Muhammed etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Muhammed etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ekim 2016 Çarşamba

Furkan s. 30. Ayeti : Muhammed a.s Kimleri Şikayet Edecek ?

"Resul dedi ki: «Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş  olarak edindiler." mealindeki Furkan suresinin 30. ayeti , Kur'an merkezli düşünceye sahip olanların , rivayet merkezli düşünceye sahip olanlara karşı , onların Kur'anı merkeze almamaları nedeni ile, kıyamet günü Muhammed a.s tarafından Allah c.c ye şikayet edileceklerine dair ortaya koydukları bir ayettir.

Kur'an'ın rivayetlerin gerisinde bırakılarak "Mehcur" (terk edilmiş) bir halde bırakılması elbette kabul edilir bir şey değildir ve Kur'anın önüne kişi , kitap ,ideoloji v.s türünden  hiç bir şey asla geçirilmemelidir. Kur'anın mehcur bırakılmaması gerektiği noktasındaki düşünceler doğrultusunda sözler söylenirken, delil ortaya konan bazı ayetlerin, yazımıza konu etmeye çalıştığımız Furkan s. 30. ayeti gibi maalesef doğru bir delil olarak görmediğimizi söylemek istiyoruz. şöyle ki : 

Furkan suresi 30. ayetinde geçen konuşma, kıyamet sonrası meydana gelecek bir sahneyi anlatmaktadır. Muhammed a.s o sahnede "Kavminin Kur'an'ı mehcur bıraktığını" söylemektedir. Burada dikkat edilmesi gereken "Kavmim" kelimesidir. Muhammed a.s bütün ümmetini değil sadece içinde yaşadığı kavmini şikayet etmektedir. Ümmetini şikayet etmesi gibi bir durum zaten söz konusu olamaz.

Muhammed a.s ın şikayetçi olduğu kimseler , yaşayan bir elçi olarak , yaşadığı zaman ve mekan ile sınırlı olup , vefatı sonrası gelecek olanlar ile ile ilgili olarak herhangi şahitliği olamayacağı için , dolayısı ile şikayetçi de olamayacaktır. 

Bu yazıyı yazma amacımız bir kaygımızı dile getirmeye çalışmak amaçlıdır şöyle ki : Muhammed a.s ın kıyamet günündeki şikayeti olan ayetin, bugün Kur'anı terk edenler için delil olarak sunulması , Muhammed a.s ın şahitliğinin kıyamete değin sürüyor olması iddiasını da beraberinde getirecektir. Böyle bir iddianın temelinde rivayet kültürünün ürettiği , onun ölmediği , kıyamete kadar hayatiyetinin devam ederek , ümmeti üzerinde gözcülüğünün devam edeceği düşüncesi yatmaktadır.

Kur'an merkezli düşünce sahipleri olarak , bugün Kur'anı terk edilmiş bırakanlara karşı bu ayeti delil olarak sunmak demek , bir bakıma rivayet kültürünün üretmiş olduğu , Muhammed a.s ın ölmediği düşüncesini kabul etmek anlamına gelecektir. 

Bu kaygıya binaen , Kur'an merkezli düşünce sahiplerinin , bugün Kur'anı terk edilmiş bırakan insanlara karşı bu ayeti delil olarak sunmalarının yanlış olduğunu hatırlatmak istiyoruz. Çünkü Muhammed a.s ın şikayet edeceği kimseler "Kavmim" olarak ifade ettiği insanlar olup , yaşadığı zaman ve mekan içinde muhatap olduğu kimselerdir. 

Böyle bir düşünce serdetmiş olmamız , bizim tarihselcilik düşüncesine sahip olup olmadığımız sorusunu akıllara getirebilir. Tarihselcilik veya Evrenselcilik adlı ideolojilerin hiç birinin taraftarı olmadığımızı hatırlattıktan sonra , Kur'anın bazı ayetlerinin doğru anlaşılması ilk önce o ayetlerin tarihsel bağlamının anlaşılmasından geçtiğini söylemek isteriz. Tarihsel bağlamı göz önüne alındıktan sonra o ayetin bize dair bir mesajı olup olmadığı konusu üzerinde konuşulabilir. 

