31 Mayıs 2014 Cumartesi

Neml s. 40. Ayetinde Hükümdarın Tahtını Getiren Kim ?

Neml s. içinde anlatılan Süleyman as kıssasını hatırlayacak olursak, Süleyman as sebe adlı ülkenin hükümdarına kendisine teslim olması için bir mektub(kitab) gönderir , yanındaki mele'sine hükümdar gelmeden önce onun tahtını bana kim getirir? şeklinde bir soru sormuş ve bu soruya cinlerden bir ifrit'in "yerinden kalkmadan önce" cevabına karşılık , "ellezi indehu ilmün min elkitabi" (kitab'tan ilmi yanında olan) olarak anlatılan kişinin " onu sana gözünü kırpmadan getiririm" cevabını verdiğini görmekteyiz.  

Tefsir kitablarında bu kişinin kimliği etrafında farklı yorumlar olduğunu görmekle beraber, bu ayetin özellikle tasavvvuf ekolu tarafından istismar edilerek uçan kaçan şeyhlere mesned edildiğini de görmekteyiz. Kur'an kıssaları ile ilgili yazılarımızda , kıssayı okurken anlatıldığı zaman ve mekana hapsetmeden, ama yaşadığı zaman ve mekan içindeki olaylarıda red etmeden bir okuma yapılması ve bu kıssa dan alınması gerekli olan hisse üzerinde yoğunlaşmak gerektiğini hatırlatarak, kıssaları bu minval üzerinde okumanın örneklerini paylaşmıştık. Süleyman as kıssası ile ilgili olarak yazmaya çalıştığımız bir kaç yazıda bu metodu takip ederek, "bu kıssa bize ne mesaj veriyor?" sorusunun cevabını aramak merkezli bir çalışma yaptığımızı hatırlatarak neml s. 40 ayetindeki tahtı getiren'in kim OLABİLECEĞİ , kim olduğu demiyorum çünkü kim olduğu yönündeki kanaatim benim şahsi düşüncem olup ,yazılarımızın sonunda yazdığımız gibi en doğrusunu Allah cc bilir deyip bu konudaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. Öncelikle neml s. 40. ayeti ile ilgili olarak tefsir kitaplarında yapılan yorumları kısaca hatırlayalım.

Kâlellezî indehu ilmun minel kitâbi ene âtîke bihî kable en yertedde ileyke tarfuk(tarfuke), fe lemmâ reâhu mustekırran indehu kâle hâzâ min fadlı rabbî, li yebluvenî e eşkur em ekfur(ekfuru), ve men şekere fe innemâ yeşkuru li nefsih(nefsihî) ve men kefere fe inne rabbî ganiyyun kerîm(kerîmun).

[027.040] Kitaptan  ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu  yanıbaşına yerleşmiş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin  lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.

Kitab tan ilmi olan kimse için tefsirlerde şu yorumları görmekteyiz.

1-Hızır
2-Süleyman as ın veziri asaf bin berhiya
3-İsmi azam'ı bilen bir kişi
4-ada da yaşayan bir zat
5- Süleyman as ın kendisi
6- Cibril 

Bu görüşlerin kritiğini yaparak yazımızın hacmini büyültmeden bu ayetteki bahsedilen kişinin kim olduğu konusundaki görüşümüzü ve bu görüşümüzü dayandırdığımız delillerimizi sunmak istiyoruz. NEML S. 40. AYETİNDEKİ "KİTABTAN YANINDA İLMİ OLAN ZATIN ALLAH CC  olduğunu düşündüğümüzü belirterek bu düşüncemize dayanak olarak kullandığımız delillerimiz şunlardır. 

Öncelikle müşkil oluşturduğunu düşündüğümüz " gale" (dedi) kelimesi üzerinde durarak bu demenin nasıllığı ile ilgili düşüncemizi paylaşalım. Süleyman as ın "tahtı bana hanginiz getirir?" sorusuna cevaben 40. ayette "gale ellezi indehu ilmün min el kitabi" olarak vasfedilen kişi ile ilgili olarak bunu diyen kişinin bir şahıs olduğu düşüncesi hemen hemen bütün meal ve tefsirlere yansımış olup , "kitab tan ilmi olan kişi " olarak meal verilmiştir. Neml s. 40. ayetinde "gale" (dedi) kelimesi ile ifade edilen kişinin 3. ayrı bir şahıs değil "Allah dedi" şeklinde anlaşılması gerektiğini düşünüp bu demenin Süleyman as tarafından kulak ile duyulması gerekmemektedir.

Allah cc nin kulları ile konuşmasının keyfiyetini bildirdiği şura s. 51. ayetinde ki 1. konuşma şekli olan vahy'in, seçilmiş elçilerin dışındakiler için anlatılan şeklini kur'an ayetlerindeki anlatımları üzerinden bir kaç örnek vererek bu konuyu biraz açalım. Musa as  kıssasını hatırlayacak olursak, annesine vahyedilerek onu denize bırakması söylendiği anlatılır, bu vahyedilmeyi Musa as ın annesi duyu organları ile algılaması diye bir şey söz konusu olmayıp fıtratındaki annelik duygusunun verdiği evlat sevgisinin bir tezahürü olarak yapmış olup sesli bir uyarı olarak bunu duymamıştır. 

Bakara s. 259. ayetinde anlatılan 100 yıl ölü kalan birisinin  diriltildikten sonra olan konuşmalar , ikili bir mukaleme şeklinde verilmesine karşın Allah cc nin o kişinin duyu organları ile şahid olduğu bir konuşması olmamış olup,  konuşma tasviri içinde yapılan bir anlatım uslubudur.   

Zülkarneyn kıssası içinde kehf s. 86. ayetinde "Onlara azap da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin» dedik" şeklinde buyurulması bu demenin keyfiyetinin Zülkarneyn' e vahyedilmesi şeklinde değil mülk sahibi olan hükümdarlarının yetkisi olarak anlaşılması ve mülk sahiplerinin elinde yetki ile , ellerinin altındakilere ya iyi muamele yada azab etme durumunda olduklarını anlatmaktadır. Bu örnekleri kur'an içinden örnekler vererek dahada çoğaltmak mümkündür.

Neml s. 40. ayetinde "gale" (dedi) kelimesi ile ifade edilen sözü söyleyen kişinin illaki kulağın işitmesi şeklinde bir sözü söylemesi gerekli olmayıp Allah cc nin kulları ile konuşmasını anlattığı şura s. 51. ayetindeki 1. şekil çerçevesinde anlamak mümkündür. 

Sad s. 38. ayetinde , "«İşte bu, bizim vergimizdir. (Ey Süleyman) Artık sen de hesaba vurmaksızın, ver ya da tut.»"  buyurulması Süleyman as ın duyu organları ile algıladğı bir söz olmayıp hükümdarlara verilen yetki dahilinde ellerini altında olanlara yapabilecekleri davranış olarak anlayabiliriz.



"Ellezi indehu ilmün min elkitab" ( kitabtan ilmi olan kimse) ibaresine gelince bu kelimenin mesanisi rad s. 43. ayetinde karşımıza çıkmaktadır. 
Ve yekûlullezîne keferû leste murselâ(murselen), kul kefâ billâhi şehîden beynî ve beynekum ve men indehu ilmul kitâb(kitâbi).
[013.043]  Kâfir olanlar: Sen resûl olarak gönderilmiş bir kimse değilsin, derler. De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah ve yanında Kitab'ın bilgisi olan  yeter.

Bu ayet ile ilgili olarak yapılan tefsirlerde, kitab kelimesi ile ifade edilen şeyinhangi kitab  olduğu konusunda farklı yorumlara rastlamaktayız. Rad s. 43. ayetinde, "indehu ilmul kitabi" cümlesinin ," ve men" edatından sonra gelmesi şahid olarak Allah cc den başka, kitabın bilgisine sahip olan yeter şeklinde okunması gramer yapısına daha uygun olmasına rağmen Said bin cübeyr , Zeccac, Hasan el Basri bu cümle ile kastedilenin Allah cc nin kendisi olduğunu iddia etmişler ve bu ayete ," ibâdete müstehak olan ve Levh-i Mahfuz'dakileri ancak kendisi bilen kimse, benimle sizin aranızda şahit olarak yeter" şeklinde anlam vermişlerdir. 
 
Bu kişilerin böyle bir anlam vermesini kendimize delil olarak almamakla beraber bu düşüncemizi destekleyen birilerininde olduğunu görmek, bizi bu konudaki düşüncemizi ortaya koymada bir nebze olsun güçlendirmiştir. Burada "El kitab" olarak nitelenen kitabın hangi kitab olduğu şeklinde bir soru haliyle akla gelecektir. Kitab kelimesi kur'anda en fazla yer tutan kelimelerden olup kullanım alanı içinde Allah cc nin ilminin kayıtlı olduğu kitab olarak nitelenen ve bir başka adının da " levhi mahfuz" olarak bilinen müteşebih yani benzetmeli olarak kullanımıda mevcut olup, neml suresinde bu anlamda kullanıldığını düşünmekteyiz. Rad s. 43. ayetini ele alarak bu düşüncemize delil olarak kullanma sebebimiz budur, her ne kadar gramer açısından böyle bir anlam vermek zorlama olduğu düşünülsede "el kitabın indinde" olmasını, getireceğimiz başka deliller ile takviye etmek mümkündür.

"Levhi mahfuz" veya "Ümmül kitab" gibi  isimlerle nitelenen , Allah cc nin indinde olan bilgi sadece ona has olup bu bilgiye onun seçtikleri dışında kimse vakıf olamaz. İndinde olan bu bilgiden verdiği kimseler için kullandığı ifadeleri dikkate alarak şunları söyleyebiliriz. 

 Fe vecedâ abden min ibâdinâ âteynâhu rahmeten min indinâ ve allemnâhu min ledunnâ ilmâ(ilmen).
 [018.065]  Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet  vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.

Allah cc kendisine ait olan bir şey için kullandığı "indehu" kelimesine karşın kullarına verdiği için kullandığı kelime kehf s. 65. ayet örneğinde olduğu gibi "indina" (indimizden) kelimesidir, yani Allah cc kendi katında olan bilgi için "indehu" kullanmakta olup neml s. 40. ayetindeki bu kelimeyi' de " levhi mahfuzun ilmi yanında olan kişi" yani Allah cc olarak anlamanın daha doğru olduğunu düşünmekteyiz. Kehf s. 65. ayetinde ki kişi için kullanılan ibare "katımızdan bir ilim verdiğimiz kul" şeklindedir.

Neml s. 40. ayetinde kitab tan ilmi olan kişi şayet Allah cc olmayıp herhangi bir kul olsaydı bu kullar, tefsirlerdeki gibi gerek Süleyman as, gerek veziri , gerek cibril olduğunu düşünecek olursak bunlar için "indehu ilmun min el kitab" (el kitabın bilgisi indinde olan) ibaresi yerine kehf s. 65. ayetinde olduğu gibi " Fe vecedâ abden ibâdinâ âteynâhu rahmeten min indinâ ve allemnâhu min ledunnâ ilmâ"şeklinde bir ifade kullanılırdı.

Allah cc olduğunu iddia etttiğimiz kitabtan ilmi olan kişinin ," Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm" demesinin keyfiyetini illaki duyu organları ile idrak etmek gerekmez , Süleyman as ın elçi olması hasebiyle şura s. 51 ayetinde beyan edilen 1. veya 2. şekil konuşmadan birisi ile olması muhtemeldir.

"Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin  lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir."

Ayetin asıl mesaj taşıyan cümlesi üstteki cümle olup, Süleyman as açısından baktığımız zaman kendisine böyle bir imkanı sağlayan kişinin rabbi olduğunu ve onu denemeden geçirdiğini idrak ederek gurur ve kibire kapılmadan hemen rabbini anması , Süleyman as gibi güç ve mülk sahibi olanların ne şekil bir hal üzere olmaları gerektiğini hatırlatarak muhataplara bir mesaj  verilmektedir. Kıssa daki şahsin kimliğinden öte, Süleyman as ın sahip olduğu güce karşı verdiği karşılığın dikkate alınarak okunmasının daha doğru sonuçlar çıkaracağını düşünmemize rağmen şahsın kimliği konusunda düşüncelerimizi paylaşmak istedik.

Sonuç olarak; neml s. 40. ayetinde tahtı getiren şahsın kimliği üzerinde yaptığımız çalışmada bu kişinin Allah cc olduğu kanaatini taşımaktayız. Bu iddiamız tefsir ve meallerde bahsedilen farklı kişiler olan Süleyman as , Cibril , Vezir gibi şahıslar olduğunu iddia edenlerin yanlış olduğunu iddia etmemekle birlikte ayette bahsedilen elkitabın "levhi mahfuz" olduğunu düşündüğümüz , levhi mahfuz'un bilgisinin Allah cc nin indinde olduğu , seçtiği bazı kullarına indinde olan kitab tan vermiş olduğu bilgi ile o kulların bilgi sahibi oldukları bilgisinden yola çıkarak böyle bir iddiayı dillendirmeye çalıştık, farklı bir yaklaşım olduğu için anlaşılmakta zorlanılacağını tahmin ederek elimizden geldiğince kur'an içinden bunu delillendirmeye gayret ettik. El kitab kelimesi ile ifade edilmek istenen levhi mahfuz harici bir kitab olduğu düşünülecek olursa tefsirlerde gördüğümüz anlamlar makul görülebilir, kur'an okumalarında farklı yorumların kur'an bütünlüğü gözetilerek , kiralık düşünceler ile yapılmadığı takdirde red edilmemesi gerektiğini hatırlatarak yazımızı her yazımızı bitirdiğimiz gibi bitiriyoruz. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

26 Mayıs 2014 Pazartesi

İsra s. 2-8. Ayetleri İle İlgili Bir Düşünce Çalışması

Bu yazımız bundan önce yazmış olduğumuz , "isra s. 1. ayetinin mesajı üzerine bir düşünce çalışması " başlıklı yazımızın  devamı mahiyetindedir. Adı geçen yazımızda , isra s. 1. ayetinin sonraki ayetler ile bir bağı olduğunu hatırlatarak 2.ve 3. ayetleri yazımız içinde ele almıştık. O yazımızı kısaca hatırlayarak 1. ayet sonrası ayetler ile ilgili düşüncelerimizi paylaşalım.

