tahrifül kur'an etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tahrifül kur'an etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Eylül 2011 Cumartesi

"Tebyinül Kur'an" dan Tahrifül Kur'an Örnekleri 8 (Necm Suresi)

"Tebyinül kur'an" dan tahrifül kur'an örnekleri başlıklı seri yazımıza eserdeki necm suresi 1-18 ayeterinde vahyin kaynağı ile ilgili olarak geçen ayetlerdeki anlatımlar üzerinde durmak istiyoruz. Daha önce yine bu başlık altındaki yazılarımızın 3. bölümünde sayın yazarın "cebrail" ile ilgili bir makalesini ele alarak vahiy meleği diye bir olguyu kabul etmediğini  ve bu  sonuca ulaşmak için bazı ayetler üzerinde nasıl oynadığını görmüştük. Bu yazımızda necm suresi örneğinde , Allah cc den aldığı  vahyi muhammed sav e ulaştıran vahiy meleğini devre dışı bırakmak gayesi ile yaptığı oynamaları ele almaya çalışacağız. Bu konu ile ilgili başka surelerde geçen ayetleride aynı amaca ulaşmak için (vahiy meleğini inkar amacı) tahrif ettiği için o sureler üzerindede inşaallah duracağız. Önce sayın yazarın eserinden necm suresi 1- 18. ayetlerine verdiği mealleri ve konu ile ilgili düşüncelerinin alıntılarını verelim. 


RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA.
1. İndiği zaman necme kasem olsun ki, [Parça parça inmiş Âyetlerin her bir inişi kanıttır ki]
2. arkadaşınız sapmamıştır, azmamıştır.
3. O, hevasından da konuşmuyor.
4. O, kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir.
5. Ona, onu müthiş kuvvetleri olan öğretti.
6. O, üstün akıl sahibi. Ki istiva etmiştir O.
7. Ve O, en yüksek ufukta idi.
8. Sonra yaklaştı ve hemen sarktı.
9. İki yay uzunluğu kadar, ya da daha yakın olmuştu.
10. Hemen de kuluna vahyettiğini vahyetti.
11. Gönlü, gördüğünü yalanlamadı.
12. Onun gördüğü şeyden kuşku mu duyuyorsunuz? [onun gördüğü şey hakkında onunla mücadele mi ediyorsunuz?]
13. Andolsun onu, başka bir inişte daha gördü.
14. Son sidrenin yanında.
15. Ki onun yanında oturulan bahçe vardır.
16. O zaman sidreyi kaplayan kaplıyordu.
17. Göz şaşmadı ve azmadı.
18. Andolsun, Rabbinin Âyetlerinin en büyüğünü gördü. 

Surenin 1. ve 4. ayetlerinde muhammed as ın tebliğ ettiği sözlerin kendi hevasının ürünü olmayıp  kendisine ilka edilen vahiy olduğu anlatıldıktan sonra devam eden ayetlerde bu vahyin muhammed as a nasıl ulaştığından bahsedilmektedir. Tebyin sahibinin sıkıntısıda burada başlamaktadır . "Vahiy meleği" olgusunu red ettiğini daha önceden belirttiğimiz üzere necm suresindeki bu konu ile ilgili ayetleri oluşturmuş olduğu red olgusu üzerine oturtmak için ayetler üzerinde oynamalarını kendi açısından haklı göstermek amacıyla önce kılıf uydurmaya çalışmaktadır. Tefsir kitaplarında necm suresinde bu konu ile ilgili olarak geçen bahislere baktığımız zaman muhammed sav e vahyi kimin öğrettiği konusunun tartışılmış olduğunu görmekteyiz. Vahyi direk Allahınmı verdiği yoksa vahiy meleği vasıtası ilemi verilmiş olduğu bu sured ile ilgili tefsirlerde konu edilmiştir. Vahyin muhammed as a ulaştırılması ile ilgili olarak hiç bir tefsirde "cibril"veya " ruhul emin"diye isimlendirilen vahiy meleği tümden yok sayılmamıştır. Ancak sayın yazar bu olguyu toptan yok sayarak iddialarını ayetler üzerinde oynayarak delillendirmeye çalışmaktadır. Sayın yazar necm suresi 5 ve 6 . ayetleri üzerinden konuya şu şekilde giriş yapmaktadır. 

"Peygamberimizi göğe, Allah'ın yanına çıkarmayı marifet bilen zihniyet bu Âyetleri de çarpıtmış ve Allah'a ait olan nitelikleri maalesef Cebrâîl'e yakıştırmıştır. Görüldüğü gibi, Sûrenin 5-6. Âyetlerinde Kur'ân'ı kimin öğrettiği herhangi bir isimle değil, sıfatlarla açıklanmıştır. Ne var ki, rivayetçiler bu sıfatları Cebrâîl'e vermişler fakat böyle yapınca da 10. Âyette Muhammed (a.s)'ın Cebrâîl'e kul olması anlamı ortaya çıkmıştır. Bu kez de sırf bunu izale etmek için yığınlarca safsata uydurmuşlar, yorum yapacağız derken işin içinden çıkamayarak daha da batmışlardır.
Peygamberimize Kur'ân'ı öğretenin kim olduğu konusunda hiçbir şüphe ve tereddüde yer yoktur. Kur'ân'ı ona öğreten Cebrâîl değil, kesin olarak Rahmân [Allah]' dır."