Eğer bir ayet bugün bizim için herhangi bir mesaj içermiyor ise , o ayeti evrenselcilik adına illaki bugün içinde geçerli olması gibi zorlama te'vil içine sokmanın gereği de yoktur . Furkan s. 30. ayeti , Muhammed a.s ı yaşadığı hayat içinde muhatap olduğu ve Kur'ana iman etmeyen kişiler hakkında böyle bir şikayette bulunacaktır. Bu ayeti evrenselleştirmek adına, şikayetin tüm zamanlarda yaşayan Kur'anı terk edilmiş bırakanlara dair olacağı düşüncesi başka yanlışları beraberinde getirmesi gibi bir sakınca ortaya çıkardığı için , bu ayetin bugün rivayet kültürünü öncelleyen insanlara karşı bir silah olarak kullanılmasının yanlış bir delillendirme olacağını söylemek istiyoruz. 

Sonuç olarak : Muhammed a.s ın kıyamet gününde , kavmini Kur'anı mehcur bıraktığı gerekçesi ile şikayet edeceğini beyan eden Furkan s. 30. ayetinin bugünkü tartışmalarda kullanılması bir takım problemleri beraberinde getirmektedir. Muhammed a.s ın şikayetinin evrensel bir zaman için geçerli olduğunu iddia etmek anlamına gelen bu ayetin bugün kullanılması , Muhammed a.s ın şahitliğinin bizleri de kapsadığını iddia etmek anlamına gelecektir. 

Muhammed a.s ın şahitliğinin kıyamete değin olduğu düşüncesi , rivayet kültürünün üretmiş olduğu ve Kur'an'dan onay almayan bir düşüncesi olması nedeniyle , Kur'an merkezli düşünce sahipleri tarafından bu şahitliğin bizler içinde geçerli olduğu düşüncesini taşıması açısından , Furkan s. 30. ayetinin bazı kimselerin elinde silah olarak kullanılması, bu silahın geri teperek sahibini vurması anlamına gelecektir. Bu ayetteki şikayetin bugüne de şamil olduğunu düşünmek Muhammed a.s bizleri de gördüğü , işittiği anlamına gelecektir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.

20 Ekim 2016 Perşembe

Maide s. 117. Ayeti : Muhammed a.s Kabrinde Bizi Duyabilir mi ?

Yeryüzünde şirk'i ortadan kaldırarak , Tevhid'i hakim kılmak için gönderilmiş olan nebi resullerin sonuncusu olan Muhammed a.s , vefatı sonrasında değişen din algılarının yönlendirmesi ile Allah c.c ye ortak koşulan bir kişi haline getirilmiştir. Kendisinden önceki nebi resul olan İsa a.s ın Hristiyanlarca Allah c.c ye ortak koşulmasının yanlışlığını bildiren pek çok ayete rağmen , bu ayetlerden kendilerine çıkarılması gereken payın sanki "Hristiyanların yaptığının aynısını yapmakta serbestsiniz" denilmiş olduğu zannına kapılanlar , Hristiyanlara dahi parmak ısırtacak bir şekilde Muhammed a.s ı beşer olmaktan çıkararak, onu  ilah seviyesine yükseltmişlerdir. 

Onun bir çok ayette "Beşer" olduğunun vurgulanması , onun beşer üstü bir kişi olmaktan bir payının olmadığının bilinmesine matuf bilgiler olarak okunması gerektiğine dair iken , onun ümmeti olduğunu iddia eden büyük bir kesim , ona beşer demekten bile imtina ederek , onu Allah ile eşdeğer bir konuma oturtmuşlardır. 

