kelimesinin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kelimesinin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ocak 2023 Cuma

Nisa s.127. Ayetinde Geçen وَتَرْغَبُونَ Kelimesinin Farklı Çevirileri Üzerinde Bir Düşünce Çalışması

Kur'an mealini birkaç farklı çeviriden karşılaştırmalı olarak okuyan dikkatli bir okuyucu, Nisa s. 127. ayetinin mealini okuduğunda, karşısına farklı şekilde yapılmış iki farklı meal çıkınca bu meallerden hangisinin daha isabetli olduğu yönünde bir soru soracak, bu sorunun cevabını aramaya çalışacaktır. Yazımızın konusu, bu farklı meallerden hangisinin daha isabetli olduğu yönünde olacaktır. 

Ayetin Arapça metni ve farklı çevirileri şu şekildedir:

وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَٓاءِۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّۙ وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ وَتَرْغَبُونَ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الْوِلْدَانِۙ وَاَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامٰى بِالْقِسْطِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِه۪ عَل۪يمًا

-----Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, onlara ait hükmü size Allah açıklıyor: Kitap'ta, kendileri için yazılmışı (mirası) vermeyip nıkahlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı âdil davranmanız hakkında size okunan âyetler (Allah'ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir.







----Kadınlar hakkında senden fetva isterler. De ki: Onlar hakkındaki fetvayı size Allah veriyor: Yazılmış hakları olan mirası kendilerine vermediğiniz ve nikahlamayı istemediğiniz öksüz kızlar ve zavallı çocuklara ve bir de yetimlere adaletle davranmanız hakkında Kitap'ta size okunan âyetler vardır. Sizin her yaptığınız iyiliği, muhakkak Allah bilir.

Meallerden görüldüğü üzere, nikahlamak istediğiniz ve nikahlamak istemediğiniz şeklinde iki farklı anlam verilmesinin sebebi, ayet içinde geçen وَتَرْغَبُونَ kelimesinden kaynaklanmaktadır. 

Kelimenin kökü olan ر غ ب, lügatta: Bir şeye karşı rağbet etmek, hırs göstermek,onu şiddetli bir şekilde arzuyla istemek anlamına gelmektedir ( El Müfredat). Fakat bu kelime عَنْ  edatı ile birlikte kullanıldığında, olumsuz bir anlam kazanarak kişinin rağbetini, hırsını, arzusunu başka bir tarafa çevirmesi anlamına gelmektedir. Bu kullanım örneklerini Kur'an da görmekteyiz.

BAKARA S. 130--- Kendini bilmezlerden başka kim İbrahim'in dininden yüz çevirir(وَمَنْ يَرْغَبُ عَنْ) . Hiç kuşkusuz biz, O'nu dünyada seçkin kıldık ve elbette ahirette de iyilerden olacaktır.

MERYEM S. 46---(Babası) dedi ki: "Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun, (اَرَاغِبٌ اَنْتَ عَنْ اٰلِهَت۪ي) ey İbrahim? Eğer (bu tutumuna) son vermezsen andolsun seni taşlarım. Uzun bir süre benden ayrıl."

Dikkat edilirse her iki ayette de olumsuz olarak gelen anlam عَنْ edatının kullanılması ile ortaya çıkmıştır.  Bu noktada, " Neden böyle bir olmadığı halde bu ayete bazı meal yapıcıları böyle bir anlam vermişlerdir?" sorusu gündeme gelecektir.

Bizim cevabımız, "Kur'an bütünlüğünün dikkate alınmaması ve geçmiş müfessirlerin bu konuda yaptıkları tercih ve her iki anlamın da verilebileceği yönünde ortaya koydukları tercihlerin dikkate alınması olabilir" yönündedir. 

Keşşaf tefsirinde bu ayet hakkında yapılan yorumu okuduğumuzda söylemek istediğimiz daha net anlaşılacaktır.

īُİijُéِכْĭَÜْنَاَijنُ×َĔْóَÜَو ifadesine “Güzelliklerinden dolayı kendileriyle evlenmek istediğiniz” [rağibe fî] anlamı verilebileceği gibi “çirkinliklerinden dolayı evlenmek istemediğiniz” [rağibe ‘an] anlamı da verilebilir. ifadesine, "Güzelliklerinden dolayı kendileri ile evlenmek istediğiniz" (rağibe fi) anlamı verileceği gibi, "çirkinliklerinden dolayı evlenmek istemediğiniz" (rağibe an) anlamı da verilebilir.


Kur'an'ın en doğru anlaşılma yönteminin, Kur'an bütünlüğünü dikkate almak olduğunu merkeze alarak bu ayeti anlamaya çalıştığımızda, Nisa suresi ilk ayetlerinin özellikle yetim haklarına vurgu yaptığını görebiliriz. Kendilerine miras kalan yetimlerinin özellikle yetim kızların mallarının en doğru şekilde değerlendirilmesi ilgili ayetlerin emridir. Bu nokta bizi aynı surenin 3. ayetine götürecek, 127. ayetin de daha net anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

Nisa s. 3- (Mallarını muhafaza etmek ile sorumlu olduğunuz kız) Yetimlerin haklarını (nikah çağına geldiklerinde onları nikahlayarak) adaletli bir şekilde koruyamamaktan endişe ederseniz, (onların yerine) size helal olan (yetim olmayan hür) kadınları ikişer, üçer, dörder nikahlayın. Eğer (çok eşlilikte de eşler arasında) adaletli davranamayacağınızdan endişe ederseniz (özgür olan) bir eş, veya sağ ellerinizin sahip olduğu (savaş esiri cariye) kadını nikahlayın. Bu (şekilde yapılan bir evlilik), adaletten sapmamanız için daha uygun bir yoldur. 

Bu ayette dikkat edilirse kendisine miras kalmış yetim bir kızın malına evlilik yolu ile çökülmemesi emredilmektedir. 

Bu durumu dikkate alarak 127. ayeti okuduğumuzda aynı durumun bu ayette de karşımıza çıktığını görebiliriz. Ayette yetim bir kızın malına evlilik yolu ile çökülmemesi gerektiği anlamı daha bariz bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Bütün bunları dikkate alarak Nisa s. 127. ayet ile ilgili yapılan iki farklı mealin "Nikahlamayı istediğiniz" şeklinde yapılanın daha  isabetli olduğunu söyleyebiliriz. 

                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


6 Mayıs 2019 Pazartesi

Nahl s. 61. ve Fatır s. 45. Ayetlerinde Geçen "Min Dabbetin" Kelimesinin Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Elimizde bulunan Kur'an çevirilerinin bir çoğunda karşımıza çıkan sorunların başında, ilgili ayete verilen anlamın Kurân bütünlüğü ile çelişmesi gelmektedir. Bu çelişkinin bir nedeni ise, ayet içindeki  herhangi bir kelimenin sahip olduğu anlamlardan hangisinin ayet metni ve Kur'an bütünlüğüne uygun olabileceğinin dikkate alınmamasıdır. 

Bu yazımızda ele almaya çalışacağımız Nahl s. 61. ve Fatır s. 45. ayetlerinin çevirilerinde karşımıza çıkabilecek olan bir sıkıntı, söylemek istediğimizin daha net anlaşılmasını sağlayacaktır. Konumuz ile ilgili ayetlerin metni ve çevirileri şöyledir.

Nahl s. 61. ayeti:

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً ۖ وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ

Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, orada hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.

Fatır s. 45. ayeti:

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلَىٰ ظَهْرِهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِعِبَادِهِ بَصِيرًا

Allah insanları işlediklerine karşılık hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde bir canlı bırakmaması gerekirdi. Ama onları belli bir süreye kadar erteler. Süreleri gelince gereğini yapar. Doğrusu Allah kullarını görmektedir. 

Her iki ayete bakıldığında ortak noktanın, Allah (c.c) nin insanları yaptıkları zulümler nedeniyle hemen cezalandırmayarak onları belirli bir süreye kadar ertelemesi olduğu görülecektir.

Peki bu ayetlerdeki çeviri problemi nedir?.
Bu ayetlerdeki çeviri problemi her iki ayette geçen  مِنْ دَابَّةٍ kelimesine ayet bütünlüğüne uygun bir şekilde anlam verilmemesidir. Tetkik etme imkanı bulduğumuz tüm çevirilerde bu kelimenin CANLI anlamı verilerek çevrildiğini gördük. Ayete verilen bu anlam her ne kadar Dabbe kelimesinin anlamına uygun olmuş olsa da, dikkatli bir meal okuyucusunun kafasında bir takım soru işaretleri oluşmasına sebebiyet verecektir. Şöyle ki...

Ayet içinde geçen Dabbe kelimesinin karşılığı olan Canlı anlamı, insan dahil yeryüzündeki bütün mahlukatı içine almaktadır. Ayetlerde geçen Dabbe kelimesine Canlı şeklinde verilen anlam, insan haricinde olan mahlukatın ne gibi bir zulüm işleyerek helak olmayı hak edebilecekleri sorusunu beraberinde getirecektir. Halbuki İnsan haricinde olan hiç bir varlık yaptıkları yüzünden Allah indinde sorumlu olmayacaktır. Yani sadece insan, yaşamında yaptıklarından sorumlu tutulacak ve hesap gününde cennet veya cehennem ile ödüllendirilecektir.  

Allah (c.c) insana akıl vererek ona yaşamında bir takım sorumluluklar vermiştir. Fakat hayvanlar böyle değildir. Allah (c.c) onlara herhangi bir sorumluluk yüklememiştir. Onlar sadece fıtri melekeleri ile hareket ederler ve bu hareketleri neticesinde günah veya sevap kazanmazlar. Dolayısı ile Kur'an'ın odak kavramlarınlarından olan Zulüm, onlar için geçerli bir kavram olmayıp, sadece insan için geçerlidir, ve yaptığı zulüm neticesinde dabbe cinsinden olan varlık grubuna dahil olan insanlar zulümleri nedeniyle azabı hak ederler.

Ayetlerin başına dikkat ettiğimizde her iki ayette de النَّاسَ (insanlar) kelimesinin olduğunu görürüz. Dabbe kelimesine verilecek anlamda maalesef meallerde bu nokta  göz önüne alınmayarak, kelimenin en geniş anlamı verilmiştir. Halbuki bu ayet içinde geçen Dabbe kelimesi anlam daralmasına uğramış, yeryüzünde gezen dabbe cinsinden olan sadece zalim insana has bir anlam kazanmıştır.

Bu noktayı dikkate alarak ilgili ayetlerdeki مِنْ دَابَّةٍ kelimesine verilen CANLI anlamı yerine, İNSAN anlamı vermek daha uygun olacaktır. 

Nahl s. 61 ----Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, orada hiçbir insan bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.

Fatır s. 45 ----Allah insanları işlediklerine karşılık hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde bir insan bırakmaması gerekirdi. Ama onları belli bir süreye kadar erteler. Süreleri gelince gereğini yapar. Doğrusu Allah kullarını görmektedir.

Burada, "Peki Allah (c.c) neden مِنْ دَابَّةٍ kelimesi yerine النَّاسَ kelimesini kullanmadı?"şeklinde bir soru gelebilir. Buna da Enfal s. 22. ve 55. ayetlerinden cevap verebiliriz.

[008.022]  Şüphesiz Allah katında canlıların (eddevabbi) en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.

[008.055]  Allah katında, canlıların (eddevabbi) en kötüsü kâfir olanlardır. Çünkü onlar iman etmezler.

Enfal suresindeki bu ayetlere baktığımızda, inkarcı insanların Dabbe kelimesinin çoğulu ile ifade edilmiş olduğunu görmekteyiz. Yani bu ayetlerde geçen Dabbe kelimesi anlam daralmasına uğrayarak, sadece inkarcı insan için kullanılmıştır. Meal yapıcıları bu ayetleri dikkate alarak Nahl s. 61. ve Fatır s. 45. ayetlerine anlam vermiş olsalardı, daha isabetli bir ayet çevirisi yapabilmeleri mümkün olurdu.

Sonuç olarak: Kur'an meali yapabilmek için Arap dilini bilmekten önce, Kur'an bütünlüğüne hakim olma şartı gelmektedir. Bütünlüğe dikkat edilmeden yapılan meal çalışmalarının bir çok hata ve çelişkiye sahip olduğu ret edilmez bir gerçektir. Kur'an bütünlüğüne vakıf olmayan bir meal yapıcısı, kelimelerin Arap dilinde belki doğru anlamını verebilir, fakat bu anlam ilgili ayet içinde bazı sıkıntılara yol açabilir. Yazımızda bu noktaya dikkat çekmeye çalıştık.