Genel olarak kullandığı, gelenekteki yanlış aktarımları kalkan yaparak, "başkasının yanlışının üzerine kendi yanlışını bina etmek" şeklindeki uslubuna buradada devam ederek, geleneğin muhammed sav i göklere çıkarmak şeklindeki yanlışına karşı kendiside haşa Allahı yere indirmeye çalışmaktadır. 
 " ona müthiş kuvvetleri olan öğretti" ayetinde direk olarak belli bir kişiden bahsedilmemesinden hareketle " müthiş kuvvetleri olan" varlığın Allah cc olduğunu iddia etmektedir.Rahman suresi 1ve 2. ayetlerindeki " rahman olan Allah kur'anı öğretti" ayetine dayanarak Kur'anı Allahın öğrettiğini cebrailin öğrettiği iddiasının yanlış olduğunu söylemektedir. Kur'anı rahman olan Allahın öğrettiğinden şimdiye kadar aklı selim sahibi hiç bir müslümanın şüphesi olmamıştır. Vahiy meleğinin vazifesini diğer surelerdeki anlatımı ile birlikte düşündüğümüz zaman onun görevinin Allahtan aldığı vahyi muhammed sav e öğretmek olduğu anlaşılır. Yani cibril başlı başına vahiy öğreticisi değil, Allahtan aldığı vahyi öğreten bir elçidir.
Ayette geçen "el kuva" kelimesi üzerinde duran sayın yazar bu kelime ile ligili olarak şunları der.
" Âyette geçen شديد القوى - şedîdü'l-quvâ = kuvvetleri çok güçlü olan ifadesi, قدير – qadîr  sözcüğünün başka türlü ifadesidir; yani "çok güçlü olan" anlamındadır. Bu anlamı "Kuvvet" kökünden gelen bir sözcükle ifade etmek gerekirse, mübalağa ism-i fail kalıbıyla قوىّ - kavîyyün sözcüğünü kullanmak gerekir. Zaten "kaviyyün" sözcüğü de Allah'ın sıfatlarından birisidir. Kur'ân'da 9 kez yer alır:"
  Burada sayın yazarın son cümlesi olan "kaviyyun sözcüğünün Allahın sıfatlarından olduğu 9 kez kur'anda geçmesi " üzerinde durmak istiyoruz. "şedidü'l-quva" kelimesini Allah için kullanılmasının delilini "kaviyyun" kelimesinin kur'anda Allahın sıfatlarından olmasına bağlamak istemektedir. Ancak sayın yazar burada "kaviyyun" kelimesinin geçtiği yerleri ve ne şekilde geçtiğini şaşırmıştır. Bu kelime kur'anda 11 yerde geçmektedir (8.52-11.66-22.40.74-27.39-28.26-40.22-42.19-57.25-58.21)"kaviyyen" kelimesi ilede bir ayette geçmektedir(33.25) ancak 27.surenin 39. ayetinde ve 28. surenin 26. ayetinde Allah için kullanılmamaktadır. Sayın yazarın  eserinde bu iki ayeti neden liste bıraktığının  takdirini okuyuculara bırakıyoruz.  
Ayetlerle oynamanın sırası 6. ayete gelmiştir . Bu konu ile ilgili olarak sayın yazar şunları söylemektedir
Yine 6. Âyetteki استوى - istiva eden ifadesi ile kastedilen de Allah'tır. Çünkü İstiva Allah'ın sıfatlarındandır, meleğin veya kulların sıfatı değildir. İstiva mecazen "egemenlik kurdu, kontrolü altına aldı" demektir. Müteşabih olan bu kavram Âyette mecaz olarak kullanılmıştır. İstivasözcüğü, aşağıdaki Âyetlerden başka, Yûnus Sûresinin 3; Ra'd Sûresinin 2; Furgân Sûresinin 59. ve Secde Sûresinin de 4. Âyetinde bu şekilde geçmektedir."
Sayın yazar "isteva" kelimesinin burada kur'andaki geçtiği ayetler hakkında bir bilgi vermemektedir ancak parantez içinde bu kelimenin anlamları olan "doğrulup dikildi,egemenlik kurdu, yerleşti" anlamlarını vermiştir."egemenlik kurdu ve yerleşti" anlamları dışındaki "dikildi" anlamı feth suresi 29. ayetinde müminlerin vasıflarından bahsederken verilen bir misal olarak "gövdesi üzerine dikilmiş"cümlesinde geçen necm s. 6 ayeti ile aynı kelime olan "festeva" ile kasas s.14. ayetindeki musa as için kullanılmasını göz ardı etmektedir. Yazarımız burada "şark kurnazlığı" göstererek fetih s. 29. ayeti ile bir bağlantı yapmaya yanaşmamaktadır. Çünkü yanaştığı takdirde gövdesi üzerine dikilen ağacın somut bir varlık olması ile muhammed as ın gözü ile gördüğü varlık arasında bir bağ kurması gerekecek ve muhammed sav in gözü ile gördüğü varlığın Allah olamayacağını çok iyi bilmektedir. Onun için yazarımız burayıda es geçmek zorunda kalmıştır. 
Surenin 7. ve 10. ayetleri ile ilgili olarak şunları söylemektedir.


"Bu Âyetlerle Allah'ın Muhammed (a.s)'a ilk kez nasıl vahyettiği Alak Sûresinin inişi tasvir edilerek heyecanlı bir sahne sergilenmiştir. müteşâbih Âyetleri ve mecazları anlamayan zihniyet, bu Âyetlerdekimüteşâbih ifadeleri çarpıtarak fiillerin öznelerini Cebrâîl olarak yorumlamıştır. Bu zihniyet sahiplerine göre, peygamberimiz orada Cebrâîl ile karşılaşmış, birbirlerine yaklaşmışlar, peygamberimiz Cebrâîl'e [hâşâ] kul olmuş, Cebrâîl de ona vah yedeceğini vahyetmiştir."  

Aklı başında hiç bir müslümanın söyleyemeyeceği ve bugüne kadarki tefsirlerde bu şekilde hiç bir anlam verilmeyen şekilde bir anlam verildiğini savunarak tahriflerine ilaveten birde iftira katan sayın yazar kendi düşüncesini doğrulatmak için peygamberimizin cebraile kul edildiği iftirasını atmaya kalkmaktadır.Yazarımız ,surenin 1.ve 18. ayetlerini ve kur'andaki vahyi ulaştıran varlık ile ilgili ayetleri mü'mince bir okuma tarzı ile okumaya kalksaydı kendini haklı çıkarmak amacı ile ne ayetleri tahrife nede iftiraya gerek duymadan kendisininde bildiği üzere tefsir usulunde bir kural olan "hazf" kuralına riayet edip oradaki hazfedilen yere gereken kelimeyi koyması gerekirdi. 

Konunun altından kalkamayacağını farkeden yazarımız topu taca atarak şu şekilde devam etmektedir. 

"7–10. Âyetlerde, vahiy anında neler olduğu hakkında bize açık bir bilgi verilmemiştir. Ama sanki bir cismin [helikopter gibi] gökten aşağıya doğru inişini çağrıştıran bir ifade kullanılmıştır. Bu konuyu araştıranlar, Allah izin verdiği takdirde, o gün olanların izahını tartışma şeklinde yapacaklar ve en büyük mucizelerden birini veya bir kaçını daha açıklayarak insanlığa büyük bir hizmet yapmış olacaklardır."

11.12.13. ayetler ile ilgili olarak şunları söylemektedir.