Onu ilah olarak görmenin tezahürü , Allah c.c ye ait olan ve başka bir kimseye yakıştırılmaması gereken isimlerin ona yakıştırılmış olmasıdır. Muhammed a.s ile ilgili olan en yaygın görüşlerden bir tanesi , onun kendisine yapılan dua ve salavatları işittiği , kabrinde diri olduğu , hatta namaz dahi kıldığı , bazı cemaatlerin toplantı ve zikir halkalarına katıldığı gibi daha buraya almaya dahi haya ettiğimiz bir çok yalan ve iftiralar ile insanlar aldatılmaya devam etmektedir. 

Ona karşı yapılan yalan ve iftira örneğini "Sorularla İslamiyet" adlı bir sitede, bu konuda sorulan bir soruya verilen cevabı örnek göstererek sunmak istiyoruz. 

Soru =Peygamberimiz (s.a.v.) şu an bizi merak ediyor mu, bizden haberdar mı? Çünkü en son zamandayız, ahir zamandayız, bizi izlemeye falan geliyor mudur acaba?

Cevap = Değerli kardeşimiz,
Peygamberimiz (asv) bütün ümmeti ile tek tek alakadar ve haberdardır. Her birinin üzüntüsüne ve sevincine ortak olur.
1. Her salavat Peygamber Efendimize (asv) arz edilir. O da onun sahibini tanır ve salavatını, selamını alır.
2. Her namazda ve namaz dışında Peygamber Efendimize (asv) "Esselamü aleyke" "Allah'ın Selamı senin üzerine olsun" denilmektedir. Dikkat edilirse doğrudan "sana "diyerek selam verilmektedir. Bu da kendisine verilen selamları aldığına ve selam vereni tanıdığına işaret eder.
3. Peygamber Efendimiz (asv) Miraç'da Cennet ve Cehennem ehlinin kendisine gösterildiğini bildirir. Buna göre bütün insanları tanımış olmasına bir işaret olabilir.
4. Bazı Hadislerde ümmetinin başına gelecek olayların kendisine gösterildiği ve bu konuda uyarılarda bulunduğu anlatılmaktadır. Bu duruma göre ümmetini tanımış olduğu anlaşılabilir.

Bu ve buna benzer durumlar dikkate alınırsa, Allah'ın izniyle, Peygamber Efendimiz (a.s.m) ümmetini tanıyor ve her birisinden haberdardır, denilebilir.
Bu konuda Said Nursi şu tespitlerde bulunmuştur:"Eğer desen: Madem o Habîbullahtır. Bu kadar salâvat ve duaya ne ihtiyacı var?"

"Elcevap: O zat (a.s.m.) umum ümmetinin saadetiyle alâkadar ve bütün efrad-ı ümmetinin her nevi saadetleriyle hissedardır ve her nevi musibetleriyle endişedardır. İşte, kendi hakkında merâtib-i saadet ve kemâlât hadsiz olmakla beraber, hadsiz efrad-ı ümmetinin, hadsiz bir zamanda, hadsiz envâ-ı saadetlerini hararetle arzu eden ve hadsiz envâ-ı şekavetlerinden müteessir olan bir zat, elbette hadsiz salâvat ve dua ve rahmete lâyıktır ve muhtaçtır."
 (bk. Said Nursi, Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektup, s.488)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet 


Verilen bu cevap , bir cemaate ait olan tv kanalının yapımını üstlendiği bazı tv dizilerinde peygamberi kamyona bindirmek , yaptıkları bazı organizasyonlara onun katıldığını iddia etmek gibi yalan , iftira ve hezeyanları ortaya atmanın dini kılıfıdır. 

Verilen cevaba dikkat edilecek olursa , cevabın içinde bu düşünceleri desteklemek için kullanılan bir tek ayet dahi bulunmamakta , sadece indi görüşler, cahil Müslümanlara din olarak yutturularak cevap verilmeye çalışılmaktadır. Kur'an bize bu konuda nasıl bir düşünce içinde olmamız gerektiğini, ve doğru bilgileri öğreten bir kitap olarak , hurafe , yalan ve iftira üreten site ve bu sitelerin cahil hocalarına değil, kendisine müracaat edilmesini bekleyen bir kitaptır.

