Ayetleri : etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ayetleri : etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Mart 2017 Perşembe

Maide s. 94-95. Ayetleri: Allah'ın Koyduğu Yasakların Hikmeti

İnsanlar için kurulan ilk ev olan Kabe'nin, gücü yetenler tarafından hac edilmesi, Allah (c.c) nin insanlar üzerindeki bir hakkıdır (Al-i İmran s. 95-96). Bu görevin yerine getirilmesi sırasında, hac zamanı dışında yasak olmayan avlanmak, cinsel ilişki, cedel, kavga gibi fiillerin, hac zamanında Allah (c.c) tarafından yasaklandığını görmekteyiz. Halk arasında ve ilmihal kitaplarında İhram Yasakları olarak bilinen bu yasaklar, hac ve umre ibadetinin genelinde olduğu gibi sadece ilmihal bilgileri dahilinde anlaşılmakta, kuru bir ritüel haline getirilmekte, bu yasaklamanın nasıl bir hikmete mebni olabileceği konusunda herhangi tefekkürde bulunulmamaktadır. 

Hac ibadetinin belirli günlerde olmasına karşın, bu ibadetin insana vermesi gereken şuur, insan hayatının bütününü kapsaması gerekmektedir. Halk arasında hac ibadeti genellikle, hac öncesine kadar yapılan yanlışların hac esnasında bağışlanması anlamına gelip, hac sonrasında ise eski hayatlar kaldığı yerden devam etmektedir. Yazımızda Maide s. 94. ve 95. ayetlerini ele almaya çalışarak, İhram Yasakları olarak bildiğimiz yasakların hikmeti, ve bu yasaklar üzerinden hayatımızı nasıl yönlendirmemiz gerektiği üzerinde durmaya çalışacağız.

[005.094] Ey iman edenler! Allah, gıyabında Kendisini tazim edip haramlardan sakınanları bilmek için sizi av nevinden bir şeyle deneyecek. Bir av bolluğu ki elleriniz de yetişebilecek, mızraklarınız da... Kim bundan sonra konulan hududu aşarsa işte ona gayet acı bir azap vardır.

[005.095] Ey iman edenler! İhramlı iken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse öldürdüğü hayvanın dengi (ona) cezadır. (Buna) Kâbe'ye varacak bir kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder (öldürülen avın dengini takdir eder). Yahut (avlanmanın cezası), fakirleri doyurmaktan ibaret bir keffârettir, yahut onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki (yasak av yapan) işinin cezasını tatmış olsun. Allah geçmişi affetmiştir. Kim bu suçu tekrar işlerse Allah da ondan karşılığını alır. Allah daima galiptir, öç alandır.

Bu ayetler hakkında bir çok farklı yönden okuma yapılarak, ayetlerin bizlere dair neler söylemiş olabileceği yönünde tefekkür çalışması yapmak mümkündür. İlgili ayetler üzerinde, Rabbimizin bize böyle bir yasaklamayı neden getirmiş olabileceği yönündeki verdiği bilgiyi dikkate alarak tefekkür yapmaya çalışacak olursak şunları söyleyebiliriz;

Allah (c.c) bir çok ayetinde, yaşadığımız geçici dünya hayatını İmtihan olarak nitelemektedir. Yaşadığımız geçici dünya hayatı içinde yaptıklarımız, bizlerin ebedi olan ahiret hayatımızdaki yerimizi belirleyecektir. Allah (c.c) kulları üzerinde tek ve yegane tasarruf sahibi olmasının kendisine verdiği verdiği hakka istinaden, kullarına bazı şeyleri Haram olarak niteleyerek, bu şekilde nitelediği bazı yiyecek ve fiillere yaklaşılmasını yasaklamıştır. 

Allah (c.c) kullarına bazı şeyleri yasaklaması onların İlahı ve Rabbı olduğunu bilmeleri içindir. İslam kelimesinin anlamının Teslim Olmak olduğunu düşündüğümüzde, bu yasakların konulma sebebinin, bizim teslimiyetimizin test edilmesi maksatlı olduğunu söyleyebiliriz.

Allah (c.c) haram olarak nitelediği bazı yiyecek ve fiilleri kıyamete değin yasaklarken, bazı yiyecek ve fiilleri ise, belirli zamanlarda haram kılmıştır. Yani yaşadığımız hayat içindeki günler içinde Helal olan bazı yiyecek ve fiiller, belirli günler içinde Haram olarak ilan edilerek, bizler imtihan edilmekteyiz.

Yılın belirli gününde ve belirli bir mekanında bazı fiillerin haram kılınmasının nedeni üzerinde düşünecek olursak, bu yasaklamanın hikmetini, kulun Allah'a karşı olan teslimiyetinin ölçülmesi olduğunu söyleyebiliriz. Araf s. 163-168. ayetleri arasında anlatılan, İsrailoğullarına mensup deniz kıyısında yaşayan bir topluluğun, aynı şekilde imtihan edildiklerini ve bu topluluğun yasağa teslimiyet göstermeyerek imtihandan başarısız çıktığını görmekteyiz.

Allah (c.c) balıkçılık ile geçimlerini sürdüren bu topluluğa, haftanın bir gününde balık avlamalarını yasaklayarak, onların kendisine olan teslimiyetlerini ölçmek istemiştir. Haftanın, avlamanın serbest olduğu diğer 6 gününde balıklar az gelirken, balık avlamanın yasak olduğu cumartesi gününde balıklar akın akın gelerek, İsrailoğullarının iştahını kabartmaktadır. Allah (c.c) tarafından kendilerine konulan yasağın hikmetini anlamayarak yasağı çiğneyen bu topluluğun helak edildiği, anlatılan kıssa içindeki ayetlerde haber verilmektedir.

Allah (c.c) İsrailoğullarından bir topluluğa böyle bir imtihan uygulaması yaptığını ve bu topluluğun kaybettikleri imtihanları sonucunda ne gibi bir karşılık ile ceza gördüklerini beyan ederek, aynı uygulamanın bir benzeri olan, ihram öncesi ve sonrasında helal olan bazı fiillerin, ihram zamanında haram olduğunun beyan edilmesinin hikmeti, aynı ayet içinde bildirilmektedir. Ayrıca hac esnasında yasaklanan bazı fiiller, daha geniş olarak Bakara s. 197. ayetinde de beyan edilmektedir.

Maide s. 94. ayetinde, MEN YEHAFUHU BİL GAYBİ  olarak ifade edilen konulan yasağın sebebi, sadece hac zamanı ile sınırlı olduğu veya olması gerektiği düşünülmemelidir. Hac ibadetinin amacı insana kulluk şuurunu yeniden hatırlatmak olup, hac esnasında yapılan sembolik hareketler, sadece Allah'a kul olduğumuzu dost düşman herkese deklare etmek anlamına gelmektedir. Hac zamanında avlanma yasağının getirilmesi, kişiye elinde fırsat ve imkan varken sadece Allah (c.c) yasakladığı için, sevdiği ve istediği bir işten vazgeçebilme şuurunu aşılamaktadır.

Bütün yaşam sistemleri, toplumda Suç olarak nitelenen ve toplumun ifsad olmasına neden olabilecek filleri yasaklamak noktasında bazı önlemler almak zorundadırlar. Alınan bu önlemlerin amacı, suç işleme oranını düşürmek, suç işlemeye meyyal olanları caydırmaya dayanmaktadır. Ancak ne kadar önleyici tedbir alınırsa alınsın, ne kadar sert cezalar konulursa konulsun, toplumlardaki suç oranlarının azalmak yerine, artış gösterdiği de bir gerçektir. 

Polisiye Tedbirler olarak tanımlanan önlemlerin, istenilen sonucu vermekte yetersiz kaldığı gerçeğini hesaba kattığımızda, herkesin fıtratında bulunan ve VİCDAN POLİSİ  diyebileceğimiz mekanizmanın işlerliğe kavuşmasını sağlamaya çalışmak, suç oranının azalması noktasında büyük faydalar getirecektir. Vicdan polisinin devreye girmesi için, insandaki bu mekanizmayı yaratanın koyduğu kuralların, insan hayatı içinde işlerlik kazanması gerekmektedir.

Allah (c.c) nin dışında hiç bir sistem, kişiye dünya hayatı dışında ödül veya ceza vaat edebilme yetkisine ve gücüne sahip değildir. Allah (c.c) kullarına işlemiş oldukları iyilik ve kötülüğün karşılığını, dünya ve ahirette verebilme yetki ve gücüne sahip olan tek ve yegane ilahtır. İnsanlar suç işledikleri zaman, bir şekilde dünya hayatlarında görebilecekleri cezadan kurtulma şansları olabilir. Fakat kulları üzerinde her an görücü ve işitici olan Allah (c.c) nin ahirette vereceği cezadan kimsenin kurtulma şansı asla yoktur. 

Bir çok ayetinde kullarını  ebedi bir hayata dikkat çekmek sureti ile onları işleyecekleri kötülüklere karşı uyaran Allah (c.c), bu hayat içinde yerleşilecek yer olan cennetin güzellikleri, cehennemin çirkinlikleri ile ilgili bir çok bilgi vererek, insanları cennete özendirmekte, cehennemden sakındırmaktadır. 

Bir çok ayette müminlerin vasıfları arasında sayılan GAYBE ve AHİRETE  İMAN  esası, insanların vicdanlarını harekete geçirmek sureti ile, herkesin kendisinin polisi olmasını sağlayan bir esastır. Bir insan ki yaptığı en küçük iyi veya kötü amelinin kayıt altına alındığını, ve bu kaydın hesap günü karşısına çıkarak, bunun karşılığını alacağına gerçek ve kesin bir iman ile bilir ve bunun gereğini yapar, böyle insanların yaşadığı dünyada acaba bir karıncanın dahi incitilmesi acaba mümkün olabilir mi?.

Hangi Müslümana sorulsa, iman esasları olarak bilinen bu esaslara iman ettiğini söyleyecektir. Fakat bu esasların sadece dil ile değil, amel ile Müslüman hayatında yer alma şartı vardır. Elinde yapmak imkanı olduğu halde, kendisini bir gözetleyenin olduğunun bilincinde bir yaşam inşa eden Müslümanlar elinden ve dilinden emin olunan bir kişiler haline gelecektir. 

Ancak bir çok Müslüman iman ettiğini iddia ettiği ahiret yokmuş gibi bir hayat yaşamakta, yaptıklarının hesabını vereceğine dil ile inanan, fakat amel ile tasdik etmeyen Müslüman tipleri ortalıkta kol gezmektedir. İnandıkları esasları gerçek olarak hayata geçirdiklerinde dünyanın bütün insanlarına örnek topluluğu olabilecek olan biz Müslümanlar, maalesef bu konuda başkalarına örnek olmak yerine, başkalarından örnek alınan yanlış yaşamlar sürmekteyiz.

Hac öncesi ve sonrası helal olduğu halde, Hac zamanında kendisine haram olan bir fiili işlememek, gaybe iman etmenin, kul hayatında pratiğe geçmiş bir halidir. Elinde Allah (c.c) nin yasakladığı amelleri işlemek fırsatı var iken, sadece Allah (c.c) yasakladığı ve onun kendisini her an gözetip kolladığını bildiği için o yasağı işlememek, kendisini gerçek olarak Allah'a teslim etmiş bir kulun yapacağı iştir.

Hac esnasında Allah (c.c) tarafından yasaklanan fiillerin kulun vicdanını harekete geçirmesi açısından önemini düşündüğümüzde, bu yasakların sadece hac içindeki bir kaç gün ile sınırlı olmayacağı  bilinmelidir. Hac vazifesini tamamlayarak beldelerine dönen insanlar, hac içinde provasını yaptıkları kulluk gösterilerinin bütün zamanlara has olduğu bilinci içinde oldukları ve yaşamlarını ona göre inşa etmeye çalıştıkları zaman gerçek bir hac yapmış olacaklardır. Bu gibi yasaklara riayet etmek ile terbiye olan vicdanlara sahip olan insanların oluşturduğu toplumlar ve beldeler, emin toplum ve beldeler olacaktır.

Oruç ibadeti düşündüğümüzde, bu ibadetin de böyle bir hikmeti olduğunu görebiliriz. Senenin belirli bir ayında, günün belirli vakitlerinde yemek, içmek ve cinsel ilişkinin, diğer ay ve zamanlarda helal olmasına rağmen Ramazan ayında yasaklanması, kulların vicdanını harekete geçirmesi açısından işlevi büyüktür. Elinde yemek ve içmek imkanı varken, Allah (c.c) nin yasak emri olduğu için, bunlara zamanından önce dokunmayan bir insan, Allah (c.c) diğer yasaklarına sair zamanlarda da riayet etmek konusunda daha dikkatli olacaktır.

Toplumların düzelmesi, toplumun en küçük yapı taşı olan ferdin düzelmesi ile mümkün olacaktır. Bir ferdin düzgün bir yapıya kavuşması için, karşısındaki insana davranışı konusunda hesap vereceği yüce bir makam olduğunu içtenlikle bilmesi gerekmektedir. Karşısındaki insana olan davranışının karşılığı konusunda yüce bir makama hesap vereceğine içtenlikle inanan bir kimse, yapacakları konusunda bir takım sınırlar olduğunu, ve bu sınırı çizenin ise Allah (c.c) den başkası olmayacağını bilir. 

Bir çok ayetinde insanların her halini gören ve bilen olduğunu hatırlatan Rabbimizin bu uyarılarına gerçek olarak iman eden kimsenin yanına polis takmaya gerek kalmayacak, çünkü kişinin polisi kendisi olacaktır. Dünyanın her geçen gün dibe daha doğru battığı bir zamanda, insanların doğru, erdemli, başkalarının haklarına saygı duyan bir kişiliğe sahip olması için, fertlerden başlayan bir eğitimin ve onların vicdanlarını harekete geçirmelerini sağlayan tek inanç sistemi olan İslami değerlerin öne çıkarılmasının önemi her geçen gün artmaktadır.

