8 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
8 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Eylül 2011 Cumartesi

"Tebyinül Kur'an" dan Tahrifül Kur'an Örnekleri 8 (Necm Suresi)

"Tebyinül kur'an" dan tahrifül kur'an örnekleri başlıklı seri yazımıza eserdeki necm suresi 1-18 ayeterinde vahyin kaynağı ile ilgili olarak geçen ayetlerdeki anlatımlar üzerinde durmak istiyoruz. Daha önce yine bu başlık altındaki yazılarımızın 3. bölümünde sayın yazarın "cebrail" ile ilgili bir makalesini ele alarak vahiy meleği diye bir olguyu kabul etmediğini  ve bu  sonuca ulaşmak için bazı ayetler üzerinde nasıl oynadığını görmüştük. Bu yazımızda necm suresi örneğinde , Allah cc den aldığı  vahyi muhammed sav e ulaştıran vahiy meleğini devre dışı bırakmak gayesi ile yaptığı oynamaları ele almaya çalışacağız. Bu konu ile ilgili başka surelerde geçen ayetleride aynı amaca ulaşmak için (vahiy meleğini inkar amacı) tahrif ettiği için o sureler üzerindede inşaallah duracağız. Önce sayın yazarın eserinden necm suresi 1- 18. ayetlerine verdiği mealleri ve konu ile ilgili düşüncelerinin alıntılarını verelim. 


RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA.
1. İndiği zaman necme kasem olsun ki, [Parça parça inmiş Âyetlerin her bir inişi kanıttır ki]
2. arkadaşınız sapmamıştır, azmamıştır.
3. O, hevasından da konuşmuyor.
4. O, kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir.
5. Ona, onu müthiş kuvvetleri olan öğretti.
6. O, üstün akıl sahibi. Ki istiva etmiştir O.
7. Ve O, en yüksek ufukta idi.
8. Sonra yaklaştı ve hemen sarktı.
9. İki yay uzunluğu kadar, ya da daha yakın olmuştu.
10. Hemen de kuluna vahyettiğini vahyetti.
11. Gönlü, gördüğünü yalanlamadı.
12. Onun gördüğü şeyden kuşku mu duyuyorsunuz? [onun gördüğü şey hakkında onunla mücadele mi ediyorsunuz?]
13. Andolsun onu, başka bir inişte daha gördü.
14. Son sidrenin yanında.
15. Ki onun yanında oturulan bahçe vardır.
16. O zaman sidreyi kaplayan kaplıyordu.
17. Göz şaşmadı ve azmadı.
18. Andolsun, Rabbinin Âyetlerinin en büyüğünü gördü. 

Surenin 1. ve 4. ayetlerinde muhammed as ın tebliğ ettiği sözlerin kendi hevasının ürünü olmayıp  kendisine ilka edilen vahiy olduğu anlatıldıktan sonra devam eden ayetlerde bu vahyin muhammed as a nasıl ulaştığından bahsedilmektedir. Tebyin sahibinin sıkıntısıda burada başlamaktadır . "Vahiy meleği" olgusunu red ettiğini daha önceden belirttiğimiz üzere necm suresindeki bu konu ile ilgili ayetleri oluşturmuş olduğu red olgusu üzerine oturtmak için ayetler üzerinde oynamalarını kendi açısından haklı göstermek amacıyla önce kılıf uydurmaya çalışmaktadır. Tefsir kitaplarında necm suresinde bu konu ile ilgili olarak geçen bahislere baktığımız zaman muhammed sav e vahyi kimin öğrettiği konusunun tartışılmış olduğunu görmekteyiz. Vahyi direk Allahınmı verdiği yoksa vahiy meleği vasıtası ilemi verilmiş olduğu bu sured ile ilgili tefsirlerde konu edilmiştir. Vahyin muhammed as a ulaştırılması ile ilgili olarak hiç bir tefsirde "cibril"veya " ruhul emin"diye isimlendirilen vahiy meleği tümden yok sayılmamıştır. Ancak sayın yazar bu olguyu toptan yok sayarak iddialarını ayetler üzerinde oynayarak delillendirmeye çalışmaktadır. Sayın yazar necm suresi 5 ve 6 . ayetleri üzerinden konuya şu şekilde giriş yapmaktadır. 

