ayetindeki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ayetindeki etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Kasım 2016 Perşembe

Araf s. 167. Ayetindeki "Men" Edatının Çevirileri Üzerine Bir Mülahaza

Kur'an'ın indiği dilden başka bir dile çevrilmesi , veya bir ayetin yorumlanmasında, Arap dilini bilmenin gereği ile birlikte , ayetin diğer ayet ve konularla olan bağının kurulması önem arz etmektedir. Elimizde olan Kur'an çevirileri ve tefsirlerinde gözlemlenen bir durum olan, konu bütünlüğünün dikkat edilmemesi nedeniyle, bazı yanlış çeviri ve yorumların olduğu herkesin malumudur. 

Bu yazımızda, Araf s. 167. ayetini ele alarak, bu ayetin çevirileri ile ilgili düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz. Ayet , 163. ayetten başlayan deniz kıyısında yaşayan bir topluluk ile ilgili kıssanın bağlamına dahildir. Kıssa ile ilgili olarak bundan önce bir yazımız mevcut olup , bu ayetin çevirisi ile ilgili düşüncemizi , ayrı bir başlık altında paylaşacağımızı söylemiştik.

وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَن يَسُومُهُمْ سُوءَ الْعَذَابِ إِنَّ رَبَّكَ لَسَرِيعُ الْعِقَابِ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ

Araf s. 167 ayetini ağırlıklı olarak yapılan çevirileri şu şekildedir ;

[007.167] Rabbin, kıyamet gününe kadar, onları, kötü azaba uğratacak KİMSELERİ üzerlerine göndereceğini bildirmişti. Doğrusu Rabbin, cezayı çabuk verir. Doğrusu O bağışlar ve merhamet eder.

Ayetin çevirisinde problem teşkil ettiğini düşündüğümüz nokta , ayet içindeki "Men" (kimse) edatının tekil olarak olması gereken anlamının , çoğul olarak "Kimseleri" şeklinde çevrilmiş olmasıdır. Bazılarımız bunu gereksiz bir ayrıntı olarak görebilir , fakat ayet içindeki geçen " Yesumuhum su el azabi" ibaresinin, diğer ayetler ile bağlantısının kurulması , "Men" edatının doğru olarak çevrilmesi ile bağlantılıdır. Men edatını  "Kimse" olarak yerine "Kimseleri" şeklinde çevrildiği zaman, bu ibare ile kimin kast edilmiş olabileceği maalesef anlaşılamayacaktır. 

Araştırma imkanı bulduğumuz çeviriler içinde, Ali Fikri Yavuz ve Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın ayeti ,  bu edata doğru anlam vererek ayeti çevirdiklerini gördük. Ancak Elmalılı mealinin sadeleştirilmişinde, bu edatın orjinal meale sadık kalmayarak çoğul olarak değiştirildiğini de gördüğümüzü burada söylemek istiyoruz.

Ali Fikri Yavuz :
O vakit (ey Rasûlüm), senin Rabbin yeminle şunu bildirdi: Muhakkak kıyamet gününe kadar, Yahudîler üzerine hep o kötü azâbı sürecek olan kimseyi gönderecektir. Gerçekten Rabbin cezayı çok çabuk verendir. Yine şüphe yok ki o, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.

Elmalılı Hamdi Yazır :
Ve o vakit rabbın şu ahdı i'lâm buyurdu: lâbüd kıyamet gününe kadar üzerlerine hep o kötü azâbı peyleyecek kimse gönderecek, şüphe yok ki rabbın çok seri' ıkablı, yine şüphe yok ki o çok gafur, çok rahîmdir

Araf s. 167. ayetinde geçen "Men" edatının doğru anlamını tespit ettikten sonra sıra, ayette bu edat ile kast edilen kişinin kim olduğunu tespit etmeye gelmektedir.

Ayet içinde geçen " Men yesumuhum su el azabi" (o kötü azâbı sürecek olan kimseyi) cümlesinin, Firavun'un İsrailoğullarına uyguladığı zulmün anlatıldığı ayetlerde geçen cümle ile ilgilisinin kurulmak sureti ile anlaşılmasının kolaylaşacağını düşünmekteyiz. 

