bize etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bize etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Şubat 2016 Perşembe

Kur'an Kıssalarındaki Anlatımların Bize Dönük Mesajlarını Okumak

Kur'an içinde geçmiştekilerin başlarından geçenlerin anlatıldığı "Kıssa" denilen anlatımlar, önemli bir yer tutmaktadır. Geniş bir hacme sahip olan bu anlatımlar, sadece geçmişte yaşananları anlatmak amacına dönük değil , geçmişte yaşanan hayatlardan,  sonraki gelecek olanların ibretler çıkarmasına yöneliktir.

[011.120] Sana resullerin haberlerinden -kalbini kendisiyle sağlamlaştıracak- doğru haberler aktarıyoruz. Bunda da sana hak ve mü'minlere bir öğüt ve uyarı gelmiştir.

Ne yazıktır ki , Kur'an içinde yapılan bu anlatımların , bize dair söylediklerinin ne olabileceği konusunda , tefsir kitaplarında doğru bir yaklaşım görebilmek neredeyse mümkün olmamaktadır. Geçmiş tefsirlere bakıldığında kıssalar konusunda ağırlıklı yaklaşımın , kıssanın sadece yaşandığı zaman ve mekanı dikkate alan , "İsrailiyat" denilen hurafe yığınları ile örülmüş , "Laf olsun sayfa dolsun" kabilinden anlatımlar olduğunu görmekteyiz. 

Klasik tefsirlerde genel durumun bu olmasına karşın , bu tefsirlerdeki anlatımlara tepki olarak çıkan modernist yaklaşımların, eski tefsirlerdeki kıssa anlayışından pek farklı olmadığını görmekteyiz. Modernist yaklaşımın kıssa anlayışı , "Mucize" ve "Helak" olarak nitelenen bazı olayların gerçekte  olmadığını öne sürerek , bunları tevil etme yoluna gitmesi şeklinde kendisini göstermektedir.

Klasik ve modernist tefsir çalışmalarının birleştiği ortak nokta, kıssayı sadece yaşanmışlığı dahilinde okumaya , "Kıssa içinde dönüp dolaşmak" şeklinde tabir edebileceğimiz bu okumalar sonucundaki çıkarımları sonucunda yorum yapmaya çalışmaları olduğunu söyleyebiliriz. Bu yöntem, kıssadan bize dönük mesajlar çıkarılmasına engel olan bir okumadır

Kıssaları nasıl bir okuma yöntemi takip ederek okumalı ki , Kur'anın o kıssa ile anlatmak istedikleri anlaşılabilsin ?.

Öncelikle okuduğumuz kıssanın, bize dair bir mesajı olduğu yönünde bir bakış açısı ile kıssaya yaklaşılmasının gerektiğini düşünmekteyiz. Kıssa içinde anlatılan olay ve kişilerin sadece , anlatıldığı zaman ve mekan içine hapsedilmemesi , olay ve kişiler üzerinden verilmek istenilen bir mesajın olması gerektiği düşünülerek okunmalıdır.

Kıssalardaki anlatımların en önemli yanı , kavimlerin helak edilmesi ile biten bir sonuca sahip olmasıdır. Bizler, kavimlerin helak olmasına sebep olan nedenlere dikkat eden bir okuma yaparak kıssaları okuduğumuzda , dün o kavimlerin yıkımına sebep olan nedenlerin , yaşadığımız zaman ve mekan dahilinde olup olmadığına dikkat ederek , aynı yıkımın bizler içinde gerçekleşebileceğini okuyup , onların işledikleri hataları düşmekten kendimizi koruyabiliriz.

"Sünnetullah" (Allah (c.c) nin izlediği yol) , Kur'anın anahtar kavramlarından birisi olarak , kıssaları okumada dikkat etmemiz gereken en önemli bir kavramdır. "Sünnetullah" , Allah (c.c) nin yeryüzüne koyduğu yasaların işlemesi anlamında bir kavram olup , kavimlerin helak olması , bu yasanın işlemesi sonucunda gerçekleşmektedir. 

Kavimlerin helak edilmesini , "Allah'ın sünnetinde değişme yoktur" mealindeki ayetler çerçevesinde okumaya çalıştığımız , ve bu değişmemenin bir yasa ve kıyamete kadar geçerli olduğunu düşündüğümüzde , kavimlerin helak olmasına SEBEP olan fiillerin işlenmesi , aynı helakın, bugün , yarın , ta ki kıyamete kadar gerçekleşmesi SONUCUNU doğuracağı unutulmamalıdır.

Allah (c.c) nin kullarına yardım etmesi yine ,"Sünnetullah" adı verilen yasalar dahilinde gerçekleşmektedir. Müşrik olan kavimlerin halklarının helak olması , o kavimleri terk eden elçi ve beraberindeki iman edenlerin kurtulması anlamına gelmektedir.

Allah (c.c) kullarına yardım etmenin, kendisine ait bir görev olduğunu beyan etmektedir. Ancak bu görevin yerine gelmesi , kendisi tarafından belirlenen bir takım kuralların kulları yerine getirilmesi ile gerçekleşeceğini de beyan etmektedir. Kullara yardım sözünün yerine getirilmesi , onların bu yardımı hak edecek fiilleri yapmasının sonunda, yani yardımı hak etmesinin sonunda gelmektedir.

Kur'an kıssaları, Allah (c.c) nin "Helak" ve "Yardım" yasalarının, helak olmayı veya yardımı hak edecek amelleri işlemeleri neticesinde gerçekleştiğinin, canlı ve yaşanmış örnekleri ile gösterilmesi bakımından önemli bir yere sahiptir. 


İnsanların , özellikle bugünkü Müslümanların hazırcı ve kolaya talip olmaları nedeniyle, Allah (c.c) nin yardım etmesi konusunu yanlış anlayarak, "Armut piş ağzıma düş" misali bir yardım talebinde bulunduklarını görmekteyiz. Hak ediş yasalarına tabi olmadan bu yardımın asla gelmeyeceği , bir çok Kur'an ayeti , yaşanmış örnekleri ile canlı olarak sunulmuş olmasına karşın , Kur'anı masal kitabı olarak okuma hatasına düşen biz Müslümanlar , hala Bedirdeki melekleri bekleyerek , bizim yerimize  Allah (c.c) nin kafirleri yok etmesini beklemekteyiz. 