"Peygamberimizi göğe, Allah'ın yanına çıkarmayı marifet bilen zihniyet bu Âyetleri de çarpıtmış ve Allah'a ait olan nitelikleri maalesef Cebrâîl'e yakıştırmıştır. Görüldüğü gibi, Sûrenin 5-6. Âyetlerinde Kur'ân'ı kimin öğrettiği herhangi bir isimle değil, sıfatlarla açıklanmıştır. Ne var ki, rivayetçiler bu sıfatları Cebrâîl'e vermişler fakat böyle yapınca da 10. Âyette Muhammed (a.s)'ın Cebrâîl'e kul olması anlamı ortaya çıkmıştır. Bu kez de sırf bunu izale etmek için yığınlarca safsata uydurmuşlar, yorum yapacağız derken işin içinden çıkamayarak daha da batmışlardır.
Peygamberimize Kur'ân'ı öğretenin kim olduğu konusunda hiçbir şüphe ve tereddüde yer yoktur. Kur'ân'ı ona öğreten Cebrâîl değil, kesin olarak Rahmân [Allah]' dır."

Genel olarak kullandığı, gelenekteki yanlış aktarımları kalkan yaparak, "başkasının yanlışının üzerine kendi yanlışını bina etmek" şeklindeki uslubuna buradada devam ederek, geleneğin muhammed sav i göklere çıkarmak şeklindeki yanlışına karşı kendiside haşa Allahı yere indirmeye çalışmaktadır. 
 " ona müthiş kuvvetleri olan öğretti" ayetinde direk olarak belli bir kişiden bahsedilmemesinden hareketle " müthiş kuvvetleri olan" varlığın Allah cc olduğunu iddia etmektedir.Rahman suresi 1ve 2. ayetlerindeki " rahman olan Allah kur'anı öğretti" ayetine dayanarak Kur'anı Allahın öğrettiğini cebrailin öğrettiği iddiasının yanlış olduğunu söylemektedir. Kur'anı rahman olan Allahın öğrettiğinden şimdiye kadar aklı selim sahibi hiç bir müslümanın şüphesi olmamıştır. Vahiy meleğinin vazifesini diğer surelerdeki anlatımı ile birlikte düşündüğümüz zaman onun görevinin Allahtan aldığı vahyi muhammed sav e öğretmek olduğu anlaşılır. Yani cibril başlı başına vahiy öğreticisi değil, Allahtan aldığı vahyi öğreten bir elçidir.
Ayette geçen "el kuva" kelimesi üzerinde duran sayın yazar bu kelime ile ligili olarak şunları der.
" Âyette geçen شديد القوى - şedîdü'l-quvâ = kuvvetleri çok güçlü olan ifadesi, قدير – qadîr  sözcüğünün başka türlü ifadesidir; yani "çok güçlü olan" anlamındadır. Bu anlamı "Kuvvet" kökünden gelen bir sözcükle ifade etmek gerekirse, mübalağa ism-i fail kalıbıyla قوىّ - kavîyyün sözcüğünü kullanmak gerekir. Zaten "kaviyyün" sözcüğü de Allah'ın sıfatlarından birisidir. Kur'ân'da 9 kez yer alır:"
  Burada sayın yazarın son cümlesi olan "kaviyyun sözcüğünün Allahın sıfatlarından olduğu 9 kez kur'anda geçmesi " üzerinde durmak istiyoruz. "şedidü'l-quva" kelimesini Allah için kullanılmasının delilini "kaviyyun" kelimesinin kur'anda Allahın sıfatlarından olmasına bağlamak istemektedir. Ancak sayın yazar burada "kaviyyun" kelimesinin geçtiği yerleri ve ne şekilde geçtiğini şaşırmıştır. Bu kelime kur'anda 11 yerde geçmektedir (8.52-11.66-22.40.74-27.39-28.26-40.22-42.19-57.25-58.21)"kaviyyen" kelimesi ilede bir ayette geçmektedir(33.25) ancak 27.surenin 39. ayetinde ve 28. surenin 26. ayetinde Allah için kullanılmamaktadır. Sayın yazarın  eserinde bu iki ayeti neden liste bıraktığının  takdirini okuyuculara bırakıyoruz.  
Ayetlerle oynamanın sırası 6. ayete gelmiştir . Bu konu ile ilgili olarak sayın yazar şunları söylemektedir
Yine 6. Âyetteki استوى - istiva eden ifadesi ile kastedilen de Allah'tır. Çünkü İstiva Allah'ın sıfatlarındandır, meleğin veya kulların sıfatı değildir. İstiva mecazen "egemenlik kurdu, kontrolü altına aldı" demektir. Müteşabih olan bu kavram Âyette mecaz olarak kullanılmıştır. İstivasözcüğü, aşağıdaki Âyetlerden başka, Yûnus Sûresinin 3; Ra'd Sûresinin 2; Furgân Sûresinin 59. ve Secde Sûresinin de 4. Âyetinde bu şekilde geçmektedir."
Sayın yazar "isteva" kelimesinin burada kur'andaki geçtiği ayetler hakkında bir bilgi vermemektedir ancak parantez içinde bu kelimenin anlamları olan "doğrulup dikildi,egemenlik kurdu, yerleşti" anlamlarını vermiştir."egemenlik kurdu ve yerleşti" anlamları dışındaki "dikildi" anlamı feth suresi 29. ayetinde müminlerin vasıflarından bahsederken verilen bir misal olarak "gövdesi üzerine dikilmiş"cümlesinde geçen necm s. 6 ayeti ile aynı kelime olan "festeva" ile kasas s.14. ayetindeki musa as için kullanılmasını göz ardı etmektedir. Yazarımız burada "şark kurnazlığı" göstererek fetih s. 29. ayeti ile bir bağlantı yapmaya yanaşmamaktadır. Çünkü yanaştığı takdirde gövdesi üzerine dikilen ağacın somut bir varlık olması ile muhammed as ın gözü ile gördüğü varlık arasında bir bağ kurması gerekecek ve muhammed sav in gözü ile gördüğü varlığın Allah olamayacağını çok iyi bilmektedir. Onun için yazarımız burayıda es geçmek zorunda kalmıştır. 
Surenin 7. ve 10. ayetleri ile ilgili olarak şunları söylemektedir.


