25 Şubat 2012 Cumartesi

Hakkı Yılmaz'ın "Kur'anda Meryem " Adlı Makalesi Üzerine Tenkidi Bir Yaklaşım

Bu yazımızda sayın Hakkı Yılmaz'ın "Kur'anda Meryem" adı altında yazmış olduğu makalesinin üzerinde durmak istiyoruz. Makaleye geçmeden yazının başlığı hakkındaki çekincelerimizi paylaşmadan geçemeyeceğiz. "Kur'anda .........." başlığı  ile yazılan kitap veya makalenin sahibi bu başlığı atmakla , "kur'an bu konu hakkında bunu söylüyor" şeklinde bir iddianın sahibidir, halbuki , "Kur'anda .........."başlayan  ve iki ayrı kişi tarafından yazılmış  kitap veya  makalede isim aynı olmasına rağmen birbirine 180 derece zıt düşünceler mevcut olabilmektedir.

Her iki kitap hem Kur'anda........diyecek hemde birbirine 180 derece ters düşünce bulunacak ve bu iki kitap veya makalenin ikisi de doğru olacak bunun imkansız olduğu olduğu ortadadır. Acizane tavsiyemiz odur ki, Kur'an hakkında herhangi bir düşünce beyan edecek olanların kendi düşüncelerini, "Kur'an böyle diyor" şeklinde ifade etmekten çok , "Benim bu konu hakkında Kur'andan anladığım bunlardır" şeklinde ifade etmeleridir. Bu tavsiye girişinden sonra, sayın yazarın konu hakkındaki makalesi ile ilgili düşüncelerimizi belirtmeye çalışalım. 


Sayın yazar yazısına " Meryem ve İsa peygamber insanların üzerinde en çok ihtilaf ettikleri, tartıştıkları şahsiyetlerin başında gelir."diyerek başlamakta bizimde katıldığımız ,konu ile ilgili tek sağlam bilginin kur'an olduğunu belirterek yazısına ,Meryem sözcüğünün anlamı ve ailesi ile ilgili bilgiler ile  devam etmektedir. "Meryem olgusunu kur'andan izleyelim" başlığı altında, al-i imran s. 32-37. ve 42-51. ayetlerinin mealini verir. Al-i imran s. 46. ayetine , "Yüksek mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da." şeklindeki mealin yanlışlığını daha sonraki başlıklardada ele alınacağı için orada ele alacağız.  


Sayın yazar, "Meryemin cinsiyeti" adlı açtığı başlıkta meryemin çift cinsiyetli olduğunu yazarak şöyle devam etmektedir. " Ali Imran’daki bu pasajda Rabbimizin “Hâlbuki Allah onun doğurduğu şeyi daha iyi bilir” buyurması, aslında Meryem’in kız olmadığının da bildirilmesidir." diyen sayın yazar , Al-i İmran suresi 36. ayetinin başındaki " felemma vadaethe" (onu doğurduğunda) cümlesini diyen Allah c.c nin "he" dişil zamirini , neden kız olmayan biri için  kullanmasının izahını nasıl yapacaktır?

Meryemin , 37. ayette "Bunun üzerine Rabbi Meryem'i güzel bir kabul ile kabul etti. Ve onu güzel bir bitki olarak bitirdi.”"" ifadesinden Meryemin bir bitki gibi yetiştirildiğini bitkiye benzetilmediğini dolayı ile meryemin normal bir insan olmadığı çıkarımını yapmaktadır. Çıkarımına delil olarak sunduğu nuh s. 17. deki "Ve Allah sizi yeryüzünde bitki olarak bitirdi" ifadesinden bütün insanlarında anamaddesinin toprak olduğu , ancak Al-i İmran s. 42. ayetindeki "Allahın onu seçip temizlemesi ve alemlerin kadınlarından üstün tutmasını" meryemin özel bir kadın olarak yetiştirildiğinin delili değil midir? . Nuh s. 17. ayetindeki, " Vallahu enbeteküm minel ardı nebaten"( Allah sizi yeryüzünde bitki olarak bitirdi ) ayeti ile al-i imran s. 37. ayetindeki "enbeteha nebaten hasenen" (onu güzel bir bitki olarak bitirdi) ayetleri arasındaki "Hasenen" ( güzel) kelimesi Meryemin bütün insanların arasından seçilmişliğinin farkını anlatır , aksine sayın yazarın "Meryem'in daha sonra erkeksiz hamile kaldığı da göz önüne alınırsa, bitki özelliğinde olması onun tıpkı çiçekli bitkilerin çoğunda görüldüğü gibi " erselik" yapıda olduğu, yani vücudunda hem erkek hem dişi üreme organı bulunduğu ihtimalini ortaya çıkarır." iddiasını anlatmaz.  


43. ayetteki, " Verkaii mearrakiine" ( ruku edenlerle birlikte ruku et) cümlesindeki "errakıine" kelimesinin müzekker olmasından hareketle Meryemin çit cinsiyetli olmasından ötürü erkekler arasında erkeklerin görevini aldığı ve yaptığı anlatılmaktadır demektedir. Sayın yazar kur'anda bazı ayetlerde örneğini gördüğümüz gramer kurallarına uymayan bazı ayetler hakkında ne diyecektir , müzekker olması gereken yerde müennes , müennes olması gereken yerde müzekker zamiri kullanılan bazı ayetler kur'anda mevcuttur ve örnek olarak şu ayetleri sıralayabiliriz

---"Ellezine yerisunel firdevse hum fihe halidune" ( onlarki firdevse varis olacaklar ve orada ebedi kalacaklar) 23/11  ayetteki "firdevse" kelimesi müzekker olmasına rağmen bu kelime için "he" müennes zamiri kullanılmıştır.  

---"ve alallahi gasdüssebili ve minhe cairun ve lev şae lehedaküm ecmain" ( yolun doğrusu Allahındır .yolun eğriside vardır.Allah dileseydi hepinizi doğru yola eriştirirdi) ayetindeki " sebil" kelimesine müzekker olduğu halde" he " müennes zamiri dönmektedir.
Yusuf s. 30. ayetinde ki ," ve gale nisvetün" ( kadınlar dediler ki) "gale " kelimesi müfred müzekker bir kelime iken " nisvetün" kelimesi cemi müennes mükessere bir kelimedir, "nisvetün" kelimesinin ikinci olarak geçtiği 50. ayette "ma balunnisveti ellati gatta'ne eydiyehünne" ( ellerini kesen kadınların maksadı neydi) cümlesinde herhani bir gramer uygunsuzluğu yoktur. Sayın yazar yusuf s. 30 ayetindeki "gale" ,arapça gamer açısından , bir gaib erkek dedi anlamına geldiği halde kendisinin yaptığı yusuf s. 30. ayetinin mealine bütün meallerde olduğu gibi kendiside " kadınlar dediler" anlamı vermiştir. 

Demek istediğimiz şudur, sayın yazarın kur'anda örneklerini gördüğümüz gibi günümüzde  kullanılan arapça dil kurallarına uymayan bazı kelimelerden yola çıkarak böyle bir çıkarımda bulunmasının doğru olmadığıdır. 


Meryem suresi 16. ayetindeki Meryemin doğu tarafına çekilmesi ile ilgili olarak meryemin sorunlu olduğu ve sorunları sebebiyle çevresinden uzaklaştığını  ve  meryemin evden kaçan bir kız olduğunu söyler!. 17. ayetteki ehli ile arasına perde çekmesi tabiki bildiğimiz perde çekmek ile alaksı yoktur. Sayın yazar burada ehli yani topluluğu ile ayrılmasını fiziksel problemleri yüzünden olduğu iddiasına karşı(ehil kelimesini aile şeklinde çevirmek dar bir anlam vermektir) ehli ile arasına perde çekmesini anlamak için şu ayetlerin yardımına başvurmak gerekmektedir. 

----- 41.005Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde (HİCABÜN) bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız!.
-----[017.045] [E0] Bir de sen Kur'anı kıraet ettiğin vakıt biz seninle Âhırete inanmıyanların arasına görünmez bir hıcab(HİCABEN) çekeriz.

Örneğini verdiğimiz ayetlerdeki "perde çekmek" mü'minler ile müşrikler arasındaki ayrışmayı ifade etmektedir. Meryemin de perde çekmesi sayın yazarın iddia ettiği gibi çift cinsiyetli (hünsa) olduğu gerekçesi ile problem yaşamasından değil kendisini himaye edecek bir tevhid erinden ( Zekeriye ve Yahya) mahrum olmasıdır. Nasıl ki müşrikler kendilerini hicab ile mü'minlerden ayrıştırıyorsa Meryem'de müşriklerden hicab ile ayrılmaktadır. Meryem'in hamilelilk süreci başlamadan önce Zekeriya ve Yahya  as lar maalesef hayatta değildirler. 