Allah (c.c) nin kullarına koyduğu yasaklamalar, sadece ilmihal bilgileri ile sınırlı olarak anlaşılarak, toplum hayatı ile ilgisi kurulmayacak olursa, yasaklamaların hikmeti kavranamamış olacaktır. Allah (c.c) nin kulları üzerine koyduğu kuralları kendisinin ihtiyacı olduğu değil, kullarının ihtiyacı olduğu içindir. Yılın onbir ayında helal olan bazı şeylerin yılın bir ayında yasak olması, veya hac esnasında bazı şeylerin yasaklanması kulun kendisinin üzerinde her an bir gözetleyici olduğunu bilmesi, ve bu bilgi ile yaşantısına yön vermesi amaçlanmaktadır.  

Sonuç olarak; Kulları üzerinde yegane tasarruf sahibi olan Allah (c.c), kulları üzerinde bir takım yasaklar koymak sureti ile onları imtihan etmektedir. Kendisi Allah'ı görememesine rağmen, Allah'ın onun her an gördüğüne gerçek olarak inanan bir kimse, yapacakları konusunda daha dikkatli olacaktır. 

Vicdan, insan fıtratında bulunan doğru ve yanlışı ayırt etmesini sağlayan oto kontrol mekanizmasıdır. Allah (c.c) kulları üzerinde koyduğu bazı yasaklar ile bu mekanizmanın harekete geçmesini sağlamakta, her an diri ve canlı vaziyette kalarak, ferdin kendi polisi olmasını sağlamaktadır. İnsanın şeytan ile olan mücadelesinde vicdanının sesini dinlemesi ve ona göre hareket etmesi, şeytan ile yapacağı savaşta onu galibiyete taşıyacaktır. 

Bir kul olarak bize düşen görev, Allah (c.c) tarafından bize yasaklanan her şeye işittik ve itaat ettik şeklinde bir teslimiyet göstererek, kelime oyunları ile bu yasakları delmeye çalışMAmak olmalıdır.

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

5 Mart 2017 Pazar

Fecr s. 27. ve 30. Ayetleri: Ey Mutmain Nefs Hitabı Kime Yapılmaktadır ?

Kur'an'ın doğru anlaşılmasında , okunan ayetlerin sure içi bağlam bütünlüğünün göz önünde bulundurulması, ve ön yargılardan arınmış bir bakış açısı çok önemlidir. Bağlamdan kopuk ve ön yargılı okumaların getirdiği sorunlar ,ve bu türden yapılan okumaların yol açtığı farklı fikir ve düşünceler , bizlerin hizip ve cemaatlere bölünmek sureti ile ayrışmalar yaşamamıza sebep olmaktadır. 

Fecr s. 27. ve 30. ayetlerinde , Ey mutmain nefs şeklinde yapılan hitabın kime olduğu konusunda, tefsirlerde yapılmış yorumlarının sure bütünlüğü ile alakasız olduğu dikkatli Kur'an okuyucularının gözünden kaçmamaktadır. Yazımızda bu hitabın kime yapılmış olabileceği konusunu ele almaya çalışacağız.

Fecr s. 27. ayetinde Ey mutmain nefs şeklindeki hitap ile ilgili olarak tefsirlerde , bu hitabın cenneti hak etmiş kişiye yapıldığı şeklinde yorumlar yapılmaktadır. Ancak bu ayeti sure ve Kur'an bütünlüğünü dikkate alarak okuduğumuzda, bu hitabın kime yapılmış olabileceği konusunda farklı bir düşünce ortaya çıkacak , tefsirlerde yapılan yorumların isabetli olmadığı görülecektir. 

Öncelikle surenin tamamının mealini paylaşarak konuyu sure bütünlüğünü dikkate alarak anlamaya çalışalım. 

[089.001]  Fecre and olsun,
[089.002]  Ve on geceye,
[089.003]  Çifte ve tek'e,
[089.004]  Gitmekte olan geceye.
[089.005]  Bunda akıl sahibi için bir yemîn yok mudur?
[089.006]  Görmedin mi rabbın nasıl yaptı Ade?
[089.007]  Sütunlar sahibi İrem'e?
[089.008]  Ki o, şehirlerde bir benzeri yaratılmayandı.
[089.009]  Vâdide kayaları yontan Semud kavmine?
[089.010]  Kazıklar sahibi Firavun'a,
[089.011]  Ki onlar, şehirlerde azgınlaşmışlardı.
[089.012]  Böylece oralarda fesadı 'yaygınlaştırıp-arttırmışlardı.'
[089.013] Onun için de Rabbin üzerlerine bir azap kamçısı yağdırdı.
[089.014] Çünkü senin Rabbin, gerçekten gözetleme yerindedir.
[089.015]  Ama insan, Rabbi onu her ne zaman imtihan edip de kendisi de ikramda bulunur, nimetler verirse: «Rabbim bana ikram etti.» der.
[089.016]  Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa, hemen: «Rabbim bana ihanette bulundu.» der.
[089.017]  Hayır hayır doğrusu siz yetîme ikram etmiyorsunuz
[089.018]  Yoksulu yedirmek konusunda birbirinize özendirmiyorsunuz.
[089.019]  Mirası hak gözetmeden yersiniz.
[089.020]  Malı da 'bir yığma tutkusu ve hırsıyla' seviyorsunuz.
[089.021]  Ama yer; parça parça dağıtıldığında.
[089.022]  Rabbinin gelip melek sıra sıra dizildiği zaman,
[089.023]  O gün, cehennem de getirilmiştir. İnsan o gün düşünüp-hatırlar, ancak (bu) hatırlamadan ona ne fayda?
[089.024]  Der ki, «Keşke hayatım için (güzel ameller) takdim etmiş olsa idim.»
[089.025]  Artık o gün O'nun yapacağı azabı bir kimse yapamaz.
[089.026]  O'nun vurduğu bağı kimse vuramaz.
[089.027]  Ey mutmain  nefis,
[089.028]  Dön Rabbına. Sen O'ndan razı, O da senden razı olarak.
[089.029]  Artık kullarımın arasına gir.
[089.030]  Gir, cennetime.

Sureyi kısaca özetleyecek olursak ; İlk ayetler yemin ile başladıktan sonra (1-5) devamında , yeryüzünde fesat çıkarmak sureti ile tuğyan eden önceki kavimlerin helak edildikleri haber verilmektedir (6-14). Surenin devamında Mekke'li inkarcılara yönelerek onların yaşamları içinde yaptıkları fesat ve tuğyan dile getirilmektedir (15-20). Devam eden ayetlerde ise kıyamet , hesap , ve yeryüzünde fesada ve tuğyana koşanların hesap günündeki akıbeti haber verilmektedir (21-26).

Surenin 27-30. ayetleri arasındaki yapılmış olan hitabın sure bütünlüğü ile uyumlu bir anlama sahip olması gerektiği halde , tefsirlere bakıldığında bu ayetler , sure bağlamından kopuk bir şekilde okunmak sureti ile cenneti hak etmiş olan kimseye yapılmış bir hitap olarak anlaşılmış ve o şekilde yorumlar yapılmıştır. Halbuki Fecr s. 27-30. ayetleri , surenin önceki ayetlerinde yeryüzünde fesat ve tuğyana koşanlara karşı yapılmış bir hitap olarak okunduğunda, sure bütünlüğüne daha uygun bir anlama sahip olmuş olacaktır. Çünkü yapılan hitap , hesap gününde cenneti hak etmiş bir kimseye değil , halen yaşayan dünya hayatını fesat ve tuğyan içinde yaşayanlara yönelik bir hitaptır. 

Mutmain nefs deyiminin,  hitap edilen bu kimseler ile ilgili bir anlama sahip olması gerektiğini düşünmekteyiz. Tefsirlerde bu konuda yapılan yorumlar , sure bütünlüğü dikkate alınarak değil , tasavvuf düşüncesindeki nefsi mutmainne terimine verilen anlam dikkate alınarak verilmiştir. 

Tasavvuf kültüründe Nefsi Mutmainne şu şekilde tarif edilmektedir ; Hiç bir şüphe ve tereddüt taşımadan , itmi'nan-ı kalp ile Allah'ı Rab kabul edip , onun peygamberlerinin getirdiği dini de hak din bilerek Allah'a teslim olan ve ona ulaşan insanın nefsi.

Bu tarife delil olarak Fecr suresi 27-30. ayetleri delil getirilmiş olmasına karşın , bu ayetleri sure ve Kur'an bütünlüğünde okuduğumuzda bu delilin tutarlı olmadığı görülecek , bu ayetlerde geçen bazı kelimeleri Kur'an bütünlüğünde değerlendirmeye çalıştığımız zaman , söylemek istediklerimiz daha kolay anlaşılacaktır. 

Mutmainne ; Huzursuz , rahatsız edildikten sonra sakinleşmek , rahatlamak , huzur bulmak anlamına gelen El İtminanü ve Ettumaninetü kelimesinin , sakinleşmiş , rahatlamış , huzur bulmuş anlamında kullanılmasıdır. 

Bu kelimenin konumuz ile bağını kurabileceğimiz Kur'an içinde geçtiği ayetler şunlardır;

[022.011] İnsanlardan öyleleri de vardır ki; Allah'a bir yar kenarındaymış gibi kulluk eder. Ona bir iyilik gelirse yatışır (etmaenne) . Başına bir bela gelirse; yüz üstü döner. Dünyayı da ahireti de kaybetmiştir. İşte apaçık kayıp budur.

[010.007]  Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatı ile mutmain olanlar (vetmaennu) ve bununla tatmin olanlar ve bizim ayetlerimizden habersiz olanlar;

[016.112-113] Allah size güven ve huzur içinde olan (mutmainneten) bir kasabayı misal verir: Her taraftan oraya bolca rızık geliyordu. Ama Allah'ın nimetlerine nankörlük ettiler; bu yüzden Allah onlara yaptıklarına karşılık açlık ve korku belasını tattırdı. And olsun ki, aralarından kendilerine bir peygamber gelmişti, onu yalancı saydılar. Haksızlık ederlerken azaba uğradılar.

Nahl s. 112 ve 113. ayetlerinde verilen kasaba meselinde kendilerine verilen dünya malı ile mutmain bir halde yaşayan , bu nimetlere karşı şükür yerine nankörlüğü seçen bir toplumun , başına gelenler anlatılarak , ilk muhataplar olan Mekkelilere gönderme yapılmaktadır. Fecr suresinin 6. ve 14. ayetleri arasına baktığımızda nimet içinde yüzen şehirlerin isimleri verilerek , bu şehirlerde yaşayan toplulukların helak edildiklerini görmekteyiz. 

Kur'an kendilerinden önce helak edilmiş kavimleri örnek vererek , o kavimlerin Mekkelilerden kat be kat güçlü oldukları halde helak edildiklerini bir çok yerde haber vermektedir. 

[034.045]  Ve onlardan evvelkiler de tekzîp etmişlerdi. Halbuki onlar, ötekilerine verdiklerimizin onda birine ermemişlerdir. Resûllerimizi tekzîp ettiler. Artık bak, Benim (onları) inkârım nasıl oldu?.

Fecr suresi içinde kendilerine verilenler ile mutmain olmuş ahireti unutarak tuğyan içinde koşmalarının bedelini helak ile ödeyen kavimler ile Mekkelilerin onlardan aşağı kalmayan bir yaşam sürdükleri hatırlatılarak uyarılmaktadır. Ey mutmain nefs şeklinde Fecr s. 27. ayetinde yapılan hitabın , huzuru ve tatmini kendilerine verilen nimetlere karşı tuğyan etmek yolu ile bulanlara karşı olması , konuyu Kur'an bütünlüğünde değerlendirmeye çalıştığımızda daha isabetli olarak görülmektedir.

Fecr s. 28. ayetindeki ircii (dön) emri , sure ve Kur'an bütünlüğü dikkat edilerek okunduğunda, bu emrin halen dünya hayatını yaşayan kimseye yapılmış bir hitap olduğu anlaşılacaktır. Dünya hayatını yaşayarak ölmüş olan bir kimse için böyle bir emir , o kişinin ölmek sureti ile zaten Rabbine dönmüş olmasından dolayı söz konusu olamaz. Yani Allah (c.c) kıyamet gününde bir kuluna Rabbine dön şeklinde bir emir vermez ,çünkü kul Rabbine dönmüştür.


[041.050]  Başına gelen sıkıntıdan sonra, kendisine katımızdan bir rahmet tattırsak: «Bu benim hakkımdır; kıyametin kopacağını sanmıyorum. RABBİME DÖNDÜRÜLÜRSEM, O'nun katında and olsun ki, benim için daha güzel şeyler vardır» der. İnkar edenlere, işlediklerini, and olsun ki bildireceğiz. Onlara and olsun ki çetin bir azap tattıracağız.

[002.028]  Ölü idiniz sizleri diriltti, sonra öldürecek sonra tekrar diriltecek ve sonunda ONA DÖNECEKSİNİZ; öyleyken Allah'ı nasıl inkar edersiniz?

[002.281] ALLAH'A DÖNECEĞİNİZ ve sonra haksızlığa uğramadan herkesin kazancının kendisine eksiksiz verileceği günden korkunuz.

[010.056] Dirilten ve öldüren O'dur. ONA DÖNECEKSİNİZ.

Yukarıda verdiğimiz ayet örnekleri , dünya hayatını yaşayan halen ölmemiş olan insana yapılmaktadır. Dolayısı ile Fecr s. 28. ayetindeki Rabbine dön emri , halen yaşayan insana yapılan bir hitap olup , ölmüş ve görülen hesabı sonucunda cenneti hak etmiş insana yapılan bir hitap değildir. 

Fecr s. 28. ayetindeki radiyeten merdiyeten (sen ondan razı o senden razı olmuş) cümlesi , insana rabbine nasıl bir halde dönmesi gerektiğini beyan etmektedir. Kulun dünya hayatında Rabbini razı edecek ameller işlemesi , Rabbinin o kulundan razı olmasını , kulun Rabbinden işlediği amellerinin karşılığında alacakları ise , o kulun Rabbinden razı olmasını beraberinde getirecektir.

[005.119]  Allah dedi ki: «Bu, doğrulara, doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar için içinde ebedi kalacakları altından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur.»

[009.100] (İslâm dinine girme hususunda) öne geçen ilk muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.