İsra s. 1. ayeti , Allah cc nin kendi üzerine vazife kıldığı elçilerine ve mü'minlere yardım etme sözünün Muhammed as ve ona iman edenler içinde geçerli olduğunu hatırlatmakta olup, bu durumu Musa ve Lut as ı kurtarması ile ilgili ayetler de geçen kelimeler ile arada bir bağ kurarak anlatmaya çalışmıştık. İsra s. 1. ayeti Muhammed as a mekke'den hicret etmesi konusunda ona yol gösteren bir ayet olduğunu bunu devam eden ayetlerde hicret edeceği yerdeki karşılaşacağı kavim olan israiloğulları ile ilgili bilgiler vermesinden anlamaktayız. Kısaca bu hatırlatmayı yaptıktan sonra konumuz ile ilgili ayetlere geçebiliriz.

Ve âteynâ mûsel kitâbe ve cealnâhu huden li benî isrâîle ellâ tettehızû min dûnî vekîlâ(vekîlen).
 [017.002]  Musaya da kitab verdik ve onu Beni İsrail için bir hidayet rehberi kıldık, şöyle ki: benden başka bir vekil tutmayın diye.

2. ayette Musa as a verilen kitabın, israiloğullarına yol gösterici ve Allah cc den başkasını vekil tutulmaması gerektiğini hatırlattığı beyan edilmekte olup aynı hatırlatmalara sahip olan kitabın'da Muhammed as verilmesi ile arada bir ortak bağ olduğu bildirilmektedir.Muhammed as a verilen kitap'ta o kitabın hidayet olduğu ve Allah cc den başkasını vekil tutmamamız bir çok ayette emredilmektedir.

[002.002]  İşte bu kitab, onda hiç bir şüphe yoktur, müttekiler için hidayettir.
[002.185]  Ramazan ayı, ki onda Kuran, insanlara yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi. Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah size kolaylık ister, zorluk istemez. Bu kolaylıkları, sayıyı tamamlamanız ve size yol gösterdiğine karşılık O'nu ululamanız için meşru kılmıştır; ola ki şükredersiniz.
[027.001-2]  Ta, Sin, Bunlar Kuran'ın, Kitab-ı Mübin'in ayetleridir. Mü'minler için bir hidâyettir ve bir müjdedir.
[031.001-3] Elif, Lam, Mim. Bunlar sana o hikmetli kitabın âyetleri Muhsinler için bir hidâyet ve bir rahmettir.
[041.044]  Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı dilden (kitap) olur mu? De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağırılıyor (da Kur'an'da ne söylendiğini anlamıyorlar.)
[004.081]  «Peki» derler, fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden bir takımı, geceleyin senin dediklerinden başka bir şey kurarlar. Allah gece tasarladıklarını yazıyor, onlara aldırış etme. Allah'a güven, vekil olarak Allah yeter.
[004.132]  Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter.
[033.003] Allah'a güven, Allah, vekil olarak yeter.

Zurriyyete men hamelnâ mea nûh(nûhin), innehu kâne abden şekûrâ(şekûren).
Nuh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin nesli! muhakkak o, çok şükreden bir kul idi.

2. ayette ismi geçen israiloğulları ile ilgili olarak 3. ayette onlardan "Nuh ile taşınanların soyundan" oldukları ve Nuh as ın şükreden bir kul olduğu hatırlatması yapılmakta olup bu hatırlatmanın sebebi üzerinde biraz duralım. Bilindiği gibi Nuh as ile birlikte gemide taşınanlar insanlığın ikinci atası olarak bilinir, tufan olayında bütün inanmayanlar helak olmuş ve insanlık yeniden o gemiden inen insanların çoğalması ile devam etmiştir. Burada hitaba dikkat edilecek olursa Nuh tufanının bölgesel olduğu gibi bazı yorumların yanlış olduğuda ortaya çıkmakta olup insanların o gemideki insanların nesli oldukları hatırlatılmaktadır.

Meryem s. 58. ayetinden önceki ayetlerde , İbrahim,İshak,Yakub,Musa,Harun,İsmail,İdris as ların isimleri zikredildikten sonra " İşte bunlar; Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Adem in soyundan, Nuh ile beraber taşıdıklarımızdan ve İbrahim ile İsrail'in neslinden, hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Rahman'ın ayetleri onlara okunduğu zaman; ağlayarak secdeye kapanırlardı." buyurularak insanlar arasında ortak bir bağ kurulmaktadır. Bu durum yasin s. 41. ayettede hatırlatılmaktadır "Onların zürriyetlerini dopdolu bir gemide taşımamız da onlar için büyük bir ibrettir."

Ve kadaynâ ilâ benî isrâîle fîl kitâbi le tufsidunne fîl ardı merreteyni ve le ta’lunne uluvven kebîrâ(kebîren).
[017.004]  İsrailoğullarına Kitap'da: «Doğrusu yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacak ve kibirlendikçe kibirleneceksiniz» diye bildirdik.

"Qada" kelimesi, "ister sözle ister fiille olsun bir meselede veya işte nihai ayrımı yapmak" anlamında olup , ilahi ve beşeri olmak üzere iki ayrılır.(el müfredat)

İsrailoğullarının arz'da iki defa fesad yapacakları şeklinde verilen haberin kaynağı "el kitab" olarak ayette bildirilen, diğer ayetlerde "levhi mahfuz" olarak gördüğümüz Allah cc nin indindeki bilgi için kullanılan bir kelimedir. İsrailoğullarının arz üzerinde iki defa fesad yapacaklarının kitab'ta hükmedilmiş olması sanki onların bu fesadları haşa Allah cc tarafından onlara bir cebir şeklinde olacak  gibi görünmesine rağmen bu konuyu , Allah cc nin kullarına irade vermesi ve yaptıklarını bu iradelerini kullanarak yapmaları ve bunun neticesinde cennet veya cehennemi hakettiklerini bildiren ayetler eşliğinde okuyacak olursak bu fesadı kendi iradeleri ile yaptıkları anlaşılır. 

Arz üzerinde iki defa fesad çıkarmaları israiloğulları üzerine yazılmış olması ilk fesad dan sonra toparlanıp eski gücüne kavuşanların bu güçlerine güvenerek yeniden bir fesad hareketine giriştikleri takdirde yine aynı şeyler ile karşılaşacakları bildirilmektedir.

Bu ve sonraki ayetlere geçmeden ilgili ayetleri anlamamıza yardımcı olması için şunları söyleyebiliriz. Allah cc nin arz üzerindekiler için koymuş olduğu sünnetlerden birisi de fesadçıların engellenmesi olup bu engellemeyi diğer kullarının eli ile yaptırmasıdır. 

 [002.251]  Sonunda Allah'ın izniyle onları yendiler. Davud da Câlût'u öldürdü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir.
[022.040]  Onlar, başka değil, sırf «Rabbimiz Allah'tır» dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.

Bakara s. 251 ve hacc s. 40. ayetlerinde , Allah cc nin bir kısım insanı diğer bir kısım ile defetmesi şeklinde bir sünneti olduğunu görmekteyiz. İsrailoğulları da arz üzerinde yaşayan kavimlerden olup bu sünnetin de onlar için geçerli olup yerine geldiği haberi verilerek ne zaman böyle bir fesada girişseler o fesadın yanlarına kar kalmayacağı haber verilmektedir. 

 Fe izâ câe va’du ûlâhumâ beasnâ aleykum ibâden lenâ ulîbe’sin şedîdin fe câsû hılâled diyâr(diyâri), ve kâne va’den mef’ûlâ(mef’ûlen).
[017.005]  O ikiden birincisinin vakti gelince, üzerinize çok güçlü olan kullarımızı saldık. Onlar, memleketin her köşesini kontrollarına aldılar. Bu, yerine gelmiş bir vaad idi.

İsra s. 5. ayeti , bu sünnet'in israiloğulları üzerindeki uygulamasının gerçekleşmiş olduğunu haber vererek, verilen sözün yerine gelmiş olmasını , bundan sonraki yapacakları fesad için aynı sünnet'in cari olacağı bildirilmektedir. Bu ilk vaad'in ne zaman ve nasıl yerine geldiği konusunda tefsir kitapların da yorumlar bulunmakla birlikte konuya evrensel bir geçerlilik açısından bakmak tercihinde bulunduğumuz için bu tür yorumlar ile yazının hacmini genişletip okuyucuyu sıkmak istemiyoruz.

Yeri gelmişken şunu da hatırlatmak yerinde olacaktır; kur'an ayetlerine baktığımızda israiloğulları ile ilgili ayetlerin hayli bir yekün tuttuğu görülecektir, bunun sebebi insanın olumsuz tarafının bu kavim üzerinde bariz olarak ortaya çıkması ve onların bu yaptıklarının karşılıklarını nasıl aldıkları gösterilerek bizlere " onlar gibi olmayın" mesajı verilmektedir, ayetleri sadece israiloğulları çerçevesinde değerlendirdiğimiz zaman sadece kuru bir düşmanlık la sınırlı kalacak ve bize ibret olarak okunması gibi bir durum olmayacaktır. İsra s. 2-8. ayetlerinin de bu mantık çerçevesinde okunması ve ibret alınması gerektiğini düşünmekteyiz.

Summe redednâ lekumul kerrete aleyhim ve emdednâkum bi emvâlin ve benîne ve cealnâkum eksere nefîrâ(nefîren).
[017.006]  Sonra da onların üzerine tekrar size bir galibiyet verdik ve size mallar ile ve oğullar ile imdat ettik ve sizi aşiretce (düşmanlarınızdan) daha ziyâde kıldık.

6. ayet yine geçerli olan bir sünnet olan yıkımın ardından yükselmeyi ifade etmektedir. Bu şekil bir yükseliş kur'anda helak edilen kavimlerin üzerine kurulan medeniyetler ve o medeniyetlerin yine helak edilmesi ile ilgili olarak anlatılmaktadır. Bu olguyu özellikle mü'minun suresinde anlatılan kıssalarda ve Nuh as kıssası sonra 31-44. ayetlerde görmek mümkündür. 6. ayet'te anlatılan bir durum toplulukların yaşadıkları hayat içindeki iniş çıkışları olup "her inişin bir çıkışı , her çıkışın bir inişi vardır" şeklindeki kural gereğince hiç bir topluluğun elindeki güce güvenerek zulme sapmaması hatırlatılmakta olup bunun tersi bir durumda karşılacaklarının kendilerinden kuvvetli başka bir topluluk tarafından alt edilmeleri olduğu 7. ayette anlatılmaktadır.

İn ahsentum ahsentum li enfusikum ve in ese’tum fe lehâ, fe izâ câe va’dul âhıreti li yesûu vucûhekum ve li yedhulûl mescide kemâ dehalûhu evvele merretin ve li yutebbirû mâ alev tetbîrâ(tetbîren).
[017.007]  İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.

7. ayette , fesadın devam etmesi halinde daha önce geçerli olan sünnet'in yine cari olacağı , önceki fesadlarının karşılıklarını nasıl aldıkları tekrar hatırlatılmakta ve yapacağınız iyilik ve kötülük kendiniz içindir denilerek alacakları karşılıkların kendi elleri ile yaptıklarının olacağı anlatılmaktadır.

Asâ rabbukum en yerhamekum, ve in udtum udnâ, ve cealnâ cehenneme lil kâfirîne hasîrâ(hasîren).
[017.008]  Olur ki Rabbiniz size merhamet eder. Eğer dönerseniz Biz de döneriz. Öyle ya, Biz cehennemi kafirlere zindan yapmışız!

8. ayet , Allah cc nin merhamet etmesinin insanların fesaddan dönmelerine bağlı olduğunu , dönmedikleri takdirde akıbetlerinin neresi olacağı haberi verilmektedir.  

2-8. ayetler arası İsrailoğullarının arz üzerinde yaptıkları fesada karşılık nasıl bir karşılıkla cevap aldıkları hatırlatılarak, yine aynı surenin 101-104. ayetlerinde bu şekil bir fesadı israiloğullarına uygulayıp nasıl bir son ile karşılık gören firavun ve ordusu hatırlatılmakta olup, cari olan sünnetin sadece israiloğulları üzerinde değil bütün fesadçılara için geçerli olduğu olduğu bildirilmektedir.

[017.101] Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz âyet verdik. Haydi İsrailoğullarına sor. Musa onlara geldiğinde Firavun ona, «Ey Musa! dedi, senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum!»
[017.102]  Musa da: «And olsun ki, bunları göklerin ve yerin Rabbinin açık belgeler olarak indirdiğini biliyorsun. Ey Firavun! Doğrusu senin mahvolacağını sanıyorum» demişti.
[017.103]  Firavun bunun üzerine onları memleketten sürmek istedi. Biz de onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk.
[017.104]  Arkasından da İsrailoğullarına: «O topraklarda oturun! Ahiret vâdi tahakkuk edince, hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz» dedik.