 [002.049]  sizi Firavun ailesinden de kurtardık, size azabın en kötüsünü reva görüyor (yesumuneküm su el azabi), oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı.

[007.141]  sizi, Firavun ailesinin de kurtardık, hatırlasanıza, size azabın en kötüsünü reva görüyorlar, (yesumuneküm su el azabi)oğullarınızı öldürüyorlar, kızlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda sizin için Rabbiniz tarafından büyük imtihan vardı.

[014.006]  Hani Musa kavmine demişti ki: Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü o, sizi azabın kötüsüne uğratan(yesumuneküm su el azabi) , kadınlarınızı sağ bırakıp oğullarınızı boğazlayan Firavun hanedanından kurtarmıştı. Bunda Rabbınızdan büyük bir imtihan vardır.

Yukarıdaki ayetler , İsrailoğullarının Firavun'dan gördüğü baskı ve zulümleri ifade etmektedir. İsrailoğullarının Firavun zulmü altına düşmeleri , Sünnetullah dediğimiz toplumsal yasaların bir sonucu olup , Araf s. 167. ayeti bu durumu anlatmaktadır. 

Allah (c.c) gönderdiği elçileri vasıtası ile , kullarının yeryüzünde işlediklerinin karşılığını nasıl alacaklarını bildirmiş ve bu karşılığı belirli bir yasaya bağlayarak ayrım gözetmeden bütün topluluklar üzerinde işletmiştir. 

Araf s. 167. ayetinde " Rabbin, kıyamet gününe kadar, onları, kötü azaba uğratacak kimseyi üzerlerine göndereceğini bildirmişti" cümlesi , İsrailoğullarının daha önce kendi elleri ile işledikleri yüzünden Firavun tarafından azabın en kötüsüne uğratıldıklarını hatırlatarak , bu durumun bir kereye mahsus olmadığını , hak edişe bağlı olarak , kıyamete kadar her zaman tekrarlanabileceğini hatırlatmaktadır. 

Burada dikkati çeken nokta , Firavun artık belirli bir zaman ve mekanda yaşamış olan tarihsel bir şahsiyet olmaktan çıkarak , kıyamete kadar gelecek ve insanlara zulmeden bir kimselerin sembolik ismi haline gelmiştir. Kur'an'ın Firavun'u zulmün evrensel sembolü haline getirmek sureti ile İsrailoğullarına örnek vermesi , onların Firavun zulmü altında yıllarca ezilerek büyük kayıplar verdiklerini kendilerinin çok iyi bildikleri içindir. 

Araf s. 167. ayetinin , 163. ayetten başlayan bir bağlama sahip olduğunu hatırlamak , bu ayetin anlaşılmasında kolaylık sağlayacaktır. Deniz kıyısında yaşayan topluluk , kendilerine emredilen yasağı çiğnemek sureti ile , "Qıredeten hasiin" olarak ifade edilen duruma düşerek , 167. ayette düşülen bu durumun , tüm zamanlar için geçerli bir durum olduğu beyan edilmektedir.


Sonuç olarak : Araf s. 167. ayetindeki "Men" edatı , konu ve Kur'an bütünlüğü gözetilmemesi sebebiyle , tekil olarak anlam verilmesi gerekirken , çoğul olarak anlam verilmiştir. Uygun olmayan bu anlamın edata verilmiş olması , bu edat ile kast edilen kişinin Firavun olduğuna yapılan vurgunun es geçilmesine sebep olmuştur. Firavun , tarihte yaşamış ve zulmü ile maruf bir kişilik olarak , tüm zamanlarda gelecek olan zalimlerin ortak ismi haline Araf s. 167. ayetindeki vurgu ile gelmiştir. 

