diyenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
diyenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Haziran 2018 Salı

Bakara s. 249. Ayetindeki Bir Çeviri Sorunu: "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" Diyenler Kimler?

Bakara s. 249. ayetini Türkçeye çevrilmiş olan meallerden okuyan bir kimsenin kafasında, bu ayet içinde geçen "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" diyenlerin kimler olduğuna dair bir takım soru işaretleri oluşacaktır. Çünkü yapılan bir çok çeviri maalesef, bu cümlenin kimler tarafından söylendiğini meale yansıtmamış (bazı meallerde yansıtıldığını görmekteyiz) bunun neticesinde ise, bu sözü söyleyenlerin Talut'un emrine itaat eden gurup olduğu gibi bir durum ortaya çıkarak, bir çeviri sorunu oluşturmuştur. 

Yazımızın konusu, bu cümlenin kimler tarafından söylendiğinin çeviriye yansıtarak, okuyucuların kafasında oluşabilecek soru işaretlerinin giderilmesine yönelik olacaktır.

 فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِ قَالَ إِنَّ اللَّهَ مُبْتَلِيكُمْ بِنَهَرٍ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنِّي وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَإِنَّهُ مِنِّي إِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِهِ ۚ فَشَرِبُوا مِنْهُ إِلَّا قَلِيلًا مِنْهُمْ ۚ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ ۚ قَالَ الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُمْ مُلَاقُو اللَّهِ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ مَعَ الصَّابِرِينَ

Ayetin çevirileri genellikle şu şekilde yapılmaktadır:

[002.249] Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir» dedi. Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler. Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince, «Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok» dediler. Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: «Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler.

Öncelikle şunu söylemek isteriz ki: İddiamız, bu ayetin yapılan çevirilerinin hatalı olduğu değil, okuyucunun kafasında bir takım soru işaretleri belirecek şekilde yapılmış olmasıdır. Oluşabilecek soru işaretlerinin, ayet içine parantez açılmak sureti ile giderilmesi mümkündür.

Şimdi ayeti bir kaç parçaya bölerek okumaya çalışalım.

"Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, «Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir» dedi"

Ayetin bu cümlesi Talut'un, ordusunu bir güven ve itaat testine tabi tuttuğunu göstermektedir. Geçecekleri yol üzerinde olan ırmağın suyundan içip içmemeleri, ordunun Talut'a karşı ne derece itaatkar olduğunun göstergesi olacaktır.

" Onlardan pek azı hariç, sudan içtiler."

Bu cümle Talut'un ordusu içinde büyük bir kesimin onun emrine itaat etmediğini göstermektedir.

Talut'un ordusunu tabi tuttuğu bu deneme, aynı zamanda ordu içinde bir ayrışıma da sebep olacaktır. Çünkü bir komutanın, kendisine itaat etmeyen askerler ile çıkacağı bir sefer, kendi sonunu eli ile hazırlamasına sebep olacaktır. Talut'un söylediği "ondan içen benden değildir" sözü, nehrin suyundan içen askerlerin orduya artık dahil olmayacağını ordu dışında kalacağını göstermektedir.

Burada dikkate alınması gereken önemli bir husus, ordunun iki kısma ayrılmış olmasıdır. Ayetin bundan sonraki kısmında bu ayrışımın ortaya çıkarılması önemlidir.

"Kendisi ve kendisiyle olan inananlar ırmağı geçince"

Talut artık sadece kendisine itaat eden askerler ile kalmış, diğerleri ordudan ayrılmış, yola kendisine itaat eden askerlerle devam etmektedir. Cümle içinde geçen آمَنُوا kelimesinin, "İnananlar, İman edenler" şeklinde çevrilmesine karşın bu kelimenin çevirisine, kelimenin sözlük anlamlarından biri olan Güven anlamının verilmesinin daha uygun olacağını burada hatırlatmak isteriz.

"Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok dediler

Bu cümle ayetin çevirisinde sorun teşkil ettiğini düşündüğümüz cümledir. Çünkü bu sözü sanki bir önceki cümledeki  "Kendisi ve kendisiyle olan inananlar" olarak bahsedilen kimselerin söylemiş olduğu gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Halbuki ordu içinde ayrışım meydana gelmiş, itaat etmeyenler ordudan ayrılmış, itaat edenler ise Talut ile yola devam etmektedir. Talut'a itaat eden askerlerin ise "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" sözünü söylemiş olmaları pek mümkün değildir.