[098.008] Onların Rableri katındaki mükafatı, içinde temelli ve sonsuz kalacakları, içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleridir. Allah onlardan razıdır. Onlar da Allah'tan razıdır. Bu, Rabbinden korkan kimseyedir.

Yukarıdaki ayetler dünya hayatlarını Rablerini razı etmek doğrultusunda geçirenlerin , Rableri tarafından razı edileceğini haber vermektedir. Fecr s. 29. ve 30. ayetleri de bu sonucu haber vermektedir. 

Sonuç olarak ; Fecr s. 27-30. ayetlerinde Ey mutmain olan nefs hitabının kime yapılmış olduğunu doğru biçimde anlayabilmek , ilgili ayetlerin sure bütünlüğü ile bağının kurulması ile mümkündür. Bütünlük gözetilerek yapılan bir okumada , yapılan hitabın huzuru , mutluluğu ve tatmini, yaşadıkları dünya hayatında sahip oldukları nimetlere nankörlük etmekte bulan , yaşadıkları beldelerde fesat ve tuğyanı çoğaltanlara ikaz olarak yapıldığı görülecektir. 

Bu ayetlerin tefsirlerinde , yapılan hitabın cenneti hak etmiş olan kişilere olduğu yönündeki yorumlar , surenin bağlamından kopuk bir okumanın sonucudur.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

13 Şubat 2017 Pazartesi

Teğabun s. 14-16.Ayetleri : Kur'an'dan Aile İçi İletişim Önerileri

Anne , Baba ve çocuklardan oluşan, toplumu oluşturan en küçük yapı taşına verilen ad olan ailenin sağlıklı biçimde hayatiyetini devam ettirmesi , toplumun huzuru ve mutluluğu açısından önem arz etmektedir. Fakat çeşitli etkenler, aile içindeki bireylerin birbirleri ile aralarındaki bağlarının kopmasına neden olarak , onların yabancılaşmasını ve birbirleri ile çatışmasını beraberinde getirmiştir. "Kuşak Çatışması" olarak bildiğimiz bu durum, özellikle Müslüman Aile yapısı içinde büyük sıkıntılara yol açmaktadır.

Çocuklarının da kendileri gibi İslama uygun bir hayat yaşamasını arzu eden ebeveynler , çocukları belli bir yaşa geldikten sonra bu isteklerinin yerine gelmediğini gördüklerinde büyük bir hayal kırıklığına uğramakta , üzülmekte ve çocukları ile büyük sıkıntılar yaşamaktadırlar. Bu sıkıntılar sadece çocuklar ile ilgili olmayıp , karı veya koca arasında da yaşanmaktadır. Karı ve kocadan herhangi birisi, İslami bir hayat tarzını seçerken diğeri seçmemekte , bu durum ise karı koca arasında da sıkıntılara yol açmaktadır. 

Karı ve kocanın birbirleri ile anlaşamamaları sonucunda , boşanma imkanları olmakla birlikte, çeşitli sebepler bu yola başvurulmasını engellemektedir. Yazımızda, anne baba ile çocuklar arasında , veya karı ve koca arasında çatışma yaşandığında nasıl bir yol izlenebileceği yönünde, Kur'an içindeki mevcut önerileri okumaya çalışacağız. 

[064.014]  Ey iman edenler; eşlerinizin ve çocuklarınızın içinde size düşmanlık edenler vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz ve örterseniz; şüphesiz ki Allah; Gafur'dur, Rahim'dir.

[064.015]  Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız bir fitne (imtihan)dir. Büyük mükafat ise Allah katındadır.

[064.016] Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.

Teğabun s. 14. ayetindeki eşlerin ve çocukların düşman olmasını , eşlerin ve çocukların takva temelli bir aile yapısına uygun ameller işlememeleri olarak anlamak mümkündür. Eşlerden veya çocuklardan oluşan aile içindeki bireylerin birbirleri ile uyumlu bir hayat sürmemeleri , beraberinde aile içi çatışmayı getirecek ve huzursuzluklara yol açacaktır.

[030.021] Kendileriyle huzura kavuşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunlarda düşünen bir kavim için ayetler vardır.

İnsan, fıtratından gelen özellikler nedeni ile karşı cinse karşı ilgi duymakta , onun karşı cinse duyduğu bu ilgi , aile kurumunun oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Ailenin oluşmasından sonraki aşama olan , sağlıklı mutlu ve huzurlu bir şekilde devamı , eşler arasında sevgi , muhabbet ve hoşgörü ile mümkün olacaktır. Bu unsurların bulunmadığı aileler, zaman içinde parçalanmaya ve yok olmaya mahkum olacaktır.

Aile içindeki sevgi ve muhabbetin azalmasına sebep olabilecek bir çok unsur zikredilebilir. Biz konuya aile bireyleri arasındaki İslami duyarlılık açısından bakmaya çalışarak , aile içindeki bireylerin herhangi bir tanesinde meydana gelen İslami hassasiyetsizliğin, diğer bireyler üzerinde yol açmış olduğu rahatsızlığın ne şekilde aşılabileceği üzerinde durmaya çalışacağız.

[031.014] Biz insana anasına, babasına (itaat etmeyi) de tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. (Onun) sütten ayrılması da iki yıl içindedir. Bana ve anana-babana şükret diye de (tavsiye ettik). Dönüş ancak Banadır.
[031.015]  Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.

Allah (c.c) insana anne ve babasına itaat etmeyi emrettiği ayetler, Kur'an'ın bir çok yerinde mevcuttur. Anne ve babaya itaatın körü körüne bir itaat değil , şartlı bir itaat olduğunu , Lukman s. içindeki ayetlerden ve İbrahim (a.s) ın babasına karşı olan örnekliğinden anlamaktayız. 

Konumuz olan Teğabun suresi ayetleri ile ilişkili olduğunu düşündüğümüz , Ahkaf s. 15-18. ayetler arasında anlatılan örnek bir çocuğu, ve başka bir çocuk ve ebeveyn arasında geçen bir konuşmayı da hatırlayarak , bu günkü deyim ile kuşak çatışması yaşayan bir ailenin, çocuğu ile nasıl bir iletişim örneği sergilediğini görelim.

[046.015] Biz; insana, anne ve babasına ihsan etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet erginlik çağına ulaşınca ve kırk yaşına varınca der ki: Rabbım bana; ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin hoşnud olacağın salih amel işlememi ilham et. Bana verdiğin gibi soyuma da salah ver. Doğrusu ben, Sana döndüm. Ve gerçekten ben, müslümanlardanım.
[046.016] Onlar öyle kişilerdir ki, yaptıklarının en iyisini onlardan kabul ederiz ve onların günahlarım bağışlarız, cennet halkı arasındadırlar. Bu dünyada kendilerine söylenen doğru sözün gerçekleşmesidir.
[046.017] O kimse ki, anne ve babasına: «Öf size, benden önce nice kuşaklar gelip geçmişken, beni (diriltilip) çıkarılacağımla mı tehdit ediyorsunuz?» dedi. O ikisi (anne ve babası) ise, Allah'a yakararak: «Yazıklar sana, iman et, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır.» (derler; fakat) O: «Bu, geçmişlerin masallarından başkası değildir» der.
[046.018] İşte onlar; kendilerinden önce cinnlerden ve insanlardan gelip geçmiş ümmetler içinde üzerlerine söz hak olmuş kimselerdir. Doğrusu onlar, hüsrana uğrayanlardandırlar.

Ahkaf suresindeki bu ayetler , anne ve babasına karşı olan vazifesini gereği yapan bir çocuk ile , anne ve babasına karşı olan vazifesini gereği gibi yapmayan başka bir çocuğun örneğini vermektedir. Bir çocuk, yerine getirdiği vazifesinin karşılığında cenneti hak ederken , diğer bir çocuk ise, yerine getirmediği vazifesinin karşılığında cehennemi hak etmektedir.

[020.132] Ehline salatı emret, hem de kendin ona sabırla devam et! Biz, senden bir rızık istemiyoruz, seni Biz rızıklandırırız; güzel sonuç takvanındır.

Salat , kulun Allah (c.c) ye karşı olan vazifelerinin tümünü içine alan bir kavramdır. Aile reisinin , aile içindeki bireylere karşı olan sorumluluğu, önce kendisinin Allah (c.c) nin rızasına uygun bir hayat yaşaması , sonra ise tüm aile bireylerine bu yönde bir yaşamı tavsiye etmesi olmalıdır.

Yukarıda meallerini verdiğimiz Ahkaf s. 17. ve 18. ayetlerinde, anne ve babası gibi hayatını İslami bir yaşam yönünde ikame etmeyerek , Allah'a isyan eden bir çocuk tasvirini görmüştük. Bu ayetlerde gördüğümüz çocuk tasvirini , konumuz olan Teğabun suresi 14. ayetindeki " Ey iman edenler; eşlerinizin ve çocuklarınızın içinde size düşmanlık edenler vardır. Onlardan sakının" cümlesi ile birlikte okuduğumuz zaman , eşlerin ve çocukların düşmanlığını , onların iman edenlerden olmamak sureti ile küfrü tercih eden bir hayat yaşamaları olarak anlayabiliriz. 

Çünkü aile reisinin sorumluluğunda olan eş ve çocuklar , yanlış bir yaşamı seçtiklerinde, eğer aile reisi onlara doğru bir yaşam örnekliği göstererek , bu doğru yaşamı onlara da tavsiye etmedi ise, aile reisi bu konuda sorumlu duruma düşecektir. Yapılan düşmanlığın , kişinin cehennem ehli olmasına sebep olacak bir duruma düşmesi olduğunu hesaba kattığımızda , sorumlu olduğumuz eşler ve çocuklarımıza gerekli olan bilgileri vermemek sureti ile, hem onları hem de kendimizi ateşe biraz daha yaklaştırmış , bu sebeple kendimize büyük bir kötülük yapmış ta sayılacağız. 

Yaşadığımız toplum içinde İslami bir yaşantıyı tercih eden anne ve babaların büyük çoğunluğunun çocuklarının, anne ve babaları gibi İslami bir yaşantıyı tercih etmediklerini , televizyon , gazeteler , internet v.s gibi iletişim organları ile süslü gösterilen popüler kültürün esareti altına girmek sureti ile İslami bir yaşantıdan uzaklaştıklarını görmekteyiz. Bu durum bir çok anne babayı rahatsız etmekte ve çocuklarının bu gidişlerine engel olmak için çeşitli yollara başvurmaktadırlar. 

Çocukları ile sert tartışmalara girmek sureti ile kendi istedikleri yola girmelerini isteyen anne babaların yine bir çoğu, istediklerini başaramamanın verdiği huzursuzluk ve üzüntü ile ne yapacaklarını şaşırmış bir vaziyettedirler.

Yeri gelmişken , Muhammed (a.s) dan rivayet edilen , çocukları namaza alıştırma ile ilgili bir hadiste , bir çocuğun 10 yaşına geldiği halde hala namaz kılmaya başlamadığı takdirde dövülmesi gerektiğine dair olan rivayetin , Muhammed (a.s) a isnat edilmiş uydurma bir söz olduğunu hatırlatmak istiyoruz. Çünkü dayak ve kötü sözlerle insanları iyi olan bir şeye yöneltmek asla mümkün değildir. 

Bugün çocuklara dini eğitim vermek iddiasında olan bazı kurumlardaki çocuklara uygulanan baskı ve dayakların, dindar bir nesil yetiştirmek yerine , dine düşman bir nesil yetiştirmeye yaradığını herkes bilmektedir. Yaşı kemale ermiş ve dine karşı düşmanlık besleyen bazı kimselerin hikayelerinde , çocuk iken dini kurumlarda gördüğü şiddet önemli bir yer tutmaktadır.

Ahkaf suresi 17. ayetinde iman etmeyen çocuklarına karşı anne ve babanın tepkisi ile , Teğabun suresinin 14. ayetindeki "Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz ve örterseniz" cümlesi , bize onlara karşı nasıl yaklaşmamız, ve onlarla nasıl bir iletişim kurmaya çalışmamız yönünde bilgiler içermektedir.

İslamı yaşamaya çalışan her anne ve baba kendi evladının da aynı şekilde İslami bir yaşam sürmesini arzu eder. Bir çok ebeveynin bu istekleri maalesef istedikleri karşılığı bulmamaktadır. İslami bir yaşamı seçmiş olan ebeveynlerin , İslami bir yaşamı seçmemiş olan çocuklarına karşı hiç bir zaman sert ve kırıcı bir üslup kullanmamaları çok önemlidir. Onlara karşı sevecen ve yumuşak tavırlar ile yaklaşım göstermek , onların kalplerinin yumuşamasına vesile olabilir. 

Onlara karşı sert ve baskıcı yöntemler kullanarak , istenilen sonucu almaya çalışmak asla doğru bir yöntem değildir. Sert ve baskıcı yöntemler , bu çocukların dinden daha fazla soğumasına sebep olacağı gibi , ebeveyn baskısı ile İslami bir yaşama yönelmek , münafık karakterli çocukların yetişmesine sebep olacaktır. Nuh (a.s) ın, iman etmeyen oğluna karşı kullandığı yumuşak dil , bizler için bu konuda örnek teşkil etmelidir.

[050.045]  Onların dediklerini Biz biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; söz verdiğim günden korkanlara Kuran'la öğüt ver.
[088.021-2]  Artık sen hatırlat. Şüphe yok ki, sen ancak bir hatırlatıcısın. Onların üzerlerinde bir musallat (cebbâr) değilsin.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerde , Muhammed (a.s) ın tebliğde kullanması gereken yöntem beyan edilmektedir. Kimsenin kimseyi evladı da olsa zorlamak gibi bir durumun asla söz konusu olamayacağını , elçiye beyan edilen tebliğ yöntemini dikkate alarak bizler de bilmeliyiz. 

Yaratılışın gayesi imtihan olduğuna göre, herkes kendi imtihanını yaşayacaktır. Bir ebeveyn eğer çocuğuna kendi vazifesi gereği, yaşayacağı hayat içinde çocuğuna gerekli olan bilgileri öğretmiş ise, sorumluluğu kendi üzerinden atmış olacaktır. Çocuk , ebeveyninden öğrendiği bilgileri hayatına aktarmak veya aktarmamak noktasında hür iradesini kullanarak karar verecek , ve bu kararından sadece kendisi sorumlu olacaktır.