Yazının çerçevesi ayet içindeki edatın çevirisi ile sınırlı olduğu için ayetin dahil olduğu deniz kıyısındaki topluluğun kıssası ve bu kıssanın vermek istediği mesajı konu alan yazımızın linki aşağıdadır. 

https://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2016/11/araf-s-163-171-ayetleri-bir-toplum-nasl.html

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


8 Şubat 2015 Pazar

Enam s. 23. Ayetindeki "Fitnetuhum" Kelimesinin Çevirileri Üzerine

Alemlere rahmet ve hidayet rehberi olan Kur'an, Arap dilinde nazil olmuş bir Kitap olması nedeni ile bu dili bilmeyenlerin  Kur'anı anlamaları için konuştukları dile çevrilmiş olması gerekmektedir. Türkiye bazında düşündüğümüz zaman son yıllarda Kur'ana olan ilginin artması beraberinde çevirilerinde artmasını getirmiştir. Bu sevindirici durumun yanısıra yapılan çevirilerde bir takım hatalar gözümüze çarpmaktadır. Bu hataların sebebi Arapçayı bilmemekten değil , çeviri yapmaya soyunanların Kur'ana olan hakimiyet noktasında yetersizliklerinden kaynaklanmaktadır.

Arapçayı bilmeyen fakat , Kur'an bütünlüğüne vakıf olan bir okuyucu dahi bu tür çeviri hatalarını görebilmektedir. Herkesin Arapçayı öğrenme imkanı olmaması nedeniyle çevirilerin okunmaya devam etmesi gerektiğini, ancak çeviri yapanların Arapçadan önce Kur'an bütünlüğüne vakıf olmaları gerektiğini hatırlatarak bu tür bir vukufiyetsizlik sonucu yapılmış olan Enam s. 23. Ayetinin çevirisi ile ilgili olarak düşüncelerimizi paylaşmaya çalışalım.

"Summe lem tekun fitnetuhum illâ en kâlû vallâhi rabbinâ mâ kunnâ muşrikîn(muşrikîne)."

Enam s. 21-24. Ayetlerinde , Allaha karşı yalan düzüp uyduran zalimlerin Ahiret günündeki halleri tasvir edilmekte , 23. Ayette onların Dünya hayatındaki yapmış oldukları fitneye devam edemedikleri görülmektedir. Bu Ayetin çevirileri genel olarak şu şekildedir. 

Adem Uğur:
Sonra onların mazeretleri, "Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık!" demekten başka bir şey olmadı.

Ahmet Tekin :
Sonra onlar inkârlarının ve yalana cüretlerinin sebep olduğu azabı gördüklerinde:
'Rabbimiz Allah’a yemin ederiz ki, biz ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında Allah’a ortak koşan müşriklerden değildik' demekten başka bir mazeret ileri süremeyecekler.

Ahmet Varol :
Sonra: 'Rabbimiz olan Allah'a yemin olsun ki, biz Allah'a ortak koşanlar değildik' demekten başka bir kaçamak bulamazlar.

Ali Fikri Yavuz :
Sonra (kurtuluş için) özürleri mevcut olmayıp sadece şöyle diyeceklerdir: “- Rabbimiz olan Allah’a yemin ederiz ki, biz, müşriklerden değildik.”

Bayraktar Bayraklı :
Sonunda şunu söylemekten başka bahaneleri kalmaz: “Rabbimiz Allah’a yemin olsun ki, ortak koşanlardan değildik.”

Edip Yüksel :
Onların tek savunması şu olacak: 'Rabbimiz ALLAH'a andolsun ki biz ortak koşmadık.'

Şaban Piriş :
Fakat onların şaşkınlıkları ile (cevapları) “Rabbimize Vallahi, şirk koşanlardan değildik” demekten başka bir şey olmayacaktır.

Verdiğimiz meal örneklerinde "Fitnetuhum" kelimesine , başta "Mazeret" olmak üzere , Kaçamak , Özür, Bahane, Savunma v.s anlamlar verildiğini görmekteyiz. 

Başka Ayetlerde Cehennem ehlinin öne sürdükleri mazeretlerin kabul edilmeyeceğini görmekteyiz , bu durum "Mazeret" kelimesi ile ifade edilmektedir. Fitne kelimesi bu tür bir anlama gelmez iken, maalesef "Mazeret" anlamında çevrilerek hata yapılmıştır.

