30 Eylül 2015 Çarşamba

Kur'an Muhammed (a.s) a Nasıl Ulaştı ?

Allah (c.c) sadece kendisine kul olmaları için yaratmış olduğu biz insanlara , bu kulluğun nasıl olması gerektiğini yine kendisi tarafından seçilen biz gibi insanlar aracılığı ile bizlere bildirmiş, bu bildirme şekline "Vahy" denilmiştir. Yazımızın konusu seçilen elçilere nasıl bir yolla vahyedildiği olup , Muhammed (a.s) a elimizdeki kitabın nasıl vahyedildiği hakkında olacaktır. 

[042.051] Bir beşer için Allah'ın kendisiyle konuşması olacak şey değildir. Meğer ki bir vahy ile veya perde arkasından, yahut bir elçi gönderip de izni ile dilediğini vahyetsin. Muhakkak ki O; Aliyy'dir, Hakim'dir.

Şura s. 51. ayetinde Allah (c.c) nin insanlarla konuşmasının 3 türü anlatılmakta olup , bizim konumuz "Elçi gönderme" yolu olarak bildirilen ve Muhammed (a.s) a gelen vahy'i de içine alan kısmı ile ilgili olacaktır. 

Öncelikle "Elçi" olarak çevrilen , " Resul" kelimesinin anlamı üzerinde durmak istiyoruz. 

"Raslün" sözcüğü ; "Acele etmeden gönderilmek , yollanmak" anlamındadır. 
"Negatün Rasletün" ; kolay ve yumuşak yürüyen dişi deve.
"İblün Merasilü" ; Kolay bir şekilde gönderilen develer.

"Resul" sözcüğü ıstılahi olarak ; "Başkalarına aktarılmak üzere söz yüklenen kişi " anlamındadır. (El Müfredat)

[022.075] Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.

Hac s. 75. ayetinde , Allah (c.c) sözünü başkalarına aktarmak üzere "Melek" ve "İnsan" dan elçi seçtiğini beyan etmektedir. "Melek elçi" olarak tavsif edilenler , Allah (c.c) nin sözünü "Beşer elçi" olarak bildiğimiz insanlara aktarmak için seçilmiş elçiler olup, nasıllığı hakkında herhangi bir bilgi sahibi değiliz. "Melek" adı verilen her ne ise onun sadece gaybe ait bilgiler ihtiva ettiğini ve ne liği konusunda bizlere herhangi bir bilgi verilmediğine dikkat çekmek, vahyedilmenin keyfiyetini bilmek sadece elçilere has bir durum olup , bizlere bu konuda verilen bilgiler kadar yetinip, bunun ilerisine gitmenin doğru olmadığını hatırlatmak istiyoruz. 

[017.036] Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.
[017.085]  Bir de sana ruhtan soruyorlar, de ki: ruh rabbımın emrindendir ve size ılimden ancak az bir şey verilmiştir

[016.002] Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile indirir: Benden başka ilah yoktur, şu halde benden korkup-sakının, diye uyarıp-korkutun.»

Hacc s. 75 ve Nahl s. 2. ayetlerinde, Allah (c.c) nin genel olarak vahyini ulaştırma yolu anlatılmaktadır. Bundan sonraki ayetlerde bu iki ayetin yol göstericiliğinde, vahyin Muhammed (a.s) a gelişi ile ilgili ayetler üzerinde durmaya gayret edeceğiz.

[002.097-98]  De ki: «Her kim Cibrîl'e düşman olmuş ise» o Kur'an'ı önündeki kitapları musaddık ve mü'minler için bir hidâyet ve bir beşaret olmak üzere Allah ın izniyle senin kalbin üzerine indiren, şüphe yok ki O'dur.Kim Allah’a, meleklerine, resullerine, Cibrile, Mikâil’e düşman ise, iyi bilsin ki Allah da kâfirlerin düşmanıdır.

Bakara s. 97 de , vahyi Muhammed (a.s) a indiren "Cibril" den bahsedilmektedir , bu Cibril kim veya nedir?.

Bakara s. 97. ayetinde "Cibril" ismi verilen şey, Hacc. 75 ve Nahl 2. ayetlerinden öğrendiğimiz , Allah (c.c) nin sözünü başkasına (Muhammed a.s) aktarmak ile görevli olan "Melek elçi" dir. Bu elçinin mahiyeti hakkında herhangi bir bilgi sahibi değiliz , bu elçiyi sadece göz ile (o da her defasında değil) Muhammed (a.s) görmüştür.

[016.101-2]  Bir ayeti bir ayetin yerine bedel yaptığımız zaman Allah indirdiğini  en iyi bilirken onlar : «Sen yalnızca bir iftiracısın!» dediler. Hayır, onların çoğu bilmezler.De ki: «Onu Rabbinden hak olarak Rûhu'l Kudüs indirmiştir ki, imân edenleri sabit kılsın ve müslümanlar için bir hidâyet ve beşaret olsun.»

Nahl s. 102. ayetinde kitabın "Ruhul Kudüs" tarafından indirilmiş olduğu beyan edilmektedir. Bu terimin Allah (c.c) nin kendisini ifade ettiği şeklinde bir düşüncenin doğru olmadığını düşünmekteyiz. Bu terim ile ifade edilen her ne ise , Kur'anın Allah (c.c) den ona verilerek yani elçi seçilerek verildiği , onunda Muhammed (a.s) a getirdiği anlaşılmaktadır. Bu kimdir ? diye sorulacak olursa cevabımız , Hacc s. 75. ve Nahl s. 2. ayetlerde bahsedilen vahyi beşer elçiye aktarmakla yükümlü olan "Melek elçi" dir. Yine tekrar ediyoruz bu elçinin mahiyeti hakkında herhangi bir bilgi sahibi değiliz, bu elçinin ne liği konusu bizim için gayb olup üzerinde spekülasyonlar yapmak gaybı taşlamaktır.

[026.192-5] Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir.Onu Ruh el-Emin indirmiştir. Senin kalbine ki uyarıcılardan olasın.Apaçık arab diliyle.

Şuara suresindeki bu ayetlerde , Kur'anı Rabbimizin ve Ruhul emin'in indirdiğinden bahsedilmektedir. Ruhul emin terimi ile ifade edilen şey Allah (c.c) nin kendisi olarak okumanın doğru olmadığını söylemek istiyoruz. Bu ayeti de yine Hacc s. 75 , Nahl s. 2. ayetlerin delaletinde okumak bizleri doğruya götürecektir.

[053.001-18] İnmekte olan necme yemin ederim ki, arkadaşınız şaşırmadı, azıtmadı da!O hevadan konuşmuyor.O başka değil, ancak bir vahiydir, vahyolunuverir. Onu kuvvetleri pek şiddetli olan öğretmiştir.Bir kuvvet sahibi ki, hemen dosdoğru göründü. Ve o, en yüksek bir sema kıyısında idi. Araları iki yay aralığı kadar veya daha da yakın oldu. Hemen kuluna vahyettiğini vahyetti.Onun gördüğünü kalb(i) yalanlamadı. Gördüğü hakkında şimdi siz, onunla tartışıyor musunuz? Andolsun onu bir kez daha görmüştü.Sidretu'l-Munteha'nın yanında. Orada Me'va cenneti vardır.Sidre'yi bürüyen bürüyordu. Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü.

Necm suresi ayetlerinde , Muhammed (a.s) ın Mekkelilere okuduklarının kendi hevasından olmadığı, ona vahyedilenleri okuduğu belirtilmekte ,ilerleyen ayetlerde ona bu vahyin kim tarafından ilka edildiği anlatılmaktadır. Bu ayetler klasik tefsir algısında miraç baz alınarak okunmaya çalışılmış olup, olmayan bir olayın Kur'an tarafından onaylatılma ameliyesi her açıdan duvara toslamıştır. Vahyin gelişi ile ilgisi bakımından okuyanların bir kısmı "Melek Elçi" olgusunu göz ardı ederek onların da ayrı bir duvara tosladıklarını söyleyebilirz.

5. ayetteki "Onu kuvvetleri pek şiddetli olan öğretmiştir." cümlesinde kast edilenin "Melek elçi" değil de , Allah (c.c) olduğunu iddia edenlerin bu iddialarının ne derece olduklarını onların söylediklerini doğru kabul ederek okumaya çalışalım.

Necm s. ayetinde "Onu kuvvetleri pek şiddetli olan öğretmiştir." cümlesindeki öğretenin Allah (c.c) olduğunu varsayalım , 6-7-8-9. ayetlere baktığımızda Allah (c.c) ile Muhammed (a.s) ın arasının "İki yay aralığı" kadar olduğu söylenmektedir. 10. ayette vahyedenin Allah (c.c) olduğunu yine varsayalım, 11 ve 12. ayetlerde Muhammed (a.s) ın Allah (c.c) yi gördüğü , 13. ayette Allah (c.c) yi bir başka inişinde yine gördüğü yani bu görüşün ilk olmadığı , 14-15-16-17. ayetlerde Allah (c.c) yi gördüğü yer ve görmesinin nasıl olduğu anlatıldıktan sonra , 18. ayette "Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü." buyurulmaktadır, yani Allah (c.c) kendi ayetlerinin en büyüğünü görmüş.

Bu ayetleri böyle okuduğumuz zaman ortaya şu sorular çıkıp, bunun cevabının verilmesi gerekmektedir. 

1- Allah (c.c) ile Muhammed (a.s) ın arasının "iki yay aralığı" kadar olmasını nasıl izah edebiliriz ?. 
2-Allah (c.c) yere inermi ?.
3-Muhammed (a.s) Allah (c.c) yi bir başka inişinde ne zaman görmüştür?.
4- Allah (c.c) kendi ayetlerinin en büyüğünü nasıl görür ?. 

Bu sorular , "Melek elçi" olgusunun göz ardı edilerek okunması sonucunda ortaya çıkmakta olup, bu iddiada olanlara bu soruları sorduğumuzda bataklığa düşmüş kimse misali debelendikçe battığını, vermeye çalıştığı cevaplar ile red ettikleri geleneksel anlayıştan daha beter yanlışlar içine girdiklerini maalesef gördük. 

İlgili ayetler şayet , Nahl s. 2 ve Hacc s. 75. ayetlerinin delaleti ile okunmaya çalışılsaydı böyle sıkıntılı bir durum içinde düşülmez ve ilgili ayetler daha doğru okunabilirdi.

[081.019-25] Şüphesiz o kerim bir elçinin sözüdür.Arş'ın sahibi katında değerlidir ve güçlüdür.Kendisine uyulandır, emindir.Arkadaşınız (Muhammed) de mecnun değildir.Andolsun ki; onu, apaçık ufukta görmüştür. O, gayb hakkında cimri de değildir. Bu, kovulmuş şeytanın sözü değildir.

Tekvir suresindeki bu ayetlerde "Kerim elçi" olarak vasfedilen kişi Muhammed (a.s) değildir, ilerleyen ayetlerde bunun böyle olmadığı açıkça görülmektedir. Muhammed (a.s) ın onu yani "Kerim elçi" yi apaçık ufukta görmesinden bahsedilmekte ve bu görüşü , Necm suresindeki "Andolsun onu bir kez daha görmüştü.Sidretu'l-Munteha'nın yanında. Orada Me'va cenneti vardır.Sidre'yi bürüyen bürüyordu." mealindeki ayetlerden "Melek elçi" yi önceki görüşü anlatılmaktadır.

Tekvir s. 19. ayetinde geçen "Kerim elçi" ibaresi , Hakka s. 40. ayetinde de geçmektedir. Bu suredeki "Kerim elçi" Muhammed (a.s) olup ilerleyen ayetler bunu göstermektedir.

Sonuç olarak ; Allah (c.c) biz kullarına olan emir ve yasaklarını, seçtiği beşer elçilere vahyetmek sureti ile bildirmiştir. Muhammed (a.s) bu zincirin en son halkası olup , kendisine vahy edilen kitap, Allah (c.c) nin Nahl s. 2 ve Hacc s. 75. ayetlerinde buyurduğu şekli ile "Melek elçi" ile ona vahyedilmiştir. Bizler "Melek elçi" nin nasıllığı hakkında bir bilgi sahib olmadığımız için bu konuda herhangi bir yorumda bulunmak bizi yanlışa götürebilir. 

Bilmemiz gereken şey , Allah (c.c) nin yeryüzünde seçmiş olduğu beşer elçiye vahyetmek için melek elçi seçmiş olduğudur. Bu elçinin kimliği veya ne liği bizim için gayb olup , vahyin Muhammed (a.s) a nasıl geldiği hakkındaki bilgiler bu kadardır. Sadece Muhammed (a.s) ın şahid olduğu bir durum olup böyle bir elçinin olmadığı iddiasında bulunmak bu konudaki ayetleri bütünlük içinde okuduğumuzda hatalı bir okuma yöntemi olacağını ifade etmek isteriz. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

29 Eylül 2015 Salı

Eyyub (a.s)' a Şeytan'ın Dokunmasını Nasıl Okuyalım ?

Kur'an; kıssa yollu anlatım üslubu ile geçmiş yaşantılardan kesitler sunarak, bizlere o yaşantılardan örnekler çıkarmamızı ve yaşadığımız hayatı bu örnekler dahilinde şekillendirmemizi istemektedir. Elçi kıssaları bu noktada önemli bir örneklik olup, o kıssalar içindeki doğru ve yanlışların anlatılması, bizlerin yürüdüğü yolda o doğruların alınmasını, o yanlışların tekrarlanmaması amacına matuftur.

Eyyub(a.s); Kur'an'da zikri geçen elçilerden birisidir. Bu elçinin kıssasında; kavmi ile olan bir mücadelesinin anlatımı değil, onun hastalık ile olan mücadelesinin anlatımını görmekteyiz. Bu yazımızda onun kıssasının bize dönük nasıl bir okumaya tabi tutulabileceğini ele almaya çalışacağız.

[021.083-4] Ve Eyyûb'u da (an) o vakit ki, Rabbine nidâ etti, (dedi ki:) «Şüphe yok, beni zarar kapladı, ve Sen rahmet edenlerin en merhametlisisin.» Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona katımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik.