Meryem s. 20.ayetindeki " bana bir beşer dokunmamıştır" cümlesi ile ilgili olarak şunlar söylemektedir. " Ayrıca Meryem'in Bana bir beşer dokunmamıştır şeklindeki ifadesi de, onun erselik yapıda olmasına uygun bir ifadedir. Çünkü Meryem " Bana bir erkek dokunmamıştır" dememiş, hem erkek hem kadın için söz konusu edilebilecek bir ifade kullanmıştır. Sayın yazarın, ayette " beşer" olarak geçmesinden yola çıkarak onun hünsalığına dair iddiasını yinelemektedir. Sayın yazarın bildiği üzere orada "beşer" olarak kullanılması o beşerin erkek olduğudur. Erkekten başka hangi varlık bir kadına dokunacakta o kadın hamile kalacak? onun cevabı sayın yazar tarafından maalesef muallakta bırakılmış olup, acaba kadının kadına dokunmasıyla hamile kalınabileceğini iddiamı ediyor diye kendimize sormaktan alıkoyamıyoruz. Yine kur'an ayetlerinin yol göstericiliğine müracaat ettiğimiz zaman " beşer " kelimesinin kur'anda nasıl kullanılmış olduğunun örneklerini görelim. 

----- 3.079 Allah'ın kendisine Kitap'ı, hükmü, peygamberliği verdiği insanoğluna: (LİBEŞERİN) «Allah'ı bırakıp bana kulluk edin» demek yaraşmaz, fakat: «Kitabı öğrettiğinize, okuduğunuza göre Rabb'e kul olun»
demek yaraşır.
-----6.091 «Allah hiçbir insana (LİBEŞERİN) bir şey indirmemiştir» demekle Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. De ki: «Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici olarak getirdiği Kitap'ı kim indirdi? Ki siz onu kağıtlara yazıp bir kısmını gösterip çoğunu gizlersiniz, atalarınızın ve sizin bilmediğiniz size onunla öğretilmiştir.» «Allah» de, sonra da onları daldıkları sapıklıkta bırak, oynasınlar.
----- 14.010 Onların resulleri: «Gökleri ve yeri yaratan, günahlarınızı bağışlamaya çağıran ve bir süreye kadar sizi erteleyen Allah'tan mı şüphe ediyorsunuz?» dediler. Onlar da: «Siz de sadece bizim gibi birer insansınız(BEŞERÜN); bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirmelisiniz» dediler.

"Beşer kelimesinin "erkekler" için kullanıldığı örnekleri çoğaltmak mümkündür. Özellikler kendilerine gönderilen resulleri karşı "sizde biz gibi beşerden başkası  değilsiniz" şeklinde itirazlar serdeden müşriklere acaba hiç bayanresul gönderilmişmi? enbiya s. 7. ve nahl s. 43. ayetlerinin " Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız zikirehline sorun." şeklindeki mealide bu sorunun cevabıdır.  


Sayın yazar,"Meryem'e  ruhun üflenmesi" adlı bir başlık açıp , enbiya s.91, tahrim s. 12, nisa s. 171. ayetlerinin meallerini verdikten sonra şunları söyler. "Yukarıdaki ilk iki ayette geçen ruh üfürme tabiri, Nisâ Suresi’nin 171. ayetinde القا  - ilka = bırakma, ulaştırma tabiri ile açıklanmaktadır. Ruh üfürme tabirinin " az bir bilgi ile bilgilendirmek" anlamına gelmektedir. Meryem'e üflendiği bildirilen ruh; onun hamile kalması için rahmine [dölyatağına] yapılan fizikî bir üfürük değil,  Zekeriya  peygamber aracılığı ile gönderilen ilahi mesajlardır. Bu mesajların içeriği ise Meryem ve Âl-i Imran ve Meryem surelerinde şöyle yer almaktadır: "Yazara göre meryeme üfürülen ruhtan kasıt meryeme ,ZEKERİYA as tarafından getirilen ilahi mesajlardır!. Yazısına, meryem s. 16-21. ayetleri ve al-i imran s. 42-51. ayetlerinin meallerini eren sayın yazarın meryem 17. ayetine, "Sonra ailesiyle/yakınlarıyla kendisi arasına bir perde edinmişti de "Biz ona ruhumuzu/ilâhî mesajımızı gönderdik, sonra ruhumuzu/mesajlarımızı getiren elçi, Meryem'e mükemmel bir beşerî örnek verdi."   şeklindeki meal daha sonra yine geleceği için o meali orada ele almaya gayret edeceğiz. 


"Meryemin isayı doğurması" adı altında bie başlıktada , mereyem s. 16- 34. ayetlerinin mealini verir."
"Meryem suresinde meryemi konu eden bu pasajdaki bazı noktalar üzerinde tahlil yapıyoruz:"  diyerek yukarda verdiği ayetlerin tahliline "MERYEM’E GÖNDERİLEN RUH" başlığı altında girer. 


Bu başlık altında tahliline şöyle başlar. "Meryem suresinin 17. ayetinde “Biz ona ruhumuzu/ilâhî mesajımızı gönderdik, sonra ruhumuzu/mesajlarımızı getiren elçi, Meryem'e mükemmel bir beşerî örnek verdi.” buyrulmaktadır." Sayın yazarın yanılgısını ayetteki " fetemessele" kelimesindeki üzerindeki tahlilinde ele alacağız ancak burada dikkatimizi çekmesi gereken meryeme gelen bir kişidir önemli olan o kişinin kimliğidir ve meryem gelen o kişiyi tanımamaktadır. Sayın yazarın iddia ettiği gibi gelen kişi şayet zekeriyya as olsaydı neden "«Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman'a sığınırım" demiştir? Sayın yazarın , "tebyinül kur'an" adlı eserinde meryem suresinin ilgili ayetlerine yaptığı yorumlarda meryeme gelen kişinin "takiyy" adlı tacizci bir kişide olabileceği yolunda bir yorumada rastlamaktayız. Bu bölümde sayın yazarın  çelişkisi ortaya çıkmaktadır, "Meryemin cinsiyeti ile ilgili açtığı başlık altında ,"-  Ayrıca Meryem'in Bana bir beşer dokunmamıştır şeklindeki ifadesi de, onun erselik yapıda olmasına uygun bir ifadedir. Çünkü Meryem " Bana bir erkek dokunmamıştır" dememiş, hem erkek hem kadın için söz konusu edilebilecek bir ifade kullanmıştır."derken ,burada , "Zekeriya peygamber, bu bilgi sayesinde bir erkeğe gerek olmadan çocuk doğurabileceğini Meryem’e anlatarak görevini yapmış, bu bilginin doğruluğuna kanıt olarak da bebek Yahya’yı göstermiştir. Âl-i Imran suresinin 42,43. ayetlerinde sözü edilen melekler de Zekeriya peygamber ile Meryem’e gönderilen ayetlerdir." şeklinde yazması sayın yazarın kafasının bu konuda karışıklığını gösterir. Meryemin hem çift cinsiyetli olduğunu hemde erkeksiz çocuk doğurabileceğini iddia edeceksiniz meryem madem çift cinsiyetli ise  ve kendisi ," bana bir beşer dokunmadı" demesinden erkeklik cinsiyetide olması muhtemel diyeceksiniz hemde ona gelen kişinin , erkeğe gerek olmadan çocuk doğurabileceğini anlatacak sayın yazarın meryemin çift cinsiyetli olduğu iddiası yine kendisi tarafından yalanmaktadır.

"TEMESSÜL" başlığı altında tahlillerine decvam eden sayın yazar bu kelime ilgili olarak şunları der.   "Meryem suresinin on yedinci ayetinin orijinalinde “fetemessele leha beşeren seviyyen” ifadesi yer alır. Bu ifadeyi  gelenekçiler, genellikle, “Ona mükemmel bir beşer olarak kendini gösterdi; Cebrail mükemmel bir insan şeklinde Meryem’e gözüktü” diye çeviregeldiler. Biz bu ifadenin gerçek anlamını gerçek şekliyle takdim ediyoruz:" Sayın yazar "temessül" kelimesine örnek vermek anlamını verdikten sonra sözcüğün ikinci ve üçüncü anlamlarının insan şekline girmek anlamları olduğunu ve bu anlamların uzak bir anlam olduğunu dolayısı ile ilk anlam olan "örnek vermek" anlamının kullanılması gerektiğini iddia eder . "El müfredattaki" "temessele" kelimesinin anlamına baktığımız zaman şöle bir anlamı görmekteyiz. " bir şeyin biçimini, şeklini yada suretini almak suretine girmek". Meryeme "düzgün beşer" şeklinde temessül eden bir kişi eğer zekeriya as ise meryem ona  neden , "«Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman'a sığınırım»" desin sayın yazar bu konuda hiçbir açıklama yapmamaktadır.

27-28Sonra Meryem, çocuğunu yüklenerek toplumuna getirdi. Toplumu dediler ki: " Ey Meryem! Doğrusu sen görülmemiş bir şey yaptın. Ey Harun’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kişi değildi, annen de yasa tanımaz/iffetsiz bir kadın değildi."
29Bunun üzerine Meryem ona; doğum anında aşağısında bulunan kişiye; Zekeriya´ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını istedi. Zekeriya, Meryem´in zina etmeden çocuğu doğurduğuna kefil olup çocuğun mabette yetiştirilmesini istedi. Onlar, " Biz, yüksek mevkide olan kişiler, henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyleriz/yüksek mevkide olan kişiler henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyler?" dediler.