Maide suresinde İsa a.s ın sorgulanma sahnesi ile ilgili ayetler içinde geçen sözler , bizlere elçilerin durumu hakkında doğru bilgiyi veren ayetlerdendir. 

[005.116] Allah buyurmuştu ki: Ey meryem oğlu İsa; sen mi insanlara: Beni ve annemi Allah'tan başka iki ilah edinin, dedin? Demişti ki: Tenzih ederim Seni, hak olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer ben, onu söylemişsem; Sen, onu elbette bilirsin. Sen, benim içimde olanı bilirsin, ama ben Senin zatında olanı bilmem. Doğrusu görülmeyeni en iyi bilen Sensin, Sen.
[005.117]  «Ben onlara bana emrettiklerinin dışında hiç bir şeyi söylemedim. (O da şuydu:) 'Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin.' ONLARIN İÇİNDE KALDIĞIM SÜRECE BEN ONLARIN ÜZERİNDE BİR ŞAHİT İDİM. BENİ VEFAT ETTİRDİĞİNDE ÜZERLERİNDE GÖZETLEYİCİ (ERRAKİB) SEN OLDUN. Sen her şeyin üzerine şahid olansın.»

Maide s. 117. ayetinde altını çizdiğimiz cümleler , İsa a.s ın ağzından bir elçinin yaşamı içinde ve yaşamı sonrası olan durumunu özetlemektedir. Birileri eğer kalkıp , "Bu durum İsa a.s için geçerli olabilir , Muhammed a.s için böyle bir durum yoktur" diyecek olursa , Allah c.c nin elçileri arasında ayrım yapanların durumuna düşmesi söz konusu olduğu için böyle bir şeyi asla düşünmemesini tavsiye ederiz.

Bir elçinin şahitliği, sadece yaşadığı zaman zarfı içinde geçerlidir. Öldükten sonra artık onun hayat ile bağı kesilmiş , diğer insanlar gibi yeniden dirilmeyi bekleyen bir kişi haline gelmiştir. Bu durum Muhammed a.s içinde geçerlidir. Bunun aksini iddia etmek kişinin itikadında derin yaraların açılmasına sebep olacaktır şöyle ki : 

İsa a.s ın söylediği , "BENİ VEFAT ETTİRDİĞİNDE ÜZERLERİNDE GÖZETLEYİCİ (ERRAKİB) SEN OLDUN" cümlesinde geçen "Errakib" , Esma-ül Hüsna ya dahil olan isimlerden olup "Bütün varlıkları görüp gözeten , kendisinden hiç bir şey gizli kalmayan" demektir. İsa a.s yaşadığı zaman içindeki insanlara karşı "şahit" iken , bu şahitliği , ölümü ile son bulmuştur. 

Errakib olan Allah c.c, kullarının her zaman gözetleyen , yaptıklarını gören , bilen , işiten olarak her zaman "Hayy" ve "Kayyum" olarak mevcut olacaktır. Onun yarattığı insanlar ise , bu insan onun elçisi olsa dahi , ona verdiği ömrü tamamladığında ölecek ve diğer insanlar gibi kabrinde hiç bir şeyden habersiz olarak , yeniden dirileceği zamana kadar bekleyecektir.

Eğer bizler yukarıda sorulan soruya verilen cevapta olduğu gibi , Muhammed a.s ın ölmediğini , kabrinde diri olduğunu , bizleri görüp işittiğini ,bazı cemaatlerin toplantılarında hazır bulunduğunu , kendisine söyleneni işittiği gibi, birçok yalan ve iftirayı ona isnat ettiğimiz takdirde , sadece Allah c.c ye ait olan ERRAKİB - ELHAYY - ELKAYYUM -ELBASİR - ESSEMİ - ELHABİR gibi bir çok ismi Muhammed a.s a da layık görmüş olacak, ve neticede ŞİRK tehlikesi içine girmiş olacağız. 