İsra s. 2-8. ayetler arası israiloğullarından bahsedilmesi bizi bu durumun sadece onlar ile ilgili olmadığı aksine, Allah cc nin cari olan sünnetinin her topluluk için geçerli olduğu , bu sünnetin israiloğulları üzerinden anlatılması nuzül zamanı ve mekanı bağlamında düşünülecek olursa , isra s. 1. ayeti ile Hicret'e bir kapı açılmış olması ve hicret edilecek beldede karşılarına çıkacak olan kavim ile ilgili ön bir bilgi olarak düşünülebilir.

İsra s. 2-8. ayetlerinden , 1- nuzül zamanı ve mekanı açısından tarihsel bir bakış açısı,  2- bu olayın verdiği mesajı evrenselleştirip bütün zamanlara uyarlayarak bir mesaj çıkarmak mümkündür.  

Nuzül zamanı ve mekanı açısından baktığımızda bunu da ikiye ayırıp ayetlere 1-Müslümanlar , 2- israiloğulları açısından bakarak her iki tarafa verilmek istenen mesajı çıkarmak mümkün olabilir. Müslümanlar açısından baktığımız zaman isra s. 1. ayetinin Hicret'e kapı açan bir ayet olduğundan yola çıkarak hicret edecekleri yerde mevcut bulunan kavim ile ilgili bilgiler verilerek bu kavmin Müslümanlara karşı tutumları ve bu tutumları sonucu , eğer Müslümanlar Allah cc tarafından konuşmuş olan galibiyet şartlarını yerine getirdikleri takdirde bu kavmin fesadını engelleyecekleri haber verilmektedir. 

İsrailoğulları açısından bakarak onlara verilmek istenen mesaj ile ilgili olarak şunları söylemek mümkündür. İsrailoğullarının karşılacakları Müslüman topluluğun Nuh ile gemide taşınanlardan olmaları nedeniyle bir bağları olduğu ve iman ettikleri Musa as ve Tevrat'ı gönderen Allah cc nin şimdi Muhammed as ve kur'anı gönderdiği , ve onlarında buna iman zorunluluğu olduğu eğer iman etmeyip daha önceki zamanlardaki gibi fesad peşinde koşacak olurlarsa önceki sünnetin uygulanacağı tehdidinde bulunulmaktadır. Bilindiği gibi israiloğulları bu daveti kabul etmek yerine olanca gayretleri ile karşı koymuş ve fesada devam etmişlerdir.

[002.011] Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, «Biz ancak ıslah edicileriz» derler.
[005.064] Yahudiler «Allah'ın eli sıkıdır» dediler. Bu sözlerinden ötürü elleri bağlansın. onlara lanet olsun! Tersine O'nun iki eli de açıktır, dilediği gibi verir. Rabbin tarafından sana indirilen ayetler onların çoğunun azgınlığını ve kafirliğini arttıracaktır. Onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek bir düşmanlık ve kin saldık. Ne zaman savaş ateşini körüklediler ise, Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde hep fesad, bozgunculuk peşinde koşarlar. Oysa Allah bozguncuları sevmez.

Kur'anın medine'de inen pek çok ayetinde kitab ehline yapılan hitablarda onların nasıl bir yol izledikleri hakkında bilgi sahibi olmaktayız. İsrailoğulları Muhammed as a tabi olmama yolunda başı çekmiş bir topluluk ve fesad ve nifak yoluyla yolu engellemeyi her fırsatta denemişlerdir. Müslümanlar Allah cc nin koymuş olduğu sünnet çerçevesinde bir yol izleyerek fesadçılara karşı cihad edip onların fesadlarına engel olmuşlardır.

[059.002]  Kitap ehlinden inkarcı olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa ey inananlar! Çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da, kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi, kalblerine korku saldı; evlerini kendi elleriyle ve inananların elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri! Ders alın.
[059.003]  Ve eğer Allah, onların üzerine sürülmeyi yazmamış olsa idi, elbette onları yine dünyada muazzep ederdi ve onlar için ahirette ise ateş azabı vardır.

Haşr s. 2 ve 3. ayetleri örneğinde kitab ehlinden olan yahudilerin yapmış oldukları fesada karşı müslümanlar eliyle Allah cc tarafından nasıl cezalandırıldıkları anlatılmakta olup buna benzer ayetler özellikle medine'de inen surelerde görülmektedir. 

İsra s. 2-8. ayetlerini evrensel bir mesajı olması açısından okumaya tabi tutarsak şunları söyleyebiliriz; Bakara s. 30. ayetinde rabbimiz meleklere "ben arz üzerinde bir halife kılacağım" buyurmasına karşılık meleklerin , "orada kan akıtacak fesad çıkaracak olanımı yaratacaksın" şeklinde soru ve sorudaki "fesad" kelimesinin kur'an içindeki kullanımını göz önüne almadan , "melekler neden böyle dedi?" diye onun etrafında yapılan tartışmalar, maalesef Allah cc nin bizlere görev olarak verdiği fesada engel olmayı hatırımızdan çıkarmıştır.

İsrailoğulları örneği üzerinden arz üzerinde fesada koşanların , Allah cc nin koyduğu bir sünnet dahilinde başkaları tarafından bertaraf edileceği ve bu bertaraf edilmenin haberi onlara verilerek , fesadı terketmeleri aksi takdirde bu fesadlarının ortadan kaldırılması için Allah cc nin başka kullarını göndereceği haberi verilmektedir.

Bugün yaşadığımız arz üzerinde fesad hareketi yine israiloğullarının başı çektiği oluşumlar üzerinden yürütülmekte olduğu ve bu fesad hareketinden en fazla müslümanların etkilendiği bir gerçektir. Allah cc koymuş olduğu sünnetin gereklerinin müslümanlar tarafından yerine getirilmeden sadece kuru bir dua ile bu fesadın önlenemeyeceğini hala müslümanlar anlamış değillerdir. Allah cc kur'anı bir hayat ve o hayat içindeki olayların insanları nasıl etkilediği , hayat içinde olumsuz örnekliklerden olan fesadı yayanların ne şekilde engellenmesi gerektiği bir çok kur'an ayetinde bizlere hatırlatılmış olmasına rağmen bu ayetler maalesef eskilerin masalları mesabesinde okunmuş ders çıkrmak ve o dersi hayat içinde tatbikata geçirerek zalimlere engel olmak vazifemiz unutulmuştur. 

Zülkarneyn kıssası içinde okuduğumuz, fesadçı kavim olan ye'cüc ve me'cüc için yapılan seddin yapılmasının anlatılması bizlerin fesadçılara karşı nasıl karşı koymamızı öğ reten bir kıssa olmasına rağmen yine mesajdan uzak bir okuma ile masala dönüştürülmüştür. Bugün elimizi kolumuzu bağlayıp gmkten melekler inip fesadçıları helak edecek diye beklersek bu asla olmayacak aksine bu bekleyişimiz bizim helakımızı hızlandıracaktır. İsra s. 2-8. ayetleri israiloğullarının fesada devam etmeleri halinde başlarına gelecek olanı haber vermiş olup ve haberin gerçekliği Muhammed as ve ashabı eliyle onlara gösterilmiştir, bu gösterilişin nasıl olduğu yapılan savaşlar ile olup bugünde yapılması gereken bundan başkası değildir. Müslüman olmak iddiasında olmamız bizim görev olarak fesada engel olmak gibi bir vazife şuuru içinde olmamız gerektirmektedir , maalesef bugün müslümanlar olarak birbirimizi karşı kullandığımız silahı bile fesadçılardan temin etmemiz bizlerin bu şuurdan ne kadar uzak olduğumuzu göstermektedir.

Sonuç olarak; İsra s. 1. ayetinde Allah cc nin elçilerine vaad etmiş olduğu yardım ve galibiyet sözünün gerçekleşeceği haberi ve bu vaadin gerçekleşmesi için diğer elçilerin yaptığı gibi bulunduğu beldeyi terketmesi gerektiğini bilen Muhammed as a hicret edeceği yerde 2-8. ayetler arasında , karşılaşacağı topluluk ile bilgiler verilmiş olup , bu topluluğun adıl olan israiloğullarına'da karşılaşacakları topluluk olan müslümanlara tabi olmaları, fesad çıkarmamalarının hatırlatılması yapılmakta olup aksi takdirde önceki fesadlarında aldıkları karşılık hatırlatılarak aynı sünnetin cari olacağı bildirilmektedir. Yazılarımızda takip ettiğimiz anlama metodu olarak tercih ettiğimiz soru olan " ayetlerin bize olan mesajı nedir?" sorusuna cevap aramak çerçevesinde okumaya çalıştığımız ayetlerden olan isra s. 2-8. ayetler arasındaki tarihsel bağlamın yanısıra evrensel bir mesajı olduğunu da elimizden geldiğince paylaşmaya çalıştık bu metodu takip ederek yaptığımız çalışmaların kur'an etrafında birleşmiş olan kardeşlerimizin çalışmasına bir nebze ışık tutmak amaçlı olduğunu hatırlatmak isteriz. Özellikle kıssalar ile ilgili ayetlerin bu anlayış içinde okunması ve tarihi bağlamı çerçevesinden çıkarılarak yaşayanlara olan mesajının ne olduğu konusunda düşünülmesi gerektiği ,aksi takdirde tefsir kitaplarında bolca rastladığımız açmazlar içinde kalınması kaçınılmazdır. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

23 Mayıs 2014 Cuma

İsra s. 1. Ayeti'nin Mesajı Üzerine Bir Düşünce Çalışması

Bu yazımızın konusu, başlıkta özellikle vurguladığımız gibi isra s. 1. ayeti üzerinden verilmek istenen mesaja yönelik olacaktır. Kur'an ayetlerinin belkide, yanlış anlaşılma açısından başı çeken ayetlerinden olan isra s. 1. ayeti mitolojik bir çehreye büründürülerek miraç hikayeleri ile bezenmiş ve üzeri kalın bir toz perdesi örtülmüş , bu tozu silmek durumunda olan bazılarıda bu tozun yerine başka tozlarla örterek ayetin mesajını  anlamak gibi bir düşünce içinde olmaktan çok, mescidi haram'ın yeri konusunda fikirler üreterek ayet üzerinde yorumlarda bulunmuşlardır. Yazıda bu tür düşünceleri kısaca ele alıp esas konumuz olan ayetin mesajı hakkındaki düşüncelerimizi ortaya koymaya çalışacağız. 

İsra s. 1. ayetine giriş yapmadan önce bu ayeti anlamaya yardımcı olacak "esra" kelimesi ve bu kelimenin geçtiği ayetleri ele alacağız, sonra bu ayetler ile isra s. 1. ayeti  üzerinde durmaya çalışacağız. Bu ayeti doğru anlamanın, "esra" kelimesi ile ifade edilen olayları anlamak ve o olaylar ile bağlantısını kurmaktan geçtiğini düşünmekteyiz.  

"Essüra" kelimesi, gece yola gitmek ,yolculuk etmek, veya yürümek, fiil olarak gece yola gitti , yolculuk etti veya yürüdü anlamında kullanılır. "esra" ve "sereye" şekillerinde kullanılır. Bu kelimenin geçtiği ayetleri okuyalım. 

[011.081] Dediler ki: «Ey Lût! Şüphe yok ki biz senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana elbette kavuşamayacaklardır. Artık sen âilen ile gecenin bir kısmında yürü (fe esri)ve sizden hiçbir kimse geri kalmasın, zevcen ise müstesna. Şüphesiz ki onlara isabet edecek şey, ona da isabet edicidir. Muhakkak ki onların vaadedilen zamanları, sabah vaktidir, sabah vakti ise yakın değil midir?»
[015.065] Hemen gecenin bir kısmında ehlini yürüt (fe esri)ve sen arkalarından git ve içinizden hiç bir kimse ardına bakmasın, emrolunduğunuz yere geçin gidin.
[020.077]  And olsun ki Musa'ya: «Kullarımı geceleyin yürüt (fe esri), denizde onlara kuru bir yol aç, batmaktan ve düşmanların yetişmesinden korkma, endişe etme» diye vahyettik.
[026.052] Musa'ya: Kullarımı geceleyin yola çıkar(fe esri); çünkü takip edileceksiniz, diye vahyettik.
[044.023]  Öyleyse kullarımı geceleyin yürüt (fe esri), siz muhakkak takip olunacaksınız.

Bu ayetlerde Lut ve Musa as ın kavminin gece yürütülerek zalimlerin elinden kurtarılmaları anlatılmaktadır, bilindiği gibi Lut ve Musa as a iman edenler kurtulmuş ve diğerleri helak olmuştur. Yine bu ayetlerde Musa ve Lut as ın bulundukları beldeyi terkederek kurtuldukları bilgisinden hareketle Muhammed as ın aynı yolu izleyerek bulunduğu beldeyi terketmesi gerektiği hatırlatılmaktadır diyebiliriz. Burada , Musa ve Lut as ın düşmanları helak edilirken mekkenin neden helak edilmediği sorusu sorulacak olursa şunları diyebiliriz; helakın sünnetinde o beldenin helakı hak etmesi için bütün mü'minlerin orayı terketmeleri gerekmektedirki o belde helak edilsin, bilindiği üzere Muhammed as mekke'den hicret etmesine rağmen orada mü'minlerden kalanlar olmuş ve helak bu sebeble gerçekleşmemiştir.

Kur'ana baktığımız zaman, elçilerin kavimleri ile olan mücadelesi sonucu Allah cc nin sünneti olarak, elçi ve iman edenler kurtarılmakta ve geride kalanlar helak edilmektedir. Bu vaad ayetlerde'de haber verilmektedir. 