"Bu Âyetlerle Allah'ın Muhammed (a.s)'a ilk kez nasıl vahyettiği Alak Sûresinin inişi tasvir edilerek heyecanlı bir sahne sergilenmiştir. müteşâbih Âyetleri ve mecazları anlamayan zihniyet, bu Âyetlerdekimüteşâbih ifadeleri çarpıtarak fiillerin öznelerini Cebrâîl olarak yorumlamıştır. Bu zihniyet sahiplerine göre, peygamberimiz orada Cebrâîl ile karşılaşmış, birbirlerine yaklaşmışlar, peygamberimiz Cebrâîl'e [hâşâ] kul olmuş, Cebrâîl de ona vah yedeceğini vahyetmiştir."  

Aklı başında hiç bir müslümanın söyleyemeyeceği ve bugüne kadarki tefsirlerde bu şekilde hiç bir anlam verilmeyen şekilde bir anlam verildiğini savunarak tahriflerine ilaveten birde iftira katan sayın yazar kendi düşüncesini doğrulatmak için peygamberimizin cebraile kul edildiği iftirasını atmaya kalkmaktadır.Yazarımız ,surenin 1.ve 18. ayetlerini ve kur'andaki vahyi ulaştıran varlık ile ilgili ayetleri mü'mince bir okuma tarzı ile okumaya kalksaydı kendini haklı çıkarmak amacı ile ne ayetleri tahrife nede iftiraya gerek duymadan kendisininde bildiği üzere tefsir usulunde bir kural olan "hazf" kuralına riayet edip oradaki hazfedilen yere gereken kelimeyi koyması gerekirdi. 

Konunun altından kalkamayacağını farkeden yazarımız topu taca atarak şu şekilde devam etmektedir. 

"7–10. Âyetlerde, vahiy anında neler olduğu hakkında bize açık bir bilgi verilmemiştir. Ama sanki bir cismin [helikopter gibi] gökten aşağıya doğru inişini çağrıştıran bir ifade kullanılmıştır. Bu konuyu araştıranlar, Allah izin verdiği takdirde, o gün olanların izahını tartışma şeklinde yapacaklar ve en büyük mucizelerden birini veya bir kaçını daha açıklayarak insanlığa büyük bir hizmet yapmış olacaklardır."

11.12.13. ayetler ile ilgili olarak şunları söylemektedir.

"Bu Âyetler, ilk vahiy anında olanların bir zann [sanı], bir rüya, bir hayal, bir halüsinasyon olmadığını, sağduyunun kesinlikle yanılmadığını vurgulamakta ve bu sahnenin iki kere yaşandığını açıklamaktadır. İlk vahiy olan Alak Sûresinin akışından anladığımıza göre bu inişlerin birincisi اقرأ - ikra ile başlayan 1. ve 2. Âyetlerin gelişinde, ikincisi de yine ikra ile başlayan 3. ve 5. Âyetlerin gelişinde olmuştur."