Kıssalar içinde geçen ve "Mucize" olarak adlandırılan , denizin yarılması , ateşin İbrahim (a.s) ı yakmaması , balığın Yunus (a.s) ı yutması gibi anlatımlar , geçmişte hurafeler ile örtülmüş masallara çevrilmesine karşın , modernist okumalarda bu olayların gerçek olarak olmasının "Sünnetullah" yasalarına göre imkansız olduğu iddiası dile getirilmektedir.

Kıssalarda anlatılan bu olayların "Sünnetullah" a aykırı olduğu gerekçesi ile , gerçek olmadığını iddia etmenin , aslında Sünnetullah ın ne olduğunu bilmemekten kaynaklandığını söylemek istiyoruz.

Kur'an kıssalarında anlatılan bu olayların ortak tarafı , Allah (c.c) nin sünneti olan hak eden kullarına yardım vaadinin yerine gelmiş olduğunu göstermektir. Bu yardımın yerine gelmesinin anlatım şekli, eğer olması mümkün olmayan imkansız şeyler olduğu düşünülür ise ,  Allah (c.c) nin bu sözü tutmadığı gibi bir iddianın ortaya atılması anlamına gelecektir. 

Kıssalarda anlatılan bu olaylara bakış açımızın olayın NASILLIĞININ yani sonucunun değil , NEDENLİĞİNİN yani sebebinin üzerinde yoğunlaşmak şeklinde olması gerektiğini düşünmekteyiz. Allah (c.c) nin zor durumda kalan kuluna bu şekil bir yardım etmesi , o kulun böyle bir yardımı hak edecek sebepleri yerine getirdiğini göstermektedir.

Allah (c.c) elçilerine olan yardım vaadini yerine getirirken NEDEN bizim için imkansız görülen , aklımızın hafsalamızın almadığı , anlamakta zorlanacağımız bir yol kullandı?.


Bu sorunun cevabını, kulların artık ellerinden geleni yaptıktan sonra , yapacak bir şeyleri kalmaması ve "Allah'ın yardımı ne zaman?" (2.214) diyecek hale gelmelerinin ardından, yardımın geldiğini düşündüğümüzde bulabiliriz. Artık kendisine Allah (c.c) den başkasının yardım edemeyeceğine inananlar , hak etmeleri sonucunda gelen bu yardımın , Allah (c.c) dışında kimseden gelmesinin imkansız olduğunu görerek , ondan yardım istemekte ne kadar haklı olduklarını gerçek bir şekilde görmüşlerdir.

Kıssalarda anlatılan yardım vaadinin , Allah (c.c) dışında kimsenin gücünün yetmediği bir noktada gelmiş olduğunu gösteren denizin yarılması , ateşin söndürülmesi , balığın karnından kurtarılması gibi anlatımları , herhangi bir kul için imkan dahilinde olmayan bir gücün , sadece Allah (c.c) nin elinde olduğunun anlatılarak , ondan başka bir yardımcının olmadığının gösterilmesi açısından okumak , anlatımların yaşanmışlığını ret etmeden , bize dönük mesajlar olarak okumayı sağlayacaktır.

Kur'an kıssalarının baş aktörleri olan elçiler , bizler için "Üsvetün Hasenetün" (En güzel örnek) rol model kimselerdir.

Hadis - Sünnet tartışmalarının her zaman gündemde olduğu İslam düşüncesinde , bu tartışmaların önünün alınarak , doğru bir dün anlayışına sahip olmanın yolu , Kur'an içinde geçen elçilerin mücadelelerinin okunmasından geçecektir. 

"Sünnet" (İzlenen yol) kavramının , Muhammed (a.s) ile ilişiklendirilmesi , yani onun örnekliğinin hayata aktarılması , sakal , sarık , misvak ile değil , şirke karşı olan mücadelesinin okunması sonucunda öğrenilebilir. 

Kur'anın ilk muhataplarının Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar olduğunu düşündüğümüzde , Muhammed (a.s) a okunan kıssalar , onun kafirler ile olan mücadelesinin yolunu aydınlatmıştır. Kendisinden önceki elçilerin başlarından geçenlerin anlatılması , onun bu yolda yalnız olmadığını , kendi başına gelenlerin öncekilerin başına da gelmiş olduğu anlatılarak , o elçilerin dik duruşları ona örnek olmuştur. Yani Muhammed (a.s) , kendisinden önceki elçilerin sünnetini izleyerek , o izleri takip eden bir yol üzerinde yürümüştür.

"Sünnet" kavramını "Muhammed (a.s) ın sünneti" şeklinde bir terkip ile kullanacak ve bu terkibin en doğru halini nereden öğrenebiliriz diyecek olursak , bu adres sadece Kur'an olacaktır. Muhammed (a.s) ın tek sünneti vardır o sünnette ŞİRK İLE OLAN MÜCADELESİ olup , onun elçilik hayatı bu mücadele etrafında yapıp ettiklerinden ibarettir. Bizler eğer onun sünnetine tabi olmaktan bahsedecek olursak , bu sünnete tabi olmak , onun sakalı , sarığı , misvağı , uyuma şekli değil, onun MÜŞRİKLER İLE OLAN MÜCADELEDE İZLEDİĞİ YÖNTEM olmalıdır.

Kur'an kıssaları bizlere hayatın anlamını ve bu anlam çerçevesinde yapılmış olan mücadeleleri anlatarak , bizlere yol haritası çizen anlatımlardır.

Kendisinden başkasının kurallarının hayata hakim kılınmaması isteyen Rabbimizin, bu emrine karşı çıkan sahte ilah ve rablerin karşısına çıkan elçiler, tarih boyunca bu gerçeği haykırarak , örnek bir yaşam sergilemiş , ve bizlere yol gösteren EN GÜZEL ÖRNEK ler olmuşlardır. 

