ile etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ile etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Nisan 2017 Salı

Maide s. 109. Ayeti ile Nisa s. 41. ve Nahl s. 89. ayetleri Arasındaki Bir Müşkülat ve Peygamberlerin Şahitliği

Allah (c.c) Maide s. 109. ayetinde "Allah, Resulleri topladığı gün şöyle buyurur; Size ne cevap verildi? Onlar da: Bizim bir bilgimiz yoktur, doğrusu gaybları bilen Sensin Sen, derler." buyurarak, hesap gününde meydana gelecek bir olayı bildirmektedir. Ancak dikkatli bir Kur'an okuyucusu, Kur'an'ın bazı ayetlerinde Muhammed (a.s) ın kavmine şahit olarak getirileceğini beyan eden ayetleri okuduğu zaman, bu ayetler arasında bir müşkülat olduğunu fark edecek ve bu müşkülatın nasıl çözülebileceğini düşünecektir.

[004.041] Her ümmetten bir şahid getirdiğimiz ve onların da üzerine seni şahid olarak getirdiğimiz zaman nasıl olacak?.

[016.089] Her ümmet içinde kendi nefislerinden onların üzerine bir şahid getirdiğimiz gün, seni de onlar üzerinde bir şahid olarak getireceğiz. Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, müslümanlara da bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.

Nisa s. 41. ve Nahl s. 89. ayetlerine baktığımızda, Muhammed (a.s) ın yaşadığı zaman içindeki muhataplarına karşı, hesap gününde şahit olarak getirileceğinden bahsedilmektedir. Maide s. 109. ayetine baktığımız zaman ise, hesap gününde bütün resullere (Muhammed a.s da bu resullere dahildir) kavimleri tarafından onlara ne cevap verildiği sorulduğunda, onların "Bizim bir bilgimiz yoktur, doğrusu gaybları bilen Sensin Sen" şeklinde bir cevap verecekleri bildirilmektedir. 

Bu ayetleri okuyan dikkatli bir okuyucunun, Nisa ve Nahl surelerindeki ayetlerde, Muhammed (a.s) ın kavmine karşı şahitlik için getirileceğinden bahsedilirken, Maide s. 109. ayetinde ise içinde Muhammed (a.s) ın da dahil olduğu elçilerin, bu konuda bilgi sahibi olmadıklarını söyledikleri dikkatini çekecektir. Bu durum, tefsirde Müşkülat olarak bildiğimiz durum ile izah edilerek, bu müşkülatın nasıl çözülebileceği üzerinde fikir yürütülmektedir.

Bilindiği üzere, hesap gününde bütün insanlar toplanacak, toplanan bu insanlar arasında, Allah (c.c) tarafından gönderilmiş elçilere, onların vefat etmesinden sonra da iman etmiş veya etmemiş olan insanlar da bulunmaktadır. 

Bu durumu Muhammed (a.s) ın elçiliğinde örnekleyecek olursak; Muhammed (a.s) a iman eden veya etmeyen insanlar, sadece kendisinin yaşadığı zaman ile sınırlı değil, vefatından sonra da ona iman eden veya etmeyen insanlar, kıyamete kadar da ona iman edecek veya etmeyecek olan insanlar olacaktır. Bu durum İbrahim, İsa, Musa ve bütün elçiler (hepsine selam olsun) için de geçerlidir. 

Bütün insanların toplandığı mahşer alanında, bütün elçilerin vefatlarından sonra kendilerinden sonra yaşayan insanlar ile ilgili herhangi bir şahitlikte bulunmalarının söz konusu olmadığını düşündüğümüzde, Maide s. 109. ayetinde elçilerin söyleyeceği "Bizim bir bilgimiz yoktur, doğrusu gaybları bilen Sensin Sen" sözü daha net anlaşılacak, Nisa s. 41. ve Nahl s. 89. ayetlerinde müşkül olarak görünen durum açıklığa kavuşmuş olacaktır.

Bu noktada Elçilerin şahitlikleri kimler için sınırlıdır? sorusu sorulacak ve bunun cevabı istenecektir. Bu sorunun cevabı ise Maide s. 116-117-118. ayetlerindeki İsa (a.s) ın sorgulanması sırasında söylediği sözlerdedir.