[038.041-4] Kulumuz Eyyub'u da an; Rabbine: «Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azap verdi» diye seslenmişti. «Ayağın ile vuruver, işte bu, soğuk, yıkanılacak ve içilecek bir su.»Katımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere, ona tekrar ailesini ve geçmiş olanlarla bir mislini daha vermiştik.Ey Eyyüb: «Eline bir demet sap al, onunla vur, yeminini bozma» demiştik. Gerçekten O çok sabırlı bir kulumuzdu, daima Allah'a yönelirdi

Görüldüğü gibi Eyyub(a.s)'ın kıssası iki sure içinde kısaca anlatılmaktadır. Kıssada onun sağlık yönünden sıkıntıya düştüğü anlatılarak ENBİYA Suresi'nde onun isyan haline girmediği, Rabbi'ne dua ederek O'ndan şifa istediği, SAD Suresi içindeki kıssada ise onun nasıl bir tedavi yöntemi kullandığı anlatılmaktadır. Bu iki sure içindeki ayetlerin bize dönük mesajını okumaya çalıştığımızda şunları söylemek mümkündür;

Bizlerin yaşadığımız hayat içinde sağlık ve sıhhat yönünden bazı aksaklıklar yaşamamız olağan bir durumdur. Öncelikle sağlık ve sıhhat yönünden sıkıntıya düşmemek için gerekli tedbirlerin alınması gerektiğini hatırlattıktan sonra, böyle bir sıkıntıya düştüğümüzde nasıl bir yol izlemek gerektiği bizlere Eyyub(a.s) üzerinden öğretilmektedir.

Kıssanın ENBİYA Suresi içindeki ayetlerinde, Eyyub(a.s)'ın Rabbi'ne sığındığı, isyan haline girmediği, bunun sonucunda eski sağlığını tekrar geri kazandığı anlatılmakta, SAD Suresi içindeki ayetlerde ise bu sağlığını geri kazanmak için uyguladığı yolu görmekteyiz.

Bu sığınmanın nasıl olduğunu görmek için önce «Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azap verdi» cümlesini tahlil etmemiz gerekmektedir. Eyyub(a.s); başına gelen hastalığı "Şeytan dokunması" şeklinde bir deyim ile ifade etmesini, "Şeytan"dan Allah(c.c)'ye sığınılması gereken ayetlerinin ışığında okunması gerektiğini düşünmekteyiz.

[007.200-1] Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. Allah'tan korkanlar şeytandan gelen bir dürtmeye bir kışkırtmaya uğradıklarında, Allah'ın uyarılarını hatırlar ve hemen gerçeği görürler.

[041.036] Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın; doğrusu O, işitendir, bilendir.

[023.097-98] De ki: «Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından Sana sığınırım.»«Rabbim! Yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım.»

İnsanın başına gelen maddi bir sıkıntının "Şeytan dokunması" olarak deyimlendirilmesi, bu sıkıntılardan kurtulmanın yolunun Allah(c.c)'ye sığınmaktan geçtiğini hatırlatmak amacına matuf olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Esas mesele; bu sığınmanın nasıl olması gerektiğinde olup, bu dokunmadan kurtulmak için üfürükçü hocalar veya sırlı dualar türü kitaplarda yazanlardan mı, yoksa Allah(c.c)'nin ayetlerinden mi yardım isteneceğindedir.

Cevabın "Allah(c.c)'nin ayetlerinden yardım isteneceği" şeklinde olacağı muhakkaktır ancak bu ayetlerin hangi ayetler olduğu konusunda biz Müslümanların büyük bir yanlış içinde olduğunu söylemek istiyoruz.

SAD 42 ayetinde "Ürkud bi riclike" (Ayağın ile yere vuruver) ibaresindeki "Urkud" kelimesi "Ayakla yere vurmak" anlamında bir kelime olup, yayaya nisbet edildiğinde "Yeri ayakla basıp çiğnemek" yani "YÜRÜMEK" anlamına gelir.

Allah(c.c), kulu ve elçisi Eyyub(a.s)'a içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtulması için yürüyerek yani Allah(c.c)'nin yarattığı kevni ayetleri arayıp bularak çare aramasını öğütlemektedir. Bu öğüt ne bizler için ne anlama gelmektedir?

Bugün birçok Müslümanın herhangi bir hastalık yüzünden sıkıntıya düştüğü zaman, mushaf içindeki ayetlerin okunarak şifaya kavuşabileceği gibi bir zan içinde olduğu hepimizce bilinen bir olgudur. Bu zan öyle bir sektör meydana getirmiştir ki, hangi duanın hangi hastalığa iyi geldiği şeklindeki bilgileri kapsayan kitaplar, din istismarcılarının en büyük rant sağladıkları alan oluşturmuştur.

Alllah(c.c); Eyyub(a.s)'a "Yürü" diye emrederek, hastalığı için kevni ayetlerden şifa aramasını istemiştir. Bu yol bizler için önemli bir örnek teşkil etmesi gerekmektedir. Eyyub(a.s) bir elçi olduğu ve şifa aramak için yollara düştüğü halde, kerameti müritlerinden menkul bazı hoca kılıklı şeytanların, yaptıkları dua ile kişilerin kurtululacaklarını vehmettirmeleri hangi ayete, hangi kitaba sığar?

[026.080] Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur.

İbrahim(a.s)'ın bu sözünü, hasta olan bir kişinin şifa bulmasının yolunun, derdine çare aramaksızın yattığı yerden sadece dua ile gerçekleşeceği düşüncesi içinde okursak büyük bir yanılgı içine düşmüş oluruz. Bu sözü "Hastalandığım zaman O'nun yarattığı ayetler yardımı ile bana şifa veren O'dur" şeklinde okumak Kur'an'ın genel mantığına daha uygundur.

[016.068-9] Rabbin bal arısına: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir, diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır.

NAHL Suresi'ndeki bu ayetlerde, arı tarafından yapılan balın şifa olduğu haber verilmektedir. Bugün bile balın çeşitli hastalıklara nasıl bir şifa kaynağı olduğunu bilmeyen yoktur. Bal örneği Allah(c.c)'nin yarattığı kevni ayetlerden birisi olup, bu tür ayetlerin okunarak dertlere şifa aranması gerekmektedir.

[010.057] Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve kalblerde olana şifa, inananlara doğruyu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir.

[017.082] Kuran'dan inananlara rahmet ve şifa olan şeyler indiriyoruz. O, zalimlerin ise sadece kaybını artırır.

[041.044] Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı dilden (kitap) olur mu? De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağırılıyor.

Kur'an "Şirk"i bir hastalık olarak göstererek, bu hastalığın şifasının Kur'an'da olduğunu, yani şirkin ilacının "Tevhid" olduğunu beyan etmektedir. Gel gelelim zaman için değişen bakış açıları, Kur'an ayetlerinin okunup hastaya üflenerek hastanın iyileşeceği zannı hakim olmuş ve istismarcıların elinde büyük bir sektör haline gelmiştir.

Müslümanlar olarak yüzyıllardır en büyük eksikliğimiz "Ayet ve Kitap" kelimelerinin çağrıştırdığı anlamın sadece "Kur'an" için geçerli olduğu zannıdır. "Ayet" denildiği zaman Allah(c.c)'nin yaratmış olduğu her şey, "Kitap" denildiği zaman Allah (c.c) nin ayetlerinin içinde bulunduğu kainat aklımıza gelmiş olsaydı, herhangi bir hastalığa duçar olduğumuz zaman mushaf içindeki ayetleri okumak yerine Allah(c.c)'nin "Kainat Kitabı" içindeki "Ayet"lerinden yardım alarak tedavi yollarını aramak, Allah(c.c)'nin elçisine tavsiye ettiği, dolayısı ile bizlerin de böyle bir tavsiyeye uyarak aynı yolu takip etmemiz gerektiği yönündeki öğütler olarak okumak gerekmektedir.

"Ayağın ile vuruver, işte bu, soğuk, yıkanılacak ve içilecek bir su"

Allah(c.c); Eyyub(a.s)'a üfürükçü hocalara gitmesini veya din simsarlarının yazdıkları "Sırlı dualar" gibi aldatıcı isimler altında yazılmış olan kitapları alarak onların içinde yazanları okuyarak iyileşebileceğini asla SÖYLEMEMİŞTİR. Ona yürümesini yani tedavi usullerini aramasını emrederek, bir tedavi usulu ve kevni bir ayet olarak yerden fışkıran kaplıca veya termal su ile tedavi olmasını emretmiştir.

"Eline bir demet sap al, onunla vur,"

Bu cümle maalesef kainat ayetlerinden yardım almak şeklinde değil, İsrailiyyat kaynaklı bilgiler baz alınarak, Eyyub(a.s)'ın karısını dövmek için yemin ettiği, bu yeminini yerine getirmesi için ona bir tür "ŞER'İ HİLE" öğretildiği şeklinde okunarak, haşa Allah(c.c)'yi aldatmak isteyen bazı şarlatanların delil ayeti haline getirilmiştir.

Eyyub(a.s)'ın karısını dövmek için yemin etmiş olduğu düşüncesi Kur'an kaynaklı değil, Tevrat kaynaklı olup, bunun güvenilirliğinin olması mümkün değildir. Kafaları düzenbazlığa ayarlanmış olan bir takım zevat tarafından, bu düzenbazlıklarını Kur'an'a onaylattırmak gibi bir düşünce içinde okunan ayetler, maalesef bizlerin hilebaz ve düzenbazlıklarının desteğini Kur'an'da aramak gibi gayri ahlaki bir durum içine itmiştir.

Ayet içinde geçen "Dığsen" kelimesi "Yaş ile kurusu birbirine karışmış demet halindeki ot" anlamındadır. Allah(c.c), Eyyub(a.s)'a hastalığının tedavisi için "Kevni ayetler" grubuna giren "Su" ve "Bitki" kullanarak derdine şifa aramasını emretmektedir.

Su ve bitkilerden oluşan tedavi yöntemleri ve bu yöntemler ile gelişen tıp ilmi Allah(c.c)'nin "Kevni ayetler" grubuna dahil olan ayetlerinden olup, hastalıkların tedavisi bu ayetler grubunun okunarak şifa aranması gerekmektedir. Allah(c.c)'nin ayetlerini sadece Kur'an içindeki ayetler zannederek, bu ayetleri okuyarak veya okutarak hastalıklarına çare bulacaklarını zannedenler, şifa yerine ancak maddi ve manevi hastalıklarını artırmaktadırlar.

Bize ne oluyor ki; Allah(c.c)'nin elçisi olan bir zat, sadece "Kavli dua" yöntemini tercih etmeyerek, "Fiili dua" yöntemi ile derdinin çaresini aramak için yollara düşüp "Kevni ayetler"i okuyarak hastalığının tedavisini yaparken, bizler üfürükçü hocalardan veya din simsarlarının yazdığı dua kitaplarındaki yazılanları okuyarak dertlerimize çare bulmaya çalışıyoruz?

Sonuç olarak; kıssaların geçmiş yaşantılardan örnekler vererek, yaşanan güne dair bir mesaj olarak okunması gerektiğine dair düşüncelerimizi, Eyyub(a.s)'ın kıssası bazında değerlendirmeye çalıştığımız zaman, onun başına gelen hastalıktan nasıl bir yolla kurtulduğunu öğreten ayetleri okumaya çalıştığımızda karşımıza şunlar çıkmaktadır;

Hastalık, kişinin yaşadığı hayat içinde mutlaka başına gelen bir durum olup, öncelikle isyan etmeyerek bu hastalıktan kurtulmanın yolunu araması gerekmektedir. Hastalıktan kurtulmak için her konuda olduğu gibi bu duruma düşen birisinin yapması gereken şey; Allah(c.c)'ye sığınmaktır. Bu sığınmanın nasıllığı bizlere Eyyub(a.s) kıssasında anlatılmakta olup "Kevni ayetler" yardımı ile meydana getirilmiş ilaçların kullanılması Allah(c.c)'ye sığınmanın bir yoludur. Mushaf içindeki ayetleri hastalıklardan şifa bulmak için okuyanlar, bu hastalıklarına şifa bulmak şöyle dursun, hastalıklarına hem maddi, hem de manevi olarak yeni ilave hastalıklar eklemekten başka bir işe yaramayacaktır.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

28 Eylül 2015 Pazartesi

Şeytan Kavramı ve Kur'anda Geçtiği Ayetler Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması

Şeytan , Kur'anın odak kavramlarından bir tanesi olup , istisnasız olarak yaratılan bütün insanları ilgilendiren ve onların hayatlarının her anında karşı karşıya oldukları tehlikenin sembolleştirilmiş ismi olup , "Uzaklaştı" anlamına gelen "Şe-ta-ne" kelimesinden türemiştir. Bu kavram Kur'anda,"İblis" adında bir kişilik üzerinden müşahhas hale getirilerek anlatılmış olup , bu şahsiyetin konuşmaları üzerinden anlatılan biz Ademoğullarına yapmayı vaad ettiği iğvalar ve ayak kaydırmaları bizlere okunarak ,"Şeytan" ve onların yandaşlarına karşı nasıl tavır takınılması gerektiği öğretilmektedir.   

[002.034]  Ve meleklere: «Ademe secde edin» dedik de İblis'ten başka (diğerlerinin tümü) secde ettiler. O ise, dayattı ve kibirlendi ve kâfirlerden oldu.
[002.035]  «Ey Adem! Eşin ve sen cennette kal, orada olandan istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz» dedik.
[002.036]  Şeytan oradan ikisinin de ayağını kaydırttı, onları bulundukları yerden çıkardı, onlara «Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz» dedik.

Kur'an ın farklı surelerine dağılmış olan bu kıssanın merkezinde , Adem ile eşinin ayağını kaydırmak isteyen İblis vardır. İsyan ettikten sonra onun adının artık "İblis" olarak değil , "Şeytan" olarak anılması dikkati çeken bir nokta olup asıl mesaj buradadır.  İblis'in konuşması üzerinden onun bizlerin ayağımızı kaydırmak için kullanacağı taktikler anlatılarak , Kur'an geneline yayılmış ayetlerde bu vaadini nasıl pratize ettiği ve insanları nasıl ayarttığı anlatılmaktadır.

[007.016-21]  «Beni azdırdığın için, and olsun ki, Senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, ardlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu Sana şükreder bulamayacaksın» dedi. Allah dedi ki; Çık oradan yerilmiş ve kovulmuş olarak! Andolsun ki, insanlardan kim sana uyarsa, onları ve sizi birlikte cehenneme dolduracağım.»«Ey Adem! Sen ve eşin cennette kalın ve istediğiniz yerden yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz.» Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: «Rabbinizin sizi bu ağaçtan menetmesi melek olmanız veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir.»«Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim» diye ikisine yemin etti.

[015.039-43]  (İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna. (Allah) Dedi ki: «İşte bu, bana göre dosdoğru olan yoldur.»«Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna.»«Ve Cehennem onların hepsinin toplanacağı yerdir.»

 [017.061-65]  Meleklere: «Adem'e secde edin» demiştik, İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o ise: «çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?» demişti.«Benden üstün kıldığını görüyor musun? Kıyamet gününe kadar beni ertelersen, and olsun ki, azı bir yana, onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım» demişti. Allah: «Haydi git! Onlardan sana kim uyarsa bil ki, cehennem hepinizin cezası olur, hem de tam bir ceza» dedi. «Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla haykırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun ama şeytan sadece onları aldatmak için vaadeder. Doğrusu Benim mümin kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin olamaz. Rabbin vekil olarak yeter.»

