayette geçen فَاذْهَبَا (ikiniz gidin) kelimesi ile kast edilen kişiler Musa ve Harun (a.s) lardır. Yine ayet içinde geçen مَعَكُمْ  ile edilen kişiler, yine Musa ve Harun (a.s) lar olup, bu zamir ikili yani tesniye "Meaküma" olarak gelmesi gerektiği halde "Küm" çoğul yani cemi olarak gelmiştir. 

Burada görülmektedir ki,  kast edilen iki kişi olduğu halde zamir çoğul olarak gelmiştir, ayetin anlamı ise şu şekildedir: 

[026.015] (Allah:) «Hayır,» dedi. «İkiniz de ayetlerimle gidin, hiç şüphesiz biz ikiniz ile birlikteyiz (ve) işitmekteyiz.»

-----Sad s. 21-22- وَهَلْ أَتَاكَ نَبَأُ الْخَصْمِ إِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَ

إِذْ دَخَلُوا عَلَىٰ دَاوُودَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ ۖ قَالُوا لَا تَخَفْ ۖ خَصْمَانِ بَغَىٰ بَعْضُنَا عَلَىٰ بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَا إِلَىٰ سَوَاءِ الصِّرَاطِ

[038.021]  Bir de davacıların kıssası geldi mi sana? Hani surdan aşarak mihraba ulaşmışlardı.
[038.022]  Hani Davud'un yanına girmişlerdi de, Davud onlardan korkmuştu. «Korkma dediler, biz iki davacıyız. Birimiz ötekinin hakkına saldırdı. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet, adaletten ayrılıp bize zulmetme, bizi doğru yola çıkar.»

Bu ayetlerde Davud (a.s) ın yanına giren davacılardan bahsedilmektedir. Ayette iki davacı olduklarından bahsettikleri halde, Tesevveru, Dahalu, Minhum, Galu gibi kelimeler,görüldüğü gibi  çoğul sigada gelmiştir. Halbuki iki davacı ile ilgili olan kelimelerin tesniye yani, Tesevvera, Dahala, Minhüma, Gala şeklinde gelmesi gerekirdi. Kelimeler çoğul sigada geldiği halde, konu iki kişi ile ilgilidir. 

-----Enbiya s. 78- وَدَاوُودَ وَسُلَيْمَانَ إِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ إِذْ نَفَشَتْ فِيهِ غَنَمُ الْقَوْمِ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِدِينَ

[021.078] Davud ile Süleyman'ı da. Hani ikisi de ekin hakkında hüküm veriyorlardı. Hani bir kavmin davarları ekin içinde geceleyin yayılmıştı; Biz de hükümlerine şahittik.

Ayet görüldüğü gibi Davud ve Süleyman (a.s) dan, yani iki kişiden bahsetmektedir. Ayetin sonundaki لِحُكْمِهِمْ kelimesindeki Hüm çoğul zamirinin döndüğü yer Davud ve Süleyman (a.s) lar,  yani iki kişidir. Burada da görülmektedir ki cemi sigası Kur'an'da iki kişi için de kullanılabilmektedir. 

Bu durum dikkate alınarak Enbiya s. 78. ayetine verilebilecek olan makul bir meal şu şekilde olabilir: 

"Davud ile Süleyman'ı da. Hani ikisi de ekin hakkında hüküm veriyodu. Hani bir kavmin davarları ekin içinde geceleyin yayılmıştı; Biz de Davud ve Süleyman'ın verdiği hükme şahittik."

-----Tahrim s. 4- إِنْ تَتُوبَا إِلَى اللَّهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَا

Eğer Allaha tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalbleriniz eğildi

Bu ayet konumuz ile ilgili olarak daha çarpıcı bir örnektir. Çünkü ayet içinde geçen  قُلُوبُكُمَا kelimesi ile, Maide s. 38. ayetindeki أَيْدِيَهُمَا kelimesi aynı kalıpta gelmiştir. Allah (c.c) bir kişide iki kalp kılmadığına göre (Ahzab s. 4) burada Kalpleriniz şeklinde çoğul olarak çevrilen kelimenin döndüğü iki kişidir yani tesniyedir. Burada görülmektedir ki çoğul olarak Kulub kelimesi, iki kişinin kalbine işaret etmektedir.