 [030.057] Zulmedenlerin, o gün mazeretleri fayda vermez; artık kendilerinden Allah'ı hoşnut edecek şeyleri yapmaları da istenmez.
 [040.052] O gün; mazeretleri zalimlere fayda vermez. La'net onların, yurdun kötüsü de onlarındır.

"Mazeret" kelimesinin kullanılmasını göz önüne alarak , "Fitnetuhum" kelimesinin bu anlama gelmeyeceğini biraz düşünüp bu kelimenin anlam alanı biraz araştırılsaydı bu tür hatalı anlamların verilmesinin önüne geçilebilirdi.

Bu çevirilerin yanısıra doğru çeviri olduğunu düşündüğümüz çevirileri yazımızın sonunda vereceğiz , bu çevirileri vermeden önce "Fitne" kelimesinin anlam alanı etrafında kısaca durarak Enam s. 23. Ayetinde kullanılma sebebini görelim.

"Fitne" kelimesi ; Fe -Te-Ne kökünden , "Altının kalitesinin kaç ayar olduğunun belli olması için onun ateşte eritilmesi" anlamına gelir. Bu sözlük anlamı Kur'an ile ıstılahlaşarak , "Kişinin imanının kaç ayar olduğunun belli olması için onun denenmesi" anlamında kullanılmıştır.

Fitnenin ıstılah anlamından yola çıkarak , Kur'anda bir gezinti yaptığımız takdirde , bu çeşit denemenin 1-Allah (c.c) 2- İnsan kaynaklı olduğunu görürüz. İnsan kaynaklı fitneyi Kur'anda, Mü'minlerin arasını bozma, onları sıkıntıya düşürme v.s gibi çalışmalar olarak özetlemek mümkündür. Bu çalışmaları Mü'min olmayanların yaptığını onların Müşrik , Münafık ,Kafir olarak isimlendirilenlerin yaptıklarını yine Kur'anda görmekteyiz. Vereceğimiz bir kaç Ayet meali konuyu anlamaya yardımcı olacaktır.

[002.191] Ve onları her nerede bulursanız öldürünüz. Ve sizi çıkarmış oldukları yerden siz de onları çıkarın. Fitne ise katilden daha şedîttir. Ve onlar sizinle savaşta bulunmadıkça siz de Mekke hareminde onlar ile savaşta bulunmayınız. Fakat onlar sizinle savaşta bulunurlarsa onları öldürünüz. Kâfirlerin cezası böyledir.
[002.193]  Fitne kalmayıp, din de Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Vaz geçerlerse, artık zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.
[002.217] Sana haram aydan ve onda savaştan soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak; büyük bir günahtır. Fakat insanları Allah yolundan alıkoymak ve O'nu inkar etmek, Mescid-i Haram'a gitmelerine engel olmak, onun ehlini oradan çıkarmak Allah katında daha büyük günahtır. Fitne, katilden de beterdir. Kafirlerin güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşa devam ederler. Sizden her kim dininden dönerde kafir olarak ölürse; onların yaptığı ameller dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Ve onlar, cehennem ehlidirler. Orada temelli kalacaklardır.
[004.091]  Bir de öyleleriyle karşılaşacaksınız ki onlar hem sizden, hem de kendi kavimlerinden emin kalmak isterler. Bunlar ne zaman fitneye çağırılsalar derhal ona dalarlar. Ohalde bunlar sizden uzak durmaz, size barış teklif etmezler, ellerini sizden çekmezlerse onları nerede bulursanız yakalayın, öldürün! İşte bunlara karşı size kesin bir izin ve yetki vermişizdir.
[008.039]  Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.
[008.073] Küfredenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmzsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.
[009.047](Münafıklar) Eğer içinizde (onlar da savaşa) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı ve mutlaka fitne çıkarmak isteyerek aranızda koşarlardı. İçinizde, onlara iyice kulak verecekler de vardır. Allah zalimleri gayet iyi bilir.
[033.014] Eğer Medine'nin etrafından üzerlerine varılmış olsa, sonra da kendilerinden fitne çıkarmaları istense hemen buna girişip derhal yapmaktan geri kalmazlardı.

