a.s etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
a.s etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2016 Perşembe

Maide s. 117. Ayeti : Muhammed a.s Kabrinde Bizi Duyabilir mi ?

Yeryüzünde şirk'i ortadan kaldırarak , Tevhid'i hakim kılmak için gönderilmiş olan nebi resullerin sonuncusu olan Muhammed a.s , vefatı sonrasında değişen din algılarının yönlendirmesi ile Allah c.c ye ortak koşulan bir kişi haline getirilmiştir. Kendisinden önceki nebi resul olan İsa a.s ın Hristiyanlarca Allah c.c ye ortak koşulmasının yanlışlığını bildiren pek çok ayete rağmen , bu ayetlerden kendilerine çıkarılması gereken payın sanki "Hristiyanların yaptığının aynısını yapmakta serbestsiniz" denilmiş olduğu zannına kapılanlar , Hristiyanlara dahi parmak ısırtacak bir şekilde Muhammed a.s ı beşer olmaktan çıkararak, onu  ilah seviyesine yükseltmişlerdir. 

Onun bir çok ayette "Beşer" olduğunun vurgulanması , onun beşer üstü bir kişi olmaktan bir payının olmadığının bilinmesine matuf bilgiler olarak okunması gerektiğine dair iken , onun ümmeti olduğunu iddia eden büyük bir kesim , ona beşer demekten bile imtina ederek , onu Allah ile eşdeğer bir konuma oturtmuşlardır. 

Onu ilah olarak görmenin tezahürü , Allah c.c ye ait olan ve başka bir kimseye yakıştırılmaması gereken isimlerin ona yakıştırılmış olmasıdır. Muhammed a.s ile ilgili olan en yaygın görüşlerden bir tanesi , onun kendisine yapılan dua ve salavatları işittiği , kabrinde diri olduğu , hatta namaz dahi kıldığı , bazı cemaatlerin toplantı ve zikir halkalarına katıldığı gibi daha buraya almaya dahi haya ettiğimiz bir çok yalan ve iftiralar ile insanlar aldatılmaya devam etmektedir. 

Ona karşı yapılan yalan ve iftira örneğini "Sorularla İslamiyet" adlı bir sitede, bu konuda sorulan bir soruya verilen cevabı örnek göstererek sunmak istiyoruz. 

Soru =Peygamberimiz (s.a.v.) şu an bizi merak ediyor mu, bizden haberdar mı? Çünkü en son zamandayız, ahir zamandayız, bizi izlemeye falan geliyor mudur acaba?

Cevap = Değerli kardeşimiz,
Peygamberimiz (asv) bütün ümmeti ile tek tek alakadar ve haberdardır. Her birinin üzüntüsüne ve sevincine ortak olur.
1. Her salavat Peygamber Efendimize (asv) arz edilir. O da onun sahibini tanır ve salavatını, selamını alır.
2. Her namazda ve namaz dışında Peygamber Efendimize (asv) "Esselamü aleyke" "Allah'ın Selamı senin üzerine olsun" denilmektedir. Dikkat edilirse doğrudan "sana "diyerek selam verilmektedir. Bu da kendisine verilen selamları aldığına ve selam vereni tanıdığına işaret eder.
3. Peygamber Efendimiz (asv) Miraç'da Cennet ve Cehennem ehlinin kendisine gösterildiğini bildirir. Buna göre bütün insanları tanımış olmasına bir işaret olabilir.
4. Bazı Hadislerde ümmetinin başına gelecek olayların kendisine gösterildiği ve bu konuda uyarılarda bulunduğu anlatılmaktadır. Bu duruma göre ümmetini tanımış olduğu anlaşılabilir.

Bu ve buna benzer durumlar dikkate alınırsa, Allah'ın izniyle, Peygamber Efendimiz (a.s.m) ümmetini tanıyor ve her birisinden haberdardır, denilebilir.
Bu konuda Said Nursi şu tespitlerde bulunmuştur:"Eğer desen: Madem o Habîbullahtır. Bu kadar salâvat ve duaya ne ihtiyacı var?"