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

Allah, insanları zulümleri yüzünden helâk etseydi yeryüzünde yürür bir tek mahlûk kalmazdı, fakat onlara azâp etmeyi mukadder bir zamâna tehîr etti; vakitleri gelince de ne bir an geri kalırlar, ne bir an önce gelip çatar o mukadder vakit.

30 Eylül 2017 Cumartesi

Bakara s. 41. Ayeti: İsrailoğulları Kur'an'ı İnkar Edenlerin İlki miydi? Evvele Kelimesinin Çevirilerinde Ortaya Çıkan Bir Müşkil

Kur'an meallerinde bazı kelimelerin konu bütünlüğüne uygun şekilde çevrilememesinden dolayı meydana gelen sıkıntılar, Kur'an'da çelişki olduğunu iddia etmek cüretinde bulunan bazı kimselerin elinde koz olarak kullanılmaktadır. Kur'an içinde geçen kelimelerden birisi olan Evvele, bu duruma örnek olarak verebileceğimiz bir kelimedir. Bu kelimenin geçtiği bazı ayetlere verilen, ve bu kelimenin anlamlarından birisi olan ilk şeklindeki anlam, bazı meal okuyucularında soru işaretlerine sebep olabilmektedir. Yazımızda bu kelimenin çevirisinin İlk olarak yapılmasından dolayı ortaya çıkan soru işaretlerini ele alarak uygun çevirilere örnekler vermeye çalışacağız.

Evvele kelimesine El Müfredat'ta verilen anlamlar şöyledir;

1- Zaman bakımından önce gelen.
2- Bir şeye başkanlık etme, başkasının kendisini örnek alması, kendisine uyması bakımından önde gelen.
3- Konum ve nispet bakımından önde gelen.
4- Yapılış düzeni bakımından önde gelen. 

Bu kelimenin Kur'an içinde ağırlıklı olarak 1. 2. anlamlarının kullanıldığını görebiliriz. Ancak ayetlerde hangi anlamın uygun olabileceği konusu vereceğimiz örneklerde daha kolay anlaşılacaktır. Bu kelimenin geçtiği bazı ayetler, kelimenin 1. anlamına uygun bir durumdadır. Fakat bütün ayetlerde 1. anlamını vermek maalesef uygun düşmemektedir. Biz, yazıyı uzatmamak adına, 2. anlamın uygun düştüğü ayet örneklerini vermekle yetineceğiz.

                                                        Bakara s. 41. ayeti.

Bu ayete meallerde çoğunlukla şu şekilde bir anlam verildiğini görmekteyiz. 

Yanınızdakini tasdik edici olarak indirdiğime iman edin. Sakın onu inkar edenlerin ilki olmayın!Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden korkun.

Bu ayeti okuyan bir kimsenin aklına haklı olarak"Bu ayet Medine'de indiğine ve İsrailoğullarına hitap ettiğine, Kur'an ise daha önce Mekke'liler tarafından inkar edildiğine göre, neden böyle bir hitapta bulunulmaktadır?

Halbuki ayet içinde geçen Evvele kelimesi, 2. anlamı gözetilerek çevrilmiş olsaydı, kafalarda herhangi bir soru işaretinin oluşmasına gerek kalmazdı.

Muhammed Esed
Muhammed Esed:
Bunun için de, size geçmişte bildirilmiş olan haberleri doğrulayıcı nitelikte indirdiğim bu vahye inanın; onun gerçekliğini inkar edenlerin öncüsü olmayın; mesajlarımı küçük bir kazanca değişmeyin; ve Bana, yalnızca Bana karşı sorumluluk bilinci taşıyın!
Bunun için de, size geçmişte bildirilmiş olan haberleri doğrulayıcı nitelikte indirdiğim bu vahye inanın; onun gerçekliğini inkar edenlerin öncüsü olmayın; mesajlarımı küçük bir kazanca değişmeyin; ve Bana, yalnızca Bana karşı sorumluluk bilinci taşıyın!

Ayetin bu şekildeki bir anlamı, Kitap Ehli olarak tanımlanan Yahudilerin Medine'de Kur'an'ı inkar edenlere öncülük yapmamasının emredildiği olarak anlaşılabilir.

                                                       Enam s. 14. ayeti

Bu ayete meallerde çoğunlukla şu şekilde anlam verildiğini görmekteyiz.

De ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah'tan başkasını mı dost edineceğim! De ki: Bana Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma! (denildi).

Bu şekilde yapılmış bir meali okuyan kimse haklı olarak "Daha önce hiç mi Müslüman yoktu?" sorusunu sorabilir. Ancak ayetin şu şekilde yapılan çevirileri böyle bir sorunun sorulmasına mahal bırakmayacaktır.

Muhammed Esed
De ki: “Hayat veren ve hiçbir şeye muhtaç olmayan O dururken göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah'tan başka birini mi dost edineceğim?” De ki: “Ben, Allah'a teslim olanların öncüsü olmakla emrolundum, Allah'tan başkasına ilahlık yakıştıranlar arasında bulunmakla değil”

                                                         Şuara s. 51. ayeti

Firavun sihirbazlarının iman etmelerinin ardından, Firavun'un ölüm tehditlerine karşı verdikleri cevap olan ayetin yapılan çevirileri şu şekildedir. 

«Doğrusu biz, iman edenlerin ilki olduğumuzdan dolayı Rabbimizin bizim hatalarımızı bağışlayacağını ummaktayız.»

Ayetin bu şekilde yapılmış çevirilerini okuyanlar, "Musa, Harun ve onlara iman edenler olduğu halde, onlardan sonra iman eden bu sihirbazlar neden böyle bir söz sarf etmektedirler?" sorusunu haklı olarak soracaklardır. Halbuki ayetin şu şekilde yapılan bir çevirisi bu tür soruların önüne geçebilecektir. 

Suat Yıldırım
“İman edenlerin öncüleri olduğumuzdan ötürü umarız ki Rabbimiz günahlarımızı affeder. ”

Firavun sihirbazlarının söylediği sözü bu şekilde çevirmek, daha önce iman etmiş olanların var olduğunu, fakat bu sihirbazların iman etmiş olmaları, kendilerinin durumunda olan ve Firavun baskısı altında inleyen halkın, onun korkusundan dolayı iman edememe korkusunu delerek, onlara önder ve yol gösterici olmaları şeklinde bir anlam kazandırmaktadır.


                                                        Enam s. 163. ayeti

Muhammed Esed
ki O'nun uluhiyetinde hiç kimse pay sahibi değildir: Ben böyle emrolundum; ve ben benliklerini Allah'a teslim edenlerin [daima] öncüsü olacağım”

                                                         Araf s. 143. ayeti 

Ali Fikri Yavuz
Mûsa, kendisiyle konuşacağımızı vâdettiğimiz vakitte gelince, Rabbi ona kelâmını (vasıtasız olarak) söyledi. (Mûsa) şöyle dedi: “- Rabbim! Cemâlini bana göster, sana bakayım.” Allah: “-Beni hiç bir zaman göremezsin, fakat şu dağa bak. Eğer o, yerinde durursa sen de beni görürsün.” buyurdu. Nihayet Rabbi, o dağa tecelli edince, onu yer ile bir etti. Mûsa da bayılarak yere düştü. Sonra ayılınca şöyle dedi: “- Allah'ım! Seni tenzih ederim. (Dünyada seni görmeyi istemekten) tevbe ettim ve ben, mü'minlerin (buna inananların) ilkiyim.”

                                                       Zümer s. 12. ayeti

Muhammed Esed

ve Allah'a teslim olanların öncüsü olmakla
                                                        
Sonuç olarak; Evvele kelimesinin ilk, öncü, önder gibi anlamlara sahip olması, kelimenin geçtiği ayetlerde hangi anlamın kullanılması gerektiği meselesini beraberinde getirmiştir. Kelimenin geçtiği bazı yerlerde Öncü, Önder anlamının yerine, İlk  anlamının kullanılması, bazı soruları beraberinde getirmiş, bazı kimselerin ise Kur'an'da çelişki olduğu iddialarına mesnet olarak kullanılmaya çalışılmıştır. 

Yukarıda verdiğimiz ayet örneklerinde Evvele kelimesinin İlk olarak çevrilmesi sonucunda bazı sıkıntılar ortaya çıkmakta, kelimeye Öncü, Önder anlamı verilmesi, bu sıkıntıları bertaraf edebileceğini düşünmekteyiz.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 
                                                       

29 Ağustos 2017 Salı

Venhar Kelimesinin Anlamını Tarihi Arka Plandan Okumak

Kur'an'ın doğru anlaşılmasında tarihi arka plan dediğimiz, Kur'an'ın nuzulü öncesi dönemin sosyal, kültürel ve ekonomik şartlarının bilinmesinin önemi yadsınamaz. Kur'an ile ilgili yapılan meal ve tefsir çalışmalarında bu noktanın göz ardı edilmesi, bir takım eksik ve yanlış anlamalara götürebileceği için, bu bilgi mutlaka dikkate alınmalıdır. 

Yazımızda Kevser suresi içinde geçen Venhar kelimesinin bazı farklı anlamlara sahip olduğundan yola çıkarak, hangi anlamın daha isabetli olabileceği üzerindeki düşüncelerimizi, nuzül dönemi arka planı dikkate alarak paylaşmaya çalışacağız.

İlgili surenin meali şu şekildedir;

1. Muhakkak biz sana Kevser’i verdik.
2. Öyleyse Rabb’in için salat et ve nahr et.
3. Muhakkak ki sonu kesik olan, sana buğzedendir.

Surenin 2. ayetindeki fesalli ve venhar kelimelerinin, meallerde genellikle namaz kıl ve kurban kes olarak çevrilmesine karşın, salat kelimesinin namazı da içine alan daha geniş bir anlama sahip olduğuna dikkati çekmek istiyoruz. Venhar kelimesinin anlamını ise tarihi arka planı dikkate alarak bulmaya çalışacağız. 

Venhar kelimesinin, meallerde ağırlıklı olarak Kurban kes olarak çevrilmesine karşın, ellerini göğüs hizasına kaldır veya zorluklara göğüs ger şeklinde de çevrildiğini görmekteyiz. 

Ennahru; Gerdanlık geçirilen yer anlamına gelmektedir. Kelimenin, devenin göğsünün yukarısında nefes borusunun göründüğü yere bıçak sokmak anlamına gelen Nahru-l Bağiru şeklindeki kullanımı buradan gelmektedir. Kelimenin bugün bizim dilimizde de kullandığımız İntihar Etmek deyiminin can almak ile ilgili olması, ve kelimenin yaygın anlamının deve kesimi ile ilgili kullanılması, kelimeye anlam oturtmakta yardımcı olacaktır.

Öncelikle şu noktayı hatırlatmak isteriz ki, bu ayetten kurban kesmenin Farz, Vacip, Sünnet olduğu gibi fıkhi hükümlerin çıkarılmaya çalışılmasının makul bir yaklaşım olmadığını düşünmekteyiz. Böyle bir yaklaşım, kurban ibadetinin sanki ilk defa emredilmiş gibi bir düşünceye kapı açmaktadır. Kurban ibadeti Kur'an ile ilk defa insanlık sahasına çıkmış bir ibadet değil, binlerce yıllık insanlık tarihinin kadim bir kültürüdür. Bu ayet üzerinden fıkhi hükümler üretmeye kalkmak, ayetin vermek istediği mesaj ile örtüştüğünü söylemek maalesef zordur.

Yaklaşmak anlamına gelen kurban, insanlığın kadim ibadetlerinden bir tanesi olması hasebiyle, Arap toplumunda da öteden beri icra edilmekte idi. Kur'an'ın Mekke'de inen ayetlerine, özellikle Enam suresi 136-145. ayetleri arasına baktığımızda, Arap toplumunda icra edilen kurban ibadetinin nuzül öncesi arka planını okuyabilmek mümkündür. 

Hac s. 34. ayeti, ehli hayvan kesimi üzerinden yapılan ibadetin tarihi köklerini anlayabilmek açısından önemli bilgiler içermektedir. 