Bu cümleye verilecek olan makul bir meal ise şu şekilde olabilir:

Eğer Allaha tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalbi eğildi

Burada şöyle bir itiraz getirilebilir: Tahrim s. 4. ayetinde geçen Kalp kelimesi hakiki anlamda bir kalp değil, mecazi anlamda bir kalpten bahsetmektedir. Öyleyse Maide s. 38. ayetinde geçen Yed kelimesi de, güç anlamında neden mecazi anlamda kullanılmasın?. 

Bu itiraza ise cevabımız şu dur: Kur'an içinde geçen Kalp kelimesi bütün ayetlerde mecaz anlamda kullanılmıştır. Fakat Yed (el) kelimesi bazı yerlerde mecaz kullanıldığı gibi, bazı yerlerde de hakiki anlamda kullanılmıştır. Kur'an içindeki bir kelimenin anlamı, öncelikle hakiki anlama sahip olması üzerinden değerlendirilir, yani kelimenin ilk anlamı onun hakiki anlama sahip olmasıdır. Şayet kelimeye hakiki anlam verildiğinde herhangi bir sorun ortaya çıkıyor ise, o zaman kelimenin mecazi anlamda kullanıldığına hükmedilebilir.

Yed kelimesinin Kur'an içinde kullanımlarına baktığımızda bu kelimenin mecaz ve hakiki olarak her iki anlamda da kullanılmış olması, bu cezanın hakiki anlamda bir el kesme olduğu yönünde görüş beyan edenlerin daha tutarlı olduğunu düşündürmektedir.

Ayrıca Kataa ve Yed kelimelerinin birlikte geçtiği ayetler incelendiğinde, bu iki kelimenin birlikte geçtiği bütün ayetlerde bu kelimelerin mecaz değil hakiki anlamda kullanılmış olduğu görülecektir. Bakınız (Yusuf s. 31-50/ Araf s. 124/ Taha s.71/ Şuara s. 49/ Maide s. 33)

Kur'an üzerinde meal ve tefsir çalışmaları yapan kişilerin kanaatimizce en büyük eksikliği, yerleşik gramer kaidelerine bağlı kalmak adına yaptıkları çeviri ve yorumlarda özellikle hedef dili yansıtamama sorunudur. Yukarıda verdiğimiz ayet örneklerinin çevirilerine baktığımızda bu sorun daha net ortaya çıkmaktadır. 

Çünkü yukarıdaki ayetlerde kast edilen iki kişi olduğu halde, o iki kişiye dönen zamirin cemi sigasında olması, ve cemi sigasının yerleşik gramer kaidelerince ikinin üzerinde olan sayılara tekabül etmesi, kişileri cemi sigasının Arap dilinde bazı hallerde iki kişiye de tekabül edebileceği şeklinde olan kaidenin göz ardı edilmesine, ve anlamın çoğunluk şeklinde verilmesine sebep olmuştur. 

Bugün hepimiz için geçerli olan Kur'an'ı anlamada önümüzdeki en büyük engellerden bir tanesi, bu kitabın indiği zaman ve mekanda kullanılan Arapça dil ve gramer kurallarının tam olarak tespit edilemeyişidir. Yukarıda verdiğimiz örnek ayetlerdeki, bugün Arapçada yerleşik dil kurallarına aykırı gibi görünen gramer kuralları, nüzul dönemi Arapçasında herhangi bir aykırılık göstermediğinden dolayı, elimizdeki kitap içindeki bazı ayetlerde böyle örnekleri görmekteyiz.