"Elcevap: O zat (a.s.m.) umum ümmetinin saadetiyle alâkadar ve bütün efrad-ı ümmetinin her nevi saadetleriyle hissedardır ve her nevi musibetleriyle endişedardır. İşte, kendi hakkında merâtib-i saadet ve kemâlât hadsiz olmakla beraber, hadsiz efrad-ı ümmetinin, hadsiz bir zamanda, hadsiz envâ-ı saadetlerini hararetle arzu eden ve hadsiz envâ-ı şekavetlerinden müteessir olan bir zat, elbette hadsiz salâvat ve dua ve rahmete lâyıktır ve muhtaçtır."
 (bk. Said Nursi, Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektup, s.488)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet 


Verilen bu cevap , bir cemaate ait olan tv kanalının yapımını üstlendiği bazı tv dizilerinde peygamberi kamyona bindirmek , yaptıkları bazı organizasyonlara onun katıldığını iddia etmek gibi yalan , iftira ve hezeyanları ortaya atmanın dini kılıfıdır. 

Verilen cevaba dikkat edilecek olursa , cevabın içinde bu düşünceleri desteklemek için kullanılan bir tek ayet dahi bulunmamakta , sadece indi görüşler, cahil Müslümanlara din olarak yutturularak cevap verilmeye çalışılmaktadır. Kur'an bize bu konuda nasıl bir düşünce içinde olmamız gerektiğini, ve doğru bilgileri öğreten bir kitap olarak , hurafe , yalan ve iftira üreten site ve bu sitelerin cahil hocalarına değil, kendisine müracaat edilmesini bekleyen bir kitaptır.

Maide suresinde İsa a.s ın sorgulanma sahnesi ile ilgili ayetler içinde geçen sözler , bizlere elçilerin durumu hakkında doğru bilgiyi veren ayetlerdendir. 

[005.116] Allah buyurmuştu ki: Ey meryem oğlu İsa; sen mi insanlara: Beni ve annemi Allah'tan başka iki ilah edinin, dedin? Demişti ki: Tenzih ederim Seni, hak olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer ben, onu söylemişsem; Sen, onu elbette bilirsin. Sen, benim içimde olanı bilirsin, ama ben Senin zatında olanı bilmem. Doğrusu görülmeyeni en iyi bilen Sensin, Sen.
[005.117]  «Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiç bir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' ONLARIN İÇİNDE KALDIĞIM SÜRECE BEN ONLARIN ÜZERİNDE BİR ŞAHİT İDİM. BENİ VEFAT ETTİRDİĞİNDE ÜZERLERİNDE GÖZETLEYİCİ (ERRAKİB) SEN OLDUN. Sen her şeyin üzerine şahid olansın.»

Maide s. 117. ayetinde altını çizdiğimiz cümleler , İsa a.s ın ağzından bir elçinin yaşamı içinde ve yaşamı sonrası olan durumunu özetlemektedir. Birileri eğer kalkıp , "Bu durum İsa a.s için geçerli olabilir , Muhammed a.s için böyle bir durum yoktur" diyecek olursa , Allah c.c nin elçileri arasında ayrım yapanların durumuna düşmesi söz konusu olduğu için böyle bir şeyi asla düşünmemesini tavsiye ederiz.

Bir elçinin şahitliği, sadece yaşadığı zaman zarfı içinde geçerlidir. Öldükten sonra artık onun hayat ile bağı kesilmiş , diğer insanlar gibi yeniden dirilmeyi bekleyen bir kişi haline gelmiştir. Bu durum Muhammed a.s içinde geçerlidir. Bunun aksini iddia etmek kişinin itikadında derin yaraların açılmasına sebep olacaktır şöyle ki : 

İsa a.s ın söylediği , "BENİ VEFAT ETTİRDİĞİNDE ÜZERLERİNDE GÖZETLEYİCİ (ERRAKİB) SEN OLDUN" cümlesinde geçen "Errakib" , Esma-ül Hüsna ya dahil olan isimlerden olup "Bütün varlıkları görüp gözeten , kendisinden hiç bir şey gizli kalmayan" demektir. İsa a.s yaşadığı zaman içindeki insanlara karşı "şahit" iken , bu şahitliği , ölümü ile son bulmuştur. 

Errakib olan Allah c.c, kullarının her zaman gözetleyen , yaptıklarını gören , bilen , işiten olarak her zaman "Hayy" ve "Kayyum" olarak mevcut olacaktır. Onun yarattığı insanlar ise , bu insan onun elçisi olsa dahi , ona verdiği ömrü tamamladığında ölecek ve diğer insanlar gibi kabrinde hiç bir şeyden habersiz olarak , yeniden dirileceği zamana kadar bekleyecektir.

