25 Ağustos 2019 Pazar

Uzun Günlerde Oruç Konusu Üzerine Bir Düşünce

Kameri aylardan olan Ramazan ayında, günün belirli bir vakit aralığında yemek, içmek ve cinsel ilişkiden geri durmanın emredildiği kulluk görevinin adı olan orucun, kuzey yarım kürenin kutba yakın bölgelerinde yaşayan Müslümanlar için yaz aylarında gündüzlerin uzun olmasından dolayı 21 saati bulması, bazı Müslümanlar için sorun olmaktadır. Bu soruna bir kısım Müslümanların iftar vaktini Mekke'ye göre ayarlamak sureti ile çare bulmaya çalıştığına şahit olmaktayız. Yani Mekke'de iftar saati olduğunda onlar da aynı saatte oruçlarını açmaktadırlar.

Kanaatimizce bu çarenin Kur'an'i bir karşılığı bulunmamaktadır, hatta orucun erken açılması sonucunda görevin yerine getirilememiş olması sıkıntısı ortaya çıkmaktadır. Başlangıç ve bitiş  zamanı Allah (c.c) tarafından kayıt altına alınan (Bakara s. 187) bir görevin, bitiş zamanını erkene almak doğru bir yöntem değildir. Yazımızın amacı, bu bölgelerde yaşayan ve Ramazan ayının yaz aylarına denk gelmesi sonucu, uzun günlerde oruç tutmak zorunda kalan Müslümanlar için bu soruna Kur'an'i bir çözüm teklifi sunmaya çalışmak olacaktır.

Uzun günlerde 21 saate varabilen bir oruç zamanına takat yetiremeyecek olanlar için, Kur'an'dan iki tane farklı yol bulmanın mümkün olabileceğini düşünmekteyiz.

                         Allah kişiye ancak gücünün yeteceğini yükler. (Bakara s. 286)

1. yolu, Bakara s. 184. ayetinde geçen وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ cümlesinden çıkarmanın mümkün olabileceğini düşünmekteyiz. يُطِيقُونَهُ kelimesi, oruç tutmaya herhangi sıhhi ve seferi bir engeli olmadığı halde bir takım mücbir sebeplerden dolayı oruç tutmaya gücü yetmeyenleri ifade etmektedir. Örneğin, şoför, fırıncı, tarla amelesi v.s gibi devamlı olarak ağır işlerde çalışan ve sıcak ve uzun vaktinden dolayı oruç tutmakta zorlananlar için fidye vermek gibi bir yolu, Bakara s. 184. ayetindeki bu cümleden çıkarabiliriz.

Yani uzun günlerde oruç tutmakta zorlananlar fidye vermek sureti ile bu görevi yerine getirmiş olacaklardır.

2. yolu ise Bakara s. 184. ve 185. ayetlerinde geçen, hasta ve seferde olanlar için verilen ruhsat üzerinden bulmanın mümkün olabileceğini düşünmekteyiz. Şöyle ki;

Bu ayetlerde kronik bir hastalığı olmayan ve belirli bir süre sonra iyileşecek hastalığı olanlar ve seferde olanların Ramazan ayı sonrasındaki diğer günlerde oruçlarını tutabilecekleri ruhsatı verilmektedir.

Bu ruhsat uzun günlerde oruç tutmak konusu ile nasıl bağdaştırılabilir?.

Uzun günlerde oruç tutmak zorunda kalan bir Müslümanın herhangi bir hastalığı olmasa dahi, bu orucu tutması halinde sağlığını kaybederek hasta olması ihtimalini de göz ardı etmemek gerektiğini düşünmekteyiz.

Bu ihtimali dikkate aldığımızda ise bu kişilerin Ramazan ayı dışında oruç tutabilmeleri söz konusu olabilir. Kış aylarında gündüzlerin daha kısa olması oruç tutmalarını kolaylaştıracağı için, bu kimseler kısa günlerde oruçlarını tutabilir.

Sonuç olarak: Kuzey kutbuna yakın ülkelerde yaşayan ve Ramazan ayının yaz günlerine denk gelmesi sonucu uzun saatler oruç tutmak durumunda olan bazı Müslümanların Mekke saatini iftar vakti olarak tayin etmeleri, doğru bir yöntem değildir. Bu soruna Kur'an içinden iki yol bulmak mümkündür. 1. fidye vermek, 2. kısa günlerde oruç tutmak.

Teklif ettiğimiz bu yöntem, elbette kendi düşüncemiz olup,  fetva niteliği taşımamaktadır. Yazımızın amacı sadece, "Şayet ben böyle bir durumda olsam nasıl bir yol bulabilirdim?" sorusuna aranmaya çalışılan bir cevap sadedindedir.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

11 Temmuz 2019 Perşembe

Süleymaniye Vakfı Mealinde Nur s. 33. Ayetine verilen Anlam Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an, kendi iç bütünlüğünde anlam örgüsüne sahip bir kitap olmasından dolayı, indi düşüncelerini Kur'an'a onaylatmak isteyenlerin ayaklarının tökezleyerek deşifre olmasını sağlamaktadır. Çünkü bu kimseler, bir ayette geçen kelimeyi doğru çevirirken, başka bir ayette geçen aynı kelimeyi, indi düşüncelerini kitaba onaylatmak amacı içinde olduklarından dolayı farklı çevirmek suretiyle, çelişkili bir anlama imza atmaktadırlar.

Bu yazımızda, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan Kur'an mealinde Nur s. 33. ayetine verilen anlam üzerinde durmaya, ön yargılı bir okumanın nasıl bir çelişkiye imza atılmasını sağladığını göstermeye çalışacağız.

Ayetin Arapça metni, ve vakıf tarafından yapılan meali şöyledir: 

وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذِينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحًا حَتَّىٰ يُغْنِيَهُمُ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ ۗ وَالَّذِينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ فَكَاتِبُوهُمْ إِنْ عَلِمْتُمْ فِيهِمْ خَيْرًا ۖ وَآتُوهُمْ مِنْ مَالِ اللَّهِ الَّذِي آتَاكُمْ ۚ وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚ وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَإِنَّ اللَّهَ مِنْ بَعْدِ إِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَحِيمٌ

Evlenme imkânı bulamayanlar, Allah tarafından ihtiyaçları karşılanıncaya kadar kendilerine hakim olsunlar. Eliniz altındaki esirlerden hürriyet sözleşmesi (kitabet) yapmak isteyenlerde bir iyi tutum biliyorsanız sözleşmeyi yapın. Allah’ın size verdiği maldan da onlara verin. Eğer evlenmek isterlerse dünya hayatının geçici menfaatinin peşine düşerek kızlarınızı isyana zorlamayın. Kim onları zorlarsa, zorlanmalarından sonra Allah onları bağışlar, ikram eder.[*] 


 Yapılan mealin altına vakıf tarafından yazılan dipnot ise şöyledir: Yazılan dipnotta


[*] Bakirelerle ilgili müteşâbih âyet:
Şu âyet, evlenecek genç kızlara baskı yapılmasını yasaklamaktadır.
وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَنْ يُكْرِهْهُنَّ فَإِنَّ اللَّهَ مِنْ بَعْدِ إِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَحِيمٌ
“Evlenmek isterlerse kızlarınızı, şu hayatın malını arzu ederek aşırı davranışlara zorlamayın.” (Nur 24/33)
Ayette geçen فَتَيَات = genç kızlar, bakire kızlardır.
إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا (in eredne tehassunen) =evlenmek isterlerse, anlamına gelir.
تَحَصُّنً = tehassun kelimesinin buradaki anlamı muhsana olmaktır. Muhsana, Nisa 4/24. âyette evli,  Nisa 4/25. âyette de namuslu anlamında kullanılmıştır. Gençliğinin baharında olan genç kızlar zaten namuslu olacakları için âyetin anlamı “evlenmek isterlerse” şeklindedir. Bu âyet evlenme ile ilgili olduğundan başka bir anlama çekilmesi imkânsızdır.
Kur'ân, makrû’ (مقروء) = bütünlük ve küme anlamında isim olarak da kullanılır. (Lisan’ul-arab) Kelimenin çoğulu yoktur; tekil için de çoğul için de kullanıldığı için kur’ân = قُرْآن kelimesine “kur’ânlar” diye de anlam verilebilir.
Ayet kümeleri, işlenen konu açısından aralarında benzerlik bulunan ayetlerin, bir araya getirilmesiyle oluşturulur. Küme tamamlanmadan istenen açıklamaya ulaşılamaz. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
Onu kur’ânlar halinde böldük ki insanlar müks içinde iken onu onlara okuyasın. (İsrâ 17/106)
Müks = مُكْث, “durup beklemek” demektir. Ayetlerin açıklamasına ancak bir ilim heyeti birlikte ulaşabilir. İlgili ayetlerden biri de şöyledir:
Bu bir kitaptır ki, ayetleri; bilenlerden oluşan bir topluluk için Arapça kur’ânlar halinde açıklanmıştır. (Fussilet 41/3)
Bu yöntem sahabeden sonra unutulmaya başlandığı için ayetlere verilen meallerde büyük yanlışlar vardır. Buradaki meal, o yanlışlardan biridir.

Yazılan dipnotta geçen "Şu âyet, evlenecek genç kızlara baskı yapılmasını yasaklamaktadır."cümlesi, vakfın ön yargılı bir okumasının örneğini göstermektedir. Çünkü vakıf bu ayetten evlenecek genç kızlara baskı yapılmaması gerektiğini, ayete söyletmeyi amaçlamaktadır.

Vakıf mealinde, ayet içinde geçen فَتَيَاتِكُمْ kelimesinin, "genç kız, bakire kız" anlamına sahip olduğu belirtilmektedir. Aynı kelime Nisa s. 25. ayetinde de geçmekte, fakat aynı kelimeye vakıf Nisa s. 25. ayetinde farklı bir anlam vermektedir.,

Nisa s. 25. ayetine vakıf tarafından verilen anlam şu şekildedir:

Mümin, iffetli ve hür kadınları nikâhlayacak kadar varlıklı olmayanlar, hakimiyetiniz altında olan MÜMİN ESİR KIZLARINIZI nikahlayabilirler. İmanınızı en iyi bilen Allah’tır. Hepiniz birbirinizdensiniz[1*]. Onları (esir kadınları), iffetli /muhsana olmaları, zinadan uzak durmuş ve gizli dostlar edinmemiş olmaları şartıyla onları, ailelerinin[2*] izni ile nikahlayın ve mehirlerini kendilerine, marufa (Kur’an ölçülerine) uygun olarak verin. Evlendikten / muhsana olduktan[3*] sonra da zina etmiş olarak karşınıza çıkarlarsa onlara verilecek ceza, hür kadınlara verilen o cezanın yarısı kadardır[4*]. Bu ruhsat[5*], içinizden zor duruma düşmekten korkanlar içindir. Ama sabretmeniz daha iyi olur. Allah bağışlar ve merhamet eder. 