Hayatlarını Mü'minler arasında fesada harcayarak ölen ve hesap günü artık kaçacak bir yerleri olmayanların hali şu şekilde anlatılmaktadır.

[016.087]  O gün (artık) Allah'a teslim olmuşlardır ve uydurdukları (yalancı ilahlar) da onlardan çekilip-uzaklaşmıştır.
[037.026]  Hayır; bugün onların hepsi teslim olmuşlardır.

Zalimler o gün Dünya hayatında yaptıklarının karşılıklarını çekmek üzere Cehenneme sevk edilirler ve hiç bir yardımcıları yoktur, feryatları hiç bir şekilde fayda etmeyecektir. 

Enam s. 21-24. Ayetleri de zalimlerin bu durumlarını anlatmaktadır. Bu Ayetleri Elmalılı mealinden vermek istiyoruz. Bunun sebebi Elmalılının Enam s. 23. Ayetine verdiği anlamın doğru olduğunu düşünmemizdir. 

 [006.021] [E0] Allaha iftira ederek yalan uyduran veya onun âyetlerine yalan deyen kimseden daha zalim kim olabilir? Şüphe yok ki zalimler felâh bulmazlar
[006.022] [E0] Hele hepsini Mahşere toplıyacağımız, sonra o şirk koşanlara diyeceğimiz gün: Hani nerede o sizin zu'm etmekte olduğunuz şerikleriniz?
[006.023] [E0] SONRA BAŞKA FİTNELİK EDEMEYECEKLER SADE ŞÖYLE DİYECEKLER :RABBİMİZ ALLAHA YEMİN EDERİZ : VALLAHİ BİZLER MÜŞRİK DEĞİL İDİK.
[006.024] [E0] Bak vicdanlarına karşı nasıl yalan söylediler, gâib oluverdi de kendilerinden o uydurdukları ma'budlar

21-24. Ayetler de Dünya hayatlarında Mü'minlerin aralarını bozmak için fitne peşinde koşanların artık fitne peşinde koşamayacakları , ateşten kurtulmak için yalana dahi başvuracak kadar çaresiz bir durumda kalacakları beyan edilmektedir. 

Elmalılı nın verdiği bu anlamın daha doğru ve FİTNE KELİMESİNİN KUR'AN BÜTÜNLÜĞÜNDE KULLANILIŞINA SADIK KALINARAK YAPILDIĞINI düşünmekteyiz. Gel gelelim Elmalılıyı SADELEŞTİRME adına yapılan çalışmaların , bu işlerin ,Kur'anı anlamak şöyle dursun  ELMALILI YI DAHİ ANLAMAYANLARIN elinde kaldığını üzülerek görmekteyiz. 

İsimlerini bilmediğimiz sadeleştiricilerin internet ortamında yayınlanan meallerde Enam s. 23. Ayetine yaptıkları Elmalılı sadeleştirmesi (aslında cinayet denilebilir) şöyledir. 

Elmalılı (sadeleştirilmiş) :
Sonra başka çare bulamayacaklar ve sadece şöyle diyecekler: «Rabbimiz Allah'a yemin ederiz ki, vallahi bizler Allah'a şirk koşanlar değildik.»

Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) :
Sonra, (Onlar): «Rabbimiz, Allah'a yemin ederiz ki, biz müşriklerden değildik» demekten başka bir özür bulamayacaklar.

Bundan önceki yazılarımızda , Enbiya s. 95. , Mümtehine s. 13. Ayeti ile ilgili olarak Elmalılı nın orjinal mealine sadık kalınmayarak, daha doğrusu Elmalının o Ayete verdiği anlamı anlayacak kapasiteden yoksun olanların sadeleştirme adına yaptıkları cinayetlere örnek vermiştik. Enam s. 23. Ayetini, diğer meal yapıcılarının gözetmediği Kur'an bütünlüğünü gözeterek çeviren Elmalılı nın vermiş olduğu bu anlam maalesef bazılarının elinde kaybolup gitmiştir.