Bu sözü, Talut'a itaat etmeyerek ordudan ayrılanların söylemiş olması, daha makul bir yaklaşımdır. Bu durumun çeviriye parantez açılmak sureti ile yansıtılması, okuyucuda oluşması muhtemel olan soru işaretlerini ortadan kaldıracaktır.

"
Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: «Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir» dediler."

Bu sözü söyleyenler ise, Talut'a itaat ederek orduda kalan askerlerdir. Burada iki gurubun birbiri ile karşılıklı olarak bir konuşması söz konusudur.

Talut'a itaat etmeyen ordudan ayrılanlar= Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok.
Talut'a itaat eden ordu içinde kalanlar=    Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir.

Bu ayet ile ilgili olarak bizim yapmaya çalıştığımız çeviri örneği şu şekildedir:

Bakara s. 249- Talut ordusu ile sefere çıktığında (ordusuna), "Allah, (bana itaat edip etmediğiniz ve güven duyup duymadığınız hususunda) sizi bir nehir ile imtihan edecek, kim o nehrin suyundan içerse (bana itaat etmemiş ve bana güven duymamış olduğu için) benden değildir. O nehrin suyundan bir avuç almak müstesna olmak üzere tatmayan ise (bana itaat etmiş ve güven duymuş olduğu için) bendendir." dedi. Talut'un bu emrine rağmen ordusundan az bir kısmı müstesna olmak üzere, o nehrin suyundan içti (ona itaat eden ve etmeyenler, güven duyan ve duymayanlar böylece birbirinden ayrılmış oldu). Nehri, kendisine itaat eden ve güven duyanlar ile birlikte geçtiğinde, (Talut'a itaat etmeyen ve güven duymayan geride kalanlar) "Bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" dediler. Rablerine kavuşacaklarını kesin olarak bilen (Talut'a güven duyan ve itaat eden) ler ise, "Nice sayıca az olan topluluk vardır ki, Allah'ın izni ile sayıca çok olan topluluğa karşı galip gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir" dedi.

                                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

7 Ekim 2016 Cuma

Al-i İmran s. 75. Ayeti : "Bizden Olmayanlara Karşı Her Yol Mübahtır" Diyenler

Kur'anın "Kitap Ehli" olarak ifade ettiği, Yahudi ve Hristiyanlara hitap eden ayetler , sadece onlarla sınırlı olduğu zannı ile okunduğunda , doğru bir okuma yapılmamış olacaktır. Kur'anın Yahudi ve Hristiyanlar tarafından yapılan bazı amellerin yanlış olduğunu ifade etmesi , o yanlışların biz Müslümanlar tarafından da yapılmamasına yönelik ikazlar olarak okunduğunda , bu kitap daha doğru anlaşılmış olacaktır.

Dünya yüzünde yaşayan insanların farklı yaşama biçimleri (Dinler) etrafında birleşmeleri , beraberinde bu farklılıklara sahip olanların birbirlerine karşı bir takım düşmanca tavırlar içine girmesini de getirmiştir. Halbuki asıl olan bu farklılıklar ile birlikte yaşamasını becerebilmek olması gerekir iken , binlerce yıldır insanlar birbirlerini sadece kendilerinin yaşam biçimlerine (dinlerine) sahip olmadıkları için öldürmüş , hala da öldürmektedir. 

Farklı düşünmek , farklı dinlere sahip olmak, insan tabiatının bir gereği olup , Allah (c.c) dahi kullarının kendi hür iradeleri sonucunda yapmış oldukları seçimlerinin neticelerini bildirerek onları iman ve küfür noktasındaki seçimlerinde serbest bırakmış , onları herhangi bir yolu tercih etmeleri konusunda bir zorlamada bulunmamıştır. 

Kullarının küfrüne razı olmayan (Zümer s.7) fakat , kulları küfür yolunu tercih etmiş olsa bile, onların dünya hayatında yaptığı çalışmalarının karşılığını "Errahman" ismi gereğince , kulları arasında inanan- inanmayan ayrımı gözetmeden veren Allah (c.c) nin kulları , birbirlerine karşı aynı derecede eşit davranma erdeminden maalesef yoksundurlar.  