[022.034] Biz; her ümmet için mensek kıldık ki Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanların üzerine O'nun adını ansınlar. Sizin ilahınız, bir tek ilahtır. O'na teslim olun. Sen ihsan sahibi olanları müjdele.

Allah (c.c) kullarına ehli hayvanlar üzerinden verdiği rızkı, ona yakınlaşma ve tek ilah olduğunu tasdik etmeleri için bir vesile saymalarını istemesi, kurban ibadetini ana temasını oluşturmaktadır. Kesilen hayvanlar üzerinde onun adını anmak sureti ile Tevhid akidesine uyduklarını göstermek demek olan bu ibadet, zaman içinde yön değiştirerek, Allah dışındaki ilahların adının anılarak ifa edilen bir şirk ibadetine dönüşmüştür.

Nuzül öncesi Arap toplumunun Allah'ın bu emrini yerine getirmeleri, yön değiştirerek şirk ibadetine dönüşmüş, kendilerine rızık olarak verdiği ehli hayvanları Allah ile ortak tuttukları putlarının adını anarak kesmeleri onların yaşam şekli haline dönüşmüştü. Bu durumu Kur'an içindeki ayetlerden anlamak mümkündür. 

Venhar kelimesine verilen ellerini göğüs hizasına kaldır veya zorluklara göğüs ger şeklindeki anlamlar, her ne kadar kelimenin anlamı ile herhangi bir tezat arz etmemiş olsa da, nuzül öncesi Arap toplumunun uyguladığı kurban ibadetinin arka planını dikkate aldığımızda bu anlamlar pek uygun düşmemektedir.

Nuzül dönemi öncesi salat kavramının Araplar nezdindeki durumu Maun ve Enfal s. 35 gibi ayetlerden anlaşılabileceği üzere asli mecraından sapmış bir şekilde idi. Kur'an'ın bu kavramı asıl mecraına yönlendirmek için indiğini dikkate aldığımızda, Venhar emrinin de ibadet kastı ile kesilen ehli hayvanların kesilmesi ile ilgili olması daha makul görünmektedir.

Sonuç olarak; Kevser suresi 2. ayetindeki Venhar emrinin, nuzül öncesi tarihi arka plan dikkate alındığında, şirk bulaştırılmak sureti ile Allah dışındaki ortaklarının adının anılarak kesildiği bir ibadet haline getirilen kurban ibadetinin asli mecraına döndürülmesine dair bir emir olarak anlaşılmasının daha uygun olduğunu düşünmekteyiz. Kelimeye verilen diğer anlamlar, her ne kadar  kelimenin anlamına uygun olmuş olsa da, tarihi arka planı dikkate aldığımızda, kelimenin yaygın anlamı olan Deveyi boğazlamak şeklindeki anlamın dikkate alınarak ilgili ayete anlam verilmeye çalışılması daha uygun olacağı görülmektedir.
 
                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

10 Mart 2017 Cuma

Veli Kelimesinin Dost Olarak Çevirilmesinin Getirdiği Bazı Sorunlar Üzerine Bir Mülahaza

Kur'an'ın bazı ayetlerinde bizlere Kafirleri - Hristiyanları - Yahudileri - Münafıkları VELİ edinmeyin şeklinde emirler verilmektedir. Bu ayetlerde geçen Veli - Evliya gibi kelimelerin genellikle Dost edinmeyin şeklinde çevrilmiş oldukları , meal okuyucularının gözünden kaçmamaktadır. Herhangi bir dile ait metnin, başka bir dile çevrilmeye çalışılmasında elbette bir takım sıkıntıların olması kaçınılmazdır. Hele bu metin Allah (c.c) nin Arap dili ile indirdiği bir kitap Kur'an olduğunda bu kitabın başka dile çevirisinde bir takım sıkıntılar ile karşı karşıya kalınmaktadır. Bu kitap içindeki bazı kavram ve kelimelerin başka bir dilde karşılığının tam olarak meallere yansıtılamaması, bu kitabın çevirisini yapanlar tarafından, o kelimenin en yakın anlamını bulmaya yöneltmiştir.

Bir işte tasarrufa yetkili olmak, idare etmek, düzenlemek, işin idaresini birisine bırakmak gibi anlamlara gelen Veli, Kur'an'ın odak kavramlarından bir tanesidir. Bu kelimenin geçtiği ayetlerin, meallerde en yakın anlamı olan Dost şeklinde çevrilmiş olması, Türkiye dışındaki ülkelerde yaşayan ve Müslüman olmayan dost ve arkadaşlara sahip olanlar tarafından, Acaba bu ayet bizlere Müslüman olmayan kimselerle ilişki kurmamızı yasaklıyor mu? şeklinde sorulara, veya Türkiye içinde yaşayan fakat en yakın akrabaları İslam inancına karşı olan bazı kimseler de ise bu kimselerle nasıl bir ilişki içinde olunması gerektiği noktasında sorulara sebep olmaktadır.

Şurasını önemle hatırlatmak isteriz ki, Veli  kelimesinin Dost şeklinde bir anlam verilerek çevrilmesi, bu kelimenin tam anlamını karşılamamaktadır. Mealler bu kelimeye başka anlam vermeden orjinal olarak bırakmış, ne anlama geldiğini ise dip not olarak belirtmiş olsa daha isabetli olabilirdi. 

Allah (c.c) nin Kafir, Hristiyan, Yahudi, Müşrik, Münafık olarak tanımladığı, ve Onları veliler edinmeyin şeklinde verdiği emirler, onlarla veli kavramının anlam alanına giren konulardaki ilişkileri yasaklamaktadır. Allah (c.c) İslam inancına sahip olmayanların inançlarını sahiplenmek ve onların inanç esas ve kaidelerini kendi hayatlarına aktarmayı yasaklamıştır. 

Peki bu insanlarla hiç mi ilişki kurulmayacak ?. 

[005.005] Bugün, size, iyi ve temiz olanlar helal kılındı. Kitab verilmiş olanların yemeği size helaldir, sizin yemeğiniz de onlara helaldir. Mü'min kadınlardan iffetli olanlar ve sizden önce kitab verilenlerdenb iffetli kadınlar, zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın ve mehirlerini verdiğinizde size helaldir. Kim de imanı inkar ederse; yaptıkları boşa gitmiştir ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardandır.

Maide s. 5. ayetini okuduğumuzda, Kitap Ehli olarak tanımlanan kimselerin yemeğini yemekte, onların da Müslümanların yemeğini yemelerinde, yine bu kimselerin kadınları ile evlenilmesinde herhangi bir sakınca olmadığı beyan edilmektedir. 

Bu beyanlar ne anlama gelmektedir ?. 

Bu beyanlar, Müslüman olmayanlarla velayet ilişkisi içine girilmeden insani anlamda ilişkiler kurulabileceği anlamına gelmektedir. Çünkü insanların birbirleri ile yemek yemeleri ve evlenmeleri, insani anlamda ilişkiler kurulması demek olup , Allah (c.c) Müslümanların kendilerinin dışındaki insanlar ile bu tür ilişkiler kurmasına izin vermiştir.

Ayrıca Kur'an içinde geçen bazı ayetlerde Müslümanlar ile Müslüman olmayanlar arasındaki ilişkilerin ip uçlarını görmek mümkündür. 

[018.032] Onlara iki adamı örnek ver ki; birisine iki üzüm bağı verip çevresini hurmalıklarla çevirmiş ve aralarında ekinler bitirmiştik.
[018.033] Her iki bahçe de ürünlerini vermişlerdi, hiçbir şeyi de eksik bırakmamışlardı. İkisinin arasından bir de ırmak akıtmıştık.
[018.034] (İkisinden) Birinin başka ürün (veren yer) leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: «Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm.»
[018.035] Adam, bu şekilde kendine zulmederek bağına girdi ve şöyle dedi: «Bunun hiç yok olacağını sanmıyorum»
[018.036] «Kıyamet-saati'nin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım.»
[018.037] Arkadaşı da ona karşılık vererek dedi ki: «Sen, seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da insan şekline koyan Rabbini inkar mı ediyorsun?
[018.038] «Fakat, O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam.»
[018.039]  «Bağına girdiğin zaman, 'Maşallah, lâ kuvvete illâ billah' demeli değil mi idin, eğer beni malca ve evlatça daha az görüyorsan?»
[018.040] «Belki Rabbim senin bağından daha hayırlısını bana verir, (seninkinin) üstüne de gökten 'yakıp-yıkan bir afet' gönderir de kaygan bir toprak kesiliverir.»
[018.041]  «Yahut, bağının suyu dibe çekilir de bir daha onu arayıp bulamazsın.»

Yukarıdaki Kehf suresinde geçen Bahçe Sahipleri  kıssasında iki kişi arasında geçen konuşmalara dikkat ettiğimizde bir kişinin Kafir, diğer kişinin ise Mümin olduklarını görmekteyiz. Ayet onların arasındaki ilişkiyi Sahibuhu  (arkadaşı) olarak ifade etmektedir. 

Burada dikkat çekmek istediğimiz husus, Mü'min bir kimsenin Kafir bir kimse ile arasındaki arkadaşlık ilişkisidir. Mü'min kişi Kafir olan kişi ile velayet ilişkisi içine girmeden arkadaşlık sınırları dahilinde ilişkisini yürütmekte, onu yaptığı yanlışa karşı uyarmaktadır.

Saffat s. ayetlerinde, cennet ehli bir kimsenin, cehenneme düşmüş bir kimse ile olan konuşmasına baktığımızda, aralarında yine bir arkadaşlık ilişkisi olduğunu görmekteyiz. 

[037.051] İçlerinden biri: «Benim, bir arkadaşım vardı» dedi.
[037.052]  Derdi ki: Sen de mi tasdik edenlerdensin?
[037.053]  Öldüğümüz ve bir toprakla bir yığın kemik olduğumuz zaman gerçekten biz cezalanacak mıyız?»
[037.054]  (Konuşan yanındakilere) Der ki: «Sizler (onun şimdi ne durumda olduğunu) biliyor musunuz?»
[037.055] Derken, bakıverdi, onu 'çılgınca yanan ateşin' tam ortasında gördü.
[037.056] Ona der ki: «Allah'a and olsun ki, az kalsın beni de mahvedecektin.»
[037.057]  «Eğer Rabbimin lütfu olmasaydı ben de oraya götürülenlerden olurdum.»

Bu ayetlerdeki konuşmalar bizlere, ahirette cennet ve cehennem ile karşılık gören iki kişinin, dünyada iken arkadaşlık ilişkisi içinde birbirleri ile olan yakınlığını da göstermektedir. Cennet ehli olan kişi, cehennem ehli olan kişi ile velayet ilişkisi içinde değil, arkadaşlık ilişkisi içinde dünya hayatlarında birbirleri ile olan arkadaşlığını sürdürmüşlerdir. 

Tebliğ konusu ile ilgili olarak düşündüğümüzde, inandığımız dinin doğrularını başkalarına, yani inanmayanlara tebliğ etmek için, onlarla bir şekilde ilişki kurmak kaçınılmaz hatta gereklidir. Karşınızdaki kimseye tebliğ etmek için ona karşı olan yaklaşımımız insan olmanın gerekleri göz önünde bulundurularak olması gerektiğine göre, inanmayanlar ile ilişkilerin tamamen kesilmesi gibi bir durum da söz konusu olamaz. İnanmayanlar ile olan ilişkilerin kesilme emri onlar ile velayet ilişkisi içine girilmemesi noktasındadır.

Sonuç olarak ; Kur'an'ın odak kavramlarından olan Veli nin , meallerde Dost olarak çevrilmesi, inanmayanlar ile ilişkileri olan bazı kimselerde, Allah bizleri bu kimseler ile dostluk kurmamayı mı emrediyor? şeklinde sorulara sebep olmaktadır. Allah (c.c) bizleri kafir, münafık, müşrik olarak nitelediği kimseler ile Veli kavramının anlam alanına dahil olan konularda ilişki kurulmasını yasaklamış olup, onlarla insani ilişkiler kurulmasını yasaklamamıştır. 

Mü'min bir kimse, Mü'min olmayan bir kimse ile arkadaşlık bazında ilişkilerini yürütebilir, ancak bu ilişki Mü'min olmayan kimsenin inancını sahiplenmek, onun inancını savunmak noktasına geldiği zaman tehlike arz etmeye başlayacaktır.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.