Sayın yazarın Meryem s. 27-28-29. ayetlerine verdiği meale özellikle 29. ayetin mealine baktığımız zaman tamamen metin harici ilaveler ile karşılaşmaktayız. Sayın yazara şunu soruyoruz, 29 ayetin neresinde " Zekeriya´ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını istedi. Zekeriya, Meryem´in zina etmeden çocuğu doğurduğuna kefil olup çocuğun mabette yetiştirilmesini istedi."cümlesi mevcuttur?. İsa as ın doğumu sahnesinin hiçbir yerinde olmayan zekeriya as için sanki ayetin metninde varmışcasına böyle parantez dahi açmadan ayete ilaveler yapmak cesaretini nerden ve nasıl almaktadır?.  27. ayette gördüğümüz gibi meryemin kucağında gelen çocuk için kullanılan zamirler hangi arapça gramerine uygun olarak ortada olmayan ve hiçbir şekilde onunla ilgili bir karine dahi bulunmayan zekeriya as için kullanılabilir?. 

Sayın yazar 29. ayetteki ikinci cinayeti , " Onlar, " Biz, yüksek mevkide olan kişiler, henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyleriz/yüksek mevkide olan kişiler henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyler?" dediler." şeklinde bir meal çevirisi ile işlemektedir. " fe eşaret ileyhi galu keyfe nukellimu men kane fil mehdi sabiyyen"( ona işaret etti , dedilerki, biz beşikteki bir sabi ile nasıl konuşuruz) şeklinde meal vermemek için bir satırlık meali 4 satır içinde tahrife varan ilavelerle dolduran sayın yazara , ayetin metnindeki " men kane" (olan kimse) kelimesinin geçtiği diğer ayetleri nasıl çevirmiş olduğuna bakmasını tavsiye ediyoruz. "men kane filmehdi sabiyyen" (o kişi beşikteki bir sabidir) anlamı olan bir cümleye , " Onlar, " Biz, yüksek mevkide olan kişiler, henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyleriz/yüksek mevkide olan kişiler henüz ergenlik çağına gelmemiş birine nasıl söz söyler?" dediler" anlamı veren bir kişinin arapça dil kurallarını hiçe sayarak metni tahrife varan bir şekilde anlam vermesinin sebebi arapça bilgisinin kifayetsizliği olamaz, olsa olsa kendi ön kabullerini Kur'ana tasdik ettirme amaçlı bir düşüncenin ürünü olabilir.  

Meryemin taşlanarak öldürülmesine Zekeriya as ın engel olduğunu iddia eden sayın yazar taşlanarak öldürme cezasını da kabul eder görülmektedir, kur'anda olmayan böyle bir cezanın daha önceki kitaplarda da olamayacağını düşündüğümüz için sayın yazarın recm cezası ile ilgili düşüncelerini gözden geçirmesini özellikle Nisa s. 25-26. ayetlerde bizlere verilen ipuçlarını değerlendirmesini rica ediyoruz.  

Sonuç olarak , "kur'anda Meryem" başlığı altında anlatılanların özeti Meryemin hünsa olması ve ona gelen ruhun Zekeriya olmasıdır ve bu çıkarımlar yapılırken kur'an metnini tahrife varan eklemeler yapılmıştır. Başlık hakkındaki çekincelerimizi yazımızın başında da belirttiğimiz gibi kimsenin kur'anda ......... başlıklı yazılar ile," kur'andaki  anlatılmak istenen budur" şeklinde bir iddiada bulunmaya hakkı yoktur, ancak herkesin okuduklarından anladığını paylaşma hakkı olduğunu da belirtmek isteriz. Ancak kendi ön kabullerini kur'ana tasdik ettirmek için kur'an metni üzerinde oynamalar yapma hakkı kimseye de verilmemiştir.  

                  EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.

19 Şubat 2012 Pazar

Darabe Fiili ve Nisa s. 34. ve Bakara s. 73. Ayeti Üzerindeki Bazı Yaklaşımlar

"Darabe" fiili lügatta,bir nesneyi başka bir nesnenin üzerine düşürmek. "darbun" un ( yani vurmanın) bir şeye elle,sopayla ,kılıçla ve benzeri bir şeyle vurma(darbun)gibi farklı şekillerde geçekleştiği düşünülerek,bununla ilgili tefsirler,açıklamalarda farklı şekillerde yapılmıştır.
(darbul ardı bilmatari) (bulutun)yeri yağmur ile vurması.
(darbetün bilmitragati) çekiçle vurma.  
(darbul derahimi) para basmaya denilmiştir.  
(eddarbu filardi) yeryüzünde veya bir yerde gitme ,yolculuk etme (giderken yolculuk ederken) yere ayaklarla vurulmasından dolayı böyle kullanılmıştır. 
(darabel fahlunnegati) çekiçle vurmaya benzetilerek , erkek deve dişi deveyle çiftleşti anlamında. 
(darbul hiymeti) çadır kurmak, çadır kurulurken kazıklarına çekiçle vurulduğu için böyle denmiştir. 
(darbul udi,venneyi,velbuki)ud,ney ve boru çalmak(udun teline vurmak) ney ve boruya üflemek şeklinde nefes vurulması şeklinde gerçekleştiği için böyle denmiştir
(darbul lebni badihi ala badin) sütü birbirine vurma, buradaki vurma işi karıştırma şeklinde olur. 
(darbul meseli) darbudderahim (para basma) kullanımından gelir."Etkisi başkasında zuhur eden bir şeyi zikretmek" demektir.
(elmudarabetü) bir tür ortaklık.
(elmudarrabetü) dikilirken kendisine çokça vurulan şey (yorgan vb gibi).   


Ragıp El İsfahaninin "Elmüfredat" adlı eserinden alıntıladığımız bu tariflere göre "darabe" fiilinin kök anlamı "vurmak" üzerinde şekillenmiştir.  


Bu fiilin Kur'anda geçtiği ayetler şunlardır. 

----14.024 Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi:(DARABE) Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti).
-----16.075 Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel nimetlerden gizlice ve açıkça sarfeden kimseyi misal gösterir(DARABE): Hiç bunlar eşit olur mu? Övülmeğe layık olan Allah'tır, fakat çoğu bilmezler.
-----16.076 Allah iki adamı misal (DARABE)veriyor: Biri hiçbir şeye gücü yetmeyen bir dilsiz ki efendisine yüktür, nereye gönderse bir hayır çıkmaz; bu, doğru yolda olan, adaletle emreden kimse ile bir olabilir mi?
-----16.112 Allah size güven ve huzur içinde olan bir kasabayı misal verir(DARABE): Her taraftan oraya bolca rızık geliyordu. Ama Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler; bu yüzden Allah onlara yaptıklarına karşılık açlık ve korku belasını tattırdı.
-----30.028 Allah size kendinizden bir misal vermektedir(DARABE): Size verdiğimiz rızıklarda, emrinizde bulunan kölelerinizin de eşit surette hak sahibi olmalarına razı olur ve birbirinizi saydığınız gibi bu ortaklarınızı sayar mısınız ? Düşünen millete ayetleri böylece uzun uzadıya açıklarız.
-----36.078 Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal (DARABE)getirmeye kalkışıyor ve: «Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?» diyor.
-----39.029] Allah, geçimsiz efendileri olan bir adamla, yalnız bir kişiye bağlı olan bir adamı misal (DARABE)olarak verir. Bu ikisi eşit midir? Övülmek Allah içindir, fakat çoğu bilmezler.
-----43.017 Oysa onlardan biri o Rahman'a fırlattığı mesel (DARABE)(yakıştırdığı kız çocuğu) ile müjdelendiği zaman yüzü simsiyah kesiliyor da üzüntüsünden yutkunup yutkunup dolukuyor.
-----66.010 Allah, inkar edenlere, Nuh'un karısıyla Lut'un karısını misal (DARABE) gösterir: Onlar, kullarımızdan iki iyi kulun nikahı altında iken onlara karşı hainlik edip inkarlarını gizlemişlerdi de iki peygamber Allah'tan gelen azabı onlardan savamamışlardı. O iki kadına: «Cehenneme girenlerle beraber siz de girin» dendi.
-----66.011 Allah, inanlara Firavun'un karısını misal (DARABE)gösterir: O: «Rabbim! Katından bana cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun işlediklerinden kurtar; beni zalim milletten kurtar» demişti.
-----22.073 Ey insanlar! Bir misal verilmektedir,(DURİBE) şimdi onu dinleyin: Sizlerin Allah'ı bırakıp taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek bile yaratamıyacaklardır. Sinek onlardan bir şey kapsa, onu kurtaramazlar; isteyen de, istenen de aciz
-----43.057 Meryem oğlu İsa, bir misal(DURİBE) olarak anlatılınca senin kavmin hemen bağrışmaya başladılar.
-----57.013 İkiyüzlü erkek ve kadınlar müminlere: «Bizi de gözetin; ışığınızdan faydalanalım» dedikleri gün, onlara: «Ardınıza dönün de ışık arayın» denir; inananlarla ikiyüzlüler arasına, kapısının içinde rahmet ve dışında azap olan bir sur çekilir.(DURİBE)
-----2.061«Ey Musa! Bir çeşit yemeğe dayanamayacağız, bizim için Rabbine yalvar, bize, yerin bitirdiği sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve soğan yetiştirsin» demiştiniz de, «Hayırlı olanı daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? Bir şehre inin, şüphesiz orada istediğiniz vardır» demişti. Onlara yoksulluk ve düşkünlük damgası vuruldu,(DURİBET) Allah'ın gazabına uğradılar. Bu, Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerindendi; bu, karşı gelmeleri ve taşkınlık yapmalarındandı.
-----3.112 Nerede bulunsalar Allah'ın ve inanan insanların himayesinde olanlar müstesna onlara alçaklık damgası vurulmuştur.(DURİBET) Allah'tan bir gazaba uğradılar, onlara aşağılık damgası vuruldu. Bu, Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmelerindendir. Bu, karşı gelmeleri ve taşkınlık yapmalarındandır.

