30 Haziran 2015 Salı

Lut (a.s) Kıssası Örnekliğinde Helakın Evrenselliği

Kur'anda helak edildiği beyan edilen kavimlerin kıssalarının anlatılma sebebi , geçmişte cereyan etmiş bazı olayların masal tadında okunarak geçiştirilmesi değil "Sünnetullah" denilen toplumsal yasaların nasıl işlediği ve bu yasaların değişmezliği üzerinden , adı geçen kavimlerin işlemiş oldukları cürümlerin tekrar edilmesi neticesinde aynı olayların işleyeceğinin haber verilmesidir.

Allah (c.c) Kur'anda, insanı "Kadın" ve "Erkek" olarak iki farklı cinste yarattığını , insan neslinin çoğalmasının bu iki cinsin beraberliği ile gerçekleştiği , bu çoğalmanın hukuki zemini olarak "Nikah" dediğimiz aktin olması gerektiğini , bunun dışında gerçekleşen beraberliklerin "Zina" olduğunu , bu tür beraberliğin Dünya cezası olarak had , uhrevi ceza olarak Cehennem olduğunu beyan ederek insanların bundan kaçınmasını ve koyduğu ölçülere uyulmasını emretmiştir. 

 [003.014] Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir, oysa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.

 [004.001]  Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabb'inize hürmetsizlikten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir.

İnsan, karşı cinse ilgi duyan bir fıtratta yaratılmış ve bu ilgisi sonucunda insan neslinin türemesi sağlanmıştır. Ancak Kadınların Kadınlarla , Erkeklerin Erkeklerle cinsel birlikteliği yasaklanmıştır. Bu yasaklanmayı ve bu tür ilişkilere heves duyanlara karşı nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini Nisa s. 15. ve 16. Ayetleri bizlere beyan etmektedir. Bu konuyu ile daha önce "Nisa s. 15-16. Ayetleri : Fuhuş Suçunun Yaptırımı" başlıklı bir yazımızda ele almaya çalışmıştık. 

 Lut (a.s) kıssasına baktığımızda onun içinde bulunduğu kavmin böyle bir sapkınlık içinde olduğunu görmekteyiz. 

[026.165-6]  Neden siz bütün insanlardan sadece erkeklere şehvetle varıyorsunuz? Neden Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıp da bu işi yapıyorsunuz? Siz hakikaten iyice azmış bir toplumsunuz!» 
 [027.055]  «Siz gerçekten, kadınları bırakıp şehvetle erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Hayır, siz (yaptığı şeyi) bilmeyen bir kavimsiniz.»

Lut (a.s) ın kıssasını okuduğumuz zaman onun kavminin , başta "ŞİRK" olmak üzere yapmış olduğu fesadlardan bir tanesinin de erkek erkeğe ilişki olduğunu görmekteyiz. Lut (a.s) ın kavminin yıkımını hazırlayan fesadlardan olan bu kötü fiil bu günde tüm hızıyla işlenmektedir. 

Araf suresi 163-166. Ayetleri geçen "Cumartesi ashabı" kıssasında orada yaşayan halkın , 1- yasağı çiğneyenler , 2- yasağı çiğnemeMEsine rağmen engel olmayanlar 3- yasağı çiğneyenlere karşı engel olmaya çalışanlar olarak, 3 guruba ayrıldığını görmekteyiz. Kıssada helaka uğrayanların sadece 1. guruba dahil olanlar değil 1. ve 2. guruba dahil olanlar yani engel olmamak sureti ile onların fiiline dolaylı olarak ortak olanların da helak edilmiş olmaları , bir kötülüğü işlememiş olmakla birlikte o kötülüğe engel olmak gerektiği hissesini vermesi açısından ibretlidir. 

Türkiye de L.G.B.T adlı örgütün her sene düzenlediği gösteriler bu yıl "Onur Yürüyüşü" !!! adı altında yine düzenlenmiştir. Gösteri ile ilgili yayınlanan fotoları görenler, bu yürüyüşün onur değil onursuzluk yürüyüşü olduğu konusunda hemfikirdirler. Fıtratlarının gereği olarak olması gereken cinselliklerini farklı olarak yaşadıklarını herkese ilan etmek için böyle bir onursuzluk içine girilmesi halk nezdinde infiale sebeb olmuştur. 

Burada şu noktayı hatırlatmakta fayda görmekteyiz ; yazımızın konusu bu sapkınlığı ahlaksızlık olarak aleniyete dökmeyen ve tedavi yollarını arayarak bu sapkınlıktan vazgeçmek isteyenler ile ilgili değildir. 

Ramazan ayının kutsiyetini hiçe sayarak ve bu ay ile alay ederek açılan pankartlar, yapılan gösterinin hiçte onurlu olmadığını göstermektedir. Olaya hak ve özgürlük açısından bakılması durumu daha vahim bir hale soktuğunu ve bunun bir takım özgürlükçü müslümanlar ! tarafından savunulması bazılarımızın düştükleri bataklığı görmek açısından ibret vericidir. 

Son zamanlarda özellikle Kur'anı baz aldığını iddia edenlerin bir kısmında arız olan hastalık şu dur ki ; Etrafımızda olan olaylara karşı bakış açımızı Kur'an değil, bazı kesimlere karşı olan sevgimiz veya kinimiz belirlemektedir. L.G.B.T adlı oluşuma karşı, bir kısmımızda arız olan sevgi ve hoşgörüyü hak ve özgürlüklar açısından bakmamız hak ve özgürlüklerin belirlenmesinde Kur'anın baz alınmadığını göstermektedir. 

Batı kaynaklı fikirlerin empoze ettikleri hak ve özgürlük anlayışı ile İslamın öngördüğü hak ve özgürlük anlayışı bir çok konuda çakışmaktadır. İslam Allaha alenen küfür ve hakaret eden hiç bir oluşuma,  "Bu senin hakkındır" diyerek hoş görü göstermez. Bizler batı kaynaklı düşüncelerin empoze ettiği düşünceleri Müslüman kimliği altında savunmaya çalıştığımız takdirde ne oradan ne buradan olan bir kimlilğe bürünmüş oluruz ki bunun Literatürdeki adı "Münafık" olmaktır. Bizler kimsenin kınamasına, ayıplamasına, dışlamasına maruz kalmamak için bir yerlere eğilmek durumunda kaldığımızda Allaha karşı başkaldırmak durumuna düşmüş oluruz.

 Peki Müslümanlar olarak bu tür durumlar karşısında nasıl bir tavır takınmalıyız ?. 

İçinde yaşadığımız sistem açısından bu tür gösterilerin alenen yapılmasını önleyecek bir müeyyide beklemek realist olmayacaktır. Demokratik , özgürlükçü  olduğu iddiasında olan sistemin bu tür gösterileri yasaklaması, bu iddiasına gölge düşüreceği için bunu yapamaz. Bu gösterilerde yer alanlara karşı küfür ve hakaret cümleleri kullanılması bu oluşumlar içinde yer alanları caydırmak yerine dahada azdırmak gibi bir duruma düşürebileceği unutulmamalıdır. 

Müslümanlar olarak , bu tür gösterileri hak ve özgürlük olarak görmek , desteklemek mümkün değildir. Hak ve özgürlüklerin sınırını bizleri yaratan çizer ve bizler o çizgileri aşmadan yürürüz. Olaya hak ve özgürlük açısından baktığımızda hırsızların , tecavüzcülerin ve bunlar gibi toplumda suç ve ahlaksızlık sayılan fiilleri işlemek hevesinde olanlarında bunları yapmak hakkı olduğunu savunmak zorunda kalırız. L.G.B.T adlı oluşum bayrağı altında toplanan insanların istedikleri hak ve özgürlüğün, bir hırsızın serbestçe çalma hakkı istemesi veya bir tecavüzcünün serbestçe istediğine tecavüz edebilme hakkını istemesinden hiç bir farkı yoktur. 

Müslüman olduğunu iddia eden bir toplumda böyle bir gösterinin yapılabilmiş olması içinde bulunduğumuz çöküşü göstermesi açısından önemli bir göstergedir. Toplum tarafından yüz kızartıcı olarak bilinen cürümleri işleyenlerin alenen ortaya çıkıp " Biz bunları işliyoruz" diyebilmiş olması ahlaksızlığın zirve yapmış olduğunu göstermektedir. Ayrıca bunlara karşı halktan bir tepki gelmemiş olması yozlaşmanın geldiği noktayı görmek açısından dikkat çekicidir. 

Araf s. içinde anlatılan "Cumartesi Ashabı" kıssasındaki 2. guruba baktığımızda yasağı çiğnemeyen ancak yasağı çiğneyenlere karşı bir tavır takınmayanların da helaka uğrayanlar arasında oldukları hatırdan çıkarılmadan bu tür ahlakszca eylemleri, bırakın hak ve özgürlük açısından desteklemek veya ses çıkarmamak engel olmak Müslümanın görevidir. 

Bu engelleme nasıl yapılacaktır?. 