"Bu Âyetler, ilk vahiy anında olanların bir zann [sanı], bir rüya, bir hayal, bir halüsinasyon olmadığını, sağduyunun kesinlikle yanılmadığını vurgulamakta ve bu sahnenin iki kere yaşandığını açıklamaktadır. İlk vahiy olan Alak Sûresinin akışından anladığımıza göre bu inişlerin birincisi اقرأ - ikra ile başlayan 1. ve 2. Âyetlerin gelişinde, ikincisi de yine ikra ile başlayan 3. ve 5. Âyetlerin gelişinde olmuştur."

Sayın yazara " sen ya matematik bilmiyorsun yada hiç dayak yemedin" dedirtecek kadar acı bir tablo buradada karşımıza çıkmaktadır. 13.ayette "andolsun onu diğer bir  inişde de gördü" ayetinden acaba alak suresinin akışından !! anlaşılan iki defa inmesimi anlaşılır?. Sayın yazar daha önceden topu taca attığı için burada inenin kim olduğunu söylememektedir. Ancak 14.15. ayetlerde resmen faul yaparak şöyle söylemektedir.  

14,15.     Son sidrenin yanında ki onun yanında oturmaya değer bahçe/ mesire yeri vardır.


"Bu Âyetlerde vahiy mahalli açıklanarak âdeta adres belirtilmektedir. Bu Âyetlere göre, 7–10. Âyetlerde anlatılan kompozisyon, [Allah'ın sarkması, yaklaşması ve kuluna vahy etmesi] yanında oturmaya değer bir bahçe olan son sidre ağacının yanında vuku bulmuştur.
Eski tefsirciler Kur'ân'a kendi anlayışlarına göre noktalama işaretleri [keyfiyyeti secavent] koyarak pasajın anlamını bozmuşlardır. Bilindiği gibi, Kur'ân'daki duraklara konulmuş olan ج - cim, م - mim, ط - tı velâm - elif gibi işaretler Kur'ân'dan değildir. Bu gibi işaretleri sonradan Kur'ân'a koyan kurralar [uzman okuyucular] ve tefsirciler, 13. Âyetin sonuna "lâmelif" koymak suretiyle Âyetin anlamının burada bitmediğini, Âyetin 14. Âyette tamamlandığını kabul etmişler ve 14. Âyetin başındaki عند nde mekân zarfını da 13. Âyetteki başka bir inişte daha gördü ifadesine bağlamışlardır. Hâlbuki عند nde mekân zarfının pasajdaki tüm olaylara bağlanması, en doğru olanıdır. Buna gramer açısından hiçbir sakınca yoktur."  
"Yavuz hırsız evsahibini bastırır" misali kendi hevasına uygun oluşturmaya çalıştığı ayetleri bir kalıba sokamayacağını anlayan yazarımız kabahati kendinde aramayarak başkalarında bulmaya çalışmaktadır.13. ayetteki görünen varlığı Allah olarak anlaşılmasının kendisini gülünç bir duruma sokacağını anlayan yazarımız kendi anlayışına uymayan secaventleri beğenmeyerek o secavenleri koyanlara kızmaktadır.Haşa Allahı sidrenin yanındaki oturmaya değer mesire yerine!! oturtan bir kişiye söylenecek sözün "meczup" olacağını bildiği için battıkça batan sayın yazarımız konuyu 13. ayette bitirip devamında gelen ayetlerin bu konu ile alakası olmadığını savunarak paçayı böyle kurtaracağını sanmaktadır.

17. ayette "göz şaşmadı ve azmadı" ile ilgili olarak fiziksel ve psikolojik bir yanlıgı olmadığını vemuhammed as ın her şeyi sağlıklı bir biçimde algıladığını ifade eden sayın yazar 18. ayette ise bu gördüğü şeyin isra suresi 1. ayetindeki gece yürüyüşü olduğunu ifade eder."Özrü kabahatinden büyük" dedirtircesine rivayetçilerin bu surede "miraç"hadisesi ile bir bağlantı kurmalarını eleştiren sayın yazar kendiside bu surede "isra" hadisesi ile bağlantı kurmaktan çekinmemiştir.

Kur'andan haberi olmayan ve kur'anı ilk defa okuyan bir kişinin bile necm suresi 1. ve 18. ayetlerini okuduğu zaman Ayetlerdeki bahsedilen varlığın Allahtan ayrı bir varlık olduğunu rahatça anlayabilmesine rağmen kafada oluşturulan ön kabuller neticesi ile vahyi Allahtan alıp muhammed as a ulaştıran bir varlığı kabul etmemek için ayetlerle nasıl oynandığına bu sure maalesef güzel bir örnektir.
Sayın yazarın , Allah cc nin muhammed as a gönderdiği vahyi bir melek vasıtası ile gönderdiğini red etmek için ayetler ile nasıl oynadığını,hiç çekinmeden iftiralara başvurduğunu, kendi hevasına uymayan secaventleri koyanlara nasıl kızdığını ve bazı ayetleri konu ile bağdaşmasını önlemek için nasıl es geçtiğini kendi eserinden yaptığımız alıntılarla ortaya koymaya çalıştık.Bu konu ile ilgili olarak yine tekvir suresindeki yaptığı oynamaları inşaallah gelecek yazımızda ortaya koymak istiyoruz
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

5 Temmuz 2011 Salı

Tebyinül Kur'andan Tahrifül Kur'an Örnekleri 4 (Meryem s.)

"Tebyünül kur'andan tahrifül kur'an örnekleri "başlığı altında yazmaya başladığımız seri yazıların 4. üncü kısmında meryem suresinde isa as  doğumu ile ilgili  17. ayetteki gönderilen "ruhun" zekeriya as ın meryeme getirdiği vahiy iddiası  üzerinde durarak gelen varlığın kim  olduğunu kur'an btünlüğünde anlamaya gayret edeceğiz. Daha önceki yazılarımızın 3. bölümünde "tebyin "sahibinin cebrailin varlığı konusunda getirdiği deliller ile ilgili olarak  yazılarından örnekler getirerek , cebrail diye bir varlığın olmadığı ayetlerdeki "ruh" kavramının vahiy anlamına alınması gerektiğini , bu düşüncesini pekiştirmek için bazı ayetler üzerinde tahrif cüretini gösterdiğini örnekleri ile açıklamaya çalışmıştık. Meryem suresinde ise hz meryeme gelen "ruhun" cebrail değil zekeriya as ın getirdiği vahiy olduğunu iddia etmektedir. Bunu yaparken tenakuz içinde bir yazdığı diğer yazdığının tutmayan bir uslup ile tabiri caizse "debelendikçe batan" bir yöntemle sonuca ulaşmaya çalışmıştır. Ön kabuller eşliğinde kur'ana bakmanın ne derece tehlikeli bir durum  olduğunu gözler önüne sermesi açısından dikkate değer bir eser olan "tebyinül kuran" daki bu gibi ön kabuller neticesinde oluşturulmuş tahrif örneklerini sunmaya devam edeceğiz.    