                         ******************************************

-----14.045 «(Sizden önce) kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl muamele ettiğimiz size apaçık belli oldu. Ve size misaller de (DARABNA) verdik.
-----18.011 Bunu müteakip onları kulakları üzerine mağarada senelerce (perde) vurmuş (DARABNA)olduk.
-----25.039 Her birine misaller vermiştik (DARABNA)ama, dinlemedikleri için hepsini kırdık geçirdik.
-----058 And olsun ki bu Kuran'da insanlar için her türlü misali vermişizdir (DARABNA). Bununla beraber, eğer sen onlara bir mucize getirmiş olsan, inkar edenler: «Siz ancak batıl şeyler ortaya atanlarsınız» derler.
-----39.027 Biz bu Kuran'da insanlara her türlü misali (DARABNA), belki öğüt alırlar diye, and olsun ki verdik.
----017.048 Sana nasıl misaller(DARABU) verdiklerine bir bak! Bu yüzden sapmışlardır, artık bir yol da bulamamaktadırlar.
-----25.009 Sana nasıl misaller (DARABU)getirdiklerine bir bak! Onlar sapmışlardır, yol bulamazlar.
-----43.058 Onlar dediler ki: «Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır, yoksa İsâ mı?» Bu misâli (DARABUHU)sırf seninle tartışmak için ortaya attılar. Doğrusu onlar çok kavgacı bir topluluktur.
-----16.074 Allah için emsal göstermeyin(FELE TADRİBU). Çünkü Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.
-----043.005 Siz ölçüyü taşıran bir kavimsiniz diye, şimdi o zikri (öğüt ve hatırlatma dolu Kur'an'ı) sizden (uzaklaştırıp) bir yana mı bırakalım?(EFENADRİBU)
-----29.043 Biz bu misalleri insanlara veriyoruz(NADRİBUHA), onları ancak bilenler anlayabilir.
-----59.021 Eğer Biz Kuran'ı bir dağa indirmiş olsaydık, sen, onun, Allah korkusuyla başeğerek parça parça olduğunu görürdün. Bu misalleri, insanlar düşünsünler diye veriyoruz.(NADRİBUHA)
-----2.026 Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için) sivrisinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten (YADRİBE)çekinmez. İman etmişlere gelince, onlar böyle misallerin Rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kâfir olanlara gelince: Allah böyle misal vermekle ne murat eder? derler. Allah onunla birçok kimseyi saptırır, birçoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fâsıkları saptırır (çünkü bunlar birer imtihandır).
-----13.017 O, gökten su indirdi de vâdiler kendi hacimlerince sel olup aktı. Bu sel, üste çıkan bir köpüğü yüklenip götürdü. Süs veya (diğer) eşya yapmak isteyerek ateşte erittikleri şeylerden de buna benzer köpük olur. İşte Allah hak ile bâtıla böyle misal verir. Köpük atılıp gider. İnsanlara fayda veren şeye gelince, o yeryüzünde kalır. İşte Allah böyle misaller getirir.(YADRİBE)
-----14.025 (O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir.(YADRİBE)
-----24.035 Allah göklerin ve yerin Nur'udur. O'nun nuru, içinde ışık bulunan bir kandil yuvasına benzer. O ışık bir cam içindedir, cam ise, sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır; bu ne yalnız doğuda ve ne de yalnız batıda bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır. Ateş değmese bile, nerdeyse yağın kendisi aydınlatacak! Nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nuruna kavuşturur. Allah insanlara misaller verir (YADRİBE). O, herşeyi bilir.
-----47.003 Bu, inkar edenlerin batıla uymaları ve inananların Rablerinden gelen gerçeğe uymalarından ötürü böyledir. Allah böylece insanlara kendilerinin misallerini anlatır.(YADRİBE)
-----24.031 Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar, ırzlarını korusunlar: görünmesi zaruri olanların dışında zinetlerini açmasınlar ve baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar(VELYADRİBNE); zinetlerini, kocalarından veya babalarından yahut kayın babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut kardeşlerinden yahut kardeş oğullarından yahut kız kardeş oğullarından yahut kendi kadınlarından yahut sahibi bulundukları cariyelerden veya uyuntu (şehvetten yoksun) erkek hizmetçilerden veya henüz kadınların şehvet uyarıcı taraflarından habersiz çocuklardan başkasına göstermesinler; gizledikleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar (VELA YADRİBNE). Ey mü'minler, hepiniz Allah'a tevbe edin ki, mutluluğu bulabilesiniz.

                         **********************************************

 ----4.094 Ey İnananlar! Allah yolunda yürüdüğünüz(DARABTÜM Fİ SEBİLİLLAHİ) vakit, her şeyi iyice anlayın. Size, müslüman olduğunu bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: «Sen mümin değilsin» demeyin. Allah katında birçok ganimetler vardır. Evvelce siz de öyleydiniz. Allah size iyilikte bulundu, iyice araştırıp anlayın, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.
------4.101 Yolculuk ettiğinizde(DARABTÜM FİLARDI), kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur. Zira kafirler, size apaçık düşmandırlar.
-----5.106 Ey İnananlar! Ölüm birinize geldiği zaman vasiyet ederken içinizden iki adil kimseyi; şayet yolculukta olup(DARABTÜM FİLL ARDI) başınıza da ölüm musibeti gelmişse, namazdan sonra alıkoyacağınız, şüpheleniyorsanız, «Akraba bile olsa yeminle hiçbir değeri değiştirmeyeceğiz, Allah'ın şahidliğini gizlemeyeceğiz, yoksa şüphesiz günahkarlardan oluruz» diye yemin eden sizden olmayan iki kişiyi şahid tutun.
----3.156 Ey İnananlar! Yolculuğa çıkan(DARABU FİL ARDI) veya savaşa giden kardeşleri hakkında: «Onlar yanımızda olsalardı ölmezler ve öldürülmezlerdi» diyen inkarcılar gibi olmayın ki, Allah bunu onların kalblerinde bir hasret olarak bıraksın. Dirilten de öldüren de Allah'tır. Allah işlediklerinizi görür.
-----73.020 Şüphesiz Rabbin, senin ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun gecenin üçte ikisinden biraz az, yarısı ve üçte biri kadar vakit içinde kalktığını bilir. Gece ve gündüzü Allah ölçer; sizin bu vakitleri takdir edemeyeceğinizi bildiğinden tevbenizi kabul etmiştir. Artık, Kuran'dan kolayınıza geleni okuyun; Allah, içinizden, hasta olanları, Allah'ın lütfundan rızık aramak üzere yeryüzünde dolaşacak (YADRİBUNE FİLARDI) olan kimseleri ve Allah yolunda savaşacak olanları şüphesiz bilir. Kuran'dan kolayınıza geleni okuyun; namazı kılın; zekatı verin; Allah'a güzel ödünç takdiminde bulunun; kendiniz için yaptığınız iyiliği daha iyi ve daha büyük ecir olarak Allah katında bulursunuz. Allah'tan bağışlanma dileyin; Allah elbette bağışlar ve merhamet eder.
-----2.273 Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adayıp yeryüzünde dolaşamayanlara (DARBEN FİLARDI), hayalarından dolayı, kendilerini tanımayanların zengin saydıkları yoksullara verin. Onları yüzlerinden tanırsın, insanlardan yüzsüzlük ederek bir şey istemezler. Sarfettiğiniz iyi bir şeyi Allah şüphesiz bilir.

Yukarıda mealleri verilmiş olan ayetlerdeki "yolculuk etmek" anlamı "fi" harfi cerri ile birlikte geçmektedir. Bu fiilin "yolculuk etmek" anlamında anlaşılması için "fi" harfi cerri ile kullanılması gerekmektedir. 


               **********************************************

----8.012Rabbin meleklere, «Ben sizinleyim, inananları destekleyin» diye vahyetti. «Ben inkar edenlerin kalblerine korku salacağım, artık vurun(FADRİBU) onların boyunları üstüne, vurun (VADRİBU) her parmağına» dedi.
----- 8.050 Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak(YADRİBUNE) ve «Tadın yakıcı cehennem azabını» (diyerek) o kâfirlerin canlarını alırken onları bir görseydin!
-----47.027 Melekler, onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak (YADRİBUNE) canlarını alırken durumları nice olur
-----47.004 Savaşta inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun;(FEDARBE) sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin; Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü öç alabilirdi, bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir. Allah, kendi yolunda öldürülenlerin işlerini boşa çıkarmaz.
-----37.093 Diyerek bir takrib ile onlara kuvvetli bir darbe(DARBEN) indirdi.