Bu türden sıkıntılar eşler arasında da baş gösterebilmektedir. Eşlerden birisi İslami bir hayat tarzını tercih ederken, diğer eş farklı bir hayat tarzını tercih edebilmektedir. Bu durumda eğer ayrılmak yolu seçilmezse , eşler arasında saygı ve hoşgörü üzerine kurulmuş bir ilişkinin devamı şarttır. Hiç bir eşin diğerini kendi istediği hayat tarzını seçmesi yönünde baskıcı ve ısrarcı bir yöntem kullanmaya hakkı yoktur.

[066.010]  Allah, kâfir olanlara Nûh'un zevcesi ile Lût'un zevcesini bir misal olarak irâd etmiştir. Sâlih kullarımızdan iki kulun (nikahı) altında idiler. Sonra o ikisine hıyanette bulundular, artık (o iki sâlih kul da) onları Allah'ın azabından hiç bir şey ile kurtaramadılar ve denildi ki: «(İkiniz de) Ateşe girenler ile beraber giriveriniz.»
[066.011] Ve Allah, imân etmiş olanlara, Fir'avun'un zevcesini bir misal olarak irâd buyurmuştur. O vakit ki (o kadın şöyle) demişti: «Yarabbi! Benim için nezd-i ulûhiyetinde cennette bir ev yap ve beni Fir'avun'dan ve onun amelinden kurtar ve beni zalimler olan kavimden halâs et.»

Yukarıda meallerini verdiğimiz Tahrim s. 10. ve 11. ayetleri karıları kafir olan , Nuh ve Lut (a.s) ları , kocası kafir olan Firavun'un karısını örnek vermek sureti ile , eşler arasındaki inanç farkına rağmen eşler arasındaki yaşamın devam edebileceğini göstermektedir. 

Bu noktada Nikahın düşmesi olarak ifade edilen , eşlerden birisinin kafir olduğu takdirde nikahın düşerek , eşlerin zina etmiş sayılacağı iddialarının yanlış olduğunu hatırlatmak istiyoruz. Eşlerden herhangi bir taraf kafir olsa dahi nikaha herhangi bir zarar gelmez , eşler zani durumuna da düşmez , evlilik akdi devam eder.

Lukman s. 15. ayeti içindeki kafir ebeveyne sahip olan bir çocuğa " Onlarla dünyada iyi geçin" şeklinde verilen emir, sadece inanmayan ebeveyne sahip olan çocuk için değil , inanmayan çocuğa sahip olan ebeveyn , inanmayan karıya sahip olan koca , inanmayan kocaya sahip olan karı için de geçerlidir. İnanmak veya inanmamak kişilerin serbest iradelerinin sonucu olan seçimi ile gerçekleşen bir durum olup , yakınlarımız biz gibi inanmamış olsa dahi onlarla iyi ilişkilerimizi devam ettirmek zorundayız. 

Sonuç olarak ; Aile içindeki bireyler arasında uyumlu bir hayat sürülmesi , ailenin mutluluğu ve huzuru için önemlidir. Ancak bu uyum, İslami bir yaşam arzulayan bir çok ailede popüler kültürün etkisi altında kalarak , gayri İslami bir yaşam tarzını seçen çocukları sebebi ile sarsıntı geçirmektedir. 

Ebeveynlerin vazifeleri gereği çocuklarına yaşamlarında gerekli olan bilgileri öğretmek gereği bulunmaktadır. Çocuklar ebeveynlerinden öğrendikleri bu bilgileri hayatlarına aktarmak noktasında irade sahibi olup , istedikleri yönde tercih yapabilirler. Ebeveynlerin öğrettikleri yönde İslami bir yaşamı tercih etmeyen çocukların ailelerinde huzursuzluk baş göstermekte ve ebeveynler tarafından baskı ve şiddete baş vurulmak sureti ile , İslami bir hayat sürmeleri sağlanmak istenilmektedir.

Ancak bu yöntem faydadan çok zarar getirecek bir yöntem olduğu için asla kullanılmamalıdır. Herkes kendi imtihanını yaşadığı için , iradesini kullanmak sureti ile yaptığı seçimin karşılığını alacaktır. Ebeveynler İslami bir yaşantıyı tercih etmeyen çocuklarına hiç bir surette baskı yapmamalı , seçimlerine saygı göstermeli , yanlışlıkları uygun bir diller yeri geldikçe uyarmalıdır. 

Aynı durum eşler arasında da baş gösterebilmektedir. Eşlerden herhangi bir taraf İslami bir yaşamı seçerken , diğer taraf böyle bir seçim yapmak yerine gayri İslami bir yaşamı seçmektedir. Ayrılmak yolu seçilmez ise , eşlerin yaşamlarını birbirlerinin seçimlerine saygı gösteren bir şekilde sürdürmeleri , aile bireyleri için en uygun yol olacaktır. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

9 Şubat 2017 Perşembe

Mü'min s. 7-9 Ayetleri : Melekler Kimler İçin Mağfiret isterler ?

Mümin suresinin içinde anlatılan Musa (a.s) kıssasında , Firavun ailesinden olan mümin bir kişi öne çıkmakta , Musa (a.s) ı öldürmek isteyen Firavun'a karşı hakkı haykırmakta ve onu savunmaktadır. Bu mümin kişi ile ilgili ayetlere geçmeden önce , mümin kişi ile ilgili ayetlerle bağlantılı olan surenin ilk ayetleri üzerinde durarak , Kur'an'ın sure ve kitap bütünlüğü içindeki anlatım üslubuna da dikkat çekmek istiyoruz.

[040.001] Ha, Mim.
[040.002] Bu Kitabın indirilmesi, Aziz, Alim olan Allah'tandır;
[040.003] O, günah bağışlayıcı, tevbe kabul edici, azabı şiddetli, kerem sahibi Allah'tandır ki O'ndan başka ilâh yoktur. Hem dönüş O'nadır.
[040.004] Allah'ın ayetleri üzerinde, kafirlerden başkası tartışmaya girişmez. İnkarcıların memlekette gezip dolaşması seni aldatmasın.
[040.005]  Onlardan önce Nuh kavmi de yalanladı. Arkalarından muhtelif topluluklar da. Her ümmet kendi peygamberlerini yakalamaya yeltendi ve hakkı batılla yok etmek için mücadeleye girişti. En sonunda Ben de onları yakaladım. Azabım nasılmış?
[040.006]  Senin Rabbinin kâfirler üzerindeki: «Gerçekten onlar ateşin halkıdır» sözü böylece hak oldu.

Hurufu mukattaa (kesik harfler) ile başlayan sure , kitabın kimin tarafından indirildiğini haber vererek devam etmekte , kitabı indiren Allah'ın tevbeleri kabul edici olduğu gibi , azabının da şiddetli olduğu beyan edilmektedir. 4-5-6. ayetlerde beyan edilenler , ilerleyen ayetlerde gelecek olan Musa (a.s) kıssası ile yakından alakalıdır. Allah'ın ayetleri hakkında Musa (a.s) ile tartışmaya giren Firavun , onun helak edilmesi ve ateşe atılması ile ilgili ayetler ile yukarıda meallerini verdiğimiz ayetler yakından alakalıdır. 

Bu ayetlerin birbiri içindeki anlam örgüsünün muhteşemliği , kıssa eğer Arapça orjinal metni ile birlikte okunacak olursa daha net olarak ortaya çıkacaktır. Dikkatli bir okuyucu , kelimelerin birbiri ile arasındaki bağını kurarak okuduğu zaman , verilmek istenilen mesajı daha kolay anlayacaktır.

[040.007]  Arş'ı taşıyanlar ve çevresinde bulunanlar Rabblarını hamd ile tesbih ederler, O'na inanırlar ve mü'minlerin yarlığanmasını isterler: Rabbımız; ilim ve rahmetle her şeyi kuşattın. Tevbe edip Senin yoluna uyanları bağışla. Ve onları cehennem azabından koru.
[040.008] Rabbımız; onları ve babalarından, eşlerinden, soylarından salih olanları kendilerine vaadettiğin Adn cennetlerine girdir. Şüphesiz ki Aziz, Hakim olan Sensin Sen.
[040.009] Onları kötülüklerden koru. O gün kötülüklerden kimi korursan; şüphesiz ona rahmet etmiş olursun. En büyük kurtuluş işte budur

Melekler ile ilgili anlatımlar , Kur'an'ın gaybe dair anlatımlarına dahildir. Meleklerin işlevi ile ilgili ayetleri okuduğumuzda, onların iman edenlere yardım ettikleri , onlar için Allah'tan bağışlanma istediklerini görmekteyiz. Elbette onların yardımı ve bizler için istiğfar etmeleri , bizim onu hak etmemiz ile yakından ilişkilidir. Surenin Firavun ailesinden olan mümin kişi ile ilgili ayetleri , meleklerin duasının ve istiğfarının nasıl hak edileceğini de bizlere öğretmektedir.

Bu konuda başka surelerde de ayetler bulunmaktadır. 

[041.030-32]  Şüphesiz, Rabbimiz Allah'tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin! derler. «Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir ve istemekte olduğunuz her şey de sizindir.»Gafur, Rahim olanın ikramı olarak.

Mümin s. 7-8-9. ayetlerde meleklerin lisanı üzerinden yapılan duayı hak etmek gerektiğini yukarıda söylemiştik. Mümin s. 23. ayetinden itibaren başlayan Musa (a.s) kıssasının 28. ayetinden itibaren , Firavun ailesinden olan ve imanın gizleyen bir mümin kişi sahneye çıkar ve konumuz olan ayetlerde meleklerin duasının ne şekilde hak edileceğini bize gösterir.

Mü'min s. 26. ayetinde Firavun " bırakın beni,: öldüreyim Musâyı da o rabbına duâ etsin, zira ben onun dininizi değiştirmesinden ve yâhud Arzda bir fesad çıkarmasından korkuyorum" dedikten sonra Mü'min kişi sahneye çıkar ve Firavun ve kavmine karşı şunları söyler; 

[040.028] Firavun ailesinden olup da imanını gizleyen mü'min bir adam da demiştir ki: Rabbım Allah'tır, dedi diye bir kişiyi mi öldüreceksiniz? Halbuki o, size Rabbınızdan ayetlerle gelmiştir. Eğer yalancıysa; yalanı kendisinedir. Eğer doğru sözlü ise; sizi tehdit ettiklerinin bir kısmı başınıza gelebilir. Muhakkak ki Allah; haddi aşan yalancı bir kimseyi hidayete erdirmez.
[040.029] «Ey kavmim! Bugün mülk sizin içindir. Yerde yükselmişler bulunuyorsunuz. Fakat eğer bize Allah'ın azabı gelirse bize kim yardım edebilir?» Fir'avun dedi ki: «Ben size muvafık gördüğüm reyim ne ise ancak onu gösteriyorum ve ben doğru yoldan başkası için size rehberlik etmekte değilim.»
[040.030]  İmân eden zât da dedi ki: «Ey kavmim! Şüphe yok ki ben sizin üzerinize Ahzab gününün mislinden korkuyorum.»
[040.031] «Nuh kavmi, Ad, Semûd ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir gün) . Allah, kullar için zulüm istemez.»
[040.032] Ey kavmim; doğrusu ben, sizin için o feryad gününden endişe ediyorum.
[040.033]  «O gün arkanıza dönüp kaçacaksınız. Fakat sizi Allah'tan koruyacak olan yoktur. Her kimi Allah şaşırtırsa, artık ona bir yol gösterici bulunmaz.»
[040.034] «Andolsun, daha önce Yusuf da size apaçık belgeler getirmişti. O zaman size getirdikleri hakkında kuşkuya kapılıp durmuştunuz. Sonunda o, vefat edince, demiştiniz ki: «Allah, ondan sonra kesin olarak bir peygamber göndermez.» İşte Allah, ölçüyü taşıran, şüpheci kimseyi böyle saptırır.»
[040.035]  Onlar ki; kendilerine gelmiş bir huccet bulunmaksızın Allah'ın ayetleri üzerinde tartışırlar. Bu, Allah katında da, iman edenlerin yanında da öfkeyi arttırır. Ve böylece Allah; büyüklük taslayan her zorbanın kalbini mühürler.
[040.036] «Firavun dedi: Ey Haman, bana yüksek bir kule yap ki o sebeplere (yollara) erişeyim.»
[040.037]  Semaların esbabına da Musânın tanrısına muttali' olurum ve her halde ben onu yalancı sanıyorum» İşte bu suretle Fir'avne kötü ameli süslendirildi de yoldan çıkarıldı, Fir'avn düzeni hep husrandadır
[040.038] O inanan kimse dedi ki: «Ey milletim! Bana uyun, sizi doğru yola eriştireyim.»
[040.039] Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı, geçici bir eğlencedir. Ama ahiret, gerçekten kalınacak yurttur.
[040.040]  Kim, bir kötülük işlerse; ancak onun benzerleriyle ceza görür. Kadın veya erkek her kim de inanarak salih amel işlerse; işte onlar, cennete girerler ve orada hesapsız şekilde rızıklanırlar.
[040.041] Ey kavmim; bana ne oluyor ki, sizi kurtuluşa çağırırken, siz beni; ateşe çağırıyorsunuz.
[040.042]  «Siz beni Allah'a (karşı) küfre sapmaya ve hakkında bilgim olmayan şeyleri O'na şirk koşmaya çağırmaktasınız. Ben ise sizi, üstün ve güçlü olan, bağışlayan (Allah') a çağırıyorum.»
[040.043]  Sizin beni davet ettiğiniz şeyin ne dünyada, ne de ahirette hiçbir davet yetkisi yoktur: Gerçekte dönüşümüz Allah'adır. Aşırı gidenlere gelince, işte onlar ateş ehlidirler:
[040.044]  «İşte size söylemekte olduklarımı yakında hatırlayacaksınız. Ben de işimi Allah'a bırakıyorum. Şüphesiz Allah, kulları pek iyi görendir.»
[040.045] Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu ve Firavun'un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi.