[020.117-121] Biz de (Âdem'e) şöyle demiştik: «Ey Âdem! Şüphesiz bu  sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun (sıkıntı çeker, perişan olursun).»Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak. Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın. Ama şeytan ona vesvese verip: «Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?» dedi.Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yedi, ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular. Adem, Rabbine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı.

[038.082-3]  İblis: «Öyle ise» dedi, «senin izzetine yemin ederim ki ben de onların hepsini şaşırtacağım. Ancak Senin ihlasa erdirdiğin kullar bundan müstesnadır.»

İblis adı verilerek müşahhaslaştırılan Şeytan, artık Ademe secde etmeyen bir kişiliğe  verilen isimden çok , İblis adlı bir karakter üzerinden Adem ve eşi üzerinde yaptığı iğvanın neye sebeb olduğu gösterilerek , insanları yoldan çıkarmaya yeltenen her türlü unsurun adı olmuştur. Şeytan ile ilgili ayetlerin tamamında ona uyanların akıbetlerinin cehennem olduğu beyan edilerek ondan sakınılması emredilmektedir. Bu yazımızda , Kur'anın "Şeytan" veya "Şeytanlık" olarak vasıflayarak bizleri sakındıran ayetlerinden örnekler vererek asıl mesajı anlamaya çalışacağız.

Müslümanlar olarak bu konudaki tartışma alanımız, şeytan ve onun bizlere karşı oynamak istediği oyunları görerek nasıl bir tavır içinde olmamız gerektiği iken , bu kıssa ile ilgili tartışma alanları genel olarak kıssanın bire bir yaşanmış bir kıssa şeklinde okunmasından kaynaklanan sorulara cevap şeklinde geçmektedir. Olayı sadece İblis adı verilen karakterin üzerinden okumaya çalışmak , pek çok tefsir problemini beraberinde getirmiştir. Olayı o karakter  üzerinden verilmek istenen mesaja yönelik okumalar yaparak anlamaya çalışmak ilgili ayetlerin daha kolay ve daha doğru anlaşılmasını sağlayacaktır.

 [004.116] Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse derin bir sapıklığa sapmış olur.

Şirk , Allah (c.c) nin yaşamakta iken tevbe ederek dönen hariç, bu hal üzere ölen kimse için bağışlamayacağı kadar büyük bir cürüm olup , Nisa s. 116. ayet sonrasındaki ayetlerde bu durumun şeytan ile ilişkisi kurulmaktadır. 

[004.117]  Onlar, O'nu bırakıp da (bir takım) dişilere taparlar. Onlar, o her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar.
[004.118]  Allah, onu lanetlemiştir. O da (şöyle) dedi: «Andolsun, kularından 'miktarları tesbit edilmiş bir grubu' (kendime uşak) edineceğim.
[004.119] «Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler» (dedi). Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.
[004.120]  Şeytan onlara vaadeder ve onları kuruntuya düşürür. Halbuki, şeytan onlara bir aldatmadan başka bir şey vaadetmez.
[004.121] İşte onların yeri cehennemdir; ondan kaçıp kurtulacak bir yer de bulamayacaklardır.

Bu ayetlerde ki şirk olgusunu anlayabilmek için , Mekke müşrik inancını hatırlamak gerekmektedir. Dişilere tapmak şeklindeki şirkleri Kur'anın bir çok yerinde geçmektedir . "Hayvanların kulaklarını yarmak" şeklindeki şirk amelleri Maide s. 103. ayetinde şöyle anlatılmaktadır. 

 [005.103] Allah ne bahîre, ne sâibe, ne vasîle, ne de hâm diye bir şey bildirmiştir. Fakat, o kâfirler bu inançlarını Allah’a mal ederek O’na iftira etmişlerdir. Onların ekserisinin akılları ermez.

 İnsanların yaşamı içinde tabi olacakları kuralları , Allah (c.c) dışında kimsenin tayin yetkisi yoktur. Şeytan , insanlara hile ve desiseler ile böyle kuralları Allah (c.c) nin değil kendilerinin tayin edebileceklerini fısıldar. Mekke müşrikleri işte böyle bir fısıldamaya tabi olarak kendi kafalarınca haram-helal tayin edip ,bu kuralı bazı hayvanlar için uygulayarak şeytana tabi olup , şirk işlemişlerdir. 

Bu şirk olgusunu evrenselleştirecek olursak , Allah (c.c) nin yetki alanı içinde olan ve kullarına bildirmiş olduğu kuralları hiçe sayarak bu kuralların karşısına , kul yapısı getirilen her türlü kural , şeytanın fısıltısının sonucu olup , akıbeti ebedi Cehennemdir.

 [002.208]  Ey müminler, bütün varlığınız ile İslâm'a (barışa) girin. Sakın Şeytanın izinden gitmeyin. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.

 Bu ayeti , Allah (c.c) nin İslam dan başka din arayanın ondan kabul olunmayacağı (3/85) , bize din olarak İslamı seçtiğini (5/3) beyan eden ayetler ışığında okuyacak olursak , bize seçilen hayat sisteminin Allah (c.c) tarafından tayin edildiği , bunu dışında başka sistemler ihdas etmenin şeytanın izinden gitmek olduğu , şeytanın bizlere böyle sistem önermesinin sebebinin, onun bizlere düşman olmasının bir sonucu olduğunu haber vermektedir.

 [002.267]  Ey İnananlar! Kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan sarfedin; iğrenmeden alamıyacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın. Allah'ın müstağni ve övülmeye layık olduğunu bilin.
[002.268] Şeytan sizi fakirlikle korkutarak cimriliği ve hayasızlığı emreder; Allah ise kendisinden mağfiret ve bol nimet vadeder. Allah'ın lütfü boldur, O her şeyi bilir.

 İnfak konusunda Kur'anda bir çok ayet beyan edilmiştir. Şeytan yine bu konuda devreye girerek , insanı infak etmekten alı koymak ister , ve böyle bir cimriliğin şeytan iğvası olduğu hatırlatılmatadır.

 [004.038] Mallarını insanlara gösteriş için sarfedip, Allah'a ve ahiret gününe inanmayanları da Allah sevmez. Şeytanın arkadaş olduğu kimsenin ne fena arkadaşı vardır!

Mal infak etmek şeklindeki amel, sadece Allah (c.c) nin rızasına nail olmak değil de , başkalarına gösteriş olmak için yapılırsa, bu yapılan infakın kabule şayan olmadığı , çünkü böyle bir infakı yapanların şeytan ile dost oldukları vurgulanmaktadır. 

[004.060]  Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.

Nisa s. 60. ayetinde , "İman ettim" demelerine rağmen bu imanlarının gereklerini yerine getirmeyerek "Tağut" kelimesi ile ifade edilen , "Allah (c.c) ye karşı azgınlaşarak ona alternatif din uyduranlara ve onların hükümlerine tabi olmak isteyenlerin bu tür arzular içine girmesine yine  şeytan ın sebeb olduğu beyan edilmektedir. 

[004.076] İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkar edenler ise tağut yolunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın, esasen şeytanın hilesi zayıftır.

Bu ayette , "Allah yolu" ve "Tağut yolu" adında iki yoldan bahsedilerek , tağut yolunda savaşanlar "Şeytan dostu" olarak vasıflandırılmaktadır. 

 [005.090]  Ey İnananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve salattan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?

Maide s. 90. ayetinde bahsedilen unsurların , "Şeytan ameli" yani bunları iman etmiş bir kişinin yapmaması gerektiği , bu amelleri teşvik eden ve yapılmasını isteyen kim olursa olsun adının "Şeytan" olduğu , bu amelleri işletme sebebinin düşmanlık ve kin sokmak , salat ve zikirden alıkoymak olduğu beyan edilmektedir. 

 [006.071]  De ki: «Biz hiç Allah'ı bırakıp da bize ne fayda, ne de zarar vermeyecek nesnelere yalvarır mıyız? Ve Allah bizi hidayetine kavuşturmuş iken ardımıza (şirke) döner miyiz? Arkadaşları, bize gel, diye doğru yola çağırdıkları halde yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp, şeytanların ayartarak uçuruma çektikleri o avanak kimse gibi. De ki: «Allah'ın hidayet yolu doğru yolun ta kendisidir. Ve biz alemlerin Rabbine teslimiyet göstermekle emrolunduk.»

Ayet şirk'e düşme halini bir misal ile anlatmaktadır şöyle ki ; Doğru yola çağrıldığı halde , bu çağrıya kulak vermeyerek , kendisine şirk temeline dayalı bir inanç çağrısına icabet etmenin uçuruma düşmek olduğu , böyle bir duruma aklını kullanan birisinin düşmeyeceği belirtilmektedir. 

 [006.121] Üzerlerine Allah'ın adı anılmamış olanlardan yemeyin; çünkü o, kesinlikle Allah'ın emrinden çıkmaktır. Bununla birlikte şeytanlar kendi dostlarına sizinle tartışmaları için mutlaka telkinde bulunacaklardır. Eğer onlara uyarsanız, şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlardan olursunuz.

Bu ayet, arap cahiliyesinde hakim olan şirk düşüncesinin, yakınlık kastı ile kesilen hayvanlar üzerinden nasıl işletildiğini anlatmaktadır. Allah (c.c) dışında kulluk ettikleri için kestikleri hayvanlar üzerine o kulluk ettiklerinin adlarını anarak onları tazim etmek sureti ile düşülen şirk'in müsebbibinin şeytan olduğu ifade edilerek onlara uyulmaması gerektiği hatırlatılmaktadır. 

 [007.26-27] Ey Âdemoğulları, size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Hayırlı olan, takva elbisesidir. İşte bu(nlar), Allah'ın âyetlerindendir, belki düşünüp öğüt alırlar.
Ey Ademoğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları sizi görürler. Biz şeytanları, inanmayanlara dost kılarız.

Ayet , mecazi bir anlatım üslubu dahilinde , Allah (c.c) bizlere korunmamız için indirmiş olduğu vahyi bir elbiseye benzeterek , şeytanın bütün amacının bizleri böyle bir elbiseden soyundurup ,  çıplak kalmamızı yani vahiyden yoksun bir hayat sürmemizi amaç edindiğini haber vererek, bu elbiseyi üzerimizden çıkardığımız takdirde ,babamız Adem gibi ayağımızın Cennetten kayacağını haber vermektedir.

[007.175]  Onlara, şeytanın peşine takdığı ve kendisine verdiğimiz ayetlerden sıyrılarak
azgınlıklardan olan kişinin olayını anlat.
Buyurularak başlayan ayetin devamında , şeytanın peşine takılma yolunun nasıl olduğu haber verilmektedir. 

 [007.176] Eğer dileseydik Biz onu ayetlerle yükseltirdik, fakat o, yere alçaklığa saplandı ve hevasının ardına düştü. Artık onun hali, o köpeğin haline benzer ki, üzerine varsan dilini sarkıtıp solur! İşte böyledir ayetlerimizi inkar eden o kimselerin durumu; kıssayı kendilerine bir naklet, belki biraz düşünürler.

Allah (c.c) nin ayetlerini hayatında gereği gibi yaşamayan, hevasını ilah edinen bir yaşam süren insanın durumu bir misal ile beyan edilmektedir. Allahın ayeti derken sadece elçiler aracılığı ile inen kitaplardaki ayetlerin anlaşılmış olması , "Ayet" kavramının anlamını daraltıcı bir düşünce olup , bu kavram Allah (c.c) nin yarattığı her şeyi kapsamına almaktadır. "Kevni ayetler" olarak bildiğimiz ayetleri okumanın kitabi ayetleri okumak gibi farz olduğu , ayetler arasında ayırım yaparak yapılan okumanın , biz Müslümanların bu gün içinde bulunduğu durumun bir sebebi olduğunu kısaca hatırlatmak isteriz. 

 [007.200-1] Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. Allah'tan korkanlar şeytandan gelen bir dürtmeye bir kışkırtmaya uğradıklarında, Allah'ın uyarılarını hatırlar ve hemen gerçeği görürler.
[041.036]  Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın; doğrusu O, işitendir, bilendir.
[023.097-98]  De ki: «Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından Sana sığınırım.»«Rabbim! Yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım.»

"Vesvese" denilen fısıldama şekli, insana yanlış şeyler yapmayı teşvik eden bir unsurdur. Her insan böyle teşvike müsait bir yapıda yaratılmıştır. Her an için içine yanlış şeyleri yapmasını isteyen duygular hakim olmakta olan insanın böyle duygular geldiği ana hemen bunun şeytan iğvası olduğunu bilerek yanlışı değil doğruyu yapmayı emreden Rabbine iltica etmesi emredilmektedir. "Kur'anın ana mesajı nedir ?" şeklinde sorulan bir soruya , "Şeytandan Allah (c.c) ye nasıl sığınılacağını öğretmesidir" denilse sanırım yanlış bir cevap olmayacaktır.

 [008.047]  Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan men edenler gibi olmayın. Allah onların işlediklerini her yönüyle bilendir.O vakit şeytan kendilerine yaptıklarını güzel göstermiş ve: «Bugün insanlardan size galip gelecek yok ben de sizi destekliyorum.» demişti. Fakat iki ordu karşılışınca ardına dönüverdi ve: «Ben kesinlikle sizden uzağım, sizin göremeyeceğiniz şeyleri görüyorum ve ben Allah'tan korkarım. Öyle ya, Allah'ın cezalandırması çok şiddetlidir.» dedi.

Bu ayette , Bedir harbi öncesi müşrik ordusunun hali anlatılmaktadır. Mü'minlere karşı savaşmaya olan isteklerini onlara  şeytan'ın güzel gösterdiğini , ancak kendilerine süslü gösterilen bu amelin aslında bir nevi şeytan tarafından şatışa getirilmek olduğu anlatılmaktadır. Yani şeytan iğvasına kapılarak ameller işleyenler aslında onun tarafından satışa getirilmekte ve yaptırdığının yanlış olduğunu kendisinin bildiği gibi bir durum çizilerek insanları bir nevi enayi yerine koyduğu anlatılmaktadır.

 [012.005]  Babası şunları söyledi: «Oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır».
 [012.100] Ana babasını tahtın üzerine oturttu, hepsi onun önünde (Allah'a secde edip) eğildiler. O zaman Yusuf: «Babacığım! İşte bu, vaktiyle gördüğüm rüyanın çıkışıdır; Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabbim bana pek çok iyilikte bulundu. Doğrusu Rabbim dilediğine lütufkardır, O şüphesiz bilendir, Hakim'dir» dedi.