 [030.047]  And olsun ki! Senden önce, birçok peygamberleri ümmetlerine gönderdik, onlara belgeler getirdiler; dinlemeyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştu.
[002.214] Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.
[010.102-3]  Kendilerinden önce geçenlerin başlarına gelen olaylardan başka bir şey mi bekliyorlar? «Bekleyin, ben de sizinle beraber beklemekteyim» de.Sonra Resullerimizi ve iyman edenleri kurtarırız, biz böyle uhdemizde bir hakk olarak mü'minleri kurtarırız
[040.051]  Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.

Verdiğimiz örnek ayetleri kısaca özetleyecek olursak, Allah cc nin sünneti ve bir sözü olarak, elçilerini ve iman edenleri zalimlerin elinden kurtararak geride kalanları helak etmesi , Lut ve Musa as ın kıssasında geçen "esra" (gece yürüyüşü) kelimesinin geçtiği ayetlerde haber verilmiştir. Bu söz ve sünnet son elçi olan Muhammed as içinde geçerli olup , isra s. 1. ayetini böyle bir arka planı gözeterek okumak gerektiğini düşünmekteyiz. Şimdi isra s. 1. ve sonraki ayetlere geçebiliriz.

Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves semîul basîr(basîru).
[017.001] Uzaktır bütün noksanlıklardan O ki, kulunu bir gece Mescidi Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya götürdü; ona ayetlerimizden gösterelim diye. Gerçek şu ki, O'dur işiten gören!

İsra s. 1. ayetindeki bazı kelimelerin yine kur'an içinde diğer ayetlerde kullanılışını görerek ayetin mesajını anlamaya çalışalım. "Mescidilharam" bilindiği gibi ,mekke şehri içinde bulunmakta ve bu kelimenin geçtiği bütün ayetler o şehir içindeki kabe ve etrafı için kullanılmaktadır. Bazılarının ayet içinde geçen "abdihi" (kulunu) kelimesinden kastedilen kişinin Muhammed as olmadığı , 2. ayette anlatılan Musa as olduğu iddiaları 1. ayetin mesajını kur'an bütünlüğünde anlamaya çalışmamanın bir yansıması olup hiçbir ilmi dayanağı yoktur. 

Ayet içinde geçen ikinci mescid ismi "Mescidilaksa" (en uzak mescid) terkibi üzerinde  farklı yaklaşımları görmekteyiz. 1- kudus şehri 2- Mekke nin varoşlarında olan cirane vadisinde olan bir mescid 3- göklerde meleklerin secde ettikleri beyti mamur (bayındır hocanın yorumu) . Sondan başlayarak bu yorumlar üzerinde durup ayette bahsedilen yerin nerede olabileceği tesbitini yapmaya çalışalım.

3. görüş olan göklerde meleklerin secde ettikleri "beyti mamur" olduğu iddiası şahsen bayındır hocadan beklemediğimiz kadar isabetsiz bir görüş olduğunu önceden söyleyip sonrasında isabetsizliğin nasıl olduğunu söylemeye çalışalım. İsra kelimesi anlam olarak yerde olan bir yürüyüş anlamında olup Muhammed as ın gökte olan mescidilaksaya çıktığının haberi bu kelime ile değil, göğe yükselme kelimesinin karşılığı olan a-re-ce fiili ile ifade edilmesi gerekirdi. Beyti mamur olarak tabir edilen yer'in göklerde olduğu iddiası ayrı bir yanlış olup bu kelimenin geçtiği tur s. 4. ayeti ile ifade edilen yer kabe'dir. Sayın Bayındır hoca, mescidilaksa'yı hem göğe çıkararak ayrı bir yanlış , hemde Muhammed as a miraca çıkmak gibi bir duruma düşürerek ayrı bir yanlış içine düşmüştür. 

2. görüş olan Mekke 'de ki cirane vadisinde olan bir mecsid iddiası yine isra s. 1. ayet ile verilmek istendiğini düşündüğümüz mesaj ile alakası olmaması ve kur'an ayetlerinin rivayetler ile anlaşılması metoduna sıcak bakmadığımız için doğru olmadığını düşündüğümüz bir iddiadır.  

1. görüş olan kudus şehrinde olması konusu ile ilgili olarak getirilen karşı iddiaları ele alarak bu konuyu netleştirelim. Mescidilaksa'nın kudus'te olmadığı iddiasına mesned olarak , bugün bu ad ile anılan mescidin o gün itibarı ile bilinen böyle bir ismi olmadığı, bu ismin Ömer r.a zamanında verildiği gibi iddiaları görmekteyiz. Mescidilaksa terkibi ile ifade edilen yerden kasıt olarak tabelasında böyle bir isim yazdığı için değil , Allah cc nin o bölgeyi bereketli bir yer kıldığı için verilmiş bir isimdir, o gün orada bina olarak bir mescidin olmaması oranın "mescidilaksa" olarak tabir edilmemesini gerektirmez. 

Konuyu kabe üzerinden örneklendirerek anlaşılmasını kolaylaştıralım, "mescidilharam" tabiri mekkede bulunan kabe ve çevresi için kullanılan bir tabirdir , orayı kutsal kılan sadece üzerindeki bina değil o binanın tesis edildiği toprak ve çevresidir, eğer zaman içinde kabe yıkılıp sonradan gelen insanlar kabe diye bir yer olduğunu bilmeseler dahi o toprakların ismi yine "mescidilharam" olarak ifade edilecektir. İbrahim as ve oğlu bakara suresi 124 ve sonrası ayetlerinde beyt'in temellerini yükseltmeleri olarak anlatılan işlem önceden orada tesis edilmiş ancak sonradan kaybolmuş olan, al-i imran s. 96. ayetinde ifade edilen "insanlar için kurulmuş ilk ev" olan kabeyi yeniden inşa etmeleridir, mescidilaksa olarak tabir edilen yer'de o gün için yıkılmış ve mescid'den eser olmayan bir yer olsada, orada yani kudus şehrini'de içine alan bölgede bir mescidin olduğunu gösterir. 

İsra s. 7. ayetinde " İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz." "mescid" kelimesi ile ifade edilen yer ile 1. ayette bahsedilen mescid ile alakası kurulmaya çalışılsaydı "mescidilaksa" adıyla bahsedilen yerin nerede olduğu konusunda tartışılmaya bile gerek kalmazdı diye düşünüyoruz. 

Mescidilaksa'yı mekan olarak kudüs içinde bir yer olmaktan ziyade o bölgenin kudsiyetini ifade eden bir terkip olarak görmek daha doğru olacaktır. İsra hadisesini mucize olarak niteleyip bu olay üzerinden Muhammed as a methiyeler düzmekten çok, ayet ile verilmek istenen mesaj üzerinde durmak gerektiğini yeniden hatırlatarak olayın bedenen'mi veya rüyada'mı olduğunun tartışmasının çok eskilerden de yapılmış olduğunu hatırlatarak olayın rüya ile gerçekleşmiş olmasının daha isabetli bir görüş olduğunu düşündüğümüzü ifade edelim. 

"Mescidil aksa" deyimi ile kast edilen yer , bir toprak parçasının üzerine bina edilen yapı değil , o bölgenin mekkeye göre uzak olması nedeniyle verilmiş bir isimdir. Uzaklık tabiri göreceli bir tabir olup o bölgeye yakın olanlar için uzak olması düşünülemez. Bugün "orta doğu" veya " uzak doğu" veya " yakın doğu" gibi tabir edilen mekanlar avrupalıların gözü ile bakılan yerden olan mesafe için kullanılan bir tabir olup arap yarımdasında ikamet eden biri böyle bir tabir kullanmaz. Kur'anın bu şekil bir mesafe terkibi içinde kullandığı bu deyim mekkeye göre uzak bir bölgede Allah cc tarafından kutsal kılınan topraklar olduğunun bilinmesi içindir. 

İsra s. 1. ayetinde "barekna" kelimesinin geçtiği diğer ayetleride okuyarak mesajı anlama yolunda yürümeye devam edelim. 

 
[007.137]  Hor görülen yahudileri, bereketlendirdiğimiz(barekna ) yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, sabırlarına karşılık yerine geldi. Firavun ve kavminin yaptığını ve yükselttiklerini yıktık.
 [021.071]  Onu ibrahimi)Lut ile beraber kurtarıp içinde alemlere bereketler (barekna) verdiğimiz yere çıkardık.
 [021.081]  Süleyman için de şiddetli rüzgârı ki o içine bereketler verdiğimiz (barekna)Arza emriyle cereyan ediyordu ve biz her şeyi biliriz
Araf s. 137 , enbiya s. 71 de , Allah cc nin kendisine vazife olarak gördüğü iman edenleri kurtarması ile ilgili ayetler olup Musa , İbrahim ve Lut as ı kurtarmasından bahsedilmektedir. 

Burada yeri gelmişken , kısaca kıble konusuna değinmek istiyoruz. Bilindiği gibi müslümanlar namazlarında kabe ye yönelirken medinede kudüs'e doğru yönelmiş ve bu yönelim daha sonra bakara suresi ayetleri ile mescidilharam'a çevrilmiştir. Muhammed as bu değişimi büyük ihtimal bu ayetin inişinden sonra yapmış olabilir. Çünkü devam eden 2-8. ayetler arası Musa as a verilen kitap ile Muhammed as a verilen kitap arasında ortaklık kurulup, ona iman ettiğini iddia edenlerle arada bir bağ kurulmaktadır , bu bağı israiloğulları kabul etmese bile iman ettiklerini iddia ettikleri tevrat ve Musa as ı gönderen  ile kur'an ve Muhammed as ı gönderen  kişi aynıdır. 

"El aksa" ve "el haram" terkibi ile ifade edilen mescid kelimesini cin s. 18. de "Mescidler şüphesiz Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın" şeklinde buyurulmasından hareketle, Allah cc nin Muhammed as ın ikamet ettiği bir başka bir bölgede "barekna havlehu" (etrafını bereketlendirdiğimiz) olarak beyan ettiği bir mescide yönelmesi 1. ayetten sonraki devam eden ayetlere baktığımız zaman gelecekte hicret edeceği yerde karşılacağı insanlar ile müslümanlar arasında bir inanç bağı bulunduğunun bilmeleri ve beslendikleri kaynağın aynı olduğunu onlarında görmeleri için onlar için kutsal olan bölgeye yönelmiş olması ihtimal dahilindedir. Muhammed as Medine'yi "mescilaksa" olarak tercih edip oradaki yönelimini'de o bölgenin insanlarından olan yahudilerin kutsal olarak bildikleri şehir kudus'e yapması ihtimal dahilindedir şeklinde düşünmekteyiz. 

"Barekna" kelimesi ile ifade edilen kelimenin geçtiği ayetleri birleştirecek olursak şöyle bir sonuç çıkabilir; Allah cc Musa as ve kavmini firavun zulmunden kurtarıp "bereketli kıldığı topraklara" mirasçı kıldığı gibi , Muhammed as ve mü'minleri de ayetlerde verdiği söz gereği  üzerine aldığı , elçilerini ve iman edenleri kurtarma sözünü yerini getirmek için mekkeli lerin zulmunden kurtararak "bereketli kıldığı topraklara" mirasçı kılma sözünü hatırlatarak bir nevi moral destek sağlamıştır. Bu moral desteğin ne şekil gerçekleştiğinin önemi olmayıp bedenen veya rüya şekli ilemi olduğu tartışmasının zaman kaybı olduğunu düşünmekteyiz , illede bir tercih gerekirse bu olayın rüya ile olduğunu tercih ettiğimizi belirtelim ve bu tercihimizin nedeni ile ilgili ayetleri yazımızda belirteceğiz.

İsra s. 1. ayeti ile Allah cc kulu Muhammed as a , diğer elçileri için geçerli olan sünnetinin yani elçilerine ve iman edenleri kurtarmayı üzerine aldığı sözünün onun içinde geçerli olduğunu haber vererek yalnız olmadığını ona gösterir. İsra olayını sadece gecenin bir kısmında mekkeden kudus'e yolculuk yapmak şeklinde ve bu yolculuk üzerinden  mucizeler çıkarmak ayetin mesajını anlamamak anlamına gelir.  

İsra s. 1. ayeti, Allah cc nin kulu Muhammed as yardım sözünün gelecekte gerçekleşeceğine dair verdiği gaybi bir haberdir. Kıssalar üzerinden verilen mesajlara dikkat edecek olursak , Muhammed as öncesi elçiler kavimleri ile büyük bir mücadeleye girişmişler ve bu mücadelede kavimler helak edilerek elçiler ve mü'minler galip gelmişlerdir.  

İsra s. 1. ayeti ile , Muhammed as mekke'den hicret etmek için bir nevi izin almıştır. Yazıyı uzatmamak için 2-8. ayetler arasındaki ayetleri başka bir yazıda konu edeceğimizi hatırlatalım , çünkü bu ayetler 1. ayet ile bağlantısı olup gideceği yerde karşılaşacağı kavim ile ilgili bilgiler verilmektedir.

 " Ona ayetlerimizden gösterelim diye" cümlesi ile ilgili olarak şunları söyleyebiliriz; Allah cc Muhammed as ı mekkeden kudus'e götürüp orada bazı yerleri göstermiş olduğu şeklinde bir yorumun  ayetin mesajı üzerinde düşünmemenin bir yansıması olduğunu düşünmekteyiz.