Öncelikle bu sapkınlığın bir hastalık olduğundan yola çıkılarak tedavi ile ilgili süreç başlatılacaktır . Bu süreç kişisel çabalar ile değil Devlet gücü ile yapılmasının daha iyi sonuçlar vereceği için içinde yaşadığımız Devletin bunu bir hastalık olarak görerek gerekli tedavi kurumlarını oluşturması gerekmektedir. Kişisel olarak bu tür kişileri saldırgan ve şiddet içeren ifadeler ve hareketlerde bulunmak faydadan çok zarar getireceği için bu yolun seçilmemesine özellikle dikkat edilmelidir. 

Bu tür oluşumlar içinde bulunanların bu sapkınlıklarını ortaya dökerek reklamlarını yapmalarına ve "Bizde varız" demelerinin önlerini kapatmak bu fiile yatkın olanların , onlara özenmelerine bir nebze olsada engel olacaktır.

Bu tür sapkınlıklar toplum içinde  bir fesad hareketi olup tedavi ile bundan vazgeçmeyen , dahası bu sapkınlığını uluorta yaşamak isteyenlere karşı cezai müeyyideler konulması gerekmektedir. Bu müeyyidelerin içinde yaşadığımız sistem tarafından konulamayacağı bilincinde olduğumuzu hatırlatmak isteriz. Dünyada gittikçe yaygınlaşan hatta bazı ülkelerde kadın kadına veya erkek erkeğe evliliklerin resmi hale getirildiği bir bir zamanda, bazı anlaşmalarla batıya bağlı olan ülkemizin hukuk sisteminin bunu yapamayacağı aşikardır. 

Bu tür sapkınlıkların devam ettiği ülke ve toplumların akıbeti ne olur ?. 

Bunun cevabını Lut (a.s) kıssası içinde görmekteyiz. Lut (a.s) ın kavminin yapmış olduğu cürüm dün olduğu gibi bu günde yapılmaktadır. Allah (c.c) nin sünnetinde değişiklik olmayacağına göre bu tür toplumların helak edilmesi kaçınılmaz bir sondur. 

Dünyada helak edilenlerden , Ahirette ise ebedi azaba çarptırılanlardan olmamak için öncelikle bu tür fiilleri işlemekten uzak bir hayat sürmek zorunda olduğumuz muhakkaktır. Bu fiilden uzak olmak sadece kurtulamamıza vesile olmayacağını da bilmek gerekmektedir. Bu fiili işleyenlerin yaptıklarının yanlış olduğunu uygun bir dil ile anlatmak zorundayız. "Bu kişiler nasıl adam olmaz" deyip bir kenara çekilmek bizleri "Cumartesi Ashabı" kıssası içindeki 2. guruba dahil eder ki bu dahil olma helak edilme sebebidir.

Sonuç olarak ; Etrafımızdaki olaylar ile ilgili olarak tutumumuz Allah (c.c) nin "Bak" dediği yerden olması gerekmektedir. Birilerine şirin görünmek için ahlaksız fiileri işleyenlere karşı hümanist tavırlar içine girmek bizi bazılarının gözünde "Yobaz" sınıfına sokmuş olması , kimsenin kınamasından korkmayanlar için sorun teşkil etmeyecektir. Toplumsal yasaların işleyişi çerçevesinde dün Lut (a.s) ın kavminin başına gelen akıbetin , bu gün veya yarın bu fiilleri işleyen toplumların başına gelmeyeceğinin garantisi varmıdır ? 

 [010.050]  De ki: «Allah'ın azabı size gece veya gündüz gelirse, ne yaparsınız? Suçlular neye bunda acele ediyorlar?»

Kur'anın bir çok Ayeti azabın ansızın geleceğini , kendisine azab gelenlerin bu azabı beklemedikleri halde ansızın geldiği haber verilerek sonrakilerin böyle bir azaba yine ansızın çarptırılacakları haber verilmektedir. Bu azaptan kurtulmak için içimizdeki bu tür ahlaksız oluşumlara kayıtsız kalmamak ve içinde bulunduğumuz durum neyi yapmamızı gerektiriyor ise onu yapmamız gerektirmektedir.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

21 Haziran 2015 Pazar

ETTAHİYYATU Duası Üzerine Bir Mülahaza


"Ettahiyyatu" adı ile bildiğimiz dua hepimizin çocukluğunda ilk öğrendiği dualardan biri olup, namazlarda "Teşehhüd" diye bildiğimiz oturuşta okunan bir duadır. Bu dua ile ilgili rivayetlere baktığımızda Allah(c.c) ve Elçisi'ne atfedilen en büyük iftiralardan biri olan "miraç" hadisesinde(!) Allah(c.c), Muhammed(a.s) ve Cibril'in üçlü konuşmasının bir ürünü olduğu şeklinde bilgiler mevcuttur. Yazımızın konusu bu tür iftiralar değil, dua içinde okunan "es-selamu aleyke eyyuhen-nebiyyu" ibaresi ile ilgili olacaktır.

Duanın Arapça metni ve meali şöyledir;

Ettehiyyatu lillahi ves-salevatu vet-tayyibatu, esselamu aleyke eyyühen-nebiyyu ve rahmetullahi ve berekatuh, es-selamu aleyna ve ala ibadillahis-salihiyn. Eşhedu enla ilahe illallah, ve eşhedu enne muhammeden abduhu ve resuluh.

Dil ile, beden ile ve mal ile yapılan bütün ibadetler Allah’adır. Ey Peygamber! Allah’ın selâmı, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun. Selâm bizim üzerimize ve Allah’ın bütün iyi kulları üzerine olsun. Şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. Ve yine şahitlik ederim ki Muhammed O’nun kulu ve Peygamberidir.

Bu duanın okunmasının fıkhi yönden hükmünün ne olduğu hakkında ilmihal kitaplarındaki bilgilerin namazın sadece şekilsel bir boyuta indirgenmiş olmasının bir yansıması olduğunu düşündüğümüzü kısaca ifade ettikten konumuza geçebiliriz.

Bu duanın metnine baktığımızda akla ilk olarak gelen soru "Muhammed(a.s) bu duayı kendisi okumuş mudur? Şayet okumuş ise kendisine mi selam ediyor?" şeklinde olacaktır. Soru gayet mantıklı ve haklıdır. Bu soruya klasik ilmihal bilgileri ile namaza yaklaşanların verecekleri cevap bir çok kimseyi tatmin etmeyecektir. Ettahiyyatu duasını Muhammed(a.s)'ın namazda okuması mümkün değildir, kendisine salat ve selam etmesi gibi bir duruma düşmesi söz konusu olamaz. Bu duayı ashabına tavsiye ederek, onların okumuş olması daha kuvvetli bir ihtimaldir. Bu duanın farklı versiyonlarının da olduğunu burada hatırlatmak isteriz.

Şunun bilinmesi gerekir ki; Muhammed(a.s) ve ashabının kıldıkları namaz, şekilsel olarak bizim bugünkü kıldığımız namaz ile aynı olabilir. Namaz ibadeti içinde olan "kıyam", "rüku", "secde" gibi yapılanlar namazın olmazsa olmazlarındandır. Ancak Muhammed(a.s) ashabına bugün anladığımız anlamda ilmihal türünden bilgiler verip namazı şekilsel bir ritüele indirgememiştir.

Namaz bir tevhid sembolu olarak Muhammed(a.s) ve ashabının hayatında yer almakta, namaz içinde yapmış oldukları kıyam, rüku ve secde ile sadece Allah(c.c)'yi Rab ve İlah tanıdıklarını ilan etmekteydiler. Bu namaz içinde illa ki bir takım şeyler okunmakta idi ve bu okunanların anlamı Muhammed(a.s) ve ashabı tarafından bilinmekte ve hayat içinde yerini bulmaktaydı.

Etttahiyyatu duasının uydurma rivayetler ile yüceltilmiş olması bir tarafa, bugün okunduğu şekli ile okunmasının Muhammed(a.s)'ın yaşadığı zaman zarfı içinde AHZAB 56 ayeti gereğince yapılmış bir dua olduğunu söylemek mümkündür.

[033.056] Muhakkak ki, Allah Teâlâ ve melekleri peygamber üzerine salatta bulunurlar. Ey imân etmiş kimseler! O'nun üzerine salatta, teslimiyetle selâmda bulunun.

AHZAB 56 ayetinde Allah(c.c) ve meleklerinin Muhammed(a.s)'a salat yani destekte bulundukları belirtilmekte ve mü'minlerin bu desteğe ortak olarak Muhammed(a.s)'ı desteklemeleri istenmektedir.

Ettahiyyatu duası bu emrin bir gereği olarak tevhid eylemi olan namaz içinde mü'minlerin okudukları bir duadır. Bu dua Muhammed(a.s)'ın ashabı tarafından bugün bizlerin okuduğu şekli ile yani sadece ilmihal bilgileri ile donatılmış kitaplarda yazdığı için değil (vacip hükmünde olduğu için okunması, okunmaması sonucunda namazın sıhhatine halel getireceği gerekçesi gibi), Allah(c.c)'nin onlara olan emrinin bir neticesindedir.

Burada bilinmesi gereken bir durum vardır; Dua etmek demek sadece dilde kalan, içselleştirilmemiş ve fiile dökülmemiş sözler değil, pratik hayata indirgenen ve hayat içinde yerini bulan sözlerdir. Ashab eğer Muhammed(a.s)'a salat ve selam ediyorsa, bu salat ve selamın ne demek olduğunu ve olması gerektiğini, yaşadıkları hayat içinde göstermekteydiler. Ashab bu duayı sadece dilde söylenmesi gereken içi boş bir dua olarak değil, yaşantısı ile Muhammed(a.s)'a destek vererek yani salat ederek gösteriyordu.