Mealde altını çizdiğimiz kelimelere dikkat edilirse, Nisa s. 25. ayeti içinde geçen مِنْ فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِcümlesine, vakıf tarafından doğru şekilde "mümin esir kızlarınız" anlamı verilmiştir. Yani فَتَيَاتِكُمُ kelimesi, savaşta ele geçirilen kadın köle veya cariye olarak bildiğimiz bir anlama sahip olarak çevrilmiştir. Fakat aynı kelime Nur s. 33. ayetinde aynı anlamda çevrilmemiş, genç kız anlamı verilerek çevrilmiştir. 

Burada, "Bir kelime bütün ayetlerde aynı anlamda olmak zorunda mı, neden bir ayette farklı bir ayette farklı anlamda kullanılmış olmasın?" şeklinde bir soru sorulabilir. Arapçada bir kelimenin çok anlama sahip olmasından dolayı böyle bir durum elbette mümkündür ve bunun örnekleri Kur'an'da bulunmaktadır. Fakat bahsi geçen kelimenin, bir ayette esir kız, bir ayette genç kız anlamında kullanılmış olması kanaatimizce mümkün değildir. Kelimenin doğru anlamı esir kız yani genellikle cariye olarak bildiğimiz şeklindeki kullanımıdır. Her iki ayette de bu anlamın kullanılması gerekirken, vakıf tarafından yapılan mealde maalesef bunu görememekteyiz.

Peki vakıf neden bu kelime için farklı bir kullanım ihtiyacı duymuştur?. Bu sorunun cevabını dipnotta görmek mümkündür. Yapılan dipnottaki " Şu âyet, evlenecek genç kızlara baskı yapılmasını yasaklamaktadır."cümlesi her şeyi açıklamaktadır. Genç kızlara evlilik konusunda baskı yapılması elbette kabul edilebilir bir durum değildir, ancak bunu zorlamalarla ayetten çıkarmaya kalkmak ise, hiç kabul edilebilir değildir. 

Nur s. 33. ayet içinde kafaları karıştıran bir diğer cümle, cariyelerin yani esir kızların fuhşa zorlanması ile ilgilidir. Cümlenin metni şu şekildedir: وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا

Cümlenin genel olarak yapılan çevirileri ise şu şekildedir:

"Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için, iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın."
 Cümle içinde geçen عَلَى الْبِغَاءِ kelimesi, vakıf tarafından isyan anlamında çevrilmiş olmasına karşın, فَتَيَاتِكُمْ kelimesinin esir kız anlamında kullanılması gerektiğini dikkate aldığımızda, bu kelimenin, kadının kendisi için için belirlenmiş haddi aşmış olmasını ifade eden fuhuş anlamında kullanılmış olması daha isabetli görünmektedir. Çünkü Kur'anda bu şekilde kullanımı görülmektedir. 

الْبِغَاءِ kelimesinin kadın ile birlikte kullanıldığı zaman, kadının iffeti namusu ile ilgili kullanıldığına dair iki ayet örneğini, Meryem suresi içinde görmekteyiz. Bu suredeki ayetlerin mealini yine vakıf mealinden alıntı yaparak vermek istiyoruz.

(Meryem 19/20) --- Meryem dedi ki “Benim nereden çocuğum olacak; bana erkek eli değmedi. Yoldan çıkmış (bağıyyen)biri de değilim.” 

(Meryem 19/28) --- Ey Harun’un[*] kızkardeşi! Baban kötü bir kişi değildir, anan da yoldan çıkmamıştır (bağıyyen).” 

Meallerden de görüldüğü üzere vakıf, ayet içinde geçen bağıyyen kelimesini kadının iffeti namusu ile ilgili bir anlam vererek doğru şekilde çevirmiş, fakat Nur s. 33. ayeti içinde geçen الْبِغَاءِ kelimesini ise, isyan anlamı vererek çevirmiştir. Vakıf, Nur s. 33. ayeti içinde geçen kelimeye de Meryem s. 20. ve 28. ayetleri doğrultusunda bir anlam vermesi gerekirken, isyan anlamı vermiş olması, ön yargılarını ayete söyletmek istemelerinin bir sonucudur. 

Yine bu cümle içinde bulunan وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاءِ إِنْ أَرَدْنَ تَحَصُّنًا لِتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚve ekseriyetle "Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın" olarak çevrilen cümle, eğer bir cariye kendi isteği ile fuhuş yapmak isterse, Kur'an buna müsaade mi ediyor? şeklinde bazı zihinlerde soru işaretlerine maruz kalmaktadır. 

Öncelikli olarak burada sorulması gereken soru, cümlenin çevirisinde herhangi bir sorun olup olmadığı noktasında olmalıdır. Yoksa mevcut mealler üzerinden gidilerek varılan bir sonuç, bizleri tıpkı bu cümlenin çevirisinde olduğu gibi yanlış iddialara ve düşüncelere sevk edebilir. 


Nur s. 33. ayetinin Muhammed Esed tarafından yapılmış olan çevirisinin daha makul olduğunu düşünerek, önce ayetin onun tarafından yapılmış olan çevirisini verecek, daha sonra ayet üzerinden tarihi arka planı okumaya çalışacağız. 

Muhammed Esed: 

Nur s. 33 ---- Evlenmeye imkan bulamayanlar, Allah kendilerine lütfuyla bu imkanı verinceye kadar iffetli davransınlar. Yasal olarak sahip bulunduğunuz kimselerden azatlık sözleşmesi yapmak isteyen olursa, kendilerinde iyi niyet görüyorsanız bu sözleşmeyi onlar için yazın; ve Allah’ın size bahşettiği kendi zenginliğinden onlara (paylarını) verin. Ve eğer evlenerek iffetlerini korumak istiyorlarsa, sakın, dünya hayatının geçici hazları peşine düşerek, (hürriyeti sizin elinizde bulunan) cariyelerinizi fuhşa zorlamayın; kim onları buna zorlarsa, bilsin ki, maruz kaldıkları bu zorlanmadan ötürü, Allah (onları) acıyıp esirgeyecek ve bağışlayacaktır!

Esed tarafından yapılan bu çeviri metnin gerçeğine daha yakın olup, ayet içinde geçen تَحَصُّنًا kelimesine, evlenmek sureti ile namuslu kalmak anlamı verilmiştir.

Kölelik sistemi nuzül dönemi insanlık aleminin bir gerçeği olup, Arap toplumu da bu gerçeği yaşamakta idi. Kadın ve erkek köle edinmek, savaşların bir parçası olup, Kur'an bu gerçeği kabul ederek, bir takım ıslah düzenlemelerine gitmiştir. Nur s. 33. ayeti de bu düzenlemenin bir parçasıdır. Şöyle ki: 

Köle statüsüne sahip olan bir kimse ücretli olarak çalışarak hürriyeti elde etme hakkını kazanabiliyor, cariye olarak bildiğimiz köle kadınlar ise bazı kimseler tarafından fuhuş sektöründe kullanılabiliyordu. Ayet, fuhuş sektöründe kullanılan cariyelerin bu işlerde kullanılmasını, evlenmek isteyenlere mani olunarak fuhuş sektöründe zorla çalıştırılmasını yasaklamaktadır.

Maalesef bir çok mealde yanlış anlamalara yol açabilecek olan "Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın" şeklinde bir çeviri yapılarak, bir çok kimsenin kafasında soru işaretlerinin oluşmasına yol açılmıştır. 

Sonuç olarak: Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan Nur s. 33. ayeti maalesef ön yargılara kurban edilmek istenilmiş, fakat Kur'an kendi iç bütünlüğünde bir anlam örgüsüne sahip olmasından dolayı, vakıf tarafından yapılan bu ayet meali yine kendi yaptıkları diğer ayet mealleri tarafından ret edilmektedir. 

Ayet  içinde geçen فَتَيَاتِكُمْ ve الْبِغَاءِ kelimeleri Kur'an bütünlüğüne riayet edilmemek sureti ile çevrilmiş, fakat vakıf bu hatası ile yine Kur'an tarafından tökezletilmiştir. Kendi yaptıkları meallerden örnekler vererek yaptıkları hatayı ortaya koymaya çalışmış olmamız, vakfın meal çalışmasında dikkatli davranmadığını göstermektedir.

Tavsiyemiz, vakfın ön yargılarını kırması ve yaptıkları ayet meallerinin diğer ayetler ile herhangi bir çelişki arz edip etmediğinin kontrole tabi tutulmasıdır.

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

12 Haziran 2019 Çarşamba

Hud s. 46. Ayeti: Nuh (a.s.)ın Oğlu Zina Mahsulü müydü?

Yazımıza başlık olarak koyduğumuz sorunun, bazı okuyucular tarafından garip karşılanacağını bilmekteyiz. Ancak Nuh (a.s.) kıssasını, eski tefsirlerden okuyanlara bu soru garip gelmeyecektir. Çünkü o tefsirlerde bu doğrultuda yorumların nakledilmiş olduğu görülecek, hatta Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealde, ilgili ayete bu doğrultuda bir meal verilmiş olduğu görülecektir.

İlgili ayetin yorumlarında 3 farklı yaklaşım olduğu, yine bu tefsirleri okuyanlar tarafından görülecektir. Yazımızın konusu bu farklı yaklaşımlar üzerinde olacaktır.

Hud s. 46. ayetinin Arapça metni ve ilgili ayete verilen 3 farklı meal şöyledir: 

قَالَ يَا نُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ ۖ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ ۖ فَلَا تَسْأَلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ ۖ إِنِّي أَعِظُكَ أَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ

1- Dedi ki: "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi Benden isteme. Gerçekten Ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum."

2- (Allah) "Ey Nuh! Kesinlikle o senin ailenden sayılamaz; dolayısıyla bu (bu tarz yaklaşım) doğru olmayan bir davranıştır; bundan böyle, iç yüzünü bilmediğin bir şeyi Benden isteme: Elbet Ben sana cahillerden olmamanı öğütlerim!" dedi.

3- Allah dedi ki " Bak Nuh! O, senin ailenden değildir. O uygunsuz bir iş ürünüdür. Bilmediğin şeyi bana sorma. Kendini bilmezlerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum".

1. sıradaki meal örneği, Nuh (a.s.) ın oğlunun inkarcı bir kişi olduğunu merkeze alarak yapılan, ve birçok meal yapıcısı tarafından kabul gören bir meal örneğidir. 2. sıradaki meal örneği, Nuh (a.s) ın Allah (c.c.) ye karşı yapmış olduğu isteğin yanlış olduğunu merkeze alarak yapılan örneğidir. 3. sıradaki meal örneği ise, Nuh (a.s.) ın oğlunun zina mahsulü olduğunu merkeze alarak yapılan meal örneğidir. Bizim, bu meal örneklerin birisi doğru diğeri yanlıştır gibi bir iddiamız olmamakla birlikte, hangi mealin daha isabetli olabileceği konusunda görüşlerimizi paylaşmaya gayret edeceğiz. 