İsra s. 1. ayeti Muhammed as ın tebliği için yeni bir dönemin başlangıcı olarak anlaşılabilir. Devam eden ayetlerin, bu dönemde karşılaşacağı topluluk olan israiloğulları hakkında bilgiler vermesi bu düşüncemizi kuvvetlenmektedir.
2. ayette"  Musa'ya Kitab'ı verdik ve İsrailoğullarına: «Benden başkasını vekil edinmeyin» diyerek bu Kitab'ı bir hidayet rehberi kıldık." ifadesi ile , Musa as a verilen kitap ile Muhammed as a verilen kitabın ortak yönü " hüden" kelimesi ile ifade edilmiştir.
3. ayette " Nûh ile beraber (gemiye) yüklediğimiz kimselerin zürriyeti! Şüphe yok ki o ziyâde şükredici bir kul idi." şeklinde buyurulması ise insanların Nuh as a iman etmiş olan Allah cc yi bir ilah olarak kabul eden muvahhidlerin soyundan türedikleri hatırlatılarak insanların atalarının kim oldukları hatırlatılmakta ve onlara, " Nuh as a iman eden atalarınız gibi sizde şimdiki elçi Muhammed kuluma iman edin" mesajı vardır. 

Meryem s. 58. ayetinden önceki ayetlerde , İbrahim , İshak , Yakub,Musa,Harun,İsmail,İdris, as ların isimleri bahsedildikten sonra 58. ayette "İşte bunlar Allah'ın kendilerine nimetler sunduğu peygamberler; Adem'in soyundan, Nuh ile beraber taşıdıklarımızdan; İbrahim ve İsmail'in neslinden ve doğru yola erdirdiğimizden, seçip beğendiklerimizdendirler. Rahman'ın ayetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı." buyurularak bu elçilere iman ettiğini iddia edenlerin bu elçilerin ayet içinde bahsedilen özelliği olan "Rahman'ın ayetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı." şeklindeki yollarına tabi olunması gerektiği hatırlatılmaktadır.

Musa as ın taha s. içinde anlatılan kıssasına baktığımız zaman, ailesi ile Medyen'den çıkıp, 12. ayette "kutsal vadi" olarak bildirilen tuva'ya vardığında Allah cc ona elçilik görevi vermiş ve orada asanın yılan olması ve elin beyazlaması şeklinde iki ayetini göstermiş bu gösterme sebebini 23. ayette "li nuriyeke min ayatinalkübra" (sana büyük ayetlerimizden gösterelim) şeklinde ifade etmiştir. Allah cc Musa as a böyle ayetlerini göstererek ilerki görevi için ona yardım edeceğini ve sadece ona güvenmesini ve kendisinin herşeye kadir bir ilah olduğunu gözüyle görmesini sağlayıp "sırtın yere gelmeyecek" mesajı vermiştir.Musa as kıssasını hatırlayacak olursak Allah cc ayetleri ile Musa as ve inananları galip kılmış , firavun ve ordusunu helak etmiştir.  

Allah cc nin "ayetlerinden göstermesi" ni göz ile kuduste bir şeyler göstermesi olarak değil , üzerine aldığı  elçi ve inananlara yardım etme sözünün nasıl gerçekleşeceğini göstermek şeklinde anlamanın daha doğru olduğunu düşünmekteyiz.

Musa as verilen bu mesaj aynen Muhammed as a da verilmiş ancak bir farkla , Muhammed as a Musa as a verildiği gibi mucize olarak tabir edilen şekli ile herhangi bir ayet verilmemiş olup , Allah cc nin yardımının gelmesi şartı özellikle medine'de inen ayetleri düşünecek olursak, zafer kazanmanın, şartlarını yerine getirmek suretiyle olacağı bedir,uhud,huneyn gibi savaşlar örneğinde gösterilmiştir. 

İsra s. 1. ayetinde anlatılan olayın gerçekleşme şeklinden çok o ayet ile verilmek istenen mesajın üzerinde durulması gerektiğini yazımızın başında vurgulamış ancak bu olayın gerçekleşme şeklinin rüya ile olduğunu tercih ettiğimizi belirtmiştik,bu tercihimizin delillerini ise şu ayetlere dayandırmaktayız. 

 
[017.060]  Sana: «Rabbin şüphesiz insanları kuşatmıştır» demiştik; sana gösterdiğimiz rüya ile ve Kuran'da lanetlenmiş ağaçla, sadece insanları denedik. Biz onları korkutuyoruz, fakat bu onlara büyük taşkınlık vermekten başka birşeye yaramıyor.
 [048.027]  And olsun ki Allah, Peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder. Ey inananlar! Siz, Allah dilerse, güven içinde, başlarınızı tıraş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescidi Haram'a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bilir. Size, bundan başka, yakın zamanda bir zafer verecektir.

Fetih s. 27. ayeti, isra s. 1. ayeti ile birlikte okunup düşünülmesi gereken bir ayet olduğu, isra s. 1. ayetinin mesajı ile ilgili sunduğumuz diğer ayetleride alt alta koyduğumuz zaman anlaşılacaktır. Fetih s. 27. ayetinde Allah cc , Mescidil haram dan, medine olarak anlamak mümkün olan mescidil aksaya götürdüğü kulu ve onunla birlikte olan müslümanları yeniden mescidil harama döndüreceği sözünü vermekte ve bu söz mekkenin fethi ile  gerçekleşmiştir.  

Sonuç olarak ; Allah cc isra s. 1. ayetinde kulu olarak vasıfladığı Muhammed as ı, içinde bulunduğu durum içinde bırakmayarak sünneti olarak tanımlayanan, elçilerini ve iman edenleri kurtarma sözüne uygun olarak bir mesaj vermekte olup bu mesajın gerçekleşeceği haberide fetih s. 27. ayetinde bildirilmektedir. Ayetin mesaj içerikli olması yönünden okunmayarak, mucize veya mitolojik olgularla bezenerek okunması mesajın anlaşılmasında en büyük engel olarak karşımızda durmaktadır. İsra s. 1. ayeti sadece bir yerden bir yere gidşin anlatılması değil bir beldede güçlük çeken mü'minlerin bu güçlüklere katlanması , yeri geldiği zaman o beldeyi terketmeleri ve orada yine Allah cc nin koyduğu zafer şartlarına uygun hareket ettikleri zaman geri dönüşlerinin muhteşem olacağının bir haberi olup bu yaşanmış bir olay olarak karşımızda durmaktadır.Bu konuya belkide farklı bir yaklaşım sayılabilecek şekilde yaklaştığımızın farkında olarak itirazların, ayetler eşliğinde yapılması şartı ile gözönüne alınacağını hatırlatmak istiyoruz.   

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

20 Mayıs 2014 Salı

Ye'cüc ve Me'cüc Kimdir ?

Yazımıza başlık olarak aldığımız iki isim, kur'anda iki surede ismi geçen ancak tefsir kitaplarında hayli kabarık olarak bilgiler bulmanın mümkün olduğu konulardan birisidir. Yazımızda bunlar ile ilgili olarak tefsir kitaplarındaki bilgiyi eleştirmekten ziyade , kur'an kıssalarının mesaj vermek gibi bir içeriği olmasından yola çıkarak kur'anın ye'cüc ve me'cüc üzerinden vermek istediği mesajı anlamaya çalışacağız. Tefsir kitaplarında kur'an kıssaları ile ilgili yorumlara baktığımız zaman mesajı anlamaktan çok o günkü yaşanmışlık ve kıssadaki şahsiyetlerin kim ve ne oldukları şeklinde yorumların sayfalarca yer tuttuğu görülmekte olup bu tür yorumların kıssaların mesajını anlamaya yaramadığını aksine kıssaların mesajını ıskalamaya yaradığını görmekteyiz.

Ye'cüc ve Me'cüc ismini , kehf suresinde anlatılan Zülkarneyn kıssasında onun yaptığı yolculukta görmekteyiz. İlgili ayetleri okuyarak ye'cüc ve me'cüc üzerinden verilmek istenen mesajı anlamaya çalışalım. 


Hattâ izâ belega beynes seddeyni vecede min dûnihimâ kavmen lâ yekâdûne yefkahûne kavlâ(kavlen)
[018.093]Sonunda iki seddin arasına varınca setlerin berisinde nerede ise hiç söz anlamayan bir toplumla karşılaştı. 

Kehf s. 93. ayetinde , Zülkarneyn'in kıssada anlatılan son durağı iki dağ arası olarak tabir edilen coğrafi bir mekandır ve orada bir kavme rastlar, bu kavmin özelliği olarak ayette "la yekadune yefkahune kavlen" şeklinde bir cümle ve o cümlenin meal ve yorumlarında, kavmin söylenen sözü anlamadığı veya dili yabancı olduğu gibi iddialar olmasına rağmen bu konuda bizim düşüncemiz o kavme daha önce "kavl" olarak ifade edilen vahy şeklinde bir bilgini onlara ulaşmadığı yani o zamana kadar vahiyden habersiz olarak yaşadıklarıdır.  

 Kâlû yâ zel karneyni inne ye’cûce ve me’cûce mufsidûne fîl ardı fe hel nec’alu leke harcen alâ en tec’ale beynenâ ve beynehum seddâ(sedden).
[018.094]  Dediler ki ey Zülkarneyn! muhakkak Ye'cuc ile Me'cuc bu Arzda fesad yapıp duruyorlar, onun için onlarla bizim aramıza bir sed yapman şartı ile sana biz bir harc versek olur mu?

Zülkarneyn'in ulaştığı yerdeki kavim ondan, Ye'cüc ve Me'cüc'ün fesadına karşı ücret karşılığı onlardan koruması için bir sed yapmasını istemektedir. Burada bunların kim olduğundan çok fesadçılara karşı yapılan bu önlemin bizler için taşıdığı mesaj üzerinde durarak kıssadan hisse çıkarmak gerektiğini düşünmekteyiz. Ye'cüc ve me'cüc ismini sadece belli bir zamana has fesad çıkaranlar olarak değil , kıyamete kadar yeryüzünde fesad ve bozgunculuk çıkaranların genel bir ismi olarak okursak bunlar için yapılan seddi ve yapanlar üzerinden verilen mesajı daha doğru anlamak mümkündür. 

 Kâle mâ mekkennî fîhi rabbî hayrun fe eînûnî bi kuvvetin ec’al beynekum ve beynehum redmâ(redmen).
 [018.095]  Dedi ki: «Rabbimin beni içinde bulundurduğu iktidar daha hayırlıdır; haydi siz bana bedenen yardım edin de sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım.

Kavm'in Ye'cüc ve Me'cüc fesadına karşı Zülkarneyn'e harac karşılığı sed yapması isteğine karşı onun verdiği cevap elinde güç ve iktidar bulunanların, mazlumlara karşı zalimleri engellemek için yapması gereken şeyin ne olduğunu öğretmektedir. Zalimi engellemek için harac karşılığı bir engel yapmak yarın o engeli yapanın zalim olmasına sebeb olacaktır ve başka bir zalim doğuracaktır. Yaptığı engeli mazlumlara karşı kullanarak, "ya haracı çoğaltırsınız yada engeli yıkarım" gibi tehditlerle mazlumları her zaman diken üzerinde tutarak onları sömüren bir güç sahibi dün bugün ve yarın dünya üzerinde mevcut olup her an yaptıkları zulum örneklerine şahid olmaktayız.  

Kavm'in Zülkarneyn'den sed yapmasını istemesi onların çalışmayı sevmeyen tembel bir yapıya sahip oldukları ve elimizdeki para ile herşeyi yaptırırız mantığına sahip olan zengin müslümanları anımsatmaktadır, eğer Zülkarneyn onların bu yönünü istismar edip onları oturtup kendi maiyeti ile birlikte bir engel yapmaya kalksaydı bu engelin yapımında onların hiç bir dahli olmadığı için o engel üzerinde bir tasarruf ve onu istediği gibi kullanma hakkına sahip olabilecek iken bu şekil bir sömürüye yanaşmayan adil biri olarak karşımıza çıkması gücü ve serveti elinde tutanların sömürgecilik gibi bir haklarının asla olamayacağını gösterir. Eğer karşınızdaki muhabatınız sizin elinizde olan imkana sahip değil ise , siz bu imkana sahip iseniz bunu zulum olarak değil insanlara faydalı olmak şeklinde kullanmak mecburiyetindesiniz mesajı verilmektedir. 

 Atûnî zuberel hadîd(hadîdi), hattâ izâ sâvâ beynes sadafeyni kâlenfuhû, hattâ izâ cealehu nâren kâle âtûnî ufrig aleyhi kıtrâ(kıtren).
 [018.096]  Bana demir kütleleri getirin. Bunlar iki dağın arasını doldurunca; körükleyin, dedi. Nihayet o, bir ateş haline gelince; bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim, dedi.

Zülkarneyn'in seddi yapmak için kullandığı malzemeler yine bizler için mesajlar içermektedir. Allah cc Davud ve Süleyman as için onlara demiri ve bakırı emrine verdiğini beyan etmektedir. Onların bu malzemeleri kullanarak güç ve saltanat sahibi olduklarını anlamak mümkün iken bizler onların bu saltanatlarını sanki yattıkları yerden ve bir mucize olarak anında verildiğini düşünmekteyiz, halbuki böyle düşünmek bizleri bugünkü tembelliğimize yol açan unsurlardan birisidir. 

Allah cc hadid s. 25. ayetinde şöyle buyurmaktadır. 

 
Celâlim hakkı için biz Resullerimizi beyyinelerle gönderdik ve beraberlerinde kitab ve miyzân indirdik ki insanlar adaletle tutunsunlar, bir de demiri indirdik, onda hem çetin bir sertlik hem de insanlar için bir çok menfeatler vardır, ve çünki Allah kendisine ve resullerine gıyabında yardım edenleri belli edecek, şübhe yokki Allah kavîdir azîzdir

Ayette dikkatimizi çeken 3 unsur Kitap-Mizan-Demir olup bunların üçünün bir arada olması ile insanlar arasında fesad ve bozgunun önlenebileceği haberi verilmektedir. Demir ayette bir güç sembolu olarak anlatılmakta ve onun ikram edildiği ancak bu ikramı kitap ve mizan gözetilerek kullılması gerektiğini bildiren rabbimizin bu beyanına karşılık , demir bugün kitap ve mizan ikilisini arkaya atıp sadece demirin gücü ile dünya üzerinde insanlara zulmedenlerin elinde kalmıştır. 