Surenin 9. ayetinde meleklerin "Onları kötülüklerden koru" duası , 45. ayet içinde Firavun ailesinden olan mümin kişi için "  Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu" şeklinde karşılık bulmaktadır.

Mü'min s. 28-45. ayetlerini okuduğumuz zaman , Firavun ailesinden olan mümin kişinin Firavun ve kavmine karşı olan sözlerinin , iman iddiasında olan bir kimsenin yapması gereken davranışlardan olduğunu görmekteyiz. Onun bu davranışları Allah (c.c) katında övgüye değer bir davranış olarak görülerek cennet ile karşılık bulacaktır. 

Firavun ailesinden olan mümin kişi , imanının şahitliğini yerine getirerek hayata veda etmiştir. Fakat onun yaptıklarının bizlere anlatılmasının sebebi , ne kadar kahraman bir yiğit mümin olduğundan ziyade, bizlerin yaşadığı hayatta eğer meleklerin yardımını ve istiğfarını hak etmek istiyor isek , böyle bir yaşam sürmemizin gerektiğini hatırlatmak amaçlıdır.

Firavun ailesinden olan mümin kişi surenin 25. ayetinde söze " Rabbım Allah'tır, dedi diye bir kişiyi mi öldüreceksiniz?" diye başlamaktadır. Bu ve devamında gelen sözleri söylemesine sebep  , Firavun'un "bırakın beni,: öldüreyim Musâyı" diyerek Musa (a.s) ın canına kast etmeye kalkmış olmasıdır. 

Musa (a.s) bilindiği üzere kendisini rab ve ilah olarak ilan eden (Naziat s. 24 - Şuara s. 29) Firavun'a karşı gerçek rab ve ilah'ın sadece alemlerin rabbi olan Allah (c.c) olduğunu savunarak , Firavun'un bir sahtekar ve yalancı olduğunu söylemektedir. Ülkenin en mahir sihirbazlarını Musa (a.s) ın karşısına çıkartması ve onların yenilerek iman etmesinin ve öldürülmelerinin ardından , artık iplerin elinden iyice elinden gitmeye başladığı anlayan Firavun , çareyi Musa'yı öldürmekte bulur , ve karşısına kendi ailesinden bir mümin çıkarak yapmak istediği şeyin yanlışlığını, her türlü tehlikeyi göze alarak Firavun'un karşısında haykırır.

Firavun ailesinden olan mümin kişinin Firavun'un karşısındaki bu kıyamı, bize neler söyleyebilir ?. 

Bilindiği üzere Kur'an kıssalarının anlatılış amacı, sadece geçmişlerin başından geçenlerin anlatılması değil , o anlatımlardan ibret alınmasına yöneliktir. Firavun ailesinden olan mümin kişi , o aileden olmanın verdiği imkanlara sahip bir kimsedir. Bunu Firavun'un karşısında konuşabilmesinden anlamak mümkündür. Mümin kişi bu kıyamının ona neye mal olacağını da çok iyi bilmektedir. Buna rağmen hayatını , makam ve mevkisini hiçe sayarak, Musa (a.s) ın arkasında durmakta ve onu Firavun'a karşı savunmaktadır. 

Çünkü Firavun'un tarafında olmanın karşılığı ile , Musa'nın tarafında olmanın karşılığının farklı olduğunu çok iyi bilmekte , Firavun tarafında olmanın geçici menfaatlerine karşılık , Musa'nın tarafında olmanın ona ebedi cennet menfaatlerini sağlayacağını biliyor ve hayatını bu inanç üzerine tesis ediyordu. 

Geçici dünya menfaatleri ile ebedi menfaatler arasında seçim yapmak zorunda kalmak sadece bir kereliğine yaşanmış bitmiş olay değil , her gün yaşanan ve yaşanabilecek bir olaydır. Firavun ailesinden olan mümin kişinin kıyamı , bizlere hangi tarafı seçmemiz gerektiğini öğretmektedir. Çünkü surenin ilerleyen ayetleri , geçici dünya menfaatlerini seçerek , ebedi cehennemi hak edenlerin ateş içindeki yaşantılarından kesitler sunulmakta , dünyadaki seçimlerinin karşılıklarının ne oldukları bizlere gösterilmektedir. 

[040.046] Ateş; sabah akşam, ona sunulurlar. Kıyamet-saatinin kopacağı gün ise: «Firavun çevresini, azabın en şiddetli olanına sokun» .
[040.047] Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken güçsüzler, büyüklük taslayanlara derler ki: Doğrusu biz, size uymuştuk. Şimdi ateşin bir parçasını olsun bizden savabilir misiniz?
[040.048] Büyüklenen (müstekbir) ler derler ki: «Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz; gerçek şu ki Allah, kullar arasında hüküm verdi .»
[040.049] Ateşin içinde olanlar, cehennem bekçilerine dediler ki: «Rabbinize dua edin; azabtan bir günü (olsun) bize hafifletsin.»
[040.050]  (Bekçiler:) «Size kendi peygamberleriniz apaçık belgelerle gelmez miydi?» dediler. Onlar: «Evet» dediler. (Bekçiler:) «Şu halde siz dua edin» dediler. Oysa kâfirlerin duası, çıkmazda olmaktan başkası değildir.
[040.051] Şüphesiz ki Biz; peygamberlerimize ve iman etmiş olanlara hem dünya hayatında, hem de şahidlerin şehadet edecekleri günde mutlaka yardım ederiz.
[040.052] Zalimlere kendi mazeretlerinin hiç bir yarar sağlamayacağı gün; lanet de onlarındır, yurdun en kötüsü de.

Bu ayetler , dünya hayatında yaşamlarını elçiler vasıtası ile gelen vahye göre uydurmayarak onları ret edenlerin, ahirette düşecekleri zelil durumu tasvir etmektedir. Herkesin malumu olduğu üzere , surenin 46. ayeti cımbızla seçilerek bağlamından koparılmak sureti ile rivayetler yolu ile bize gelen "Kabir Azabı" meselesini Kur'an'a onaylatmak amaçlı kullanılmaktadır. Halbuki 46. ayet bağlamı gözetilerek okunduğunda , çocukların bile anlayabileceği bir netlikte olup , rivayetler yolu ile gelen bir bilgiyi onaylaması mümkün değildir.

Surenin 51. ayetindeki Allah'ın yardımının nasıl gerçekleşeceği , daha önceki ayetlerden de anlaşılacağı üzere , yaşanmış bir şekilde gösterilmektedir. Allah'ın yardımının kullar üzerinde gerçekleşmesinin , kulların bu yardımı hak etmesi ile yakından alakalı olduğu asla unutulmamalıdır. Allah (c.c) hiç bir elçisine ve kuluna yardımını, onlar bu yardımı hak edecek fiillerde bulunmadan yapmamıştır , yapmaz ve yapmayacaktır.

Musa (a.s) kendisine yüklenen risalet görevini bıkmadan , yorulmadan , korkmadan yerine getirmek sureti ile Allah'ın dünya ve ahiret yardımını hak ederken , Firavun ailesinden olan mümin kişi ise , iman ettiği elçinin arkasında canını , malını , istikbalini hiçe sayarak durmak sureti ile Allah'ın dünya ve ahiret yardımını hak etmiştir.

Şimdiye kadar sıraladığımız ayetleri toparlayacak olursak şunları söyleyebiliriz ; 

Allah'ın ayetleri üzerinde tartışmak sureti ile inkar edenlerin uğradıkları ve uğrayacakları akıbet haber verildikten sonra , meleklerin Allah'ın ayetleri üzerinde tartışanlara karşı çıkarak , imanlarını ispat edenlere karşı olan mağfiret talepleri dile getirilerek , Allah'ın ve meleklerin kime destek çıktığı gösterilmektedir. 

İlerleyen ayetlerde kıssa yollu anlatım üslubu ile Allah'ın ayetleri hakkında tartışma yapan Firavun ve ona karşı çıkan bir mümin üzerinden onların yaşamları içinde hak ve batıl için nasıl mücadele ettikleri anlatılmaktadır. 

Yaşamlarını küfür ve şirk üzerine bina ederek ahirete kavuşanların düşecekleri durum canlı bir biçimde sunulmak sureti ile gösterilerek , "İleride düşeceğiniz durum bu dur" mesajı verilmektedir. 

Bu ayetler üzerinden bizlere de elbette mesajlar verilmektedir. 

Küfür ve iman arasında tercih yapmak zorunda kaldığımız zaman , seçmemiz gereken taraf iman tarafı olması gerektiği mesajı bizler tarafından alınması gereken önemli bir mesajdır. Bir tarafta dünya hayatının süslü güzellik ve zenginlikleri , diğer tarafta ise meşakkat ve çile olsa bile , bizler imanımız gereği geçici olanı değil , ebedi olanı seçmek sureti ile imanımızın şahitliğini yapmak zorundayız.

Aksi takdirde iman dediğimiz şey ,sadece dil de kalan , yaşanmayan , sıkıya geldiğinde sırttan atılan bir yük olarak yaşamımızda yerini alacak, ve bu iman hesap gününde bizlere herhangi bir fayda sağlamayacaktır. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


6 Şubat 2017 Pazartesi

Hadid s. 12-15. Ayetleri : Dünyada Nur'dan Kaçanların Ahiretteki Nur Arayışları

Kur'an , insan hayatının "Dünya" ve "Ahiret" olmak üzere iki aşamalı olduğunu , geçici bir süre yaşadığımız dünya'da öldükten sonra yeniden dirilerek, "Cennet Ehli" veya "Cehennem Ehli"  olarak, ebedi bir hayata geçeceğimizi haber vermektedir. Cennet veya cehennem ehli olmak için gerekli olan amellerin, dünya'da yaşanılan hayatların karşılığı olarak verileceğini beyan eden Kur'an , cennet ehli olmak cehennem ehli olmamak için,nasıl bir hayat yaşanması gerektiğini de beyan etmektedir. 

Yine Kur'an, dünya hayatı içinde yaptıklarının karşılığı olarak cehennemi hak etmiş olanların, cehennemdeki yaşantılarından kesitler sunmak sureti ile, yaşamlarını cehennem ehli olmaya aday bir şekilde sürdürenlere , başlarına gelecek olanı önceden haber vermek sureti ile sakınmalarını ve yaşamlarına çeki düzen vererek , yaşadıkları yanlış hayatlardan dönmelerini amaçlayan anlatımlar sunmaktadır.  

Yazımıza konu edeceğimiz Hadid s. 12. ve 15. ayetler arasında , yaşamlarını "Mü'min" olarak geçirerek cenneti hak etmiş olanların , yaşamlarını "Münafık" olarak geçirerek , cehennemi hak etmiş olanlar ile aralarında geçen konuşmalar anlatılmaktadır. Bu ayetleri ele almaya çalışırken , konumuz olan ayetler içindeki bazı kelimelere dikkat çekerek , Kur'an'ın kendi bütünlüğü içindeki muhteşem anlam örgüsünü de görmeye çalışacağız. 

[057.012] O gün, mü'min erkekler ile mü'min kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşar iken görürsünüz. «Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar olarak altından ırmaklar akan Cennetlerdir.» İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur.
[057.013] O gün; münafık erkeklerle münafık kadınlar, iman edenlere: bize de bakın; nurunuzdan faydalanalım, diyeceklerdir. Onlara: Dönün, arkanıza da bir nur arayın, denilir. Nihayet onların arasına kapısının içinde rahmet, dışında azab olan bir sur çekilir.
[057.014]  Onlara: Biz sizinle beraber değil miydik? diye seslenirler. Onlar da: Evet, ama siz kendinizi fitneye düşürdünüz, pusu kurdunuz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan, sizi Allah'a karşı bile aldattı. Nihayet Allah'ın emri gelip çattı.
[057.015]  Artık bugün sizden herhangi bir fidye alınmaz ve küfretmekte olanlardan da. Barınma yeriniz ateştir, sizin veliniz (size yaraşan dost) odur; o ne kötü bir gidiş yeridir.

Konumuz ile ilgili ayetin bir benzerini Tahrim s. 8. ayetinde de görmekteyiz. 

[066.008]  Ey iman edenler! Samimî ve kesin bir dönüşle Allah’a tövbe ediniz. Böyle yaparsanız Rabbinizin sizin günahlarınızı affedeceğini, sizi içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğini umabilirsiniz. O gün Allah, Peygamberini ve onun beraberindeki müminleri utandırmaz. Onların nur'u, önlerinden ve sağ taraflarından sür’atle ilerler. Şöyle derler onlar: «Ey Kerim Rabbimiz! nurumuzu daha da artır, tamamına erdir, kusurlarımızı affet, çünkü Sen her şeye kadirsin!»

Hadid s. 12. ayetinde görülen hesap sonrası cenneti hak etmiş mü'min erkek ve kadınların sevinçli halleri tasvir edilmektedir. 13. ayette ise cehennemi hak etmiş münafık erkek ve kadınların düştükleri zelil durum tasvir edilmektedir. Bu ayetlerde öne çıkan kelime "NUR" kelimesidir. Şimdi bu kelime etrafında Kur'an içinde bir gezinti yaparak , konumuz olan ayetler ile bağını kurmaya çalışalım. Bu kelime ayrıca surenin diğer ayetlerine yayılmış bir halde olup, konu ile bağını kurarak onları da birleştirmeye çalışacağız.

[057.009]  Sizi zulümattan nur'a çıkarmak için kuluna, apaçık ayetler indiren O'dur. Doğrusu Allah size karşı şefkatlidir, merhametlidir.
[057.019]  Allah'a ve peygamberlerine iman edenler; işte onlar, Rabbları katında doğrular ve şahidlerdir. Onların hem mükafatları, hem de nurları vardır. Küfredip de ayetlerimizi yalanlayanlara gelince; onlar da cehennem yaranıdırlar.
[057.028]  Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve Peygamberine inanın ki O, size rahmetinden iki kat versin ve size ışığında yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin; sizi bağışlasın. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

Hadid s. 9. 19. ve 28. ayetlerine baktığımızda, konumuz olan ayetlerdeki kelimeyi burada da görmekteyiz. Bu ayetler de konumuz olan ayetler ile çok yakından alakalıdır. Nur kelimesinin bir sure içinde en fazla olarak geçen bir kelime olması dikkat çekicidir. Konumuz olan ayetlerde , yaşadıkları hayat içinde kendilerine inmiş olan NUR'a karşı takındıkları tavrın karşılığını alanların anlatıldığını görmekteyiz.