         ****************************************************

-----2.073 «Sığırın bir parçasıyla ona vurun»(IDRİBUHU) dedik. İşte böylece Allah ölüleri diriltir ve aklınızı kullanasınız diye size ayetlerini gösterir.
-----2.060 Musa, milleti için su aramıştı; «Asanla taşa vur»(IDRİB) dedik; ondan on iki pınar fışkırdı, herkes içeceği yeri bildi. Allah'ın rızkından yiyin, için, yalnız yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.
-----4.034 Allah'ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, mallarından sarfetmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine hakimdirler. İyi kadınlar, gönülden boyun eğenler ve Allah'ın korunmasını emrettiğini, kocasının bulunmadığı zaman da koruyanlardır. Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün (VADRİBUHÜNNE). Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın. Doğrusu Allah Yüce'dir, Büyük'tür.
-----7.160 Biz İsrailoğullarını oymaklar halinde on iki topluluğa ayırdık. Milleti Musa'dan su isteyince ona: «Asanla taşa vur»(IDRİB) diye bildirdik; ondan on iki pınar fışkırdı. Herkes içeceği yeri öğrendi. Bulutla üzerlerine gölge yaptık, onlara kudret helvası ve bıldırcın indirdik, «Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin» dedik. Onlar, karşı gelmekle, Bize değil kendilerine zulmediyorlardı.
-----18.032 Onlara iki adamı misal olarak göster( VADRİB): Birine iki üzüm bağı verip, etrafını hurmalıklarla çevirmiş ve aralarında ekinler bitirmiştik.
-----18.045 Onlara, dünya hayatı misalinin (VADRİB) tıpkı şöyle olduğunu anlat: Gökten indirdiğimiz su ile yeryüzünde yetişen bitkiler birbirine karışır, ama sonunda rüzgarın savuracağı çerçöpe döner. Allah her şeyin üstünde bir kudrete sahip olandır.
-----20.077 Gerçekten Musa'ya şöyle vahyettik: «Kullarımla geceleyin yürü (Mısır'dan çık) de (asânı vurarak) onlara denizde kuru bir yol aç(FADRİB); (artık firavun tarafından) yetişilmekten korkmazsın ve (boğulmaktan) endişe de etmezsin.»
-----26.063 Bunun üzerine Biz Musa'ya: «Değneğinle denize vur»(IDRİB) diye vahyettik. Hemen deniz ikiye ayrıldı, her parçası yüce bir dağ gibiydi.
-----36.013 Onlara, şu şehir halkını misal getir: (VADRİB) Hani onlara elçiler gelmişti.
-----38.044 Eline bir demet sap al da onunla vur (FADRİB), yeminini böyle yerine getir. Gerçekten biz Eyyub'u sabırlı (bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! Daima Allah'a yönelirdi.

                       ***************************************

 BAKARA S. 73. AYETİ ÜZERİNDEKİ BAZI YAKLAŞIMLAR


"Darabe" fiilinin Kur'anda geçtiği ayetlere baktığımız zaman esas anlamı olan, "bir nesneyi başka bir nesnenin üzerine düşürmek" manasına etrafında kullanıldığını görüyoruz. Konu etmek istediğimiz bakara 73. ve Nisa 34. ayetlerdeki bu fiil "vurmak anlamına geldiği halde modernist yaklaşımlara kurban edilerek ön kabullerini kur'ana tasdik amaçlı düşünceler doğrultusunda metnin izin vermediği bazı anlamlar verilmektedir. 

Bakara s. 73 . ayetinin meali olan, "«Sığırın bir parçasıyla ona vurun» dedik. İşte böylece Allah ölüleri diriltir ve aklınızı kullanasınız diye size ayetlerini gösterir." şeklindeki meal, bilindiği üzere bakara kıssası ile ilgili olup , israiloğullarına kesmeleri emredilen bir inek ve bu ineği kesmekteki işi yokuşa sürmeleri ve neticede kestikten sonra o kesilen sığırın bir parçası ile maktule vurulması ve neticede "işte böylece Allah ölüleri diriltir" cümlesi üzerinde bazı yaklaşımları görmekteyiz. Bu yaklaşımların maalesef metne sadakatten öte modernizm'e sadakat prensibi üzerinde yoğunlaştığını görmekteyiz.  Bu yaklaşımlarla yapılan meallerden bir kaç tanesini burada vererek konu üzerinde devam edelim.

Mustafa İslamoğlu meali. 
"Bu maksatla dedik ki: "Bu (prensib)i bu türden (çözümlenmemiş cinayet olaylarından) bazılarına da uygulayın!" Allah aklınızı kullanabileseniz diye ölüyü işte böyle diriltir ve ayetlerini bu şekilde gösterir.

Muhammed Esed meali.
" Biz dedik ki: "Bu (prensibi) bu gibi (çözümlenmemiş cinayet olaylarının bazılarında da uygulayın: Bu yolla Allah canları ölümden korur ve kendi iradesini size gösterir ki (bunu görüp) muhakemenizi kullan(mayı öğren)ebilirsiniz."

İhsan Eliaçık meali.
" -Dedik ki: "Onu diğer bazı olaylara da uygulayın." Böylece Allah, ölüyü can güvenliğini sağlayarak diriltmiş olur. Allah size yol gösteriyor. Aklınızı iyi kullanmayı öğrenin artık.

Hakkı Yılmaz meali .
 Sonra Biz, "Onun [öldürülen kişinin] ezası [ondan gelecek sıkıntı] sebebiyle o'nu [Mûsâ'yı] yola çıkarın" dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve akıllı davranasınız diye size Âyetlerini gösterir.

Mustafa İslamoğlu ,İhsan Eliaçık ve Muhammed Esed'in bakara 73. ayet ile ilgili verdiği meallere baktığımız zaman parantez destekli yorumun ağırlıkta ve Reşid Rızadan alıntı olduğunu  görüyoruz. İslamoğlu , Eliaçık ve Esed'in muharref Tevrat destekli olan bu ayet ile yorumları kur'an metnine sadakatten uzak bir şekilde yapıldığı gözden kaçmamaktadır. Hakkı Yılmaz meali de aynı şekilde modernist kaygılarla yapılmış metne sadakatten uzan olan bir meal olarak yine karşımıza çıkmaktadır. Sayın Yılmazın "darabe" fiiline verdiği "yola çıkarın" manası ayet metninden uzak bir mealdir. 

"Darabe" fiiline, "yola çıkmak" anlamının verilmesi için "fi" harfi cerri ile kullanılması gerekmektedir. Kur'ana baktığımız zaman "yeryüzünde yola çıkmak" anlamı geçen ayetlerin hepsinde "fi" harfi cerrini görmekteyiz, ancak "ben  yaptım oldu" mantığı içinde yapılan bu meali ayetin siyak ve sibakı açısından değerlendirdiğimiz zaman doğru bir meal olmadığı ortadadır. 74. ayete baktığımız " Sonra kalbleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı oldu"  mealindeki cümleden ,sığırın bir parçasının ölüye vurulması ile ortaya kalplerin yumuşamasını gerektiren bir durumun ortaya çıktığı açıktır , bu durum yukarıda meallerini okuduğumuz İslamoğlu,Esed ve Yılmazın verdikleri mealler ile bir uygunluk sağlamamaktadır. Ön kabuller doğrultusunda yapılan bu gibi meallere bu kişilerin yaptığı diğer kur'an meallerinde maalesef rastlamaktayız.

            NİSA SURESİ 34. AYETİ ÜZERİNDEKİ  BAZI YAKLAŞIMLAR


Nisa suresi 34. ayeti de son zamanlarda kur'ani yaklaşımlara hakim olan modernizimden nasibini alan ayetlerden birisidir. Burada modernizmi eleştirmemiz sadece geleneği müdafaa adına olmadığını belirtmek isteriz, ancak gelenekteki hakim olan kur'anı rivayetler eşliğinde anlama mantığı yerine modernist mantıkta "alem ne der mantığı" veya kur'an dışı düşünceler ışığında bazı ayetlere yaklaşmaktadır. Bu yaklaşımın örneğini Nisa s. 34. ayet örneğinde " darabe " fiiline verilen anlamda görmekteyiz. Modernist kaygılarla yapılan ayet meallerinden birkaçını  burada örnek olarak vermek istiyoruz. 


Mustafa İslamoğlu meali.
"Erkekler kadınların koruyup gözeticisidirler; çünkü Allah erkeklerle kadınları farklı alanlarda üstün yeteneklerle donatmıştır; bir de erkekler servetlerinden harcama yapmaktadırlar. Dürüst ve erdemli kadınlar hem (Allah'a) itaat eden, hem de Allah ın koruduğu (iffetli eşlerinin) yokluğunda da koruyan kadınlardır. Sadakatsizlik etmelerinden çekindiğiniz kadınlara gelince: onlara önce öğüt verin, sonra yataklarında yalnız bırakın, nihayet (geçici bir süre) ayırın! Daha sonra size itaat ederlerse, aşırı giderek onlar aleyhine bir yol benimsemeyin! Allah, gerçekten yücedir, büyüktür."


İhsan Eliaçık meali.
" Erkekler, kadınlar üzerine titrer; onları koruyup kollarlar. Bu, Allah'ın onlardan kimine kiminden fazla vermesi ve erkeklerin mallarını harcamalarından dolayı böyledir. İyi, güzel ve doğru olan kadınlar, Allah'ın korunmasını buyurduğu mahremiyeti koruyan ve O'na saygıda kusur etmeyen kadınlardır... Şiddetli geçimsizlik yaşadığınız eşlerinizle önce oturup konuşun, olmazsa yataklarında yalnız bırakın, yine olmazsa bir müddet ayrılın. Barışıp anlaşırsa, hala işi yokuşa sürüp bahaneler aramayın. Yücelik ve büyüklük Allah'a mahsustur. 