Bugün bu duanın okunmasını bir takım fıkhi hükümlere bağlayarak illa ki okunması gerektiğini iddia ediyor değiliz. Düşüncemiz odur ki; namaz ibadeti içinde kişi Rabbine nasıl dua etmek istiyorsa edebilir; bunun Arapça olarak yapılma şartı yoktur. Kişi anlamını bildiği dil üzerinden Rabbine karşı istediği gibi dua edebilir.

Muhammed(a.s)'ın yaşadığı zaman içinde, ashabın okuduğu bu dua içindeki "es-selamu aleyke eyyühen-nebiyyu" ibaresinin bu şekli ile okunmasının herhangi bir mahzuru olduğunu düşünmemekteyiz çünkü Muhammed(a.s) hayatta ve ashabı ona olan desteklerini Allah(c.c)'yi şahit kılarak beyan etmektedirler.

Bugün bu duayı okurken "es-selamu aleyKE" şeklinde okumanın şöyle bir mahzuru vardır; ibarede görünen "KE" zamiri muhatap zamiri olup, karşınızda duran kişiye karşı kullanılır. Muhammed(a.s) bugün hayatta olmadığına göre bu duayı böyle okumak yanlıştır. Bazılarınca bu duanın metni ayet metni gibi algılandığı için, ibarede herhangi bir yanlışlık olup olmadığı sorgulanmamakta, hatta böyle bir sorgulamanın yapılmış olması başlı başına bir cürüm sayılmaktadır.

Öyleyse bu duanın metnini nasıl okumak gerekir ki yanlışa düşmekten kurtulalım?

Dua içindeki "es-selamu aleyKE" ibaresi yerine "es-selamu alen-nebiyyi" (selam nebinin üzerine olsun) veya "es-selamu alelenbiyai" (selam nebilerin üzerine olsun) ibarelerini kullanabiliriz.

Ettehiyyatu lillahi ves-salevatu vet-tayyibatu, ESSELAMU ALENNEBİYYİ ve rahmetullahi ve berekatuh, es-selamu aleyna ve ala ibadillahis-salihiyn. Eşhedu enla ilahe illallah, ve eşhedu enne muhammeden abduhu ve resuluh.

Ettehiyyatu lillahi ves-salevatu vet-tayyibatu, ESSELAMU ALELENBİYAİ ve rahmetullahi ve berekatuh, es-selamu aleyna ve ala ibadillahis-salihiyn. Eşhedu enla ilahe illallah, ve eşhedu enne muhammeden abduhu ve resuluh.

Bu duanın illa ki Arapça ibareler ile okunması gibi veya illa ki bu dua okunacak şeklinde bir düşüncemiz olmadığını hatırlatmak isteriz. Kişi namazda iken ister bunu Arapça olarak, ister mealini  ister başka bir duayı okuyabilir.

Sonuç olarak; Ettahiyyatu adı ile bildiğimiz duanın metnindeki "KE" zamiri, muhatap zamiri olması ve Muhammed(a.s)'ın ölmemesi gibi bir durumu çağrıştırdığı için ilmihal kitaplarındaki öğretildiği şekli ile sakınca içermektedir. Bu duanın okunma mecburiyeti olmamakla birlikte okumak isteyenler için yukarda verdiğimiz iki örnek dua metni okunabilir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

Dil ile, beden ve mal ile yapılan bütün ibadetler Allah'a dır. Ey Peygamber! Allah'ın selâmı, rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. Selâm bizim üzerimize ve Allah'ın bütün iyi kulları üzerine olsun. Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. Yine şahitlik ederim ki, Muhammed, O'nun kulu ve Peygamberidir.

Kaynak Linki : http://www.manevihayat.com/forum/konu/ettehiyyatu-duasi-sozleri.8303/
Dil ile, beden ve mal ile yapılan bütün ibadetler Allah'a dır. Ey Peygamber! Allah'ın selâmı, rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. Selâm bizim üzerimize ve Allah'ın bütün iyi kulları üzerine olsun. Şahitlik ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. Yine şahitlik ederim ki, Muhammed, O'nun kulu ve Peygamberidir.

Kaynak Linki : http://www.manevihayat.com/forum/konu/ettehiyyatu-duasi-sozleri.8303/

18 Haziran 2015 Perşembe

DUHAN s. 40-50. Ayetleri : Allah (c.c) den Rol Çalmanın Cezası

Allah (c.c) yaratmış olduğu kullarının üzerinde yegane otorite ve tasarruf sahibi olduğunu , göndermiş olduğu Elçileri vasıtası ile bildirerek kendisinin dışında otorite ve tasarruf sahibi olmaya çalışmanın veya onun dışındaki otorite ve tasarruf sahiplerine tabi olmayı "ŞİRK" olarak niteleyerek, bu suçu asla af etmeyeceğini beyan etmiştir .

[004.048] Gerçekten, Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur.
[004.116]  Doğrusu Allah kendine şirk koşulmasını mağfiret buyurmaz, ondan berisini ise dilediğine mağfiret buyurur, kim de Allaha şirk koşarsa hakıkatte pek uzak bir dalâle sapmıştır.

Ancak bir çok insan, kendisine verilen bu bilgilere ve yapılan tehditlere rağmen ilahlığa soyunmayı veya ilahlığa soyunanlara tabi tercih etmiş ve ahirette ebedi Cehennem azabına hak kazanmıştır. 

Kur'anın anlatım usluplarından bir tanesi , Dünya hayatında kişilerin yaptıklarının karşılığını Cennet veya Cehennem olarak haber verdikten sonra , Cennet veya Cehennem hayatından kesitler sunarak , bizleri ölmeden evvel oralara götürüp getirmesi ve oradaki yaşantıdan kesitler sunmasıdır. Duhan s. 40 ila 50. Ayetlerine baktığımızda böyle bir anlatım üslubu dahilindeki Ayetlerde , Dünyada yaptıkları neticesinde Cehennemi hak etmiş bulunanların nasıl bir karşılık görecekleri beyan edilmektedir. 

[044.040]  Haberiniz olsun ki o fasıl günü hepinizin mikatıdır.

Ayet içinde geçen "Yevmel fasli" (Ayırım günü) ibaresi başka Ayetlerde de geçmekte olup bu geçişleri , Ayetin anlaşılmasında kolaylık sağlamaktadır.

[037.016-24]  «Gerçekten biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı, diriltileceğiz?»Evvelki atalarımız da mı?.De ki: «Evet hem de zelil ve hakir olarak.» O, sadece bir tek çığlıktır ki onların birden bire gözleri açılıverecektir. Eyvah bizlere derler bu o din günü.Bu işte o sizin yalan dediğiniz fasıl günü. O zulmedenleri, eşlerini ve Allah'tan başka taptıkları şeyleri Toplayın mahşere, toplayın da götürün onları cehennem yoluna doğru ve tutuklayın onları çünkü sorguya çekilecekler.

[077.011-15]  Elçiler, tayin edilen vakitlerine erdirildikleri zaman,Bunlar hangi güne ertelendiler?.Fasıl gününe. O fasıl gününün ne olduğunu sana ne bildirdi?.O gün yalanlamış olanların vay haline!.

[078.017-28]  Şüphesiz o hüküm (fasl) günü, belirlenmiş bir vakittir. O gün Sûr'a üflenir, bölük bölük gelirsiniz.Gök de açılmış artık kapı kapı oluvermiştir. Dağlar da yürütülmüş de, su gibi görülen bir hayâl olmuştur.Kuşkusuz Cehennem gözetleme yeri olmuştur. (Azgınlar) orada çağlar boyu kalırlar, orada bir serinlik ya da (susuzluk gideren) bir içecek tatmazlar, ancak (dünyada yaptıklarına) uygun karşılık olarak kaynar su ve irin tadarlar.Çünkü onlar, hesaba çekileceklerini sanmazlardı.Ayetlerimizi hep yalan sayıp dururlardı.

[044.041] O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmaz, yardım da görmezler.
[044.042]  Yalnız, Allah'ın merhamet ettiği kimseler bunların dışındadır. O, şüphesiz güçlüdür, merhametlidir.

Bu Ayetler , fasıl gününde , Allahın dışında kimsenin herhangi bir yardımı olmayacağını beyan etmektedir. Allahın merhamet ettiği kişiler , yardımı başkalarından değil sadece Allah tan göreceklerdir. Şefaat konusu ile ilgili ayetlere bakıldığında bu durum açık seçik görülmektedir. Geleneksel Din algısına baktığımız zaman rivayetler kanalı ile giren bilgiler Kur'ana onaylatılmaya çalışılarak , ilgili Ayetler bir nevi tahrife uğratılmış ve rivayetler doğrultusunda yorumlanmaya çalışılarak, Allah (c.c) nin dışında şefaatçiler olduğu gibi bir algı oluşturulmuş ve bu algılar doğrultusunda bir takım şefaatçiler ihdas edilerek Allah (c.c) nin hükmüne itiraz edebilecek derecede ona denkler ortaya çıkarılmıştır.