Allah c.c kendisine ortak olarak hiç kimseyi kabul etmeyeceğini , Muhammed a.s a indirdiği vahyinde bildirmesine , hiç bir elçinin "Allah'ı bırakıp bana kul olun" demeyeceğine (3.79) göre Allah c.c ye ait olan ve başka kimseye verilmesinin şirk olduğu ilahlığına ait olan özellikleri elçisi ve kulu olduğunu ifade ettiğimiz Muhammed a.s a vermiş olması düşünülebilir mi ?.

Cevabını aradığımız bir soruya verilen cevabın , delilinin Kur'an ile desteklenmesi çok önemlidir. Kur'an ile desteklenmeyen bir delil , yalan , iftira , hezeyan olmaya açık olmaya mahkumdur. Bu sorulara cevap veren kişiler , insanlar arasında tanınmış ve saygı gören kimseler olsa da , eğer verdikleri cevapları hevalarına göre veriyor iseler , ahiretteki hesapları çetin olacaktır. 


Muhammed a.s ile ilgili bu düşüncelerimizin , kafası rivayet kültürü ile şekillenmiş peygamber anlayışına sahip olanlar tarafından , peygamber düşmanlığı olarak görülebileceğini bilmekteyiz. Ancak peygambere dost olmak ve onu sevmek adına İsa a.s ı ilah konumuna getirenlerin "Kafir" ve ebedi cehennem ehli olarak haber verilmesi bizler için uyarıcı nitelikteki ayetler olmalıdır. 

Muhammed a.s ı sevmek demek , ona Allah c.c nin yanında bir yer bulmak değil , onu bir kul ve elçi olarak görmek , ve ona verilen görev ve konumun dışına çıkarmamak olmalıdır. Böyle bir sevginin kaynağı, şemail , hasais ve uydurma dolu hurafe kitapları değil, sadece Kur'andır. Kur'anın öğrettiği bir peygamber bizleri şirk'e, değil gerçek hak yoluna ileten bir kimse olacaktır.

Sonuç olarak : Muhammed a.s ölümlü bir beşer olarak , Allah c.c nin kendisine verdiği ömrü tamamlamış , kabrinde her şeyden habersiz bir vaziyette yeniden dirileceği günü beklemektedir. Herkes gibi o da sorguya çekilecek (Araf s. 6) ve  İsa a.s gibi sadece yaşadığı zaman ile ilgili olarak şahitliğini yapacaktır.

Onun şahitliğinin bütün ümmetine karşı olacağı gibi bir düşünce , onun kıyamete kadar hayatta olması ve Allah c.c nin isimlerinden bazılarını kuşanması anlamına gelir ki bu anlayış apaçık bir ŞİRKtir. 

Muhammed a.s ile açılan böyle bir şirk kapısından , kerameti müritlerinden menkul din baronlarını da sokarak çok ilahlı bir din ihdas etmek cüretinde bulunanların ahiretteki hesapları çok çetin olacaktır. 

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

30 Eylül 2015 Çarşamba

Kur'an Muhammed (a.s) a Nasıl Ulaştı ?

Allah (c.c) sadece kendisine kul olmaları için yaratmış olduğu biz insanlara , bu kulluğun nasıl olması gerektiğini yine kendisi tarafından seçilen biz gibi insanlar aracılığı ile bizlere bildirmiş, bu bildirme şekline "Vahy" denilmiştir. Yazımızın konusu seçilen elçilere nasıl bir yolla vahyedildiği olup , Muhammed (a.s) a elimizdeki kitabın nasıl vahyedildiği hakkında olacaktır. 

[042.051] Bir beşer için Allah'ın kendisiyle konuşması olacak şey değildir. Meğer ki bir vahy ile veya perde arkasından, yahut bir elçi gönderip de izni ile dilediğini vahyetsin. Muhakkak ki O; Aliyy'dir, Hakim'dir.

Şura s. 51. ayetinde Allah (c.c) nin insanlarla konuşmasının 3 türü anlatılmakta olup , bizim konumuz "Elçi gönderme" yolu olarak bildirilen ve Muhammed (a.s) a gelen vahy'i de içine alan kısmı ile ilgili olacaktır. 