Edib Yüksel meali. 
"Erkekler kadınları gözetirler. Zira ALLAH herbirine farklı yetenekler ve özellikler vermiştir. Nitekim erkekler evin geçiminden sorumludur. Erdemli kadınlar, (Tanrı'nın yasasına) boyun eğer ve ALLAH'ın korumasını emrettiği (onur ve iffetlerini) tek başlarına bile olsalar korurlar. İffetlerinden endişe duyduğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarınızı ayırın ve nihayet onları çıkarın. Size itaat ederlerse onlara karşı bir yol aramayın. ALLAH Yücedir, Büyüktür.

 Yaşar Nuri Öztürk meali.
  "Erkekler; kadınları gözetip kollayıcıdırlar. Şundan ki, Allah, insanların bazılarını bazılarından üstün kılmıştır ve erkekler mallarından bol bol harcamışlardır. İyi ve temiz kadınlar saygılıdırlar; Allah'ın kendilerini koruduğu gibi, gizliliği gereken şeyi korurlar. Sadakatsizlik ve iffetsizliklerinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın ve nihayet onları evden çıkarın/bulundukları yerden başka yere gönderin! Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, sınırsızca büyüktür.

Hakkı Yılmaz meali.
"Allah'ın, bazı şeyleri bazısına fazla kılması ve erkeklerin mallarından harcamaları nedeniyle erkekler kadınlar üzerine kavvamdırlar [iyi koruyup, iyi gözeticidirler]. Hâl böyle olunca, sâlih kadınlar, Allah'a itaat edicidirler, Allah'ın koruduğu şey nedeniyle gayb için koruyucudurlar. Nüşûzundan [dik kafalılık yaparak kendisini taciz ve tecavüz riskine atmasından] korktuğunuz kadınlara da öğüt verin ve yataklarında yalnız bırakın ve de baskı yapın/sürgün edin/ dövün. Bunun üzerine size saygılı davranırlarsa artık onlar aleyhine başka bir yol aramayın. Allah çok yücedir, çok büyüktür.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerde, Nisa s. 34. ayetindeki " vadribuhünne" kelimesine verilen mealler, " ayırın" , " ayrılın", ve " çıkarın" gibi mealler olduğunu görüyoruz. Modernist kaygılar ile kur'ana baktığını düşündüğümüz sayın hakkı yılmaz bile "dövün" şeklinde meal vermesine rağmen "baskı yapın-sürgün edin" gibi anlamlarını da , hiç gerek olmadığı halde ilave etmiştir. 


Nisa s. 34. ayetindeki , vadribuhünne" (onlara vurun) anlamını , ayırın , ayrılın , çıkarın, şeklinde verilen mealler kur'an bütünlüğünden yoksun ve teslim olmakta zorlanan düşüncelerin bir uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır. "Darabe" fiiline kur'anda geçtiği ayetlerin hiçbirinde "ayırın,ayrılın,çıkarın" şeklinde bir anlam verilmediğini görüyoruz. "Çıkarın " şeklindeki mealin "yola çıkarın" şeklinde bir anlam verilmesi için ayetin "fi" harfi cerri ile birlikte kullanılması gerekmektedir , "evden çıkarın" şeklinde bir anlam verilmesi için bakara s. 240 ayetinde olduğu gibi "harace" fiilinin kullanılması gerekmektedir."İçinizden ölüp, eşler bırakacak olanlar, evlerinden çıkarılmaksızın ( ğayri ihracin), senesine kadar eşlerinin geçimini sağlayacak şeyi vasiyet etsinler; eğer çıkarlarsa(fein haracne) kendilerinin meşru olarak yaptıklarından dolayı size sorumluluk yoktur. Allah güçlüdür, Hakim'dir. 

Ayrıca Talak s. 1. ayetine baktığımız zaman " Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onları, iddetlerini gözeterek boşayın ve iddeti sayın; Rabbiniz olan Allah'tan sakının; onları, apaçık bir hayasızlık yapmaları hali bir yana evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Allah'ın sınırlarını kim aşarsa, şüphesiz, kendine yazık etmiş olur. Bilmezsin, olur ki, Allah bunun ardından bir hal meydana getirir." buyurulmakta ve ayette "evlerinden çıkarmayın" şeklinde meal verilen kısmın arapça metni "la tahrucuhünne min buyutuhünne" şeklindedir . Bağlamı göz önünde bulundurmak gerekirse karı koca arasındaki bir durum için "evden çıkarma" kelimesi "darabe" fiili ile belirtilmemesi nisa s. 34. ayetindeki "vadribuhünne" kelimesinin "evden çıkarma" şeklinde anlaşılamayacağını gösterir.  

Boşanma aşamasında olan bir kadının evinden çıkarılmamasını beyan eden ayetler ile birlikte düşünülecek olursa sayın meal yapıcılarının bu kelimeye vermiş oldukları "evden çıkarmak" şeklindeki anlamın oturmadığı görülmektedir.


Nisa s. 34. ayetindeki ," vadribuhünne" (onlara vurunuz) kelimesinin " hünne" müennes zamiri ve " fe" bağlacını çıkardıktan sonra kalan kökü olan "ıdribu" kelimesine diğer ayetlerde " vurun" diye verilen meal Nisa 34. ayetinde neden verilmez? bunun cevabı birkaç yönden verilebilir ama önce kur'an meali yapanların o meali yaparken bir kelimenin kur'anda nasıl ve ne şekilde geçtiği konusundaki düşüncelerini yine kur'andan  almaları gerekmektedir. Özellikle Nisa s. 34. ayeti etrafında yoğunlaşan mealler deki kaygı " alem ne der" mantığı üzerine kurulmuş bir mantık olarak karşımıza çıkmaktadır. Kur'ana teslim olmak yerine , kur'anı teslim almaya kalkan bazı düşünce sahipleri Allah cc nin ne dediğinden çok başkalarının ne dediği üzerinden kuranı anlama veya eziklik psikolojisi içinde kur'an yaklaşmaları kur'an metninin izin vermediği anlamalara kadar varmaktadır. 

"Ayrılın,çıkarın,yola koyun" şeklinde verilen mealleri ayet bütünlüğünde okuduğumuz zaman, ayetin devamındaki " Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın" cümlesini nasıl uygulama imkanı olabilir? çünkü kadının evden çıkarıldıktan sonra kocası ile birlikte bir çatı altında olamaması ona nasıl itaat etme imkanı sağlayabilir?. Saliha bir kadın kendisine vurulmaya kadar varacak bir nüşuz halinde olması ve neticede eşi tarafından dövülmesi kendisi için aşağılatıcı bir durumdur, bu duruma hiçbir kadın düşmek istemez. Ayetin başındaki ," Allah'ın kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, mallarından sarfetmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine hakimdirler." cümlesi gereğince evin reisi olan erkek ev halkını idare etmekle yükümlü olduğu için kadın erkeğin bu vazifesine karşı itaat etmekle yükümlüdür. Günümüzün şartları gereği iş hayatı içinde olan kadında eşi kadar maddi bir kazanç elde ettiğinden dolayı "kadın erkek eşitliği" kavramı konuşulmaya başladığı için kur'an ayetlerinin bu hükmü pek hoşa gitmemektedir. Kur'ana teslim olan salih erkek , Allah cc bana böyle bir yetki vermiş diyerek bu yetkisini her zaman kullanmak durumunda oladığı gibi, saliha bir kadında kendisi için aşağılatıcı olan bu duruma düşmemek için erkeğe itaat etmek mecburiyetindedir.  

"Vadribuhünne" kelimesine "ayırmak" şeklinde anlam verenler,aynı surenin ,"Ayrılırlarsa, Allah her birini nimetinin genişliğiyle yoksulluktan kurtarır, Allah her şeyi kaplayandır. Hakim'dir." şeklindeki 130. ayetindeki "ayrılmak" şeklinde meal verilen kelimenin orjinal metni"yeteferreka" dır . Ayetin konusu dikkat edileceği üzere34. ayette olduğu gibi karı koca geçimsizliğinin çözümü üzerinedir. 34. ayetteki "vadribuhünne" ile 130. ayetteki "yeteferreka" kelimesine aynı anlamı vermek 34. ayeti ön kabullu olarak okumak sonucunda olsa gerekir.

Nisa s. 34. ayetindeki "vadribuhünne" kelimesi biz istesek te istemesek te , hoşumuza gitse de gitmese de "onlara vurun" anlamına gelmektedir. Müslümanlar olarak Allah'ın kitabına olan teslim olma mecburiyetimiz ayetleri kur'an dışı düşünceler doğrultusunda değil , kur'an doğrultusunda anlamamızı gerektirir. Başkalarının , sizin kitabınızda kadınları dövün emri benim hoşuma gitmedi" demesi bizim o ayeti onların isteği doğrultusunda yorumlamamızı kesinlikle gerektirmez. Kadınlara vurma emri , boşanma emri gibi gerektiği yerde kullanılması gereken bir emir olup ," günde 3 öğün kadının ağzını burnunu kırın" şeklinde anlaşılması gereken bir emir değildir.   