Nur ; "Karanlıkta yol bulmaya yarayan ışık" anlamındadır. Kur'an bu kelimeyi hem hakiki , hem de mecaz anlamda kullanarak , karanlıkta yol bulmaya yarayan ışığın insan hayatındaki önemi üzerinden , Allah (c.c) nin indirdiği kitaplar için de kullanılmaktadır.  

[006.001]  Hamd, gökleri ve yeri yaratan, zulümatı ve nur'u var eden Allah'a mahsustur. Öyle iken, inkar edenler Rablerine başkalarını eşit tutuyorlar.

"Karanlık" ve "Işık" insan hayatında önemli olan iki kavramdır. Allah (c.c) bu kavramların insan hayatı içindeki önemini dikkate alarak , dalaleti "Zulümat" olarak , hidayeti ise "Nur" olarak benzetmek sureti ile bizlere tanımlamaktadır. 

[002.257]  Allah inananların dostudur, onları zulümattan nur'a çıkarır. İnkar edenlerin ise dostları tağuttur. Onları nur'dan zulümata sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır.
[005.015]  Ey Kitap ehli! Kitap'dan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Doğrusu size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitap gelmiştir.
[005.016]  Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, izni ile, zulümattan nur'a çıkarır. Onları doğru yola iletir.
[005.044]  Doğrusu Tevrat'ı Biz indirdik. Onda hidayet ve nur vardır. Kendilerini Allah'a teslim etmiş peygamberler, yahudi olanlara onunla, Rabb'a kul olanlarla bilginler de Allah'ın kitabından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi. Ve ona şahid idiler. İnsanlardan korkmayın da Ben'den korkun. Ve ayetlerimi az bir değerle değiştirmeyin. Kim de Allah'In indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kafirlerin kendileridir.
[005.046] Ve onların izinden Meryem oğlu İsa'yı, önündeki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gönderdik. Ve ona İncil'i verdik. Onda hidayet ve nur vardır. Kendinden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı, hidayet ve müttakiler için bir öğüt olarak.
[007.157]  Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nur'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.
[009.032]  Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kafirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır.
[014.001] Elif. Lâm. Râ. (Bu Kur'an), Rablerinin izniyle insanları zulümattan nur'a, yani her şeye galip (ve) övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.
[039.022] Allah kimin gönlünü İslam'a açmışsa, o, Rabbi katından bir nur üzere olmaz mı? Kalbleri Allah'ı anmak hususunda katılaşmış olanlara yazıklar olsun; işte bunlar apaçık sapıklıktadırlar.

Allah (c.c) nin insanlara rahmet ve hidayet olmak üzere indirmiş olduğu kitaplara verdiği isimden bir tanesi de "NUR" dur. Bu nurlar insanları "ZULÜMAT" olarak adlandırılan küfür karanlığından aydınlığa çıkarmak gibi bir işleve sahiptir. Fakat insanların bir çoğu bu nurlara iman etmek yerine , karanlığı seçerek dünya ve ahiretini tehlikeye atmış , halen de atmaktadır.

Hadid s. 9. ayetinde kitabın indiriliş gayesi "Sizi zulümattan nur'a çıkarmak için" şeklinde beyan edilerek , 19. ve 28. ayetlerde , nur'a iman eden bir hayat geçirenlere yapılan vaadi görmekteyiz. Surenin 12. ayetinde ise , bu vaadin gerçekleşmiş hali tasvir edilmektedir.

Hadid s. 13. ayetinde ise , dünya hayatlarında nur'a iman etmemiş , etmediği ile kalmayarak onu ağızları ile söndürmeye kalkarak Allah'a ve elçisine savaş açan  "Münafık" olarak adlandırılan insanların hali tasvir edilmektedir.

Bu ayet içinde mü'min ve münafıklar arasında geçen bir konuşma dikkatimizi çekmektedir. 

Münafıklar , mü'minlere "bize de bakın; nurunuzdan faydalanalım" diye seslenerek  karanlıkta kalmış ve nereye gideceğini bilmeyen çaresiz insanların halini tasvir etmektedirler. 

Mü'minler ise münafıkların isteklerine "Dönün, arkanıza da bir nur arayın" şeklinde cevap vermektedirler. "Dönün, arkanıza" ifadesi , "Nur" elde edilecek olan adresi yani dünyayı göstermektedir. Çünkü ahirette kazanılan nur , dünya hayatında yapılanların bir karşılığı olarak iman edenlere verilmiştir. İman edenler o gün önlerinde nurları ile yollarını kaybetmeden yürüyebiliyor ise , dünya hayatlarında yollarını Allah (c.c) nin "NUR" olarak nitelendirdiği kitaplar ile yollarını aydınlatmışlar , ahirette ise yine bu nur onları yalnız bırakmayarak , yollarını bularak cennete kolayca gitmelerini sağlamıştır. 

Fakat dünya hayatında iman etmesi gereken nur'u inkar eden bir yaşam sürenler , ahirette yaptıklarının karşılığını gördüklerinde geri dönmek isteyecekler , fakat artık böyle bir dönüş mümkün olmayacaktır.

[026.096-102]  Orada birbirleri ile çekişerek: «Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi Alemlerin Rabbine eşit tutmuştuk; bizi saptıranlar ancak suçlulardır; şimdi şefaatçimiz, yakın bir dostumuz yoktur; keşke geriye bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak» derler.

[035.036-37]  İnkar edenlere cehennem ateşi vardır. Ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler; kendilerinden cehennemin azabı da hafifletilmez. Her inkarcıyı böylece cezalandırırız.Orada; «Rabbimiz! Bizi çıkar; yaptığımızdan başka, yararlı iş işleyelim» diye bağrışırlar. O zaman onlara şöyle deriz: «Öğüt alacak kişinin öğüt alabileceği kadar bir süre sizi yaşatmadık mi? Size uyarıcı da gelmişti. Artık azabı tadınız, zalimlerin yardımcısı olmaz.»

Dünya hayatlarını küfür ve nifak üzerine kurmak sureti ile , kendilerine gönderilen nur'a iman etmemeyi ve onu söndürmeyi yaşam biçimi edinerek bu halde ahirete geçenler , dünya yaşamlarında nasıl nur'dan mahrum kalarak karanlıklarda yaşamış ise , ahiret yaşamlarında da nur'dan mahrum kalarak karanlıklar içinde yaşayacaklardır.

[002.123]  Ve bir günden sakının ki, o günde hiç kimse başkası namına bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat fayda vermez. Onlar hiçbir yardım da görmezler.

Allah (c.c) nin bir çok ayetinde haber verdiği ahiret ile ilgili olacaklar , Hadid suresi ayetlerinde gerçekleşmiş şekli ile anlatılmaktadır. Kimsenin kimseye faydasının olmadığı gerçek biçimde bu ayetlerde ortaya çıkmaktadır. Herkes ahiret azığını, yaşamış olduğu dünya hayatında yaptığı amelleri ile elde etmektedir. Dünyada cenneti kazanmak için gerekli olan amelleri işlemeyerek cehennemi hak etmiş olanlara , cenneti hak etmiş olanlar tarafından herhangi bir fayda sağlayacak yardım asla yapılmayacaktır. Cehennemi hak etmiş olanlara ise artık yeni bir şans tanınmayacaktır.

Hadid s. 14. ayetinde münafıklar , mü'minlere "Biz sizinle beraber değil miydik?" diyerek onların kazandığı nur'dan kendilerinin de bir payı olması gerektiğini iddia ederek isteklerinde ısrar etmektedirler. Fakat " Evet, ama siz kendinizi fitneye düşürdünüz, pusu kurdunuz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. O çok aldatan, sizi Allah'a karşı bile aldattı. Nihayet Allah'ın emri gelip çattı" şeklinde aldıkları cevap, artık onları çaresiz bırakarak başka söz söyleyemeyecek bir hale getirmiştir.

Özellikle Medine'de nazil olan ayetlerin münafıklar ile ilgili anlatımlar dikkate alındığında, Hadid s. 14. ayetindeki cümleler daha net olarak anlaşılacaktır. Çünkü bu ayetlerin ağırlıklı konusu , münafıklar ve onların yaptıkları yanlışlardır.

[002.008-17]  İnsanlardan öyleleri vardır ki: «Biz Allah'a ve ahiret gününe iman ettik.» derler; oysa onlar inanmış değildirler. Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Halbuki sadece kendilerini aldatırlar da farkına varmazlar. Kalblerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırdı. Yalan söylemekte olduklarından dolayı onlara elem verici bir azab vardır. Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, «Biz ancak ıslah edicileriz» derler. Haberiniz olsun; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler. Onlara; insanların inandıkları gibi siz de inanın, denilince; o beyinsizlerin inandığı gibi mi biz de inanacağız? derler. Bilesin ki asıl beyinsizler onlardır da bunu bilmezler. Onlar iman edenlere rastladıkları zaman: «İnandık» derler. Fakat şeytanlarıyle yalnız kaldıkları zaman: «Biz, sizinle beraberiz, biz sadece (onlarla) alay ediyoruz.» derler. Onlarla Allah alay eder ve taşkınlıkları içinde bocalar durumda bırakır. İşte bunlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almışlardır; fakat bu alışverişleri bir yarar sağlamamış; hidayeti de bulmamışlardır. Onların misali; ateş yakan kimsenin misali gibidir ki, ateş çevresindekileri aydınlatınca, Allah onların nurunu giderdi. zulümat içerisinde görmez halde bırakıverdi.

Yaşadıkları hayat içinde Müslümanların arasına çöreklenerek , her fırsatta onların zarar görmeleri için uğraşanların , kendilerini Allah'ın görmediğini zannederek yaptıkları nifak hareketleri , en ince detayına kadar kayıt altına alınarak hesap günü karşılarına çıkarılmış, ve yaptıklarının karşılığı olan cehennem onlara ödenmiştir. Dünyada nur'a karşı kayıtsız kalarak zulümat'ı tercih edenler , hesap gününde de aynı karşılığı görerek nur'dan mahrum kalmaktadırlar.

Bu ayetler bizlere aynı zamanda insanın nur'a olan ihtiyacını da hatırlatmaktadır. Karanlıkta yol bulmak için mutlaka yolu gösterecek bir aydınlatıcıya ihtiyaç duyan insan , aydınlatıcıdan mahrum kaldığında etrafını göremeyerek , nereye gideceğini şaşıracaktır.

14. ayet içinde geçen "El Ğarur" kelimesi de konumuz olan ayetler gurubu içinde önemli bir yer tutmaktadır. Münafıkların nur'dan mahrum kalmalarına sebep olarak bu kelimenin anlam alanına giren şeyler gösterilmektedir.

Bu kelime , "Uyanık halde iken gaflete düşmek" anlamına gelen "El Ğırretü" den türemiştir. Bu kelime insanı aldatan , akılını çelen , değersiz ve boş şeylere arzu duymasına neden olan Şeytan'a isim olmuştur. Kelime aynı surenin 20. ayetinde de geçmektedir.

[057.020]  Bilin ki, dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Bu, yağmurun bitirdiği, ekicilerin de hoşuna giden bir bitkiye benzer; sonra kurur, sapsarı olduğu görülür, sonra çerçöp olur. Ahirette çetin azap da vardır. Allah'ın hoşnudluğu ve bağışlaması da vardır; dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçinmedir.

Kelimenin geçtiği bazı ayetler de şunlardır ; 

[031.033]  Ey insanlar, Rabb'inizden korkup-sakının ve öyle bir günün azabından çekinip-korkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve (hiç) bir çocuk da babası için bir şeyi verebilici değildir. Hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın.

[035.005] Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır, öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile  aldatmasın.

[007.020-22] Fakat şeytan, gözlerinden saklı tutulan ayıp yerlerini meydana çıkarmak amacı ile onlara şu sözleri fısıldadı. Rabbiniz, ya melek olmayasınız ya da burada sürekli kalacakların arasına katılmayasınız diye size bu ağacı yasakladı.«Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim» diye ikisine yemin etti. Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: «Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın da sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?»

[004.117-120] Onlar (müşrikler) O'nu bırakıp yalnızca bir takım dişilerden istiyorlar, ancak inatçı şeytandan dilekte bulunuyorlar. Allah onu (şeytanı) lânetlemiş; o da: «Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim» demiştir. Ve mutlaka onları saptıracağım ve her durumda onları kuruntulara düşürüp, olmayacak kuruntularla aldatacağım. Mutlaka onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar ve yine mutlaka onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler.» Ve her kim Allah'ı bırakıp şeytanı dost edinirse, şüphesiz açıktan açığa bir zarara düşmüştür!Şeytan onlara vadediyor, onları kuruntulara düşürüyor, ancak aldatmak için vaadde bulunuyor.

[006.112]  İşte böylece Biz, her peygambere insan ve cinn şeytanlarını düşman yaptık. Onlardan kimi, kimini aldatmak için cazip sözler fısıldarlar. Eğer Rabbın dileseydi; bunu yapamazlardı. Öyleyse onları iftiraları ile başbaşa bırak.

[017.061-64] Meleklere: «Adem'e secde edin» demiştik, İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o ise: «çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?» demişti. «Benden üstün kıldığını görüyor musun? Kıyamet gününe kadar beni ertelersen, and olsun ki, azı bir yana, onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım» demişti. Demişti ki: «Git, onlardan kim sana uyarsa, şüphesiz sizin cezanız cehennemdir; eksiksiz bir ceza.» «Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla haykırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun ama şeytan sadece onları aldatmak için vaadeder.

İnsanın ayağını cennetten kaydırarak cehenneme yuvarlanmasına sebep olan her türlü unsura ad olan Şeytan , Kur'an içinde geçen odak kavramlardan bir tanesidir. Aldatıcı anlamına gelen "El Ğarur" ise, Şeytan'a ad olmuş kelimelerden bir tanesidir. Bu kelimelerin geçtiği ayetleri okuduğumuz zaman , insanın cehenneme yuvarlanmasına sebep olan amelleri de görmekteyiz. 