Kıssalar ile anlatılan bu mücadelenin bizlere örnek olması gerektiğine inananlar , kıssaları "Geçmişlerin masalları" olma anlayışından çıkararak , yaşanan hayatlara , yaşanmış hayatlardan örnekler olarak okuyarak DİRİ BİR KUR'AN ortaya çıkarabilirler.

Kur'an kıssalarının mesaj içerikli okunması , Kur'anı ÖLÜLERE OKUNAN BİR KİTAP olmaktan çıkararak , DİRİLERE ÖĞÜTLERİ OLAN BİR KİTAP haline gelmesini sağlayacaktır.

Kur'an kıssaları , yaşanan hayatlardaki aksaklıkları vahyin doğrultusunda düzeltmeye çalışanların verdiği mücadelelerden kesitler sunmaktadır. Bu demek oluyor ki ; Vahiy hayata müdahil olan , hayatlardaki yanlışları düzelten , yanlışlar yerine doğru teklifler sunan bir bilgi kaynağıdır.

Eğer Kur'an bu doğrultuda okunmuş olsaydı , yaşanan hayatların yanlışlığını düzeltmeye çalışmanın ve bozuk gidişe "Dur" demek ile görevli olduğumuzu anlar , bozuk gidişin içinde rol alan veya o gidişi devam ettirmeye çalışan insanlar olmazdık. 

Kıssaları anlatılan elçilere baktığımızda , o elçilerin kavimlerine sağ ayakla tuvalete girmeyi , sağ elle yemek yemeyi , sakalı , sarığı , misvağı v.s yi tebliğ için gönderilmediklerini , Kur'an literatüründe "ŞİRK" olarak genellenmiş olan , yaşanan hayatlardaki ekonomik , sosyal ve ahlaki sapmalara karşı seslerini yükselten ve bu yolda canları ve malları ile çalışmaya örnek olmak için gönderilmiş insanlar olduğunu görürüz.

Bu insanları örnek alan Muhammed (a.s) a atfedilen ve "Tabi olana 100 şehit sevabı" olduğunu vaat ettiği !!! sünnetlerinde Mekkelilerin yaşadığı hayatlardaki yanlışlarına dair yapıp ettikleri yani ŞİRKE KARŞI MÜCADELESİ asla yoktur. 

Sonuç olarak ; Kur'an kıssaları , geçmişteki yaşantılardan , bize ibret olması ve örnek alınması gereken anlatımlar olarak anlaşılmaya çalışılmadan okundukça "Eskilerin masalları" olarak kalacak ve Kur'anın önemli bir bölümünü kaplayan bu ayetler, otomatikman neshedilmiş olacaktır.

"Kıssa içinde dönüp dolaşmak" yöntemi olarak ifade edebileceğimiz kıssa okumalarında , sadece yaşanan zaman ve mekana dair yorumlar yapılarak , bizlere dönük mesajlarının olup olmaması tarafı pek gündeme getirilmemektedir. Bu yöntemin klasik ve klasik tefsirlere karşı olmak adına ortaya çıkan modernist tefsir anlayışlarında da geçerli olduğu görülmektedir.

Kıssalar , vahyi teorik bilgiler manzumesi olmaktan çıkararak , pratik hayata dair çözümler üreten bilgiler olduğunu gösteren en önemli delillerdendir. Vahyin hayata dair olan söylemleri evrensel söylemler olup , kıssalarda yaşanan ekonomik , sosyal ve ahlaki sorunların tamamı aynen bugün de yaşanmaktadır. 

Bizler bugün yaşanan bu sorunlara vahyin rehberliğinde üretilmiş olan çözümleri insanlara önererek , "Çaresiz değiliz" mesajını vermek durumundayız. Bu mesajı verebilmek ise , önce bizlerin elinde olan bu kitabın bu çareleri sunmuş olduğu gerçeğini görüp anlamaktan geçecektir. 

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

14 Haziran 2014 Cumartesi

Talut Kıssası Bize Ne Anlatıyor?

Kur'anın kıssa yollu anlatım metodu dahilinde bizlere sunmuş olduğu ayetler bizden öncekile rin yaşamış olduğu tecrubeler ve o tecrubelerden bizlerinde hisse alması amacını taşımaktadır. Helak edilen bir kavmi okuduğumuz zaman onlara gelen elçinin mücadelesi mü'minler için bir örneklik , o kavmin helak edilmesi ise inkar edenler için bir örneklik olarak okunarak her insan tipinin kendi tarafından baktığında çıkarması gereken yaşanmış ibret mesajları olarak okunduğu zaman anlatılma amacı doğru kavranılmış olacaktır. 

Kur'an kıssalarında yaşanmış hayat örnekleri olan savaşlar, bizlere çok önemli mesajlar vermektedir. Allah cc kullarına yardım etme sözünün kime ve nasıl gerçekleştiğine dair olan pratik gösterimi bu kıssalardaki anlatımlar ile bizlere sunulmakta olup, yardım sözünün kime ve nasıl gerçekleştiğini bu kıssalardaki yaşanmışlıklar ile öğrenmekteyiz. 

İsrailoğulları, prototip bir kavim olup bu kavmin yaşadığı hayat içinde başlarından geçen olaylar sadece yahudi olmalarının verdiği bir özellik olarak değil , insan olmalarının verdiği bir özellik olarak okunması gerekmektedir. Aksi bir okuma, onlarla ilgili okuduğumuz her ayet , sadece  onlara kin ve nefret duymamızı sağlayacak olup onlar üzerinden verilen örnek ile bizlerin ibret alması gerektiği yönündeki mesaj ıskalanmış olacaktır.

Bakara s. içinde anlatılmış olan Talut kıssasının bizlere anlatılma amacı aynı duruma düşen insanların o durumdan kurutulmak için gerekli olan şartları uygulaması neticesinde başarıya ulaşacaklarının bir anlatımı olarak okunması ve örnek alınması gerekmektedir. Kur'anın kendisi içinde tefsirinin çok güzel bir örneği olarak ta okunabilecek bu kıssaya geçmeden ondan önceki 3 ayeti okumak ve bu üç ayetteki durumun bizlerden önce nasıl bir örnekle yaşandığını görelim. 