Meryem s. 16. ve 17. ayetlere tebyin sahibinin verdiği meal şu şekildedir.    


Kitap'ta Meryem'i de an! Hani o, ehlinden [ailesinden, yakınlarından] ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti.
Sonra ehliyle kendisi arasına bir perde edinmişti de Biz ona ruhumuzu gönderdik, sonra o, [ruhu getiren Elçi] ona [Meryem'e] mükemmel bir beşeri örnek verdi. 
    


Parantez içne aldığı ruhu getiren elçiden kastı zekeriya as dır. Öncelikle  meryemin isa as a hamile kalması sahnesinde zekeriya as ın bir rolu olamayacağını düşünmekteyiz şöyleki, Ali imran suresi 37. ayetinde meryemin ,doğumundan sonra zekeriya as ın himayesine verildiğini görüyoruz. Bu himayesine verilmesinin içinde onun yetiştirilmesi ve güvenliğide bulunmaktadır. Meryem s.16. ayetinde "ehlinden doğu tarafına çekilmesinin" arkaplanına baktığımız zaman kendisinin güvenliğini sağlayan birinden mahrum olmasını  görmekteyiz. 17. ayette "perde çekmesi" tabirinden bildiğimiz, gece olunca evlerimizde çektiğimiz perde değildir. Zekeriya as ın ölümü ile himayesiz kalan meryem as kavminin şirk bataklığına bir tepki olarak o kavimden ayrılmasını  kur'an bize" perde çekme" tabiri ile anlatmaktadır. Kehf suresinde bir örneğini gördüğümüz bu şirk toplumundan uzaklaşma hareketi biz müminler için bir örnek teşkil etmektedir, ilerleyen ayetlerde gördüğümüz gibi isa as ın doğumunu müteakip kavmine getirmesinden ve kavmi ile onu müdafaa edecek isa as harici başka birini görmemekteyiz. Şayet zekeriya as hayatta olsaydı meryemi kavmine karşı müdafaa etmesi gerekirdi. Ancak buna cevapta bulmak mümkündür zekeriya as ın meryemin hamile kalması esnasında hayatta olduğu , isa asın doğduğu zaman ölmüş olabileceği söylenebilir. Ancak 17. ayetteki gelen kimsenin zekeriya as olması zaten mümkün değildir. "ona düzgün bir beşer şeklinde göründü" şeklindeki  ayeti ancak tahrif ederek ön kabule uygun olarak işe yarar bir hale getirip oraya zekeriya ası kondurmak mümkün olabilir.  

Sayın yazarın ucundan yakaladığı kendiside şu şekilde anlatmaktadır.  


17. Âyetteki ehliyle kendisi arasına bir perde edinmişti ifadesinden de anlaşılmaktadır. Çünkü bu ifade, onun kendisiyle ailesi arasına bildiğimiz bez perde çektiği anlamına değil, ailesinden mesafelenip uzaklaştığı, ailesiyle irtibatı kestiği anlamına gelir.    

Sayın yazar meryemin ailesinden neden uzaklaştığını biraz düşünse ailesi içinde onu koruyacak bir kimse kalmadığı için ayrılmış olabileceğini anlayabilirdi. Ancak meryeme gelen "ruhu" sadece "vahiy " olarak anladığı için o vahyi getiren birine ihtiyaç duyduğu için zekeriya as a orada yer vermiştir. 


Sayın yazar  konuya şu şekilde devam etmektedir.   

MERYEM'E GÖNDERİLEN RÛH:

Kadr Sûresi’nin tahlilinde yaptığımız ayrıntılı açıklamalarda belirttiğimiz gibi, rûh sözcüğü Kur’ân'da hep "vahiy, ilâhî bilgi" anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla 17. Âyetteki ona rûhumuzu gönderdik ifadesi de "Meryem'e bir takım ilâhî bilgilerin gönderildiği" anlamına gelmektedir. Ancak bu bilgiler doğrudan Meryem'e vahye dilmemiş, bir Elçi vasıtasıyla gönderilmiştir. Bu Elçi, o dönemde yaşamış olan Zekeriya peygamberden başkası değildir.
Çünkü Kur’ân'dan öğrendiğimize göre, Meryem o dönemde Zekeriyyâ peygamberin himayesindedir.
Bu Âyette ruhumuzu gönderdik sözleri ile ifade edilen Meryem'e bilgi verme işlemi, aynı olayı anlatan başka Âyetlerde ruhumuzu üfledik sözleri ile ifade edilmiştir. Yine Kadr Sûresindeki açıklamalarda belirttiğimiz gibi, ruh üfleme tabiri "az bir bilgi ile bilgilendirmek" demektir. Buna göre, Allah'ın Meryem'e ruhunu göndermesi, Elçisi Zekeriyyâ vasıtasıyla Meryem'e bir takım bilgiler yollaması anlamına gelmektedir. Elçinin Meryem'e örnek gösterdiği mükemmel beşer ise o gün henüz bir bebek olan Yahyâ peygamberdir. Çünkü Yahyâ peygamber de kısır anası tarafından daha önce Zekeriyyâ peygambere verilmiş bu bilgi ile dünyaya getirilmiştir.
Özetlemek gerekirse; daha önce kendisine verilmiş olan ilâhi bilgiyi Meryem'e iletmekle görevlendirilen Zekeriyyâ peygamber, bu bilgi sayesinde bir erkeğe gerek olmadan çocuk doğurabileceğini Meryem'e anlatarak görevini yapmış, bu bilginin doğruluğuna kanıt olarak da bebek Yahya'yı göstermiştir. Âl-i İmrân Sûresi’nin 42–43. Âyetlerinde sözü edilen melekler de Zekeriyyâ peygamber ile Meryem'e gönderilen Âyetlerdir. 