[002.048]  Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun.
[002.123]  Kimsenin kimse namına bir şey ödemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı, kimseye şefaatin yarar sağlamayacağı ve onların yardım görmeyeceği günden korunun.

[044.043]  Şüphesiz zakkum ağacı,
[044.044]  Günahkarların yiyeceğidir.
[044.045]  Sanki erimiş madenler gibi karınlarında kaynar.
[044.046] Kaynar-suyun kaynaması gibi.
[044.047]  Tutun onu, cehennemin ortasına sürükleyin.
[044.048] Sonra başının üzerine kaynar su azabından dökün.

Kur'andaki Cehennem tasvirlerine baktığımızda yukardaki Ayetler gibi, bırakın tatmayı okuyanların dahi içini kaldıracak derecede bir anlatım ile oradakilerin yiyecekleri bildirilerek bu azabı hak etmemeleri için yol henüz yakınken Cennet ehli olma yolunda çalışılması tavsiye edilmektedir.

[056.052-56]  Doğrusu bir zakkum ağacından yiyeceksiniz.Karınlarınızı onunla dolduracaksınız;Onun üzerine kaynar su içeceksiniz;Hem de susamış develerin suya saldırışı gibi içeceksiniz;İşte bu, onların din (hesap ve ceza) gününde şölenleridir.

[037.062-68]  Konukluk olarak bu mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı? Ki biz onu zalimler için bir fitne kılmışızdır. O, cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. Tomurcukları sanki şeytanların başları gibidir. Onlar muhakkak ondan yiyecekler ve karınlarını onunla dolduracaklardır. Sonra üzerine onlar için kaynar bir içecek vardır.Doğrusu sonra dönecekleri yer yine cehennemdir.

[078.024-28]  Orada ne bir serinlik tadacaklar, ne de bir içecek.Yalnızca bir kaynar su ve irin. Yaptıklarına uygun bir ceza olarak.Çünkü onlar, hesaba çekileceklerini sanmazlardı.Ayetlerimizi hep yalan sayıp dururlardı.

[047.015]  Allah'a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennet şöyledir: Orada temiz su ırmakları, tadı bozulmayan süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları, süzme bal ırmakları vardır. Onlara orada her türlü ürün ve Rablerinden mağfiret vardır. Bunların durumu, ateşte temelli kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?

[044.049]  Tad bakalım, sen Elaziz Elkerim idin.
[044.050]  İşte bu; doğrusu şüphelenip durduğunuz şeydir.

49. Ayet , yukarıdaki Ayetlerde sözü edilen duruma dahil olma sebebini açıklamaktadır. Bu Ayette dikkatimizi Allah (c.c) nin esmasına dahil olan iki isim çekmektedir. 

"El Aziz" ismi ; İzzet sahibi , yüceliğin zirvesinde olmak, mağlub edilmeyen , azamet, büyüklük ve kudret sahibi anlamına gelmektedir. 

"El Kerim" ismi ; Cömert , iyiliksever , ikramı bol olan anlamına gelmektedir.

Kişinin Cehenneme girme sebebi olarak zikredilen bu iki isim , kişilerin bu isimlerin ifade ettiği anlamı kullanarak diğer insanları kendilerine kul olmaya çağırması nedeniyledir. Mekke döneminde inen Ayetlere baktığımızda , Muhammed (a.s) ın çağrısına karşı çıkan insanların ortak özellikleri mal , servet ve güç sahibi olmaları idi. Onlar ellerindeki bu güce öylesine güvenmişlerdi ki, kendilerini Allahın bile helak edeceğini sanmıyorlar ve Allaha karşı bir meydan okuma içine girmişlerdi. 

Bir çok Ayette, Kendilerinden daha güçlü olanların Allah (c.c) tarafından helak edilmiş olduğu haber verilerek , "Elinizde üç kuruşa güvenerek bana kafa tutmaya kalkmayın" mesajı verilmektedir.

[002.209]  Size apaçık deliller geldikten sonra, yine de kayarsanız, şunu iyi bilin ki Allah azîzdir, hakîmdir.
[003.018]  Allah, şehadet etti ki: Gerçekten O'ndan başka ilah yoktur. Melekler ve ilim sahibleri de adaleti ayakta tutarak buna şehadet ettiler; O'ndan başka ilah yoktur. O, Aziz'dir, Hakim'dir.
[014.001]  Elif, Lam, Ra. Bu, insanları Rabblarının izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarman için onu sana indirdiğimiz bir kitaptır. Aziz ve Hamid'in dosdoğru yoluna.
[004.056] Şüphesiz ki ayetlerimizi inkar edenleri yakında ateşe atacağız. Derileri piştikçe azabı duysunlar diye, derilerini değiştirip yenileyeceğiz. Allah; Aziz, Hakim olandır.

[004.139] Onlar ki, müminleri bırakıp kafirleri dost ediniyorlar; onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Oysa izzet ve şeref, tamamıyla Allah'a aittir.
[010.065] Onların sözleri seni üzmesin. Şüphesiz 'izzet ve gücün' tümü Allah'ındır. O, işitendir, bilendir.
[035.010]  Her kim izzet istiyorsa bilsin ki izzet tamamıyla Allah'ındır. O'na hoş kelimeler yükselir, onu da salih amel yükseltir. Kötülükler kuranlara gelince, onlara şiddetli bir azab vardır. Onların tuzakları hep darmadağın olur.

Ayrıca Alak s. 3. Ayetinde, Rabbimiz kendisini "El Ekrem" yani "En Kerim" olarak tanıtmaktadır. Bu şekil bir tanıtmanın sebebi , Mekkeli müşriklerde yaygın olan ve sadece "El Kerim" ismini almak için nesi va nesi yok son kuruşuna veren insanların olduğu hatırlanacak olursa daha kolay anlaşılacaktır. Allah (c.c) , "Ben sizden daha kerimim" şeklinde bir ifade kullanarak , Mekkelilerin "Kerim" ismin almak için verdikleri malın bile kendisinin olduğunu hatırlatarak , bizim sahib olduğumuz servetin sadece geçici bir süreliğine emaneten olduğunu , ancak kendisindeki servet ve gücün ebedi olduğunu bize hatırlatmaktadır. 

Bu iki ismin zikredilerek , kendilerine üstünlük ve zenginlik atfedip, ilahlıktan bir payları vehmine kapılarak insanlar üzerinde hegemonya kurmak isteyenlerin, bu güçlerinin hesap gününde artık hiç bir işe yaramadığının görülerek, kul olmak şeklindeki durumlarını hatırlamaları ve ona göre bir hayat sürmeleri hatırlatılmaktadır.

Sonuç olarak; Kişilerin Cehennem ile cezalandırılmalarının sebebleri bir çok Ayette beyan edilmiş ve konumuz olan Ayetlerde de, kişinin Cehennem ile cezalandırılma sebebi olarak, Allah (c.c) den rol kapmaya çalışmak yani ilahlığa soyunmak olduğunu görmekteyiz. Elinde "Aziz" olmak gibi fırsat bulunanların Yusuf (a.s) ı örnek almaları ve onun Azizliği gibi bir Aziz olmak mecburiyetleri vardır. Azizliği Musa (a.s) ın karşısındaki Firavun örneğinde olduğu gibi yerine getirmeye çalışanların akıbeti Firavundan farklı olmayacaktır. Kul olarak "Aziz" sıfatı taşıyanların kendilerinin üzerinde bir "EL AZİZ" in olduğunu , kul olarak "Kerim" sıfatı taşıyanların kendilerinin üzerinde bir "EL KERİM" in olduğunu unutarak yaşadıkları bir hayat onları yukardaki Ayetlerde beyan edilen Cehennem azabına düçar edecektir. Allahın yaratmış olduğu biz insanların , Allah tarafından nasıl bir konuma oturtulduğumuz asla unutulmamalı ve bu konuma ilişkin bize verilen görevleri yerine getirerek ilgili Ayetlerdeki duruma düşmemek için çaba harcamalıyız. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

14 Haziran 2015 Pazar

ZUHRUF s. 44. Ayeti Hakkında Bir Mülahaza

Kur'an okumalarında yapılan yanlışlardan bir tanesi , okunan ayetin kişinin tabi olduğu düşünceler doğrultusunda okunması ve o düşüncenin Kur'an tarafından onaylatılmaya çalışılmasıdır. Bu yanlış sadece Müslümanlara has olmayıp , Kur'an içinde zikri geçen İsrailoğullarının da düştüğü bir yanlıştır. İsrailoğulları ile ilgili anlatımlara bakıldığında onların Tevrat hakkında yapmış oldukları yanlışlar anlatılarak aynı hataları bizlerinde tekrarlamaması istendiği halde sanki tekrarlamamız isteniyormuşçasına Yahudileşme temayülü içine girilmiş olması üzücü bir durumdur. 

Muhammed (a.s) ın vefatı sonrası gelişen olaylar neticesinde ortaya çıkmış olan fırkalara bakıldığında söylemek istediğimiz daha net anlaşılacak olup , bu fırkaların kendi görüşlerini Kur'ana onaylatmak için Allah ın Ayetlerini nasıl evirip çevirdiği bilinen bir gerçektir. Allahın Ayetlerini indi görüşleri doğrultusunda çevirme ameliyesine maalesef "Kur'an Merkezli Söylem" iddiasında bulunanların da katıldığı da görülmektedir. Bu söylemi dile getirenlerin, bu konuda daha hassas olmaları gereken bir durum olduğu halde, onlarında bu furyaya katılmış olmaları bizleri düşündürmektedir. 