Elmalılı nın yanısıra , doğru olarak yapıldığını düşündüğümüz bir kaç çeviri örnekleri de şunlardır. 

 Ali Bulaç :
(Bundan) Sonra onların: "Rabbimiz olan Allah'a and olsun ki, biz müşriklerden değildik" demelerinden başka bir fitneleri olmadı (kalmadı.)

Celal Yıldırım :
Sonra onların bir başka fitnesi olmayacak, sadece şu sözleri olacak: «Rabbimiz Allah'a yemin ederiz ki, biz ortak koşanlar değildik !»

Hasan Basri Çantay :
(Bu suâlden) sonra (gûyâ kurtulabilmeleri için) onların (baş vuracakları) fitne: «Rabbimiz olan (Sen) Allaha andederiz ki biz eş tutanlardan değildik» dedelerinden başka (bir şey) olmadı (olmayacakdır).

Ömer Nasuhi Bilmen :
Sonra onların hilesi, «Vallahi ey Rabbimiz! Bizler müşriklerden olmadık,» demekten başka olmayacak.

Sonuç olarak ; Kur'anı anlamak için meallere başvurmanın bir zorunluluk olduğu bir gerçektir, ancak meal yapan ve meal okuyanların gözetmesi gereken bazı noktaların olduğu da bir gerçektir. Meal yapanlar öncelikle Arapçadan daha elzem olana Kur'an bütünlüğüne hakimiyet noktasında son derece dikkatli olmak zorundadırlar. Meal okuyanlar ise okudukları mealdeki bazı hatalı tarafları anlayabilecek bütünlüğü sahip olmaları tek bir meale bağlı kalmamaları mümkünse bi kaç farklı meali takip etmeleri onların menfaatleri gereğidir.

Yazımıza konu edindiğimiz Enam s. 23. Ayetinin Kur'an bütünlüğü gözetilmeden yapıldığı , daha doğrusu herkesin birbirinden kopya ederek aynı anlamı taşıyan kelimeleri farklı ibarelerle meallerine yansıttığını görmemiz meal yapma işinin pek ciddiye alınmadığını göstermektedir, hele hele doğru olarak yapılan Elmalılı çevirisinin onu sadeleştirenler tarafından dahi anlaşılamaması işin vehametini ortaya koymaktadır. Meal yapıcılarına tavsiyemiz  şu dur ki , yaptıkları işin sorumluluğuna sahip olmaları ve bu sorumluluğu taşıma düşüncesi içersinde meal yapmaya soyunmalarıdır. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

4 Mayıs 2014 Pazar

Nur Suresi 16. Ayetindeki Subhaneke Kelimesi İle İlgili Bir Düşünce

Nur suresi içinde anlatılan konulardan birisi nazil olma sebebi olarak , Aişe validemize atılan iftira hakkında olup onun temize çıkarılması ile ilgili ayetlerdir. Bu ayetleri okurken sadece, bu ayetler Aişe validemizin masumiyeti hakkında nazil olmuş deyip ayetleri tarihsel bir konuma oturtmak gibi bir durum sözkonusu olmamalıdır. Olması muhtemel olan bu tür olaylara nasıl yaklaşmamız gerektiğini öğreten ayetler olarak bu mesajlar kıyamete kadar bizlere yola gösterecektir. Yazımızın konusu bu surenin 16. ayetinde geçen "subhaneke" kelimesinin kullanımı ile ilgili olacağı için önce ilgili ayeti verip sonra konu ile ilgili ayetleri sıralayarak 16. ayetteki kelimenin muhatabının kim olabileceği üzerindeki düşüncemizi ortaya koymaya çalışacağız.

 Ve lev lâ iz semi’tumûhu kultum mâ yekûnu lenâ en netekelleme bi hâzâ subhâneke hâzâ buhtânun azîm(azîmun).
 Onu  işittiğinizde: "Bunu konuşmak bizim işimiz değildir! Subhaneke (Seni tenzih ederiz)! Bu, aziym bir iftiradır!" demeniz gerekmez miydi?