 
[002.243]  Binlerce kişinin memleketlerinden ölüm korkusuyla çıktıklarını görmedin mi? Allah onlara «Ölün» dedi. Sonra onları diriltti. Allah insanlara bol nimet verir, fakat insanların çoğu şükretmezler.
 [002.244]  Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, her şeyi işitir ve bilir.
 [002.245]  Kimdir o adam ki Allah'a güzel bir ödünç versin de Allah da ona birçok katlarını ödesin. Allah darlık da verir, genişlik de verir. Hepiniz de O'na döndürülüp götürüleceksiniz.

 Bakara s. 243. ayete baktığımızda, anlatılan durumun sadece belli bir zaman ve mekana has olmadığı aksine her zaman ve mekan biriminde olabilecek bir fesad hareketinden etkilenme durumunu anlatmakadır. Allah cc nin insanlara "ölün" demesi ile "sonra onları diriltti" ifadesi kıyamet anında olacakları anlatmamaktadır. Bir kısım insanın diğer bir kısım insan eliyle yurtlarında çıkarılmak sureti ile zulme uğramasını anlatan ayet , bu zulme nasıl engel olunabileceğinin koordinatlarını 244-245. ayetlerde vermekte olup devam eden ayetlerde bu durumun pratik olarak İsrailoğulları üzerinden nasıl gerçekleştiğini anlatmaktadır.

 [002.246]  Musa'dan sonra İsrailoğullarının önde gelenlerini görmedin mi? Hani, nebilerinden birine: «Bize bir melik gönder de Allah yolunda savaşalım» demişlerdi, O: «Ya üzerinize savaş yazıldığı halde, savaşmayacak olursanız?» demişti. «Bize ne oluyor ki Allah yolunda savaşmayalım? Ki biz yurdumuzdan çıkarıldık ve çocuklarımızdan (uzaklaştırıldık.) « demişlerdi. Ama onlara savaş yazıldığı (öngörüldüğü) zaman, az bir kısmı dışında (çoğunluğu) yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir.

Bakara s. 246. ayetinden Musa as sonrası  yurtlarından sürülmek sureti ile zulme uğrayan israiloğullarının , başlarında olan  nebilerinden bir isteklerini dile getirdiklerini görmekteyiz. Nebileri bu isteklerinin gerçekleşmesi halinde onların yan çizme ihtimalini hatırlatmakta olup bu tür bir yan çizme hareketi sadece israiloğullarına has bir hareket olmadığı insana has bir durum olduğu hatta bu durumun müslümanlar arasındada başgösterdiği diğer ayetlerde anlaşılmaktadır.  

 [002.216] [DI] Savaş, hoşunuza gitmediği halde size farz kılındı. İhtimal ki hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinizedir ve ihtimal ki sevdiğiniz bir şey sizin kötülüğünüzedir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.
 [004.075] Size ne oluyor da: «Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lutfet» diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?
 [047.020]  İman edenler «bir Sûre indirilseydi» diyorlar, derken muhkem bir Sûre indirilip onda kıtâl zikredilince kalblerinde bir maraz bulunanları görüyorsun sana öyle bir bakış bakıyorlar ki: tıpkı ölümden baygınlık gelmiş kimsenin bakışı, o da onlara pek yakındır
 [004.077]  Kendilerine: «Elinizi savaştan çekin, namaz kılın, zekat verin» denenleri görmedin mi? Onlara savaş farz kılındığında, içlerinden bir takımı hemen, insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve «Rabbimiz! Bize savaşı niçin farz kıldın, bizi yakın bir zamana kadar tehir edemez miydin?» derler. De ki: «Dünya geçimliği azdır, ahiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan için hayırlıdır, size zerre kadar zulmedilmez».

Savaşmak sureti ile kaybedilen yurtlarını geri almak , Allah cc nin insanlar üzerine koymuş olduğu görevlerden biridir. Allah cc ne müslümanlara nede başka birilerine, yurtlarından sürüldüğü ve zulme uğradıkları zaman melekleri gönderip onları savaştırarak mazlumlara kaybettiklerini geri vermez. Koymuş olduğu sünnet, insanların savaşarak kaybettiklerini geri almaları şeklinde olup müslüman , yahudi,müşrik ayrımı yapmadan her kim savaşıp, o savaşta galip gelmek için gerekli şartları yerine getirirse galibiyete hak kazanacaktır. Allah cc nin yanında seçilmiş bir kul tayfası olmayıp, koyulan kurallara riayet eden kim olursa olsun galibiyeti hak eder. Bugün müslümanlar olarak böyle bir galibiyeti kazanamıyorsak şartları yerine getirmeden bizim yerimize birilerinin savaşmasını beklemek sureti ile tembellik ve acziyet göstermemizdir.

246. ayet israiloğullarının başlarından geçmiş yaşanmış bir örnek olarak sıkıyı gören insanın yan çizme karakterini ifade eden bir ayettir. İstedikleri savaş izni gerçekleşinde korkarak yan çizme karakteri özellikle medeni ayetlerde tevbe , enfal surelerinde bizlere anlatılmakta olup bu durumun insana has olduğu görülmektedir. Şayet israiloğullarına has bir durum olsaydı bu kıssanın müslümanlara anlatılmasına ne gerek olurdu. Nuzül dönemi itibarı ile bu kıssanın mesajını düşünecek olursak onlara " israiloğullarının başlarına gelen durum sizin başınıza gelecek olursa onlar gibi yapmayın" şeklinde olup medinede inen ayetlerden anlaşılacağına göre bu tavsiyenin bir kısım müslüman arasında tutulamadığı görülecektir.

[002.247]  Nebileri onlara «Allah size şüphesiz, Talut'u hükümdar olarak gönderdi» dedi. «Biz hükümdarlığa ondan layık iken ve ona malca da bir bolluk verilmemişken bize hükümdar olmağa o nasıl layık olabilir?» dediler, «Doğrusu Allah size onu seçti, bilgice ve vücutça gücünü artırdı» dedi. Allah mülkü dilediğine verir. Allah her şeyi kaplar ve bilir.