Kur'ana baktığımız zaman, Allah (c.c) iman edenler ile iman etmeyenler arasındaki ilişkileri düzenleyici bir takım emir ve yasaklar koymuştur. İman edenlerin, iman etmeyenler  ile birbirleri ile yemek yemek ve kitap ehli olanlardan kız almak noktasında(Maide s. 5) bazı insani ilişkileri serbest bırakmasına karşın, "Velayet" kavramının anlam alanına giren konularda, onlarla böyle bir ilişki içine girilmemesini emretmiştir. 

Velayet ilişkisi haricindeki konularda, evrensel insani değerlere uyulması gerektiğini bizlere öğreten ayetlerden bir tanesi Al-i İmran s. 75. ayetidir.

[003.075] Ehl-i Kitab'dan öylesi vardır ki; kantarla emanet bıraksan; onu sana öder. Öylesi de vardır ki; bir tek altın emanet etsen; tepesine dikilmedikçe onu sana ödemez. Bu, onların: Ümmiler hakkında bize karşı sorumluluk yoktur, demelerindendir. Onlar, bile bile Allah'a karşı yalan söylemektedirler.
[003.076]  Hayır, kim ahdini yerine getirir ve sakınırsa; şüphe yok ki Allah, sakınanları sever.

Ayet , Ehli Kitaba mensup olan 2 ayrı insan tipinden bahsetmektedir. 1. insan tipi emanete riayet eden , 2. insan tipi ise emanete ihanet eden eden, yani güncel tabir ile "Batakçı" bir tiptir. Batakçı insan tipi , yaptığı işe dayanak olarak " Ümmiler hakkında bize karşı sorumluluk yoktur" demektedir ve biz, bu sözden yola çıkarak , evrensel ahlak ve insani kuralların "Bizden olan" , "Bizden olmayan" şeklinde bir ayrımı kabul etmediğine , etmemesi gerektiğine vurgu yaparak, bu ayrımcılığın biz Müslümanlar cephesinde de yaşanmasından dolayı meydana gelen durumlara dikkat çekmeye çalışacağız.

[004.058]  Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz vakit adaletle hükmetmenizi emrediyor. Gerçekten Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah işiten ve bilendir.

Nisa s. 58. ayetine baktığımızda "Emanet" kavramı burada da geçmektedir. Bu kavramın daha geniş anlam alanı olduğunu unutmayarak , konumuz olan ayet ile bağını kurabiliriz. Allah (c.c) emanete riayet konusunda "Sizden olan" , "Sizden olmayan" şeklinde  bir ayrım yapmadan emanetlerin ehline yani alındığı yere, gerçek sahibi olanlara teslim edilmesini , adaletin yine sadece bir guruba değil İNSANLARIN HEPSİNE eşit uygulanmasını emretmektedir. 

[060.008]  Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.
[060.009] Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanları veli edinmenizden sakındırır. Kim onları veli edinirse, artık onlar zalim olanların ta kendileridir.

Mümtehine suresindeki bu ayetler , "Bizden değil" diyebileceğimiz insanlara karşı, olması gereken davranışlarımızı düzenlemektedir. Bizden olmayıp , fakat bize herhangi bir zararı bulunmayanlara karşı, evrensel insanlık değerlerini uygulamak zorunda olduğumuz bizlere hatırlatılmaktadır. Onlardan herhangi bir zarar gelmediği sürece , onların kanı , malı ve canları bizlere helal değildir. 

[005.032]  Bundan dolayı İsrailoğullarının üzerine yazdık ki: Her kim, bir nefsi bir nefse veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de, onu diri bırakırsa sanki bütün insanları diriltmiş gibidir. Andolsun ki; onlara, resullerimiz apaçık delillerle geldiler. Bundan sonra da onlardan bir çoğu gerçekten taşkınlık edenlerdir.

Maide s. 32. ayetindeki yazgı sadece İsrailoğullarına özel değil , bütün insanlık üzerine yazılmış olan yazgıdır.Bir insanın hayatını bütün insanların hayatı kadar değerli tutan Rabbimizin bu emri, eğer bütün insanlar tarafından gereğince yerine getirilmiş olsaydı , yer yüzünde haksız yere bir tek insanın dahi katledilmesi acaba mümkün olabilir miydi?. Ancak rivayet merkezli oluşturulan fıkıh yolu ile , bırakın kafir olanların öldürülmesini , Müslüman olanlar bile diğer bazı Müslüman guruplar tarafından "Müşrik" oldukları gerekçesi ile toplu kıyımlara bile tabi tutulmaktadır.