Sonuç olarak ; Bu çalışmayı yapma amacımız sadece ayetler üzerinde düşüncelerimizi paylaşmak değil , aynı zamanda Kur'an'ın kelimeler ile birbiri içindeki anlam örgüsü hakkında bir fikir vermeye çalışmaktır.
Nur kelimesinin geçtiği ayetleri birliktelik içinde okuduğumuzda şunları görmek mümkündür; 

Allah (c.c) biz kullarına olan mesajını daha kolay ve net olarak anlamamızı sağlamak için , yaşantımız içinde önemli olan kavramları kullanmaktadır. Nur , insan için hayati değere sahip gecenin karanlığında yolunu bulması için kullandığı aydınlanma aracına verdiği bir isimdir. Kur'an bu kelimenin insan hayatındaki önemini dikkate alarak , İnsanları doğru yola davet etmek için indirilmiş olan kitaplara bu ismi vermek sureti ile , inen kitapların insan hayatındaki önemine dikkat çekmektedir. 

Nur'un karşıtı olan Zulümat ise, karanlıklar anlamına gelmekte olup , insan hayatında olumsuz yöndeki önemine binaen , vahye karşı inkarcı bir takınanların içinde bulunduğu durumu tasvir etmek için bu kelime kullanılmaktadır.

Kur'an, insan hayatının "Dünya" ve "Ahiret" olmak üzere iki taraflı olduğunu beyan etmektedir. Dünya hayatı içinde yapılması veya yapılmaması emredilen fiillerin inkar edilmesi neticesinde ahiret hayatında acı karşılıkların olduğu bir çok yerde haber verilmektedir. Ahirette verileceği vaad edilen bu karşılıklar , karşılıklı konuşma yollu anlatım üslubu ile gerçekleşmiş bir halde bizlere sunulmaktadır. 

Dünya hayatlarında doğru yolu bulmaları için indirilmiş olan nur'a karşı inkarcı davranmak sureti ile zulümatı tercih edenler , bir çok ayette uyulmaması gerektiği emredilen El Ğarur'a  uymak sureti ile cehennem hayatını hak etmişlerdir. Konumuz olan sure içinde geçen "Nur" kelimelerinin geçtiği ayetleri , 9-20-19-28-12-13-14-15 şeklinde bir sıra gözeterek okuduğumuz zaman, ayetler konu bütünlüğü içinde daha kolay anlaşılacaktır. 

Bu anlatımlarda asıl amaç , halen yaşamını sürmekte olan ve bu yaşam karşılığında cennet veya cehennem ehli olacak olanların , ahirette nasıl bir durum ile karşılaşacaklarını haber vermek olup , cennet ameli işleyenleri teşvik etmek , cehennem ameli işleyenleri sakındırmaktır.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

29 Ocak 2017 Pazar

Hucurat s. 1.-3. Ayetleri : Allah'ın ve Resulünün Önüne Nasıl geçilmez ? Sesler Resulün Sesinin Üzerinde Nasıl Yükseltilmez?

İslam düşüncesinde Muhammed (a.s) ın konumunun ne olduğu veya nasıl bir konuma sahip olması gerektiği konusu, onun vefatının ardından tartışılmaya başlanılmıştır. Yaşadığı hayat içinde onun konumu ve görevi noktasında sahabe tarafından herhangi bir sıkıntı yaşanmaz iken , vefatı sonrasında ortaya çıkan siyasi olayların akidevi bir noktaya taşınması , bu siyasi gurupların kendi haklılıklarını veya karşı tarafın haksızlığını dini bir temele oturtma çabası , onların Muhammed (a.s) ı konuşturmak sureti ile, onun üzerinden delil sunmak gereğini ortaya çıkarmıştır.

Bu fırkaların kendi düşüncelerini hadis merkezli delillere oturtma çabaları , öncelikle hadisin bağlayıcılığı konusunu gündeme getirerek , Muhammed (a.s) tarafından söylendiği iddia edilen sözlerin karşı çıkılamaz bir duruma sokulmasını gerektirmiştir. Vahyin kategorize edilerek , "Metluv" (Namazlarda tilavet edilen) ve "Gayri Metluv" (Namazlarda tilavet edilmeyen) şeklinde ayrılması bu çabaların bir ürünü ve sonucudur. 

Bu çabaların ürünü ve sonucu olarak ortaya atılan bu düşünceler , dayanaklarını Kur'an ile delillendirmeye çalışarak "Biz demiyoruz Allah diyor" şeklindeki sözlerle, bir çok ayeti bu konuda kullanmaya çalışmışlardır. "Allah ve Resulü" şeklinde geçen ayetler, bu konuda delil olarak sunulan ayetlerin başında gelmektedir. Bu ayetlerin Resulün konumunun Allah (c.c) ile eşit olduğunu beyan ettiği ileri sürülerek, dinde iki başlı bir hüküm kaynağı ihdas edilmek sureti ile Allah (c.c) kulu eşit bir duruma getirilmiştir. 

Bu yazımızda Hucurat s. 1. 2. 3. ayetlerini ele alarak , ilgili ayetlerin bizim için ne değer ifade edebileceği yönündeki düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

[049.001]  Ey iman edenler, Allah'tan ve Peygamberinden öne geçmeyin; Allah'tan sakının, doğrusu Allah işitir ve bilir.
[049.002] Ey iman edenler, seslerinizi nebinin sesi üstünde yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, ona sözle bağırıp-söylemeyin; yoksa siz şuurunda değilken, amelleriniz boşa çıkar-gider.
[049.003]  Allah'ın resulünün yanında seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır.

Bu ayetler okunduğu zaman , ayetlerde beyan edilen emirlerin nası hayata geçirilebileceği sorusuna verilecek cevap , "Allah'ın önüne geçmemek Kur'an'ın önüne geçmemek , Resulün önüne geçmemek ise hadislerin önüne geçmemektir" , " Sesimizi Nebinin üzerinde yükseltmemek ise hadislerin üzerine söz söylememektir" şeklinde olacaktır. 

Bu ayetlerin hayat içinde pratiğe geçirilmesi , ilk muhataplar olan sahabe nezdinde herhangi bir problem teşkil etmez iken , Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında problem oluşturmuştur. Muhammed (a.s) hayatta iken ya kendisine inen vahyi tebliğ etmekte , ya da kendisine inen vahyin doğrultusunda söz veya fiiller işlemekte idi. Vahiy harici olan söz ve fiillerinde eğer herhangi bir hata yapacak olursa , bu hataları vahiy tarafından uyarılarak aynı hatayı tekrar yapması önlenmekte idi.

Resul demek , yeryüzünde Allah adına konuşma yetkisine sahip kimseler demek olduğuna göre "Allah ve Resulü" şeklinde geçen ifadelerin birbirinden ayrılarak Allah (c.c) yi Kur'an , Resulü ise hadisler şeklinde birbirinden ayırarak anlamak,bu gün için problem teşkil edecektir.

Allah (c.c) nin , "Resulün önüne geçmeyin" veya "Sesinizi resulün sesinin üzerinde yükseltmeyin" şeklindeki emrini fıkhi hüküm olarak "Farz" kategorisinde değerlendirmek mümkündür. Bugün bu hükmün hayata nasıl geçirileceği konusuna geldiğimizde iş bu noktada düğümlenmektedir. Çünkü bu emirleri , resul hayatta olmadığından dolayı yerine getirilmesini bugün resulün yerine geçtiği iddia edilen hadislere itaat ile eşleştirdiğimiz takdirde, Allah (c.c) nin bize hadislere itaat etmeyi Farz kıldığı gibi bir düşünce içine girebiliriz. 

Allah (c.c) bizlere hadislere itaat etmeyi mi emretmektedir ?. 

[033.036]  Allah ve Peygamber'i bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve Peygamber'e baş kaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur.

Muhammed (a.s) hayatta iken, onun ashabına yapmalarını emrettiği herhangi bir şey için , ashabın seçim şansı yoktu. Çünkü onun ashabına din adına söylemiş olduğu sözler "Kesin Bilgi" ifade etmekte idi. Fakat bugün bize hadis yolu ile gelen resule ait sözlerde seçim yapmak zorunlu bir durumdur. Çünkü onun söylemiş olduğu iddia edilen sözlerin istisnasız olarak tamamı, bugün artık "Zanni Bilgi" kapsamındadır. Bu tür bilgilerin doğrulanması için "Kesin Bilgi" olarak kabul edilen bir kaynağı kriter almak zorunludur.

Resulün adına gelmiş olan hadislerin "Buhari - Müslim" gibi marka haline getirilmiş kitaplarda bulunmuş olması, bu hadisleri "Kesin Bilgi" kategorisine asla sokmaz. Bugün asıl problem bu tür kitapların sorgulanamaz kitaplar haline getirilerek , Kur'an'a eşdeğer kılınmış olmasından kaynaklanmaktadır. Bu kitaplar içinde bulunan fakat Kur'an ile uyuşmayan rivayetler , Kur'an ile uyuşturulmaya çalışılarak rivayet merkezli bir din algısı Müslümanlar üzerinde hakim kılınmak sureti ile bir çok ihtilafın oluşmasına sebebiyet verilmiştir.

Bugün bizlerin "Resule İtaat" emrini yerine getirmemiz için hadislere itaat etmemiz gerektiğini iddia etmek demek , doğruluğu hadisçiler tarafından, kendilerinin belirledikleri kriterler doğrultusunda tesbit edilmiş rivayetlere inanmanın, Allah (c.c) nin emri olduğunu iddia etmek anlamına gelir ki bu mümkün değildir.

Herhangi bir hadisçinin kriterlerine göre "Sahih" olabilen bir rivayet , başka bir hadisçinin belirlediği kriterler doğrultusunda sahih olmayabilmektedir. Sahih olduğu iddia edilen hadise itaat etmek "Resule itaat" gereğince eğer Allah (c.c) nin emri ise , bu hadisin sahih olmadığını iddia ederek hadise itaat veya kabul etmeyenler  resule isyan eden bir duruma düşmektedir.

Hadisleri bugün resule itaat emrinin gereği olarak itaat edilmesi farz olan bilgiler kapsamına koyduğumuzda bu sıkıntılar hiç bir zaman gündemden düşmeyecek , Müslümanlar arasında en büyük ayrılıklara sebep olan konular her zaman gündemde kalarak , fırkalaşmanın ve düşmanlıkların ardı arkası kesilmeyecektir. 

Konumuz olan ve benzeri ayetlerin artık bugün hayata geçirilmesi Muhammed (a.s) tarafından bizlere bırakılan tek sahih ve kesin bilgi kaynağı olan Kur'an'a itaat edilmesi ile gerçekleşecektir. Kur'an dışında herhangi bir kaynağın din konusunda itaat edilmesi gerekli kaynak olduğu iddia edildiğinde , bugün insanlar tarafından belirlenen ve bizlere kaynak olarak sunulan kitapların Kur'an gibi muamele görülmesi tehlikesini beraberinde getirecektir. 

Bu tehlikeyi maalesef halen bil fiil olarak yaşamaktayız. Bir çok Müslüman, hadis kitaplarına veya din konusundaki başka kitaplara verdiği değeri öyle bir abartmıştır ki , bu kitaplar bir çok Müslümanın hayatında Kur'an seviyesinde hatta ondan daha yukarıda bir öneme sahiptir.


Hadis konusunda bu söylediklerimiz , hadislerin din de kaynak olarak görülmesi gerektiğini savunanlar tarafından yanlış, hatta sapıkça bir düşünce olarak görülecektir. Fakat konuya ön yargısız bakılacak olursa asıl tehlikenin hadislerin din de kaynak olarak görülmemesi gerektiği düşüncesi değil , görülmesi gerektiği düşüncesi olduğu görülecektir. 

Hadis üzerinden ortaya konulan din algısına bakıldığında , Kur'an içinde zikri geçen elçilerin örnekliği ve verdikleri tevhit mücadelesini hadis rivayetlerinde görmek neredeyse imkansızdır. Hadis kitaplarında bulunan hadislerin geneline bakıldığında , kişisel yaşam ile ilgili bir takım rivayetlerin ağırlıkta olduğunu görebiliriz. Kişisel yaşam ile bilgileri din olarak gördüğümüz zaman , dinin asıl mesajı olan şirk konusu kaybolup gitmekte , tevhit mücadelesinin örnekliğini yapan bir elçi portresi bu hadisler içinde görülmemektedir.

Eğer peygambere itaat edilecekse ki bu emir Allah'ın emridir , bu itaatın nasıllığı zanni bilgi taşıyan rivayet kitaplarında değil , kesin bilgi taşıyan Kur'an içinde ayan beyan ortadadır. Yok namazın nasıl kılınacağı , orucun nasıl tutulacağı , haccın nasıl yapılacağı gibi konular üzerinden hadislere mecbur olduğumuz iddiası getirilecek olursa , bu iddia sahiplerinin hangisinin namazı hadislere bakarak öğrendiğini sormak gerekir. 

Sonuç olarak ; Hucurat s. 1.2.3. ayeti ve bu ayete benzer diğer ayetlerdeki resule itaat konulu ayetlerin bugün hayata geçirilme şeklinin hadislere itaat olarak değil , onun aracılığı ile indirilmiş olan vahye itaat etmek şeklinde gerçekleşmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Bugün onun adına rivayet hadis adındaki bilgilerin zan içermesi o bilgilerin din de kaynak olarak kabul edilme sorununu ortaya çıkarmıştır.