2 Şubat 2017 Perşembe

Kamer s. 5. Ayetindeki "Nüzur" Kelimesinin Çevirisi Örneğinde Ayetlerin Rivayetlere Göre Anlaşılması

Bundan önceki bazı yazılarımızda bazı ayet çevirilerini ele alarak , bu ayetlerin çevirisinin, rivayetleri doğrulamak amaçlı olarak yapıldığına dikkat çekmeye çalışmıştık. Bu yazımızda,  Kamer s. 5. ayetinde geçen "Nüzur" kelimenin çevirisini ele alarak , bu kelimenin neden sure bütünlüğü dikkat edilerek çevrilmediği konusuna, ve ilgili kelimenin aynı sure içindeki diğer geçişlerini dikkate alarak, doğru bir çevirinin yapılmasında sure bütünlüğünün önemine dikkat çekmeye çalışacağız. 

Allah (c.c) nin Kamer s. 1. ayetinde "İkterebetis sâatu ven şakkal kameru" (Saat yaklaştı ve ay yarıldı) buyurmuş olmasının , bir mucize olarak ayın gerçek olarak yarılmış olduğunu haber veren bir ayet olduğu şeklindeki yorumlara bir çok tefsirde rastlamaktayız. Ayın gerçek olarak ortadan ikiye yarılmış olduğu düşüncesi, öyle bir kabul gören düşüncedir ki , bunu ret etmenin imanı zayi ettiği düşüncesi , bir çok kimsede mevcuttur. 

Kamer s. 1. ayetinin böyle bir yarılmayı haber verdiğine dair olan düşüncelerin tersine , ayet içindeki "Şakkal kameru" ifadesinin, Araplar arasında kullanılan "Mesele açıklığa kavuştu" anlamında bir deyim olduğu şeklindeki yorumların , veya ayın gerçek olarak yarılmadığına dair olan düşüncelerin, daha ilk tefsirciler arasında yaygın bulunduğunu , fakat ayın gerçek anlamda yarıldığı düşüncesinin daha ağır basması nedeniyle, Kamer s. 1. ayetinin ayın kesin olarak ortadan ikiye yarılmış olduğunun haberini verdiği zannedilmektedir.

Ayın yarılmadığını iddia etme düşüncesinin yeni ortaya çıktığı zannedilerek , bu yarılmayı ret edenlerin tekfir edilmeye kadar varacak şiddette bir karşılık gördüğü herkesçe malumdur. Ancak, ayın yarılmadığı iddiasının yeni bir iddia olmadığı , ilk tefsircilerin bir kısmının böyle bir düşünce içinde olduğu bir çok kimse tarafından maalesef bilinmemektedir. Ayın yarılmadığını iddia edenlere karşı tekfirci bir dil kullananlar , ilk tefsircilerde bile böyle bir düşünce olduğunu bilmiş olsalardı , ayın gerçek anlamda yarılmadığını iddia edenlere karşı, belki daha yumuşak bir üslup kullanabilirlerdi. 

Yazımızın asıl konusu , Kamer s. 5. ayetinin çevirisinin , ayın gerçek anlamda yarıldığı ön kabulü dahilinde yapılmış bir çeviri olduğu ve sure bütünlüğüne dikkat edilmeden yapıldığı yönündeki düşüncelerimizi paylaşmak olduğu için, konuyu sure bütününü ele alarak anlamak durumunda olduğumuzu hatırlatmak isteriz. 

[054.001]  Saat yaklaştı ve ay yarıldı.
[054.002]  Onlar, bir ayet gördüklerinde yüz çevirirler ve; süregelen bir büyüdür, derler.
[054.003]  Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular. Halbuki her işin ulaşacağı yeri vardır.
[054.005]  Bu haberlerin her birinde üstün hikmet vardır; ama UYARICILAR fayda vermiyor.
[054.006]  Öyleyse onlardan yüz çevir; çağıran, görülmemiş ve tanınmamış bir şeye çağırdığı gün;
[054.007]  Gözleri hor ve hakir olarak, yaygın çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar.
[054.008]  Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kâfirler derler ki: «Bu, zorlu bir gün.»

Kamer s. 1. ayetinde "Şakkul kameru" ifadesinin mazi fiil ile ifade edilmiş olması , ayın gerçek anlamda yarıldığını haber verdiği yorumlarına dayanak teşkil etmektedir. Halbuki bu ifadenin Araplar arasında kullanılan ve "Mesele açıklığa kavuştu - Gerçekler ortaya çıktı" anlamında bir deyim olduğu hesaba katılarak bu ayet yorumlanmaya çalışılmış olsa idi , böyle bir yorum sure bütünlüğüne daha uygun, ve rivayetler baz alınarak bir ayetin yorumlanması yanlışı ortaya çıkarak, bu konudaki ihtilafların önü alınmış olurdu. 

Kamer suresi 1. ayeti , kıyametin mutlaka gerçekleşeceğini ve herkesin yapmış olduğu amellerin ortaya dökülerek karşılığının verileceğini haber vermektedir. Bu noktada "Gelecekte olacak bir olay neden gelecek zaman fiili ile değil de , geçmiş zaman fiili ile haber verilmektedir? sorusu sorulacak ve bunun cevabı istenecektir. 

Gelecek zamanda olacak kıyamet ile ilgili haberlerin gelecek zaman fiili yerine , geçmiş zaman fiili ile haber verilmesi Kur'an'ın anlatım üsluplarından bir tanesidir. Gelecekte meydana gelecek bir olay için geçmiş zaman kalıbının kullanılması , haber verilen olayın mutlaka gerçekleşeceğinin anlaşılmasına dair kullanılan bir üsluptur ve bu üslubu daha başka ayetlerde görmekteyiz. 

[039.068] Sûr'a üfürüldü; böylece Allah'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetiyorlar.
[039.069]  Yer; Rabbının nuru ile aydınlandı, kitab konuldu, peygamberler ve şahidler getirildi. Onlara haksızlık yapılmadan aralarında hak ile hükmolundu.
 [039.070]  Her bir nefse yaptığının tam karşılığı verildi. O, onların işlemekte olduklarını daha iyi bilendir.
[039.071]  Küfredenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, onun kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: «Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyarıp-korkutan peygamberler gelmedi mi size?» Onlar: «Evet.» dediler. Ancak azab kelimesi kâfirlerin üzerine hak oldu.
[039.072]  Onlara denildi ki: İçinde temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin. Büyüklenenlerin durağı ne kötüdür.
[039.073] Rablerinden korkup-sakınanlar da, cennete bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, onun kapıları açıldı ve onlara (cennetin) bekçileri dedi ki: «Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz. Ebedi kalıcılar olarak ona girin.»
[039.074]  (Onlar da) Dediler ki: «Bize olan va'dinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir.
[039.075] Melekleri de arşın etrafını çevirmişler olarak Rablerini hamd ile tesbih ettiklerini görürsün. Aralarında hak ile hüküm verilmiştir ve: «Alemlerin Rabbine hamdolsun» denilmiştir.

Yukarıda meallerini verdiğimiz Zümer s. 68-75. ayetleri arasında gelecek zamanda vaki olacak kıyamet , hesap , cennet ve cehennem ile ilgili bilgiler geçmiş zaman fiilleri ile anlatılmaktadır. Bu anlatım üslubu , anlatılan olayın mutlaka vaki olacağını bildirmek için kullanılmaktadır. 

Kamer s. 1. ayetini bu çerçevede düşündüğümüzde, geçmiş zaman kalıbı ile ifade edilen "İkterebetis sâatu ven şakkal kameru" (Saat yaklaştı ve ay yarıldı) cümlesi , gelecek zamanda kıyametin kopacağını ve herkesin yaptıklarının ortaya çıkacağını haber vermektedir. Surenin ilerleyen ayetlerinde, gelecek zamanda meydana gelecek bu olay zaten haber verilmektedir.

Kamer suresinin ilk ayetleri ,  Mekke'de ayın gerçek olarak ortadan ikiye ayrılmış olduğu ön kabulü içinde okunarak, 5. ayet içinde geçen "ru"Ennüzuru kelimesi, "UYARICILAR" olarak çevrilmesi gerekirken , "UYARILAR" şeklinde çevrilmiştir. Bazılarımız "Bu kadar farktan ne çıkar" diyebilir , surenin ilk ayetleri, ayın gerçek olarak yarıldığını gören, fakat buna inanmayan Mekke müşriklerine hitap ettiği düşüncesine uygun olarak çevrildiği için, sure bütünlüğüne daha uygun olan "Uyarıcılar" olarak çevrilmesi yerine , Muhammed (a.s) ın tek elçi olmasından dolayı "Uyarıcılar" ifadesinin uygun düşmeyeceği düşünüldüğü için "Uyarılar" şeklinde çevrilmiştir. 

Eğer ayet sure bütünlüğüne uygun olarak "Uyarıcılar" şeklinde çevrilmiş olsaydı , hitabın Mekke'li müşriklere yapıldığını düşünenler için "Mekke'de birden fazla uyarıcının ne işi var?" sorusunun cevabını vermeleri mümkün olmazdı. 

Halbuki 5. ayet, hiç bir ön kabul olmadan, sadece sure bütünlüğü dikkate alınarak çevrilmiş olsaydı , surenin ilk ayetlerinin direk Mekke'li müşrikleri değil , kendilerinden önce geçmiş olan müşriklere dikkat çekerek , Mekke'li müşriklerin kendilerinden önceki atalarının yolundan gitmiş olduklarına dikkat çektiğini anlayabilir , böylece 5. ayet içindeki "Ennüzuru" kelimesinin "Uyarıcılar" olarak çevrilmesinin daha uygun olduğunu görebilirlerdi. 

Bu bağlamda başka surelerdeki "Ennuzur" kelimesinin geçtiği diğer ayetlerden örnekler vererek bu kelimenin "Uyarıcı" anlamında kullanılmış olduğunu görelim. 

[010.101]  De ki: Göklerde ve yerde neler var, bir bakın. Fakat bunca ayetler ve uyarıcılar (ennuzüru) inanmayanlar güruhuna fayda vermez.
[046.021]  Ad kavminin kardeşi Hud'u an; ondan önce ve sonra, 'Allah'tan başkasına kulluk etmeyin» diyen nice uyarıcılar (ennüzuru)gelmişken, Ahkaf bölgesindeki kavmini uyarmış, «Doğrusu sizin için büyük günün azabından korkuyorum» demişti.
[053.056] Bu da ilk uyarıcılardan (ennüzuri) bir uyarıcıdır.

Kamer suresinin içinde geçen "Nüzur" kelimesinin hem "Uyarıcı" hem de "Uyarı" anlamını taşıyabileceğini önceden ifade ederek, hangi anlamın daha uygun olacağını sure bütünlüğü dikkate alınarak verilmesi gerektiğini hatırlattıktan sonra , bu kelimenin aynı sure içinde geçtiği ayetleri vererek devam edelim.

5. ayette "Uyarıcılar fayda vermiyor" ifadesinin açılımı karşımıza sure içinde yayılmış olan, kendilerine gönderilen uyarıcıları ret etmelerinden ötürü helak edilen kavimlerin anlatılması şeklinde çıkmaktadır. 

Kamer s. 9. ayetinden 16. ayete kadar, Nuh kavminin kıssası anlatılarak , o kavme uyarıcıları olan Nuh (a.s) ın uyarılarından faydalanmak yerine, onun uyarılarını ret etmeyi seçtikleri için , helak edildikleri haber verilmektedir. Sure içinde 6 defa tekrarlanan "Benim azabım ve uyarılarım (ve nuzuri) nasılmış?" ayeti içinde geçen "ve nuzuri" kelimesi, burada "Uyarı" anlamındadır. Sure içinde bu kelime "El" takısı kullanılarak "Ennüzur" ve "El" takısı kullanılmadan "Nüzur" şeklinde geçmektedir. "El" takısı kullanılan "Nüzur" kelimesi , "Uyarıcı" anlamında kullanılır iken , "El" takısı kullanılmayan  "Nüzur" kelimesi "Uyarı" anlamındadır.

Surenin 18. ve 21. ayetleri arasında Ad kavminin helak edilmesi anlatılarak sure içinde 6 defa tekrarlanan ,"Benim azabım ve uyarılarım (ve nuzurinasılmış? ayetinin 2. ve 3. tekrarı, 18. ve 21. ayettedir.