İlgili ayette farklı yorumların oluşmasına yol açan cümle, ayet içindeki إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ cümlesidir. Kur'an ile hemhal olanların karşısına çıkan en büyük sorunlardan bir tanesi, Kur'an içindeki herhangi bir ayetin, farklı kişiler tarafından yapılan tefsir ve meallerinin birbirinden farklı olmasıdır. Bu farklılıkların birçok sebebi olmakla birlikte, Arap dilinin gramatik yapısından kaynaklanan kıraat farklılıkları ve kişilerin sahip oldukları Kur'an algılarının bu konuda büyük rol oynadığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Kur'andaki herhangi bir ayetin çeviri ve yorumunda göz önünde tutulması gereken en önemli hususlardan bir tanesi de, o ayetin Arap dilindeki karşılığının ilgili ayetin öncesi ve sonrası, ve Kur'an'ın bütünlüğü ile uyum sağlamasıdır. Kıraat farklılıklarından veya farklı Kur'an algılarından doğan okumalar, herhangi bir ayete birden farklı anlam verilmesine sebep olmakta, bu durum ise okuyucunun kafasında hangi yorumun doğru olduğu konusunda soru işareti oluşturmaktadır. Yukarıdaki cümle bu duruma bir örmek olup, hangi yorumun daha isabetli olabileceğini ilgili kıssanın bütünü üzerinden giderek anlamaya çalışacağız. 

Hud s 25- 49. ayetleri arasında anlatılan Nuh kıssasının kısaca özeti şöyledir: Putlara tapan kavmini uyarmak için gönderilen Nuh (a.s.), yıllarca bu görevini yerine getirmeye gayret etmiş fakat başarılı olamamıştır. Allah (c.c.) ona bir gemi yapmasını ve gemiye hayvanlardan birer çift ile ailesi ve kendisine inananları bindirerek tufan başlayınca yola çıkmasını emreder. 

Bu emri verirken 37. ayetteki "zalimler konusunda bana başvurma, çünkü onlar kesinlikle boğulacaklardır." emri, إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ   cümlesinin isabetli anlamını tespit etmekte bize yol gösterecektir. Geminin hareket etme zamanı geldiğinde ailesine dahil olan oğlu gemiye binmeyi ret eder ve suda boğulur. Bunun üzerine 45. ayette Nuh (a.s.) Allah'a şöyle nida eder: "Ey Rabbim, oğlum ailemin bir bireyi idi, senin vaadin de gerçektir ve sen kesinlikle hüküm verenlerin en yerinde hüküm verenisin."

Nuh (a.s.) ın bu nidasının cevabını 46. ayette görmekteyiz. Fakat ayet içindeki إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ cümlesinin çeviri ve yorumlarında farklılık görmekteyiz. Cümledeki إِنَّهُ kelimesi tefsirciler tarafından şu şekilde yorumlanmaktadır: Bir kısım tefsirci, kelimeyi Nuh (a.s.) ın oğluna raci ederek , onun gemiye binmeyi ve iman etmeyi ret etmekle kötü bir iş yaptığı şeklinde yorumlamakta, diğer bir kısım tefsirci ise kelimeyi Nuh (a.s.) ın sözüne raci ederek, senin bu isteğin uygun olmayan bir istektir şeklinde yorumlamaktadır. 

Biz, cümledeki إِنَّهُ kelimesini, Nuh (a.s.) oğluna raci ederek yorumlayanların daha isabetli olduğunu kanaatindeyiz şöyle ki: Nuh (a.s.) ın oğlu babasının bütün ısrarlarına rağmen gemiye binmeyi ret ederek, sığındığı dağın kendisini boğulmaktan kurtaracağını iddia etmiştir. Onun bu iddiası, aynı zamanda babasına iman etmediğini de göstermektedir. Bu noktada ayet içinde geçen "ehl" kelimesi önem kazanmaktadır.

Ehl; Kendilerini bir kan bağının, nesebin, inancın, dinin, evin, ülkenin, sanatın bir araya getirdiği kimseler ile ilgili olarak kullanılan bir kelimedir. Hud s. 40. ayeti içinde geçen ehleke (aileni) kelimesi, bir kan bağının nesebin bir araya getirdiği kimseler anlamında kullanılırken, 46. ayette ise inancın dinin bir araya getirdiği kimseler anlamında  kullanılmıştır. Nuh kıssasının anlatıldığı Enbiya s. 76. ve Saffat s. 76. ayetlerine baktığımızda ehl kelimesinin, kan bağı nesep anlamında değil, aynı inancı paylaşan insanlar ile ilgili kullanıldığını görebiliriz. 

Dolayısı ile Allah (c.c.) Nuh (a.s.) a hitaben إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ buyurmakla, oğlunun onunla aynı inancı paylaşmadığını beyan etmektedir. Bu cümle içindeki إِنَّهُ kelimesinin, Nuh'un oğlu anlamında kullanılmış olması, 46. ayet içinde ikinci kez geçen kelimenin yine Nuh'un oğlu anlamında kullanılmış olması şeklinde yapılan yorumları güçlendirmektedir. Dolayısı ile, Allah (c.c.) Nuh (a.s.) a hitaben إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍbuyurmakla, onun oğlunun inkarcılığına işaret etmektedir. 

Gelelim tefsirlerde nakledilenNuh (a.s.) ın oğlunun zina mahsulü olduğu şeklindeki yorumlara:

Tetkik etme imkanı bulduğumuz meallerde, Süleymaniye Vakfı tarafından yapılan mealde bu doğrultuda bir çeviri yapıldığını yukarıda belirtmiş, Vakıf tarafından yapılan meali yukarıda 3. sıradaki meal örneği olarak vermiştik. Vakıf tarafından verilen dipnotta ise bu görüşün Taberiye ait olduğu belirtilerek Tahrim s. 10. ayete atıf yapılmaktadır. Taberi tefsirinin Tahrim s. ile ilgili olarak yapılan, Türkçeye Hisar yayınları tarafından yapılan çevirisinin 8. cilt 360. sayfasında ise şunlar yer almaktadır:

"Abdullah b. Abbas'a göre kocalarına ihanet ettikleri beyan edilen Hz Nuh ve Hz Lut'un ihanetleri dini meselelerdendir. Başka hususta değildir. Zira hiçbir peygamberin hanımı ahlaksızlığa düşmemiştir. Burada Hz Nuh'un karısının ihaneti onun kafir olması ve Nuh'u delilikle suçlamasıdır. Lut'un karısının ihaneti Lut'un gizlediği misafirler, Lutilik yapan ahlaksızlara bildirmesidir.

Görüldüğü üzere Taberi tefsirinin Türkçeye yapılan çevirisinde Vakfın iddia ettiği gibi bir görüş bulunmamaktadır. Şayet Vakıf bu görüşünü Tahrim s. 10. ayete dayandırarak kendi indi görüşleri olarak ortaya koymuş olsa dahi, ilgili ayette Nuh'un karısının zinaya saptığına dair herhangi bir delil yine bulunmamaktadır. Ayrıca Taberi'nin Hud suresi tefsirinde Nuh kıssası ile ilgili ayetlerde bu konuda herhangi bir görüş bulunmamaktadır. Vakfı böyle bir anlam vermeye yönelten noktanın ayet içinde geçen "ehl" kelimesinin sadece kan bağı anlamı dikkate alınmış olması olduğunu düşünmekteyiz. Vakıf şayet Kur'an bütünlüğünü dikkate almış olsaydı Enbiya ve Saffat surelerinde geçen "ehl" kelimesinin, inanç bağı anlamında kullanılmış olduğunu görerek, bu yönde yapılan bir mealin isabetsiz olacağı kanaatine varabilecekti.

Not: Yazımızda Taberi tefsirinin Türkçe tercümesinde vakıf tarafından iddia edilen görüşün olmadığı yönünde bir ifademiz olmuştu. Taberi tefsirinin Arapçasında Hud s. 46. ayeti ile ilgili tefsirde, böyle bir görüş ifade edilmiş olmakla birlikte, bu görüş Taberi'ye ait değil, başka kişilerin ortaya attığı bir görüş olarak tefsirde yazmaktadır. Taberi'nin kendisi bu görüşte olmadığı gibi, bu görüşün yanlış olduğunu savunmaktadır. Vakıf dipnotunda "Taberi tefsirinde bunun zina mahsulü olduğu yazılı" şeklinde bir ifad,e sanki bu görüşü Taberi savunuyormuş gibi bir durum oluşturmaktadır. Vakfın bu dipnotu, "Taberi tefsirinde bu yönde görüşler yazmaktadır" şeklinde değiştirmesi daha gerçekçi olacaktır.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR. 

6 Mayıs 2019 Pazartesi

Nahl s. 61. ve Fatır s. 45. Ayetlerinde Geçen "Min Dabbetin" Kelimesinin Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Elimizde bulunan Kur'an çevirilerinin bir çoğunda karşımıza çıkan sorunların başında, ilgili ayete verilen anlamın Kurân bütünlüğü ile çelişmesi gelmektedir. Bu çelişkinin bir nedeni ise, ayet içindeki  herhangi bir kelimenin sahip olduğu anlamlardan hangisinin ayet metni ve Kur'an bütünlüğüne uygun olabileceğinin dikkate alınmamasıdır. 

Bu yazımızda ele almaya çalışacağımız Nahl s. 61. ve Fatır s. 45. ayetlerinin çevirilerinde karşımıza çıkabilecek olan bir sıkıntı, söylemek istediğimizin daha net anlaşılmasını sağlayacaktır. Konumuz ile ilgili ayetlerin metni ve çevirileri şöyledir.

Nahl s. 61. ayeti:

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً ۖ وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ

Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, orada hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.

Fatır s. 45. ayeti:

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلَىٰ ظَهْرِهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِعِبَادِهِ بَصِيرًا

Allah insanları işlediklerine karşılık hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde bir canlı bırakmaması gerekirdi. Ama onları belli bir süreye kadar erteler. Süreleri gelince gereğini yapar. Doğrusu Allah kullarını görmektedir. 

Her iki ayete bakıldığında ortak noktanın, Allah (c.c) nin insanları yaptıkları zulümler nedeniyle hemen cezalandırmayarak onları belirli bir süreye kadar ertelemesi olduğu görülecektir.

Peki bu ayetlerdeki çeviri problemi nedir?.
Bu ayetlerdeki çeviri problemi her iki ayette geçen  مِنْ دَابَّةٍ kelimesine ayet bütünlüğüne uygun bir şekilde anlam verilmemesidir. Tetkik etme imkanı bulduğumuz tüm çevirilerde bu kelimenin CANLI anlamı verilerek çevrildiğini gördük. Ayete verilen bu anlam her ne kadar Dabbe kelimesinin anlamına uygun olmuş olsa da, dikkatli bir meal okuyucusunun kafasında bir takım soru işaretleri oluşmasına sebebiyet verecektir. Şöyle ki...

Ayet içinde geçen Dabbe kelimesinin karşılığı olan Canlı anlamı, insan dahil yeryüzündeki bütün mahlukatı içine almaktadır. Ayetlerde geçen Dabbe kelimesine Canlı şeklinde verilen anlam, insan haricinde olan mahlukatın ne gibi bir zulüm işleyerek helak olmayı hak edebilecekleri sorusunu beraberinde getirecektir. Halbuki İnsan haricinde olan hiç bir varlık yaptıkları yüzünden Allah indinde sorumlu olmayacaktır. Yani sadece insan, yaşamında yaptıklarından sorumlu tutulacak ve hesap gününde cennet veya cehennem ile ödüllendirilecektir.  