 Yusuf as. 5 ila 100. ayetler arasında geçen zaman içinde Yusuf (a.s) ın başına gelenlere sebeb olan kardeşleri için arayı şeytanın bozduğu ifade edilmektedir. Yusuf'un kardeşlerine , ona böyle bir kötülük yapması için vesvese verenin şeytan olduğu belirtilerek , bu tür yapılan kötülüklerin şeytan işi olduğu bizlere bildirilmektedir. Yusuf (a.s) ın , kardeşlerinin kendisine yapmış olduğu bu hatayı şeytana yükleme sebebi kardeşlerine karşı bir alicenaplıktır. Kardeşlerinin yaptığı hatayı şeytan olgusuna yükleyerek ortada tevbe edildiğinde af olan bir hata olduğunu bizlere anlatmaktadır.

 [014.022] İş olup bitince, şeytan: «Doğrusu Allah size gerçeği söz vermişti. Ben de size söz verdim ama, sonra caydım; esasen sizi zorlayacak bir nüfuzum yoktu; sadece çağırdım, siz de geldiniz. O halde, beni değil kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Beni Allah'a ortak koşmanızı daha önce kabul etmemiştim; doğrusu zalimlere can yakan bir azap vardır» der.

İbrahim s. 22. ayetinde kıyamet gününden bir kesit sunulmaktadır . Şeytan tarafından aldatılarak Cehenneme girmeye hak kazanan  kişilere hitaben, şeytanın onları dünya hayatında iken  nasıl satışa getirdiği , enayi yerine koyduğunu hatırlatarak , şu anda dünya hayatında yaşamakta olan bizlere , şeytanın oyunlarına boyun eğdiğimiz takdirde onun tarafında satışa getirilip enayi yerine konulduğumuz hatırlatılmakta ve yol yakınken bu yanlıştan dönülmesi istenmektedir.

[015.016-8]  Gerçekten Biz, gökte burçlar yarattık ve onları seyredenler için yıldızlarla süsledik. Hem onu kovulmuş her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ışık kovalar.
[067.005]  And olsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onları şeytanlar için taşlamalar yaptık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.

Gökyüzünün şeytan dan korunduğunu ifade eden bu ve başka surelerdeki ayetler , vahyin iniş sürecinde ona Allah (c.c) den başka herhangi birisi tarafından harici bir ilavede bulunulmadığını , Muhammed (a.s) a inen vahyin katışıksız ve saf olduğu ifade edilmektedir.

[016.063]  Andolsun Allah'a, senden önceki ümmetlere de (peygamberler) gönderdik, fakat şeytan onlara yapıp ettiklerini süslü-göstermiştir; bugün de onların velisi odur ve onlar için acıklı bir azab vardır.

Allah (c.c) tarafından kendilerine gönderilen elçileri red ederek, vahye karşı cephe alanların bu amellerine sebeb olan şeyin kendilerini aldatarak vahyi çirkin , inkarlarını güzel gösteren şeytana tabi olanların , kıyamet günü yanlarında Allah (c.c) yerine şeytanı bulacakları yani hep birlikte Cehenneme yuvarlanacakları beyan edilmektedir. 

[016.098]  Kuran okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.

Bu ayet sadece Kur'anı sesli olarak okumaya başlarken euzu besmele çekilmesini değil , okunarak anlaşılması noktasında meydana gelen yanlış okumaların izalesi veya böyle bir durum meydana gelmemesi için zihnin sadece Allah (c.c) ye has kılınmasını emretmektedir. Bu ayeti , özellikle tarih boyunca vahyi kendi hevalarına uydurmak için yapılan okumaları dikkate alarak okuduğumuzda, ayetin ne kadar önemli bir noktaya dikkat çektiği anlaşılacaktır. Her türlü ön yargıdan arınmış bir şekilde, sadece Allaha sığınarak okunan kitap bizleri doğru yola götürecektir.

[017.026-27]  Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver; elindekileri saçıp savurma. Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.

Ayet, kişinin elinde olan varlığın sadece kendisinin olmadığı , ihtiyacı olanların da bu varlıkta hak sahibi olduğu , bunun bilincinden uzak yapılan yanlış harcamaların Rabbine karşı nankör olan şeytanla kardeş olmak anlamına geldiğini vurgulamaktadır. 

[017.053]  İnanan kullarıma söyle, en güzel şekilde konuşsunlar. Doğrusu şeytan aralarını bozmak ister. Şeytan şüphesiz insanın apaçık düşmanıdır.

Bu ayet , iman edenlerin arasında her zaman bozgunculuk çıkarmak isteyen şeytanların , bu bozgunculuğu çıkarmak için , iman edenler arasındaki bazı sürtüşmeleri koz olarak kullanabilecekeri dikkat çekilerek , kimsenin eline böyle bir koz verilmemesi , bunun içinde iman edenlerin birbirleri ile söz ve davranış bakımından en güzel yollarla iletişim kurmaları emredilmektedir. 

 [018.063]  O da: «Bak sen! Kayalığa vardığımızda balığı unutmuştum. Bana onu hatırlamamı unutturan ancak şeytandır. Balık şaşılacak şekilde denizde yolunu tutup gitmiş» dedi.
 [012.042]  İkisinden, kurtulacağını sandığı kimseye Yusuf: «Efendinin yanında beni an» dedi. Ama şeytan efendisine onu hatırlatmayı unutturdu ve Yusuf bu yüzden daha birkaç yıl hapiste kaldı.

Bu iki ayette unutulmanın şeytana mal edilme sebebi , o kişilerin böyle bir unutmayı bilerek garez olsun diye yapmadıkları, bu yüzden herhangi bir sorumluluk altında tutulmayacaklarını göstermek içindir.

[019.044-45]  Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah'a âsi oldu.«Babacığım! Doğrusu sana Rahman katından bir azabın gelmesinden korkuyorum ki böylece şeytanın dostu olarak kalırsın.»

İbrahim (a.s) ın babasından talep ettiği şey , babasının Allah (c.c) dışında kulluk etmekte olduklarının şeytana kulluk demek olduğu ve şeytanın Allaha asi olduğu , dolayısı ile ona kulluk edenlerin de Allah a karşı asi olmak anlamına geldiği ve bu asilik cezasının ebedi Cehennem olduğu hatırlatılmaktadır. 

 [019.66-68] İnsan: «Ben öldüğümde mi diriltileceğim?» der.Bu insan kendisi önceden bir şey değilken onu yaratmış olduğumuzu hatırlamaz mi? Rabbine and olsun ki Biz onları mutlaka uydukları şeytanlarla beraber haşredeceğiz. Sonra cehennemin yanında diz çöktürerek hazır bulunduracağız.

Ahireti red eden bir düşünce temeline dayalı hayat tarzını empoze edenlerin şeytan olduklarını ifade eden ayet , bu şeytanlar ile bunlara inananların cehennem ile karşılık göreceklerinin beyan etmektedir. 


 [019.083]  Görmedin mi, biz gerçekten şeytanları, küfre sapanların üzerine gönderdik, onları tahrik edip kışkırtıyorlar.

 Ayet küfre sapanların bu amelleri işleme sebeblerinin , onların şeytanlar ile yakın temasta bulunmaları sebebi ile olduğunu beyan etmektedir. Ayeti ,kişinin küfre sapma konusunda herhangi bir iradede bulunmamasına rağmen sadece Allah (c.c) böyle istediği için şeytanların o kişiye musallat olduğu yönünde okumak yanlıştır. Allah (c.c) kullarına seçme özgürlüğü tanıyarak hangi yolda seçim yaptılarsa o yolu onlar için açmaktadır. 

 [021.81-82] Bereketli kıldığımız yere doğru, Süleyman'ın emriyle yürüyen şiddetli rüzgarı, onun buyruğuna verdik. Biz herşeyi biliyorduk.Dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören şeytanlardan da onun buyruğu altına verdik. Onların hepsini gözetiyorduk.
 [038.035-37]  Süleyman: «Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver; Sen şüphesiz, daima bağışta bulunansın» dedi.Bunun üzerine ona rüzgârı müsahhar ettik, emriyle istediği yere yumuşacık cereyan ederdi Şeytanları da. Her bina ustasını ve dalgıcı da.

 Cin ve şeytanların Süleyman (a.s) ın emrine verilmesinin anlamı üzerinde müstakil bir başlık altında değerlendirme yapmaya çalışmıştık , kısaca söylemek gerekirse ; Süleyman (a.s) elinde büyük bir güç bulundurması nedeniyle her an için azgınlık yapma imkanı olanları dahi kontrol edebilecek bir yapıyı kurmuş bulunmaktaydı. Bu şeytanlar insan harici bir unsur olmayıp şeytanlaşmış insanlar olup her devir ve her ülke içinde bu türler bulunmakta olup asıl önemli noktanın bunları adil bir biçimde bertaraf etmek ve azgınlık yapmalarına müsade etmeyecek sosyal , ekonomik ve askeri yönden kuvvetli bir yapı oluşturmaktır.

[022.3-4]  İnsanlardan kimileri de Allah hakkında bilgisizce tartışır da her kaypak şeytanın ardına düşer. Onun hakkında şöyle yazılmıştır: O kendisini dost edinen kimseyi saptırır ve alevli azaba götürür.

Hacc. suresinin bu ayetlerini anlamak için aynı surenin 8. ayetinde " İnsanlardan kimi de vardır ki ne bir bilgiye, ne bir delile, ne de aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışır." şeklindeki beyanı dikkate almak gereği vardır. Bu ayette, Allah hakkında konuşmak için gerekli olan bilgilerin, ayette "Hüden" ve "Kitabin münirin" olarak tavsif edilen bir kaynak tan gelen bilgiler ,yani "Kur'an" ışığında olması gerektiği , bu kitap baz alınmadan yapılan konuşmaların, şeytanın peşine takılmak olduğu ve şeytana uyan her kişininde sapıtacağı ve sonunun alevli azap olacağı beyan edilmektedir.

[022.52-53]  Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi yoktur ki, birşeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Fakat Allah, şeytanın attığını derhal iptal eder, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.Allah şeytanın karıştırdığını, kalblerinde hastalık bulunan ve kalbleri kaskatı olan kimseleri sınamayı vesile kılar. Zalimler şüphesiz derin bir ayrılık içindedirler.
[006.112]  Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.

Bu ayetleri , tarih boyunca gelen elçilerin çağrılarına karşı en amansız bir biçimde karşı koymaya çalışan müşrikleri anlatan ayetleri hatırlayarak okuduğumuzda daha kolay anlamak mümkündür. Bu elçilere karşı gelme sebebini ins ve cin şeytanlarının o insanları iğva etmesi sonucu olduğu ve bu karşı gelişlerinin o müşriklerinin serbest iradelerini kullanarak yapıldığı yani bilerek ve isteyerek bir karşı çıkış olduğu beyan edilmektedir.

[024.021]  Ey İnananlar! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına takılırsa, bilsin ki, o, hayasızlığı ve fenalığı emreder. Allah'ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır. Allah işitir ve bilir.

Bu ayette , hayasızlığı ve kötülüğü yapmaya teşvik eden her kişi ve unsur "Şeytan" olarak vasıflandırılarak onlara ayak uydurulmaması emredilmektedir. Bu şeytanlardan kurtulmanın yegane yolu, Allah (c.c) nin rahmetine ve merhametine sığınmak olduğu vurgulanarak , temize çıkmanın yolunun ondan geçtiği vurgusu yapılmaktadır.

[025.027-9] O gün, zalim kimse ellerini ısırıp: «Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı dost edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kuran'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor» der.

Bu ayetlerde , hesap gününden bir kesit sunularak , dünya hayatında resullerin yolunu takip etmeyerek , resullere düşman olan şeytanları dost edinerek Kur'an dan saptırılmış, böylece cehenneme girmeyi hak etmiş olan birisinin pişmanlıkları anlatılarak, böyle bir pişmanlık yaşamamak için , elçilerin yolunun izlenmesi , onlara düşman olan şeytanların dost edinilmemesi gerektiği hatırlatılmaktadır.

[027.023-24] Gerçekten, onlara (Sebe'lilere) hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.

Süleyman (a.s) kıssası içinde geçen bu ayetler , Sebe ülkesinin hükümdarı ve halkının Allah (c.c) dışındakilere secde ederek şirk işledikleri ve bu şirk'i işlemlerine sebebin "Şeytan" olduğu vurgulanmaktadır. Güneşe secde etmek şeklinde yapılan şirk'in bize dönük okumasını yaptığımızda , secde edilmesi , yani emirlerinin hayat içinde geçerli olması gereken yegane varlığın Allah (c.c) olması bunun dışında yapılan secdenin yani itaat uygulamalarının "Şeytan" iğvası olduğu belirtilmektedir. Sebe ülke halkının tapmış olduğu güneş objesinin bu günkü karşılığını , Allah (c.c) nin dışında kulluk edilen her türlü şirk unsuru olarak söyleyebiliriz.

[028.015-16]  Musa, halkının haberi olmadığı bir zamanda, şehre girdi. Biri kendi adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı döğüşür buldu. Kendi tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Musa, onun düşmanına bir yumruk vurdu; ölümüne sebep oldu. «Bu şeytanin işidir; çünkü o apaçık, saptıran bir düşmandır» dedi.Ey Rabbim, doğrusu ben kendime yazık ettim, artık bağışlamanla benim suçumu ört! dedi. O da onu bağışladı. Gerçekten O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

 Musa (a.s) ın kavga eden iki kişiyi ayırmak için araya girmesi sonucu kazaen işlemiş olduğu cinayet için söylediği söz ve ardından tevbe etmesi , şeytan iğvası sonucu yapılmış bir işin ardından tevbe edilmesi gereğini , ve bu tevbenin kabul edileceğini haber vermektedir.

[029.038]  Ad ve Semud kavmini de. Bunu, oturdukları yerlerden anlamaktasınız. Şeytan kendilerine yaptıkları şeyleri güzel göstermişti de onları doğru yoldan alıkoymuştu. Halbuki kendileri bunu anlayacak durumda idiler.

Allah (c.c) nin helak ettiği kavimlerden olan Ad ve Semud'un helak olma sebebini hatırladığımızda , buna sebeb olanın bu yaptıklarını onlara süsleyerek güzel gösteren şeytan olduğu , halbuki onların bu yaptıklarının çirkin olduğunu bilmelerini sağlayan bilgilerin kendilerine geldiği halde, bunları kulak arkası ederek şeytanın peşine takıldıkları beyan edilmektedir.

[031.021]  Onlara, «Allah'ın indirdiğine uyun» denince: «Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız» derler. Ya şeytan, babalarını alevli ateşin azabına çağırmışsa?

Allah (c.c) nin kitabına davet edildiği halde red edenlerin büyük çoğunluğu bu gün dahi kendilerinin tabi olduğu kimselerin düşünce , söylem ve eylemlerinin kitaba uymasa bile onlar için belirleyici kaynak olduğu iddiasını dile getirmektedirler. Bu yolda gidenlerin düşüncelerini belirleyen unsurun , "Şeytan" olduğu belirtilerek bu yolun sonunun alevli azab olduğu hatırlatılmaktadır. 