Surenin 23. ayetinden itibaren başlayan Semud kavminin helak edilmesi "Kezzebet semudu binnuzuri" (Semud da UYARICILARI yalanladı) ayeti ile başlamaktadır. 

Başka surelerde geçen elçi kıssalarındaki  "Kezzebet semudul mürseline" (Semud'da gönderilenleri yalanladı) (Kasas s. 105-123-141-160) gibi ayetlerde, yalanlananların kim olduğuna baktığımızda , gönderilen elçiler olduğunu görmekteyiz. Bu noktayı dikkate aldığımızda , Kamer s. 23. 33. ve 36. ayetlerde geçen "Binnuzuri" kelimesinin "Uyarıcı" anlamında elçileri ifade ettiğini söyleyebiliriz.

Kamer s. 23. ayetinden başlayan Semud kavminin helak edilmesinin anlatılması, 30. ayette sure içinde 6 defa geçen "Benim azabım ve uyarılarım (ve nuzurinasılmış? ayetinin 4. defa tekrar edilmesinden sonra 31. ayette biterek , 33. ayette , "Kezzebet qavmi lutin binnuzuri" (Lut kavmi de UYARICILARI yalanladı) buyurularak , Lut kavminin helakına geçilmektedir. 37. ve 39. ayetlerde , sure içinde 6 defa geçen ayetin, 5. ve 6. defa geçmesinden sonra , 41. ayette Firavun kavminin helakına geçilmektedir. 

"Ve lekad cae ali fir'avne binnuzuri" (Firavun ailesine de UYARICILAR geldi) buyurulması ile başlayan kıssa , 42. ayette sona ermektedir.

Kamer suresi 5. ayetinde "UYARICILAR fayda vermiyor" buyurulmasının daha geniş bir açılımı , Kamer s. 42. ayetine kadar anlatılan Nuh , Ad , Semud , Lut ve Firavun kavimlerinin, kendilerine gönderilen UYARICILARI  ret etmesinin , onlara neye mal olduğu hatırlatılarak, 43. ayette Mekke müşriklerine hitaben "Şimdi sizin kâfirleriniz, onlardan daha mı iyidirler? Yoksa kitaplarda sizin için bir berât mı var?" buyurulmak sureti ile , o kavimlerin başlarına gelen helak olaylarının , Mekke müşriklerinin başlarına gelmemesi için hiç bir sebebin olmadığı bildirilmektedir.


[054.044]  Yoksa: «Biz yardımlaşan bir topluluğuz.» mu diyorlar?
[054.045]  Topluluk yakında dağıtılacak ve onlar arkalarını dönüp kaçacaklar.

Kamer s. 44. ve 45. ayetlerinde , Mekke müşriklerinin çok güvendikleri mal ve servetlerine fazla güvenmemeleri gerektiği hatırlatılarak , surenin 1. ayetini daha iyi anlamamızı sağlayacak olan ayetler gelmektedir.


[054.046]  Daha doğrusu onlara vaad olunan asıl saattir. O saat ne belalı, ne acıdır.
[054.047]  Muhakkak ki suçlular; sapıklık ve çılgın ateşler içindedirler.
[054.048]  Ateşin içinde yüzükoyun sürüklenecekleri gün: Cehennemin dokunuşunu tadın» (denecek) [054.049]  Şüphesiz Biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır.
[054.050]  Ve Bizim emrimiz bir tektir; bir göz kırpması gibidir.
[054.051]  And olsun ki, benzerlerinizi yok etti, öğüt alan yok mudur?
[054.052]  İşledikleri her şey, kitaplarda mevcuttur.
[054.053]  Küçük, büyük her şey satır satır (yazılı) dır.

Kamer s. 1. ayetinde "
Saat yaklaştı ve ay yarıldı" buyurulması, sureyi bir bütün halinde ön yargısız olarak okuduğumuz zaman, daha net bir biçimde anlaşılacaktır. İnkar edenleri asla kaçamayacakları bir zaman olan kıyamet vakti ile tehdit eden, yaşadıkları hayat içinde kendilerine gönderilmiş olan uyarıcıları ret ederek , dünya hayatlarında helak ile son bulan bir cezaya çarptırılanlar için asıl ve sonsuz azap yeri ahirettir. 

Kamer suresini bir bütün olarak okuduğumuz zaman , 1. ayetinin kıyamet ve sonrası olacak olayları haber vererek , 2-3-4-5. ayetlerde , önceki inkarcıların kendilerine gelen uyarıları ret ettiklerini haber vermektedir. 6-7-8. ayetler , önceki inkarcıların yolunu izleyen Mekkelilere yeniden diriliş gününü hatırlatarak, yaptıklarının karşılıklarını alacakları gün ile tehdit etmektedir.

9-42. ayetler ise , Mekkelilerden önce yaşamış inkarcıların başlarına gelenleri hatırlatan ayetler olup , 43-44-45. ayetlerde helak edilen kavimlerin başlarına gelen sonucun, inkara devam ettikleri takdirde Mekkeli inkarcıların başına geleceği tehdidi yapılmaktadır. 46-53. ayetlerde ise , 1. ayette haber verilen kıyamet ve herkesin yaptıklarının karşılığını alacağı günün, daha geniş bir anlatımı bulunmaktadır. 54. ve 55. ayetlerde inkara girmeyerek uyarı ve uyarıcıları kabul eden bir hayat sürenlerin ne ile karşılaşacağı haber verilerek sure bitirilmektedir. 

Sonuç olarak ; Kur'an'ın doğru olarak anlaşılmasının önündeki en büyük engellerden bir tanesi , bu kitap ile uyuşmayan rivayetlerin doğru kabul edilerek , bazı ayetlerin bu rivayetlerin doğrultusunda anlaşılmaya çalışılmasıdır. 

Kamer s. 1. ayetinin ayın ortadan ikiye gerçek anlamda yarılması mucizesini haber veren bir ayet olduğunu yönündeki yorumlar , rivayetlerin ayete onaylatılması çabalarının bir ürünüdür. Böyle bir ön yargı ile okunan Kamer suresinin 5. ayetindeki "Ennüzuru" kelimesi "Uyarıcılar" şeklinde çevrilmesi gerekirken , ayın yarılmış olduğunu haber verdiği düşüncesine uygun bir şekilde "Uyarılar" şeklinde çevrilmiştir. 

Yazının amacı Muhammed (a.s) a "Mucize" olarak bildiğimiz türden görsel ayetlerin verilmediği konusu olmadığı için, bu konuya burada girilmemiştir. Amacımız , Kur'an ayetlerinin ön yargılara kurban edilmek sureti ile çevrilmesi ve yorumlanmasının doğurduğu sıkıntılara dikkat çekerek , bir kelimenin sure bütünlüğüne dikkat edilmeden çevrilmiş olmasının yanlışlığı üzerinedir. 

Kur'an'ın çevirisi ve yorumlanmasında ön yargıları bir kenara bırakarak , sure ve Kur'an bütünlüğüne dikkat etmenin ne kadar önemli olduğunu , önemsiz bir ayrıntı gibi görünmüş olsa da , gerçekte önemli olduğunu düşündüğümüz Kamer s. 5. ayetindeki "Nüzur" kelimesinin örnekliğinde göstermeye çalıştık.

                              EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

23 Nisan 2016 Cumartesi

Al-i İmran s. 181 ve Meryem s. 79. Ayetlerinde Geçen "Senektubu" Kelimesinin Çevirileri Üzerine Bir Mütalaa

Kur'an çevirilerinde yapılan en önemli hatalardan birisi , bir kelimenin yapılan çevirisinin Kur'an bütünlüğünde sağlaması yapıldığında , aynı kelimenin geçtiği bir başka ayet veya konu bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gereken ayetler ile çelişkili bir durum arz ediyor görüntüsü vermesidir. 

Yazımızda, bu duruma örnek olarak gördüğümüz, Al-i imran s.181. ve Meryem s. 79. ayetlerinde geçen "Senektubu" kelimesinin, "Yazacağız" şeklinde yapılan çevirilerinin, konu bütünlüğüne dikkat edilmesi gereken diğer ayetler ile çelişkili bir duruma düşerek, müşkilat arz etmesini nasıl çözebiliriz ? sorusunun cevabını aramaya gayret edeceğiz. 

Konumuz olan iki ayetin yapılan çevirileri şöyledir;

[003.181]  And olsun ki, Allah: «Allah fakir; biz zenginiz» diyenlerin sözünü işitmiştir. Dediklerini ve haksız yere peygamberleri öldürdüklerini elbette yazacağız (Senektubu) , «Yakıcı azabı tadın» diyeceğiz.

[019.079]  Hayır, söylediğini yazacağız (Senektubu) ve onun azabını uzattıkça uzatacağız.

Al-i İmran s. 181. ayetinin bağlamı Allah Medine ki (c.c) ye iftira atan İsrailoğulları ile alakalı olup haksız yere peygamberlerini öldürenler , Medine Yahudileri değil , ondan önceki atalarıdır.  Meryem s. 79. ayetinin bağlamı ise 77. ayette "bana elbette mal ve çocuk verilecektir" diyen kimse ile alakalıdır. 

Dikkatli bir Kur'an okuyucusu, bu iki ayette geçen "Senektubu" kelimesinin "Yazacağız" şeklinde çevrilmesini tereddütle karşılayacaktır. Bunun sebebi ise , kelimenin başındaki "Se" edatının gelecek zamanı ifade etmesi olup , kelimenin anlamı "Gelecekte yazacağız" olmaktadır. Böyle olunca da bu ayetin çevirisinin, Kur'anın diğer ayetlerinde geçen , amellerin anında yazıldığını ifade eden diğer ayetlerle çelişki arz ettiğini görecektir. 

Dikkatli bir okuyucu bu ayeti okuyunca, "Neden şimdi değil de gelecekte yazılacak" sorusunu sormaya başlayacaktır. Bu müşkilatı, "Senektubu" kelimesini çelişki arz etmeyecek bir anlam vererek  çevirmek çözmek mümkündür. 

Önce , "Yazacağız" şeklinde çevirilerin okuyucunun kafasında istifham oluşturmasına sebep olabilecek  ayetleri görelim ; 

[050.016-18]  And olsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz; Biz ona şah damarından daha yakınız.Zaten onun sağında ve solunda yerleşmiş iki kayıtçı vardır. Ağzından çıkan bir tek söz olmaz ki yanında, bu iş için hazırlanmış gözcü olmasın, onun söylediğini ve yaptığını kaydetmiş olmasın.
[009.121] Onlar, -küçük olsun, büyük olsun- bir harcama yapmazlar ve bir vadiyi aşmazlar ki, Allah kendilerini işlediklerinden daha güzeliyle mükafatlandırmak için onların hesaplarına yazmış olmasın!
[010.021] İnsanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra kendilerine bir rahmet tattırdığımız zaman, âyetlerimiz hakkında derhal bir takım hilekârlıklara girişirler. De ki: «Allah'ın hilesi daha çabuktur. Haberiniz olsun ki elçilerimiz yaptığınız hileleri yazıp duruyorlar».
[082.010-2] Oysa, yaptıklarınızı bilen değerli yazıcılar sizi gözetlemektedirler.
[021.094]  İnanmış olarak yararlı iş işleyenin ameli inkar edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.
[043.080]  Yoksa, kendilerinin gizli veya açık konuşmalarını duymayız mı sanırlar? Hayır; öyle değil; yanlarındaki elçilerimiz yazmaktadır.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayet örneklerinde, insanlar yapılan amellerin anında yazıldığı anlaşılmaktadır. Bu ayetleri dikkate alarak , Al- i İmran s. 181, Meryem s.79. ayetlerini okuyanlar , o ayetlerdeki "Senektubu" kelimesinin "Yazacağız" şeklinde çevrilmesi karşısında , "O ayetlerde hemen yazıyoruz diyor , bu ayetlerde gelecekte yazacağız diyor, bu ayetlerin arasındaki müşkilat nasıl çözülecektir?" şeklinde bir sorunun cevabını aramaya başlayacaktır.

Bu sorunun cevabını kendi adımıza vermeye çalışarak , öncelikle ilgili ayetlerin çevirilerinin nasıl olabileceği yönünde fikrimizi beyan edip , sonra bu fikrimizin temelini oturttuğumuz Kur'an ayetlerini vereceğiz.