Allah (c.c) insana akıl vererek ona yaşamında bir takım sorumluluklar vermiştir. Fakat hayvanlar böyle değildir. Allah (c.c) onlara herhangi bir sorumluluk yüklememiştir. Onlar sadece fıtri melekeleri ile hareket ederler ve bu hareketleri neticesinde günah veya sevap kazanmazlar. Dolayısı ile Kur'an'ın odak kavramlarınlarından olan Zulüm, onlar için geçerli bir kavram olmayıp, sadece insan için geçerlidir, ve yaptığı zulüm neticesinde dabbe cinsinden olan varlık grubuna dahil olan insanlar zulümleri nedeniyle azabı hak ederler.

Ayetlerin başına dikkat ettiğimizde her iki ayette de النَّاسَ (insanlar) kelimesinin olduğunu görürüz. Dabbe kelimesine verilecek anlamda maalesef meallerde bu nokta  göz önüne alınmayarak, kelimenin en geniş anlamı verilmiştir. Halbuki bu ayet içinde geçen Dabbe kelimesi anlam daralmasına uğramış, yeryüzünde gezen dabbe cinsinden olan sadece zalim insana has bir anlam kazanmıştır.

Bu noktayı dikkate alarak ilgili ayetlerdeki مِنْ دَابَّةٍ kelimesine verilen CANLI anlamı yerine, İNSAN anlamı vermek daha uygun olacaktır. 

Nahl s. 61 ----Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, orada hiçbir insan bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.

Fatır s. 45 ----Allah insanları işlediklerine karşılık hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde bir insan bırakmaması gerekirdi. Ama onları belli bir süreye kadar erteler. Süreleri gelince gereğini yapar. Doğrusu Allah kullarını görmektedir.

Burada, "Peki Allah (c.c) neden مِنْ دَابَّةٍ kelimesi yerine النَّاسَ kelimesini kullanmadı?"şeklinde bir soru gelebilir. Buna da Enfal s. 22. ve 55. ayetlerinden cevap verebiliriz.

[008.022]  Şüphesiz Allah katında canlıların (eddevabbi) en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.

[008.055]  Allah katında, canlıların (eddevabbi) en kötüsü kâfir olanlardır. Çünkü onlar iman etmezler.

Enfal suresindeki bu ayetlere baktığımızda, inkarcı insanların Dabbe kelimesinin çoğulu ile ifade edilmiş olduğunu görmekteyiz. Yani bu ayetlerde geçen Dabbe kelimesi anlam daralmasına uğrayarak, sadece inkarcı insan için kullanılmıştır. Meal yapıcıları bu ayetleri dikkate alarak Nahl s. 61. ve Fatır s. 45. ayetlerine anlam vermiş olsalardı, daha isabetli bir ayet çevirisi yapabilmeleri mümkün olurdu.

Sonuç olarak: Kur'an meali yapabilmek için Arap dilini bilmekten önce, Kur'an bütünlüğüne hakim olma şartı gelmektedir. Bütünlüğe dikkat edilmeden yapılan meal çalışmalarının bir çok hata ve çelişkiye sahip olduğu ret edilmez bir gerçektir. Kur'an bütünlüğüne vakıf olmayan bir meal yapıcısı, kelimelerin Arap dilinde belki doğru anlamını verebilir, fakat bu anlam ilgili ayet içinde bazı sıkıntılara yol açabilir. Yazımızda bu noktaya dikkat çekmeye çalıştık.

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

Allah, insanları zulümleri yüzünden helâk etseydi yeryüzünde yürür bir tek mahlûk kalmazdı, fakat onlara azâp etmeyi mukadder bir zamâna tehîr etti; vakitleri gelince de ne bir an geri kalırlar, ne bir an önce gelip çatar o mukadder vakit.

25 Şubat 2019 Pazartesi

NİSA SURESİ MEALİ

1- Ey insanlar, sizi bir tek nefisten* yaratan, ondan da eşini yaratan, ve o ikisinden (yeryüzüne) birçok erkekler ve kadınlar yayan, Rabbinizden korunun. O'nun adına birbirinizden istekte bulunduğunuz Allah'tan, ve yakınlık bağlarını koparmaktan (dolayı gelecek olan azaptan) korunun. Hiç şüphesiz ki Allah sizin üzerinizde gözcüdür.

*İnsanın yaratılış öyküsü Kur'an'dan öğrendiğimize göre Adem ile başlamaktadır. Adem, yaratılan ilk insan değil, insanın yaratıldığı öz'ün somut hale getirilerek edebi bir üslüp dahilindeki anlatımıdır. Eşinin ondan yaratılması ise kadın ve erkek cinsinin aynı öz'den yaratıldığının beyan edilmesidir. Klasik anlatımla önce Adem, sonra onun kaburga kemiğinden eşi yaratılmış değildir. 

2- Yetimlerin, (muhafaza etmekle yükümlü olduğunuz) mallarını (zamanı geldiğinde onlara geri) verin. (Onların sahip olduğu) Değerli olan (mallar)ı, (sizin sahip olduğunuz) değersiz olan (mallarınız) ile değiştirmeyin. Onların mallarını, kendi mallarınıza katarak yemeyin. Şüphesiz ki bu büyük günahtır.

3- (Mallarını muhafaza etmek ile yükümlü olduğunuz kız) Yetimlerin haklarını (nikah çağına geldiklerinde onları nikahlayarak) adaletli bir şekilde koruyamamaktan endişe ederseniz, (onları nikahlamak yerine) size helal olan (yetim olmayan hür) kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın. Eğer (çok eşlilikte de eşler arasında) eşit davranamayacağınızdan endişe ederseniz (hür olan) bir eş, veya sağ ellerinizin sahip olduğu (savaş esiri cariye) kadını nikahlayın. Bu (şekilde yapılan bir evlilik), eşitlikten sapmamanıza daha yakındır.

4- (Nikahladığınız) kadınların mehirlerini gönül hoşluğu ile verin. Eğer kendi istekleriyle ondan size bir şey bağışlarlarsa, onu afiyetle iç huzuru ile yeyin.

5- Allah'ın sizi başına geçirdiği (yetimlere ait olan) mallarınızı, (o malı idare edemeyecek) yeteneksiz (yetim) lere vermeyin. (O malların geliri ile) onların rızkını ve giyimini karşılayın. Onlara güzel söz söyleyin.

6- Yetimleri nikah çağına ulaşıncaya kadar (mallarını idare edip edemeyecekleri konusunda)  denemeye tabi tutun. Eğer onlardan yana bir kabiliyet görürseniz, mallarını kendilerine teslim edin. Büyüyecekler diye o malları aceleyle aşırılıkla yemeyin. İhtiyaç sahibi olmayan iffetli davranarak (o malı yemekten) kaçınsın. Fakir olan ise güzel ve uygun bir biçimde yesin. Mallarını onlara teslim ettiğiniz zaman yanlarında şahit bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter.

7- Anne baba ve yakınların geriye bıraktığında, erkekler için hisse vardır. Anne baba ve yakınların geriye bıraktığında kadınlar, için de hisse vardır. Az veya çok olsun bu uygulanması kesin hükümdür.

8- Hisse dağılımı esnasında, (kendilerine miras düşmeyen) yakınlar, yetimler ve çaresizler de hazır bulunuyorlarsa, onları da ondan yararlandırın. Onlara güzel söz söyleyin.

9- Arkalarında kendilerini koruyamayacak soy bıraktıkları takdirde (onların akıbetlerinden) endişe edenler, (kendilerine miras düşmeyen yakınlara, yetimlere, çaresizlere) haksızlık etmekten korksunlar. Allah'tan sakınsınlar, onlara doğru söz söylesinler.

10- Yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenler, ancak ve ancak karınlarına ateş yiyorlar. Onlar yakında alevli ateşe dayanak olacaklar.

11- (Miras konusunda) Allah size çocuklarınız hakkında erkeğe iki kadın payı emrediyor. Eğer (ölenin erkek çocuğu olmaz) kadınlar ikinin üzerinde ise, bırakılan malın üçte ikisi onlarındır. Eğer (mirasçı) tek kadın ise, (mirasın) yarısı onundur. (Ölen kişinin) çocuğu varsa anne ve babası için her birine altıda bir vardır. Eğer (ölen kişinin) çocuğu yoksa ve ona anne babası mirasçı oluyorsa, annesine (mirastan) üçte bir vardır. Eğer (ölen kişinin) kardeşleri varsa, annesine (mirastan) altıda bir vardır. (Bu paylaşım ölen kişinin) yaptığı vasiyetten ve (ödenmesi gereken) borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size menfaat bakımından daha yakın olduğunu siz bilemezsiniz. (Bunlar) Allah tarafından verilen uygulanması kesin hükümdür. Hiç şüphesiz ki Allah bilendir doğru hüküm verendir. (*)

(*) Ayette özellikle kadınlara mirastan verilmesi gereken paylara dikkat çekilmektedir. Ayetin nazil olduğu zaman ve mekan şartları göz önüne alındığında, kadınların mirastan pay alamıyor olması önemli bir ayrıntı olup, ayet ile kadınlara mirastan pay verilmesi gerektiği, kesin hükme bağlanmaktadır.

12- Eşlerinizin eğer çocukları yoksa, bıraktığının yarısı sizindir. Eğer onların çocukları varsa yaptığı vasiyetten ve (ödenmesi gereken) borçtan sonra dörtte biri sizindir. Sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. Eğer çocuğunuz varsa bıraktığınızın sekizde biri, yaptığınız vasiyetten ve (ödenmesi gereken) borçtan sonra onlarındır. Eğer erkek veya kadına anne baba ve çocukları olmadığı halde varis olunuyor, onun da erkek veya kız kardeşi bulunuyor ise, onlardan her birine altıda bir pay vardır. Eğer kız ve erkek kardeşler birden fazla iseler, vasiyetten ve (ödenmesi gereken) borçtan sonra zarara uğratılmaksızın üçte birine ortak olurlar. Bunlar Allah'tan bir emirdir. Allah bilendir cezalandırmakta acele etmeyendir.

13- Bu hükümler Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse, onu ölüm görmemek üzere kalacakları altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. İşte bu büyük kurtuluştur.

14- Kim Allah'a ve elçisine isyan eder, onun sınırlarını aşarsa, onu ölüm görmemek üzere kalacağı ateşe girdirir. Hor ve hakir edici azap onadır.

15- Kadınlarınızdan (birbirleriyle) fuhuş yaptığı gerekçesi ile karşınıza gelenlerin suçunun sabit olması için, şahitlik yapacak dört kişi getirin. Eğer bunlar (kadınlar aleyhinde) şahitlik ederlerse, o kadınları ölene, veya  Allah onlara tevbe yolu açarak ıslah oluncaya kadar  evlerde toplumdan uzak halde tutun.

16- İçinizden (birbiriyle) fuhuş yapan iki erkeğin ikisine de, bu çirkin fiili terk etmeleri için gerekli olan sert önlemleri alın. Eğer itaatle dönerler ve durumlarını düzeltirlerse o ikisine uyguladığınız sert önlemlerden vazgeçin. Hiç şüphesiz ki Allah (cezalandırmaktan) dönendir bağışlayandır.