Biz konuyu uzatmamak adına sadece cemi sigasının tesniye anlamı taşıdığı ayetleri örnek olarak gösterdik. Kur'an içinde onlarca yerleşik gramer kaidelerine uymayan ayeti görebilmek mümkündür. Önemle hatırlatmak isteriz ki Kur'an içinde bu tür ayetlerin bulunmuş olması, bazı kimselerin iddia ettiği gibi Kur'an'da hatalar olduğuna asla delalet etmez, aksine nüzul döneminde konuşulan Arapçanın bu gibi gramer kurallarına sahip olduğunu gösterir. 

Bütün bunlardan sonra konumuz olan أَيْدِيَهُمَا kelimesine geri dönecek olursak: Eydiye kelimesi çoğul bir kelime olup, yerleşik gramer kurallarına göre bu kelimenin sonuna eklenecek olan zamir de çoğul zamiri yani Hüm zamiri olmalıydı. Hüma zamiri ise tesniye yani iki kişiye işaret bir zamir olup, yerleşik  gramer kurallarına göre bu zamire eklenecek olan kelime ise, iki kişinin elini işaret eden Yeda kelimesi olmalıydı. Fakat böyle olmamış kelime أَيْدِيَهُمَا şeklinde gelmiştir.

İddia o dur ki; kelimenin bu şekil kullanımından, dolayı el kesme cezası gerçek bir el kesme olarak değil, güç kesme olarak algılanmalıdır. Ancak bu iddianın da yine Kur'an tarafından onayı gerekmektedir. Yani Yed kelimesinin Kur'an içindeki mecaz anlamdaki kullanımlarında bir kişi için çoğul olarak kullanılıp kullanılmadığına bakılmalıdır.

[005.064]  Yahudiler, «Allah'ın eli sıkıdır» dediler; dediklerinden ötürü elleri bağlandı, lanetlendiler. Hayır, O'nun iki eli de açıktır,

Maide s. 64. ayetinde mecaz anlamda Allah'ın iki elinden bahsedilmektedir. Yani çoğul kullanım yoktur.

[111.001] Ebu Leheb'in iki eli kurusun; kurudu ya.

Tebbet suresinde Ebu Leheb'in iki elinden bahsedilmektedir. Yani burada mecaz anlamda olmasına rağmen çoğul kullanım yoktur.

[022.010] (Denilir ki) «Bu (azab) senin iki elinin evvelce yaptığından dolayıdır. Ve şüphe yok ki, Allah kulları için hiçbir zulmeden değildir.»

[038.075]  Allah: Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin? dedi.

Kur'an'ın hiç bir yerinde Yed kelimesinin tek kişilik kullanımı asla çoğul bir şekilde Eller olarak geçmemektedir. Bu da demektir ki, Maide s. 38. ayetinde geçen أَيْدِيَهُمَا kelimesinin, çoğul olarak kullanılmış olmasından dolayı, kelimenin mecaza hamledilmesi gerektiği iddiası çürüğe çıkmaktadır. 

Bütün bunlardan sonra Maide s. 38. ayetine verilebilecek olan makul bir meal şu şekilde olabilir:

[005.038] Hırsız erkek ve hırsız kadının yaptıklarına karşılık Allah tarafından bir ceza olarak; ikisinin elini kesin. Ve Allah; Aziz'dir, Hakim'dir.

Sonuç olarak: Maide s. 38. ayetinde فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا  ibaresi, İkisinin ellerini kesin  şeklinde değil, İKİSİNİN ELİNİ KESİN şeklinde çevrilmelidir. Bu düşüncemizin gerekçesi, yukarıda diğer Kur'an ayetleri örneğinde anlatılmaya çalışılmıştır. Ayrıca, bu cezanın mecaz olduğuna dair getirilen iddianın da Kur'an içinde delili bulunmamaktadır.

Cezanın hakiki anlamda el kesmeyi değil, güç kesmeyi ifade ettiğini ileri sürenlerin ortaya koydukları delillerin  sağlam olmadığını dikkat edilirse Kur'an içinden somut deliller ile göstermeye çalıştık. Özellikle Yed kelimesinin çoğul kullanımından dolayı cezanın mecaza hamledilmesi gerektiği iddiasının çürüklüğü, cemi sigasının iki sayısı için de kullanılan ayetler ile gösterilmeye çalışılmıştır.