Kur'andaki "ruh" kavramı ile ilgili olarak sadece "vahiy ve ilahi biligi" anlamına kullanıldığını iddia ederek , 17. ayette meryeme gelen "ruhun"  ilahi bilgiler olduğunu iddia etmekte, haliylede bu ilahi bilgileri getiren kişinin zekeriya as olduğunu söylemektedir. "fetemessela" kelimesini ise "örnek beşer "olarak çevirmiş  ve bu örnek beşerde yahya as olmuştur!!. Yazar "çünkü kur'andan öğrendiğimize göre ,meryem o dönemde zekeriye peygamberin himayesindedir" derken meryemin ailesinden ayrı bir yere çekilmesini zekeriya as varken neden gerek gördüğü üzerinde hiç düşünmemektedir. Halbuki ayetleri arkaplanını düşünerek anlama gayretinde olsaydı zekeriya ve yahya as ların hayatta olmadıklarını anlardı. Ve "fetemessela" kelimesini şu şekilde açıklık getirmektedir.  

تمثّل - TEMESSÜL:
Temessül sözcüğünün esas anlamı "örnek vermek" demektir. Bununla beraber sözcük, ikinci, üçüncü anlam olarak "insan şekline girmek" manasında da kullanılmıştır. [44–24] (Lîsânü'l-Arab c. 8, s. 200, 201. msl, temessül mad.)
       Kur’ân ile ilgili çalışma yapanlar, genellikle sözcüğün esas anlamı yerine uzak anlamını tercih etmişlerdir. Böyle olunca da Meryem'e haberci olarak Cebrail'in geldiği, korkmasın diye de Cebrail'in ona bir delikanlı kılığında göründüğü yorumları ortaya çıkmıştır.
Biz temessül sözcüğünün esas anlamı ile çevrilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Sözcüğün burada asıl anlamıyla değerlendirilmesi, yukarıdaki alıntıda geçen İncil’in şu ifadesi ile de uyum göstermektedir 


Lisanul araptan yaptığı alıntıyla "temessül" kelimesinin anlamının "örnek vermek" olarak alınmasının incilden aldığı bir ayetle destekleyip uzak anlamı ile alanların oradaki "fetemessela" kelimesini cebrail olarak anladıklarını söyleyerek bu anlayışı red etmektedir. Ragıp el isfahani "el müfredat" adlı eserinde "temessela" kelimesine şu anlamları vermektedir.s 1360.  "(ETTEMESSELA): Musavver , biçimlendirilmiş,belirli bir şekil verilmiş, tasvir edilmiş,şekillendirilmiş,hakedilmiş yada resmedilmiş şey.  (TEMESSELE KEZA): Şöyle birşeyin biçimini,şeklini yada suretini aldı,suretine girdi.  "DÜZGÜN BİR BEŞER HALİNDE ONA TEMESSÜL EDİVERDİ . meryem 17)"   El müfredatta da bu kelime ile ilgili olarak bunlar yazmaktadır.   


Görülüyorki sayın yazar daha önceki bazı yazılarında örneklerini verdiğimiz gibi bir kelime ile birkaç olabilirlilikten bahsedip işine gelen tarafı almaktadır. Bazı yazılarında örneklerini gördüğümüz gibi bazen uzak manayı hiç çekinmeden tercih ederek kendine uyugn bir hale getirmektedir. Bunu ilerleyen satırlarımızda göreceğiz. 17. ayette"ONA DÜZGÜN BİR BEŞER  ŞEKLİNDE GÖRÜNMÜŞTÜ" şeklinde olması gerekn meal cebrailin bir varlık olmadığı önkabulu ile ayeti tahrif ederek "Biz ona ruhumuzu gönderdik, sonra o, [ruhu getiren Elçi] ona [Meryem'e] mükemmel bir beşeri örnek verdi. " şekline parantezler yardımıyla dönüştürmüştür. "debelendikçe batmak " tabirine uygun olarak yazar devam etmektedir. 18. ayetin mealini şu şekilde vermektedir. 

 O, [Meryem] "Ben senden Rahmân'a sığınırım. Eğer sen takiyy [takva sahibi birisi/Takiyy] isen..." dedi.



 bun
 O gelen kişi şayet zekeriya as ise neden meryem ondan korkma ihtiyacı duyar ?.Zekeriya as ın himayesi altında olan meryem ona neden tanımadık bir insan muamelesi yaparak ondan korkar ve onu takvaya çağırır? bunun izahını yapmamaktadır. Ve başkalarının yapmadığı bir yoruma giderek "takva " kelimesi hakkında şöyle demektedir.  

Bu Âyette Allah'tan mesaj getiren Elçiye Meryem'in verdiği tepki dile getirilmiştir.
Buradaki - تقىّ - takiyy sözcüğü "takva sahibi biri" anlamında olabileceği gibi, özel bir isim de olabilir. Bazı kaynaklarda Meryem'in bulunduğu kentte "Takiyy" adında adı kötüye çıkmış, günahkâr bir adamın varlığından bahsedilmektedir. Eğer bu bilgi doğru ise, Meryem'in, yalnız başına yaşadığı yerde kendisine yaklaşan kişinin o kötü kişi olabileceğini düşünmüş ve taciz edilmekten korkarak "Eğer sen Takiyy adındaki kimse isen" demiş olması mümkündür.
Meryem'in Eğer sen takiyy [takva sahibi birisi/Takiyy]isen sözlerinin yer aldığı cümle, bir şart cümlesi olmasına rağmen Âyette cümlenin ikinci [ceza] bölümü mevcut değildir. Bu, okuyanların takdirine bırakılmıştır. Bize göre cümlenin ikinci bölümü "Bana dokunma!" veya "Bana zarar verme!" şekillerinde takdir edilebilir. 


"Debelendikçe batmanın" eseri olarak "takıy" adında bir şahıstan bahsederek meryemin gelen kişiyi  okişi sanarak taciz edilmketen korktuğundan bahsetmektedir. Şimdi adama sormazlarmı " ŞAYET GELEN KİMSE "TAKIY" ADINDAKİ KİMSE OLMASI MÜMKÜN İSE , MERYEM YILLARDIR TANIDIĞI ZEKERİYA AS İLE BİR TACİZCİYİ !  NASIL KARıŞTIRIR ?" mümkün olabilir " yada okuyanların takdirine bırakılabilir" şeklinde kıvırmalarla sayın yazar kendi çelişkisinide ortaya koymuştur. Yazarın 19. ayete verdiği parantezli meal şöyledir.  " O, [Elçi, Zekeriyyâ] "Ben sadece, sana tertemiz bir delikanlı bağışlamam/ bağışlamak için, Rabbinin Elçisiyim" dedi"  
 
Sayın yazarın bir tutarsızlığını ortaya koyma açısından bir örnek olabilecek yazısıda "tebyinül kurandan tahriful kuran örnekleri 2 ( mucize)" başlıklı yazımızda belirttiğimiz meryem suresi 29 ve 36. ayetlerine verdiği meallerdir . Bu ayetlere iki farklı meal veren sayın yazarın bu tutarsızlıklarını göstermek istiyoruz.    Meryem suresi tefsirinde verdiği ayet mealleri şöyledir. 