Zan içeren bilgilerin din de kaynak olarak görülmesi , kesin bilgi içeren Kur'an'ın arkaya itilmesini beraberinde getirerek , rivayet merkezli bir din algısını ortaya çıkarmış , bu din algısı ise bir çok ihtilafın kaynağını oluşturmuştur. Asıl kaynak olan Kur'an'a dönmek , bugün bir çok ihtilaflı konu ile birbirine düşman olan Müslümanların daha elzem konular üzerinde çalışmanın ve gayret etmenin gerektiği düşüncesinin oluşmasına vesile olacaktır.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

22 Ocak 2017 Pazar

Fussilet s. 30-31. Ayetleri : "Rabbimiz Allah'tır" Demenin Yaşanan Hayat İçindeki Anlamı

İnsanlık tarihini kısaca özetleyecek olursak , İlah ve Rab kavramlarının çağrıştırdığı anlam alanları etrafında gelişen olaylardan ibaret olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Allah (c.c) nin tarih boyunca gönderdiği elçi ve kitapların ortak çağrısının , ondan başka ilah olmadığı ve sadece ona kulluk edilmesi gerektiğine dair hatırlatmalar olduğu herkesçe malumdur. 

Allah (c.c) nin kullarına olan , kendisinden başka İlah ve Rab olmadığını , sadece kendisine kulluk edilmesi gerektiğine dair çağrısının sebebi , yarattığı bazı insanların kendilerinin kul olduğunu unutarak , İlah ve Rab olmaya soyunması , diğer insanların hayatlarını kendilerinin yönlendirmeye haklarının olduğunu iddia etmeleri ve bu yönde kanunlar ve nizamlar vaz etmek yönünde hareket etmeleridir.

Son elçi olan Muhammed (a.s) ile gönderilen kitap , diğer elçi ve kitapların çağrısını tekrarlayan, insanları sadece Allah (c.c) ye kul olmaya,  onu İlah ve Rab olarak tanıyan bir yaşam üzerinde hayat sürmeleri gerektiğini hatırlatmaktadır. Bu kitap içindeki ayetler , onun nasıl İlah ve Rab olarak tanınması gerektiğine dair bilgileri ihtiva etmekte , geçmiş yaşantılardan örnekler verilerek , kendilerinin veya Allah (c.c) nin tek İlah ve Rab olma yolunda mücadele edenlerin başlarından geçenler anlatılarak bizlere yol haritası çizilmektedir.  
Fussilet s. 30. 31. ayetleri , yaşamı içinde Rab olarak Allah (c.c) yi seçenlerin, bu seçimlerinin karşılığını anlatmaktadır. 

 [041.030]  Muhakkak ki; Rabbımız Allah'tır, deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanların üzerine melekler iner, onlara: Korkmayın, üzülmeyin size vaad olunan cennetle sevinin, derler.
[041.031] «Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir ve istemekte olduğunuz her şey de sizindir.»

Ahkaf s. 13. ve 14. ayetlerinde de benzer ayetleri görmekteyiz ; 

[046.013]  Doğrusu, «Rabbimiz Allah'tır» deyip, sonra da dosdoğru gidenlere korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.
[046.014]  İşte onlar, cennet halkıdır; yapmakta olduklarına karşılık olmak üzere, içinde ebedi olarak kalıcıdırlar.

Ayetler çok önemli bir noktaya temas ederek ,  sadece" Rabbımız Allah'tır" demenin yetmediğini , devamındaki "sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar" cümlesi ile, bu sözün hayata yansıması gerektiğini beyan etmektedir.

[029.002-3]  And olsun, biz kendilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, «İnandık» deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar? Allah elbette doğruları ortaya koyacak ve elbette yalancıları da ortaya çıkaracaktır.

"İslami Kaynak" olarak lanse edilen kitaplara baktığımızda , iman konusunu sadece söz ile ifade etmenin yeterli olduğunu söyleyerek , işin fiile yansıması gereken tarafını göz ardı ettiklerini görebiliriz. Yüzlerce yıldır tartışılan "Ameller imandan bir cüz müdür , değil midir" tartışmaları bu duruma bariz bir örnektir.

Hadis adı altında gelen rivayetlere baktığımızda, ömründe bir kere dahi olsa "La İlahe İllallah" diyen kimsenin, cennete gideceğine dair haberlere sıkça rastlamaktayız. Kimseyi cennet veya cehenneme sokma memuru olmadığımızı hatırlatarak , olayın sadece "Dil ile ikrar kalp ile tasdik" boyutunu indirgenmiş olmasına dikkat çekmek istiyoruz . İnancın tezahürü olan amelin şart olmadığı yönünde ortaya atılan teorilerin , Müslüman dünyasının bugünkü zelil durumunun önde gelen sebebi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 

Allah (c.c) nin İlah ve Rab olduğunun, sadece dil ile ifade edilmesinin yeterli bir söz olduğunu zannederek , bu kavramların ifade ettiği anlamların yaşam içine sokulmaması neticesinde , Allah'ın İlah ve Rab olarak kabul edilmemesinden doğan boşluğu , "Kul" statüsündeki insanların İlah ve Rab seviyesine çıkarılmasını beraberinde getirmiştir. 

"Rabbimiz Allah'tır" diyerek bu istikamette yürünmesinin anlamı ve önemi, işte bu noktada ortaya çıkmaktadır. Kur'an bu sözün ne kadar önemli olduğunu, yaşanmış örneklerle bizlere  göstermektedir. "Rabbimiz Allah'tır" demek önce , "Kul" statüsünde olan fakat kendisini İlah ve Rab olarak lanse edenleri ret etmek anlamına geleceği, ve bu sahte ilahların bulundukları makam ve mevkileri terk etmemek için kıyasıya bir mücadele içine gireceklerini düşündüğümüzde , insan için meşakkatli ve ucunda ölüm olabilecek sıkıntılı bir yolu ifade etmektedir.

[002.258]  Allah kendisine mülk verdi diye İbrahim ile Rabbi hakkında tartışanı görmedin mi? İbrahim: «Rabbim, dirilten ve öldürendir» demişti. «Ben de diriltir ve öldürürüm» dedi; İbrahim, «Şüphesiz Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene» dedi. İnkar eden şaşırıp kaldı. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.

[079.024]  «Sizin en yüce rabbiniz benim» dedi.
[026.029]  (Firavun) Dedi ki: «Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım.»

Nemrut ve Firavun  , "Kul" statüsüne tabi olarak yaratılmış olan insanların , Allah (c.c) tarafından kendilerine emaneten verilmiş olan güç ve serveti kendilerinin zannederek , ellerindeki bu güç ve mülke güvenerek , insanlar üzerinde tasarruf haklarının olduğunu iddia eden insanlara örnektir.

İbrahim ve Musa (a.s) lar , elinde yönetim gücünü bulundurarak, kendilerini insanların İlahı ve Rabbı ilan eden kullara karşı, nasıl bir duruş sergilenmesi gerektiğini öğreten elçilerdendir. Onlar yaşamları boyunca , bu tür zalimlere karşı tevhidi bir duruş sergileyerek , tüm zamanlarda ortaya çıkacak olan , Firavun ve Nemrutların karşısında hakkı haykırmanın örnekliğini sergilemişlerdir. 

[018.014]  Onların kalplerini metîn kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: «Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına ilah demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz.
[018.015]  Şu bizim kavmimiz, Allah'tan başka ilâh edindiler. Onların ilâh olduğuna dair açık bir delil getirselerdi ya! Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir?

"Kehf ve Rakım Ashabı" olarak bildiğimiz, ve yaşadıkları beldenin şirk düzenine karşı ayağa kalkarak , o beldeyi terk etmek sureti ile duruşlarını gösterip, kıyamete kadar dillerde anılmayı hak edenlerin yaşadığı hayatlar , Fussilet s. 30. ayetinde gördüğümüz "Rabbimiz Allah'tır" diyerek , o istikamet üzerinde gitmenin hayat içinde nasıl bir anlama geldiğini gösteren örneklerdir. 

Yönetimi ellerinde bulundurmalarından doğan , mali ve askeri gücü kullanmak sureti ile, insanlar üzerinde korku oluşturarak zulmü sürdürmek , Firavunların değişmez sünnetlerindendir. Musa (a.s) kıssasının Firavun ile olan mücadelesinin anlatıldığı ayetlere bakıldığında bu zulmü açık ve net olarak görebiliriz. Bundan dolayı , zulme karşı ayağa kalkmak bedel ödemeyi gerektirir. Bu bedeli ödemeyi göze alamayanlar , zulme rıza göstermek sureti ile dünya ve ahirette zelil bir yaşama razı olmuş olacaklardır.

[009.031] Onlar, Allah'ı bırakıp hahamlarını ve rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih'i rabler edindiler. Oysa ki, hepsi ancak bir ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı ki, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur; O, onların ortak koştukları herşeyden münezzehtir.

"Kul" olarak yaratılmış insanların kendilerini İlah ve Rab olarak görmeleri, sadece yönetim alanında değil , Tevbe s. 31. ayetinde "Haham" ve "Rahip" olarak gördüğümüz ve genel adı "Din Adamları" sınıfı olarak bildiğimiz guruba dahil olan insanların , diğer insanlar üzerinde tahakküm kurmak için kullandıkları yol olan , Allah adına konuştuğunu iddia etmek sureti ile , insanların dini duygularını kullanarak, onlar üzerinde tahakküm sağlamak şeklinde ortaya çıkmaktadır. 

Yahudi ve Hristiyan din adamlarının yapmış olduğu yanlışların aynısı , bugün İslam dünyasında da yaşanmakta olup , Müslüman din adamlarının büyük bir bölümü , insanları din adına sömürmek maksadı ile, onları kendi mensup oldukları fırkalar ve kendilerinin önerdikleri düşünceler üzerinde kalması için ellerinden geleni yapmaktadırlar. 

Kur'an , Müslümanlar için hakem bir kitap olması gerekirken , onun bu hakemliği başka kitaplara verilerek , kişi ve rivayet merkezli bir din algısı oluşturulmuştur. Kişi ve rivayet merkezli din algısının en büyük sıkıntısı , din adına konuşan insanların yüceltilmesi , bunun sonucunda bu insanların sorgulanamaz bir konuma getirilerek , her söylediğinin Allah söylemiş gibi kabul görmesidir.

İşte bu durum din adamlarının Rab edinilmesi anlamına gelmektedir. Bu sınıfın Rablık iddiasına karşı "Rabbimiz Allah'tır" demek , bu sınıfın tahakkümüne karşı Kur'an'ın öne çıkarılmasına çalışmak ve o doğrultuda yürümek anlamına gelecektir. 

Elbette bu yolda yürümek bedel ödemeyi de beraberinde getirecektir. Sizin Kur'an'ı öne çıkaran söylemlerinize karşı , rivayet ve kişi merkezli din algısına sahip olanlar , kendi anlayışlarını var gücüyle savunarak , kendilerine karşı çıkanları , Hadis Sünnet inkarcısı , Zındık , Sapık , Mealci , Peygamber düşmanı , Kafir . Müşrik v.s gibi yaftalarla gözden düşürmeye çalışacaklardır. 

[022.040]  Onlar: «Rabbimiz Allah'tır.» demelerinden başka hiçbir haklı gerekçe olmaksızın yurtlarından çıkarıldılar. Allah, insanların bir kısmını bir kısmı ile defetmeseydi, şüphesiz manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın adı çok anılan mescitler yıkılıp giderdi. Elbette Allah kendi (dini) ne yardım edene yardım edecektir. Şüphesiz Allah çok güçlü, çok izzetlidir.

Hac s. 40. ayeti "Rabbimiz Allah'tır" demenin bedelini yurtlarından çıkarılmak şeklinde ödeyenlerden bahsetmektedir. Eğer bu insanlar bu sözün doğrultusunda bir hayat yaşamak için mücadele etmek yerine , yerleşik sisteme karşı müdaheneci yani uzlaşmacı bir tavır takınmış olsalardı yerlerinden, yurtlarından , can ve mallarından olmadan, daha rahat bir yaşama imkanına sahip olabilirlerdi. 

Fakat bu insanların can , mal ve yurtlarından olmayı göze alacak kadar tehlikeye atılmalarına sebep olan şey , onların yaratılış gayelerinin farkında olan bir yaşam sistemine talip olmalarıdır. Allah'ı Rab olarak bilmenin yaşama geçirilmesi , diğer sahte rableri ve onların tabilerini rahatsız edeceği için , rahatlarını kaçıranlara karşı mutlaka kayıtsız kalmayacaklar , onlara karşı mücadele edeceklerdir. 

Kendisine yardım edene yardım edeceğini vaat eden , ve vaadinden asla dönmeyen Allah (c.c) kendi yolunda gidenlere yardımını her zaman yerine getirmiştir. Fussilet s. 31. ayeti , "Rabbımız Allah'tır" diyerek , hayatlarını bu sözün anlamı üzerine kuranların yardımcısının, Allah (c.c) olduğunu haber vermektedir. Yardımcısı Allah olanın artık sırtı yere gelmeyecek , dünya ve ahirette zafere erişenlerden olacaktır.

Sonuç olarak ; Fıtratında , yüce ve ulu olarak tanıdığı bir varlığı "Rab" olarak bilme ve ona itaat etme itiyadında yaratılmış olan insanın, bu gereksinimini karşılayacak olan yegane varlık Allah (c.c) dir. Tarih boyunca gönderdiği elçileri ile sadece kendisinin Rab olarak bilinmesini isteyen Allah (c.c) , kendisini Rab olarak bilen ve yolunu buna göre düzenleyenlere dünya ve ahirette müjdeler vermektedir. 

Tarih boyunca yapılan kavgaların temelinde , insanlar üzerinde tasarruf etmek isteyenler ile , bu tasarrufa karşı çıkarak , gerçek tasarruf sahibine bu hakkı vermek isteyenlerin aralarındaki mücadele yatmaktadır. Bundan dolayı "Rabbımız Allah'tır" demek bedeli ağır bir sözdür. 

Yine Kur'an bu bedeli ödeyenlerin haberlerini bizlere vererek , bu yolda yalnız olmadığımızı , bizlerden önce bu yolda canını ve malını feda edenlerin olduğunu beyan etmektedir. Kendisinin yolunda gidenlere yardım edeceğini vaad eden Rabbimiz , bizden öncekilere bu vaadinin nasıl ve ne şekilde gerçekleştiğini bir çok yerde göstererek , vaadinden dönmeyeceğini bilmemizi istemekte , ve kendisine yardım edenlere mutlaka yardım edeceğini beyan etmektedir.

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.