Yazının çerçevesinin sadece Maide s. 38. ayetinde geçen أَيْدِيَهُمَا kelimesi ile sınırlı olduğu bilinmelidir. Biz Kur'an içindeki kullanım örnekleri ile, cemi sigasının aynı zamanda tesniye sigası anlamına geldiğini izah etmeye çalıştık.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


21 Ekim 2018 Pazar

Nur s. 63. Ayetinin Farklı Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Nur s. 63. ayetinin çevirisini farklı meallerden takip eden bir meal okuyucusu, bu ayetin iki farklı çevirisi ile karşılaşacak, ve hangi çevirinin daha doğru olduğu sorusuna cevap arayacaktır. Yazımızda bu sorunun cevabını aramaya çalışacağız.

لَا تَجْعَلُوا دُعَاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًا ۚ قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذًا ۚ فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

Bu ayetin farklı çevirileri şu şekildedir:

1- Resulün çağrısını, kendi aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın. Allah, içinizden sıvışıp gidenleri şüphesiz bilir. O'nun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar.

2- (Ey müminler!) Resulü, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın. İçinizden, birini siper edinerek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir. Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.

Yukarıda verdiğimiz 2 örnek çeviriden anlaşılacağı üzere, bu ayetin farklı çevirileri bu şekildedir. 1. örnekteki çeviride Resulün etrafında bulunan iman edenlerin, onlara Resul tarafından bir çağrı yapıldığı zaman, ona uyulması emredilirken, 2. örnekteki çeviride ise, iman edenlerin Resule seslenirken daha edepli olmaları emredilmektedir.

Her iki çevirinin gramer kaideleri açısından bakıldığında , "Şu çeviri doğru diğeri ise yanlış" şeklinde söylenebilecek bir söz olmamakla birlikte, çeviride isabet kaydetme açısından sorun bulunmaktadır. Bizim kanaatimize göre çevirilerden bir tanesi daha isabetli, diğeri ise isabet kaydedememiş bir çeviridir.

İsabetli olan çeviri hangisidir?.

Bu sorunun cevabını bulabilmek için, bağlama müracaat etmek gerektiğini düşünmekteyiz.

[024.062] Gerçek müminler ancak öyle kimselerdir ki Allah’a ve Resulüne bütün kalpleriyle iman etmiş olup, bütün toplumu ilgilendiren meseleleri görüşmek üzere onun yanında bulundukları vakit ondan izin almadıkça ayrılıp gitmezler. Senden izin isteyenler hakikaten Allah’a ve Resulüne gerçekten iman edenlerdir. Öyle ise bazı işler için senden izin istedikleri zaman, sen de onlardan dilediğin kimselere izin ver ve onlar için Allah’tan af dile. Muhakkak ki Allah gafurdur, rahîmdir.

Nur s. 62. ayetine baktığımızda, toplumu ilgilendiren bir mesele hakkında alınan kararlara herkesin riayet etmesi gerektiği belirtilmektedir. Alınan karar ile ilgili olarak mazeret beyan eden kimselerin, mazeretleri konusunda samimi oldukları ayrıca beyan edilmektedir. Sonraki ayetin anlamı konusunda isabet kaydetmenin yolu, bu ayet ile arasındaki bağı kurmaktan geçmektedir.

63. ayette ise, Resul tarafından yapılan bir çağrıda alınan kararların alelade kararlar olmadığı, alınan kararlara uyma zorunluluğu olduğu, ayrıca içlerindeki nifak dolayısı ile, alınan kararlarda ortak hareket etmekten geri duranlara yapılan bir ikaz görülmektedir.
Bu noktayı dikkate aldığımızda, yukarıda 1. sırada örnek verdiğimiz yöndeki çevirilerin daha isabetli, 2. sırada verilen örnekteki çevirilerin ise isabetsiz olduğunu söyleyebiliriz.