Örnek vermek gerekirse ; Hadis rivayetlerinin toptan reddedilmesi gerektiğini, Kur'an içindeki "Bundan sonra hangi hadise inanırsınız?" mealindeki Ayetler ile reddetme veya Kur'anın eksiksiz olduğunu ispat için Enam s. 38. Ayetindeki "Biz kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık" mealindeki Ayeti delil getirme girişimlerini verebiliriz. Örneğini verdiğimiz her iki Ayette bağlamından ve Kur'an bütünlüğünden koparılarak okunmuş ve indi görüşlere dayanak yapılmaya çalışılmıştır. Bu ameliyenin , kendisini Kur'an ile tanımlayanlar tarafından yapılmış olması kaygı vericidir. 

Bu yazımızda indi görüşlere dayanak edilmeye çalışıldığını düşündüğümüz Zuhruf. s. 44. Ayetini ele almaya çalışarak yapılan bir yanlışı dile getirmeye çalışacağız. 

 Festemsik billezî ûhıye ileyk(ileyke), inneke alâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).

 [043.043]  Sen hemen o sana vahyedilene tutun! Muhakkak ki sen doğru bir yol üzerindesin.

 Ve innehu le zikrun leke ve li kavmik(kavmike), ve sevfe tus’elûn(tus’elûne).

 [043.044]  Ve hiç şüphesiz o (Kur'an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz  sorulacaksınız.

 Zuhruf s. 44. Ayetinin meallerinde "Ondan sorguya çekileceksiniz" şeklinde bir meal yapılıp ve bu şekildeki mealin, Kur'an dışındaki bilgilerin (Hadis-Sünnet) red edilmesine dayanak yapılmaya çalışıldığını görmekteyiz. Halbuki "Ondan" şeklinde meale ilave edilebilecek bir kelime veya edat Ayetin orjinal metninde yoktur.

Yazımızın amacının Kur'an dışında gelen bilgilerden sorumlu tutulacağımız iddiası olmadığını hatırlatarak, Ayetin mesajının ahirette herkesin sorguya çekileceğinin haberi olduğunu görmekteyiz. 

Ayetin yorumu ile ilgili dikkat çekmeye çalıştığımız nokta bu Ayeti kendi düşüncelerimize dayanak yapmak gibi bir okuma şeklinin yanlış olduğu noktası olup başkalarını suçladığımız yanlışa düşmemek gerektiğini hatırlatmak amacına matuftur. Elbette Allah (c.c) bizleri indirmiş olduğu Kitabın muhteviyatı ile sorumlu tutacak ve Kitap içindeki bilgileri hayata geçirip geçirmediğimizden sual edecektir , düşüncemiz bu ayetin geçmiştekilerin yaptığı gibi mızrakların ucuna takarak farklı düşüncede olanları mahkum etmeye yarayan bir alet aline getirmenin yanlış olduğu yönündedir. Herhangi bir konuda karşımızdaki muhatabımızla yaptığımız bir tartışmada elbette Kur'an ayetleri delilimiz olacaktır , ancak bu deliller bağlamından ve bütünlüğünden koparılmış olan Ayetler olursa getirdiğimiz deliller başka bir ayetle çürütülerek haklı iken haksız duruma düşebileceğimiz unutulmamalıdır.
 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

5 Haziran 2015 Cuma

Musa (a.s) Firavuna İsyan Eden Bir Nankör müydü ?

Bilindiği üzere Türkiye'de seçim zamanlarında ortaya çıkan tartışmalardan bir tanesi; mevcut sistemin kuralları dahilinde kurulmuş olan siyasi partilere oy vermenin hükmü konusunda olup, Müslümanlar bu konuda iki zıt kutupta toplanmışlardır. Bir kısım Müslüman oy kullanmayı savunurken, diğer bir kısım Müslüman oy kullanmamayı savunmaktadır.

Oy kullanmayı savunanların oy verme sebebi olarak öne sürdükleri gerekçelerden bir tanesi; içinde yaşadığımız sistemin herkese sağlamış olduğu bir takım imkanlardan herkesin yararlanmış olduğu ve oy kullanmama noktasında tercih beyan edenlerinde bu nimetlerden faydalandığı halde sisteme karşı çıktıkları, "Madem sisteme karşı çıkıyorsunuz bu nimetlerden neden faydalanıyorsunuz?" şeklinde bir söylem ile kendilerini savunup karşı tarafı suçladıklarına şahit olmaktayız.

Kur'an'ın hayatlarında belirleyici bir Kitap olduğunu iddia eden bizler için, yaşadığımız her zaman çerçevesi içindeki olaylara karşı nasıl bir tavır takınmamız gerektiği, bu tür durumlarda bizden öncekilerin yaşanmışlıklarından örnekler çıkararak muvahhid atalarımızın yolunu izlemek mecburiyeti vardır.

Musa(a.s)'ın Firavun ile olan mücadelesi, sadece yaşandığı zaman ve mekan dahilinde değil, çağlar boyunca gelecek olan Firavunlar'a karşı nasıl bir tavır takınılması gerektiğini bize öğretmektedir. Musa(a.s)'ın hayatını okuduğumuz zaman, onun bebekliğinden gençlik çağına kadar Firavun'un himayesinde büyümüş birisi olduğunu görürüz.

Musa(a.s)'ın elçi seçilme anına kadar başından geçen olaylar, onun kıssasının anlatıldığı surelerden okunabilir. Yazıyı uzatmamak amacı ile onun elçi seçilmesini müteakip, Firavun ile aralarında geçen bir konuşma üzerinden içinde olduğumuz duruma dair bir davranış metodu çıkarılabileceğini düşünmekteyiz.

Musa(a.s)'ın ŞUARA Suresi içinde anlatılan kıssasında Firavun ile aralarında geçen konuşma şöyledir:

Kâle e lem nurabbike fînâ velîden ve lebiste fînâ min umurike sinîn(sinîne). Ve fealte fa’letekelletî fealte ve ente minel kâfirîn(kâfirîne).

[026.018-19] Dedi ki: "Çocukken biz, seni yanımıza alıp büyütmedik mi (sana rablik etmedik mi)? Ve sen, hayatının birçok yılllarını aramızda geçirdin. Hem de o yaptığın fi'li yaptın, o halde sen o nankör kâfirlerdensin."

Kâle fealtuhâ izen ve ene mined dâllîn(dâllîne).
Fe ferartu minkum lemmâ hıftukum fe vehebe lî rabbî hukmen ve cealenî minel murselîn(murselîne). 
Ve tilke ni’metun temunnuhâ aleyye en abbedte benî isrâîl(isrâîle). 

[026.020-22] Dedi ki: "Ben, onu yaptım, ama o zaman şaşkınlardandım. Bu yüzden sizden korkunca aranızdan kaçtım. Sonra, Rabbim bana hikmet verip, beni peygamber yaptı. Başıma kaktığın bu nimet, İsrailoğullarını kendine köle ettiğinden ötürüdür" dedi.

Musa(a.s) ile Firavun arasında geçen konuşmayı şu şekilde tahlil edebiliriz; Firavun halkına karşı "İlahlık" ve "Rablık" iddia eden birisi olarak buna karşı çıkan Musa(a.s)'a, ona daha önceden yaptığı "Rab"lığı hatırlatarak (başına kakarak) kendisine karşı "kafir" olmamasını ister. Firavun'un böyle bir istekte bulunma sebebi; Musa(a.s)'ın varlık sebebinin kendisi(!) olduğuna dair olup, günümüz tabiri ile "Ben olmasaydım sen olmazdın" diyerek Musa(a.s)'a hatırlatmada bulunmaktadır.

Firavun kendi açısından haklı sayılabilir çünkü bebek iken aldığı Musa(a.s)'ı sarayında en güzel ortam içinde büyütmüş ve ona gereken ihtimamı göstermiştir. Buna karşılık olarak, yaptığı bu iyiliklere Musa(a.s)'ın nankör davranmamasını istemiş olması bir yönden makul görülebilir. Ancak burada bir hata yapmaktadır. Kendisini Rab olarak tanıtan Firavun'a karşı Musa(a.s) ve kardeşi Harun(a.s), gerçek Rabbın "alemlerin rabbi" olan Allah(c.c) olduğunu ifade etmektedirler.

Musa(a.s), iki Rab karşısında bir seçim yapmak durumunda olup, bu seçimini "alemlerin rabbi" Allah(c.c) yönünde yapmış ve Firavun'un rablığını red etmiştir. Burada dikkatimizi çeken ve çekmesi gereken nokta şu olmalıdır; Firavun'un iddia ettiği mülk aslında kendisinin değil, Allah(c.c)'nindir. Firavun ilahlığa ve rablığa soyunarak Mısır ülkesi üzerinde hak iddia etmekte olup, ona bu imkanları veren "alemlerin rabbi" olan Allah(c.c)'dir. Musa(a.s) bu noktayı göz önüne alarak kendisine bebek iken bakmış olması onun İsrailoğulları üzerindeki zulmünün neticesinde olduğunu, yani ona hiç bir şekilde borcu olmadığını tereddüt etmeden haykırmıştır.