17- Allah'ın (cezalandırmamayı) üzerine aldığı dönüş, ancak ve ancak o kimseler içindir ki, bilmeden bir kötülük (livata) yapıp, ölüm anı gelmeden önce(*)  (itaatle) dönerler. İşte Allah'ın, (cezalandırmaktan)döneceği kimseler bunlardır. Allah bilendir doğru hüküm verendir.

(*) Ayet içinde geçen garibin kelimesine, "ölüm anı gelmeden önce" anlamı verme sebebimiz, ayetin 18. ayet ile olan bağını koparmamak içindir.

18- Kötü işleri (livata) yapan bir yaşam sürerek ölüm anı geldiğinde "Ben şimdi döndüm" diyen kimselerin, inkarcı olarak ölenlerin dönüşü de (kabul) değildir. Onlara acı veren azap hazırladık.

19- Ey inananlar, kadınları miras olarak zorla almanız size helal değildir. Onlara verdiğinizin bir kısmını geri almak için, apaçık bir hayasızlık işlemedikleri müddetçe onlara baskı da yapmayın. Onlarla iyi ve güzel ve uygun bir şekilde geçinin. Şayet onlardan hoşlanmayacak olursanız, sizin hoşunuza gitmeyen bir şeyde Allah, çokça hayır kılmış olabilir.

20- Eğer bir eşi bırakıp yerine başka bir eş almak isterseniz, bırakacağınız eşinize kantar kantar (mehir) vermiş olsanız bile, ondan hiçbir şey almayın. Verdiğinizi iftira atarak ve apaçık bir günah yüklenmiş olarak mı alacaksınız?.

21- Verdiğinizi nasıl geri alırsınız?, birbiriniz ile cinsel ilişki kurdunuz, onlar sizden (haklarını gözetme hususunda) kesin söz almışlardı.

22- Kadınlardan, babalarınızın nikahladıklarını nikahlamayın. Ancak geçmişte yapılanlar hariçtir (sorumluluk yoktur). Şüphesiz ki o  hayasızlık, iğrenç ve kötü bir yoldur.

23- Sizlere analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek  kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kızkardeşleriniz(halen sizin ile nikahlı olan) kadınlarınızın anneleri, kendileri ile cinsel birliktelik kurmuş olduğunuz kadınlarınızın sizin himayenizde bulunan üvey kızlarınız (ile nikahlanmak) haram kılındı. Eğer anneleri ile cinsel birliktelik kurmamışsanız (onları nikahlamakta) size bir günah yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri, iki kız kardeşi de (aynı anda nikah altında) birlikte bulundurmak ta (size haram kılındı). Ancak geçmişte yapılanlar hariçtir (sorumluluk yoktur). Hiç şüphesiz ki Allah bağışlayandır merhamet edendir.

24- Kadınlardan sağ ellerinizin altında bulunan (savaş esiri olarak alınmış kadın)lar hariç, evli olanlar ile de (nikahlanmanız haram kılındı). (Bunlar) Allah'ın sizin üzerinize yazdığı hükmüdür. Bunların dışında kalanlar ise, iffetli ve zinadan kaçınanlar olmanız şartıyla mallarınız ile (onların nikah bedellerini vererek nikahlanmak) istemeniz size helal kılındı. (Size helal kılınan) bu kadınların hangilerinden faydalandıysanız onlara belirlediğiniz nikah bedellerini verin. Nikah bedelinin belirlenmesinden sonra karşılıklı rıza ile kararlaştırdığınız (erkeğin bedeli arttırması veya kadının bedelin bir kısmından bağışlaması) miktarda size bir günah yoktur. Allah bilendir doğru hüküm verendir.

25- Sizden, hür mü'min kadınlarla maddi imkansızlıklar sebebiyle nikahlanamayanlar, sağ ellerinizin altında bulunan mü'min cariyelerinizi nikahlasın. Allah sizin imanınızı çok iyi bilmektedir. Hepiniz birbirinizdensiniz. Öyleyse iffetli, zinadan kaçınan ve gizli dost tutmamış olmaları şartıyla, onları velilerinin izni ile nikah bedellerini güzel ve uygun bir ölçüde vererek nikahlayın. Evlendikleri zaman eğer zina suçu ile gelecek olurlarsa, onların cezası hür mü'min kadınlara verilen cezanın yarısıdır. Bu (cariye ile evlenme izni) sizden günaha düşme korkusu duyan içindir. Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlayandır merhamet edendir.

26- Allah size (helal ve haramı) açıklamayı, (aynı hükümler ile muhatap olan) sizden öncekilerin yoluna iletmeyi, ve size (ceza vermekten) dönmeyi istiyor. Allah bilendir hükmünde isabet edendir.

27- Allah size (ceza vermekten) dönmeyi istiyor. Düşkünlüklerine uyanlar ise, sizin doğru yoldan tamamen sapmanızı istiyor.

28- Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek istiyor. İnsan zayıf yaratılmıştır. 

29- Ey inananlar, mallarınızı aranızda doğru olmayan yollarla değil, karşılıklı rızaya dayanan ticaret ile yeyin. Birbirinizi de(meşru bir sebep olmadan) öldürmeyin. Şüphesiz ki Allah size karşı merhametlidir.

30- Kim düşmanlık ve haksızlıkla böyle yaparsa, yakında biz onu ateşe dayanak yapacağız. Bunu yapmak ise Allah'a  kolaydır. 

31- Yasaklandığınız büyük günahlardan uzak durursanız, kötü işlerinizi örter ve sizi değerli bir yere girdiririz.

32- Allah'ın sizi kiminizi kiminizden üstün kıldığı şeylere tamah etmeyin. Erkekler için kazandıklarından bir hisse, kadınlar için de kazandıklarından bir hisse vardır. Allah'ın lütfundan isteyin. Hiç şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir.

33- Anne baba ve yakınların bıraktığından, hak sahipleri tayin ettik. (Hukuken mirasçı olmaya hakkı olmadığı halde)yemin ile sözleşme yaptığınız (mirastan hisse verilmesi sözü verilen) kimselere de hisselerini verin. Hiç şüphesiz ki Allah her şeye şahittir.

34- Erkekler, Allah'ın kiminizi kiminizden üstün kılmış olmasından, ve (ailesinin geçimini temin için) mallarından harcama yapmalarından dolayı, kadınlar üzerinde koruyucu, gözetici ve yöneticidir. (Aile birliğini ve toplumu) bozucu olmayan kadınlar, itaatten ayrılmayan, Allah'ın ( kendi haklarını) korumasına mukabil görünmeyeni (avret mahallerini) koruyan kadınlardır. Aile birliğini zedeleyecek aykırı davranışlarda bulunmasından endişe ettiğiniz kadınlara (bu tür davranışları terk etmesi konusunda) öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın, (bunlara rağmen hala aykırı davranışlara devam edecek olurlarsa) onları dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onlara karşı bu tedbirleri uygulamaya devam etmeyin. Hiç şüphesiz ki Allah yücedir  büyüktür.

35- Eğer karı kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, erkek tarafından doğru hüküm veren bir kişiyi, kadın tarafından da doğru hüküm veren bir kişiyi (karı kocanın arasını düzeltmeleri için) tayin edin. Tayin edilen bu iki kişi, eğer karı koca arasının düzelmesini isterlerse, Allah karı kocanın arasını uzlaştırır. Hiç şüphesiz ki Allah bilendir haberdar olandır.

36- Allah'a kulluk edin, hiçbir şeyi ona ortak olarak koşmayın. Anne babaya, yakınlara, yetimlere, çaresizlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolda kalana, sağ ellerinizin altında olanlara iyilik edin. Hiç şüphesiz ki Allah kendini beğenmiş övüneni sevmez.

37- Onlar ki cimrilik ederler, insanlara da cimri olmayı telkin ederler, Allah'ın kendi lütfundan onlara verdiklerini gizlerler. İnkarcılar için hor ve hakir edici azap hazırladık.

38- Onlar mallarını insanlara gösteriş olsun diye sarfederler. Allah'a ve  ahiretin gününe inanmazlar. Şeytan her kime arkadaş olmuş ise, o ne kötü bir arkadaştır.

39- Ne olurdu onlar, Allah'a ve ahiretin gününe inanmış, ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiklerinden (gösteriş yapmak yerine) hayır yolunda infak etmiş olsalardı?. Allah onların yaptıklarını bilendir.

40- Hiç şüphesiz ki Allah zerre kadar yanlış yapmaz. Eğer bir iyilik olursa onu kat kat artırır, ve kendi katından büyük mükafat verir.

41- Her topluluğa bir şahit getirdiğimiz, seni de şunların üzerine şahit getirdiğimiz zaman halleri nasıl olacak?.

42- O gün inkarcılar ve elçiye isyan edenler, yerle bir olmayı temenni edecekler, hiçbir haberi de Allah'tan gizleyemeyecekler.

43- Ey inananlar, sarhoş iken söylediğinizi bilene,  cünüp iken yolculuk haliniz müstesna olmak üzere, yıkanıncaya kadar, namaza yaklaşmayın. Eğer hasta, sefer halinde, veya biriniz tuvaletten gelmiş, veya kadınlar ile cinsel ilişkide bulunmuş, fakat su bulamadıysanız, temiz toprağa yönelip yüzlerinize ve ellerinize sürün. Hiç şüphesiz ki Allah affedendir bağışlayandır.

44- Kendilerine kitaptan bir pay verilen (Yahudi) leri görmedin mi?, (doğru yolu bedel olarak vererek) yanlış yolu satın alıyorlar, ve sizin de doğru yoldan, yanlış yola sapmanızı istiyorlar.

45- Allah düşmanlarınızı çok iyi bilmektedir. (Onlara karşı) sahip çıkan koruyucu olarak size Allah yeter, yardım edici olarak da size Allah  yeter.

46- Yahudilerden bir kısmı, kelimeleri olması gereken anlamlarından, işlerine gelen anlamlara çeviriyorlar. Dillerini eğip bükerek ve dine dil uzatarak, "işittik ve isyan ettik, (bu isyanımızı) işit işitemez olasıca" ve "raina" diyorlar. Eğer onlar, "işittik ve itaat ettik, (bu itaatimizi) işit, ve bizi gözet" demiş olsalardı, onlar için daha hayırlı ve sağlam bir davranış olurdu. Ancak Allah onları inkarları yüzünden imandan uzaklaştırmıştır, bundan dolayı pek azı inanır.

47- Ey kitap verilmiş (Yahudi)ler, bir takım yüzleri silip enselerine çevirmezden*, veya onları Cumartesi yasaklarını çiğneyenleri lanetlediğimiz gibi lanetlemezden önce, beraberinizde olanı doğrulayıcı olarak indirdiğimize inanın. Allah'ın (helak) emri (her zaman) yerine gelmiştir. 