29-Bunun üzerine o, [Meryem] ona [çocuğa] işaret etti. Onlar; "Biz beşikte bir sabî olan kimseyle nasıl konuşuruz?" dediler 
 30-36 " O, [Beşikteki çocuk] dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber kıldı. [yaptı] Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana namazı/sosyal desteği ve zekâtı tavsiye etti. Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse. [kıldı] Ve beni bir zorba, bir mutsuz kılmadı. Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak ba's olacağım [yeniden diriltileceğim] gün selâm benim üzerimedir. Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde ona ibadet edin, işte bu, dosdoğru yoldur.

Sayın yazar "mucize kavramı ve peygamberlerin mucizeleri " isimli makalesinde aynı ayetlere şu şekilde meal vermiştir. 

29- Bunun üzerine o [Meryem], ona [çocuğa] işaret etti. Onlar “Biz; yüksek mevkide olan kişiler sabiye nasıl konuşuruz/ Yüksek mevkide olan kişiler sabiye nasıl konuşur?” dediler.
30–33, 34, 36- İşte bu, hakk söze göre, hakkında ihtilâf edip durdukları, “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber kıldı [yaptı]. Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salatı ve zekâtı tavsiye etti. Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse [kıldı]. Ve beni bir zorba, bir mutsuz kılmadı. Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak ba’s olacağım [yeniden diriltileceğim] gün, selâm benim üzerimedir. Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde ona ibadet edin, işte bu, dosdoğru yoldur” diyen Meryem oğlu İsa’dır  

Tebyinül kur'an eserinin meryem suresi tefsirinde 29. ayete verdiği meal ile diğer makalesinde 29. ayete verdiği meal değişiktir. Tefsirinde verdiği meal doğrudur. Ancak makalesinde mucizeler konusu ile ilgili görüşleri doğrultusunda makalede ayetleri tahrif etme gereği duymuştur. Bu konuyu daha önceki yazımızda işlediğimiz için uzatmak istemiyoruz. Mucizeler konusu ile yazdığı makalesindeki 30.36. ayetler ile ilgili yazdıklarını aşağıya aktarıyoruz.

"Bu paragrafta açıkça İsa’nın peygamberlik görevi ve hayatı özetlenmiştir. Onun tebliğinde de Sünnetullah’ın dışında herhangi bir ayrıcalık söz konusu değildir. İsa’nın misyonu ile ilgili burada verilen özet şu ayetlerde de verilmiştir: "


 Tefsirinde doğru meal vererek konuşturduğu isa as ı," mucizeler "makalesinde ayetleri tahrif ederek susturmuştur.  

Sonuç olarak: oluşturduğu ön kabul sonucunda cebrailin ayrı  bir varlık değil "vahiy ve ilahi bilgi" olduğunu, tahrif ettiği ayetler yardımıyla ulaşan sayın yazar, bu düşüncesine isa as ın doğumunu konu alan meryem suresi tefsirinde devam ederek meryeme gelen " düzgün beşer şeklindeki" varlığı zekeriya as ve oğlu yahya as olarak değiştirmiştir. "debelendikçe batan" bir hızla devam ederek zekeriya as olduğunu iddia eilen varlığın "takıy" adında bir tacizci olabileceğini söyleyerek , meryemin gelen zekeriya as ise neden onu bir tacizciyle karıştırdığını  söylemeyi unutmuştur. Aynı konu ile ilgili ayetleri bir başka makalesinde ayrı bir meal veren sayın yazarın ayaklarının dolaşması dikkat çekicidir.Kişiye yakışan odurki, iddiasında tutarlı olmalı bir dediğini başka yerde kendisi tekzip etmemelidir. RABBMİZ BİZLERİ KUR'ANA TUTARLI OLARAK YAKLAŞAN HALİS KULLARINDAN KILSIN. AMİN   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

Tebyinül Kur'andan Tahrifül Kur'an Örnekleri (2) Mucize

Son yıllarda kur'an ile ilgili araştırmalarda hakim olmaya başlayan yanlış eğilimlerden biriside batı kaynaklı düşünceler  ışığında kur'ana bakma eğilimidir. Bu bakış en fazla ,resullerin vasıtasıyla ,doğa üstü olaylar şeklinde gereçekleşen adına genel olarak "mucize" dediğimiz konularda yoğunlaşmaktadır. Bu bakış kaynağını  "DETERMİNİZM" denilen batı çıkışlı , olayları sebep sonuç ilişkisi içinde değerlendiren , tabiri caizse otomatik pilota bağlanmış bir kainat ve bu kainatı yöneten varlığın buna hiçbir şekilde müdahelesinin  sözkonusu olmadığı, dolayısı ile kur'anda "mucize" kavramı içinde değerlendirilen olayların imkansız oluşu yönünde bir düşünce üreterek , kur'anda israiloğuları için söylenen" kitabın bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak" ayetinin muhatabı durumuna düşmüşlerdir.   

Kur'anda ki "ayet" kavramı genel olarak Allahın hem resullerine indirdiği kitaplar için, hemde kainattaki gücünün ve kudretinin bir işareti olarak kullanılmıştır. Yani" görsel ayetler" dediğimiz kainat kitabını bir nevi inkar yolunda bir anlayış olan bu olaylara yamuk bakışın gerekçeleri olarak bu anlatımların "mecazi " bir anlatım olduğu iddasının yanısıra "DETERMİNZİM" kaynaklı bakışını kur'ana onaylatmak amacı ile kur'an ayetlerini tahrif etme cüretini maalesef görmekteyiz. Kur'anı anlamak için yine "kur'anın bak dediği yerden" değil, "başkasının bak dediği yerden" bakmaya başlayınca düşülen duruma örneği yine "tebyinül kur'an" adlı eserde bol bol görmekteyiz. Daha önceki yazımızda kendi düşüncesini kur'ana onaylatmak amaçlı olarak  maide s. 38. ayetinin nasıl tahrif ettiğini görmüştük. Bu yazımızdada mucize kavramı çerçevesinde musa as ve isa as kıssasından verdiği örnekleri nasıl tahrif ederek yansıtmaya çalşıtığını göreceğiz.     