MUSA(A.S) FİRAVUN'A, "ER-REZZAK" OLANIN SADECE ALLAH OLDUĞUNU HAYKIRARAK, ONA HİÇBİR ŞEKİLDE MİNNET BORCU OLMADIĞINI SÖYLEMESİ BİZİM İÇİN BİR TAKIM MESAJLAR İÇERMEKTEDİR.

Bu olayın bize dönük mesajını okumaya çalıştığımız zaman şunları söylemek mümkündür; içinde yaşadığımız ülkenin yönetim şekli bilindiği gibi gayri İslami bir sistem üzerine kurulmuştur. Bu sistemin yürümesi için kurulmuş siyasi partiler seçimler yolu ile iş başına gelerek halkı yönetmektedirler. Siyasi partilerin tamamı sistemin önermiş olduğu kanunlar dahilinde ve esas olarak mevcut sistemin yürümesi için kurulmuşlardır.

Durumu, inancını Kur'an'ın belirlediği Müslümanlar açısından değerlendirdiğimizde, inancımıza sahip çıkan ve mevcut sistemin yerine İslami bir sistem getireceği söyleminde bulunan tek bir parti olmaması (böyle bir partinin olması mevcut kanunlara göre mümkün değildir), bizim oy kullanmak konusunda daha temkinli davranmamızı gerektirmektedir.

Tercihini oy kullanmamaktan yana kullananlara karşı getirilen argümanlara baktığımızda, bu sistemin bize olan nimetleri hatırlatılarak, bu sisteme karşı "KAFİR" nankör davranılmaması gerektiği ve sistemin desteklenmesi gerektiği söylenmektedir.

Muhatap olduğumuz bu söylemi, Musa(a.s)'ın muhatap olduğu kişinin söylemi ile aynileştirmek mümkündür. Firavun, Musa(a.s)'a kendisine karşı yapmış olduğu "rablığa" karşı ondan itaat beklemektedir. Fakat Musa(a.s) Firavun'a itaat etmek şöyle dursun, ona zulmünü haykırmaktan geri durmamıştır.

Musa(a.s) neden böyle bir kafirlikte(!) bulunup "alemlerin rabbi"ne teslim olduğunu bildirmiştir? Çünkü Musa(a.s), Firavun'un elinde bulundurmuş olduğu iktidar, servet, mülk, güç vb. unsurların asıl sahibinin Allah(c.c) olduğunu biliyordu.

BİZE NE OLUYOR Kİ, KENDİSİNİ KUR'AN MÜSLÜMANI OLARAK LANSE EDENLERİN BİR KISMINA GÖRE BU SİSTEMİN YÖNETİCİLERİNİN BİZLERE VERMİŞ OLDUĞU NİMETLERİN ASIL SAHİBİNİN ONLAR OLDUĞU ZANNINA KAPILARAK, BU SİSTEMİN AYAKTA KALMASI İÇİN BİZDEN ÖNCEKİ ELÇİLERİN YOLLARINA İHANET EDİYORUZ?

Alemlerin Rabbi olan Allah(c.c), Musa(a.s)'a "Firavun'a git çünkü o AZDI" dediği zaman, Musa(a.s) Rabbi'ne "Ey Rabbim! Doğru dersin ama o azgın Firavun ben bebek iken büyütüp RABLİK etti, ben ona nasıl isyan ederim?" mi dedi?

Bugün sisteme karşı çıkarak, bu karşı olmalarını oy kullanmayarak göstermeye çalışanlara karşı getirilen argümanın, yukardaki sözlerden bir farkı yoktur. Bu sistemin halkına vermiş olduğu nimetlerin sanki sistemin yöneticileri tarafından verildiği zannı onların "er-rezzak" (rızık verici) konumuna yükseltilmiş olduğunu göstermektedir.

"er-rezzak" olan sadece Allah(c.c)'dir. Arz üzerinde kim varsa, hangi ülke varsa verilenler hepsi O'nun katından olup, yönetici kademesinde olanların yapmış olduğu sadece Allah(c.c)'nin verdiğini halka dağıtmaktır. Bu dağıtımın adaletli olup olmadığı tartışması bir tarafa olup, ülkemiz geneline baktığımızda hangi iktidar olursa olsun bu nimetleri önce kendilerine aktarmaya gayret ettikleri bir vakıadır. Bu vakıaya özellikle kendisini muhafazakar İslamcı olarak gösterenlerin ortak olmuş olmaları ayrı bir gerçek olup bu yazının konusu değildir.

Bugün içinde bulunduğumuz sisteme bakış açıları, o sistem içindeki mevcut olan iktidar partisinin diğer partilere göre daha kaliteli olduğu için oy verdiğini iddia edenler için herhangi bir sözümüz yoktur. Sözümüz; kendisini Kur'an Müslümanı olarak beyan edip inancının esaslarını Kur'an'ın belirlediğini iddia edenleredir.

İnancını Kur'an'ın belirlediği iddiasında olanlar için örneğini verdiğimiz ayetlerdeki Musa(a.s)'ın duruşunun, bugün bizim sisteme karşı duruşumuz noktasında bir örneklik teşkil etmesi gerektiğini düşünmekteyiz. İçinde bulunduğumuz imkanları sunanlar, o imkanların yaratıcıları değil, o imkanları halka eşit olarak dağıtmakla görevli olan emanetçilerdir. Bu emanetçiliği bizler şayet asil olarak gördüğümüz takdirde, yönetim kademesinde olan kişileri "Rab" konumuna yükseltmiş oluruz ki bunun literatürdeki adı "ŞİRK"tir.

Müslümanlar olarak yaşadığımız topraklar üzerinde Allah(c.c)'den başka kimseye karşı bir minnet borcumuz olmadığı gibi, bizim üzerimizde yönetici kademesinde olanların yönetim konusunda Allah(c.c)'nin emirlerinde doğrultusunda hareket etmek mecburiyetleri vardır. Bu yöneticilerin veya bu yöneticilerin yandaşlarının kendilerinin dışındakilere, onlara karşı yaptıklarını başa kakmak gibi bir cüretleri, onların kendilerini Rab ilan etmeleri anlamına gelir.

Allah(c.c)'den başka Rab olmadığını iddia eden Müslümanların, varlıklarını yönetim kademesinin başındakilere bağlayarak veya ellerindeki imkanları onların sayesinde sahip oldukları "Onlar olmazsa halimiz duman olur" şeklindeki söylemleri, Rablığı Allah(c.c)'nin dışındakilere tahsis etmeleri anlamına gelir.

Sistemin yönetim kademesinin başında olanlar şunu asla unutmamalıdırlar ki; sizlerin varlığınızı borçlu olduğunuz birisi vardır ki O da "alemlerin rabbi" Allah(c.c)'dir. Kendinizi yandaşlarınıza ululatarak etrafınızda oluşturduğunuz taraftarlarınız yarın hesap gününde ne sizi, ne kendilerini kurtaramayacaklardır.

Çağrımız şudur; özellikle AKP'nin destekçisi olan ve kendilerini Kur'an Müslümanı olarak niteleyenler, hiç kimsenin bu yöneticilere herhangi bir minnet borcu yoktur. Minnet borcu, bu yöneticilerin kendilerini böyle bir kademeye getirdiği için Allah(c.c)'ye karşı olmalıdır. Ancak görüyoruz ki bu minneti tabanlarına öyle bir lanse etmektedirler ki "Biz olmazsak batarsınız" şeklinde bir söylem ile kendilerini bulunmaz hint kumaşı olarak görmektedirler.

Esas olan ellerindeki bu iktidar gücünü İslami argümanları istismar etmeden kullanmak olması gereken bu insanlar, etraflarında oluşturmuş oldukları taraftarları ile İslami söylem kullanarak bir nevi nifak içine girmektedirler. Kendilerine İslami şahsiyetleri örnek aldıklarını iddia ederek iktidarını sürdürenlerin, yaşantılarında bu şahsiyetlerin yaşantılarını ne kadar pratize(!) ettikleri hepimizin bilgisi dahilindedir.

Şakşakçı tabir edilen taraftar kadrosunun yaptığı şey, iktidar sahiplerinin saltanatlarını sürdürmesinde İslami söylemi öne çıkararak sadece oy deposu olarak gördükleri halk sürüsünün oylarını toplayarak iktidarlarının sürmesini sağlamaktır.

Aynı durumu atamız İbrahim (a.s) açısından değerlendirdiğimizde ortaya şöyle bir durum çıkmaktadır; Bilindiği üzere İbrahim (a.s) ın babası müşrik bir kimse olarak oğluna iman etmemiştir. İbrahim (a.s) babasının kendisini büyütmüş ve doyurmuş olması karşısında ona minnet altında kalarak, ona karşı müdaheneci bir tavır içine girmemiş, seçimini Rabbinden yana yapmıştır.