Merhum Elmalılı Hamdi Yazır'ın "Nektubu" kelimesinin geçtiği Yasin s. 12. ayetine vermiş olduğu anlamın dikkate değer bir çeviridir. Maalesef merhum Elmalılı , bu çeviriyi aynı kelimenin geçtiği konumuz olan ayetlere uygulamayarak kendisi de çelişkili bir anlama imza atmıştır. Halbuki Yasin s. 12. ayetine verdiği anlamı dikkate alarak aynı anlamı, bu kelimenin geçtiği konumuz olan ayetlere vermiş olsaydı, örnek bir çeviri yapmış olacak , böylelikle bir çok meal yapıcısının kendisini taklit ederek vermiş olduğu anlama engel olmuş olacaktı.

Merhum Elmalılı Hamdi Yazır'ın Yasin s. 12. ayete verdiği meal şöyledir ;

[036.012] [E0] Hakıkat biz biziz, ölüleri diriltiriz ve takdim ettikleri şeyleri ve bıraktıkları eserleri kitaba geçiririz (Nektubu) ve zaten her şey'i açık bir kütükte bir «İmamı Mübîn» de ihsa etmişizdir.

Merhum , dikkat edilirse ayet içindeki "Nektubu" kelimesini "KİTABA GEÇİRİRİZ" şeklinde anlamlandırmıştır. Ancak konumuz olan ayetlerdeki "Senektubu" kelimesini " Yazacağız" şeklinde anlamlandırarak, hem kendisi çelişkili bir meale imza atmış hem de kendisinden kopya çeken bazı meal yapıcılarını çelişkili duruma düşürmüştür. 

"Senektubu" kelimesine öyle bir anlam verilmelidir ki , bu anlam konu bütünlüğü arz eden diğer ayetlerle çelişki arz etmesin , aksine bütünlük arz etsin.

İlgili ayetlerdeki "Senektubu" kelimesinin, "Ketebe" kelimesinden türediğini hatırlatarak , bu kelimenin "Kitap" yani yazılan bilgilerin muhafaza edildiği , unutulmadığı şeklindeki anlamını ve merhum Elmalılının verdiği anlamı dikkate alarak , konumuz olan ayetlerdeki "Senektubu" kelimesinin , "KİTAPLAŞTIRACAĞIZ" şeklinde anlamlandırılmasının mümkün olduğunu düşünmekteyiz.

[003.181]  And olsun ki, Allah: «Allah fakir; biz zenginiz» diyenlerin sözünü işitmiştir. Dediklerini ve haksız yere peygamberleri öldürdüklerini elbette KİTAPLAŞTIRACAĞIZ (Senektubu) , «Yakıcı azabı tadın» diyeceğiz.

[019.079]  Hayır, söylediğini KİTAPLAŞTIRACAĞIZ (Senektubu) ve onun azabını uzattıkça uzatacağız.

Yani insanların dünya hayatlarında , yaptıkları ve söyledikleri her şey , unutulmadan eksik bırakılmadan kayıt edilmiş bir halde kendilerine sunulacaktır. "Senektubu" kelimesinin bu durumu ifade ettiğini düşünmekteyiz.

Böyle bir anlamın , aşağıda meallerini vereceğimiz, herkesin dünyada yaptıklarının kitap haline getirildiği ve hesap gününde herkesin ellerine kitaplarının verileceğini beyan eden ayetleri dikkate aldığımızda, Kur'an bütünlüğü açısından daha isabetli olduğunu düşünmekteyiz.

[017.013-14] [E0] Her insanın da kuşunu boynunda kendine takmışızdır ve onun için Kıyamet günü bir kitab çıkarırız ki neşrolunarak onu şöyle karşılar. Oku kitabını, muhasebeci bugün üzerinde nefsin yeter

İsra s 13 ve 14. ayetlerde , insanın dünya hayatında yaptığı amellerin , kıyamet gününde karşısına kitap halinde çıkarak ona okuması için verileceği beyan edilmektedir. Buna benzer beyanlar diğer Kur'an ayetlerinde görülmektedir. 

[017.071] Günün birinde her sınıf insanları imamları ile çağıracağız, o gün her kime kitabı sağ elile verilirse işte onlar kitablarını okuyacaklar ve kıl kadar zulmedilmiyecekler
[018.049]  Kitab konulduğunda suçluların onda yazılı olandan korktuklarını görürsün Vah bize, eyvah bize, bu kitab nasıl olmuş da küçük büyük bir şey bırakmaksızın hepsini saymış, derler. Çünkü bütün işlediklerini hazır bulurlar. Ve Rabbın, kimseye asla zulmetmez.
[039.069]  Yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanır, kitap açılır, peygamberler ve şahidler getirilir ve onlara haksızlık yapılmadan, aralarında adaletle hüküm verilir.
[045.028-29]  Her ümmeti diz üstü çökmüş olarak görürsün. Her ümmet kitabına çağrılır. Onlara denir ki: «Bugün, size işlediğinizin karşılığı verilecektir.»«Bu kitabımız gerçekten sizin aleyhinize konuşur. Biz yaptıklarınızı şüphesiz bir bir kaydediyorduk.»
[078.029-30] Biz ise her şeyi sayıp bir kitaba geçirmişiz.Şöyle deriz: «Artık tadınız, bundan böyle size azabdan başka bir şey artırmayız.»
[069.019-20]  Kitabı sağ tarafından verilen: Alın, kitabımı okuyun; doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum, der.
[069.025-9]  Fakat kitabı kendisine solundan verilen kimse: «Kitabım keşke bana verilmeseydi; keşke hesabımın ne olduğunu bilmeseydim; bu iş keşke son bulmuş olsaydı; malım bana fayda vermedi; gücüm de kalmadı» der.
[084.007-9] İmdi kimin kitabı sağ eline verilmiş olursa. Artık bir kolay hesap ile muhasebe edilmiş olur. Ve ehline sevinçli olarak dönmüş bulunur.
[084.010-3]  Kimin de kitabı arkasından verilirse, derhal yok olmayı isteyecek; alevli ateşe girecektir. Zira o, (dünyada) ailesi içinde (mal-mülk sebebiyle) şımarmıştı.

Sonuç olarak ; Al-i İmran s. 181 ve Meryem s. 79. ayetlerindeki "Senektubu" kelimesinin "Yazacağız" şeklindeki çevirisi , diğer ayetlerde geçen amellerin anında yazıldığını beyan eden ayetler ile çelişki arz etmektedir. Çelişkinin Kur'anda olamayacağından hareketle , böyle bir çeviri yerine, Kur'an bütünlüğü ile uygunluk  arz eden bir çeviri tercihini yapmaya çalıştığımız çalışmamızda, Merhum Elmalılının Yasin s. 12. ayetinde geçen "Nektubu" kelimesine verdiği anlamı dikkate alarak bir çeviri çalışmaya çalıştık. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


                           

8 Şubat 2015 Pazar

Enam s. 23. Ayetindeki "Fitnetuhum" Kelimesinin Çevirileri Üzerine

Alemlere rahmet ve hidayet rehberi olan Kur'an, Arap dilinde nazil olmuş bir Kitap olması nedeni ile bu dili bilmeyenlerin  Kur'anı anlamaları için konuştukları dile çevrilmiş olması gerekmektedir. Türkiye bazında düşündüğümüz zaman son yıllarda Kur'ana olan ilginin artması beraberinde çevirilerinde artmasını getirmiştir. Bu sevindirici durumun yanısıra yapılan çevirilerde bir takım hatalar gözümüze çarpmaktadır. Bu hataların sebebi Arapçayı bilmemekten değil , çeviri yapmaya soyunanların Kur'ana olan hakimiyet noktasında yetersizliklerinden kaynaklanmaktadır.

Arapçayı bilmeyen fakat , Kur'an bütünlüğüne vakıf olan bir okuyucu dahi bu tür çeviri hatalarını görebilmektedir. Herkesin Arapçayı öğrenme imkanı olmaması nedeniyle çevirilerin okunmaya devam etmesi gerektiğini, ancak çeviri yapanların Arapçadan önce Kur'an bütünlüğüne vakıf olmaları gerektiğini hatırlatarak bu tür bir vukufiyetsizlik sonucu yapılmış olan Enam s. 23. Ayetinin çevirisi ile ilgili olarak düşüncelerimizi paylaşmaya çalışalım.

"Summe lem tekun fitnetuhum illâ en kâlû vallâhi rabbinâ mâ kunnâ muşrikîn(muşrikîne)."

Enam s. 21-24. Ayetlerinde , Allaha karşı yalan düzüp uyduran zalimlerin Ahiret günündeki halleri tasvir edilmekte , 23. Ayette onların Dünya hayatındaki yapmış oldukları fitneye devam edemedikleri görülmektedir. Bu Ayetin çevirileri genel olarak şu şekildedir. 

Adem Uğur:
Sonra onların mazeretleri, "Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık!" demekten başka bir şey olmadı.

Ahmet Tekin :
Sonra onlar inkârlarının ve yalana cüretlerinin sebep olduğu azabı gördüklerinde:
'Rabbimiz Allah’a yemin ederiz ki, biz ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında Allah’a ortak koşan müşriklerden değildik' demekten başka bir mazeret ileri süremeyecekler.

Ahmet Varol :
Sonra: 'Rabbimiz olan Allah'a yemin olsun ki, biz Allah'a ortak koşanlar değildik' demekten başka bir kaçamak bulamazlar.

Ali Fikri Yavuz :
Sonra (kurtuluş için) özürleri mevcut olmayıp sadece şöyle diyeceklerdir: “- Rabbimiz olan Allah’a yemin ederiz ki, biz, müşriklerden değildik.”

Bayraktar Bayraklı :
Sonunda şunu söylemekten başka bahaneleri kalmaz: “Rabbimiz Allah’a yemin olsun ki, ortak koşanlardan değildik.”

Edip Yüksel :
Onların tek savunması şu olacak: 'Rabbimiz ALLAH'a andolsun ki biz ortak koşmadık.'

Şaban Piriş :
Fakat onların şaşkınlıkları ile (cevapları) “Rabbimize Vallahi, şirk koşanlardan değildik” demekten başka bir şey olmayacaktır.

Verdiğimiz meal örneklerinde "Fitnetuhum" kelimesine , başta "Mazeret" olmak üzere , Kaçamak , Özür, Bahane, Savunma v.s anlamlar verildiğini görmekteyiz. 

Başka Ayetlerde Cehennem ehlinin öne sürdükleri mazeretlerin kabul edilmeyeceğini görmekteyiz , bu durum "Mazeret" kelimesi ile ifade edilmektedir. Fitne kelimesi bu tür bir anlama gelmez iken, maalesef "Mazeret" anlamında çevrilerek hata yapılmıştır.

 [030.057] Zulmedenlerin, o gün mazeretleri fayda vermez; artık kendilerinden Allah'ı hoşnut edecek şeyleri yapmaları da istenmez.
 [040.052] O gün; mazeretleri zalimlere fayda vermez. La'net onların, yurdun kötüsü de onlarındır.

"Mazeret" kelimesinin kullanılmasını göz önüne alarak , "Fitnetuhum" kelimesinin bu anlama gelmeyeceğini biraz düşünüp bu kelimenin anlam alanı biraz araştırılsaydı bu tür hatalı anlamların verilmesinin önüne geçilebilirdi.

Bu çevirilerin yanısıra doğru çeviri olduğunu düşündüğümüz çevirileri yazımızın sonunda vereceğiz , bu çevirileri vermeden önce "Fitne" kelimesinin anlam alanı etrafında kısaca durarak Enam s. 23. Ayetinde kullanılma sebebini görelim.

"Fitne" kelimesi ; Fe -Te-Ne kökünden , "Altının kalitesinin kaç ayar olduğunun belli olması için onun ateşte eritilmesi" anlamına gelir. Bu sözlük anlamı Kur'an ile ıstılahlaşarak , "Kişinin imanının kaç ayar olduğunun belli olması için onun denenmesi" anlamında kullanılmıştır.