Yazarın "Kur'anda mucize sözcüğü geçmez. Kur'anda "ayet (alamet/gösterge) sözcüğü yer alır" şeklindeki sözüne katılıyoruz. Katılmadığımız , bu sözüne ilave olarak muhammed as a izafe edilen mucizeleri yazısına alarak bu iddialar üzerinden kendi düşüncesini temellendirmesidir. Rivayet kitaplarında muhammed sav adına uydurulan yüzlerce mucize yalanı üzerinden kur'anda diğer resullere izafe edilen "ayetleri (mucizeleri)" inkar etmek , ifrata karşı tefrit düşüncesinden başka birşey değildir.  

Yazar ankebut s. 50 ve 51 ayetini örnek göstererek devamında   "Rabbimiz “İndirilen yetmedi mi” buyrulurken, Allah’ın peygamberlere vahiy dışında bir gösterge vermediği yaratmadığı gerçeği de açıklanmaktadır. "  diyerek muhatabın burada tekil olarak " muhammed" as olduğu halde bunu diğer peygamberlerede şumullendirerek dolaylı bir tahrif yapmıştır.   
Araf s 103 ile 108 ayetlerine verdiği mealde musa as ın asası "birikim " olarak meallendirilmiştir. Ancak tahrifin dahada bariz olarak görüldüğü yer isa as ın kıssası ile ilgili olan yeridir.    

Ali imran s. 45. ile 51 ayetlerini vererek başladığı yazısına 46. ayetin mealini şu şekilde vermiştir. "Yüksek mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşacaktır da. " diğer meallere baktığımız zaman " beşiktede yetişkin ikende insanlarla konuşacaktır" şeklinde olan bu mealdeki "fil mehdi" (beşikte) kelimesini " yetişkin iken" kelimesi olarak çevirme gerekçesini şu şekilde açıklamaktadır.   

"Tebyin çalışmamızda, Mushaf tertip heyetinin, Mushaf’ı tertip ederken kronolojik bir tertip yapmadıkları, necmlere dikkat etmedikleri, bazı paragraflardaki cümlelerin, bütün ayet halindeki cümle öğelerinin gerekli dilbilgisi kurallarına uygun tertip etmediklerini yüzlerce kez göstermiş idik. Bu durumu, bir zamanlar, tertip heyetinin dilbilimi açısından uzman olmayışına, önce bütünü koruyup sonra düzeltmelerin yapılması yolunu tercih ettiklerine yormuş idik.
Ne var ki, bu heyetin ve baş sorumlunun bu olumsuzluklara karşı duyarsız kalışı, bu nedenle birçok olayların ve katliamın ortaya çıkışı buna rağmen tertibin birçok nedenle irdelenmesinin engellenişi; bizde, bunun, ihmalden, gafletten değil ihanetten kaynaklandığı kanaati oluşmasına sebep olmuştur." 

Kendi dilbilgisi ilmi "lisanul arap" veya tacul aruz" dan aldığı bilgiler olan zat kendi düşüncelerine uygun bir mushaf tertip etmedikleri için tertip heyetini cahillikle suçlamaktadır. Tahrif düşüncesine "filmehdi" kelimesinden yola çıkarak yazar şunları söylemektedir. 

"Biz tahlilimizi önce bu pasajda ve İsa ile ilgili diğer ayetlerde yer alan ve “beşik” anlamıyla çevirdiğimiz “المَهدel MEHDİ” sözcüğü üzerinde yaptık. Bu sözcük, bilindiği üzere tüm diğer sözcükler gibi ilk Mushaf nüshalarında harekesiz olarak yazılıdır. Bu sözcüğün “المَهدel MEHDİ”, “المُهدel MÜHDİ” ve “المِهدel MİHDİ” olarak okunması mümkündür. "

Sayın yazar ilk mushaftaki arap yazısının nokta ve harekeden yoksun olmasını kalkan edinerek "el mehdi " kelimesinin başka şekillerde okunabileceğini öne sürerek bu değişik okumalardan çıkardığı mana üzerinden iddialarını delillendirmeye çalışmaktadır. Öyle okunması gerektiğine kendini inandıran yazar yine "lisanul arap" ve tacul aruzdan" o kelimeye verilen mana üzerinden giderek yola devam etmektedir.   

"Elimizdeki resmi Mushaf’ta bu sözcüğün İsa ile ilgili olarak ilk geçtiği yer Al-i İmran; 38, 39. ayetlerdir. İlk Mushaf’lardan İsam nüshasında bu ayetlerin yer aldığı 385. varak kayıptır. Bu sayfa Davud b. Ali Keylaniy tarafından Mekke’de 1437/841 senesinde yazılarak Mushaf’a yerleştirilmiştir.(Mushaf-ı Şerif; İSAM yayınları) Ne kayıp olan sayfayı harekeli olarak yazanlar ayetteki “المهدel mhd” sözcüğünü harekelememişlerdir. Yani sözcüğü “المَهدel mehdi, “المُهد el mühdi ve المِهدel mihdi” okunabilir kılmışlardır. Meryem; 29. el mehdi sözcüğünü “المُهد el Mühdi” şeklinde okursak ayetin anlamı otomatikman “Bunun üzerine o [Meryem], ona [çocuğa] işaret etti. Onlar, “BİZ; YÜKSEK MEVKİDEKİ KİŞİLER, SABİYE NASIL KONUŞURUZ?” dediler.” şeklinde olacaktır.  "

Sayın yazar "elimizdeki resmi mushafta bu sözcüğün isa ile ilgili olarak ilk geçtiği yer ali imran 38. 39 ayetleridir" demesine rağmen bu sözcüğün ayetin neresinde geçtiğini bulamadık. Yazar kendi düşüncesini pekleştirmek maksadıyla kur'anın mevsukiyetine dahi dil uzatmaktan geri durmamış "elmehdi" kelimesinin  harekelenmemesini "mal bulmuş mağribi" gibi sarılmaktadır. Ve noktayı koymaktadır "el mehdi" kelimesinin anlamı " YÜKSEK MEVKİ" dir artık  isa as da "yüksek mevkilere sahip biri olarak insanlarla konuşacaktır!!!!
Sıra meryem s. 29. ayete gelmektedir. Sayın yazar orada "nukellimu" kelimesinide yine kur'anın ilk nüshalarının hareke ve noktadan yoksun olması kalkanına sarılarak, zaten tertip heyeti cahil ve arapça ilminden yoksun "lisanul arap" veya "tacul aruz" dan nasibini almamış kişilerdi. Bunlarda aslı güya "yukellimu" olması gereken kelimeyi yanlış yazarak "nukellimu" şeklinde yazmışlardır. Sayın yazar minareyi çalmadan önce kılıfı hazırlamış" ve artık tahrife zemin hazırlanmıştır.   