Zülkarneyn kıssası , Demir-Kitap-Mizan üçlüsünün bir arada kullanılarak insanları sömürmeden hak ve adaletin hakim olduğu bir düzenin nasıl tesis edilebileceğini gösteren bir kıssa olarak evrensel bir mesajı olan kıssadır.

 Femestâû en yazherûhu ve mestetâû lehu nakbâ(nakben).
 [018.097]  Artık ne onun üstüne çıkmaya kâdir oldular ve ne de onun için delik açmaya güçleri yetti.

 Kitap-Mizan-Demir üçlüsünün bir araya gelerek fesada karşı yapılan her türlü sed kıyamete kadar bak, kalacak olup bunu hiçbir fesadçı aşamayacaktır, bu vaad Allah cc nin vaadi olup gereği yerine getirldiği takdirde gerçekleşecek olan bir vaadtir. Bizler bugün müslümanlar olarak bu üçlüyü kullanmakyan aciz olarak küfre karşı koymamız gereken silahı bile kafirlerden almak zorunda kalmamız ne durumda olduğumuzun bir göstergesidir, bu durumda olan bizlerin bırakın fesada karşı koymayı fesadçıların elinde oyuncak olmaktan başka bir işe yaramadığımız ortadadır.

 Kâle hâzâ rahmetun min rabbî, fe izâ câe va’du rabbî cealehu dekkâ’(dekkâe), ve kâne va’du rabbî hakkâ(hakkan).
 [018.098] Dedi ki: «Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi geldiği vakit ise onu dümdüz etmiş olacaktır. Ve Rabbimin vaadi bir hak olmuştur.»

Zülkarneyn o kavim ile yapmış olduğu sed için, "bu benim gücüm ile yaptığım bir şeydir" şeklinde bir gurur ve kibre kapılmayıp "rabbimin rahmeti" diyerek güç ve servet sahibi olanların özellikle hiç unutmaması gereken sözleri söylemiştir. Seddin dümdüz olmasını, gücü elinde bulunduranlarınKitap-Mizan-Demir üçlüsünü bir araya getirerek fesada karşı yapılan sedlerin kıyamete kadar ayakta kalacağının haberi olarak anlayabiliriz. 

 Ve teraknâ ba’dahum yevmeizin yemûcu fî ba’dın ve nufiha fis sûri fe cema’nâhum cem’â(cem’an).
[018.099]  Biz o gün, bir kısmını bir kısmı içinde dalgalanırcasına bırakıvermişiz. Sur'a da üfürülmüştür, artık onların tümünü bir arada toparlamışız.

Ve harâmun alâ karyetin ehleknâhâ ennehum lâ yerciûn(yerciûne).
[021.095]  İhlâk ettiğimiz karyeye dahi haramdır ki rücu' etmiyecek olsunlar

Hattâ izâ futihat ye’cûcu ve me’cûcu ve hum min kulli hadebin yensilûn(yensilûne).
[021.096]  Ye'cuc ve Me'cuc açılıp da her tepeden ve dereden akın ettikleri vakit.

Vakterabel va’dul hakku fe izâ hiye şahısatun ebsârullezîne keferû, yâ veylenâ kad kunnâ fî gafletin min hâzâ bel kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
[021.097] Ve gerçek vaad (ölüm, kıyamet) yaklaşınca, birden, inkâr edenlerin gözleri donakalır! «Yazıklar olsun bize! (derler), gerçekten biz, bu durumdan habersizmişiz; hatta biz zalim kimselermişiz.»

Enbiya suresi ayetlerinde ise yeryüzünde kıyamet gününe kadar fesadlarını devam ettirmek için çalışan ve evrensel fesadçılara verilen bir isim olarak okumanın daha doğru olacağını düşündüğümüz Ye'cüc ve Me'cüc gerçekleşmeden önce red ettikleri , fakat gerçekleştiği vakit pişmanlıklarını gizleyemedikleri kıyamet ve hesap ve cehennemi gördükleri zamanki halleri beyan edilmektedir. 

Sonuç olarak; tefsirlerde kim oldukları ve onlar için yapılan seddin nerede olduğu şeklinde yapılan yorumları okuyarak veya kıyamet alametleri ile ilgili rivayetler içinde yerini bulan ye'cüc ve me'cüc konusunu, kur'an kıssalarının mesaj içerikli okuma metodu içinde yapılan bir okumada bunların belli bir zaman ve mekana has bir kavim değil, evrensel fesadçıların bir isimi olarak görürüz. Kur'an Zülkarneyn kıssası üzerinden bunlara karşı koymanın yollarını öğretmekte olup bizlerinde bu yolu takip ettiğimiz takdirde Allah cc nin bir vaadi olarak bu fesadçıların önüne çekilen seddin kıyamete kadar yıkılmayacağını bildirmektedir. Bu sedlerin, demir sembolu üzerinden maddi gücü kitap ve mizan ile birleştirerek yapılacağı ve bu üçlü güç ile yapılan seddin kıyamete kadar yıkılmayacağının bildirilmektedir. Kıyamet gününe kadar bu fesadı devam ettirenlerin o gün gelince pişmanlıklarının fayda etmeyeceği ve ebedi olarak cehennem ile cezalancaklarıda bildirilmektedir, bizler maalesef bugün bu fesadçıların zulümleri altında kıyameti veya kurtarıcı mehdileri bekleyerek onların altedilmesini beklemekten başka bir eylemde bulunmamaktayız. O fesadçılara yaptıkları nasıl sorulacaksa bizlerede onlara engel olmak için eli kolu bağlı oturup gökten medet ummamızın hesabı elbette sorulacaktır, gökten yardımın sebeblere tevessül etmeden gelmeyeceğini öğreneceğimiz günlerin yakın olmasını umud ediyoruz. 

                                           EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

18 Mayıs 2014 Pazar

Zülkarneyn Kıssası Bize Ne Anlatıyor?

Zülkarneyn kıssası kehf suresi içinde anlatılan bir kıssa olup, kıssanın yaşanma yeri ve zamanından öte kıssada anlatılan şahsiyet üzerinden verilmek istenen mesajı anlama çabası içinde yazılmaya çalışılmış bir yazı olarak okunması gerekmektedir. Tefsir kitaplarında zülkarneyn isminin anlamı veya kimliği üzerinde bilgiler mevcut olup yazının hacmini genişletmemek amacı ile bu tür bilgilere girmemeyi tercih ettik, ihtiyaç hissedenler tefsirlere göz atabilirler. Kıssa kehf suresinin 83-99. ayetleri arasında anlatılmakta olup kur'anın teşbihi yani benzeterek anlatım özelliği bu kıssada da göze çarpmaktadır. Zülkarneyn kıssasının ,  kendisine imkan verilenlerin bu imkanı nasıl kullanması gerektiğinin mesajlarını veren bir kıssa olarak okunduğu zaman daha doğru anlaşılacağını düşünmekteyiz.

Ve yes’elûneke an zil karneyn(karneyni), kul se etlû aleykum minhu zikrâ(zikren).
[018.083]  Bir de sana Zulkarneyn'den soruyorlar. Dedi: «Size ondan bir hatıra okuyacağım.»

83. ayetten anlaşıldığına göre Muhammed as a onunla ilgili bir bilgisi olup olmadığı sorulmaktadır, yine anlaşıldığı üzere soran muhataplar sordukları kişi hakkında bilgi sahibidirler'ki bir ihtimal Muhammed as ı sınamaktadırlar , veya bilgi sahibi olduklarını sandıkları Zülkarneyn hakkında bildikleri yanlış olup doğrusunu Allah cc bizlere öğretmektedir. 

İnnâ mekkennâ lehu fîl ardı ve âteynâhu min kulli şey’in sebebâ(sebeben).
[018.084]  Biz O'nu yeryüzünde imkan ve ona her şeyden bir sebep verdik.

Sebeb kelimesi; "kendisi ile amaca ulaşılan şey" anlamında olup , Zülkarneyn'e arzda sebeb verilerek imkan sağlanması onun melik hükümdarlardan olduğunu göstermektedir. Kur'an'da Yusuf, Davud ve Süleyman as lar üzerinden verilen kıssa örneklerinde onlarında melik hükümdarlar oldukları görülmektedir, onlar üzerinden kur'an yeryüzünde elinde imkan olanların nasıl davranmaları gerektiği hakkında mesajlar vermektedir. Kıssanın ilerleyen ayetlerinde sebeb verilerek imkanları elinde tutan Zülkarneyn'in bu gücü nasıl kullandığını göreceğiz.

[012.056]  Ve işte bu suretle Yusuf'u o arzda imkan verdik (mekkenna) , neresinde isterse makam tutuyordu, biz rahmetimizi dilediğimize nasıb ederiz, ve muhsinlerin ecrini zayi' etmeyiz
[027.015]  And olsun ki, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. İkisi «Bizi mümin kullarının çoğundan üstün kılan Allah'a hamdolsun» dediler.

[022.041] Onlar ki, yer yüzünde kendilerini yerleştirir iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma'rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir.

Hacc s. 41. ayeti arz üzerinde kendilerine imkan verilenlerin nasıl davranması gerektiğini özetleyen bir olarak karşımıza çıkmaktadır. Kur'an verdiği örneklerle bu imkanları yerinde kullanmayan firavun örneğini veya yerinde kullanan Zülkarneyn, Yusuf, Davud ve Süleyman as ları bizlere örneklik olarak vermektedir.

Fe etbea sebebâ(sebeben).
[018.085] kendisi ile amaca ulaşacağı şeye tabi oldu.

Sebebe tabi olması demek, Allah cc nin rızasına uygun iş yapmak amacı ile yola çıkması ve bu yolda kullanacağı her türlü şey anlamında olup , para , mal , mülk , ordu vs herşeyi sebeb kılarak rızaya erişmek için yola çıkmasıdır.

Hattâ izâ belega magribeş şemsi vecedehâ tagrubu fî aynin hamietin ve vecede indehâ kavmâ(kavmen), kulnâ yâ zel karneyni immâ en tuazzibe ve immâ en tettehıze fîhim husnâ(husnen).
[018.086]  En sonunda güneşin battığı yere vardığı zaman; onu kara bir suda batıyor buldu. Orada bir kavme rastladı. Zülkarneyn, onlara azab da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin, dedik.

Zülkarneyn'in imkanlarını seferber ederek yola çıkması ile başlayan yolculuğu, ayette " aynin hamietin" şeklinde ifade edilen coğrafi bir yere varır ve orada bir kavim yaşamaktadır. "onlara azab da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin, dedik." cümlesinin nasıllığı üzerinde biraz durmak gerekirse şunları söyleyebiliriz; Zülkarneyn'e bu söz bir vahiy elçisi aracılığı ile söylenmiş bir söz değil , Allah cc nin arz üzerinde mülk vererek insanlar üzerinde yetki sahibi olanların ellerindeki yetkiyi ifade eden bir sözdür. Allah cc kullarından herhangi birisinin yönetim makamına çıkarır ve bu kişi elindeki  yetkiyi iki türlü kullanır 1- adil hükümdar 2- zalim hükümdar olarak yani yetkinin ellerinde olduğunu ifade için kullanılmış bir cümle olup , Zülkarneyn'de istediği gibi bu yetkiyi kullanmakta serbest idi 1- adil hükümdar olarak 2- zalim hükümdar olarak tabiki bu iki şekil yönetim sergileyenlerin karşılıkları ahirette Allah cc tarafından verilecektir.

Kâle emmâ men zaleme fe sevfe nuazzibuhu summe yureddu ilâ rabbihî fe yuazzibuhu azâben nukrâ(nukren).
[018.087]  (Zülkarneyn şöyle) dedi: «Kim zulmederse, Biz onu cezalandırırız, sonra da Rabbinin huzuruna götürülür. O da ona benzeri görülmedik bir ceza uygular.

Ve emmâ men âmene ve amile sâlihan fe lehu cezâenil husnâ ve se nekûlu lehu min emrinâ yusrâ(yusren).
[018.088]  Kim de iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan da kolay olanını söyleyeceğiz.»

87 ve 88. ayetler, elinde güç olan Zülkarneyn'in bu gücü nasıl kullandığını haber veren ayetlerdir. İyilik etme ve azab etmesinin şartları olarak, zalimi cezalandırması , iman eden ve salih amelde bulunanlara ise iyilik yapacağını söylemektedir. Böyle bir gücü elinde bulunduran firavun örneğini hatırlayacak olursak , firavun azab etme şartı olarak bir kişinin iman eden ve salih amelde bulunması (Musa as a iman eden sihirbazları örneği) iyilik etme şartı olarak kendisini ilah ve rab olarak kabul etme şartı getirdiğini görürüz.

88. ayetteki " ve emma men amene ve amila salihan" (kim iman eder salih amelde bulunursa) şeklindeki cümle bir teşbih barındırmakta olup , Allah cc nin kendisini kur'an genelinde bir hükümdar teşbihi içinde anlattığı ayetler ile bir bağ kurarak, Zülkarneyn örneği üzerinden bir hükümdarın emirlerine tabi olup ona isyan etmeyenlerin o hükümdar tarafından herhangi bir azaba uğratılmayacağı benzetmesi üzerinden , kendi hükümdarlığını kabul edip ona isyan etmeyenlere "işinden kolay olanı buyuracağını" söylemektedir.