İsrailoğullarının bu isteği Allah cc tarafından yerine getirilmiş, Talut onlara komutan olarak gönderilmiş , bu seferde gelen komutan beğenilmemiştir. Bu beğenilmeme örneği yine bir çok ayette gördüğümüz kavimlerin inkarcı muhataplarındada görülmekte , kendilerine gelen elçilerin "beşer" oluşu öne sürülerek "melek" gönderilmesi talebinde bulunulmaktadır. Talut da aynı tepkiye uğramış ve istedikleri şartları taşımadığı öne sürülerek kendi istekleri doğrultusunda bir komutan gelmesi istenmiş , fakat bu istek red edilerek seçilen bu komutana tabi olunması gerekmektedir.

[002.248] Nebileri onlara, «Onun hükümdarlığının alameti, size sandığın gelmesidir, onda Rabbinizden gelen gönül rahatlığı ve Musa ailesinin ve Harun ailesinin bıraktıklarından kalanlar var; onu melekler taşır, eğer inanmışsanız bunda sizin için delil vardır» dedi.

Bu ayette, gelen komutanın Allah cc tarafından gönderildiği ve onun bu gönderilişinin delilleri anlatılmakta olup , gönderilen diğer elçilerin elçiliklerinin Allah cc tarafından teyid edilmesi şeklinde anlayabileceğimiz görsel belgelerin, Talut'un komutanlığının teyid edilmesi şeklinde gerçekleştiğini görmekteyiz. Bu durumu israiloğulları gözü ile anlamaya çalışalım; biz eğer israiloğullarından bir fert olarak, savaşmak için gönderilen komutanı gönderen kişinin Allah cc olduğunu bilsek ve bu durum bize apaçık görsel ayetlerle gösterilmiş olsa galibiyet için moral açısından yüksek bir durumda olmamız kaçınılmazdır. 248. ayetteki anlatılanların, moral destek diyebileceğimiz şekli ile israiloğullarına gösterilmesi olarak anlamak mümkündür.

[002.249]  Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir» dedi. Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler. Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince, «Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok» dediler. Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: «Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler.

Komutan ve asker bir savaşın ayrılmaz bir öğesi olup komutana tabi olmak şeklinde bir eylem olmadan galibiyet gerçekleşmez. Komutan ordusunda bulunan askerlerin kendisine olan sadakatini onları deneyerek öğrenebilir. Allah cc de bizleri bu tür imtihanlara tabi tutup bu imtihan sebebinin mü'min ve kafiri ayırmak için olduğunu bir çok ayetinde beyan etmektedir. Bu ayeti yine nuzül dönemi içinde sahabe gözü ile okumaya çalışalım ve bu ayeti uhud harbi ile bir paralellik içinde düşünelim. Allah cc bu kıssa ile bizlere galibiyet için gerekli olan şartlardan birinin komutanın emrine tabi olmak şeklinde gerçekleşeceğini hatırlatmakta olup eğer emre itaatten ayrılındığında düşmana karşı koyacak gücün zayıflayacağını bu kıssa içindeki olaydan canlı olarak anlatmaktadır. Her ordunun içinde emre tabi olmaktan geri duranlar olduğu gibi emre itaat edenlerde bulunmakta olup , galibiyet bu kişilerin emre olan ittibaları neticesinde gelmektedir. Uhud harbini düşünecek olursak bu ayet ile tam bir paralellik arzettiğini görürüz. Uhud da Muhammed as ın koyduğu savaş strajesine uymayıp yerlerini terkeden  müslümanlar yenilgiye sebeb olmuştur. Eğer bu kıssa müslümanlar tarafından doğru okunup hayata tatbik edilip her ne bahasına olursa olsun emir hilafına bir hareket edilmemiş olsaydı mağlubiyet gelmezdi.

[002.250]  Calut ve ordusuna karşı çıktıklarında, «Rabbimiz! Bize sabır ver, sebatımızı artır, inkar eden kavme karşı bize yardım et» dediler.

Talut'un emrine uymayanların "bugün gücümüz yok" demelerine karşın, emre uyanların ona tabi olmanın verdiği moral destek ile söyledikleri söz karşılığını bularak galibiyet gelmiştir. Bu durumu bedir harbi ile bir paralellik içinde okuyacak olursak bu kıssayı bedirde doğru okuyan müslümanlar kendilerinden sayıca kalabalık olan müşrik ordusuna karşı galip gelmişlerdir

[003.146-148]  Nice peygamberlerin yanında Rabbe kul olmuş pek çok kimse savaşmıştır. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler, yılmamışlar ve boyun eğmemişlerdi. Allah, sabredenleri sever.Sadece: Ey Rabbımız, günahlarımızı ve işimizdeki israfımızı bize bağışla, sebatımızı artır; kafirler güruhuna karşı bize yardım et, diyorlardı.Böylece Allah, dünya sevabını da, ahiret sevabının güzelliğini de onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları sever.

Al-i imran s. 146-148. ayetler arasında , Allah cc nin galibiyet için koymuş olduğu kurallar dahilinde savaşıp ve galip gelenlerden örnekler verilerek onların aldıkları sonuç anlatılmakta olup koyulan kurallar gereği içinde yapılan savaşta galip gelineceğine dair olan sözün vuku bulduğu   anlatılmaktadır. Allah cc den sabır , sebat ve yardım isteği sadece sözle ile değil fiiliyata konularak gerçekleşmiş olmasınıda burada hatırlatarak sadece sözlü dua ile bu işlerin gerçekleşmeyeceğini hatırlatalım. Şayet kafirlerden oluşan bir ordu, karşısındaki orduya karşı aynı sabır ve sebatı göstererek savaşsa , karşısındaki ordu aynı sabır ve sebatı göstermese, bu ordu müslümanlardan oluşsa dahi zafer kafir ordusunun olur özellikle bu yüzyılda arap israil savaşlarının neticeleri buna acı bir örnektir.

[002.251]  Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti. Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır.