Bu noktada 2. sıradaki yapılan çevirilerin isabetsiz olduğu yönünde iddiamızın sebebi ise, "(Ey müminler!) Resulü, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın." cümlesi ile ondan sonra gelen ikinci cümle olan, " İçinizden, birini siper edinerek sıvışıp gidenleri muhakkak ki Allah bilmektedir." cümlesi arasında bir anlam kopukluğu meydana gelmiş olmasıdır. Çünkü eğer alınan bir karara karşı, mazeretsiz bir şekilde uyulmayacaksa, bunun bir sebebi olmalıdır, ve bu sebep bir önceki ayette belirtilmektedir.

Hülasa i kelam: Nur s. 62. ayette, Resul tarafından alınan kararlara toplumun uyma zorunluluğu olduğu vurgusunu yapmakta, 63. ayet ise bu vurguyu pekiştirerek, Resul tarafından alınan kararlar sonucu yapılan bir çağrının alelade bir çağrı olarak algılanmaması gerektiğini hatırlatmaktadır. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

1 Ekim 2018 Pazartesi

Al-i İmran s. 36. Ayetinde Geçen "Erkek Kız Gibi Değildir" Sözü Kime Aittir?

Al-i İmran 36. ayeti, Meryem'in doğumunu anlatan bağlama dahil olan bir ayettir. Bu ayet içinde geçen, "Erkek kız gibi değildir" sözünün kime ait olduğu noktasında, bu ayetin meallerine baktığımız zaman, sözün İmran'ın karısına veya Allah'a ait olduğu şeklinde iki farklı çeviri görmekteyiz. Yazımızda bu sözün kime ait olabileceği üzerindeki düşüncemizi paylaşmaya çalışacağız.

Ayetin Arapça metni şu şekildedir: 

فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنْثَىٰ وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْأُنْثَىٰ ۖ وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وَإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

Bu ayete verilen mealler ise şöyledir:

1- [003.036]  Onu doğurduğunda, Allah onun ne doğurduğunu bilirken «Ya Rabbi! Kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir, ben ona Meryem adını verdim, ben onu da soyunu da, kovulmuş şeytandan Sana sığındırırım» dedi.

2- [003.036] Vaktâ ki hamlini vaz etti (karnındakini doğurdu), dedi ki: «Yarabbi! Ben onu kız olarak doğurdum.» Allah Teâlâ ise onun ne doğurduğunu daha ziyâde bilir. Halbuki erkek, dişi gibi değildir. «Ve ona Meryem adını verdim. Ve ben onu ve onun zürriyetini racîm olan şeytandan Senin himayene ısmarladım.»

1. sırada verilen meal örneğinde "Erkek kız gibi değildir" sözünün İmran'ın karısı tarafından söylendiği şeklinde çeviri yapılırken, 2. sırada verilen meal örneğinde ise, sözün Allah (c.c) tarafından söylendiği şeklinde bir çeviri yapıldığı görülmektedir. Dikkatli bir meal okuyucusu, çeviriler arasındaki bu farkı görecek, ve hangi mealin daha isabetli olduğu yönündeki sorusuna cevap arayacaktır.

"Hangi meali daha isabetli olduğu yönündeki sorusuna cevap arayacaktır" şeklinde bir ifade kullanmış olmamız, bu ayete verilen bir mealin yanlış, diğerinin doğru olduğu için değil, yapılan her iki çevirinin de yorum olduğu, ve bu yorumların isabet kaydedip kaydetmeme gibi bir sorunu olduğu içindir. Çünkü yapılan her iki mealin de kendisine göre gerekçeleri ve haklı nedenleri bulunmaktadır. Biz yazımızda sadece hangi meali tercih ettiğimiz yönündeki görüşümüzü ortaya koymaya çalışacağız.