[002.062]Şüphesiz iman edenler; yahudilerden, hıristiyanlardan ve sâbiîlerden de Allah'a ve ahiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.
[005.069] Doğrusu; iman edenler, yahudi olanlar, sabiiler ve hristiyanlardan Allah'a ve ahiret gününe inananlara, salih amel işleyenlere; hiç korku yoktur. Ve onlar, üzülecek de değildir.
[020.082]  Muhakkak ki ben; tevbe edeni, inanarak salih amel işleyeni sonra da doğru yola gireni elbette bağışlayanım.
[025.070]  Ancak tövbe eden ve imân eden ve sâlih amel ile amelde bulunan müstesna. Artık Allah onların günahlarını sevaplara tebdîl eder ve Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyici bulunmaktadır.
[092.006-11] Ve en güzel olanı tasdik etti ise.  ona en kolay olan için kolaylık veririz.Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar, en güzeli de yalanlarsa, biz de onu en zora hazırlarız. Düştüğü zaman da malı kendisine hiç fayda vermez.
[087.008] Seni en kolay yola muvaffak kılacağız.

Hükümdarların hükümdarı olan Allah cc kendisine iman edip salih amelede bulunanlara vereceği karşılığı yukarda örneklerini verdiğimiz bir çok ayettte haber vermektedir.

Summe etbea sebebâ(sebeben).
[018.089] sonra yine kendisi ile amaca ulaşacağı şeye tabi oldu.

Hattâ izâ belega matlıaş şemsi vecedehâ tatluu alâ kavmin lem nec’al lehum min dûnihâ sitrâ(sitren).
[018.090]  Sonunda güneşin doğduğu yere kadar ulaştı ve onu (güneşi), kendileri için ona karşı bir siper kılmadığımız bir kavim üzerine doğmakta iken buldu.

Yola devam eden Zülkarneyn'i ,86. ayette güneşin battığı yer olarak tavsif edilen yerin aksine bu sefer güneşin doğduğu yer olarak tavsif edilen bir yerde buluyoruz, doğu ve batı kelimeleri ile anlatılmak istenen şey Zülkarneyn'in hükümranlık alanının genişliğini ifade etmek için kullanılmış olduğu düşünülebilir. Allah cc kendisi hükümranlığını anlatmak için bu gibi ifadeleri kullandığını görmekteyiz " doğunun ve batının" veya " iki doğunun ve batının" veya "doğuların ve batıların" rabbidir şeklindeki ayetler onun mülkünün genişliğini ifade etmek için kullanılanmaktadır. Zülkarneyn bu sefer vardığı yerin coğrafi konum olarak ağaç ve dağlardan yoksun dümdüz bir yer olduğu anlaşılmaktadır.

Kezâlik(kezâlike), ve kad ehatnâ bimâ ledeyhi hubrâ(hubren).
[018.091]  İşte böylece. Ve şüphe yok ki, onun yanında neler olduğunu Biz  ihata etmişizdir.
Allah cc nin Zülkarneyn'in yanında olanı ihata etmesi demek onun bütün kullarının yaptığından haberdar olması olarak anlayabiliriz. Zülkarneyn'in hükümdar olması demek onun üzerinde bir merciin olmaması demek olduğu, kişi her ne kadar mülk ve güç sahibi olsa dahi onun yaptıklarını gören ve bilen birisinin olduğu ve bu yaptıklarının hesabını verecek bir ilah olduğu hatırlatılmaktadır. Yönetim ve güç elinde olanlara yaptıklarını her an için gören birisinin olduğu haber verilerek şımarmamaları ve müstekbirleşmemeleri mesajı verilmektedir.Allah cc nin kullarını ihata etmesi ile ilgili bir kaç ayet örneği vererek onun kullarının yaptığından haberdar olduğu ile ilgili ayetleri hatırlayalım. 

 [065.012]  Yedi göğü ve yerden de bir o kadarını yaratan Allah'tır, Allah'ın herşeye Kadir olduğunu ve Allah'ın ilminin herşeyi ihata ettiğini bilmeniz için Allah'ın buyruğu bunlar arasında iner durur.
[003.120]  Eğer size bir iyilik dokunacak olsa bu onları üzer. Eğer başınıza bir kötülük gelse bu yüzden sevinirler. Eğer sabreder ve Allah'tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zarar veremez. Hiç şüphesiz Allah'ın bilgisi onların yaptıklarını kuşatmıştır.
[041.054]  İyi bil ki onlar, Rabb'ine kavuşmaktan kuşku içindedirler. İyi bil ki O, herşeyi kuşatmıştır.

Allah cc nin Zülkarneyn'in yanında olanı haber bakımından kuşatmasını onun bir çok ayette geçen "habir" ismi ile bağını kurup aynı kelimenin kehf suresi içinde geçen Musa ve salih kul kıssası 68. ayet içinde geçmesi ile bir paralellik arz ettiğini düşünmekteyiz şöyle ki; Musa karşılaştığı kişiye yanındaki bilgiden öğrenmek için ona tabi olmak istediğini söylediği zaman o kişi ona , "Ve keyfe tesbiru alâ mâ lem tuhıt bihî hubrâ(hubren). " («Özünü kavramaya kuşatıcı olamadığın şeye nasıl sabredebilirsin?») şeklinde bir karşılık verdiğini görmekteyiz. Bu iki ayeti birbiri ile bağlayıp düşünecek olursak , haber bakımında ihata edebilmek insanı aşan bir olaydır ve bu şekil bir kapsama sadece Allah cc ye ait bir durumdur.

Summe etbea sebebâ(sebeben).
[018.092] sonra yine kendisi ile amaca ulaşacağı şeye tabi oldu.

Hattâ izâ belega beynes seddeyni vecede min dûnihimâ kavmen lâ yekâdûne yefkahûne kavlâ(kavlen).
[018.093] Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu.
Zülkarneyn'in kıssada anlatılan üçüncü durağı coğrafi konum itibarı ile "iki dağ arası" olarak anlatılan bir yerdir. Burada rastladığı kavim için kullanılan ifade " la yekadune fefkahune kavlen" şeklinde olup, tercümelere "neredeyse hiç söz anlamayan bir kavim olarak" şeklinde geçmiştir. Bu kavm'in özelliği olarak, dilinin yabancı olması gibi bir yorum yapılmış olmasına rağmen bu cümleyi " daha önce herhangi bir tebliğ ulaşıp kavl'e yani Allah cc nin vahyine muhatap olmayan bir topluluk" şeklinde yorumlayabiliriz Allahu alem. 

Zülkarneyn'in kıssada anlatılan yerler itibari ile, 1- bataklık 2- çöl 3- dağlık bir bölgeye gittiğini görmekteyiz, bu yerlerin farklı coğrafi bölgeler olması Zülkarneyn'in imkanlarının genişliği ve hareket alanının genişliği açısından verilen bir bilgi olarak görülebilir. Mülk ve saltanatın çok geniş bir alana yayılmış olan Zülkarneyn bu imkanı hayır yolunda insanlara harcadığını son uğradığı kavme yaptığı sedden anlamaktayız. 

Nisa s. 78. ayetinde bu cümlenin mesani si  bulunmakta olup oradaki kullanım ile aradaki bağlantıyı kurmak mümkündür.

Eyne mâ tekûnû yudrikkumul mevtu ve lev kuntum fî burûcin muşeyyedeh(muşeyyedetin). Ve in tusıbhum hasenetun yekûlû hâzihî min indillâh(indillâhi), ve in tusıbhum seyyietun yekûlû hâzihî min indike. Kul kullun min indillâh(indillâhi). Fe mâli hâulâil kavmi lâ yekâdûne yefkahûne hadîsâ(hadîsen).
004.078  Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: «Bu Allah'tandır» derler, bir kötülüğe uğrarlarsa «Bu, senin tarafındandır» derler. De ki: «Hepsi Allah'tandır». Bu kavme ne oluyor ki, sözü anlamaya yanaşmıyorlar?
Ayetin " Bu kavme ne oluyor ki, sözü anlamaya yanaşmıyorlar?" şeklindeki cümlenin muhatapları kendilerine "hadis" yani "ahsenel hadis" olarak diğer ayetlerde karşılığını gördüğümüz vahiy ulaştığı halde vahyi kabule yanaşmayanlardır.Zülkarneyn'in muhatap olduğu sözü anlamayan kavim ise ,daha kendilerine söz yani vahiy ulaşmamış kimseler olması şeklinde bir yaklaşım bizce daha makul görülmektedir.

Kâlû yâ zel karneyni inne ye’cûce ve me’cûce mufsidûne fîl ardı fe hel nec’alu leke harcen alâ en tec’ale beynenâ ve beynehum seddâ(sedden).
[018.094]  Dediler ki: «Ey Zülkarneyn! Şüphe yok ki, Yecüc ile Mecüc, yerde fesat çıkarıp duran kimselerdir. Bizimle onların arasına bir sed yapmaklığın için sana bir bedel versek olur mu?»

Kâle mâ mekkennî fîhi rabbî hayrun fe eînûnî bi kuvvetin ec’al beynekum ve beynehum redmâ(redmen).
[018.095] Dedi ki: «Rabbimin bana verdiği imkân, sizin vereceğinizden daha hayırlıdır. Siz bana beden gücüyle yardımcı olun da sizinle onlar arasında sağlam bir sed yapayım.»

Zülkarneyn'in geldiği bu yerde bulduğu kavm'in, ondan ye'cüc ve me'cüc 'ün fesadına karşı aralarına bir engel yapmasını istediklerini  görüyoruz. Ye'cüc ve me'cüc ismini kıyamet alametleri ile ilgili rivayetlerde sıkça duymakta olup onların kıyamete yakın çıkacak ve yeryüzünü fesada boğacak olan iki kavim olarak kitaplarda yerini aldığını görmekteyiz. Bunlar hakkında bilgi  birde enbiya suresinde verilmekte olup yaptıkları icraat itibarı ile değerlendirecek olursak yeryüzünün herhangi bir zaman ve mekan biriminde olan fesadçılara verilen bir isim olarak anlamak mümkündür. Bunların kimler olduğundan ziyade yaptıkları işler açısından baktığımızda fesadın kıyamete kadar sürecek olan bir durum olduğu göz önüne alınacak olursa dün , bugün ve yarın yeryüzünün fesada boğan insanlara zulmeden her kişi , kurum, ideoloji vs nin bu isim altında değerlendirilmesi mümkündür.  

Kur'anın elçilerin vazifeleri ile ilgili ayetlere baktığımızda elçilerin hiçbir ücret istemeden muhatapların küfür ile aralarına bir sed çekme şeklinde bir çaba içinde olduklarını görürüz. O kavm in Zülkarneyn den isteği de fesadçı kavim ile aralarına bir sed çekmesi olduğu görülmektedir. Kavim ona yapacağı bu iş için bir ücret teklif eder, ancak o bu işi ücret karşılığı değil diğer elçiler gibi Allah rızası için yapacağını söyler. 

Zülkarneyn'in sed yapmak için koyduğu şart kavm'in ona kuvvet ile yardım etmesidir, buradan anlaşılıyorki yeryüzünde fesada sed çekmek için tek bir kişinin gücü yeterli olmayıp birlik ve beraberlik halinde tek vucüd karşı koymaktır. 

 Atûnî zuberel hadîd(hadîdi), hattâ izâ sâvâ beynes sadafeyni kâlenfuhû, hattâ izâ cealehu nâren kâle âtûnî ufrig aleyhi kıtrâ(kıtren).
[018.096]  «Bana demir kütleleri getirin,» iki dağın arası eşit düzeye gelince, «Körükleyin» dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra:) dedi ki: «Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim.»

Ayette yönetici, insan kuvveti , demir ve bakır olarak 4 unsur gözümüze çarpmaktadır. Zülkarneyn yönetiminde ona yardım eden insanlar demir ve bakır ile ye'cüc ve me'cüc fesadını önlemek için sed yapmaktadırlar. Bu şekil bir yapım evrensel bir örneklik teşkil etmektedir, yeryüzünü fesada boğanlara karşı adil ve güçlü bir hükümdar yönetiminde ona yardım eden insanlar güç sembolu olan metal'den yapılmış araçlarla onlara karşı koymalıdırlar'ki fesatçılar fırsat bulmasın yeryüzünde hak hakim olsun, ama gelgelelim maalesef durum bunun tersi olmakta yeryüzünde fesad istemeyenler içlerinden güçlü bir yönetici çıkarmakta aciz kalınca birleşmeleri mümkün olmamakta ve fesadçıların zulmü altında inlemektedirler. 

Halbuki Allah cc demir ve bakır'ı yani güç sembolu olan metali yeryüzünde mülk verdiği iki kuluna davud ve süleyman'ın emrine verdiğini  beyan etmesine rağmen zaman içinde bu güç mü'minlerin basiretsizliği sayesinde zalimlerin elinde bir güç olmuştur. 

 [034.012]  Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam da bir aylık mesafeden gelen rüzgarı Süleyman'ın buyruğu altına verdik. Onun için su gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinin izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlar içinde buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık.
[034.010]  Andolsun, Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. «Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin» dedik. Ona demiri yumuşattık.
[021.080]  Ve sizin için ona, zorlu-savaşınızda sizi korusun diye, '(madeni) giyim-sanatını' öğrettik. Buna rağmen siz şükredenler misiniz? 


Davud ve Süleyman as a böyle bir üstünlük verilmesi bunların daha önce bilinmeyip ilk defa onlar tarafından yapılmış icadlar olmayıp bu madenleri kullanarak hakimiyet sağladıklarının anlaşılması gerekir . Allah cc sünneti gereği çalışmayıp yatan kimseye gökten demir indirmediği gibi bunları kullanmasını bilen kim olursa olsun müslüman olmasalar dahi, bugün dünya yüzünde çok acı örneklerini gördüğümüz üzere gücü onların emrine müsahhar kılacaktır. 