Öncelikle "Elçi" olarak çevrilen , " Resul" kelimesinin anlamı üzerinde durmak istiyoruz. 

"Raslün" sözcüğü ; "Acele etmeden gönderilmek , yollanmak" anlamındadır. 
"Negatün Rasletün" ; kolay ve yumuşak yürüyen dişi deve.
"İblün Merasilü" ; Kolay bir şekilde gönderilen develer.

"Resul" sözcüğü ıstılahi olarak ; "Başkalarına aktarılmak üzere söz yüklenen kişi " anlamındadır. (El Müfredat)

[022.075] Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.

Hac s. 75. ayetinde , Allah (c.c) sözünü başkalarına aktarmak üzere "Melek" ve "İnsan" dan elçi seçtiğini beyan etmektedir. "Melek elçi" olarak tavsif edilenler , Allah (c.c) nin sözünü "Beşer elçi" olarak bildiğimiz insanlara aktarmak için seçilmiş elçiler olup, nasıllığı hakkında herhangi bir bilgi sahibi değiliz. "Melek" adı verilen her ne ise onun sadece gaybe ait bilgiler ihtiva ettiğini ve ne liği konusunda bizlere herhangi bir bilgi verilmediğine dikkat çekmek, vahyedilmenin keyfiyetini bilmek sadece elçilere has bir durum olup , bizlere bu konuda verilen bilgiler kadar yetinip, bunun ilerisine gitmenin doğru olmadığını hatırlatmak istiyoruz. 

[017.036] Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.
[017.085]  Bir de sana ruhtan soruyorlar, de ki: ruh rabbımın emrindendir ve size ılimden ancak az bir şey verilmiştir

[016.002] Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile indirir: Benden başka ilah yoktur, şu halde benden korkup-sakının, diye uyarıp-korkutun.»

Hacc s. 75 ve Nahl s. 2. ayetlerinde, Allah (c.c) nin genel olarak vahyini ulaştırma yolu anlatılmaktadır. Bundan sonraki ayetlerde bu iki ayetin yol göstericiliğinde, vahyin Muhammed (a.s) a gelişi ile ilgili ayetler üzerinde durmaya gayret edeceğiz.

[002.097-98]  De ki: «Her kim Cibrîl'e düşman olmuş ise» o Kur'an'ı önündeki kitapları musaddık ve mü'minler için bir hidâyet ve bir beşaret olmak üzere Allah ın izniyle senin kalbin üzerine indiren, şüphe yok ki O'dur.Kim Allah’a, meleklerine, resullerine, Cibrile, Mikâil’e düşman ise, iyi bilsin ki Allah da kâfirlerin düşmanıdır.

Bakara s. 97 de , vahyi Muhammed (a.s) a indiren "Cibril" den bahsedilmektedir , bu Cibril kim veya nedir?.

Bakara s. 97. ayetinde "Cibril" ismi verilen şey, Hacc. 75 ve Nahl 2. ayetlerinden öğrendiğimiz , Allah (c.c) nin sözünü başkasına (Muhammed a.s) aktarmak ile görevli olan "Melek elçi" dir. Bu elçinin mahiyeti hakkında herhangi bir bilgi sahibi değiliz , bu elçiyi sadece göz ile (o da her defasında değil) Muhammed (a.s) görmüştür.

[016.101-2]  Bir ayeti bir ayetin yerine bedel yaptığımız zaman Allah indirdiğini  en iyi bilirken onlar : «Sen yalnızca bir iftiracısın!» dediler. Hayır, onların çoğu bilmezler.De ki: «Onu Rabbinden hak olarak Rûhu'l Kudüs indirmiştir ki, imân edenleri sabit kılsın ve müslümanlar için bir hidâyet ve beşaret olsun.»