Sonuç olarak; Türkiye'de mevcut olan tağuti sistemin devam etmesinde önemli etken olan seçimler ve seçimlerin en önemli kaynağı olan halkın oyları, bu sistemin ayakta kalmasını sağlamaktadır. Sisteme karşı duruşlarını oy kullanmayarak göstermeye çalışanlara karşı getirilen argümanlara karşı, bize Musa(a.s)'ın Firavun'a karşı olan duruşu örnektir. Kimseye karşı minnet borcumuz olmamakla birlikte, minnet borcu olanların başında iktidar sahipleri gelmektedir. Onlar bu minnetlerini, onlara bu iktidarı sağlayan Rablerine karşı O'nun önerdiği bir sistemi hayata geçirerek göstermek zorunlulukları vardır. Sistemin bize verdiklerini öne sürerek bu sisteme karşı "kafirlik" yapılmamasını isteyenler, aslında Allah(c.c)'ye "kafirlik" yapmakta olduklarını unutmamalıdırlar.

[039.036] Allah, kuluna yetmez mi? Seni O'ndan başka şeylerle korkutuyorlar. Allah'ın, saptırdığını doğru yola koyacak yoktur.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

3 Haziran 2015 Çarşamba

Tağut Kelimesi Üzerine Bir Mülahaza

Tağut , Kur'anın mesajının anlaşılmasında önemli kelimelerden birisi olup, Türkiye gündemine seçim zamanlarında ve belirli bir takım hiziplerin söylemi şeklinde gelmektedir. "Selefiyye" adlı hizip bu kavramı gündem ederek özellikle mevcut sistem hakkında bir takım düşünceler üretmekte ve bu hizb'in söylemine karşılık olarak bazı karşıt hizipler bu kavramı gündem etmek konusunda geri durmaktadırlar.

Bu kelimenin ifade ettiği anlam basit bir anlam olmayıp, Kur'anın ana mesajı olan "Tevhid" ile yakından alakalıdır. Selefiyye'ye mensup hiziplerin bu kelimeyi gündem etmeleri ve bu kelimenin İslam Dünyasında'ki bazı silahlı guruplar ile birlikte anılması bu kelimeye karşı bir allerji oluşmasına sebeb olmuştur.

Bu kelimenin, özellikle içinde yaşadığımız sisteme karşı bir sözünün olmuş olması, bir takım kimselerin korku kaynağı olmuş ve bu kelimeyi duydukları zaman "Aslandan kaçan yaban eşekleri" misali kaçtığını görmekteyiz. Bu kelimeyi işittikleri zaman tüyleri diken diken olanların , Kur'anın tabiri ile "Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak" şeklinde tezahür eden yahudileşme temayülü içinde olduklarını üzülerek belirtmek isteriz. 

Türkiye de , yapıldığı iddia edilen Kur'an çalışmaları genelde entellektüel bir faaliyet aşamasından yukarı çıkamadığı  ve bu kelimenin ifade etttiği anlamın hayat içinde pratik bir uygulaması olması gerektiği için, Kur'an çalışmaları yapanların bu kelime üzerinde pek fazla durmak istemediklerini , bu kelimeyi gündem edenleri (Selefi gurupları kast etmekteyiz) bahane ederek Kur'an dışı yabancı bir kelime muamelesine tabi tuttuklarına şahid olmaktayız. 

Bu yazımızda , Kur'an şayet hayatımızda belirleyici bir kitap ise ki iddiamız bu dur , bu kelimenin ifade ettiği anlam konusunda nasıl bir düşünce sahibi olmamız gerekmektedir ? sorusunun cevabını aramaya çalışacağız. 

"Tağut" kelimesi , " Sınırı , haddi aşmak" anlamındaki "Tağa" kelimesinden türemiştir. Bu kelimenin geçtiği Ayet mealleri şu şekildedir. 

 [020.024]  «Firavun'a git, doğrusu o azmıştır (tağa).»
 [020.043]  Firavun'a gidin, doğrusu o azmıştır (tağa).
 [053.017]  Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı (vema tağa).
 [069.011]  Gerçek şu ki, su taştığı (tağa)zaman, o gemide biz sizi taşıdık:
 [079.017] «Firavun'a git; doğrusu o azmıştır (tağa).»
 [079.037-9]  Azana (tağa)ve dünya hayatını ahirete tercih edene, şüphesiz cehennem tek barınaktır.
 [089.011-2]  İşte onlar ki beldelerde azgınlıkta (tağav)bulunmuşlardı. Oralarda fesadı çoğaltmışlardı.
 [011.112]  Sen, beraberindeki tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Aşırı gitmeyin,(vela tetğav) doğrusu Allah yaptıklarınızı görür.
 [020.081]  Size verdiğimiz rızıkların en hoşlarından yiyin ve o hususta taşkınlık yapmayın ki (vela tetğav), sonra gazabım iner üzerinize; her kimin üzerine de gazabım inerse, o uçuruma gider.
 [055.008]  Sakın tartıda taşkınlık (elle tetğav) etmeyin.
 [020.045]  Musa ve kardeşi: «Rabbimiz! Onun bize kötülük etmesinden veya azgınlığının (yetğa) artmasından korkarız» dediler.
 [096.006-7] Ama, insanoğlu kendini müstağni sayarak azgınlık (leyetğa) eder.
 [050.027]  Yanındaki şeytan: «Rabbimiz! Ben onu azdırmadım,(ma etğaytühü) fakat kendisi derin bir sapıklıktaydı» der.
 [051.053]  Onlar birbirlerine bunu mu tavsiye ettiler? Hayır onlar azgın bir kavimdir (kavmün tağun).
 [052.032]  Bunu kendilerine akılları mı buyuruyor, yoksa onlar, azgın bir kavim midirler?(kavmün tağun)
[037.030]  bizim size karşı zorlayacak bir gücümüz de yoklu; fakat siz azmış bir kavimdiniz;(kavmen tağıne)
[038.055] Bu böyle; ama azgınlara (littağıne)kötü bir gelecek vardır.
[068.031]  Dediler ki: Yazıklar olsun bize, doğrusu biz; azgınlardanmışız (tağıne).
[078.021-22]  Gerçekten cehennem, bir gözetleme yeridir.Azgınlar için (littağıne)varılacak bir yer.
[053.052] Önceden de Nuh kavmini (helak etmişti), çünkü onlar zulmetmiş ve azmıştı.(etğa)
[069.005]  Bu sebeple Semud, azgın bir sesle (bittağıyeti) helak edildiler.
[091.011]  Semud kavmi azgınlığından (bitağvahe) inanmadı.
[005.064]  Bir de Yahudiler: «Allah'ın eli bağlıdır.» dediler ve dedikleri yüzünden elleri bağlandı ve la'netlendiler. Hayır, O'nun iki eli de açıktır, dilediği gibi nimet veriyor. Andolsun ki, sana Rabbinden indirilenler, onlardan birçoğunun azgınlığını (tuğyanen) küfrünü artıracaktır. Bununla birlikte, aralarına kıyamete kadar sürecek olan bir düşmanlık ve kin bıraktık. Her ne zaman savaş için bir ateş tutuşturdularsa, Allah onu söndürdü. Onlar yeryüzünde bozgunculuk için koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.
[005.068]  «Ey Kitap ehli! Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni gereğince uygulamadıkça bir temeliniz olmaz» de. And olsun ki Rabbinden sana indirilen, Kuran, onlardan çoğunun azgınlık (tuğyanen) ve küfrünü artırır. Öyleyse kafirler için tasalanma.
[017.060]  Sana: «Rabbin şüphesiz insanları kuşatmıştır» demiştik; sana gösterdiğimiz rüya ile ve Kuran'da lanetlenmiş ağaçla, sadece insanları denedik. Biz onları korkutuyoruz, fakat bu onlara büyük taşkınlık (tuğyanen kebiren) vermekten başka birşeye yaramıyor.
[018.080]  «Oğlana gelince; onun ana babası inanmış kimselerdi. Çocuğun onları azdırmasından (tuğyanen)ve inkara sürüklemesinden korkmuştuk.
[002.015]  Onlarla Allah alay eder ve taşkınlıkları (tuğyanihim)içinde bocalar durumda bırakır.
[006.110]  Onların kalblerini, gözlerini, ona ilk defa inanmadıkları gibi çeviririz; onları taşkınlıkları (tuğyanihim) içinde şaşkın şaşkın bırakırız.
[007.186]  Allah'ın saptırdığını yola getirecek yoktur. O, sapanları taşkınlıkları (tuğyanihim) içinde bocalayıp dururlarken bırakır.
[010.011] İyiliği acele isteyen kimselere Allah fenalığı da çarçabuk verseydi, süreleri hemen bitmiş olurdu. Bizimle karşılaşmayı ummayanları, azgınlıkları (tuğyanihim) içinde bocalayıp dururlarken bırakırız.
[023.075]  Biz onlara acısak ve başlarındaki sıkıntıyı gidersek bile, azgınlıkları (tuğyanihim)içinde bocalayıp kalırlar.
[002.256]  Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.
[002.257]  Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkar edenlerin ise dostları tağuttur. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır.
[004.051] Görmedin mi o kendilerine kitaptan bir nâsip verilmiş kimseleri ki, Cibt ve Tâğût'a imân ediyorlar ve kâfirler için, «Bunlar mü'minlerden daha doğru bir yoldadırlar,» deyiveriyorlar.
[004.060]  Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.
[004.076]  İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkar edenler ise tağut yolunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın, esasen şeytanın hilesi zayıftır.
[005.060]  De ki: «Allah yanında cezaca bundan daha kötüsünü size haber vereyim mi? Allah'ın la'net ettiği, gazabına uğrattığı, kendilerini maymunlara ve domuzlara dönüştürdüğü kimselerle Tağut'a tapanlar, işte bunlar, yerleri en kötü yer olan ve doğru yoldan en çok sapanlardır.»
[016.036]  Andolsun, biz her ümmete: «Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının» (diye tebliğ etmesi için) bir peygamber gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine de sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.
[039.017]  Tağuta kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a yönelenlere müjde var. Müjdele kullarımı.