Eğer bizler yukarıda sorulan soruya verilen cevapta olduğu gibi , Muhammed a.s ın ölmediğini , kabrinde diri olduğunu , bizleri görüp işittiğini ,bazı cemaatlerin toplantılarında hazır bulunduğunu , kendisine söyleneni işittiği gibi, birçok yalan ve iftirayı ona isnat ettiğimiz takdirde , sadece Allah c.c ye ait olan ERRAKİB - ELHAYY - ELKAYYUM -ELBASİR - ESSEMİ - ELHABİR gibi bir çok ismi Muhammed a.s a da layık görmüş olacak, ve neticede ŞİRK tehlikesi içine girmiş olacağız. 

Allah c.c kendisine ortak olarak hiç kimseyi kabul etmeyeceğini , Muhammed a.s a indirdiği vahyinde bildirmesine , hiç bir elçinin "Allah'ı bırakıp bana kul olun" demeyeceğine (3.79) göre Allah c.c ye ait olan ve başka kimseye verilmesinin şirk olduğu ilahlığına ait olan özellikleri elçisi ve kulu olduğunu ifade ettiğimiz Muhammed a.s a vermiş olması düşünülebilir mi ?.

Cevabını aradığımız bir soruya verilen cevabın , delilinin Kur'an ile desteklenmesi çok önemlidir. Kur'an ile desteklenmeyen bir delil , yalan , iftira , hezeyan olmaya açık olmaya mahkumdur. Bu sorulara cevap veren kişiler , insanlar arasında tanınmış ve saygı gören kimseler olsa da , eğer verdikleri cevapları hevalarına göre veriyor iseler , ahiretteki hesapları çetin olacaktır. 


Muhammed a.s ile ilgili bu düşüncelerimizin , kafası rivayet kültürü ile şekillenmiş peygamber anlayışına sahip olanlar tarafından , peygamber düşmanlığı olarak görülebileceğini bilmekteyiz. Ancak peygambere dost olmak ve onu sevmek adına İsa a.s ı ilah konumuna getirenlerin "Kafir" ve ebedi cehennem ehli olarak haber verilmesi bizler için uyarıcı nitelikteki ayetler olmalıdır. 

Muhammed a.s ı sevmek demek , ona Allah c.c nin yanında bir yer bulmak değil , onu bir kul ve elçi olarak görmek , ve ona verilen görev ve konumun dışına çıkarmamak olmalıdır. Böyle bir sevginin kaynağı, şemail , hasais ve uydurma dolu hurafe kitapları değil, sadece Kur'andır. Kur'anın öğrettiği bir peygamber bizleri şirk'e, değil gerçek hak yoluna ileten bir kimse olacaktır.

Sonuç olarak : Muhammed a.s ölümlü bir beşer olarak , Allah c.c nin kendisine verdiği ömrü tamamlamış , kabrinde her şeyden habersiz bir vaziyette yeniden dirileceği günü beklemektedir. Herkes gibi o da sorguya çekilecek (Araf s. 6) ve  İsa a.s gibi sadece yaşadığı zaman ile ilgili olarak şahitliğini yapacaktır.

Onun şahitliğinin bütün ümmetine karşı olacağı gibi bir düşünce , onun kıyamete kadar hayatta olması ve Allah c.c nin isimlerinden bazılarını kuşanması anlamına gelir ki bu anlayış apaçık bir ŞİRKtir. 

Muhammed a.s ile açılan böyle bir şirk kapısından , kerameti müritlerinden menkul din baronlarını da sokarak çok ilahlı bir din ihdas etmek cüretinde bulunanların ahiretteki hesapları çok çetin olacaktır. 

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

18 Ekim 2016 Salı

Maide s. 78-81. Ayetleri : İsrailoğullarının Davud ve İsa a.s Dili İle Lanetlenmeleri

Kur'anda İsrailoğulları ile ilgili bazı ayetlerde, onların lanetlendiğinden bahsedilmektedir. İsrailoğullarının başına gelen lanetlenmenin, sadece onlara has bir durum olarak okunmaması gerektiğine dair düşüncelerimizi, bu konudaki bazı ayetler ile ilgili çalışmalarımızda hatırlatmaya çalıştığımız, yazılarımızı takip edenlerin malumudur. 