Konuyu kısaca özetleyecek olursak; İmran'ın karısı hamiledir ve bu hamileliğinin sonunda erkek bir çocuk doğuracağını umarak, o çocuğu Allah'a hizmet yolunda adayacağına söz verir. Fakat erkek çocuk beklerken, kız çocuğu doğurduğunu görür ve hayal kırıklığına uğramış bir halde 36. ayetteki sözler, ağzından dökülür.

Ayete bakacak olursak, orada hem İmran'ın karısına hem de Allah'a ait olan sözlerin olduğu görülecektir. Kanaatimizce ayet içindeki "Erkek kız gibi değildir" sözü, eğer İmran'ın karısı tarafından söylenecek olsaydı, bu şekilde değil "Kız erkek gibi değildir" şeklinde söylenmesi gerekirdi. 

Çünkü İmran'ın karısı erkek çocuk beklerken bu beklentisi boşa çıkarak kız çocuk doğurmuştur. Hayal kırıklığına uğrayan bir kadının ağzından çıkabilecek sözlerin, doğurduğu kız çocuğunun, doğmasını beklediği erkek çocuk gibi olmadığı, yani doğurduğu kız çocuğunun onun Allah'a verdiği sözü yerine getiremeyeceğinin endişesini taşıdığını beyan eden sözler olması gerekmekteydi.

Büyük ihtimalle yaşanan zamanda sadece erkek çocukları böyle bir amaca hizmet için kullanılabiliyor, kız çocukları ise kullanılamıyordu. İmran'ın karısı bu nedenle doğurduğu çocuğun kız olmasından dolayı hayıflanmaktaydı. Ancak İmran'ın karısının bilmediği fakat Allah'ın bildiği bazı şeyler vardı. İmran'ın karısının doğurduğu kız, ilerleyen zamanlarda İsa'yı doğuracak ve bu kişi ise bir elçi olarak görevlendirilecekti. Elbette İmran'ın karısı bunu bilemezdi.

Ayet içinde geçen "Erkek kız gibi değildir" sözünün Allah (c.c) tarafından söylenmiş olduğunu düşündüğümüzde  İmran'ın karısının doğmasını istediği erkek çocuğunun ileride böyle bir olayın vuku bulmasına sebep olmayacağının Allah (c.c) tarafından ifade edilmiş olması açısından okunabilir. 

Bütün bunları dikkate aldığımızda, Al-i İmran s. 36. ayetine şöyle bir anlam vermek mümkündür: 

فَلَمَّا وَضَعَتْهَا قَالَتْ Onu doğurduğunda dedi ki: 

رَبِّ إِنِّي وَضَعْتُهَا أُنْثَىٰ Rabbim onu kız olarak doğurdum. (Bu söz İmran'ın karısına aittir)

 وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِمَا وَضَعَتْ وَلَيْسَ الذَّكَرُ كَالْأُنْثَىٰ  Allah onun neyi doğurduğunu daha iyi bilir ve erkek kız gibi değildir.

(Bu cümledeki sözler bazı meallerde ikiye bölünerek bir kısmı İmran'ın karısına, bir kısmı ise Allah'a ait olarak çevrilmektedir. "Allah onun neyi doğurduğunu daha iyi bilir " sözü Allah'a, " erkek kız gibi değildir" sözü ise İmran'ın karısına atfedilmektedir. Halbuki sözün tamamının Allah'a atfedilmesi kanaatimizce daha uygundur). 

وَإِنِّي سَمَّيْتُهَا مَرْيَمَ وَإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ Onu Meryem olarak isimlendirdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytandan sana sığındırırım.

Sonuç olarak: Al-i İmran suresi 36. ayetinde geçen, "Erkek kız gibi değildir" İmran'ın karısına değil, Allah'a ait olduğu yönünde yapılan çeviri ve yorumların, daha isabetli olduğunu düşünmekteyiz. Ancak bizim düşüncemizin tersi olan çeviri ve yorumların da hatalı olduğunu iddia etmediğimiz bilinmelidir. Biz bu yazımızda sadece tercihimizin hangisi olduğunu belirtmeye çalıştık.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.