Allah'ın izni ile bozguna uğratmaları onun koymuş olduğu kurallara riayet neticesinde gelmiş olup işin doğasında olan bir durumdur. Allah cc nin koymuş olduğu kurallar dahilinde hareket edenlerin savaşta galip gelmesi doğal bir durum olup bu durum müslümanlar için ayrı bir vaziyet arzetmez. Bizler kendimizi israiloğulları gibi seçilmiş kullar zannedip, savaşmadan kafirlerin alt edilebileceğini düşünüp, sadece Allah cc nin onlarla savaşmasını beklemekten başka bir iş yapmadığımız müddetçe bu zelil durumdan kurtulmamız imkansızdır.

251. ayette sahneye düşman ordusunun komutanı olan calud'u öldüren Davud çıkmaktadır. Bir savaşta ordu komutanını öldürme başarısını göstermek sıradan bir askerin yapabileceği bir iş olmayıp oyunu kuralına göre oynayanların yapabileceği bir iştir. Davud as bu başarısı karşılığında Allah cc ona hüküm ve hikmet vererek israiloğullarına elçi kılmış ve ona dilediğinden öğretmiştir. "Dilediğinden öğretmesi" kelimesini biraz açacak olursak "dilemek" kelimesinin karşılığını görmek mümkündür.

Davud as ıs kıssasının anlatıldığı diğer ayetlere baktığımızda ona savaş sanatları ile ilgili bilgilerin verilmiş olduğu anlatılmaktadır. Zırh yapma sanatının ona öğretildiğini beyan eden ayetlere baktığımızda, bu öğretilişin Cibrilin inerek çekiç ve örs ile ona bunu öğretmesinin gerçekleştiğini düşünmek biraz absürt bir düşünce olur. Calut'u öldürecek kadar savaş sanatını hakim olan Davud as ın bu bilgi birikimi savaş için gerekli olan alet edevatı yapma becerisine sahip olduğu ve yeni icatlar peşinde koşarak bilgi birikimi sayesinde savaş ile ilgili bilgi birikimine yeni bilgiler ekleyerek insanlığa örnek olduğu anlaşılabilir. 

Bugün itibarı ile düşünecek olursak savaş veya başka konular ile ilgili bilgi birikimine sahip olan insanların genelde müslümanlar dışındaki insanlardan oluştuğu görülür. Allah bu insanlara çalışıp gayret ettikleri için önlerini açmış ve "dilediğinden öğretmiştir" . Bu dilemesi o kulların çalışıp bir şey üretme şeklinde bir irade beyanının sonucu olup, onların istememelerine rağmen öğretmiştir anlamında değildir. Kafir veya müslüman eğer herhangi bir konuda üretme gayreti iradesini gösterdiklerinde Allah cc "bu kulum kafir ona engel olayım" veya "bu kulum mü'min ona özel bir destek vereyim" demez "HERKESİN ÇALIŞTIĞININ KARŞILIĞI VARDIR" diyerek bu çalışmasının dünyada karşılığını verir.

251. ayetin son cümlesi olan " Allah'ın insanları birbiriyle savması olmasaydı yeryüzünün düzeni bozulurdu. Fakat Allah alemlere lütufkardır." ibaresi Allah cc nin koymuş olduğu sünneti ifade eden bir kelimedir. Fesad çıkarmak yolu ile bazı insanlara zulmeden insanların bu fesadları başka insanların eli ile def edilmesi onun raci olan bir sünnetidir. Hacc s. 40. ayetinde de gördüğümüz bu sünnetin nasıl uygulandığı, israiloğullarına zulmedenlerin Talut'un komutası altında nasıl gerçekleştiğinin canlı örneği olarak bizlere anlatılmaktadır. Bugün merhum akifin deyimiyle ya kendisi ya hızırı gönderip savaşması bizi zalimlerden kurtarması şeklinde sünneti olan bir ilah  yoktur. Alemlerin rabbi olan Allah cc nin raci olan fesadı yeryüzünden kaldırma sünneti diğer kulları eli ile olmasıdır. İsrailoğullarının bu fesad kalkmış fakat onlar isra s. 4-8. ayetlerinde gördüğümüz üzere onlar fesada başladığı zaman ibre onların aleyhine dönmüş ve başka insanlar eli ile israiloğularının fesadları ortadan kalkmıştır. Bu şekil sünnet kıyamete kadar geçerli olacak olup hangi ulus olursa olsun bir gün yapmış oldukları fesadlarına karşılık onları yıkacak başka uluslar gelecektir.

[002.252]  İşte bunlar Allah'ın ayetleridir. Onları sana hak olarak okuyoruz. Şüphesiz ki sen elçilerdensin.

"Allahın ayetleri" deyiminden ne anlamalıyız? sorusuna verilecek ceavp bu kıssayı doğru anlamamıza yardımcı olacak bir cevap olacaktır şöyleki; Allah cc nin ayetleri sadece elçileri vasıtası ile göndermiş olduğu kitapların içinde bulunan pasajlar olmayıp "koymuş olduğu düzen" olarak ifade edebileceğimiz bir kapsama alanıda mecvuttur. "Kan dökücü ve fesad çıkarıcı bir özelliği olanımı kılacaksın?" dediklerinde, meleklere "ben sizin bilmediklerinizi bilirim" cevabını veren rabbimizin , bu kan dökücülüğü ve fesadı diğer kullarının eli ile önlemek gibi bir sünnet koyduğunu ve bu sünnetinin canlı olarak uygulanmış örneklerini kur'anın bir çok ayetinde gördüğümüzü hatırlayarak "Allahın ayetlerinin " neler olduğunuda görmüş olduk. 

Kıssalardaki mesajı günümüze aktararak ondan hisse almak gibi bir okuma metodu takip ettiğimizde Talut kıssasının  bizlere şöyle bir mesaj verdiği düşünülebilir. Yeryüzünün herhangi bir kara parçası üzerinde yaşayan insanlar bir sebebten ötürü hakları gasbedilmiş ve zulme uğramış olabilir, zulme uğrayan bu insanlar uğradıkları zulmu ortadan kaldırmak için elleri kolları bağlı  vaziyette, sadece zalimlere beddua şeklinde bir karşılık verdikleri müddetçe bu zalimlerden kurtulmaları mümkün değildir. Talut adlı komutan israiloğullarına gökten zembille inmiş bir insan olmayıp içlerinden yetişmiş bir kişi olması zulme karşı koyamak gerekli olan fertlerin toplum içinde yetiştirilmeleri gerektiği unutulmamalıdır, bizlerde gökten zembille inecek olan İsa veya mehdi türü kişileri bekleyerek kadro oluşturmaksızın kafiri alt edebileceğimizi sanıyorsak aldanıyoruz. Bizlerde müslümanlar olarak zulme ve fesada engel olamk için gerekli olan kadroyu yetiştirerek önderler çıkarmak zorundayız.