Konu bütünlüğünü anlamak açısından ifk olayı ile ilgili ayetlerin mealleri şöyledir.  
[024.011] Muhakkak o kimseler ki, iftira ile geliverdiler, sizden bir zümredirler. Onu sizin için bir şer sanmayın, belki o sizin için bir hayırdır. Onlardan her kişiye de günahtan kazandığı şey vardır. Onlardan o kimse ki, onun büyüğünü deruhte etmiştir, onun için de pek büyük bir azap vardır.
[024.012]  Onu işittiğiniz vakit mü'min erkeklerle, mü'min kadınların kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulunup: Bu, apaçık bir iftiradır, demeleri gerekmez miydi?  
[024.013]  Ona dört şahit getirselerdi ya, madem ki şahit getiremediler, o halde onlar Allah katında yalancılardan ibarettirler.
[024.014]  Ve eğer Allah'ın fazl-u rahmeti dünyada ve ahirette üstünüzde olmasa idi elbette o içine daldığınız yaygaradan dolayı sizi pek büyük bir azap kaplardı.
[024.015] Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç) tur.
[024.016] Onu  işittiğinizde: "Bunu konuşmak bizim işimiz değildir! Subhaneke (Seni tenzih ederiz)! Bu, aziym bir iftiradır!" demeniz gerekmez miydi?
[024.017]  Eğer mü'min kişilerdenseniz; buna benzer bir şeye bir daha dönmemeniz için Allah, size öğüt veriyor.
[024.018]  Allah size ayetleri açıkça bildirir. Allah bilendir, Hakim'dir.
[024.019]  İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da ahirette de çetin bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
[024.020] Ve eğer Allah'ın fazlı ve rahmeti sizin üzerinize olmasa idi (elbette ki, sizi muazzep kılardı) ve şüphe yok ki, Allah çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.

Mealini verdiğimiz ayetlerde görüldüğü üzere Aişe validemizin üzerine atılan sözün iftira olduğu ve16. ayette , bunu duyanların Aişe validemizi böyle bir şey yapmaktan münezzeh olduğunu dile getirmeleri ve olayın gerçek değil apaçık bir iftira olduğunu söylemelerin gerektiği beyan edilmesine rağmen, ayet içindeki "subhaneke" kelimesinin diğer ayetlerde Allah cc için kullanılmasından yola çıkılarak bu ayet'tede sanki Allah cc için kullanıldığını düşünerek bir çok mealin şu şekilde yapıldığını görmekteyiz.  
24.16- Onu duyduğunuzda: 'Bize bunu konuşmak yakışmaz. (Ey Rabbimiz!) Sen yücesin! Bu büyük bir iftiradır' demeli değil miydiniz?
24.16-Onu işittiğiniz vakit, (Peygamberin eşiyle ilgili) böyle bir konuşmamız bize uygun olmaz; Hakk'ı tenzîh ederiz, bu en büyük bir iftiradır, deseydiniz ya..
 24.16- Onu işittiğiniz zaman: "Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Tanrım) Sen yücesin; bu, büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi?

Yukarıda verdiğimiz örnek ayet meallerine dikkat edecek olursak ayet içinde geçen "subhaneke" kelimesinin diğer ayetlerde Allah cc için kullanılışını dikkate alarak parantez açılarak bir ilavede bulunulmuştur. Halbuki bu kelimenin muhatabının ayet içinde Allah cc değilde Aişe validemiz olduğu biraz düşünülseydi gereksiz parantezler açarak ayetin yanlış meallendirmesine gerek kalmazdı. 
Subhaneke kelimesinin geçmiş olduğu diğer ayetler olan, 2.32/3.191/5.116/7.143/10.10/21.87/24.16/25.18/34.11 e bakmış olsalardı o ayetlerdeki "ke" zamiri ile ilgili olan muhatabın Allah cc olduğu ama nur s. 16. ayetteki "ke " zamirinin muhatabının Allah cc değil Aişe validemiz olduğu görülürdü. Subhaneke kelimesi ile eğer Allah cc kastedilmiş olsaydı "subhanallah" kelimesi kullanılması daha doğru olurdu düşüncesindeyiz.