Lanete uğramanın belirli kıstasları olduğunu , bu kıstaslara uyan her kişi ve topluluğun, hangi zaman diliminde yaşasın , adı ne olursa olsun lanete uğrayacağını , yani lanete uğramanın, sadece belirli bir kavme has olmadığını, evrensel yasaların bir gereği olduğunu, onların uğradığı lanetin, lanetlenmeye sebep olacak fiilleri yerine getirmiş olmaları nedeniyle başlarına geldiğini hatırlatarak  , ayetlerde sıralanan bu kıstasları hayat içinde yerine getiren kişi ve toplumların adı ne olursa olsun, aynı akıbete düçar olacakları yönünde fikir beyan etmeye çalışmıştık. 

Yazımıza konu edeceğimiz Maide s. 78. ve 81. ayetleri arasında , İsrailoğullarının lanete uğradıkları ve bu lanetin sebepleri sıralanmaktadır. Sıralanan bu sebeplerin , biz Müslümanların hayatlarında nasıl yer bulduğuna dikkat çekerek , ayetlerin bize dönük neler söylemiş olabileceği yönünde düşünce beyan etmeye çalışacağız.

[005.078] İsrailoğullarından kâfir olanlar, Dâvud'un da, Meryem'in oğlu İsâ'nın da lisanıyla lânet olunmuşlardır. Bu da onların isyan etmeleri ve haddi tecavüz etmeleri sebebiyledir.
[005.079]  Yapmakta oldukları münker (çirkin iş) lerden birbirlerini sakındırmıyorlardı. Yapmakta oldukları şey ne kötü idi!.
[005.080]  Görürsün ki; onlardan çoğu, küfredenleri veli edinmektedirler. Nefislerinin kendileri için öne sürdüğü, ne kötüdür. Allah onlara gazab etmiştir ve azabta ebedi kalıcıdırlar.
[005.081] Eğer Allah'a, nebiye ve ona indirilene iman etselerdi, onları veliler edinmezlerdi. Fakat onlardan çoğu fasık olanlardır.

Bu ayetler, Davud ve İsa a.s ların yaşadıkları zaman içindeki İsrailoğullarının yaptıklarından bahsetmektedir. Davud ve İsa a.s lar elçi olmaları nedeniyle , kavimlerine Allah c.c nin mesajlarını iletmişler ve onlar bu mesajları hayatlarına geçirmedikleri için yanlış yapmışlar , yapmış oldukları bu yanlış ise , onların Allah c.c tarafından lanete uğramaları ile sonuçlanmıştır. 

Davud ve İsa a.s ların dili ile lanete uğramaları , onların elçi olmaları nedeniyle , kavimlerinin yapmış oldukları bu yanlışların Allah c.c katında lanete uğrama vesilesi olduğunu kavimlerine tebliğ etmiş olmaları anlamındadır. Neticede İsrailoğulları Allah c.c tarafından lanete uğramışlardır. 

İsrailoğullarının Allah c.c tarafından lanet olunmalarına sebep olan fiilleri ne idi ?. 
1- İsyan etmeleri.
2- Haddi aşmaları.
3- Münkerden sakındırmamaları. 
4- Kafirleri veli edinmeleri.

Ayetler lanete uğramanın kıstaslarını vererek , bu kıstaslara uyan İsrailoğullarının lanete uğradıklarını beyan etmekte , fakat bu kıstaslar bugün biz Müslümanların hayatlarında yer almaktadır. 

Sıralanan ilk 3 şıkkı , yine İsrailoğulları ile ilgili bir kıssa üzerinden okuyarak, bizim hayatımız ile ilgisini kurmak mümkündür.

Araf suresi içinde, deniz kıyısında yaşayan ve balıkçılıkla geçinen İsrailoğullarına mensup bir topluluktan bahsedilmektedir. İsrailoğullarına uygulanan cumartesi yasağı , bu topluluğa mensup olan bir kısım insan tarafından çiğnenerek Allah'a karşı isyan edilerek , onun koyduğu had aşılmaktaydı. 

Cumartesi yasağına karşı isyan edip haddi aşan topluluğun karşısında, iki ayrı gurup daha bulunmaktadır. 