Sayın yazara " sen ya matematik bilmiyorsun yada hiç dayak yemedin" dedirtecek kadar acı bir tablo buradada karşımıza çıkmaktadır. 13.ayette "andolsun onu diğer bir  inişde de gördü" ayetinden acaba alak suresinin akışından !! anlaşılan iki defa inmesimi anlaşılır?. Sayın yazar daha önceden topu taca attığı için burada inenin kim olduğunu söylememektedir. Ancak 14.15. ayetlerde resmen faul yaparak şöyle söylemektedir.  

14,15.     Son sidrenin yanında ki onun yanında oturmaya değer bahçe/ mesire yeri vardır.


"Bu Âyetlerde vahiy mahalli açıklanarak âdeta adres belirtilmektedir. Bu Âyetlere göre, 7–10. Âyetlerde anlatılan kompozisyon, [Allah'ın sarkması, yaklaşması ve kuluna vahy etmesi] yanında oturmaya değer bir bahçe olan son sidre ağacının yanında vuku bulmuştur.
Eski tefsirciler Kur'ân'a kendi anlayışlarına göre noktalama işaretleri [keyfiyyeti secavent] koyarak pasajın anlamını bozmuşlardır. Bilindiği gibi, Kur'ân'daki duraklara konulmuş olan ج - cim, م - mim, ط - tı velâm - elif gibi işaretler Kur'ân'dan değildir. Bu gibi işaretleri sonradan Kur'ân'a koyan kurralar [uzman okuyucular] ve tefsirciler, 13. Âyetin sonuna "lâmelif" koymak suretiyle Âyetin anlamının burada bitmediğini, Âyetin 14. Âyette tamamlandığını kabul etmişler ve 14. Âyetin başındaki عند nde mekân zarfını da 13. Âyetteki başka bir inişte daha gördü ifadesine bağlamışlardır. Hâlbuki عند nde mekân zarfının pasajdaki tüm olaylara bağlanması, en doğru olanıdır. Buna gramer açısından hiçbir sakınca yoktur."  
"Yavuz hırsız evsahibini bastırır" misali kendi hevasına uygun oluşturmaya çalıştığı ayetleri bir kalıba sokamayacağını anlayan yazarımız kabahati kendinde aramayarak başkalarında bulmaya çalışmaktadır.13. ayetteki görünen varlığı Allah olarak anlaşılmasının kendisini gülünç bir duruma sokacağını anlayan yazarımız kendi anlayışına uymayan secaventleri beğenmeyerek o secavenleri koyanlara kızmaktadır.Haşa Allahı sidrenin yanındaki oturmaya değer mesire yerine!! oturtan bir kişiye söylenecek sözün "meczup" olacağını bildiği için battıkça batan sayın yazarımız konuyu 13. ayette bitirip devamında gelen ayetlerin bu konu ile alakası olmadığını savunarak paçayı böyle kurtaracağını sanmaktadır.

17. ayette "göz şaşmadı ve azmadı" ile ilgili olarak fiziksel ve psikolojik bir yanlıgı olmadığını vemuhammed as ın her şeyi sağlıklı bir biçimde algıladığını ifade eden sayın yazar 18. ayette ise bu gördüğü şeyin isra suresi 1. ayetindeki gece yürüyüşü olduğunu ifade eder."Özrü kabahatinden büyük" dedirtircesine rivayetçilerin bu surede "miraç"hadisesi ile bir bağlantı kurmalarını eleştiren sayın yazar kendiside bu surede "isra" hadisesi ile bağlantı kurmaktan çekinmemiştir.

Kur'andan haberi olmayan ve kur'anı ilk defa okuyan bir kişinin bile necm suresi 1. ve 18. ayetlerini okuduğu zaman Ayetlerdeki bahsedilen varlığın Allahtan ayrı bir varlık olduğunu rahatça anlayabilmesine rağmen kafada oluşturulan ön kabuller neticesi ile vahyi Allahtan alıp muhammed as a ulaştıran bir varlığı kabul etmemek için ayetlerle nasıl oynandığına bu sure maalesef güzel bir örnektir.
Sayın yazarın , Allah cc nin muhammed as a gönderdiği vahyi bir melek vasıtası ile gönderdiğini red etmek için ayetler ile nasıl oynadığını,hiç çekinmeden iftiralara başvurduğunu, kendi hevasına uymayan secaventleri koyanlara nasıl kızdığını ve bazı ayetleri konu ile bağdaşmasını önlemek için nasıl es geçtiğini kendi eserinden yaptığımız alıntılarla ortaya koymaya çalıştık.Bu konu ile ilgili olarak yine tekvir suresindeki yaptığı oynamaları inşaallah gelecek yazımızda ortaya koymak istiyoruz
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.