"Yine bu ayetin orijinalindeki “نكلّمNÜKELLİMÜ” diye okunan sözcüğün, ilk nüshalarının harekesiz oluşu ve bu sözcüğü oluşturan harflerin “يكلّمYÜKELLİMÜ” şeklinde de okunabileceği gerçeğinden hareket ederek ayeti manalandırırsak ayetin anlamı, “Bunun üzerine o [Meryem], ona [çocuğa] işaret etti. Onlar, ‘YÜKSEK MEVKİDEKİ KİŞİLER, SABİYE NASIL KONUŞUR?’ dediler.” Şeklinde olur.  " demektedir.  

Bu gibi kitap tahrifçileri her zaman olmuştur ve olacaktır. Kur'an onları bizlere şu ayetlerle haber vermektedir.  

-----2.79 Vay, Kitabı elleriyle yazıp, sonra da onu az bir değere satmak için, «Bu Allah katındandır» diyenlere! Vay ellerinin yazdıklarına! Vay kazandıklarına!
 

-----4.46 Yahudilerden, sözleri yerlerinden değiştirip: «İşittik ve karşı geldik, kulak vermeyerek dinle» ve dillerini eğip bükerek ve dini yererek: «Bizi de dinle» diyenler vardır. Şayet: «İşittik ve itaat ettik, dinle ve bizi gözet» demiş olsalardı, onlar için daha iyi daha doğru olurdu. İşte Allah inkarları yüzünden onlara lanet etmiştir. Onların ancak pek azı inanırlar.  
-----5.13 Sözlerini bozdukları için onlara lanet ettik, kalblerini katılaştırdık. Onlar sözleri yerlerinden değiştirirler. Kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azından başkasının daima hainliklerini görürsün, onları affet ve geç. Allah iyilik yapanları şüphesiz sever.
-----5.41Kalbleri inanmamışken, ağızlarıyla, «İnandık» diyenler, yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkara koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirirler de, «Böyle bir fetva size verilirse alın, verilmezse kaçının» derler. Allah'ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Allah'a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar Allah'ın, kalblerini arıtmak istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradır. Onlara ahirette de büyük azab vardır.   

 Kendi hevasına uygun olarak kitabın ayetlerini eğip bükenler , bu düşüncelerinin kur'an bütünlüğüne uygun olup olmadığına baktıkları zaman yaptıkları tahrif ile önce kitabın korunmuşluğuna gölge düşürmekte sonra" zaten yazanlar yanlış yazmış ben doğrusunu yazdım " diyerek üstteki  ayetlerin muhatabı olmaktadırlar. Konuyu kur'an bütünlüğünde ve ayetleri tahrif etmeden okuduğumuz zaman karşımıza nasıl bir isa as çıkmaktadır onu görelim.  

 Ali imran suresi 45. ile 51. ayetlerinin meali şu şekildedir.   


-----45- Hani melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır."
-----46- "Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir."
-----47- "Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir?" dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona "ol" der, o da hemen oluverir."
-----48- "Ona Kitab’ı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek."
-----49- İsrailoğulları’na elçi kılacak. (O, İsrailoğulları’na şöyle diyecek:) "Gerçek şu, ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır."
-----50- "Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin."
-----51- "Gerçekten Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O'na ibadet edin. Dosdoğru olan yol işte budur."   


Meryem suresi 27. ile 34. ayetlerinin meali şöyledir.    

-----27- Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: "Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın."
-----28- "Ey Harun'un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın, utanmaz (bir kadın) değildi."
-----29- Bunun üzerine ona (çocuğa) işaret etti. Dediler ki: "Henüz beşikte olan bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz?"
-----30- (İsa) Dedi ki: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. (Allah) Bana kitabı verdi ve beni peygamber kıldı."
-----31- "Nerede olursam (olayım,) beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe, bana namazı ve zekatı vasiyet (emr) etti."
-----32- "Anneme itati de. Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı."
-----33- "Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de."
-----34- İşte Meryem oğlu İsa; hakkında kuşkuya düştükleri "Hak Söz".   


Ali imran s 46. ayetinde gördüğümüz gibi "beşikte insanlarla konuşacak" şeklinde söz verilen isa as ın bu konuşması meryem s.30. ayetinde karşımıza çıkıyor. Yetişkin iken konuşmasından örnekleride diğer surelerdeki ayetlerde görmekteyiz.   Sayın yazar 29.ayeti evirip çevirip kelimeleri kendi hevasına uygun olarak  "ben yaptım oldu" mantığı içinde Allahın "görsel ayet" dediğimiz kainatın işleyişine her an müdahele edebileceğini kabule yanaşmamaktadır.  

Sonuç olarak, kur'anı dışardan ithal edilmiş fikirlerden biri olan "DETERMİNİZİM" in doğrultusunda okumanın sonucu olarak kainata müdahele etmemesi gereken bir Allah inancı ile karşı karşıya kalmaktayız. Ancak kur'an bizlere bunun tersini söylemektedir. Allah cc kainat üzerinde yegane tasarruf sahibidir. Bunun böyle olduğunu kabul edip ancak kur'anda bazı resullerin eli ile kendi kudretini göstermesini kabul etmemek ve daha kötüsü bu düşüncesini empoze etmek için kur'an ayetlerini eğip bükmek, kelimeleri yerinden oynatmak iyi niyetle bağdaşan bir hareket olamaz. Bugün elimizde olan mushafın tertibinde ve kelimelerinde şüphe uyandırarak" tertibinin böyle olması gerekir, bu kelimenin böyle olması gerekir " diyerek kendi görüşlerinin aksine tertip ve yazım yapanları cahillikle suçlayıp"lisanul araba " veya tacul aruza" kur'andan fazla değer veren birisi herhalde cahillikle suçladığı tertip heyetinden daha cahildir ve dahası artniyetlidir.  

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.