 [034.20-21]  And olsun ki İblis, onlar hakkındaki görüşünü doğru çıkartmış; inananlardan bir topluluk dışında hepsi ona uymuşlardı.Oysa İblis'in onlar üzerinde bir nüfuzu yoktu; ama Biz ahirete inanan kimselerle ondan şüphede olanları, işte böylece ortaya koyarız. Rabbin her şeyi gözetip koruyandır.

 Bu ayetler , Sebe s. 15. ayetten itibaren başlayan bir konunun sonuç ayetleridir. Kendilerine verilen refaha karşılık şükür görevini yerine getirmeyerek nankörlük eden Sebe ülkesi halkının başına gelenlerin anlatıldığı ayetlerde, bu halkın bu sona uğramasının sebebinin İblis olduğu ve onun Adem kıssasındaki vaadlerinin Sebe halkı örneğinde nasıl pratize ettiği anlatılmaktadır. Kendilerine verilen nimete karşı nankörlük eden her kişi , ülke v.s İblisin onlara nankörlük yolunda yapmış olduğu iğva sonucunda bunları yaptıkları beyan edilmektedir.

[035.5-6]  Ey insanlar! Allah'ın vâdi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın! Şeytan şüphesiz sizin düşmanınızdır; siz de onu düşman tutun; o, kendi taraftarlarını, çılgın alevli cehennem yaranı olmaya çağırır.

Şeytan'ın insanları ateş yaranı etme yollarından birisi, onları Allah ile kandırmasıdır. Samiri karakterli insanların , Allah (c.c) nin dinine bir avuç doğru katarak , o doğruları yem mesabesinde kullanmaları sonucunda bir çok insan bunlara tabi olarak maalesef cehennem yaranı olmaktadır.

[036.059-61] Allah şöyle buyurur: Ey suçlular! Bugün  ayrılın. Ey insanoğulları! Ben size, şeytana tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır, Bana kulluk edin, bu doğru yoldur, diye bildirmedim mi?

Yasin suresi ayetlerinde , dünya hayatında iken kendisine gelen bilgilere sırt çevirerek , şeytan ile arkadaş olan kimsenin, ahiretteki halinden bir kesit sunularak , yol yakınken elçiler ile gelen bilgileri dikkate alıp, kime kulluk edeceğimiz veya etmeyeceğimizi bilerek bir yaşam sürmemiz gereği hatırlatılmaktadır. 

[037.062-5]  «Sonuç olarak böylesi bir mutluluk mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zalimler için bir dert ve azap yaptık. O öyle bir ağaçtır ki cehennemin ta dibinden çıkar. Meyveleri: sanki şeytanların başları!»

Saffat suresinin bu ayetlerinin öncesindeki cennet ile ilgili ayetlerden sonra bunlar buyurularak , tercihte bulunulması istenerek cehennemde sunulacak yiyeceğin kötülüğü "Şeytan başı" olarak betimlenmektedir. Böyle bir yiyecek henüz gözle görülmediği için çirkinliği dünya üzerinde bilinebilecek en çirkin şey olarak vasıflanan "Şeytan" olgusu ile tarif edilmektedir.

[038.041]  Kulumuz Eyyub'u da an o zaman Rabbine şöyle nida etmişti: «Bak bana, Meşekkat ve acı ile şeytan dokundu!»

Eyyub (a.s) ın , başına gelen durum için böyle bir ifade kullanmış olması , şeytan dan Allah (c.c) ye sığınmak gerektiği göz önüne alınarak düşünülmesi gerekmektedir. Hastalık bir nevi şeytan dokunuşu olarak bundan Allah (c.c) ye sığınmak nasıl olacaktır sorusunun cevabı , Allah (c.c) nin ayetleri dediğimiz zama aklımıza eğer kevni ayetler ile yapılan tedavi usullari geliyorsa bu ayeti anladık demektir. Eyyub (a.s)kendisine dokunan şey den tedavi usullerini kullanarak Allah (c.c) ye sığınmış ve eski haline dönmüştür.

[043.061-62] Hiç şüphesiz o (isa), kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiç bir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru olan yol budur.Sakın şeytan sizi bu yoldan alıkoymasın; şüphesiz o size apaçık bir düşmandır.

Bütün elçilerin ortak çağrısı , insanların dünya hayatındaki yaptıkları amellerin ahiret hayatında karşılarına çıkarak , yaptıklarına göre yerlerinin belli olacağını haber vermektir. Kişiler ahiret merkezli bir hayat tarzı sürdükleri müddetçe , dünya hayatında yaptıkları amelleri daha doğru yapmaya gayret edecek ve bu gayret en fazla şeytanları üzecektir. Şeytanlar bizleri bu yoldan çevirerek kendilerinin hayat tarzını taklit etmemizi için iğvaya kıyamete kadar devam edecek ve bu tehlikeyi Rabbimiz elçileri ile haber vermektedir.

[043.036]  Rahman olan Allah'ı anmayı görmezlikten gelene, yanından ayrılmayacak bir şeytanı arkadaş veririz.Şüphesiz onlar bunları yoldan alıkorlar, bunlar da doğru yola eriştiklerini sanırlar
Sonunda Bize gelince arkadaşına: «Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arasındaki kadar uzaklık olsaydı, sen ne kötü arkadaş imişsin!» der. Nedametin bugün size hiç faydası dokunmaz; zira haksızlık etmiştiniz, şimdi azabda ortaksınız.

Yaşamını Allah (c.c) nin ona önerdikleri üzerine kurmayanlar , Allah (c.c) nin "Şeytan" olarak vasıfladığı kişi ve sistemler üzerine bir hayat kurarlar. Bu hayatları bitip , Allah (c.c) nin huzuruna geldikleri zaman , o şeytanlar ile birlikte haşroluncakları için birbirlerinden kaçacak yer arayacakları beyann edilerek böyle bir duruma düşülmemesi için önerilenlerin yapılması istenmektedir.

[047.24-25]  Bunlar Kuran'ı düşünmezler mi? Yoksa kalbleri kilitli midir? Gerçekten doğru yol kendilerine açıkça belli olduktan sonra gerisin geri küfre dönenlere şeytan, kötülüklerini güzel göstermiş ve onları uzun emellere düşürmüştür.

Kur'an doğru yola davet eden bir kitap olup , bu yolu red ederek küfre sapanlara şeytan onlara süsleyerek güzel göstermiş ve yaptıklarının hiç hesabını vermeyeceklerini onlara fısıldayarak sadece dünya hayatını hedefleyen bir hayat tarzını onlara iğva ederek ahirette ellerinin boş kalmasını sağlamıştır.

[058.009]  Ey inananlar! Gizli konuştuğunuz zaman, günah işlemeyi, düşmanlık etmeyi ve Peygambere karşı gelmeyi fısıldaşmayın; iyilik yapmak ve Allah'a karşı gelmekten sakınmayı konuşun; kıyamet günü huzurunda toplanacağınız Allah'tan sakının.Gizli konuşmalar şeytandandır. Bu iman edenleri üzmek içindir. Oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez. Müminler Allah'a dayanıp güvensinler.

Kur'anın "Gizli konuşmak" olarak nitelediği usuller ile yapılan eylemlerin "Takva" temelli olması gerektiği , bunun dışında yapılan gizli işlerin şeytanlık olduğu hatırlatılarak bu amellerin terkedilmesi istenmektedir.

[058.14-19]Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Bilerek yalan yere yemin ediyorlar.Allah, onlara çetin bir azap hazırlamıştır. İşledikleri şey ne kötüdür!  Malları ve çocukları, onlara, Allah katında bir fayda sağlamaz. Onlar cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır.Allah, onların hepsini tekrar dirilttiği gün, size yemin ettikleri gibi O'na yemin ederler; kendilerine bir yarar sağlayacağını sanırlar. Dikkat edin; onlar şüphesiz yalancıdırlar. Şeytan onlara baskın gelip Allah'ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın taraftarlarıdır. İyi bilin ki; şeytanın taraftarları muhakkak hüsrana uğrayanların kendileridir.

Mücadele suresi içindeki bu ayetlerde münafıklardan bahsederek onların bu nifaklarına sebeb olan şeytanın onlara galip gelerek Allah'ı unutturduğu , şeytana taraftar olanların her zaman kayba uğrayacakları haber verilmektedir.

[059.016-17] Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana «İnkâr et» der. İnsan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım, der.İkisinin sonucu da, içinde temelli kalacakları ateş olacaktır. Zalimlerin cezası budur.

Haşr suresindeki bu ayetlerde , münafıkların durumu ele alınarak şeytan ile aynileştirilmekte ve insana inkar ettirdikten sonra onun arkasında durmadığı yani kaypak arkadaş misali onu yarıyolda bırakarak sattığı , bu şeytanların ve onlara uyanların ortak karargahlarının ateş olduğu beyan edilmektedir.

[026.210-3]  Kuran'ı şeytanlar indirmemiştir.Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez.Doğrusu onlar vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır.«Şeytanların kime indiğini size haber vereyim mi?» de.Bunlar ona kulak verirler ve çoğu yalancılardır.
[081.025]  Bu Kuran, kovulmuş şeytanın sözü olamaz.

Kur'an hakkında ileri sürülen şüpheleri red etmeye yönelik olan bu ayetlerde , bu kitabın muhteviyatında ve nuzulünde şeytan etkisi gibi gibi bir durumun asla sözkonusu olmadığı beyan edilmektedir. Şeytanların kendilerine kulak verenlere indiği beyan edilerek , kendisine Kur'an inen "Şerefli Elçi" nin böyle bir kulak vermesi durumunun olmadığı haber verilmektedir.

Sonuç olarak ; Buraya kadar aldığımız ayetlere dikkat ettiğimizde , Adem kıssasındaki İblis adındaki şahsiyetin insanları yoldan çıkarmak için yapmayı vaad ettiklerinin hayat içinde nasıl pratize edilerek insanların yoldan çıkarıldığı anlatılmaktadır. "Şeytan" özel bir kişiliğin adı olmaktan çok belirli vasıflara haiz olanların genel bir adı olarak Kur'anda yerini bulmuştur. Bize düşen görev bu ayetleri rehber edinerek , düşmanımız olan "Şeytan" a karşı yenilmemenin yollarını hayat içinde pratize etmektir. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

27 Eylül 2015 Pazar

Hacc: Sembollerle Yapılan Bir Kulluk Gösterisi (Şeytan Taşlamak)

Allah (c.c)  yaratmış olduğu kullarınına, yaşadıkları dünya hayatında sadece onun belirlediği bir sistemin hakim olduğu inanç ve kurallar çerçevesinde yaşamalarını emretmiştir. Bu sistemin Kur'andaki adı , "İslam Dini" olup bu isim altında bir takım kurallar manzumesi, tarih boyunca gelen elçiler vasıtası ile beyan edilmiştir. 

Sembol ; Ortak bir gayeyi ve fikri ifade etmek için kullanılan şeylerin tamamına verilen bir isimdir. Mesela "Bayrak" adı ile anılan bir parça bez, o bayrak tarafından sembolize edilen inanç, veya topluluğun kutsal bir objesi olmuştur

Din alanında da semboller önemli bir yer tutmaktadır. Aynı dinin müntesipleri, belirli gün ve zamanlarda bir araya geldiklerinde, o din için kutsal olan bir takım ritüelleri yerine getirerek , aynı inancı paylaştıklarına dair bir gösteride bulunurlar. Bu ritüeller her dinde olduğu gibi İslam dininde de mevcut olup , "Hac" adı ile bildiğimiz ibadet türü, sembolik hareketler ile icra edilen kulluk gösterileridir. Hac ibadetinde yapılan ritüelleri ayrı ayrı ele almak tek bir yazının hacmini büyülteceği için, bu yazımızın konusunu, bu sene şeytan taşlama sırasında meydana gelen izdihamda yüzlerce kişinin vefat etmesi üzerine gündeme gelen , şeytan taşlamanın Kur'anda olmadığı, dolayısı ile böyle bir ritüelin yapılmasına gerek olmadığı gibi ileri sürülen bazı görüşleri ele almaya çalışacağız. 

Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki , böyle bir ibadet sırasında meydana gelen  ölümlü vakalar, yapılan organizasyondaki aksaklıkların sonucu olup , hala Müslümanlar olarak büyük kalabalıkları organize etmekteki beceriksizliğimizin ve bu konularda nasıl içler acısı durumda olduğumuzun bir göstergesidir. "Şeytan taşlamak" adı ile bilinen bir ritüeli dahi elimize yüzümüze bulaştırarak yapmış olmamız, gerçek hayatta taşlamamız gereken şeytanların bizlere, "Bu Müslümanlar daha bu işin sembolik halini bile yapmayı beceremiyorlar gerçek halini nasıl yapsınlar" diyerek, bizlere bir tarafları ile gülmelerine sebep olmaktadır. Konumuz bu organizasyonun yapılmasındaki aksaklıklar değil, bu ritüelin sembolik olarak ifade ettiği anlam üzerinde olacaktır. 

İslam dininin en temel çağrısı şeytanları taşlamaktır.
 
"Şeytan Taşlamak" deyiminin anlaşılması için, bu deyimi oluşturan kelimelerin anlamlarını bilmek gerekmektedir.

 "Şeytan" kelimesi, Kur'anda kötülüğün somut bir ismi ve kişiyi cehenneme götüren her türlü olgunun adı olarak yerini bulmuştur. Bu konuyu daha önce , "Şeytan kavramı ve Kur'anda geçtiği ayetler" başlıklı bir yazıda ele almaya çalışmıştık.

"Taşlamak" şeklinde yapılan eylem, insanlığın kadim bir geleneği olup, fikrine, inancına, düşüncesine karşı çıkılan bir kimseye karşı yapılan bir protesto şeklidir. Kur'anda bu eylemin elçilere yapılması, o kavmin elçiye karşı oluşlarının topluluk halinde gösterilerek birlikte bir karşı oluşun dışa vurumudur. Şeytanın ,"Raciym" (taşlanmış) olarak huzurdan kovulması, insanlar tarafından bilinen bir eyleminAllah (c.c) tarafından yapılmış teşbihi bir anlatımıdır. 

Muhammed (a.s) ın Taif şehrine gittiği zaman o şehrin çocuklarına onun taşlatılarak kovalanması ona şu mesajı vermek içindir , "Sana karşı öyle bir nefretimiz var ki, seni kovalamak için elimize taş alıp atmaya dahi tenezzül etmiyoruz, ve bu işi çocuklara yaptırıyoruz". Muhammed (a.s) a karşı yapılan taşlayarak bir topluluktan ve beldeden çıkarma eylemi bizlere,  bu eylem türünün o dönemin insanlarının hayatında ne kadar önemli bir yeri olduğunu göstermektedir.