Kökü Türkiye de olan bir dini referans aldığını iddia eden bir cemaatın, Allah (c.c) tarafından yasaklanan faizin , sahipleri yabancı olan bankalardan alınabileceğine dair olan fetvaları, herkes tarafından bilinmekte , ve bağlıları tarafından uygulanmaktadır. Onlara göre sahipleri yabancı olan bankalara para yatırmak , ve bu paranın faizini almak helaldir. 

Al-i İmran suresi 75. ayetinin Müslüman dünyasındaki bir yansıması diyebileceğimiz bu durumun daha kötüsü , bugün İslamı referans aldığını iddia eden silahlı örgütler tarafından yapılmakta ve kendilerinin dışında olan insanların, müşrik oldukları gerekçesi ile hayat hakkı olmadıklarını öne sürerek,  İslam coğrafyasının bir çok yerinde kanlı eylemlere imza atmaktadırlar.

İnsanların , Allah (c.c) nin yasaklamasına rağmen bu tür yollara sapmasına sebep olan en büyük saik , bu yanlışlara dini bir kılıf giydirilmiş olmasıdır. Bu kılıfı giydirenler ise dini bilgi sahibi olduğunu iddia eden kişiler olup , Allah (c.c) adına yapılan yanlışlara bu kişiler yol açmaktadırlar. 

" Ümmiler hakkında bize karşı sorumluluk yoktur" diyerek, kendilerinden olmayanların can , mal , ırz , namus v.s gibi her türlü haklarını gasp etmeyi "Helal" sayanların İslam dünyasındaki versiyonlarının dayanakları ,yine bazı alim zannedilen cahillerin verdikleri fetvalara dayanmaktadır. 

İslam hukukundaki cariyeler ile ilgili fıkha baktığımızda , onlar ile nikahsız olarak cinsel ilişki kurulabileceğine dair fetvaları bulabiliriz. Bir insanın ırzı ve namusu , nikah akdi olmadığı müddetçe kimseye helal değildir. Kur'anın cariyeler ile nikah akdi yapılmasına rağmen , oluşturulan fıkhın temelinde yatan saik , konumuz olan ayette dile getirilen bahane olan , "Ümmiler hakkında bize karşı sorumluluk yoktur"  düşüncesinin Müslüman cenahtaki yansımasıdır.

İslam coğrafyasında hakim olan mezheplere baktığımızda , bu mezheplerin görüşlerinin dayandıkları deliller , Kur'an değil rivayet merkezlidir. Rivayet merkezli fıkıh üretimi öyle bir hal almıştır ki , rivayete uygun olmayan ayet , ya neshedildiğini iddia etmek sureti ile , ya da rivayete uygun bir şekilde te'vil edilerek, o mezhebin görüşlerini tasdik edici bir hale getirilmektedir.

[016.116]  Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak «Bu helâldir, şu da haramdır» demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.

Bugün İslam coğrafyasında yaygın olan fıkhi ve itikadi mezheplerin dayandığı görüşler , bu mezhepleri ortaya atanların yaşadığı zaman içinde , mensup oldukları fikirler doğrultusunda çaldıkları minareye kılıf uydurma çabalarının veya , kendilerine sipariş edilen hükme uygun delil bulmaları sonucundan başka bir şey değildir.

Helal ve haram tayin etmenin sadece Allah (c.c) nin hakkı olduğu bir dinin mensupları olduklarını iddia edenler , bu hakkı önce peygambere vererek , helal haram tayin etme hakkına bir beşerin de sahip olabileceğinin kapısını açmışlar , açılan bu kapıya, kendisine alim , şeyh , müçtehit , gavs , kutup v.s isimleri verilmiş bütün beşerler, akın ederek din adına haram ve helaller uydurmuşlardır.

[009.031] Onlar Allah'tan ayrı hahamlarını, rahiblerini rabblar edindiler. Meryem Oğlu Mesih'i de. Halbuki tek tanrıdan başkasına ibadet etmemekle emrolunmuşlardır. O'ndan başka ilah yoktur. O; bunların şirk koştukları şeylerden münezzehtir.