Yukarda verdiğimiz Ayet meallerine dikkat ettiğimiz zaman ortak nokta "Haddi aşmak" olarak karşımıza çıkmaktadır. "Haddi aşmak" deyiminin içine neler girer ki böyle bir had aşımı olduğunda "Tuğyan" ve "Tağut" kelimeleri gündeme gelsin ?.

Nahl s. 36. Ayetine baktığımızda ,Allah (c.c) nin Elçi gönderme sebebinin sadece ona kulluk ve Tağuttan kaçınmamız amacı olduğunu görmekteyiz. "Kulluk" dediğimiz kelimenin anlam alanı geniş bir çerçeve dahilinde olup , bizlerin yaşamlarında belirleyici olan inancın her alanda Allah (c.c) nin önerdiği ilkeler dahilinde olmasını gerektirmektedir. Bu ilkelerin çiğnenerek başka belirleyicilerin önerdiği sistemlerin hayata geçirilmesi "Tuğyan" ve bunları hayata geçirme noktasında önder olanların "Tağut" olarak Kur'anda yerini bulduğunu görmekteyiz. 

Yukarda verilen Ayet meallerine baktığımızda , Firavun'un icraatlarının bu kelime ile ifade edildiği yani Firavunun "Tağut" luğa soyunduğunu görmekteyiz. Firavun'un "Tağut" olarak nitelendirilmesine sebeb olan şey onun "İlahlık ve Rablik" iddiasında bulunmuş olmasıydı. Firavun'un bu iddiasının hayata geçmiş şekli yönetim noktasında kendisinin veya kendisi gibi beşerin belirlediği bir sistemi halkına dayatmış olması idi. 

İlah ve Rab kavramlarını ifade ettiği anlam kişilerin hayatlarında belirleyici olmak anlamına gelmekte olup , bu kavramların sadece Allaha hasredilmesi gerektiği yönünde Allah (c.c) kullarına Elçileri vasıtası ile vahiyler göndermiştir. Bu kavramların onun dışındakiler tarafından kullanılması "Şirk" olgusunu gündeme getirmektedir.

"Firavun" , "Tuğyan" ve "Tağut" gibi kelimeler, zaman içinde önemini yitirmiş kelimeler değil, aksine her an için yaşayan ve yaşayacak olan kelimelerdir. Bu kelimelerin yaşantı içinde ifadesini bulabilmesi için bizlerin Kur'anı "Tevhid" merkezli bir okumaya tabi tutmamız gerekmektedir.

Çağlar boyunca gelen Elçilerin tebliğleri sadece tek bir İlaha kulluk etmek noktasında birleşmiş olması bizlerinde o Elçilerin izlerini takip etmemizi gerektirmektedir. Ana ilkelerini Kur'anın belirlediği bir sistemin dışındaki tüm sistemlerin genel adı "Tağuti Sistem" olup bunun başka bir adı yoktur. 

Türkiye örneğine baktığımızda, Müslümanların yaşadığımız sistemin adını koymak noktasında bir takım sıkıntılar yaşadığını görmekteyiz. Her hangi bir hadisçi veya tasavvufçu ile ilgili olarak görüş beyan etmekte ve onu tekfir etmekte sıkıntı çekmeyen bir kısım "Ehli Kur'an" mensubu olduğunu iddia edenler içinde yaşadığımız sistem konusunda fikir beyan edilme noktasında "Ehli Kur'an" olduklarını unutup "Ehli Sistem" bir tavır takınarak Kur'anın içinde yaşadığımız sisteme dair herhangi bir sözünün olmadığı zannına kapılmaktadırlar. 

Bunun sebebi Kur'anın tek İlaha dayalı bir sistem önermiş olmasının ne anlama geldiğinin veya gelmesi gerektiğinin anlaşılamamış olmasından kaynaklandığını düşünmekteyiz. Maalesef "Tağut" kelimesi ve onun anlam alanı bizlere itici gelmekte ve bu kelimeyi harici zihniyetine sahip olan tekfirci hizipler sahiplenmiş ve gündem etmektedirler. Onların bunu gündem etmiş olmaları ,onların düşüncelerine sahip olmayanların gündem etmemesini gerektirmediği gibi gündem etmeye en çok hakkı ve vazifesi olanların, Kur'anı Dinde belirleyici kitap olarak görenlere ait olması gerektiğini düşünmekteyiz.

Maaleseftir ki bu gün Türkiyede iktidar partisinin muhafazakar bir söyleme sahip olması, bir kısım Müslümanları atalete düşürmüş ve muhafazakarların hükümet olduğu sistemin sanki İslami bir sisteme dönüştüğü zannı hakim olmuştur. Kriterlerini Kur'andan almayan bu düşünce sahiplerinin daha müfrit olanlarına baktığımız zaman bu günkü iktidar sahiplerinin Allah (c.c) nin ümmete bir lutfu olduğu gibi sözleri işitmemiz işin boyutlarının vehametini göstermesi açısından ibret vericidir. 

Kur'anın her çağa sözü olduğunun bilincine sahip Müslümanlar olarak , onun içinde yaşadığımız sistemin adını koymak noktasında bizlere yol gösterici olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Allah (c.c) nin tek İlah yani onun gösterdiği ilkeler çerçevesindeki bir sistem yerine onun yarattığı kişilerin ortaya attığı ilkelerin hakim olduğu bir devlet sisteminin adı "Tağuti" bir sistemdir. 

Yaşadığımız sistemin "Tağuti" liği konusunda hem fikir olmak için Kur'anın Tevhid merkezli bir okunma metoduna dönülmesine gerek olduğunu düşünmekteyiz. Bunun dışında yapılan okumalar, bir takım kelime ve kavramların içinin boşaltılarak Kur'anın modası geçmiş düşünceler ve eskilerin masallarını kapsayan bir entellektüel bir çerez malzemesi haline çevrilmesinden başka bir işe yaramayacaktır. 

İşin daha kötüsü , yapılan bazı okuma metodlarının Kur'anın içinde yaşadığımız sistemi bırakın Tağuti olarak nitelemek ideal bir sistem olarak gördüğü sonucuna varmış olması, Kur'anın çağlar boyunca süregelen Tevhidi mücadele örnekliklerinin boşa yapılmış anlatımlar ve bize dair bir mesajı olmayan sözler mesabesine düşürecektir.

Kendisini Kur'ana nisbet ederek söylemde bulunan bazı kimselerin  Kur'anın, bazılarının konforunun bozulmasına sebeb olacak bu söylemini gündem etmeyip , Hadisçi veya tasavvufçuları tekfir etmeye yarayan bir araç olarak okumaları Kitabın tek taraflı okunmaya tabi kılındığının bir göstergesidir. Yaşadığımız sisteme dair sözü olan bir Kur'anın bu sözleri hayat pratize etme gereği olmuş olması "Tatlı su Müslümanlığı" yapan bizlerin hoşuna pek gitmeyecektir.

Bugün inancını Kur'anın belirlediği iddiasında olanların bir kısmındaki arız olan eksiklik Kitabın çağlar boyunca gelen Tevhid çağrısının okunmaması olup , bu çağrının anlatıldığı kıssa yollu anlatımlardaki bazı olayların olup olmadığı konusundadır. Kur'an hayat içinde yaşanan bir Kitap değil hayattan koparılmış ve hayata dair sözü olmayan laik ve Kemalist sistemi savunan bir Kitap haline getirilmiştir.

Sonuç olarak ; Kur'anın her an için yaşayan kelimelerinden olan "Tağut", belirli bir kesimin elinde kalarak , kendisini "Ehli Kur'an" olarak niteleyen bazı kimselerin gözünde "Tavuk" kelimesi kadar bir anlamı olmayan bir hale getirilmiştir. Son zamanlarda Kur'anın gündeme gelmiş olması maalesef , Kur'anın yaşanılan sisteme dair bir sözü olduğu noktasındaki düşünceleri beraberinde getirmemiştir. T.V lerde Kur'anı gündem etmeye çalışan bir kısım akademisyen ve alimlerin bu tür konuları gündeme getirmekten çekinerek suya sabuna dokunmayan düşünceleri gündeme getirmeleri onların bu tür söylemlerden Dünyevi gailelerden ötürü çekindikleri izlenimini kuvvetlendirmektedir. Kur'anı belirleyici bir Kitap olarak görenlerin o Kitap içindeki örneklerde canlarını mallarını Allah için feda edenlerin ne sebeble bunu yaptıklarını ciddi biçimde okumaları ve pratize etme gereği kaçınılmazdır. 

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.