[Hud s. 91] «Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyor ve doğrusu seni aramızda güçsüz görüyoruz. Eğer taraftarların olmasaydı seni taşlardık. Esasen bizim gözümüzde pek itibarın da yoktur» dediler.
[Meryem s. 46]  Babası: «Sen benim ilahlarımdan geçmek mi istiyorsun ey İbrahim? Yemin ederim ki, eğer vazgeçmezsen, seni muhakkak taşlarım; beni sen uzun bir süre bırak git!» dedi.
[Duhan s. 20]  (Musa)«Beni taşlamanızdan ötürü, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığındım.»
[Şuara s. 116] «Ey Nuh! Eğer bu işe son vermezsen, şüphesiz taşlanacaklardan olacaksın» dediler.
[Yasin s. 18]  «Doğrusu sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık; vazgeçmezseniz and olsun ki sizi taşlayacağız ve bizden size can yakıcı bir azap dokunacaktır» dediler.
[Kehf s. 20]  «Çünkü onlar üzerinize çıkıp gelirlerse, sizi taşa tutarlar veya dinlerine geri çevirirler; bu durumda ebedi olarak kurtuluş bulamazsınız.»
[Mülk s. 5]  And olsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onları şeytanlar için taşlamalar yaptık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.
[Al-i İmran s. 36]  Onu doğurduğu zaman: «Ya Rab, onu kız doğurdum» dedi. Oysa ne doğurduğunu Allah daha iyi biliyordu. Halbuki erkek, kız gibi değildi; ben onun adını Meryem koydum ve işte onu ve soyunu taşlanmış şeytanın şerrinden sana ısmarlıyorum.
[Hicr s. 16-8]  Gerçekten Biz, gökte burçlar yarattık ve onları seyredenler için yıldızlarla süsledik. Hem onu kovulmuş (racim) her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ışık kovalar.
[Hicr s. 34]  Allah şöyle buyurdu: Öyle ise oradan çık! Artık kovuldun!(racim)
[Nahl s. 98]  Kuran okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.
[Sad s. 77-8]  Allah: «Defol oradan! Sen artık kovulmuş birisin. Lânetim de, hesap gününe kadar senin üstündedir.» dedi.
[Tekvir s. 25]  Bu Kuran, kovulmuş şeytanın sözü olamaz.

"Şeytan taşlamak" deyiminin anlaşılması için , Maide s. 90 ayetinde "Şeytan amelinden" olduğu ifade edilen "Ensab" kelimesinin anlam alanı üzerinde durmak gerekmektedir.

Bu kelime , müşriklerin ibadet kastı ile diktikleri , veya üzerinde putları için kurban kestikleri taşlara verilen isimdir. Bu taşlar üzerinden yapılan şirk, Arap cahiliyesinde önemli bir inanç şeklidir. Bu inanç anlaşıldığı zaman, şeytan taşlama konusu daha kolay anlaşılacaktır. 

[Mearic s. 43-4]  Kabirlerden çabuk çabuk çıkacakları gün, gözleri dönmüş, yüzlerini zillet bürümüş olarak sanki dikili taşlara doğru koşarlar. İşte bu, onlara söz verilmiş olan gündür.

Mearic suresindeki bu ayetler , Arap müşriklerinin bu taşlara olan aşırı ilgisine dikkat çekerek,  kıyamet günü yeniden dirilerek hesap yerine gitme sahnesinin anlatımı, onların bu taşlara olan tazimlerinin ne boyutta olduğunu veciz olarak anlatmaktadır.

Buraya kadar anlattıklarımızı toplamaya çalışarak "Şeytan taşlama" eyleminin bir müminin hayatındaki yerini anlamaya çalışalım.

"ŞEYTAN" kavramı etrafında, Kur'an genelinde bizlere bu vasfa sahip olanların bizleri "ŞİRK" e düşürerek ayağımızı cennetten kaydırmak için her türlü hileli yola başvuracakları haber verilmektedir. Bizlere düşen görev ise bizlere düşman olan ve adına "Şeytan" denen her türlü unsuru hayatımızdan taşlamak sureti ile cennete ulaşmaktır. 

"Hac" ibadeti , her ne kadar bu gün olması gereken asli şeklinden çıkarılmış içi boş ritüellerin yapıldığı ruhsuz bir ibadet halinde getirilmiş olsa da, bizler bu ibadetini gerçek ve olması gereken hali üzerinden bu ibadeti anlamaya çalışacağız. 

Allah (c.c) yi tek ilah ve rab olarak tanıyan bir hayat tarzı üzerinde olmanın toplu bir gösterisi olan hac ibadeti içinde yapılan ritüeller, dünyanın her tarafından gelen Müslümanlar tarafından yapılarak tevhidi şuurun ayakta olduğu dost , düşman herkese ilan edilir.  "Şeytan Taşlamak" adı altında yapılan ritüelin anlamının, bu düşünce etrafında değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. 

Mekke deki Şeytan taşlamasının yapıldığı dikili taşlar , kendisini "Kur'an ehli" olarak tanımlayarak, bu ritüelin Kur'anda olmadığı iddiasında olanlar için yanlış olarak değerlendirilmektedir. Bu yanlışlığın sebebinin, taşlama ritüelinin tarihi arka planını doğru olarak okuyamamaktan kaynaklandığını söyleyebiliriz.

Bu taşların oraya dikilmesinin sebebi o taşlara karşı bir ta'zim değil, aksine cahiliye Araplarının bu tür taşları kutsayarak o taşlara ibadet etmeleri ve üzerinde ilahlarına kurban keserek "ŞİRK" lerini açığa çıkarmalarının hatırlanarak, "Nusb" adı verilen o taşların "ŞEYTAN" ameli pislik olduğu ve kadim bir gelenek olan "TAŞLAMAK" sureti ile ŞİRK'İN HER TÜRLÜSÜNÜN HAYATTAN KOVULDUĞUNUN, TEVHİDİ BİR HAYAT SÜRÜLDÜĞÜNÜN, DOST DÜŞMAN HERKESE İLAN EDİLMESİDİR.   

Bu gün Müslümanlar tarafından Hac, Namaz, Oruç, Kurban gibi ibadetlerin içinin boşaltılarak maksadının dışına çıkarılmış bir düşünce etrafında yapılır olması, bizleri bu tür ibadetlerin yapılmasının yanlış olduğu düşüncesine kaptırmamalıdır. Başkalarının yaptığı yanlışları baz alarak bazı doğruları ret etmek , kendisini "Kur'an Müslümanı" olarak tanımlayanların yapabileceği en büyük yanlıştır. 

Bu çizgide olan bazı kimselerin düştüğü hatanın temelinde, bakış açılarını Kur'an tarafından değil, bazı Müslümanlar tarafından yapılan yanlışlar belirlemekte, yine bir kısım kişiler bu ifrata karşı tefrit düşüncesi içine girerek başka yanlışa sapmaktadırlar.

Sonuç olarak ;  "Şeytan taşlamak" olarak bilinen Hac ibadeti içinde yapılanların yanlış hatta Kur'ana aykırı olduğunu söylemek, ya Kur'an'dan haberi olmamak, ya da şeytan iğvasına kapılmış bir kişinin söyleyeceği sözlerdir. Kur'an'ı bütüncül bir okumaya tabi tuttuğumuz zaman göreceğimiz en temel nokta, bütün ayetlerin bizlerin ayağını cennetten kaydırmak olan "Şeytan" vasfına sahip olan her duygu , düşünce, kişi, kuruluş v.s nin "Taşlamak" yolu ile hayattan kovulması olduğu görülecektir. Hac ibadeti içinde böyle bir ritüelin yapılmış olması yanlış değil, aksine hac ibadetinin olmazsa olmaz ritüellerindendir. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

20 Eylül 2015 Pazar

Kehf s. 50. Ayeti : İblis'in Cin'den Olması

Kur'an okumalarında yapılan en önemli yanlışlardan birisi , "Parmak ayı gösterirken aya değil parmağa bakmak" misali yapılan okumalardır. Okunan ayetin mesajını Kur'an bütünlüğü içinde anlamak yerine , parçacı ve ön yargılı yaklaşımlar ile yapılan okumalar maalesef doğru bir sonuç vermemekte, farklı yaklaşımlar sergilenmesi sonucunda ihtilafların ardı arkası kesilmemektedir. 

Bu duruma örnek olarak gördüğümüz Kehf . 50. ayetini ele alarak önce ayetin mesajının ne olmadığını , sonra ayetin mesajının ne olabileceği üzerinde düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

Kur'anın 7 ayrı yerinde geçen Adem- İblis kıssası, üzerinde en fazla konuşulan kıssa olup , bu kıssa içindeki bazı anlatımlardan çıkan soruların cevabı üzerinde tefsirlerde yüzyıllardır tartışmalar sürüp gitmektedir. Bu tartışmalardan birisi , İblis'in Melek mi yoksa Cin mi olduğu konusudur. İblis'in cinler den olduğunu iddia edenler , Kehf s. 50. ayetinde ki " Kane min Elcinni" ibaresini baz alarak onun "Cin" olduğu iddiasını dile getirmektedirler. 

Bu konuda yapılan en önemli yanlış, yazımızın girişinde dikkat çektiğimiz nokta olup, ön yargılar sonucu ve zihnimizdeki bazı bilgileri dikkate alarak ilgili ayetleri okumaya çalışmak olduğunu söyleyebiliriz. Bu ön yargılardan birisi , "Cin" olarak isimlendirilmiş ve insan haricinde yaratılmış mükellef bir varlık gurubu olduğudur. Kehf s. 50. ayeti bu tür bir ön yargı ile okunmuş , neticede arkası gelmeyen tartışmalara kapı açılmış , hala o kapı sonuna kadar açık bir biçimde olup tartışmalar devam etmektedir. 

Bu tartışmaları bitirmenin yolu nedir ?. 

Önce ilgili ayetin çevirisinin ön yargılar değil, Kur'an bütünlüğü dikkate alınarak yapılmalıdır. 

 Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), KANE MİNELCİNNİ fe feseka an emri rabbih(rabbihî), e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvv(aduvvun), bi'se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).

 Yine o vakti hatırla ki, meleklere: «Adem için secde edin!» demiştik, hemen secde ettiler, ancak  O CİNDEN OLDU Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz beni bırakıp da onu ve soyunu kendinize dost mu ediniyorsunuz? Onlar size düşman iken! Zalimler için ne kötü bir değişme!

 Bu ayet ile yapılan çeviriler , "Cin" adında ayrı bir varlık kategorisine dahil olanlar varmış düşüncesi öne çıkarılarak çevrilmiş ve "İBLİS CİNLERDEN İDİ" şeklinde çevrilmiştir.

Bu kıssanın , Bakara ve Sad surelerinde geçişlerinde kullanılan ibareler bizleri bu konuda doğru bir yaklaşım sergilemekte yardımcı olacaktır. 

 Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), ebâ vestekbere ve KANE MİNEL KAFİRİN (kâfirîne).

[002.034]  Hani Biz meleklere demiştik ki: «Âdem'e secde ediniz.» Onlar da hemen secde edivermişlerdi. Yanlız İblîs  kaçınmış, kibirlenmiş ve KAFİRLERDEN OLMUŞTU.

İz kâle rabbuke lil melâiketi innî hâlikun beşeren min tîn(tînin). Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fe kaû lehu sâcidîn(sâcidîne). Fe secedel melâiketu kulluhum ecmaûn(ecmaûne). İllâ iblîs(iblîse), istekbere ve KANE MİNEL KAFİRİN (kâfirîne). Kâle yâ iblîsu mâ meneake en tescude limâ halaktu bi yedeyy(yedeyye), estekberte em kunte minel âlîn(âlîne). Kâle ene hayrun minh(minhu), halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).

[038.071-76] Rabbin meleklere şöyle demişti: «Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın.» Bütün melekler secde etmişlerdi, fakat İblis; o, büyüklük taslamış ve KAFİRLERDEN OLMUŞTU.Allah: «Ey İblis! O benim kudretimle yarattığıma secde etmene ne engel oldu? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?» dedi.İblis: Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi.

Kehf s. 50. ayetinde geçen "KANE" ibaresi , "Cin" adında farklı bir varlık gurubunun olduğu ön kabulunden yola çıkılarak , "İDİ" şeklinde çevrilmesine karşın , bu kıssanın yukarıda geçen ayetlerinde geçen "Kane" ibaresi  "İdi" şeklinde değil , "OLDU" şeklinde doğru olarak çevrilmiştir.

"Kane" ibaresi , kıssa bütünlüğü ve Kur'anın "Cin" konusundaki yaklaşımları dikkate alınarak çevrilme cihetine gidilmiş olsaydı, bu ibare "İdi" yerine , "Oldu" şeklinde çevrilerek "İBLİS İN CİN DEN OLDUĞU" şeklinde çevrilmesi gerekirdi. 

 Ayetin çevirisini doğru olarak ortaya koyduğumuz zaman , İblis'in Cin'den olmasının ne anlama gelebileceği daha kolay anlaşılacaktır.

Kur'anda "İblis" adı, Adem ve eşinin ayağını Cennet'ten kaydırdığı haber verilen bir şahsiyete isim olmuştur. Bu şahsiyetin ontolojik bir mahiyeti olmayıp , "Şeytan" kelimesi ile ifade edilen olgunun müşahhaslaştırılarak anlatılmasında kullanılmış temsili bir şahsiyettir.

Kıssayı okuduğumuz zaman , onun cennetten kovulduktan sonra cins ismi ile değil , "Şeytan" sıfatı ile anıldığı dikkati çekmekte olup , bu önemli bir noktadır. Kur'anın, "Şeytan" adı ile ortaya koyduğu varlık, insan harici ontolojik mahiyeti olan farklı bir varlık değil , insanları iğva ederek , onların ayaklarını cennetten kaydırarak , cehenneme gitmelerine sebeb olan her türlü unsur veya insan, "Şeytan" olarak vasıflandırılmıştır.

"Cin" konusunun doğru anlaşılması , Mekke müşriklerinin bu konudaki algılarının anlaşılması ile paralellik arz etmektedir. Bu konuyu , " Arap Cahiliyesinin Cin Algısı Üzerine Bir Mütalaa" adlı müstakil bir yazıda ele almaya çalışmıştık. Arap cahiliyesini cin konusundaki inançları dikkate alınarak yapılan bir değerlendirmede , İblis'in cinden olmasının ne demek olduğu anlaşılacaktır.

[015.026]  Andolsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık.
[015.027]  Cann, onu da bundan evvel «narissemum»dan yaratmıştık.

[051.056]  Ben, cinleri de, insanları da, yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.

"Arap Cahiliyesinin Cin Algısı" başlıklı yazımızda , "Cin" adı altında yaratılmış, ontolojik mahiyete sahip bir varlık gurubunun olmadığı iddiasını dile getirmiştik. Bu iddiamız , Cinlerin ateşten yaratılmış olduğunu beyan edilmesi gerekçesi ile yanlış olarak görülebilir. Allah (c.c) "Yarattım" derken haşa yalan mı söylüyor şeklinde itirazların gelmesi mümkündür. 