Burada şöyle bir saptama yaparak iddiamızı daha doğru bir zemine oturtabiliriz. Allah cc aşkın bir varlık olması nedeniyle bize kendisini, algılama alanımıza giren kelimeler ile ifade ederek onu idrak etmemizi sağlar, bu idrak etme bize kendisini anlatırken benzettiği kelimelerin anlamları üzerinden olduğu için biz onu kapasitemiz kadar idrak edebiliriz. Allah cc nin subhan alması demek o kelime üzerinden ifade edilen anlamı zihnimizde canlandırarak onun her türlü eksiklikten münezzeh olduğunu biliriz işte bu şekil bir anlatım müteşabih bir anlatım olarara isimlendirilir.Müteşabih anlatımlar ise, muhkem anlatımlar üzerinden verilen mesajlar ile anlaşılabilir olması kur'anın mesani yani ikili anlatım uslubunun bir özelliğidir. Aişe validemiz için kullanıldığını iddia ettiğimiz "subhaneke" kelimesi onun için kullanılan muhkem bir kelime olup onun her türlü zina iftirasından beri olduğunu, kesinlikle böyle bir suç işlemeyeceğini ifade etmek için kullanılmış bir kelime olduğu düşünülebilir.

 Haklı olarak şöyle bir soru gelecektir, "ke" zamiri muhatap müzekker bir zamirdir neden muhatap müennnes zamiri olan " ki" şeklinde gelip "subhaneki" denilmedi'de subhaneke denildi ? . Bu duruma cevap olarakta kur'anın bazı ayetlerinde gözümüze çarpan müzekker gelmesi yerde müennes gelmesi veya müennes gelmesi gereken yerde müzekker şekilde gelen bazı örnekleri söyleyebiliriz mesela  ; yusuf suresi 30. ayetindeki " ve qale nisveten" ibaresinde "qale" (dedi) kelimesi müfret müzekker gaip sigasında gelmiş bir kelime "nisveten" çoğul müennes bir kelimedir . Bu tür örnekleri bazı ayetlerde görmek mümkündür. Bu konu ile ilgili olarak Sayın Soner Gündüzöz hocanın "Kur'anda yerleşik gramer kurallarına aykırı dil yapıları "adlı makalesine bakılabilir. 

 Sonuç olarak; nur suresinde Aişe validemize atılan iftira ile ilgili inen ayetlerdeki 16. ayet içinde geçen "subhaneke" kelimesinin Aişe validemizin böyle bir zina eyleminden münezzeh olması gerektiğini , bunu duyan mü'minlerin o iftirayı duydukları zaman " SENİ BÖYLE BİR ŞEY YAPMAKTAN TENZİH EDERİZ SEN ZİNA GİBİ ÇİRKİN BİR ŞEY YAPMAKTAN MÜNEZZEHSİN" demeleri gerektiği halde o iftiraya inanmalarının çok büyük bir hata olduğu beyan edilmektedir. Subhaneke kelimesinin geçtiği diğer ayetlerde bu kelimenin Allah cc için kullanılmasının bu ayet için'de Allah cc için kullanıldığını düşünen meal yapıcıları bu düşüncelerini ayet içinde parantez açarak gerçekleştirmişlerdir. Kur'an meali yapan kişilerin genelde birbirlerinden kopya çekerek meal yapmaları bu şekil bir hatayı beraberinde getirdiğini düşünerek tetkik ettiğimiz mealler içinde Edip yüksel'in yapmış olduğu mealin parantez açılmadan yapılmış olduğunu gördüğümüz ve doğruya en yakın bir meal olduğu için onun nur s. 16. ayet ile ilgili yaptığı meali vererek yazımızı bitiriyoruz. "Onu işittiğinizde, 'Bunu konuşmamız doğru değil. Sen Yücesin. Bu büyük bir iftiradır,' demeniz gerekmez miydi?"

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.