Sonuç olarak, Bakara s. 73. ayeti ve Nisa s. 34 . ayetlerinde görmüş olduğumuz üzere bir kelimeyi konulduğu yerden oynatarak kuran dışı düşünceler ışığında anlamaya çalışmak kur'anın kendi içindeki otokontrol mekanizması tarafından dışarı atılmaktadır. Teslim olmuşlardan olanların üzerine düşen nokta kur'an ayetlerini Allah cc nin bildirdiği şekilde kur'an bütünlüğünü gözeterek anlamaya çalışmaktır. Bazılarına şirin görünmek gibi bir kaygısı olmayan biz Müslümanların , al-i imran s. 139. daki " Gevşemeyin, üzülmeyin, inanmışsanız, mutlaka siz en üstünsünüzdür." ayetini hiç bir zaman aklımızdan çıkarmamaması gerekmektedir. 


                EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

16 Şubat 2012 Perşembe

Davud a.s Kıssası

Davud as kur'anda kıssası anlatılan melik elçilerdendir. İsrailoğullarından olan davud as ın kıssası "talut" un ordusunda asker  iken "calut" u öldürmesi ile başlar.

-----2.251- Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a mülk ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır.

Bakara suresi 251. ayetinde Allah cc nin davud as a "mülk" vermesini kıssanın kur'an bütünlüğü ile olan  bağlantısını anlamak açısından biraz açmak gerekmektedir. Kıssalardan alınması gereken hisseler olduğu için davud as a verilen mülk ile kur'anda zikri geçen bazı kişilere verilen mülke karşı olan tavırları dünyadaki mülk sahipleri için bir örneklik teşkil etmektedir.   


"MÜLK" kelimesi , elmüfredatta, " Cumhur içinde emrederek buyurarak,ve nehyederek buyurarak tasarrufta bulunmak. Özellikle akıl sahiplerinin yönetilmesi ve idare edilmesiyle ilgili kullanılır. Bnndan dolayı "insanların meliki" denir ama "eşyanın meliki denmez" şeklinde açıklanmaktadır.  


Mülkü dilediğine verip dilediğinden alma kudretine  sahip olan (3.26) rabbimiz verdiği bu mülkü insanlara zulum etmek için kullanan firavun ve nemrudu bizlere örnek vererek mülk verilen bir kişinin bu mülke ne şekilde karşılık vermesi gerektiğini yusuf,süleyman ve davud as ların şahsında bizlere bildirmektedir.  


-----2.258 Allah kendisine mülk (hükümdarlık ve zenginlik) verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrahim ile tartışmaya gireni (Nemrut'u) görmedin mi! İşte o zaman İbrahim: Rabbim hayat veren ve öldürendir, demişti. O da: Hayat veren ve öldüren benim, demişti. İbrahim: Allah güneşi doğudan getirmektedir; haydi sen de onu batıdan getir, dedi. Bunun üzerine kâfir apışıp kaldı. Allah zalim kimseleri hidayete erdirmez.

 -----43.051 Firavun kavmine seslendi ve şöyle dedi: «Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâla görmüyor musunuz?»

 Kendilerine verilen bu mülkü  zulüm için kullanan firavun ve nemrut mülkün gerçek sahibi olan Allah cc tarafından helak edilerek cezalarını bulmuşlardır. Allah cc davud as kıssası üzerinden , bir kulun kendisine verilen mülkün şükrünü ne şekilde ifa etmesi gerektiğini kullarına bildirmektedir. 


-----4.163 Nuh'a, ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettiğimiz gibi şüphesiz sana da vahyettik. Davud'a da Zebur verdik.

-----6.084 Biz O'na İshak ve (İshak'ın oğlu) Yakub'u da armağan ettik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh'u ve O'nun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik; Biz iyi davrananları işte böyle mükâfatlandırırız.

-----17.055 Göklerde ve yerde olan kimseleri Rabbin daha iyi bilir. And olsun ki nebileri birbirinden üstün kılmış ve Davud'a Zebur vermişizdir.

Yukarda okuduğumuz ayet meallerinde davud as ın kur'anda zikri geçen diğer resullerin yolunun takipçilerinden olduğu, Allh cc nin nebilerin bazılarını bazılarına üstün kıldığını ve davuda zebur verildiğini görmekteyiz. 


----- 27.015 And olsun ki, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. İkisi «Bizi mümin kullarının çoğundan üstün kılan Allah'a hamdolsun» dediler.

-----34.010 Andolsun, Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. «Ey dağlar ve kuşlar! Onunla bana yönelin dedik. Ona demiri yumuşattık.
 ----34.011 Bol bol zırhlar yap ve biçimlemede ölçüyü gözet dedik. Siz de iyi işler yapın, çünkü ben her yapacağınızı gözetiyorum.

Yukarda mealini okuduğumuz ayetlerde birbirlerinden üstün kılınan bazı nebilerden davud ve as süleyman as a bu üstünlüğün verildiği ve davud as a verilen üstünlüğün, dağların ve kuşların hiçbir şekilde Allah cc nin onlara yüklediği görevlere itiraz ve isyan etmiyorlar ise davud as ın da aynı onlar gibi Allah cc ye yönelen biri olduğu ve demirin yumuşatılması ve zırh yapma sanatının öğretilmesidir.

21-78 - Davud ve Süleyman'ı da (hatırla). Hani onlar ekin hakkında hüküm veriyorlardı. Hani milletin koyunları (geceleyin) içinde yayılmıştı, biz onların hükmüne şahittik.
21-79 - Biz onu(n hükmünü) hemen Süleyman'a bildirmiştik; (zaten) herbirine hüküm ve ilim vermiştik. Davud'la beraber tesbih etsinler diye, dağları ve kuşları ona musahhar kıldık. (Bütün bunları) yapan bizdik.
21-80 - Ona, sizi savaşta korumak için zırh yapma sanatını öğrettik, artık şükreder misiniz?


Enbiya suresindeki bu ayetlerde davud ve süleyman as ların bir konuda hüküm vermesi ve Allah cc nin onların verdiği hükme şahid olduğunu bildirdiğini görüyoruz. Burada verilmek istenen mesaj hüküm verme durumunda olan kişilerin verdiği hükümleri gözetleyen en üst merci hakimlerin hakimi Allah cc nin olduğunun unutulmaması , verilen her hükme Allahın şahid (gözetleyici) olduğunun bilinmesi ve ona göre hüküm verilmesi gereğidir." Davudla beraber tesbih etsinler diye dağları ve kuşları ona musahhar kıldık" ayetinde geçen "tesbih etme" nin ne olduğunu anlamak için kur'andaki "tesbih" kavramını anlamak gerekmektedir.  
"Tesbih " kelimesinin kökü "se-be-ha" olup sözlükte, yüzmek,  uzaklaşmak, yıldızın hareket etmesi,atların hareketi,suyun yayılması gibi anlamlara gelmektedir.es-Sebhu’ suda ve havada hızlı yayılışı ifade eder. Mecazen yıldızların uzaydaki hareketleri için kullanılır: "ve kullün fi felekin yesbehûn" (Hepsi bir yörüngede akıp/yüzüp gitmektedir) (21/Enbiya, 33; 36/Yasin, 40). Atların hızlı koşması ‘sebh’ (sebhan) fiili ile ifade edilir. İşlerdeki süratli koşuşturma için de aynı kelime kullanılır: "Senin için gündüz uzunca bir koşuşturma vardır." (73/Müzzemmil, 7).Se-be-ha’ fiilinden türeyen tesbih, Allahu Teala’yı tenzih etmektir. Söz, fiil ve niyet olarak ibadetlerin geneli için kullanılır. (Rağıb). Kelimenin kök anlamı göz önüne alındığında, Allah’ı iman ve amelle tenzih edişte sürekliliği, sağa sola sapmamayı ve tezliği ifade ettiği düşünülebilir. Elmalılı Hamdi Yazır, ‘tesbih’i, "Allah Teala’yı Cenabı akdesine layık olmayan şaibelerden gerek itikaden, gerek kavlen ve gerek kalben tenzih etmek ve uzak tutmaktır" diye tanımlamaktadır.  


Bu kavram kur'anın pek çok ayetinde geçmektedir. 
----- 17.044 Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu tesbih eder; O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. Doğrusu O Halim olandır, Bağışlayan'dır.
-----24.041 Göklerde ve yerde olan kimselerin, sıra sıra uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiğini görmez misin? Her biri kendi niyaz ve tesbihini bilir. Allah, onların yaptıklarını bilendir.
----59.024 O, vareden, güzel yaratan, yarattıklarına şekil veren, en güzel adlar kendisinin olan Allah'tır. Göklerde ve yerde olanlar O'nu tesbih ederler. O güçlüdür, Hakim'dir.
-----64.001 Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ı tesbih eder. Mülk O'nundur, hamd O'nadır. O her şeye kadirdir. 