Nahl s. 102. ayetinde kitabın "Ruhul Kudüs" tarafından indirilmiş olduğu beyan edilmektedir. Bu terimin Allah (c.c) nin kendisini ifade ettiği şeklinde bir düşüncenin doğru olmadığını düşünmekteyiz. Bu terim ile ifade edilen her ne ise , Kur'anın Allah (c.c) den ona verilerek yani elçi seçilerek verildiği , onunda Muhammed (a.s) a getirdiği anlaşılmaktadır. Bu kimdir ? diye sorulacak olursa cevabımız , Hacc s. 75. ve Nahl s. 2. ayetlerde bahsedilen vahyi beşer elçiye aktarmakla yükümlü olan "Melek elçi" dir. Yine tekrar ediyoruz bu elçinin mahiyeti hakkında herhangi bir bilgi sahibi değiliz, bu elçinin ne liği konusu bizim için gayb olup üzerinde spekülasyonlar yapmak gaybı taşlamaktır.

[026.192-5] Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir.Onu Ruh el-Emin indirmiştir. Senin kalbine ki uyarıcılardan olasın.Apaçık arab diliyle.

Şuara suresindeki bu ayetlerde , Kur'anı Rabbimizin ve Ruhul emin'in indirdiğinden bahsedilmektedir. Ruhul emin terimi ile ifade edilen şey Allah (c.c) nin kendisi olarak okumanın doğru olmadığını söylemek istiyoruz. Bu ayeti de yine Hacc s. 75 , Nahl s. 2. ayetlerin delaletinde okumak bizleri doğruya götürecektir.

[053.001-18] İnmekte olan necme yemin ederim ki, arkadaşınız şaşırmadı, azıtmadı da!O hevadan konuşmuyor.O başka değil, ancak bir vahiydir, vahyolunuverir. Onu kuvvetleri pek şiddetli olan öğretmiştir.Bir kuvvet sahibi ki, hemen dosdoğru göründü. Ve o, en yüksek bir sema kıyısında idi. Araları iki yay aralığı kadar veya daha da yakın oldu. Hemen kuluna vahyettiğini vahyetti.Onun gördüğünü kalb(i) yalanlamadı. Gördüğü hakkında şimdi siz, onunla tartışıyor musunuz? Andolsun onu bir kez daha görmüştü.Sidretu'l-Munteha'nın yanında. Orada Me'va cenneti vardır.Sidre'yi bürüyen bürüyordu. Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü.

Necm suresi ayetlerinde , Muhammed (a.s) ın Mekkelilere okuduklarının kendi hevasından olmadığı, ona vahyedilenleri okuduğu belirtilmekte ,ilerleyen ayetlerde ona bu vahyin kim tarafından ilka edildiği anlatılmaktadır. Bu ayetler klasik tefsir algısında miraç baz alınarak okunmaya çalışılmış olup, olmayan bir olayın Kur'an tarafından onaylatılma ameliyesi her açıdan duvara toslamıştır. Vahyin gelişi ile ilgisi bakımından okuyanların bir kısmı "Melek Elçi" olgusunu göz ardı ederek onların da ayrı bir duvara tosladıklarını söyleyebilirz.

5. ayetteki "Onu kuvvetleri pek şiddetli olan öğretmiştir." cümlesinde kast edilenin "Melek elçi" değil de , Allah (c.c) olduğunu iddia edenlerin bu iddialarının ne derece olduklarını onların söylediklerini doğru kabul ederek okumaya çalışalım.

Necm s. ayetinde "Onu kuvvetleri pek şiddetli olan öğretmiştir." cümlesindeki öğretenin Allah (c.c) olduğunu varsayalım , 6-7-8-9. ayetlere baktığımızda Allah (c.c) ile Muhammed (a.s) ın arasının "İki yay aralığı" kadar olduğu söylenmektedir. 10. ayette vahyedenin Allah (c.c) olduğunu yine varsayalım, 11 ve 12. ayetlerde Muhammed (a.s) ın Allah (c.c) yi gördüğü , 13. ayette Allah (c.c) yi bir başka inişinde yine gördüğü yani bu görüşün ilk olmadığı , 14-15-16-17. ayetlerde Allah (c.c) yi gördüğü yer ve görmesinin nasıl olduğu anlatıldıktan sonra , 18. ayette "Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü." buyurulmaktadır, yani Allah (c.c) kendi ayetlerinin en büyüğünü görmüş.