Fitnenin ıstılah anlamından yola çıkarak , Kur'anda bir gezinti yaptığımız takdirde , bu çeşit denemenin 1-Allah (c.c) 2- İnsan kaynaklı olduğunu görürüz. İnsan kaynaklı fitneyi Kur'anda, Mü'minlerin arasını bozma, onları sıkıntıya düşürme v.s gibi çalışmalar olarak özetlemek mümkündür. Bu çalışmaları Mü'min olmayanların yaptığını onların Müşrik , Münafık ,Kafir olarak isimlendirilenlerin yaptıklarını yine Kur'anda görmekteyiz. Vereceğimiz bir kaç Ayet meali konuyu anlamaya yardımcı olacaktır.

[002.191] Ve onları her nerede bulursanız öldürünüz. Ve sizi çıkarmış oldukları yerden siz de onları çıkarın. Fitne ise katilden daha şedîttir. Ve onlar sizinle savaşta bulunmadıkça siz de Mekke hareminde onlar ile savaşta bulunmayınız. Fakat onlar sizinle savaşta bulunurlarsa onları öldürünüz. Kâfirlerin cezası böyledir.
[002.193]  Fitne kalmayıp, din de Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Vaz geçerlerse, artık zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur.
[002.217] Sana haram aydan ve onda savaştan soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak; büyük bir günahtır. Fakat insanları Allah yolundan alıkoymak ve O'nu inkar etmek, Mescid-i Haram'a gitmelerine engel olmak, onun ehlini oradan çıkarmak Allah katında daha büyük günahtır. Fitne, katilden de beterdir. Kafirlerin güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşa devam ederler. Sizden her kim dininden dönerde kafir olarak ölürse; onların yaptığı ameller dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Ve onlar, cehennem ehlidirler. Orada temelli kalacaklardır.
[004.091]  Bir de öyleleriyle karşılaşacaksınız ki onlar hem sizden, hem de kendi kavimlerinden emin kalmak isterler. Bunlar ne zaman fitneye çağırılsalar derhal ona dalarlar. Ohalde bunlar sizden uzak durmaz, size barış teklif etmezler, ellerini sizden çekmezlerse onları nerede bulursanız yakalayın, öldürün! İşte bunlara karşı size kesin bir izin ve yetki vermişizdir.
[008.039]  Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! (İnkâra) son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.
[008.073] Küfredenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmzsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.
[009.047](Münafıklar) Eğer içinizde (onlar da savaşa) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı ve mutlaka fitne çıkarmak isteyerek aranızda koşarlardı. İçinizde, onlara iyice kulak verecekler de vardır. Allah zalimleri gayet iyi bilir.
[033.014] Eğer Medine'nin etrafından üzerlerine varılmış olsa, sonra da kendilerinden fitne çıkarmaları istense hemen buna girişip derhal yapmaktan geri kalmazlardı.

Hayatlarını Mü'minler arasında fesada harcayarak ölen ve hesap günü artık kaçacak bir yerleri olmayanların hali şu şekilde anlatılmaktadır.

[016.087]  O gün (artık) Allah'a teslim olmuşlardır ve uydurdukları (yalancı ilahlar) da onlardan çekilip-uzaklaşmıştır.
[037.026]  Hayır; bugün onların hepsi teslim olmuşlardır.

Zalimler o gün Dünya hayatında yaptıklarının karşılıklarını çekmek üzere Cehenneme sevk edilirler ve hiç bir yardımcıları yoktur, feryatları hiç bir şekilde fayda etmeyecektir. 

Enam s. 21-24. Ayetleri de zalimlerin bu durumlarını anlatmaktadır. Bu Ayetleri Elmalılı mealinden vermek istiyoruz. Bunun sebebi Elmalılının Enam s. 23. Ayetine verdiği anlamın doğru olduğunu düşünmemizdir. 

 [006.021] [E0] Allaha iftira ederek yalan uyduran veya onun âyetlerine yalan deyen kimseden daha zalim kim olabilir? Şüphe yok ki zalimler felâh bulmazlar
[006.022] [E0] Hele hepsini Mahşere toplıyacağımız, sonra o şirk koşanlara diyeceğimiz gün: Hani nerede o sizin zu'm etmekte olduğunuz şerikleriniz?
[006.023] [E0] SONRA BAŞKA FİTNELİK EDEMEYECEKLER SADE ŞÖYLE DİYECEKLER :RABBİMİZ ALLAHA YEMİN EDERİZ : VALLAHİ BİZLER MÜŞRİK DEĞİL İDİK.
[006.024] [E0] Bak vicdanlarına karşı nasıl yalan söylediler, gâib oluverdi de kendilerinden o uydurdukları ma'budlar

21-24. Ayetler de Dünya hayatlarında Mü'minlerin aralarını bozmak için fitne peşinde koşanların artık fitne peşinde koşamayacakları , ateşten kurtulmak için yalana dahi başvuracak kadar çaresiz bir durumda kalacakları beyan edilmektedir. 

Elmalılı nın verdiği bu anlamın daha doğru ve FİTNE KELİMESİNİN KUR'AN BÜTÜNLÜĞÜNDE KULLANILIŞINA SADIK KALINARAK YAPILDIĞINI düşünmekteyiz. Gel gelelim Elmalılıyı SADELEŞTİRME adına yapılan çalışmaların , bu işlerin ,Kur'anı anlamak şöyle dursun  ELMALILI YI DAHİ ANLAMAYANLARIN elinde kaldığını üzülerek görmekteyiz. 

İsimlerini bilmediğimiz sadeleştiricilerin internet ortamında yayınlanan meallerde Enam s. 23. Ayetine yaptıkları Elmalılı sadeleştirmesi (aslında cinayet denilebilir) şöyledir. 

Elmalılı (sadeleştirilmiş) :
Sonra başka çare bulamayacaklar ve sadece şöyle diyecekler: «Rabbimiz Allah'a yemin ederiz ki, vallahi bizler Allah'a şirk koşanlar değildik.»

Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) :
Sonra, (Onlar): «Rabbimiz, Allah'a yemin ederiz ki, biz müşriklerden değildik» demekten başka bir özür bulamayacaklar.

Bundan önceki yazılarımızda , Enbiya s. 95. , Mümtehine s. 13. Ayeti ile ilgili olarak Elmalılı nın orjinal mealine sadık kalınmayarak, daha doğrusu Elmalının o Ayete verdiği anlamı anlayacak kapasiteden yoksun olanların sadeleştirme adına yaptıkları cinayetlere örnek vermiştik. Enam s. 23. Ayetini, diğer meal yapıcılarının gözetmediği Kur'an bütünlüğünü gözeterek çeviren Elmalılı nın vermiş olduğu bu anlam maalesef bazılarının elinde kaybolup gitmiştir.

Elmalılı nın yanısıra , doğru olarak yapıldığını düşündüğümüz bir kaç çeviri örnekleri de şunlardır. 

 Ali Bulaç :
(Bundan) Sonra onların: "Rabbimiz olan Allah'a and olsun ki, biz müşriklerden değildik" demelerinden başka bir fitneleri olmadı (kalmadı.)

Celal Yıldırım :
Sonra onların bir başka fitnesi olmayacak, sadece şu sözleri olacak: «Rabbimiz Allah'a yemin ederiz ki, biz ortak koşanlar değildik !»

Hasan Basri Çantay :
(Bu suâlden) sonra (gûyâ kurtulabilmeleri için) onların (baş vuracakları) fitne: «Rabbimiz olan (Sen) Allaha andederiz ki biz eş tutanlardan değildik» dedelerinden başka (bir şey) olmadı (olmayacakdır).

Ömer Nasuhi Bilmen :
Sonra onların hilesi, «Vallahi ey Rabbimiz! Bizler müşriklerden olmadık,» demekten başka olmayacak.

Sonuç olarak ; Kur'anı anlamak için meallere başvurmanın bir zorunluluk olduğu bir gerçektir, ancak meal yapan ve meal okuyanların gözetmesi gereken bazı noktaların olduğu da bir gerçektir. Meal yapanlar öncelikle Arapçadan daha elzem olana Kur'an bütünlüğüne hakimiyet noktasında son derece dikkatli olmak zorundadırlar. Meal okuyanlar ise okudukları mealdeki bazı hatalı tarafları anlayabilecek bütünlüğü sahip olmaları tek bir meale bağlı kalmamaları mümkünse bi kaç farklı meali takip etmeleri onların menfaatleri gereğidir.

Yazımıza konu edindiğimiz Enam s. 23. Ayetinin Kur'an bütünlüğü gözetilmeden yapıldığı , daha doğrusu herkesin birbirinden kopya ederek aynı anlamı taşıyan kelimeleri farklı ibarelerle meallerine yansıttığını görmemiz meal yapma işinin pek ciddiye alınmadığını göstermektedir, hele hele doğru olarak yapılan Elmalılı çevirisinin onu sadeleştirenler tarafından dahi anlaşılamaması işin vehametini ortaya koymaktadır. Meal yapıcılarına tavsiyemiz  şu dur ki , yaptıkları işin sorumluluğuna sahip olmaları ve bu sorumluluğu taşıma düşüncesi içersinde meal yapmaya soyunmalarıdır. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

10 Ocak 2014 Cuma

Ebeden Kelimesinin Kur'anda Geçişleri, Cennet ve Cehennemin Ebediliği

Ebeden kelimesi , zaman gibi parçalanmayan , uzayıp giden bir zaman süresini ifade eder. Örnek olarak , "şöyle bir zamanı" denilebilir ama "şöyle bir şeyin ebedi" denilmez. Bir nesne ebedi olarak baki kalmak. Uzun süre baki kalan şeyleri ifade etmek için kullanılır. (el müfredat)

Bu kelime kur'anda 28 yerde geçmekte olup bir kısmı dünya hayatı bir kısmı ise ahiret hayatı ile ilgilidir. Bu ayetlerin kur'anda geçişleri şu şekildedir. Önce dünya hayatındaki olan olaylar ile kullanılan ayetleri görelim.

 [002.094-95] De ki, «Eğer ahiret yurdu Allah katında başkalarına değil de yalnız size mahsus ise ve eğer doğru sözlü iseniz, ölümü dilesenize!» Fakat ellerinden çıkan işleri yüzünden onu hiç bir zaman (ebeden )temenni edemezler. Allah o zalimleri bilir.

Bakara s. 94-95. ayetlerinde israiloğullarının, ahiret hayatlarında cenneti garantilediklerine dair iddiaları red edilmekte ve eğer samimi iseniz ölümü isteyin denilmekte, ancak ölümü ebeden dilemeyecekleri bildirilir. Bu kelimenin kullanılması sonlu bir zaman için kullanılmamış olması dikkat çekicidir.   

[005.024] «Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla(ebeden) girmeyiz; şu halde sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız» dediler. 

Maide s. 24. ayetinde yine israiloğullarının kendilerine yazılan kutsal yere girmeleri istenmesine rağmen onlar, o şehirdeki zorba kavim çıkmadıkça oraya ebeden girmeyeceklerini söylemelerini görmekteyiz. Ebeden kelimesinin kullanılması yine dikkat çekicidir.  

[009.083] Allah seni geri döndürüp, onlardan bir toplulukla karşılaştırdığı zaman, senden savaşa çıkmak için izin isterlerse, de ki: «Benimle asla (ebeden) çıkamayacaksınız, benim yanımda hiçbir düşmanla savaşmıyacaksınız; çünkü baştan, oturup kalmaya razı oldunuz. Artık geri kalanlarla beraber oturun.»  

Tevbe s. 83. ayetinde savaştan daha önce kaçan münafıkların, daha sonra savaşa katılmak istemelerine karşılık cevap olarak onların bu isteklerinin ebeden kabul edilmeyerek savaşa çıkmalarına rıza gösterilmeyeceği beyanının görmekteyiz.  

[009.084] Onlardan ölen kimseye asla (ebeden) salat etme (dua etme), mezarı başında da durma! Çünkü onlar Allah'ı ve peygamberini inkar ettiler, fasık olarak öldüler.  

83. ayetin devamında savaştan geri kalarak nifaklarını ortaya çıkanların öldüğü zaman onlara müslüman bir kişiye uygulanacak olan muamelenin ebeden uygulanmaması emri vardır. 

[009.108]  Onun içinde asla (ebeden)namaz kılma! İlk günden takvâ üzerine kurulan mescit çinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever.   

Tevbe s. 108. ayetinde münafıkların tesis ettiği mescide ebeden girmemesi emredilmekte ve ebeden kelimesinin kullanılması dikkat çekicidir. 