Allahın ayetlerinin bize hak yani doğru olarak okunduğunun beyan edilmesinden anlamamız gereken şudur , bu anlatımlardaki gerçekliğin bizler tarafından da görülerek israiloğuları misalinde olduğu gibi , uğradığımız zulmü bertaraf etmemiz için okumamız gereken yani hayata aktarmamız gereken şekil böyle olmalıdırki israiloğulları örneğinde olduğu gibi hak yerini bulsun. 

Alak suresinin ilk ayeti olan "ikra" (oku) emri sadece yazılı bir metini eline alıp okumayı ifade etmez. Hayatın gerçeklerini okumak şeklinde bir anlama sahip olan ayeti maalesef rivayetlere bakacak olursak " ben okuma bilmem" şeklinde bir karşılık verdiğini söyleyerek okumayı sadece yazılı bir metinden okumak şeklinde anlayan müslümanlar hayatın gerçeklerini okuyamamış bu okumayı başkaları yaparak bugünkü ileri seviyeye yükselmişlerdir.

Allahın ayetleri sadece dünya şampiyonu hafızların sesinden dinleyerek manasını anlamadan hayat içinde yeri olduğu bile akla gelmeden gözlerimiz yaşlarla dolarak dinlememiz gereken kuran ayetleri değildir , Allahın ayetleri yedi deniz mürekkeb olsa bir o kadar daha katılsa mürekkebin yetmeyeceği kadar çok olup bunları doğru okumak ve hayata aktarmak bizlerin görevidir. Bu görevi kafir olanlar sadece kevni ayetler bazında okudukları için bu ayetler gereği hak ettiği şeyleri zulum olarak kullanmakta olup bizlerin bu zulme dur diyebilecek  bir hareketimiz maalesef yoktur. 

Kur'an bizlere hayatın dinamiklerini sunan ve bu dinamiklerin geçmiş örneklerini bize anlatarak gerçek olduğunu beyan eden bir kitap olup bu gerçekliklere sadece mushaf bazında iman etmek yeterli değildir. Allahın kainata koymuş olduğu kurallar çerçevesinde hareket ederek bu ayetleri okuyan kafirler, elçiler vasıtası ile gelen kitaptaki hatırlatmaları göz ardı ettikleri için dünya hayatındaki kazanımlarını insanlara zulum ve arz üzerinde fesad olarak uygularayak ebedi azaba hak kazanmaktadırlar. Eğer Allahın ayetlerini bir bütün içinde okuyup dünya hayatı içindeki kazanımlarını insanlara faydalı olmak şeklinde uygulasalardı dünya ve ahirette mutluluğa ulaşırlardı.

Sonuç olarak, Talut kıssası  israiloğulları örneğinde zulme uğrayan bir topluluğun içinde bulundukları durumdan kurtulmak için gerekli olan liyakatli bir komutan yetiştirerek onun komutası altında savaşarak içinde bulundukları durumdan kurtulmalarının Allah cc tarafından konulmuş bir sünnet olduğu gerçeğini canlı olarak anlatan bir kıssadır. İsrailoğulları prototip bir kavim olarak insanlık tarihi içinde onların başından geçen olaylar üzerinden verilen mesajlar bizler için birer ibret vesikası olarak okunması gerekmektedir.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

28 Nisan 2013 Pazar

Ateş Bize sayılı Günler Dokunacaktır Diyenler

Kur'an israiloğulları ile ilgili bilgiler verirken onların "ateş bize sayılı günler dokunacaktır" demelerinden bahseder ve bu dediklerinin yanlış olduğunu ifade eder. Bu iddialarından önce israiloğullarının günahı içselleştirdikleri görülmekte olup onların bu günahlarına kılıf olmak amacı ile işlemiş olduklarına karşı böyle bir düşünce geliştirip ateş sonrası cenneti garantilemiş gibi bir hava estirdikleri görülmektedir. Kur'an onların bu iddialarını reddetmiş olmasına rağmen aynı iddia müslüman olduklarını söyleyen insanlarda nerdeyse bir akide konusu haline getirilmiştir. Önce israiloğullarının bu iddiaları ilgili ayetleri görelim.  

------[002.080] «Ateş bize sadece sayılı birkaç gün değecektir», derler; sor, «Allah katından siz söz mü aldınız?», eğer öyle ise Allah sözünden caymayacaktır. «Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?
-----[003.024]  Bu, onların: «Bize ateş sadece sayılı birkaç gün değecektir» demelerindendir. Uydurup durdukları şeyler, onları dinlerinde yanıltmıştır. 

Bakara ve al-i imran surelerinde geçen bu ayetlerin öncesine baktığımız zaman israiloğulların işledikleri cürümler anlatılmakta olup bu cürümlerinin cezasını ateşte belli bir zaman içinde kalarak ödedikten sonra cennete geçirilecekleri gibi bir zan içinde oldukları görülmekte olup sonraki ayetler bu iddialarını red etmektedir.  

----- [002.081]  Hayır öyle değil; kötülük işleyip suçu kendisini kuşatmış olan kimseler; cehennemlikler işte onlardır. Onlar orada temellidirler.
-----[003.025] [DI] Geleceğinden şüphe olmayan günde, onları topladığımız ve haksızlık yapılmayarak herkese kazandığı eksiksiz verildiği zaman, nasıl olacak?