(*) Doğru yolu bir daha bulamayacak bir şekilde saptırmazdan, türlü türlü mahrumiyet ve zilletlere uğratmazdan önce. (Kurtubi)

48- Hiç şüphesiz ki Allah, kendisine ortak koşulmasını (hesap gününde) bağışlamaz. Bundan aşağı olan (günahlar)ı dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa ona iftira ederek büyük bir günah kazanmış olur.

49- Kendilerini temize çıkaran (Yahudi ve Hristiyan)ları görmedin mi?. Oysa Allah dilediğini temize çıkarır. Onlar (hesap gününde) hurma çekirdeği lifi kadar olsa dahi haksızlığa uğratılmazlar.

50- Bak (kendilerini temize çıkarmak sureti ile) Allah üzerine  nasıl yalan uyduruyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter.

51- 52- Kendilerine, (yaşamlarını tanzim etmeleri için) kitaptan bir hisse verilmiş olan (Yahudi)leri görmedin mi?, Put ve Tağut'a* inanıyorlar da, o inkarcılar için "Bunlar inananlardan daha doğru yoldadır" diyorlar. İşte bunlar Allah'ın imandan uzaklaştırdığı kimselerdir. Allah'ın imandan uzaklaştırdığı kimse için bir yardımcı bulamazsın.

*Allah'ın yetki alanını ihlal ederek o yetkiyi kendisinde gören

53- Yoksa onların yetki ve tasarruf hakkından bir payları mı var?. Yetki ve tasarruf ellerine geçtiklerinde bunlar insanlara bir zırnık dahi vermezler.

54- Yoksa onlar Allah'ın kendi lütfundan insanlara verdiklerini çekemiyorlar mı?. Oysa biz İbrahim ailesine kitap ve doğruyu yanlıştan ayırma yeteneği verdik. Onlara büyük güç ve yönetim hakkı verdik.

55- Onlardan (Yahudiler) ona (İbrahim'e) inanan da var, onun yolundan dönen de var. Onlara cehennemin alevli ateşi yeter.

56- Ayetlerimize karşı inkarcı olanları, yakında ateşe yaslandıracağız. Derileri her ne zaman pişip yandığında, azabı tatsınlar diye yanan derilerini başka derilerle değiştireceğiz. Hiç şüphesiz ki Allah, kendisine karşı galip gelinemeyendir doğru hüküm verendir.
 
57- İnanan ve bozuculuğa mani olmaya yönelik filler işleyenleri ebedi olarak ölüm görmemek üzere kalacakları altlarından nehirler akan cennetlere girdireceğiz. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları koyu gölgeye girdireceğiz.

58- Hiç şüphesiz ki, Allah size emanetleri ehline teslim etmenizi, insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman adaletle hüküm vermenizi emrediyor. Hiç şüphesiz ki, Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. Hiç şüphesiz ki Allah işitendir görendir.

59-  Ey inananlar, Allah'a itaat edin, elçiye ve sizden olan yöneticiye itaat edin. Bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, eğer Allah'a ve ahiretin gününe inanıyorsanız onun çözümünü Allah'a ve elçisine götürün. Böyle yapmanız hayırlı ve sonucu bakımından daha güzeldir.

60- Sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını iddia etmekte olanları görmedin mi?.  Onlar,  aralarında Tağut'un* hüküm vermesini istiyorlar. Halbuki onu inkar etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan onları derin sapkınlıkla saptırmak istiyor.

 *Allah'ın yetki alanını ihlal ederek o yetkiyi kendisinde gören.

61- Onlara, "(Aranızda hüküm vermesi için)Allah'ın indirdiğine ve elçiye gelin denildiği zaman, o iki yüzlülerin senden büsbütün uzaklaşıyor olduğunu gördün.

62- Kendi elleri ile sundukları yüzünden musibete uğradıkları zaman halleri nasıl olacak?. (İşte böyle olacak) "Biz iyilik ve ara bulmaktan başka  bir şey istemedik" diye Allah'a yemin ederek sana geldiler.

63- İşte onlar, kalplerinde olanı Allah'ın bildiği kimselerdir. Onları (şimdilik) cezalandırmaktan vazgeç, onlara öğüt ver, onlara ulaşmayı kolaylaştıracak söz söyle.

64- Hiç bir elçiyi Allah'ın izni ile itaat edilmekten başka bir amaçla göndermedik. Onlar kendilerine yanlış yaptıklarında, sana gelip Allah'tan bağışlanma isteselerdi, elçi de onlar için bağışlanma isteseydi, Allah'ı (cezalandırmaktan) dönen  ve bağışlayan olarak bulacaklardı.

65- Hayırr Rabbine andolsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem olarak tayin etmedikçe, sonra senin kararına içlerinde hiç bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle uymadıkça inanmış olmazlar.

66- Şayet onlara canlarınızı (yolumuzda) feda edin, yurtlarınızdan (savaşmak için) çıkın diye yazmış olsaydık  (farziyet yükleseydik), bu emrimizi az bir kısmından başkası yerine getirmezdi. Eğer onlar verilen öğüdü yerine getirselerdi, haklarında daha hayırlı ve sağlam bir hareket olurdu.

67- Ve o zaman biz de onlara katımızdan büyük mükafat verirdik.

68- Ve onları dosdoğru bir yola kılavuzluk ederdik.

69- Kim Allah'a ve elçiye itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendisine nimet verdiği nebiler, doğrulayanlar, gerçeğe yaşamları ile örnek olanlar, bozuculuğu önleyenler ile beraber (aynı akıbeti paylaşacaklar)dır. Onlar ne güzel arkadaştır.

70- Bu, Allah'tan bir lütuftur. Bilen olarak Allah yeter.

71- Ey inananlar, (düşmanınızdan) korunma tedbirinizi alın. Küçük birlikler halinde veya toplu halde savaşa çıkın.

72- İçinizden geri kalanlar vardır. Başınıza (kötü bir) şey isabet ettiğinde "Allah bana lütfetti de (iyi ki) onlarla beraber değildim" dedi.

73- Ama size Allah'tan bir lütuf isabet ettiğinde ise, sizin ile onun arasında sanki sevgi bağı yokmuş gibi  kesinlikle " keşke onlarla beraber olaydım da büyük başarıyı bende elde etmiş olsaydım"  der.

74- O halde dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah'ın yolunda savaşsın. Kim Allah'ın yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona yakında büyük mükafat vereceğiz.

75- Size ne oluyor ki; Allah'ın yolunda ve, "Rabbimiz bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize sahip çıkacak koruyacak olan birini tayin et, katından bize yardım edici birini tayin et"  diyen, erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan (oluşan) zayıf bırakılmışların yolunda savaşmıyorsunuz?.

76- İnananlar Allah'ın yolunda savaşırlar. İnkar edenler ise Tağut'un* yolunda savaşırlar. Öyleyse siz şeytanın sahip çıkan koruyucuları savaşın. Şüphesiz ki şeytanın tuzağı zayıftır.

*Allah'a ait yetki alanını ihlal ederek  o yetkiyi kendisinde gören.

77- Kendilerine "(şimdilik) Savaştan ellerinizi çekin, üzerinize yüklenen her türlü kulluk görevini ayakta tutun, maddi ve manevi arınmayı yerine getirin" denilmiş olan kimseleri görmedin mi?. Ne zaman ki üzerlerine savaş (farz olarak) yazıldı, onlardan bir grup, insanlardan Allah'ın korkusu gibi hatta daha şiddetli bir korku duyarak "Rabbimiz niye savaşı üzerimize (farz olarak) yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değilmiydin" dediler. De ki: "Dünyanın faydası azdır, ahiret ise korunan kimse için hayırlıdır. Siz kıl kadar haksızlığa uğratılmasınız".

78- Her nerede olursanız ölüm size ulaşır, velev ki sağlam kalelerde olsanız bile. Eğer onlara bir iyilik isabet etmiş olsa, "bu Allah katındandır" derler. Eğer onlara bir kötülük isabet etmiş olsa, "bu senin yüzündendir" derler. De ki: " hepsi Allah katındandır".  Şunlara ne oluyor ki söz anlamaya yanaşmıyorlar?.

79- İyilikten sana değen Allah'tandır, kötülükten sana değen ise kendindendir. Seni insanlara elçi olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.

80- Kim elçiye itaat ederse, Allah'a itaat etmiştir. Kim yüz çevirirse, biz seni onların başına gözcü göndermedik.

81- (Senin yüzüne karşı) "itaat" diyorlar. Senin yanından ayrıldıklarında ise onlardan bir grup geceleri, sana söylediklerinin tersine planlar kurdu. Allah onların geceleri kurmakta oldukları planları kaydediyor. Onlar (ı cezalandırmaktan) dan (şimdilik) vaz geç, Allah'a güven, güvenilen olarak Allah yeter.

82- Onlar Kur'an'ı hiç derinlemesine düşünmüyorlar mı?. Şayet o Allah'tan başkasının katından olmuş olsa idi, kesinlikle onda pek çok tutarsızlık bulurlardı.

83- Onlara güven veya korkudan bir haber geldiği zaman onu hemen yaydılar. Eğer onu (yaymadan önce) elçiye veya içlerinden üst yetkililere götürmüş olsalardı, onlardan haberlerden doğru sonuç çıkarabilenler onu mutlaka bilirlerdi. Eğer Allah'ın sizin üzerinize lütfu ve rahmeti olsaydı pek azınız hariç şeytana uymuştunuz.

84- O halde sen Allah'ın yolunda savaş. Kendinden başkasından sorumlu tutulmazsın. İnananları da (savaşa) teşvik et. Allah'ın inkarcıların şiddetini bu şekilde kırması umulur. Allah, şiddeti en ağır ibretlik cezası da en ağır olandır.

85- Kim güzel bir işe öncülük ederse, ona bu öncülükten dolayı bir hisse vardır. Kim kötü bir işe öncülük ederse, ona da bu öncülükten dolayı günah yükü vardır. Allah her şeyin karşılığını verendir.

86- Bir selamla selamlandığınız zaman, ondan daha güzeli ile veya aynısıyla selam verin. Şüphesiz ki Allah her şeyin hesabını görücüdür.

87- Allah, ondan başka (yarattıkları üzerinde yetki ve tasarruf sahibi) ilah yoktur. Sizi mutlaka kalkış gününe toplayacaktır bunda şüphe yoktur. Sözü Allah'tan daha doğru olan kimdir?.

88- Size ne oluyor ki iki yüzlüler hakkında (farklı düşünen) iki gruba ayrıldınız?. Oysa Allah onları kazandıkları yüzünden gerisin geri (küfre) döndürmüştür. Allah'ın saptırdığını siz mi doğru yola iletmek istiyorsunuz?. Allah kimi saptırırsa ona asla bir yol bulamazsın.

89- Kendileri inkarcı oldukları gibi, sizin de inkarcı olup onlarla bir olmanızı istediler. Allah'ın yolunda hicret etmedikleri sürece, onlardan sahip çıkan koruyucular edinmeyin. Eğer (hicretten) yüz çevirecek olurlarsa onları  bulduğunuz yerde tutun ve öldürün. Onlardan ne bir koruyucu destekçi ve ne de bir yardımcı edinmeyin.