1- yasağı çiğnemeyen , fakat yasağı çiğneyenlere karşı uyarıda bulunmayanlar. 
2- yasağı çiğnemeyen,  hem de yasağı çiğneyenlere karşı uyarıda bulunanlar. 

Yasağı çiğneyenlere karşı uyarıda bulunanlar helak olmaktan kurtularak , yasağı çiğneyenler ve , yasağı çiğnememiş fakat yasağı çiğneyenlere kayıtsız kalanlar ise helak olmuşlardır.

Kur'an , "İyiliği emretmek , kötülükten nehyetmek" şeklindeki yaşam tarzını, iman edenlerin vasıfları arasında zikretmektedir. Hayata geçirilmediği takdirde bir topluluğun helakına sebep olan bu vasıf , maalesef bizim hayatımızda doğru bir şekilde yerine bulmamaktadır. Her fırkanın kendisine çağırma işini" iyiliği emretmek" , başka fırkaların kötülüğünü anlatmayı ise "kötülükten nehyetmek" olarak anladığı bu vasıf , kişisel kriterlere göre şekillenebilecek bir vasıf değildir. 

Cumartesi yasağını güncel bir hale getirerek , "Allah c.c nin Kur'an içinde yasaklamış olduğu her şey" olarak tarifini yaptığımızda , hem o yasakları çiğnememek , hem de yasakları çiğneyenlere karşı kayıtsız kalmamak gibi bir zorunluluğumuz bulunmaktadır.

Müslüman olarak vazifemiz , Allah'a karşı isyan etmemek , ona karşı haddi aşmamak olduğu kadar , onun yasaklarını çiğneyenlere karşı kayıtsız kalarak "bana ne"ci bir tutum sergilememektir. "Bana ne" diyerek sırtını kötülüklere dönmenin cezası , sadece bu suçu işleyen İsrailoğullarına has değil , bu suçun işleneceği tüm zamanlar , ve bu suçu işleyen tüm toplumlar için helaka uğramak olarak karşılık bulacaktır. 

Ferdi olarak önce kendimiz yasaklanan fiillerden kaçarak , bu fiilleri işleyen başkalarına da, yaptıklarının yanlış olduğunu hatırlatmak zorundayız. Herkesin kendi kapısının önünü temizlediğinde bütün caddelerinin temiz olacağı bir belde misali , herkesin düzgün bir insan olduğunda cennet misali bir dünya oluşacaktır. 

Kötülükleri yapanlara karşı sadece kendi kapımızın önünü temiz tutmaya çalışmak bize pek bir yarar sağlamayacaktır. Başkalarının pislettiği kapı önleri zaman içinde bizim kapımızın önünü de " O temizlemiyorsa ben de temizlemiyorum" diyerek , caddeyi temiz tutmaya çalışmaktan vazgeçmemize sebep olacaktır.

Lanete uğramanın 4. sebebi olan "Kafirleri veli edinmek" Müslüman hayatında nasıl yer bulur?.

Veli kelimesinin "dost" olarak çevrilmesi , bu kelimenin karşılığını tam olarak yansıtmamaktadır. Bu kelimenin dost olarak çevrildiği mealleri okuyanlar , ehli kitap ile yemek yemeye izin veren yani onlarla arkadaşlık ve komşuluk gibi insani ilişkiler kurulabileceğine izin veren Maide s. 5. ayetini okuduğunda , bu ayet ile diğer ayetler arsında sanki bir çelişki varmış düşüncesine kapılabilmektedir. 

Halbuki "Veli" kelimesi , Allah c.c nin hüküm verdiği bir konuda , onun hükmünün terk edilerek , başkalarının hükümlerine tabi olmak anlamındadır. Bu noktada Allah c.c bizlere kafirleri veli edinmememizi emretmekle , onların Allah'a isyan ve haddi aşmak anlamına gelen düşünce ve fillerini kendi hayatlarımızda ikame etmememizi istemektedir. 

Allah c.c nin bizlerin kafirleri veli edinmememizi istemesinin sebebi , onlar tarafından ortaya atılan ferdi ve toplumsal hayat projelerinin Allah'a rakip olarak ortaya atılmış olması , onun bu konuda kul vasfına sahip olan bir kimsenin projelerine, kullarını muhtaç bırakmayarak , gerekli olan sistemi elçi ve kitapları aracılığı ile insanlara bildirmiş olmasıdır. Adı "Şirk ve Tağuti sistemler" olan bu sistemler , ortaya koydukları yaşam kuralları ile toplumların çöküşlerini hızlandırarak , toplumların dünya ve ahiretlerini berbat hal getirmektedirler.