Kendilerinden olmayanlara her türlü zulmü "Helal" gören Yahudi ve Hristiyanlar , bu hükümleri hahamları ve rahiplerinden aldıkları fetvalara dayanarak  yaptıkları zulüm ile, sevaba nail olmanın verdiği gönül rahatlığı !! içinde yaşarlar iken , Kur'an bunların yaptıkları bu işin "Haham ve rahipleri rab edinmek" olduğunu söylemiş , onlara ve bu kitabın muhataplarına, yaşam içinde olması gereken tek rabbin kim olması gerektiğini hatırlatmıştır. 

Tevbe s. 31 ve benzeri ayetlere iman ettiğini iddia eden biz Müslümanlar ise , aynı yanlışa düşerek , başkalarına yapmak istediğimiz zulmün, veya kendimiz için istediğimiz bazı menfaatlerin dini dayanaklarını Kur'anda bulamadığımız için başka kaynaklardan bulma yoluna gitmekteyiz. Vahiy merkezli bir dinden , kişi merkezli bir dine geçiş ile bulunan bu dayanak, maalesef bugün İslam coğrafyasında yaşayan Müslümanların içinde bulunduğu sorunların kaynağını teşkil etmektedir. 

İyi bilinmelidir ki , insanların ırzı ve namusu kutsal değerler olup , bu değerleri ihlal etmenin, hiç bir surette haklı gerekçeleri yoktur. Kendilerine göre haklı gerekçeler uyduranlar , özellikle bu haklılıklarını dine dayandırmaya çalışanlar ancak Allah'a karşı yalan ve iftira atmaktadırlar. 

Kan , can , mal gibi yine kutsal olarak görülmesi gereken değerlerin "Helal" olarak görülmesinin gerekçeleri , Allah (c.c) nin kitabına uygun olmalıdır. Allah (c.c) adına konuştuğunu iddia ederek , bu konuşmalarını ayetlere değil , bazı kimselerin sözlerine dayandıranların gerekçeleri asla makul sayılmayacağı gibi , bu gerekçeler ancak yalan ve iftiradan başka bir şey olmayacaktır. 

Can , mal , akıl , din ve neslin korunması , insan olmanın bir gereği olan temel haklardandır. "Darü'l Harp fıkhı" adında oluşturulmuş , rivayetlere dayalı bir fıkhın , insanların ırzını , namusunu , kanını , malını , canını kendilerinin belirledikleri şartlar dahilinde helal olarak görmeleri asla Allah (c.c) nin emri olarak dayatılamaz.

Sonuç olarak : Kitap ehline mensup olanların yapmış oldukları bazı davranışları eleştiren Kur'an , bu davranışları sadece onlar yaptığı için değil , bizlerinde yapma potansiyeli olduğu için , bizlere ikaz mahiyetinde onları eleştirmektedir. "Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla" mantığı içinde anlaşılması gereken bu ikazlar, bizler için yol işaretleri olarak okunmalıdır.

Allah (c.c) , "İnanan-İnanmayan" şeklindeki ayrımı , ahirette yapacağını bildirerek , bu dünyada böyle bir ayrım yapmamaktadır. Bizler ise bizim dışımızda olan ve "Kafir" olarak bildiğimiz insanlara karşı olan davranışlarımızı "Her şey serbest" mantığı ile değil , yine kul olma sorumluluğumuz çerçevesinde bize çizilen davranış modeline uymak zorundayız.

Karşımızdaki insanı tabi tutacağımız temel kriterler , bizden olup olmadığına göre değil , o insanın da en az bizim kadar hak sahibi olduğu esasına dayanmalıdır. Kendimiz için istemediğimiz bazı şeyleri , başkaları için mübah saymak , İslam inancı ile asla bağdaşmaz.