90- Ancak sizinle onlar arasında kesin sözleşme bulunan bir topluluğa sığınanlar, veya sizinle veya kendi toplulukları ile savaşmaktan göğüsleri daralmış olarak size gelenler hariç. Eğer Allah dileseydi onları size musallat ederek sizinle savaşırlardı. Eğer sizden uzak durarak savaşmazlar ve barış teklif ederlerse, artık Allah onların aleyhine size bir yol bırakmamıştır.

91- Diğer bir kısmını da, hem sizden hem de kendi topluluklarından güvende olmak istiyor olarak bulacaksın. Her ne zaman fitneye geri döndürülmek istenseler ona hemen balıklama dalarlar. Eğer sizden uzak durmaz, barış teklif etmezler ve ellerini sizden çekmezlerse onları  bulduğunuz  yerde yakalayın ve öldürün. İşte onlara karşı size açık yetki verdik.

92- Bir inananın başka bir inananı, hata ile olması dışında öldürmesi asla olamaz. Kim bir inananı hata ile öldürdü ise bir inanan köleyi serbest bırakması ve (öldürdüğü kişinin) ailesine bağışlamaları hariç diyet ödemelidir. Eğer (hata ile öldürülen) inanan olmakla birlikte, size düşman bir topluluktan ise, inanan bir köleyi serbest bırakmalıdır. Eğer (hata ile öldürülen) sizinle onlar arasında kesin sözleşme bulunan bir topluluktan ise, ailesine diyet ödemeli ve inanan bir köleyi serbest bırakmalıdır. Bunu bulamayan ise, Allah'tan bir dönüş olarak arka arkaya iki oruç tutmalıdır. Allah bilendir doğru hüküm verendir.

93- Kim bir inananı kasten öldürürse onun (ahiretteki) karşılığı ölüm yüzü görmemek üzere cehennemde kalmasıdır. Allah ona gazap ve lanet etmiştir, ona büyük azap hazırlamıştır. 

94- Ey inananlar, Allah'ın yolunda (savaşa) çıktığınızda (karşı karşıya geldiğiniz durumu) iyi araştırın. Size selam verene dünya hayatının geçici menfaatini arayarak "Sen inanan değilsin" demeyin. Allah'ın katında çok ganimet vardır. Siz de önceden öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu. Öyleyse iyi araştırın. Hiç şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.

95- İnananlardan, geçerli mazereti olmadığı halde (savaşa çıkmayıp) oturanlar ile, Allah'ın yolunda malları ve canları ile çaba gösterenler, bir değildir. Allah, malları ve canları ile çaba gösterenleri oturanlara karşı derece bakımından üstün kılmıştır. Her iki gruba da güzellik vaat etmiş olsa da, çaba gösterenlere oturanlara göre büyük mükafat vardır. 

96- Kendisinden dereceler bağışlama ve rahmet vardır. Allah bağışlayandır merhamet edendir.

97- Şüphesiz ki melekler, kendilerine karşı yanlış yapanların canlarını aldıklarında onlara " Durumunuz neydi?" dediler. (Onlar) "Biz yeryüzünde güçten düşürülmüşlerdendik" dediler. (Melekler) "Allah'ın arzı geniş değil miydi? orada hicret etseydiniz ya" dediler. İşte onların barınakları cehennemdir. Orası ne kötü varış yeridir.

98- Ancak erkekler, kadınlar, çocuklardan (hicret etmeye) güçleri yetmeyen ve yol bulamayanlar hariç.

99- İşte onlar, Allah'ın onlardan affetmesi (vaz geçmesi) umulur. Allah affedendir bağışlayandır.

100- Kim Allah'ın yolunda hicret ederse, gidecek çok yer ve bolluk bulur. Kim evinden Allah'a ve elçisine hicret için çıkar da sonra ona ölüm ulaştıysa, onun karşılığı Allah'a düşmüştür. Allah bağışlayandır merhamet edendir.

101- Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, inkarcıların size karşı bir kötüye düşürmesinden korkarsanız, namazdan kısaltma yapmanızda bir günah yoktur. Şüphesiz inkarcılar sizin için apaçık düşmandır. 

102- Sen onların içlerinde olduğun ve onlara namaz (kıldırmak) için kalktığın zaman, onlardan bir grup seninle beraber kalksın ve silahlarını alsınlar. Secde ettikleri zaman (diğer grup) arkanızda olsunlar. Sonra namazı kılmamış olan diğer grup gelerek seninle beraber namazı kılsınlar, tebbirlerini ve silahlarını alsınlar. İnkarcılar istedi ki, silahlarınızdan ve eşyanızdan habersiz olasınız da üzerinize aniden saldırsınlar. Eğer yağmurdan bir sıkıntı veya hasta olursanız silahlarınızı bırakmanızda size bir günah yoktur. Tedbirinizi alın. Şüphesiz Allah inkarcılar için hor ve hakir edici azap hazırladı.

103- Namazı bitirdiğiniz zaman Allah'ı, oturmuş, ayakta ve yanlarınız üstü yatar vaziyette olduğunuz halde (yani savaşırken bile her durumda) hatırlayın. Güvene kavuştuğunuzda namazı tam kılın. Şüphesiz namaz inananlar üzerine vakitli yazılmıştır.

104- (Düşmanınız olan) o topluluğu arayıp takip etmekte gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı duyuyorsanız, şüphesiz ki onlar da sizin gibi acı duyuyorlar. Siz Allah'tan, onların ummadıkları (ahiret nimetleri) nı umuyorsunuz. Allah bilendir doğru hüküm verendir.

105- Şüphesiz ki sana kitabı, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hüküm vermen için doğruları içeren bilgi olarak indirdik. Hainler (i savunmak) için çekişen olma.

106- Allah'tan bağışlama iste. Allah bağışlayandır merhamet edendir.

107- Kendilerine hainlik edenlerden yana savunuculuk yapma. Allah hainliği yol edinen günahkarı sevmez.

108- İnsanlardan gizleyebilirler de Allah'tan gizleyemezler. O, razı olmadığı konuşmayı geceleri planlarlarken onlarla beraberdi. Allah onların yapmakta olduklarını kuşatmıştır.

109- Hadi siz dünya hayatında onlardan yana savunuculuk yaptınız, ya kalkış gününde Allah'a karşı kim onlardan yana savunuculuk yapacak ya da kim onların güvenileni olacak?.

110- Kim bir kötülük veya kendisine karşı yanlış yapar da sonra Allah'tan bağışlama dilerse, Allah'ı bağışlayan merhamet eden olarak bulur.

111- Kim bir günah kazanır ise, onu ancak kendisi için kazanır. Allah bilendir doğru hüküm verendir.

112- Kim bir kusur ya da günah kazanır, sonra onu bir başkasının üzerine atarsa, kesinlikle bir iftira ve apaçık günah yüklenmiştir.

113- Allah'ın senin üzerindeki merhameti olmasaydı, onlardan bir grup kesinlikle seni saptırmaya yeltenmişti. Onlar birbirlerinden başkasını saptıramazlar. Sana hiç bir şekilde zarar veremezler. Allah sana kitabı ve doğruyu yanlıştan ayırma kabiliyetini bahşetmiş, bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın senin üzerindeki lütfu büyüktür.

114- Onların gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur. Ancak sadakayı veya iyiliği veya insanlar arasını düzeltmeyi konuşan hariç. Kim bunu Allah'ın rızasını aramak için yaparsa, biz ona yakında büyük mükafat vereceğiz.

115- Kim kendisine doğru yol açıkça belli olduktan sonra, elçiye muhalefet eder, inananların yolundan başka bir yola uyarsa, onu yüzünü döndüğü yere çevirir, (sonunda) cehennem (ateşin)e dayanak yaparız. Orası ne kötü varış yeridir.

116- Şüphesiz ki Allah ona ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun aşağısında olanı dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa derin sapkınlıkla sapmıştır.

117- Onlar, Allah'ın aşağısından olan, hiç bir güce sahip olmayandan başkasına dua etmiyorlar. Onlar azgın şeytan'dan başkasına dua etmiyorlar.

118- 119- Allah ona lanet etmiştir.  O da (buna karşılık) "Kesinlikle kullarından belirli bir kısmını kendi tarafıma alacağım, onları kesinlikle saptıracağım, boş hayallere kapılmalarını sağlayacağım, onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar, onlara emredeceğim de Allah'ın yaratışını değiştirecekler" dedi. Kim şeytan'ı Allah'ın aşağısından sahip çıkan koruyucu edinirse apaçık zarara uğramıştır.

120- Onlara vaadde bulunuyor, boş hayallere kapılmalarını sağlıyor. Şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vaad etmiyor.

121- İşte onların barınakları cehennemdir. Ondan kaçacak yer de bulamayacaklar. 

122- İnanan ve bozuculuğa mani olmaya yönelik fiiller işleyenleri ebedi olarak orada ölüm görmemek üzere kalacakları altlarından nehirler akan cennetlere girdireceğiz. Bu Allah'ın gerçek vaadidir. Sözce Allah'tan daha doğru kim vardır?.

123- (Bu vaad) ne sizin hayallarinize, ne de kitabın (Tevrat ve İncil) ehlinin hayallerine göre değildir. Kim bir kötülük yaparsa onunla karşılıklandırılır. Kendisine Allah'ın aşağısından ne sahip çıkan koruyucu ne de yardım edici bulamaz.

 124- Erkek veya kadından her kim bozuculuğu önlemeye yönelik fiiller işlerse, onlar cennete gireceklerdir. Onlara zerre kadar yanlışlık yapılmaz.

125- O kimseden din bakımından daha güzel olan kimdir?, ki o küfür ve şirkten arınmış olarak benliğini Allah'a teslim etti ve bozulmamış fıtrat sahibi olarak İbrahim'in inancına uydu. Allah İbrahim'i dost edindi.

126- Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Allah her şeyi kuşatmıştır.

127- Senden kadınlar hakkında açıklama istiyorlar. De ki : Onlar hakkındaki açıklamayı Allah  yapıyor. Kendileri için yazılmış (miras haklarını) vermeyip nikahlamak istediğiniz kadınların yetimleri, çocuklardan güçsüzler ve yetimlere adaleti ayakta tutmanız hakkında size kitapta okunan (ayetler) var. Hayırdan ne işlerseniz Allah onu bilendir.

128- Eğer bir kadın, kocasının aile birliğini zedeleyecek aykırı davranışlarından veya kendisine yüz çevirmesinden korkacak olursa, karı ve kocanın aralarındaki anlaşmazlıkları çözmeye çalışmalarında her ikisine de günah yoktur. Anlaşmazlıkları çözmeye çalışmak hayırlıdır. Nefisler bencilliğe meyyal kılınmıştır. İyilik eder ve korunursanız, Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.

129- Kadınlar arasında eşitlik sağlamaya ne kadar istekli olursanız olun, buna asla güç yetiremezsiniz. Bütün ilginizi bir kadına verip diğerini askıdaymış gibi bırakmayın. Eğer (aralarındaki)  bozulmayı önler ve korunursanız şüphesiz Allah bağışlayandır merhamet edendir.

130- Eğer ayrılacak olurlarsa Allah her birine geniş lütfundan vererek ihtiyaçtan beri kılar. Şüphesiz Allah lütfu geniş olandır doğru hüküm verendir.

131- Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Sizden önce kitap verilmiş olanlara da, size de "Allah'tan korunun" diye tembihledik. Eğer inkar ederseniz şüphesiz ki göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Allah ihtiyaç sahibi olmayandır övgüye layık olandır.

132- Göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır. Güvenilen olarak Allah yeter.

133- Dilerse sizi ortadan kaldırır da yerinize başkalarını getirir ey insanlar. Allah her şeye gücü yetendir.

134- Kim dünyanın karşılığını isterse, dünyanın ve ahiretin karşılığı Allah'ın katındadır. Allah işitendir görendir.

135- Ey inananlar, Allah için adaleti ayakta tutan şahitler olun, velev ki kendiniz, anne babanız ve yakınlar aleyhine dahi olsa. Zengin de fakir de olsa, Allah her ikisine de daha yakındır. Keyfi arzunuza uymayın (dillerinizi) eğip büker veya (şahitlikten) yüz çevirirseniz şüphesiz ki Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.

136- Ey inananlar, Allah'a, elçisine, ve elçisine indirdiği kitaba, önceki indirdiği kitaba inanın. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını ve ahiretin gününü inkar ederse, derin sapkınlıkla sapmıştır.

137- Onlar ki inandılar sonra inkar ettiler, sonra inandılar sonra (yine) inkar ettiler, sonra da inkarlarını artırdılar. Allah onları ne bağışlacak, ne de doğru yola iletecek değildir.

138- İki yüzlülere müjdele, onlara acı veren azap vardır.

139- Onlar ki inananların berisinden inkarcıları sahip çıkan koruyucu ediniyorlar. Yoksa gücü onların yanında mı arıyorlar?,. Şüphesiz bütün güç Allah'ındır.

140- O, size Kitap'ta şunu indirmiştir: Allah'ın ayetlerini, onlar inkar ediliyor ve onlarla alay ediliyor olarak işittiğiniz zaman, artık o alay edenlerle, onlar başka bir söze dalıncaya kadar beraber oturmayın. Oturduğunuz  takdirde siz de onlar gibi olursunuz. Şüphesiz ki Allah iki yüzlüleri ve inkarcıları hep birlikte cehennemde toplayacaktır.

141- Onlar sizi gözetleyip dururlar. Eğer size Allah'tan bir zafer vaki olduğunda, "Biz sizinle beraber değilmiydik?" dediler. Eğer inkarcılar için bir pay vaki olduğunda ise, "Size karşı galebe çalabilecek gücümüz olduğu halde inananlardan korumadık mı?" dediler. Allah, kalkış gününde aranızda hükmedecektir. Allah inkarcılara, inananlara karşı bir yol açmayacaktır.

142- Şüphesiz iki yüzlüler (güya) Allah'ı aldatıyorlar, O da onların cezasını vermektedir. Namaza kalktıklarında üşene üşene kalkmaktadırlar, insanlara karşı gösteriş yaparlar, Allah'ı da çok az hatıra getirirler.

143- Onlar (İnananlar ve inkarcılar) arasında yalpalayıp dururlar. Ne onlara, ne de onlara karşı  net bir duruş sergilemezler. Allah kimi saptırırsa ona asla bir yol bulamazsın.

144- Ey inananlar, inkarcıları inananların berisinden sahip çıkan koruyucular edinmeyin. Allah'a sizin aleyhinize apaçık bir kanıt vermek mi istiyorsunuz?.

145- Şüphesiz iki yüzlüler ateşten en aşağıdaki tabakadadır. Onlar için bir yardım edici asla bulamazsın.

146- (İtaatle geri) Döndükleri, bozuculuğu terk ettikleri, Allah'a sarıldıkları, dinlerini Allah'a has kıldıkları takdirde hariç. İşte onlar inananlarla beraberdir. Allah inananlara yakında büyük mükafat verecektir.

147- Şükrettiğiniz ve inandığınız takdirde Allah size azap edip te ne yapsın?. Allah şükrün karşılığını verendir bilendir.

148- Allah, sözün kötü olanını açıkça söylenmesini sevmez. Kendisine yanlış yapılmış olan birisinin bu yanlışı açıkça söylemesi hariç.

149- Bir iyiliği açığa vurur veya onu gizlerseniz veya size yapılan kötülüğü affederseniz şüphesiz Allah affedendir güçlüdür.

150- Onlar ki, Allah'ı ve elçilerini inkar ediyorlar, Allah ile elçilerinin arasını ayırmak istiyorlar, bazısına inanırız bazısını da inkar ederiz diyerek, bu ikisi arasında bir yol tutmak istiyorlar.

151- İşte bunlar, gerçek inkarcılar bunlardır.  İnkarcılar için hor ve hakir edici azap hazırladık.

152- Onlar ki, Allah'a ve elçilerine inandılar, onlardan hiç birisinin arasını ayırmadılar. Onlara mükafatları yakında verilecektir. Allah bağışlayandır merhamet edendir.

153- Kitabın ehli senden üzerlerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Bundan daha büyüğünü Musa'dan istemişler, "Bize Allah'ı açıkça göster" demişlerdi. Bu yanlışı yapmalarından ötürü onları yıldırım çarpmıştı. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra buzağıyı (ilah) edinmişlerdi. Buna rağmen bu suçlarını cezalandırmaktan vaz geçtik, ve Musa'ya apaçık yetki verdik. 

154- Tur'u üzerlerine kaldırarak kesin sözleşme yaptık. Onlara, " (şehrin) kapı(sın)dan  kibir ve gurur göstermeden Allah'a teslim olmuş olarak girin, cumartesi hakkında aşırılık yapmayındedik. Onlardan ağır kesin söz aldık. 

155- Kesin sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri, nebileri haksız yere öldürmeleri, "Kalplerimiz senin bizi çağırdığın şeye karşı muhafazalıdırdemeleri nedeniyle -ki hayır öyle değil, Allah onların (kalpleri) üzerine damga vurmuştur- (onları lanetlemiştir). Azı dışında inanmazlar. 

156- Bir de inkarları ve Meryem'e büyük iftira demeleri...

157- "Allah'ın elçisi Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" demeleri (yüzünden onları lanetlemiştir). Oysa onu öldüremediler de asamadılar da, ancak (öldürdükleri) onlara (İsa'ya) benzetildi. Bu hususta ihtilaf edenler, ondan yana şüphe içindedirler. Onlar için bu hususta zanna uymak dışında bilgi yoktur. Kesin olarak onu öldürmediler.

158- Hayır, Allah onu kendisine yükseltti. Allah kendisine karşı galip gelinemeyendir doğru hüküm verendir.

159- Kitabın ehlinden kimse yoktur ki (kendisinin) ölümünden önce ona inanmasın. Kalkış gününde o onların aleyhlerinde şahit olacaktır.

160- Yanlış yapmaları, birçoklarını Allah'ın yolundan çevirmeleri yüzünden, Yahudilerden olanlara önceden helal kılınan temiz şeyleri haram kıldık.

161- Bir de, ondan yasaklandıkları halde faiz almaları, insanların mallarını doğru olmayan yolla yemeleri (yüzünden). Onlardan inkarcı olanlara acı veren azap hazırladık.

162- Ancak onlardan ilimde derinleşenler ve inananlar, sana indirilene ve senden önce indirilene,  inanan, üzerine yüklenen her türlü kulluk görevini ayakta tutan, maddi ve manevi arınmayı yerine getiren, ahiretin gününe inananlar, işte onlara büyük mükafat vereceğiz.

163- Nuh'a ve ondan sonraki nebilere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlara, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a, Süleyman'a vahyettik. Davud'a Zebur'u verdik.

164- Daha önce sana anlattığımız elçilere ve sana anlatmadığımız elçilere de (vahyettik). Allah Musa ile onun kulağı ile işitebileceği şekilde konuştu.

165- Müjdeleyici ve korkutucu elçiler olarak... ki elçiler (tebliğ ettik) den sonra insanların inanmamalarına sebep olarak (hesap gününde) Allah'a karşı bir delilleri olmasın. Allah kendisine galebe çalınamayandır, hükmünde isabet edendir.

166- Ancak, Allah sana indirdiğine şahitlik eder. Onu ilmiyle indirmiştir. Melekler de buna şahitlik ederler. Şahit olarak Allah yeter.

167- Şüphesiz inkar eden ve Allah'ın yolundan çevirenler, derin sapkınlıkla sapmışlardır.

168- Şüphesiz inkar eden ve yanlış yapanlar... Allah onları ne bağışlayacak ne de yola iletecek değildir.

169- Ancak orada ebedi olarak ölüm yüzü görmemek üzere kalacakları cehennem yoluna (iletecektir). Bu da Allah'a göre kolaydır.

170- Ey insanlar, elçi size Rabbinizden gerçeği getirmiştir. O halde kendi hayrınıza olarak inanın. Eğer inkar ederseniz, göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Allah bilendir, hükmünde isabet edendir.

171- Ey kitabın ehli, haklı bir neden olmaksızın dininizde aşırı gitmeyin. Allah'a karşı gerçek olandan başkasını söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih yalnız ve yalnız, onun Meryem'e ulaştırdığı (ol dediği) kelimesi, ve kendisinden canlılık kazandırdığı Allah'ın elçisidir. O halde Allah'a ve onun elçilerine inanın, "üçtür" demeyin, kendi hayrınıza olarak buna son verin. Allah ancak ve ancak tek ilahtır O çocuk sahibi olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanlar onundur. Güvenilen olarak Allah yeter.

172- Mesih, Allah'a kul olmaktan asla kaçınmaz, yakınlaştırılmış melekler de(kaçınmazlar). Kim O'na kulluktan kaçınır ve büyüklük taslarsa, onların hepsini yakında kendisine toplayacaktır.

173- İnanan ve bozuculuğu önleyici fiiller işleyenlere gelince, onların mükafatlarını tastamam verecek, lütfundan daha da artıracaktır. Kaçınan ve büyüklük taslayanlara gelice ise, acı veren azapla onları azaplandıracaktır. Onlar kendileri için Allah'ın aşağısından ne koruyucu sahip çıkan ne de yardım eden bulamayacaklardır.

174- Ey insanlar size Rabbinizden sağlam olan kanıt geldi. Size apaçık aydınlatıcı indirdik.

175- Allah'a inanan ve O'na sarılanlara gelince, onları kendisinden bir rahmete ve lütfa girdirecek, onları kendisine (giden) doğru yola kılavuzluk edecektir.

176- Senden açıklama istiyorlar. De ki: Kelale (babası ve çocuğu olmayan) hakkındaki açıklamayı  Allah size yapıyor. Eğer bir kimse ölür, onun da çocuğu yok kız kardeşi varsa bıraktığının yarısı kız kardeşinindir. Eğer ölen kız kardeş olursa onun da çocuğu yoksa erkek kardeş ona varis olur. Eğer iki kız kardeş varis olduysa bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer mirasçılar erkek ve kadın kardeşler ise, erkek için iki dişi payı kadar vardır. Allah size saparsınız diye açıklıyor. Allah her şeyi bilendir.