[018.020]  «Şüphe yok ki, onlar eğer size galebe ederlerse sizi ya taşlarlar, veya sizi kendi milletlerine (dinlerine) döndürürler ve o takdirde artık ebedîyyen felâh bulamazsınız.»  

Kehf s. 20 ayette ashabı kehf'in alışverişe giden arkadaşlarına şehir halkının kendilerini buldukları takdirde başlarına gelecekleri konuşmaları anlatılmakta olup o halkın dinine dönüldüğü takdirde ebedi olarak kurutuluşa erilemeyeceğini söylemektedirler. 

 
[018.035] Daha sonra Cennet'ine girdi ve kendisine zulmederek: «Bunun asla (ebeden) yok olacağını sanmam.» dedi.

Kehf s. de anlatılan bahçe sahipleri kıssasında zalim bahçe sahibinin, bahçesi için kullandığı kesinlik ifadesi ebeden olarak ifade edilmektedir.  

 [018.057]  Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatılmışken onlardan yüz çeviren ve önceden yaptıklarını unutan kimseden daha zalim var mıdır? Kuran'ı anlarlar diye kalblerine örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Sen onları doğru yola çağırsan da asla (ebeden) doğru yola gelmezler.

Kehf s. 57. ayetinde Allah cc nin ayetlerini dinleyip yola gelme konusunda ısrarcı olanların asla iman etmeyecekleri vurgusunun ebeden kelimesi ile ifade edilmesi yine dikkat çekicidir. 

[024.004] İffetli kadınlara zina isnat edip de, sonra dört şahit getiremeyenlere seksen değnek vurun; ebediyen onların şahidliğini kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkmış kimselerdir.

Nur s. 4. ayetinde iftiracı kişinin şahitliğinin ebedi olarak kabul edilmemesi emredilmekte yine ayette ebeden kullanılması o kişinin ölene kadar şahitliğinin kabul edilmemesi emredilmektedir.  

[024.017]  Böyle birşeyi asla (ebeden)bir defa daha tekrarlamayasınız diye Allah size öğüt veriyor; eğer iman etmiş iseniz.

Nur s. 17. ayetinde aişe validemize atılan iftira ilgili bağlamı olan ayette böyle bir hataya ebedi olarak düşülmemesi emredilmektedir.  

 [024.021]  Ey İnananlar! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına takılırsa, bilsin ki, o, hayasızlığı ve fenalığı emreder. Allah'ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır. Allah işitir ve bilir.

[033.053] Ey inananlar! Peygamber'in evlerine, yemeğe çağırılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edilseniz girin ve yemeği yiyince, dağılın. Sohbet etmek için de girip oturmayın. Bu haliniz Peygamber'i üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu. Allah gerçeği söylemekten çekinmez. Peygamber'in eşlerinden bir şey isteyeceğinizde onu perde arkasından isteyin. Bu sayede sizin gönülleriniz de, onların gönülleri de daha temiz kalır. Bundan sonra ne Allah'ın Peygamber'ini üzmeniz ve ne de O'nun eşlerini nikahlamanız asla (ebeden) caiz değildir. Doğrusu bu, Allah katında büyük şeydir.

[048.012] Aslında siz, Peygamberin ve inananların,asla (ebeden) ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu, gönüllerinize güzel görünmüştü de kötü sanıda bulunmuştunuz. Hayırsız bir topluluk oldunuz.

[059.011]  Münafıkların, kitap ehlinin inkarcılarından olan kardeşlerine: «Eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız and olsun ki, biz de sizinle beraber çıkarız; sizin aleyhinizde kimseye asla(ebeden) uymayız; eğer savaşa tutuşursanız mutlaka size yardım ederiz» dediklerini görmedin mi? Allah onların yalancı olduklarına şahidlik eder.

[060.004]  İbrahim ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Onlar milletlerine şöyle demişlerdi: «Biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız; sizin dininizi inkar ediyoruz; bizimle sizin aranızda yalnız Allah'a inanmanıza kadar ebedi düşmanlık ve öfke başgöstermiştir.» -Yalnız, İbrahim'in, babasına: «And olsun ki, senin için mağfiret dileyeceğim, fakat sana Allah'tan gelecek herhangi bir şeyi savmaya gücüm yetmez» sözü bu örneğin dışındadır- «Rabbimiz! Sana güvendik, Sana yöneldik; dönüş Sanadır.»

[062.006-7] De ki: «Ey Yahudiler! Bütün insanlar bir yana, yalnız kendinizin Allah'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız ve bunda samimi iseniz, ölümü dilesenize!»Yaptıklarından ötürü, ölümü asla (ebeden)dileyemezler. Allah, zalimleri bilendir.

Yukarda verdiğimiz ayet mealleri "ebeden" kelimesinin dünya hayatı içindeki olaylarl ilgili kullanımına örnektir, dikkat edileceği üzere kelime sözlük anlamına uygun olarak parçalanmayan ve sürekli olan bir zaman süresini ifade etmektedir. İkinci olarak bu kelimenin ahiret ile ilgili kullanımlarına örnek olacak ayet meallerini vereceğiz.   

 [004.057]  İnanıp yararlı iş işleyenleri içinde temelli ve ebedi kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları en koyu gölgeliklere yerleştireceğiz.
[004.122]  İnanıp yararlı işler yapanları, Allah'ın gerçek bir sözü olarak, içinde temelli ve ebedi kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?
[004.169]  Ancak orada ebedî kalmak üzere cehennem onları yoluna (iletecektir). Bu da Allah'a çok kolaydır.
[005.119]  Allah, «Bu, doğrulara doğruluklarının fayda verdiği gündür; ebedi ve temelli kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetler onlarındır. Allah onlardan hoşnud olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnud olmuşlardır, bu büyük kurtuluştur» dedi.
[009.022]  Onlar orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz ki Allah katında büyük mükâfat vardır.
[009.100]  İyilik yarışında önceliği kazanan Muhacirler ve Ensar ile, onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnuddurlar. Allah onlara, içinde temelli ve ebedi kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır; işte büyük kurtuluş budur.
[018.003]  Onlar orda ebedi olarak kalıcıdırlar.
[033.065]  (Onlar) orada ebedî olarak kalacaklar, (kendilerini koruyacak) ne bir dost ne de bir yardımcı bulacaklardır.
[064.009]  Toplanma günü için, sizi bir araya getirdiği zaman, işte o, kimin aldandığının ortaya çıkacağı gündür; Allah'a kim inanmış ve yararlı iş işlemişse, Allah onun kötülüklerini örter, onu içinde temelli ve sonsuz kalacağı, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar; büyük kurtuluş işte budur.
[065.011]  İman edip sâlih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir Peygamber göndermiştir. Kim Allah'a inanır ve faydalı iş yaparsa Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere sokar. Allah o kimse için gerçekten güzel bir rızık vermiştir.
[072.023]  «Benim yaptığım yalnız, Allah katından olanı, O'nun gönderdiklerini tebliğdir. Allah'a ve Peygamberine kim karşı gelirse ona, içinde sonsuz ve temelli kalınacak cehennem ateşi vardır.»
[098.008]  Onların Rableri katındaki mükafatı, içinde temelli ve sonsuz kalacakları, içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleridir. Allah onlardan razıdır. Onlar da Allah'tan razıdır. Bu, Rabbinden korkan kimseyedir.

Yukarda verilen ayet mealleri ahiret haliyle ilgili "halidine" kelimesi ile birlikte kullanılmış ve kesintisiz bir hayatın ahirette devam edeceği bildirilmektedir.  
Ebeden kelimesi ile birlikte kullanılan "halidine" kelimesi , " bir nesnenin, fesadın bozulmanın arız olmasından beri, veya muaf olması ve üzere bulunduğu hal üzere baki,sabit kalması,
varlığını sürdürmesi" anlamına gelmektedir. "Halidine fihe ebeden" şeklinde gelen terkib cennet veya cehennem ehlinin bulundukları yerde süreye bağlı olmaksızın herhangi bir bozulma gibi bir duruma düşmeden kalması anlamına gelmektedir.    

                                         CENNET VE CEHENNEMİN EBEDİLİĞİ 

Yukarda verdiğimiz ayet örneklerinde ebeden kelimesinin sonsuz ve kesintisiz bir zaman anlamı taşımasına rağmen cennet veya cehennemin ebedi olup olmaması tartışmalarının yaşandığına şahid olmaktayız. Cennet ve cehennemin sonlu olduğuna dair görüş beyan edenlerin dayandıkları delillerin konuyu direk olarak ilgilendiren ayetler olmadığı ancak yorum ve "benim düşüncem budur" şeklinde bir delile dayandığı görülmektedir. Bazılarının haşa Allah cc nin adaletini sorgulama cesaretine!! soyunarak "insanın yaşadığı zaman içinde yaptığı günahların ebedi olarak cezalandırılması adalete terstir" şeklinde görüş beyan edebildiğine şahid olmaktayız. Bu insanlar kişilerin cehenneme gitmek için yaptığı çalışmaları göz ardı ederek onların avukatlığına soyunmaları hümanist!! düşüncelerinin ağır bastığı ve kendi adalet anlayışlarını Allah cc ye dayatmak cüretinden başka bir şey değildir.

[028.088]  Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarma. O'ndan başka ilah yoktur. O'ndan başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz.
[055.026-27]  Üzerindeki her kes fanî Yüce ve iyilik sahibi Rabbinin yüzü bakidir;
Bu ayetler ile cennet veya cehennemin sonlu olduğu delili getirilmeye çalışılmaktadır. Dikkat edileceği üzere Allah cc nin kendi bekasını diğer varlıkların faniliği üzerinden anlatmakta olup konu ile alakalı bir ayet değildir.   

 [011.106-107-108] Bedbaht olanlar cehennemdedirler. Onlar orada ah edip inlerler. Senin Rabbinin dilemesi hariç, gökler ve yer durdukça, orada ebedî kalacaklardır. Çünkü Rabbin dilediğini yapar. Mutlu olanlar ise cennettedirler. Senin Rabbinin dilemesi hariç gökler ve yer durdukça orada ebedî kalacaklardır. Kesintisi olmayan bir ihsan içinde olacaklardır.

Hud suresindeki bu ayetlerde ise cennet ve cehennemden çıkışın Allah cc nin dilemesine bağlı olduğu gibi bir anlama çıkmaktadır. Bu ayette anlatılmak istenen cennet ve cehennemden çıkışın mümkün olması değildir. Ayetler sanki imkanlılık gibi bir durum bildirmesine rağmen "illa ma şae rabbüke" ibaresi bu konuda Allah cc nin tek yetkili başka birinin bu konuda herhangi bir yetkisi olmadığı anlamında olup imkansızlık bildirmektedir.   

[006.128]  Allah hepsini toplayacağı gün, «Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız» der, insanlardan onlara uymuş olanlar, «Rabbimiz! Bir kısmımız bir kısmımızdan faydalandık ve bize tayin ettiğin sürenin sonuna ulaştık» derler. «Cehennem, Allah'ın dilemesi hariç, temelli kalacağınız durağınızdır» der. Doğrusu Rabbin hakimdir, bilendir.

Enam s. 128. ayetindeki "Allah'ın dilemesi hariç" cümlesine dikkat edelim, burada dilemenin istisna edilmesi o kafirlerin bir kısmının cehennemden çıkarılabileceğine dair değil asla çıkarılmaması anlamında olup rabbimiz, bu konuda söz söyleyebilecek tek merci'nin kendisi olduğunu bizlere hatırlatmaktadır.

[044.056]  Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Allah onları cehennem azabından korumuştur.
Duhan s. 56. ayetindeki cennet ehlinin artık dünyada iken tattıkları ilk ölüm dışında başka ölüm tatmayacaklarının bildirilmesi bu konunun analaşılması bakımından önemli bir ayettir. 

Sonuç olarak; ebeden kelimesi ve kur'anda geçtiği ayetler çerçevesinde cennet ve cehennemin sonsuz bir mekan olduğu şeklinde anlaşılması daha doğru gözükmektedir. Herhangi bir müşkil durum ile ilgili olarak kur'anda aldığımız bilgi önce konuyu direk ilgilendiren ayetlerin anlamları üzerinden olmalıdır, konuyu ilgilendirmeyen veya dolaylı olarak ilgilendirdiği düşünülen ayetler üzerinden fikir beyan etmek bizi doğru bir anlayışa götürmeyecektir.   

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.