Adem ve İblis kıssasına baktığımızda İblis'in, kendisinin ateşten yaratıldığı , Adem in ise topraktan yaratıldığı için o secde etmediğini söylediğini görmekteyiz. İblis'in burada gerçek olarak ontolojik mahiyetini dikkate almaktan çok olayın isyan boyutunun öne çıkarılarak okunması ve isyan gerekçesi olarak "Beni ateşten yarattın" şeklinde bir söz söylendiğini düşünmek gerekmektedir. 

İblis'in ontolojik mahiyetini oluşturan yaratılış hammaddesinin "Ateş" olduğunu ifade etmiş olması , onun hakiki olarak böyle bir madde den yaratılmış olduğunu değil , metaforik bir ifade şeklinde okunması , onun isyan gerekçesi olarak toprak tan daha hayırlı olduğunu söyleyerek bir bahane uydurması olarak okunmasının gerektiğini düşünüyoruz.

Yani İblis adı ile sahnede yer alan kişilik, varlıksal bir mahiyete sahip olan kişilik değil , sadece Adem'in şahsında onun nasıl iğvaya kapılabileceğinin anlatılması için sahneye konulmuş "Şeytan" olgusunun müşahhas hale getirilerek anlatılmaya çalışılmasının bir ürünü olan temsili bir kişiliktir.

İblis' in ontik bir kişiliği olduğu kanısı ile bu kıssanın okunması, yüzlerce yıldır tartışılan ve ortak bir noktada birleşilemeyen kıssa haline gelmesinden başka bir işe yaramayacaktır. 

İblis adında bir varlık yoksa, peki Şeytanda mı yok ?. 

İblis'in ontolojik mahiyetinin olmadığını söyleyenlere karşı getirilen bir iddia , onların "Şeytan" ın varlığını red ettikleri şeklindedir. Böyle bir sorunun sorulmasına sebeb olan şey bu kıssayı sadece yaşanmışlığı içinde okumak ve bu kıssanın aslında kıyamete kadar gelecek bütün insanların kıssası olduğunu ıskalamaktır. Çünkü bu kıssada en önemli aktör "Şeytan" vasfının anlatılmasında baş rolu üslenen "İblis" karakteridir. 
  
Bizler, herhangi bir sinema veya tiyatro gösterisindeki aktörlerin gerçek hayattaki yaşantılarını değil , o gösteride ki rollerini dikkate alarak izleriz. Kara Murat veya Malkoçoğlu rolunu üstlenmiş olan Cüneyt Arkın adlı aktör ün , gerçek hayatta bir doktor olduğunu hiç birimiz aklımıza dahi getirmeden film içindeki rolüne odaklanır ve onu Kara Murat veya Malkoçoğlu olarak izleriz ve filmde ki mesajı okumaya çalışırız. Yani Cüneyt Arkın adlı aktörün gerçek olarak Kara Murat veya Malkoçoğlu olmadığını bildiğimiz halde bunu hiç umursamayız.

Adem kıssası içindeki , "İblis" karakterini de böyle bir yöntem ile okumak zorundayız. Kıssada İblis karakteri üzerinden verilmek istenen bir mesaj vardır ve bunun okunması gerekmektedir. Şeytan olgusu , İblis adında bir karakter var edilerek anlatılmaya çalışılmış , Adem'in şahsında bizleri nasıl yoldan çıkaracağı görsel bir anlatım tarzı ile bizlere anlatılmaya çalışılmıştır. 

Şeytan özel bir isim değil , bir vasıf olarak , bizlerin ayağını Cennet ten kaydıran her kişi ve her şey için yapılan bir tanım olup, "ŞEYTAN YOK" ŞEKLİNDE BİR SÖZÜ ANCAK ŞEYTANLARIN İĞVASINA KAPILMIŞ OLANLARDAN BAŞKASININ SÖYLEMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR. Yapılan hata, Şeytan olgusunu sadece İblis'in şahsında sınırlamak hatası olup  birisi ,"İblis adında ontolojik mahiyeti olan bir varlık yok" dediğinde hemen ayağa kalkarak "Ne yani Şeytan yok mu?" sorusunun sorulması bu kıssanın asıl mesajını anlamayanların soracağı bir sorudur. 

İblis'in , "Şeytan" olgusunun anlatılmasında kullanılmış bir aktör olduğunu ortaya koyduktan sonra , esas meselenin İblis'in şahsı değil onun temsili ettiği şahsiyet olan "Şeytan" da olduğu görülecek ve Şeytan ve Cin arasında nasıl bir bağ olduğunu görmeye sıra gelecektir. 

Şeytan ve Cin arasındaki bağ nedir ?.

Şeytan'ı , "İnsanın ayağının Cennet'ten kaymasına sebeb olan her türlü unsur ve kişi" şeklinde tarif ettikten sonra , İblis'in Cin den olmasını nuzül dönemi arap cahiliyesinin Cin algısı ile bağını kurarak anlayabiliriz. 

Arap cahiliyesinin Cin algısı , onları kendi şirk düşüncelerine paravan ederek , yaptıkları dalavereleri böyle bir varlıklara nisbet ederek , insanlar üzerinde sömürü planlarını uygulama amacına dayalı bir algı idi . Yaptıkları işleri doğa üstü güçlere nisbet ederek kendilerine üstün bir güç nisbet etmek veya başkalarını "Cinlenmiş" şeklinde lanse ederek onların kişiliklerini mahkum etmeye yönelik bir tutum içinde olduklarını görmekteyiz. 

Kehf. s. 50. ayetinde ki "İblis'in Cin den olması"nı  bu arka plan dahilinde okuduğumuzda daha kolay anlamaktayız. 

İblis karakterinin , "Şeytan" olgusunun anlatılmasında kullanılan temsili bir şahsiyet olduğunu yukarda anlatmaya çalışmıştık. Müşrik arapların , "Cin" adı ile ihdas edilmiş bir inanç üzerinden, insanları şirk'e sürükleyerek onların ayaklarının kaymasına sebeb olmakta oldukları bilinmektedir.  

Zariyat s. 56 da , cinlerin kulluk için yaratılmış olması , Hicr s. 27 de ateşten yaratılmış olmasının ifade edilmesi, İblis karakterini dikkate alarak okunması ve yorumlanması gerekmektedir. Sadece bu ayetleri baz alarak onların hakiki olarak yaratılmış , insan cinsinin haricinde ayrı varlıklar olduğu kanısı , İblis'in ontolojik bir mahiyeti olduğu kanısına götürmesi açısından yanlış bir okumadır. 

Hicr s. 27 den sonraki ayetler , Adem ve İblis kıssasının anlatıldığı ayetler olup bu ayetin kıssa ile bağının kurularak okunması gerekmektedir. Parçacı bir okuma ile sadece tek ayet üzerinden elde edilmeye çalışılan bilgi maalesef bizleri doğruya götürmeyecektir.

Kehf s. 50. ayeti , arap müşriklerinin cin algılarına hitap ederek , bu cin inancının "Şeytan" yani onların ayaklarının Cennet'ten kaymalarına sebeb olduğunu haber vererek , "Şimdi siz beni bırakıp da onu ve soyunu kendinize dost mu ediniyorsunuz? Onlar size düşman iken! Zalimler için ne kötü bir değişme!" buyurarak , İblis adı ile karakterize edilen "Şeytan" ların dost edinilmemesi , böyle bir dostluğa girenlerin akıbetlerinin ne oldukları müteaddit ayetlerde beyan edilmiştir.

Bu yazdıklarımızdan sonra , Kehf. 50. ayetinin mesajını şu şekilde okumak mümkündür ; Cinleri Allah (c.c) ye ortak koşarak onlar üzerinden bir algı oluşturan arap cahiliyesinin bu inancının yanlışlığı , Kehf s. 50 . ayetinde de vurgulanarak yapılan algı operasyonun, İblis adı verilen şahsiyetin temsil ettiği "Şeytan" ile işbirliği yapmak anlamına geldiği ve böyle bir inanç ve düşüncenin yanlışlığı hatırlatılmaktadır. 

İblis'in yaratılmış bir varlık olduğu inancı yaygın bir görüş olup , bu görüşün tersinin iddia edilmesi bazı kimseler tarafından yadırganmakta , hatta küfür ile denk tutulmaktadır. Ön yargıdan arınmış bir düşünce ile okunan İblis ile ayetler de, onun yaratılmış olduğu inancına sahip olarak okumalarda meydana gelen problemler göze çarpacak ve yanlışlık anlaşılacaktır. Bu konuda sayın Prof. Dr. Mustafa Öztürk'ün kaleme aldığı , "İblisin Trajik Hikayesi" isimli makalenin okunmasını tavsiye ederiz. 
  
Kur'an ve Metafor 

Metafor ; "Bilinmeyen bir olgunun veya bir kavramın, bilindik şeylerle açıklaması" anlamında bir kelime olup , edebi bir anlatım üslubudur. Kur'an bazı olaylar anlatarak o olaylar üzerinden mesaj vermeyi amaçlayan bir anlatım üslubuna sahiptir. Adem ve İblis kıssası bu anlatım üslubu dikkate alınarak okunması gereken bir kıssadır. 

Bazılarımız hemen , "Ne yani Allah yaşanmamış bir şeyi yaşanmış gibi anlatarak yalan mı söylüyor" gibi itirazlar bu iddiamızın akabinde gelecektir. Kur'an bu olayın yaşanıp yaşanmadığı üzerinde değil , böyle bir sahne kurgulayarak bizlere mesaj vermeyi amaçlamaktadır. Bizler bu tür üslubu dikkate almadan yaptığımız bir okumada (eski tefsirler genel olarak böyle bir okuma yoluna gitmişler) , neticede yaşanmış bir kıssa olarak okunduğu için ortaya çıkan soruların cevabı verilememiş , veya verildiği sanılan cevaplar yeni soruları beraberinde getirmiştir. 

"Kur'anda metafor vardır" demek küfre düşmeyi veya bazılarımızın irkilmesini gerektiren bir ifade olmayıp , bu kelimenin bir takım modernistler tarafında kullanılmış olması dikkate alınarak, bizim kullanmamız yadırganmamalı veya bizimde modernist düşüncelere daldığımız gibi bir kuşkuya düşülmemelidir. 

"Bütün kıssalar metafordur" şeklinde bir iddiamızın olmadığı bilinmelidir. Adem ve İblis kıssası byle bir üslubun ürünü olan kıssa olduğunu düşündüğümüzü tekrar hatırlatarak , kıssalar konusundaki genel kanımızı yansıtmaya çalıştığımız , onların MESAJ İÇERİKLİ olduğu yönündeki okuma örneklerimizi paylaşmaya devam edeceğimizi söylemek isteriz.  

Şimdiye kadar yazdığımız yazılarda takip ettiğimiz metod olan , GELENEKSEL ve MODERNİST kaygılardan ve ÖNYARGIDAN arınmış bir zihin ile okumaya devam edeceğimizi tekrar hatırlatmak yerinde olacaktır.

Sonuç olarak ; Kehf s. 50. ayeti , "Cin" adı verilen insan harici farklı bir varlık gurubunun var olduğu şeklinde okunarak yüzyıllardır İblis'in Melek mi , yoksa Cin mi olduğu tartışması yapılmaktadır. Bu ayet şayet ön yargısız okunarak , Adem ve İblis kıssasının vermek istediği mesajın anlaşılması yönünde ve arap cahiliyesinin Cin algısının nasıl olduğu bilinerek okunmaya çalışılsaydı , bitip tükenmek bitmeyen tartışmalara kapı açılmamış ve daha doğru anlaşılmış olurdu. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

18 Eylül 2015 Cuma

Arap Cahiliyesinin Cin Algısı Üzerine Bir Mütalaa

Kur'an 1500 yıl önce, Mekke şehrinde yaşayan topluluğa inmeye başlayan bir kitap olup , onun doğru anlaşılması için, indiği toplumun sosyo kültürel arka planını bilmek zorunluluğu vardır. Çünkü  kitabın ilk muhatapları bu toplum olup, inmeye başlayan kitap, bu toplumun yaşadığı bazı yanlışlıkları dikkate alarak düzeltmeye yönelik bilgiler ihtiva etmektedir. Bunları söylerken, Kur'anın tarihsel bir kitap olduğu iddiasında olmadığımızı söylemek istiyoruz , bu iddiadan amacımız, inen kitabın yaşanan bir hayatın gerçeklerini göz önüne aldığını ve bu gerçeklerin bilinmeden  kitabın anlaşılmasında sıkıntılar doğacağıdır. 

Bu doğrultuda , Kur'anın "Cinler" ile ilgili anlatımlarının doğru anlaşılması için, indiği toplumun bu konudaki arka plan düşüncesinin bilinmesi ve ilgili ayetlerin bu arka plan dahilinde okunması gerekmektedir. Toplumdaki cin anlayışının , onların doğa üstü güçlere sahip varlıklar olarak anlaşılmasından yola çıkarak , Kur'anın cinler ile ilgili ayetlerini bu çerçevede okuduğumuzda bu konu maalesef yanlış anlaşılacaktır. 

Cahiliye araplarının Kur'an öncesi cin algıları nasıldı ?.   

Cahiliye araplarının cin algılarının bilinmesi için , daha gerilere gitmek zorunluluğu vardır , çünkü bu algı sadece arap kavmi ile ortaya çıkmamış olup , insanlık tarihinin bir sorunudur. Tarih boyunca , bazı insanların  diğer insanlar üzerinde baskı kurmak için kullandığı argümanlardan bir tanesi , kendisinde doğa üstü güçler bulunduğu iddiasıdır. Bu iddialarını insan harici olduğu söylenen bazı varlıklar üzerinden götürerek diğer insanlar üzerine korku salmak şeklindeki ifsadi hareketler insanlık tarihi ile birlikte başlamıştır. 

"Büyü ve sihir" insanlığın kadim bir kültürü olup , bu tür güçlere sahip olanların, diğer insanlar üzerinde baskı kurma aracı olarak kullanılmış olması , Musa (a.s) kıssası içinde anlatılan Firavun'un, büyü ve sihir ile halk üzerinde baskı oluşturarak iktidarını sürdürmek gayreti içinde olmasından anlaşılmaktadır. Kendilerinde bu tür güçler olduğunu söyleyerek diğer insanlar üzerinde baskı ve sömürü kurma yolu, dün nasıl devam etmekteyse bu gün de aynı yoldan para , güç ve makam sahibi olmak isteyenler tarafından kullanılmaktadır.

Doğa üstü güçlere sahip oldukları iddiası ile , bazı insanlar üzerinde baskı kuranlar , karşılarındaki muhalifleri karalamak için bu sefer onların doğa üstü güçler tarafından baskı altında tutularak onlara karşı geldiklerini, dolayısı ile bunların sağlam bir kafaya sahip olmadıkları ve söylediklerinin dinlenmemesi şeklinde propaganda ya girişmektedirler. Muhammed (a.s) ve ondan önceki elçiler için yapılan "Mecnun" (Cinlenmiş) iddiası, bu tür propaganda yapanların söylemi olduğu Kur'an içindeki ayetlerden okunmaktadır.