Biz Müslümanlar yaşadığımız hayatın her safhasında , ihtiyacımız olan kuralları Allah c.c den aldığımız takdirde, onun lanetine uğramaktan kurtulmuş olmakla birlikte, onun vaz ettiği sistemin hayat içinde hakim kılınması nedeniyle , insanların daha mutlu bir yaşam sürmesine de sebep olacağız. 

 Şu anda İslam coğrafyasına baktığımızda, gördüğümüz acı tablo bu lanetin gerçekleşmiş halini göstermektedir. Müslüman olduğunu sadece camide hatırlayan , bir çoğu camide bile hatırlamayan , fakat cami dışındaki hayatında kafirler tarafından vaz edilmiş sistemleri hayata pratize etmemiz sonucunda kişi ve toplum olarak düştüğümüz hal ortadadır. 

Siyasal , sosyal , ekonomik , hukuki v.s ,yaşam için gerekli olan kuralların kafirler ile olan velayet ilişkisi sonucunda onlardan alınarak Müslüman yaşantısına uygulanması sonucunda , sadece kimliğinde Müslüman yazan bir topluluk halinde yaşıyor olmak, lanete uğramış olmaktan başka bir şey değildir. 

Müslüman olduğunu iddia ettiği halde , Allah'ın koymuş olduğu yasaklara isyan ederek haddi aşan insanların doldurduğu sokak ve caddelere baktığımızda , Batıda veya başka topraklarda Müslüman olmadığını söyleyen insanların doldurdukları sokaklardan hiç bir farkı görünmemektedir. Bu yaşantı şekli, belki bir çoğumuzun "Demokratik hak" olarak gördüğü bir durum olarak kimseye karışmamamız gerektiğini düşündürebilir. İşte bu hal, deniz kıyısındaki halkın , "Bana ne" ci gurubu ile aynı duruma düşmek anlamına gelecektir. 

Bizler mü'minler olarak , "İyiliği emretmek kötülükten sakındırmak" görevi adına , insan ve toplum yaşantısında yanlış gördüğümüz şeyleri , Kur'an çerçevesi içinde uyarmak ile yükümlü olduğumuzu unutmamalıyız. Vazifemiz olan uyarı görevini yerine getirmiş olmak , bizim dünya ve ahiret hayatında kurtulmamıza vesile olacaktır. Aksi takdirde diğerleri ile birlikte dünya ve ahirette helaka uğrayanlardan olmaktan kurtulmamız mümkün olmayacaktır.

Yaşadığımız dünyayı bir gemiye benzetecek olursak , bir kısım yolcunun geminin altını delmeye çalışarak su ihtiyacını gidermeyi düşünmesi karşısında , diğerlerinin elini kolunu bağlayıp oturması olacak iş değildir. Eğer gemi bir kaç kişinin yaptığı yanlış yüzünden batacak olursa o yanlışa katılmış ve katılmamış olan herkes denizin dibini boylayacaktır.

Sonuç olarak : Allah (c.c) arz üzerine koymuş olduğu evrensel yasaların nasıl işlediğini prototip bir kavim olarak İsrailoğulları ile ilgili anlatımlarla bizlere öğretmektedir. Bu anlatımların sadece onlara has olduğunu düşünerek okumak sureti ile bize dönük mesajlar çıkarmamak, doğru bir okuma yöntemi değildir. 

Göndermiş olduğu elçi ve kitaplarla bizlere dünya hayatımızda hangi kurallara tabi olarak yaşayacağımız bildiren Allah c.c , bu kuralların çiğnenmesi halinde başımıza hangi sonuçlar geleceğini İsrailoğulları örneğinde göstermektedir. 

Dün İsrailoğullarını yapmış oldukları fiiller karşısında Allah c.c nin onlara ne cevap verdiğine bakılarak , bugün bizlerin yapmış olduğu aynı fiiller karşısında alacağımız cevap "Lanete uğramak" olarak bildirilmiştir.
                         EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.