Bu ayetleri böyle okuduğumuz zaman ortaya şu sorular çıkıp, bunun cevabının verilmesi gerekmektedir. 

1- Allah (c.c) ile Muhammed (a.s) ın arasının "iki yay aralığı" kadar olmasını nasıl izah edebiliriz ?. 
2-Allah (c.c) yere inermi ?.
3-Muhammed (a.s) Allah (c.c) yi bir başka inişinde ne zaman görmüştür?.
4- Allah (c.c) kendi ayetlerinin en büyüğünü nasıl görür ?. 

Bu sorular , "Melek elçi" olgusunun göz ardı edilerek okunması sonucunda ortaya çıkmakta olup, bu iddiada olanlara bu soruları sorduğumuzda bataklığa düşmüş kimse misali debelendikçe battığını, vermeye çalıştığı cevaplar ile red ettikleri geleneksel anlayıştan daha beter yanlışlar içine girdiklerini maalesef gördük. 

İlgili ayetler şayet , Nahl s. 2 ve Hacc s. 75. ayetlerinin delaleti ile okunmaya çalışılsaydı böyle sıkıntılı bir durum içinde düşülmez ve ilgili ayetler daha doğru okunabilirdi.

[081.019-25] Şüphesiz o kerim bir elçinin sözüdür.Arş'ın sahibi katında değerlidir ve güçlüdür.Kendisine uyulandır, emindir.Arkadaşınız (Muhammed) de mecnun değildir.Andolsun ki; onu, apaçık ufukta görmüştür. O, gayb hakkında cimri de değildir. Bu, kovulmuş şeytanın sözü değildir.

Tekvir suresindeki bu ayetlerde "Kerim elçi" olarak vasfedilen kişi Muhammed (a.s) değildir, ilerleyen ayetlerde bunun böyle olmadığı açıkça görülmektedir. Muhammed (a.s) ın onu yani "Kerim elçi" yi apaçık ufukta görmesinden bahsedilmekte ve bu görüşü , Necm suresindeki "Andolsun onu bir kez daha görmüştü.Sidretu'l-Munteha'nın yanında. Orada Me'va cenneti vardır.Sidre'yi bürüyen bürüyordu." mealindeki ayetlerden "Melek elçi" yi önceki görüşü anlatılmaktadır.

Tekvir s. 19. ayetinde geçen "Kerim elçi" ibaresi , Hakka s. 40. ayetinde de geçmektedir. Bu suredeki "Kerim elçi" Muhammed (a.s) olup ilerleyen ayetler bunu göstermektedir.

Sonuç olarak ; Allah (c.c) biz kullarına olan emir ve yasaklarını, seçtiği beşer elçilere vahyetmek sureti ile bildirmiştir. Muhammed (a.s) bu zincirin en son halkası olup , kendisine vahy edilen kitap, Allah (c.c) nin Nahl s. 2 ve Hacc s. 75. ayetlerinde buyurduğu şekli ile "Melek elçi" ile ona vahyedilmiştir. Bizler "Melek elçi" nin nasıllığı hakkında bir bilgi sahib olmadığımız için bu konuda herhangi bir yorumda bulunmak bizi yanlışa götürebilir. 

Bilmemiz gereken şey , Allah (c.c) nin yeryüzünde seçmiş olduğu beşer elçiye vahyetmek için melek elçi seçmiş olduğudur. Bu elçinin kimliği veya ne liği bizim için gayb olup , vahyin Muhammed (a.s) a nasıl geldiği hakkındaki bilgiler bu kadardır. Sadece Muhammed (a.s) ın şahid olduğu bir durum olup böyle bir elçinin olmadığı iddiasında bulunmak bu konudaki ayetleri bütünlük içinde okuduğumuzda hatalı bir okuma yöntemi olacağını ifade etmek isteriz. 

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.