"Cin" söylemi böyle bir arka planın ürünü olup , ortaya atılan söyleme uygun olarak arap dilinde, "Görünmez olmak" şeklinde anlamını bulmuştur. Bir kişinin kendisinde olağan üstü güçler olduğunu iddia etmesi , veya başkasında bir takım bozuklukların olduğunu iddia etmesi , iddia sahibinin delillendirmesini gerektirir. Karşınızdaki bir kişiye herhangi bir iddiada bulunduğunuz zaman , bu iddianın delili olma şartı vardır. İşte bu noktada, sunulan iddianın delil istenmesi karşısında bu delili herkesin anlamayacağı , göremeyeceği gibi iddialar sunularak, olay insan üstü güçlere sahip olmaya ve doğa üstü güçlere bağlanmaktadır. 

Olayı her kesin anlamayacağı ve göremeyeceği güçlere bağlayarak karşısındaki insanlar üzerinde baskı kurmak yolu, fesad yolunu seçen insanların kullandığı bir yöntem olup müşrik araplara da bu yolla sirayet etmiştir.

"Cin" söylemi , görünmezlik atfedilerek herkesin sahip olmayacağı bir gücün veya bazı kimselere musallat olan görünmez güçlerin adı olarak arap cahiliyesinde önemli bir yere sahip olmuştur. Arap cahiliyesinde, soyut olan bir şeyi insan zihninde somutlaştırarak anlatma yoluna gidilmiş ve bunun adına "Cin" denilerek somutlaştırılmıştır. Kendilerine diğer insanlardan farklı bir şekilde güç vehmedenler bu güçlerini "Cin" adını verdikleri, herkesin göremeyeceği !! varlıklardan aldıklarını iddia ederek, yaptıkları işleri , aldıkları haberleri bunlara nisbet ederek her türlü dalavereyi çevirmişlerdir. Arap müşriklerinin , cinler aracılığı ile şirke düşmelerinin yanlışlığının hatırlatılması , cinlerin gaybe dair herhangi bir bilgi sahibi olamayacaklarının hatırlatılması , arapların böyle düşünce arka planı içinde olmaları sebebi iledir.

Aslında ortada elle tutulur , gözle görülür veya bazı insanların görebilme yeteneğine sahip olduğu somut bir varlık olmamasına rağmen , varlığı bile olmayan böyle bir isme, bazı güçler nisbet edilmiş , insanların onlardan korkması sağlanarak bir şekilde baskı altına alınmaya çalışılmış hala çalışılmaktadır.

Buraya kadar söylediklerimizi özetleyecek olursak ; Cin algısı arap cahiliyesinde , doğa üstü güçlere sahip olduğu iddiası veya bir kişinin doğa üstü güçler tarafından aklının çelindiği iddiası temeline oturmuş bir düşünce olup, İNSAN DIŞINDA ONTOLOJİK MAHİYETİ OLAN VEYA RUHANİ SAYILABİLECEK BİR VARLIK DEĞİLDİR.

Kur'anın "Cin" ler ile ilgili ayetlerinin TAMAMINI böyle bir algı içinde okumak gerektiğini düşünmekteyiz. Şayet klasik bilgiler dahilinde insan dan ayrı bir yaratılışa sahip varlık kategorisine dahil oldukları düşüncesini öne çıkararak okuduğumuz zaman, cinler ilgili ayetleri doğru anlamak zorlaşacak hatta imkansızlaşacaktır.

Kur'anın cinler ile ilgili ayetlerine baktığımızda, bütün ayetlerde cinlerin insanları saptırması , onları şirke bulaştırması , neticede cehennem ile cezalanacakları haber verilmektedir. Olaya cahiliye arabının penceresinden bakacak olursak ; 

Arap toplumunda yaşayan herhangi bir kişi , kendisinde olağan üstü güçler olduğunu , bu güçlerin yardımı ile elinde büyük bir güç olduğu vehmine kapılarak başkalarını buna inandırması ve bunlara inanan o kişilere istediğini söyletmesi ve yaptırmasına sebeb olmaktaydı. Çünkü o kişilere yaptırdığı ve söylettiği şeyler, kendi iradesi dışında olduğunu iddia ettiği ve güç sahibi olan "Cin" adını verdiği üstün güçlere sahip olduğu söylenen güçler tarafından ona haber verildiğini söylemekteydi. 

Kur'anın cinler ile ilgili ayetlerinde onların insanları şirk'e sürüklediği , veya onlar vasıtası ile gayb'ın bilindiği gibi iddialar , aslında böyle bir varlıktan alınan haberler veya öğrenilen sözler olmayıp , kendisinde böyle bir gücün olduğunu iddia eden insanların hevasından söylediği sözler veya verdiği haberler olup , bunları cinlere isnad ederek kendisini bir şekilde yüceltme yoluna gitmesidir.

Kur'an , "Cin" adı altında insan'dan hariç mükellef bir varlık gurubu olduğunu red ederek bunları anlatmış olsaydı bu konunun anlaşılması belki bu kadar müşkilat arzetmezdi. Ancak sanki böyle bir varlık gurubu olduğunu ifade ettiği gibi bir anlatım uslubu gütmüş olması, bizleri bu konuda onların ontolojik mahiyete sahip oldukları , bizler tarafından algınamayan varlıklar olduğunu düşündürmüş ve bu düşünceye mitolojik unsurlar ilave edilince ortaya karmakarışık şeyler çıkmıştır.

Kur'andaki bu konu ile ilgili ayetler ,  arap cahili toplumundaki "Cin" üzerine kurulmuş hegomonyayı kırmak için inmiş olup, arap cahiliyesinin cinlerin ontolojik bir mahiyete sahip oldukları gibi bir düşünce olmadıkları için böyle bir reddiye içine girmemiştir , yani arap cahiliyesinde CİNLERİN ONTOLOJİK MAHİYETLERİ OLDUĞU ŞEKLİNDE HERHANGİ BİR İNANÇ MEVCUT DEĞİLDİ. Arap cahiliyesinin cin anlayışı , cinlerin varlık olduğu üzere kurulmayıp , oldukları vehmettirilen varlıkların bazı insanlar tarafından kullanılarak , diğer insanlar üzerinde baskı aracı olması veya bazı insanlara musallat olarak onları yalan yanlış konuşturan varlıklar şeklinde kurulmuş idi .

Muhammed (a.s) ın "Mecnun" olarak etiketlenmesi , onun söylediklerinin toplum nazarında alıcı bulmaması için yapılmış bir suçlama olup cinlerin hem bazılarının iktidarı , hem de bazılarının düşürülmesi noktasında kullanılan bir joker olduğu anlaşılmaktadır.

Mekkeliler, cin adı altında ayrı bir varlık gurubu olduğunu iddia etmedikleri için , Kur'an bu sebeble böyle bir anlatım yöntemini seçmemiştir. Onun seçtiği yöntem , Mekke müşriklerinin düşüncesinden hareket ederek , Allah (c.c) ye isyan eden kim olursa olsun onun Cehennem ile cezalandırılacağını haber vermektedir.

Arap dilinde kullanılan "Cin" kelimesi anlam olarak , araplara yabancı olan insanlar için kullanılması söz konusu olsa da , bizim kanaatimiz o dur ki , KUR'AN İÇİNDE GEÇEN CİN KONULU AYETLERDE CİNLER "YABANCI İNSANLAR" ANLAMINDA KULLANILMAMIŞTIR. 

Ahkaf ve Cin surelerinde anlatılan Kur'an dinleyen cinler , onların ontolojik olarak arap olmayan insan olduklarını değil , cahiliye arabının cin algısına hitap ederek "İntak sanatı" (konuşturma) uslubu dahilinde okunması gerektiğini düşünmekteyiz. Bu düşünceye sahip olma gerekçemiz , Kur'anın bu sanat dahilinde olan bazı ayetleri olup , özellikle "Adem ve İblis" kıssasındaki geçen, iblis karakterinin ontolojik bir mahiyeti olmamasına rağmen sanki böyle bir mahiyete sahip varlık gibi konuşturulmuş olmasıdır. 

Cinleri, "Yabancı insanlar" şeklinde okumak şu müşkilleri de beraberinde getirecektir. İnsanın yaratılış ham maddesinin "Toprak , çamur v.s" olduğunu beyan eden ayetlere karşın, cinlerin yaratılış ham maddesinin "Ateş" olduğu beyan edilmektedir. Şayet cinleri "İnsan" olarak anladığımız takdirde , insan cinsi için iki farklı yaratılış ham maddesi ortaya çıkar ki bu çelişkiyi izale etmek mümkün değildir. 

Bu noktada , "Eğer cinler insan değil se neden onların YARATILDIĞI beyan edilmektedir ?" şeklinde bir sorunun sorulması kaçınılmazdır. 

[051.056]  Ve ben, Cinn-ü İnsi ancak bana kulluk etsinler diye yarattım
[015.027]  Cann, onu da bundan evvel «narissemum»dan yaratmıştık

Bu gibi ayetler literal bir okumaya tabi tutulduğunda , insan cinsinden farklı, ontolojik mahiyeti olan bir mükellef gurubunun var olduğu anlaşılmaktadır. Allah (c.c) nin , "Kulluk için yarattım" buyurması , kimsenin kimseye şirke sürüklemesi gibi bir durumun olmaması gerektiği , bir kısım insanların "Cin" adını verdikleri bir olguyu kullanarak insanları şirk bataklığına sürüklemesinin yanlış olduğu , halbuki  gereken şeyin sadece Allah (c.c) ye kulluk olmasıdır mesajı verilmektedir. 

"Cin" adı altında yaratılan ayrı bir varlık gurubu olmayıp , "Cin denilen şey  insanlar tarafından oluşturulmuş ve kendi fesadlarını daha kolay yaymak ve kendilerine farklı bir karizmatik görüntü vermek  veya bazılarını karalamak amacı ile, böyle bir isim altında ihdas edilmiş, altında şirk yatan düşüncelerini insanlara daha kolay empoze etmek için bunları onlardan öğrendikleri yalanını yaymak isteyenlerin kurmuş oldukları  PARAVAN ŞİRKETin adıdır.  

Hicr s. 27. de "Cann" adı ile adlandırılan şeyin "Ateş" ten yaratılmış olmasının anlamının , Adem ve İblis kıssası ile bağının kurularak anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz. İblis adında ontolojik mahiyeti olan bir varlık olmayıp , temsili bir anlatım ile "Şeytan" olgusunun , iblis adı verilen temsili bir şahsın üzerinden anlatılması olduğunu kısaca söylemek isteriz. Bu konuyu daha geniş biçimde, ayrı bir başlık altında , Kehf s. 50. ayetinde İblis in cin den olmasının ne anlama geldiğini ele almaya çalışacağız. 

Kur'an , cinlerle kurulduğu söylenen ilişkilerin sonucunun "Cehennem" , bunlarla kurulan ilişkinin adının "Şirk" olduğunu söylemektedir. Bu isim altında somutlaştırılarak insanların Allah (c.c) yerine bunlara sığınması , fayda ve zarar verici şeklinde bazı güçlere sahip olduklarının sanılması açık bir şirk inancı olup, bu inancın Kur'anın bir çok yerinde yanlış olduğu vurugulanarak Allah (c.c) dışında sığınılacak , korkulacak , fayda ve zarar verme gücüne sahip kimse olmadığı hatırlatılmaktadır.  

Şefaat ile ilgili ayetlere baktığımızda , bu ayetlerin ana mesajında, Mekke müşriklerinin Allah (c.c) nin dışında medet umdukları sahte ilahların red edilmesinin merkeze alınmış olmasına rağmen , bu ayetler tamamen yanlış anlaşılarak , bir inanç konusu haline getirilmiştir. Aynı şekilde cinler ile ilgili ayetlerde de Mekke müşriklerinin yanlış inançları red edilmiş olması merkeze alınmış olmasına rağmen , İslam kisvesi altında "Cinci hocalar" türemiş ve cinlerden medet umarak Allah (c.c) devreden çıkarılmıştır.

Müslümanlar olarak yanlış cin algılarımız maalesef bizleri "Cinci hocalar" denen sahtekarların eline düşmemize sebeb olarak maadi ve manevi olarak sıkıntılara düşmemize sebeb olmuştur. Toplumda herhangi bir sıkıntı ile karşılaşan insana konan teşhis "Cin çarpması" olup , bunun tedavisi için çeşitli hocaların yazdıkları yalan dolan şeylerden medet umularak dün arap müşriklerinin düştüğü şirk , bugün biz Müslümanlar tarafından işlenmektedir. 

Halbuki böyle bir varlık gurubunun dahi olmadığını bilen bir Müslüman herhangi bir sıkıntıya düştüğünde, cinci hocalar yerine tıp doktorlarına müracaat ederek, kevni ayetlerden yani ilaçlardan yardım alarak bu sıkıntısını gidermeye çalışacak , bunu yapmakla din istismarcılarının büyük bir rant kapısı olan üfürükçülük yolu ile maddi ve manevi kazanç yollarını kapayarak , kendisininde ŞİRK e düşmesini önleyecektir.

 Sonuç olarak ; Kur'anın "Cin" ile ilgili anlatımlarını , nuzül öncesi arapların cin algıları üzerinden değerlendirerek okumak gerekmektedir. Arap algısında "Cin", ontik mahiyeti olduğu düşünülmeyen fakat , kitleler üzerinde egemenlik kurmak için veya , kitleler üzerinde söz sahibi olabilecek insanların karalanması amacı ile kullanılan doğa üstü gücün adı olarak bilinmektedir. Kur'an bu bilgileri kullanmış ve ilgili ayetler bu bilgileri red sadedinde inmiştir.

Kur'anın cinler ile ilgili ayetlerinin , onların ontolojik mahiyetlerinin olup olmadığı veya onların insan oldukları şeklinde değil , müşrik arapların "Cin" adını kullanarak işledikleri cürümün ne kadar yanlış olduğunun haber verilmesi açısından okunması gerektiğini düşünmekteyiz. Ayrıca cinlerin insan oldukları düşüncesinin , bir takım müşkilatı beraberinde getirmesi bakımından doğru bir yaklaşım olmadığını düşünmekteyiz. Kur'anın cinler ile ilgili anlatımları literal bir okuma ile değil "İntak" (konuşturma) sanatı gibi edebi dilin kullanılmış olmasını dikkate alarak okumak gerektiğini düşünmekteyiz.Arap cahiliyesinin cin algısını bu arka plan dahilinde okumaya çalıştığımız takdirde ilgili ayetlerin anlaşılmasının daha kolay ve daha doğru olacağını düşünmekteyiz. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.