İsrailoğullarının yapmış oldukları cürümlerin anlatılma sebebi, sadece onların ne menem bir kavim olduklarının ifşası değil insan olmaları hasebiyle yasak delme ve bu konuda insanın dini kuralları nasıl alt üst edebileceğinin canlı bir örneğidir. Günahları işlemeden önce o günahın karşılığı için bir kılıf uyduran israiloğulları, nasıl olsa ateşten çıkacağız" mantığı ile günahları içselleştirmekte bir beis görmeden cürüm yolundaki taşları ayıklama yoluna gitmişlerdir.     

İsrailoğullarının iddiasının aynısı islam düşüncesi içindeki yerini alarak,günahları olan müslümanların günahlarınının cezasını çektikten sonra cennete gideceği kuralı konulmuştur. İslam düşüncesi içinde yerini bulan "sayılı gün ateş dokunması" iddiası meryem s. 71. ayeti üzerinden delillendirlmeye çalışılsada bağlamdan kopuk  ve ön kabullu bir okumanın ürünü olduğu açıktır, Bu konu ile ilgili olarak " meryem s 71. ayeti ile ilgili bir mülahaza" adlı yazımıza bakılabilir.    

Kur'an, kıyamet sonrası olacakları açık seçik olarak bir çok ayette anlatmış olmasına karşın kıyamet günü günahkar müslümanların önce ateşe sonra cennete gireceklerine dair herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Bu düşüncenin kabul görmesi, harici düşüncesindeki "büyük günah işleyen kafirdir" söylemine karşı üretilmiş karşı bir bir düşünce olduğu açıktır, her ne kadar haricilerin bu düşüncesine katılmasak'da büyük günah işleyen kişinin durumu hakkında Allah cc kıyamet günü en doğru kararı verecektir. Bu yazımızdaki amaç bu konuyu tartışmak değil israiloğullarının ortaya attığı bir düşüncenin kur'an tarafında red edilmiş olmasına karşın müslümanlar arasında kabul görmüş olmasıdır. Kul hayatta iken ölüm anı hariç işlemiş olduğu günahından tevbe edebilir ve Allah cc bu tevbeleri kabul edeceğini beyan etmiştir.

Kul yaşadığı zaman süreci içinde muhakkak günah işleyebilir ama onun işlemiş olduğu bu günah, kendisinin müslüman olması hasebiyle  cennete gideceğinin garantisi altında olduğu zannına kapılmasına vesile olmamalıdır.  
----- 031.033 Ey insanlar! Rabbinizden korkunuz ve bir günden de endişe ediniz ki, bir baba evladından bir şey ödeyemez, evlat da atasından bir şey ödeyecek değildir. Şüphe yok ki, Allah'ın vaadi haktır. Sizi dünya hayatı sakın aldatmasın ve sizi o çok aldatıcı (şeytan) Allah hakkında şaşırtmasın. 
------035.005 Ey insanlar; Allah'ın vaadi muhakkak haktır, dünya hayatı sizi aldatmasın. Ve o mağrur da Allah ile sizi aldatmasın.
Şeytan'ın insana karşı olan iğvalar'dan biriside o kulun nasıl olsa affa uğrayacağı zannını vererek günah işlemeye yöneltmesidir. Allah cc günahları bağışlayıcı olduğunu bizlere bir çok ayette bildirmesine rağmen yukarda verilen ayet örnekleri bizim affedilme garantisi rehavetine kapılmamızı önlemeye yöneliktir.   

----- 004.017 Ancak Allah'ın kabul etmesini vaad buyurduğu tevbe, o kimseler içindir ki, bilmeyerek günah işleyip hemen tevbe edenlerin tevbesidir. İşte Allah bunların tevbelerini kabul eder. Allah alîmdir hakîmdir. (Her şeyi bilendir, hikmet sahibidir).
-----004.018 Kötülükleri işleyip dururken, ölüm kendisine geldiği zaman; «şimdi tevbe ettim» diyenler ile kafir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir. İşte onlara elem verici azab hazırlamışızdır.

Ğaffar olan Allah cc günahlar için yapılan tevbeyi kabul edeceğini beyan etmesine rağmen ölüm anında "şimdi tevbe ettim" diyerek kafir olarak ölenlerin tevbelerinin makbul olmayacağını bildiriyor. Eğer bir kul tevbe kapısı her zaman açık deyip günahları kendisine alışkanlık edecek olursa bu durum kul için bağışlanması imkansız bir durum meydana getirecektir.   

 İsrailoğulların yapmış oldukları cürümlere karşı geliştirmiş oldukları "sayılı günlerde ateşin dokunması" kalkanı kur'an tarafından reddedilmiş olup, bu red görmezlikten gelinerek islam düşüncesine sokulmuştur, bu düşünce etrafında yine kur'anın red ettiği şefaat düşünceside devreye sokularak muhammed sav e "şefaatım ümmetimden büyük günah işleyenedir" şeklinde bir söz söylettirilmiştir. 

-----004.031Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz.
-----042.037 Onlar, büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar.
-----053.032 Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için 053.032] [DV] Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.
. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.

Rabbimiz bizlere büyük günahlardan kaçınmayı emrederken muhammed as a söyletilen uydurma sanki onun kur'anın emrine ters olarak büyük günahları teşvik ettiği gibi bir durum meydana getirmiştir. Necm s 32 deki " kendinizi temize çıkarmayın." emri, cenneti garantilemiş gibi bir havaya girmeyin anlamındadır.

Sonuç olarak, israiloğullarının bir iftirası olduğu bildirilen "ateşin sayılı günler dokunması" konusu islam inancında yerini bulmuş ve müslümanlar arasında, "nasıl olsa cennet garanti" şeklinde bir hava oluşturularak israioğulları gibi günahların içselleştirilmesine dönüştürülmüş olup birde buna ilaveten şefaat konusu ilave edilerek " ateş bize hiç dokunmayacak" şeklinde bir düşünce üretilmeye çalışılmıştır. Kulun korku ile ümit arasında olması her zaman tetikte  bulunması esas olmasına rağmen "nasılsa affedileceğiz" mantığı ile iş ahiretteki şefaatçilere bırakılmıştır. Kıyamet günü bunun böyle olmadığı ortaya çıkınca dünya hayatını affedilme hayali ile boşa geçirenler tekrar dünyaya geri döndürülmesi mümkün olmayacaktır.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.