Allah (c.c) kimseye , kendisi ile aynı inancı ve düşünceyi paylaşmadığı için , haksızlık etmek , malını gasp etmek , ırzını ve namusunu çiğnemek , kanını ve canını helal saymak hakkını vermediği gibi , böyle bir hakkı kendisinde görenler , ve bu hakkı dini bir delile dayandırarak fiile geçirenler , Allah (c.c) adına yalan söylemektedirler. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

28 Nisan 2013 Pazar

Ateş Bize sayılı Günler Dokunacaktır Diyenler

Kur'an israiloğulları ile ilgili bilgiler verirken onların "ateş bize sayılı günler dokunacaktır" demelerinden bahseder ve bu dediklerinin yanlış olduğunu ifade eder. Bu iddialarından önce israiloğullarının günahı içselleştirdikleri görülmekte olup onların bu günahlarına kılıf olmak amacı ile işlemiş olduklarına karşı böyle bir düşünce geliştirip ateş sonrası cenneti garantilemiş gibi bir hava estirdikleri görülmektedir. Kur'an onların bu iddialarını reddetmiş olmasına rağmen aynı iddia müslüman olduklarını söyleyen insanlarda nerdeyse bir akide konusu haline getirilmiştir. Önce israiloğullarının bu iddiaları ilgili ayetleri görelim.  

------[002.080] «Ateş bize sadece sayılı birkaç gün değecektir», derler; sor, «Allah katından siz söz mü aldınız?», eğer öyle ise Allah sözünden caymayacaktır. «Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?
-----[003.024]  Bu, onların: «Bize ateş sadece sayılı birkaç gün değecektir» demelerindendir. Uydurup durdukları şeyler, onları dinlerinde yanıltmıştır. 

Bakara ve al-i imran surelerinde geçen bu ayetlerin öncesine baktığımız zaman israiloğulların işledikleri cürümler anlatılmakta olup bu cürümlerinin cezasını ateşte belli bir zaman içinde kalarak ödedikten sonra cennete geçirilecekleri gibi bir zan içinde oldukları görülmekte olup sonraki ayetler bu iddialarını red etmektedir.  

----- [002.081]  Hayır öyle değil; kötülük işleyip suçu kendisini kuşatmış olan kimseler; cehennemlikler işte onlardır. Onlar orada temellidirler.
-----[003.025] [DI] Geleceğinden şüphe olmayan günde, onları topladığımız ve haksızlık yapılmayarak herkese kazandığı eksiksiz verildiği zaman, nasıl olacak?

İsrailoğullarının yapmış oldukları cürümlerin anlatılma sebebi, sadece onların ne menem bir kavim olduklarının ifşası değil insan olmaları hasebiyle yasak delme ve bu konuda insanın dini kuralları nasıl alt üst edebileceğinin canlı bir örneğidir. Günahları işlemeden önce o günahın karşılığı için bir kılıf uyduran israiloğulları, nasıl olsa ateşten çıkacağız" mantığı ile günahları içselleştirmekte bir beis görmeden cürüm yolundaki taşları ayıklama yoluna gitmişlerdir.     

İsrailoğullarının iddiasının aynısı islam düşüncesi içindeki yerini alarak,günahları olan müslümanların günahlarınının cezasını çektikten sonra cennete gideceği kuralı konulmuştur. İslam düşüncesi içinde yerini bulan "sayılı gün ateş dokunması" iddiası meryem s. 71. ayeti üzerinden delillendirlmeye çalışılsada bağlamdan kopuk  ve ön kabullu bir okumanın ürünü olduğu açıktır, Bu konu ile ilgili olarak " meryem s 71. ayeti ile ilgili bir mülahaza" adlı yazımıza bakılabilir.    

Kur'an, kıyamet sonrası olacakları açık seçik olarak bir çok ayette anlatmış olmasına karşın kıyamet günü günahkar müslümanların önce ateşe sonra cennete gireceklerine dair herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Bu düşüncenin kabul görmesi, harici düşüncesindeki "büyük günah işleyen kafirdir" söylemine karşı üretilmiş karşı bir bir düşünce olduğu açıktır, her ne kadar haricilerin bu düşüncesine katılmasak'da büyük günah işleyen kişinin durumu hakkında Allah cc kıyamet günü en doğru kararı verecektir. Bu yazımızdaki amaç bu konuyu tartışmak değil israiloğullarının ortaya attığı bir düşüncenin kur'an tarafında red edilmiş olmasına karşın müslümanlar arasında kabul görmüş olmasıdır. Kul hayatta iken ölüm anı hariç işlemiş olduğu günahından tevbe edebilir ve Allah cc bu tevbeleri kabul edeceğini beyan etmiştir.