  [057.025] Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah'ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.

Hadid s. 25. çok açık bir biçimde yeryüzünde adaletin tesisi için kitap-mizan-demir üçlüsünün birlikte hareket etmesi şeklinde bir sünnet koyduğunu ancak kitap ve mizan'dan beri olarak kullanılan demir'in fesadçıların elinde nasıl bir güce dönüştüğüne şahid olmaktayız.
 

Zülkarneyn kıssası bu üç unsurun yani kitab-mizan ve demir'in adaletli ve hakkı gözeten insanlar elinde nasıl bir netice doğuracağını anlatan bir kıssa olup, bu şekil bir güçle yapılan seddin yani fesada engel olmanın ne zaman kadar dayanacağı 97 ve 98. ayette anlatılmaktadır.

Femestâû en yazherûhu ve mestetâû lehu nakbâ(nakben).
[018.097]  Artık ne onun üstüne çıkmaya kâdir oldular ve ne de onun için delik açmaya güçleri yetti.

Kâle hâzâ rahmetun min rabbî, fe izâ câe va’du rabbî cealehu dekkâ’(dekkâe), ve kâne va’du rabbî hakkâ(hakkan).
[018.098] Dedi ki: «Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi geldiği vakit ise onu dümdüz etmiş olacaktır. Ve Rabbimin vaadi bir hak olmuştur.»


Adil bir yöneticinin emrinde olan insanların güç sembolu olan metali kullanarak fesadçılara karşı yaptıkları sed Allah cc nin sünneti gereği kıyamete kadar ayakta kalacaktır. Tefsirlere baktığımız zaman , "kıssa içinde dönüp dolaşmak" dediğimiz metod yine bu kıssada iş başında görülmekte ve bu seddin nerede olduğu konusunda yorumlar üretilmektedir. Seddin nerede olduğu önemli olmayıp sed yapımı ile verilmek istenen mesajın ne olduğu konusunda fikir yürütülmesi gerekirken maalesef mesaj ıskalanmış ve gereksiz bilgiler tefsirleri doldurmuştur. 

98. ayette "bu rabbimin rahmetidir" şeklindeki ifade Zülkarneyn'in bu işi rabbinin adı ile yaptığı ve işinde onu unutmadığı görülmekte , başarıyı kendine mal etmemektedir. Vaad edilen güne kadar zalimlere karşı gerekleri yerine getirilerek yapılan sedleri hiçbir zalim kavmin aşmaya gücünün yetmeyceği rabbimizin bize vaadidir , VAADİNE SADIK OLAN ONDAN BAŞKA KİMDİR?.

Ve teraknâ ba’dahum yevmeizin yemûcu fî ba’dın ve nufiha fis sûri fe cema’nâhum cem’â(cem’an).
[018.099] Biz o gün onları bırakırız, dalgalar halinde birbirlerine girerler. Sura üflenince hepsini bir araya toplarız.

Fesadçıların bu fesadlarını kıyamete kadar devam ettireceklerini bildiren 99. ayet ve sonrası fesadçıların yaptıklarının hesaplarını vermeleri ile ilgili ayetler ile devam etmekte ancak yazının hacmini büyültmemek için kıssa ile ilgili ayetleri burada bitirmek istiyoruz. 


Sonuç olarak; Zülkarneyn kıssası diğer kur'an kıssaları gibi mesajı ne olduğu sorusu sorularak okunmuş bir kıssa olmayıp yaşandığı zaman ve mekana hapsedilmiş kıssalardan olarak tefsir kitaplarında yerini almıştır. Kur'an kıssalarının mesaj içerikli olarak okunduğu zaman bu kıssa bir çok mesaj taşımakta olup yazıyı yazanın anlamaktan aciz kaldığı mesajlarında olabileceği hatırdan çıkarılmamalıdır, yazıyı yazan kişi anladıklarını yazmakta olup anlayış eksikliği her zaman mümkündür. Zülkarneyn kıssası bizlere, yeryüzünde mülk ve hükümranlık verilen bir kişinin bu gücü nasıl kullanması gerektiği mesajını veren bir kıssa olup , ye'cüc ve me'cüc ismi ile ifade edilen evrensel müstekbirlerin nasıl alt edileceğini yaşanmış örneklik olarak bizlere göstermektedir. Böyle bir insanın yönetiminde güç ve kuvvet sembolu olan metali kullanarak fesadı önlemeye çalışanlar Allah cc nin vaadi olarak kıyamete kadar başarılı olacaklardır.   

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR. 

17 Mayıs 2014 Cumartesi

Hadisleri Eleştiri Ahlakımız Üzerine Bir Öz Eleştiri

Bu yazımızın konusu, kendisini "Kur'an Müslümanı " olarak vasıflandıran insanların kur'an dışı müktesebatı eleştiri konusundaki eksiklikleri bir öz eleştiri mahiyetinde örnek eşliğinde sunmaya çalışmak olacaktır. "Kur'an Müslümanı" şeklindeki bir terkibi her ne kadar benimsemesem dahi bu şekilde bir terkiple kendisini vasıflandıranlar olduğu için kullanmakta olduğumu hatırlatarak neden benimsemediğimizi kısaca izah etmek isteriz. 

Allah cc bizlere Fussilet s. 33. ayetinde layık gördüğü isim olan "Ben Müslimindenim" diyenlerin en güzel sözü söylediklerini hatırlayarak, Müslüman isminin ne önüne ne arkasına herhangi bir isim takmamızın gereği olmadığını, Müslümanım demenin Rabbinin kitabını en doğru şekilde anlayıp hayatına aktarmak demek olduğunu her kişinin bilmesi gerekmektedir, başkalarının "Bilmemne Müslümanı" olarak kendilerini vasıflandırmaları, onlara karşı bizlerin ismimizin önüne Kur'an koymamızı gerektirmez, "Ben Müslümanım" diyen birinin Kur'anı başucu kitabı yapması boynunun borcu olup , yapmayanlar hesabını verecektir. 

Gelelim yazımızın konusu olan eleştiri ahlakı üzerindeki öz eleştirimize; geleneksel İslam algısında hadislerin kur'anın önüne geçirilerek kur'anın arkaya atıldığı bir gerçektir. Bu konuyu fark eden Müslümanlar hadisler konusunda geleneğin düşüncesinden farklı olarak bunların yerinin kur'anın önünde asla olmayacağını haklı olarak dile getirmektedirler. Ancak ifrat ve tefrit her konuda başımız ağrıttığı gibi hadisler konusunda da başımızı ağrıtmakta olup geleneğin yanlış algısına karşı olarak "hepsini atalım" sloganları yükselmektedir.

Yazımızın konusu hadis ve sünnet merkezli olmadığı için kendisini kur'an müslüman olarak vasıflayanların bu konudaki eleştirilerinin ilmi temellerden yoksun olarak yapılması doğru düşünceyi savunmak adına yanlış örnekler vermeye sebeb olduğuna şahid olmaktayız. Eleştiri ahlakının temelinde, eleştirdiğimiz şeyin esas kaynağına inerek doğru bir metin üzerinden yapılması gerekli olup yapılmış olan tercümelerin doğru olup olmadığı önce kontrol edilmeli sonra eleştiriye tabi tutulmalıdır. 

İlmi derinlikten uzak olarak yanlı bir bakış ile eleştirilen, veya bir başkasının verdiği kaynak ile yetinerek yapılan bir eleştiri çalışması aşağıda vereceğimiz hadis eleştirisi örneğinde görüleceği üzere haksız ve yanlış bir eleştiri olacaktır. Öncelikle şunuda hatırlatmak yerinde olacaktır yazı konusu hadis müdafaası olmayıp , hadisleri eleştirme ahlakı üzerindedir. 

“Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir.”
Müslim-İman 302; Buhari 97/24, 10/29; Hanbel 3/1


Bu rivayet bir çok sitede uydurulmuş bir rivayet olarak bu şekilde karşımıza çıkmaktadır , ancak bu hadisin buharideki arapça metnine baktığımızda "peygamberlere kimliğini kanıtlamak" şeklinde tercüme edilmeye müsait bir ibare yoktur. Bu hadisin buharideki yeri kitabuttefsir' de olup, kalem s. tefsiri bölümü 2. babı olan "yevme yukşefu an saqin" başlığı ile kalem s. 42. ayetinin tefsiri ile ilgili bir ayet ile ilgili 4919 no lu hadis olup arapça metni şöyledir.  


٤٩١٩- حَدَّثَنَا آدَمُ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ خَالِدِ بْنِ يَزِيدَ عَنْ سَعِيدِ بْنِ أَبِي هِلَالٍ عَنْ زَيْدِ بْنِ أَسْلَمَ عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ
سَمِعْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ يَكْشِفُ رَبُّنَا عَنْ سَاقِهِ فَيَسْجُدُ لَهُ كُلُّ مُؤْمِنٍ وَمُؤْمِنَةٍ فَيَبْقَى كُلُّ مَنْ كَانَ يَسْجُدُ فِي الدُّنْيَا رِيَاءً وَسُمْعَةً فَيَذْهَبُ لِيَسْجُدَ فَيَعُودُ ظَهْرُهُ طَبَقًا وَاحِدًا
.
  Hadisin tercümesi şöyledir.



"(Kıyamet günü) Rabbimiz inciğini açar. Her mümin erkek ve kadın O’na secde eder. Yalnız dünyâda insanlara gösteriş olsun ve halka işittir­mek için secde eden Allah Azze ve Celle’ye secde edemez. Bu kimse secde etmek için gider. Ancak onun sırtı tek bir tabakaya döner."

Arapça metni ve tercümesi bu şekilde rivayetin kalem suresi 42. ayeti ile ilgili bir tefsiri olarak buharide yer aldığını hatırlatarak, hadisin metninde bulunan "yukşefu rabbüna an saqıhi" kelimesi "rabbimiz inciğini açar" şeklinde tercüme edilmiş olup bazı sitelerde gördüğümüz şekli olan  “Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir şeklindeki tercüme ile alakası yoktur, öncelikle ifade edelimki bu şekil bir tercüme üzerinden bir hadisi eleştirmek ilmi ahlaka uygun değildir.


 Şimdi hadisin tefsiri olan kalem suresi 42. ayetine bakalım. 

Yevme yukşefu an sâkın ve yud’avne iles sucûdi fe lâ yestetîûn(yestetîûne).
O gün incikten açılır ve secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler.

Hadis ile ayetteki ortak lafıza baktığımız zaman "yukşefu an saqin" cümlesidir, bu cümlenin meallerine baktığımız zaman "O gün, işler güçleşir" - "gerçek bütün çıplaklığıyla ortaya konulup iş büyümeye başladığı" gibi mealleri görmekteyiz . "Yukşefu an saqin" ibaresi işlerin kızışması ayağın ayağa dolanması gibi kişinin başının dara düştüğü bir anı anlatmak için kullanılan bir deyim olup kalem suresindede bu deyim üzerinden bir anlatım yapılmaktadır. Hadisteki " rabbimiz inciği açar" demek haşa ona baldır gibi bir cisimleştirme isnad etmek anlamına gelmeyip bu şekil bir anlayış doğru değildir.

Hadiste de Allah cc nin baldırını açması gibi bir ifade  olmayıp "gerçeklerin ortaya çıkması" veya" işlerin güçleşmesi" gibi tercüme edilmeye müsait bir ibare mevcut olup kalem s. 42. ayeti ile bir uygunluk arzetmektedir. Hadis adı altında gelen sözlerin doğruluğunun kur'an ile sağlamasını yaptığımız zaman kur'an müslümanı olma iddiasında olanların kur'andan en fazla haberdar olma gereği olarak bu hadisin sahih olabileceği ihtimalini arkaya atmamaları gerekirken, yalan yanlış  tercümeleri baz alarak uydurma hadis olarak bu rivayeti bayraklaştırmaları yanlışın ötesinde ilmi ahlakla bağdaştıramadığımız bir durumdur. 

Bir hadisin kur'anla uyuşup uyuşmadığını tahlil edebilmek kur'an geneline hakimiyet isteyen bir  konudur. kalem s. 42. ayeti arapların o günkü kullandığı bir deyim üzerinden onların kıyamet günü düşeceği hali tasvir etmekte olup buharide mevcut olan rivayette o durumu tasvir eden sözlerle ifade edilen bir rivayettir. 

Sonuç olarak; Kur'anı öncelleyen Müslüman olma iddiasında olarak yapacağımız bir eleştirinin ilmi temelden yoksun olarak yapıldığının bir örneğini verdiğimiz Buhari deki Kalem s. 42. ayeti tefsiri ile ilgili bir rivayet kesinlikle uydurmadır şeklinde bir damga yemeye müsait olmayan, aksine sahih olma ihtimali yüksek olan ve ilgili ayetle uyuşan bir rivayettir. Bir metni eleştirirken o metnin kaynağına inerek yapılması gerekirken , sağdan soldan duyumlarla ilmi temelden yoksun bir eleştiri bizleri maalesef gülünç bir duruma düşürebileceğini unutmadan önce kur'ana hakim olup sonra kur'an ile uyuşmadığını düşündüğümüz rivayetleri nasıl uyuşmadığını gerekçesi ile ifade etmemiz ilmi ahlakın bir gereğidir. Körü körüne yapılan hadis düşmanlığı kimseye fayda getirmeyeceği gibi hadisleri kur'anın önüne geçirme durumunda olanların  yanlışlarını bu şekil yanlış metotlarla onlara anlatmamız güçleşecektir. Doğru olduğunu düşündüğümüz yol büsbütün silip atmak değil , eldeki mevcut olan birikimi kur'an ile sağlamasını yapmak olmalıdır.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.