Yukarda mealini verdiğimiz ayetlerde, yer ve gök arasındaki her şeyin Allah cc yi tesbih ettiğini görüyoruz, ancak insan tesbih etme emrine isyan etme itiyadında yaratılmış bir varlıktır. Kalem suresinde kıssaları anlatılan bahçe sahiplerinin bahçeleri helak olduktan sonra evsatlarının onlara dediği " ben size tesbih etmeniz gerekirdi demedimmi" sözünden dünyada kendisine mal ve mülk verilen çoğu insanın verilen bu mülke karşılık şükür yerine küfürle karşılık verdiğini görmekteyiz. Davud as ın şahsında, değil birkaç dönümlük bahçe sahibi olmak,emrine dağlar ve kuşlar müsahhar kılınarak büyük bir mülk verilen kişinin verilen bu mülke nasıl bir şükür ile karşılık verdiğini görmekteyiz. Davud ve süleyman as kendisinden sonra kimseye verilmeyen bir mülk  sahibi olarak ve bu mülk sahibi olmanın dağların, rüzgarın ve kuşaların ve cinlerin emirlerine müsahhar kılınması ve bu büyük servetin karşılığında onlar Allahı tesbih etmeyi hiçbir zaman unutmamışlardır.

Davud as kıssası sad suresi 17-26. ayetleri arasında mealen şöyle anlatılır. 

17- Şimdi sen onların dediklerine sabret de kuvvetli kulumuz Davud'u hatırla. Çünkü o, zikir ve tesbih ile bize yönelmişti.
18- Biz, dağları onun emrine vermiştik. Akşam-sabah onunla birlikte tesbih ederlerdi.
19- Kuşları da toplu olarak onun emrine vermiştik. Hepsi de ona uyarak zikir ve tesbih ederlerdi.
20- Biz onun mülkünü kuvvetlendirmiş ve kendisine hikmet ve hakkı batıldan ayırt etme kabiliyeti vermiştik.
21- Bir de davacıların kıssası geldi mi sana? Hani surdan aşarak mihraba ulaşmışlardı.
22- Davud'un yanına giriverdiler de onlardan telaşe düştü. Ona "Korkma!" dediler, biz iki davacıyız. Birimiz, birimize haksızlık etti. Şimdi sen aramızda hak ile hüküm ver ve aşırı gitme de bizi doğru yolun ortasına çıkar.
23- Biri: "İşte bu benim kardeşim. Onun doksan dokuz dişi koyunu var, benim ise bir tek dişi koyunum var. Böyle iken: Onu da bana ver, dedi ve tartışmada beni yendi" diye anlattı.
24- Davud dedi ki: "Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle sana zulmetmiştir. Gerçekten bir cemiyette yaşayanların çoğu mutlaka birbirlerine haksızlık ediyorlar. Ancak iman edip de salih amel işleyenler başka. Ama onlar da pek az." Davud, bizim kendisini imtihan ettiğimizi sanmıştı. Hemen Rabbinden mağfiret diledi, rüku ederek yere kapandı, tevbe ile Allah'a yöneldi.
25- Biz de o zannettiği şeyi kendisine bağışladık. Şüphesiz yanımızda onun bir yakınlığı ve güzel bir dönüş yeri vardır.
26- Ey Davud! Gerçekten biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. Artık insanlar arasında hak ile hüküm ver. Keyfe, arzuya uyma ki, seni Allah yolundan saptırmasın. Çünkü Allah yolundan sapanlar, hesap gününü unuttukları için kendilerine çok şiddetli bir azab vardır.

Sad suresinin ilk ayetlerine baktığımız zaman vahye karşı inkarcı bir tavır takınan müşriklerin sözlerini ve buna karşılık kendilerinden önce geçen müşriklerin akıbetlerini görmekteyiz. İlk inen, alak ,kalem gibi surelere baktığımız zaman inkarcıların inkar etme güçlerini maddi varlıklarından aldıklarını görmekteyiz ve edinmiş oldukLArı mal ve servetin kendilerini kurtaracağını sanmaktadırlar ve bu mal mülk ve serveti inkarları yolunda harcamaktadırlar. Davud as ın kıssası  muhammed sav e, mü'minlere ve vahiy karşıtlarına seslenmektedir. Mal ve servetlerini insanları Allah yolundan alıkoyma vesilesi yapan müşriklere karşılık onların hayallerinin bile ulaşamayacağı servete ve mülke sahip olan davud as örnek verilerek onun ,dağlarınve  kuşların itiraz etmeden tesbih ettiği gibi tesbih edenlerden olduğu vurgulanmaktadır. Burada dağların ve kuşların davudla beraber tesbih etmeleri hepsinin koro halinde bizdeki namaz sonrasi tesbihat yapmaları şeklinde anlaşılmamalıdır. Tesbih etmek demek Allahın yaratıklarına verdiği bir görevi eksiksiz olarak yapmalarıdır ,bu yaratıklarının içinde mükellef olan varlıklardan (insan ve cinler) tesbih etmeyi reddedenlerde vardır ,tesbih etmeyi reddetmeleri kalem suresindeki bahçe sahipleri kıssasında gördüğümüz gibi kendilerinin sahip oldukları mal ve servete güvenmeleridir.    


20. ayette "onun mülkünü güçlendirmiştik" denilerek dünyada kendisine mülk verilenlerin o mülke nasıl karşılk vermeleri gerektiği öğretilmektedir. Özellikle insanları yönetme şeklinde mülk sahibi olanların ve hüküm verme durumunda olan kişilerin bu hükmü adil bir şekilde nasıl verebilecekleri öğretilmektedir. 


Kendisine gelen iki kişinin, aralarında hak ile hüküm istemelerine karşılık davud as sadece mazlum olduğunu iddia eden tarafı dinleyip zalim olduğunu düşündüğü taraf aleyhine tek taraflı bir hüküm verir. Hak ile hüküm vermek durumunda olan bir hakim zalim olsun mazlum olsun her iki tarafıda dinlemeden karar veremez. kendisinin bir koyunu olduğunu iddia eden taraf belkide o koyunu 99 koyunu olduğunu iddia eden taraftan çaldı , onun 100 koyunu vardı birini çalarak 99 koyun oldu ve kendisinin hiç koyunu olmadığı halde çaldığı koyunu kendi koyunu olduğunu iddia ederek yalan söylemediğini kim bilebilir. Davud as bu olayın bir imtihan olduğunu ve yaptığı hatayı anlayarak tevbe ediyor ve karşılığında bağışlanıyor . Allah cc davud as a "insanlar arasında hak ile hükmet hevalara uyma seni Allhın yolundan saptırır" buyurarak hüküm verme makamında olanların ölçü almaları gereken noktayı bildirmektedir. Kıssada koyun olarak verilen dava malzemesi başka hakimin karşısına değişik bir konu olarak gelebilir burada önemli olan hak ile hükmetmektir.


Burada yeri gelmişken ihsan eliaçığın bu kıssa ile ilgili yazmış olduğu bir makaleye değinmek istiyıruz. "ölü kur'an anlatıcıları" olarak tabir ettiği kesimin rivayetlerini sıraladıktan sonra ( bu rivayetlere bizimde katılmadığımızı belirtelim) kıssa ile ilgili düşüncelerine geçer ve şöyle der.
"Oysa kıssa “bahçe sahiplerinin” bir benzeri… İki adam var. Birinin 99, diğerinin 1 koyunu var. 99 koyunu olan, elindeki yetmiyormuş gibi 1 koyunu olanın elindekine de göz dikiyor ve onu da alıyor. Ve Davud ‘bu zulümdür’ diy

Surenin bağlamından baktığımızda anlatılmak istenen gayet açık: 99 koyun sahibi Mekke’deki servet sahibi kişi oluyor (ör. Velid bin Muğire, Ebu Cehil, Ebu Leheb). 1 koyunu olan da mahrum ve yoksul kişi. Servet sahibi 99 koyunuyla yetinmeyip, 1 koyuna da el koyup alıyor. Davud ona zulmetmişsin diyor. Daha sonra da Davud’un pişmanlık duyduğu ve affedildiği söyleniyor. Bu durumda Davud’un pişmanlığı işin gereğini yapmayışı, yönettiği ülkede böyle zengin-yoksul uçurumunun nasıl olabildiğini düşünmesine ve görevinde ihmal gördüğüne işarettir.

Demek ki kıssa nüzül ortamı bağlamında, Mekke’nin servet ve iktidar sahiplerinin durumuna işarettir. Onların da böyle koyunları, develeri, bahçeleri vardı. Elinde bir koyunu, devesi, bahçesi, evi olanı da almak, doymak bilmeyen bir servet tekeliyle (kenz) hükmetmek istiyorlardı."

Kanaatimizce ihsan hoca davud as ın düştüğü aynı hataya düşmekte ve sırf 99 tane koyunu var diye davalı kişiyi mekkedeki servet sahipleri ile özdeşleştirmektedir. Kıssa üzerinden yaptığı zengin fakir arasındaki uçuruma katılmakla beraber helal yoldan edinilmiş ve hakkı ödenen servete kimsenin yan gözle bakamaya hakkı olmadığını düşünüyoruz. İhsan hoca davud as gibi hemen tek taraflı bir yoruma giderek 99 koyunu olduğu iddia edilen kişiyi suçlamakta, ama bir koyununda belki o kişiden çalınmış olabileceğini hesap etmemiş ve iki tarafı dinlemeden karar veren davud as ın durumuna düşmekten kurtulamamıştır. Ancak davud as ın yanlışını anlayıp tevbe etmesi gibi ihsan hocanında yanlışını anlayıp geri dönmüş olduğunu umud ediyoruz. Çünkü kıssada verilmek istenen mesaj hüküm verme makamında olan kişileredir ve tek taraflı karar vermenin yanlışlığını öğretmektedir.  

                 EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.