Kul yaşadığı zaman süreci içinde muhakkak günah işleyebilir ama onun işlemiş olduğu bu günah, kendisinin müslüman olması hasebiyle  cennete gideceğinin garantisi altında olduğu zannına kapılmasına vesile olmamalıdır.  
----- 031.033 Ey insanlar! Rabbinizden korkunuz ve bir günden de endişe ediniz ki, bir baba evladından bir şey ödeyemez, evlat da atasından bir şey ödeyecek değildir. Şüphe yok ki, Allah'ın vaadi haktır. Sizi dünya hayatı sakın aldatmasın ve sizi o çok aldatıcı (şeytan) Allah hakkında şaşırtmasın. 
------035.005 Ey insanlar; Allah'ın vaadi muhakkak haktır, dünya hayatı sizi aldatmasın. Ve o mağrur da Allah ile sizi aldatmasın.
Şeytan'ın insana karşı olan iğvalar'dan biriside o kulun nasıl olsa affa uğrayacağı zannını vererek günah işlemeye yöneltmesidir. Allah cc günahları bağışlayıcı olduğunu bizlere bir çok ayette bildirmesine rağmen yukarda verilen ayet örnekleri bizim affedilme garantisi rehavetine kapılmamızı önlemeye yöneliktir.   

----- 004.017 Ancak Allah'ın kabul etmesini vaad buyurduğu tevbe, o kimseler içindir ki, bilmeyerek günah işleyip hemen tevbe edenlerin tevbesidir. İşte Allah bunların tevbelerini kabul eder. Allah alîmdir hakîmdir. (Her şeyi bilendir, hikmet sahibidir).
-----004.018 Kötülükleri işleyip dururken, ölüm kendisine geldiği zaman; «şimdi tevbe ettim» diyenler ile kafir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir. İşte onlara elem verici azab hazırlamışızdır.

Ğaffar olan Allah cc günahlar için yapılan tevbeyi kabul edeceğini beyan etmesine rağmen ölüm anında "şimdi tevbe ettim" diyerek kafir olarak ölenlerin tevbelerinin makbul olmayacağını bildiriyor. Eğer bir kul tevbe kapısı her zaman açık deyip günahları kendisine alışkanlık edecek olursa bu durum kul için bağışlanması imkansız bir durum meydana getirecektir.   

 İsrailoğulların yapmış oldukları cürümlere karşı geliştirmiş oldukları "sayılı günlerde ateşin dokunması" kalkanı kur'an tarafından reddedilmiş olup, bu red görmezlikten gelinerek islam düşüncesine sokulmuştur, bu düşünce etrafında yine kur'anın red ettiği şefaat düşünceside devreye sokularak muhammed sav e "şefaatım ümmetimden büyük günah işleyenedir" şeklinde bir söz söylettirilmiştir. 

-----004.031Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz.
-----042.037 Onlar, büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçınırlar; kızdıkları zaman da kusurları bağışlarlar.
-----053.032 Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için 053.032] [DV] Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.
. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.

Rabbimiz bizlere büyük günahlardan kaçınmayı emrederken muhammed as a söyletilen uydurma sanki onun kur'anın emrine ters olarak büyük günahları teşvik ettiği gibi bir durum meydana getirmiştir. Necm s 32 deki " kendinizi temize çıkarmayın." emri, cenneti garantilemiş gibi bir havaya girmeyin anlamındadır.

Sonuç olarak, israiloğullarının bir iftirası olduğu bildirilen "ateşin sayılı günler dokunması" konusu islam inancında yerini bulmuş ve müslümanlar arasında, "nasıl olsa cennet garanti" şeklinde bir hava oluşturularak israioğulları gibi günahların içselleştirilmesine dönüştürülmüş olup birde buna ilaveten şefaat konusu ilave edilerek " ateş bize hiç dokunmayacak" şeklinde bir düşünce üretilmeye çalışılmıştır. Kulun korku ile ümit arasında olması her zaman tetikte  bulunması esas olmasına rağmen "nasılsa affedileceğiz" mantığı ile iş ahiretteki şefaatçilere bırakılmıştır. Kıyamet günü bunun böyle olmadığı ortaya çıkınca dünya hayatını affedilme hayali ile boşa geçirenler tekrar dünyaya geri döndürülmesi mümkün olmayacaktır.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.