[005.116-8] Allah: «Ey Meryem oğlu İsa!» Sen mi insanlara «Beni ve annemi Allah’tan başka iki tanrı edinin,» diye? «diye sorguladığı vakit o şöyle diyecek: «Hâşa! Sen şerikden ve her noksandan münezzehsin Ya Rabbî! Hakkım olmayan bir şeyi söylemem doğru olmaz, bana yakışmaz.» «Hem söylediysem malûmundur elbet. Benim varlığımda olan her şeyi Sen bilirsin, ama ben Sen’in Zatında olanı bilemem. Bütün gaybleri hakkıyla bilen ancak Sen’sin.» «Sen ne emrettinse ben onlara, bundan başka bir şey söylemedim. Dediğim hep şu idi: «Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin!» «Ya Rabbî! Ben aralarında olduğum müddetçe onları kolladım. Fakat vakta ki Sen beni aralarından tutup aldın, onları görüp denetleyen yalnız Sen kaldın. Sen gerçekten her zaman, her şeye hakkıyla şahitsin. Eğer onları cezalandırırsan, şüphe yok ki onlar Sen’in kullarındır. Onları affedersen, aziz-u hakîm (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi) ancak Sen’sin!»

Bu ayetlerde İsa (a.s) yaşadığı zaman içinde ulaştığı kişilere, kendisine verilen emrin dahilinde hareket ettiğini, kendisinin vefatından sonra olan bitenden haberi olmadığını söylemektedir. İsa (a.s) ın bu durumu sadece kendisi için değil, bütün elçiler için geçerlidir. Bütün elçiler yaşadıkları zaman zarfı içinde olan biten hakkında şahitlik yapacak olup, kendilerinden sonra olanlar için,  bu durum ayet içinde GAYB olarak geçmektedir, herhangi bir bilgiye sahip olmadığını söylemektedir.

Nisa s. 41 ve Nahl s. 89. ayetlerdeki şahitlik, Muhammed (a.s) ın kavmine karşı yapacağı şahitlik olup, kendisinden sonra gelen insanlar hakkında herhangi bir şahitliği olmayacaktır. Maide s. 109. ayeti elçilerin kendilerinden sonra ki durumu ifade etmektedir.

Sonuç olarak; Elçilerin şahitlikleri yaşadıkları zaman içinde muhatap oldukları insanlar ile sınırlı olup, kendilerinden sonra yaşamış insanlar hakkında herhangi bir şahitliklerinin olması söz konusu değildir. Maide s. 109. ayetinde, elçilerin kendilerine Allah (c.c) tarafından sorulan soruya verdikleri cevap ile, Nisa s.41. ve Nahl s. 89. ayetlerinde elçinin şahitlik etmesi ile ortaya çıkan müşkül durum, elçilerin kendilerinden sonraki insanlar hakkında herhangi bir bilgi sahibi olmadıkları için, onlar hakkında herhangi bir şahitliklerinin olamayacağını söylemeleri olarak anlaşılması, ayetler arasındaki müşkülatın ortadan kalkması anlamına gelecektir. 

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

26 Aralık 2016 Pazartesi

Aişe Validemize Atılan İftira İle İlgili Ayetlerin Bize Yönelik Mesajları

İslam tarihinde "İfk hadisesi" olarak bilinen , Aişe validemize yapılan zina isnadı üzerine inmiş olan ayetler Nur suresi içinde yer almaktadır. Bu olay ile alakalı siyer kaynaklarında bolca bilgi bulunmakta olup , yaşandığı zaman içinde geçen olay ve şahıslar hakkında bilgiler bu kitaplarda bulunmaktadır. Biz bu olayın yaşandığı zaman içinde geçenleri değil , konu ile alakalı ayetlerin bize dönük olarak neler söylemiş olabileceği üzerinde düşünmeye çalışacağız.

Konu ile alakalı ayet mealleri şu şekildedir ;

[024.011] Doğrusu uydurulmuş bir yalanla gelenler, içinizden bir zümredir. Bunu kendiniz için kötü sanmayın. O, sizin için hayırlı olmuştur. O kimselerden her birine kazandığı günaha karşılık ceza vardır. En büyük azab da içlerinden elebaşılık yapanındır.
[024.012] Onu işittiğiniz zaman, erkek mü'minler ile kadın mü'minlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: «Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür» demeleri gerekmez miydi?
[024.013] Dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? İşte bunlar, şahit getirmedikçe Allah katında yalancı olanlardır.
[024.014]  Eğer Allah'ın dünyada ve ahirette sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız dedikodudan dolayı size büyük bir azab dokunurdu.
[024.015] Onu dilinize dolamıştınız. Bilmediğiniz şeyleri ağzınıza alıyordunuz. Onu önemsiz bir şey sanıyordunuz, oysa Allah katında önemi büyüktü.
[024.016]  Onu işittiğiniz zaman: «Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. Seni bundan tenzih ederiz; bu, büyük bir iftiradır» demeniz gerekmez miydi?
[024.017] Eğer mü'min kişilerdenseniz; buna benzer bir şeye bir daha dönmemeniz için Allah, size öğüt veriyor.
[024.018] Allah size ayetleri açıkça bildirir. Allah bilendir, Hakim'dir.
[024.019]  Mü'minler arasında kötülüğün ve hayasızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve ahirette elim bir azab vardır ve Allah bilir, siz bilmezsiniz.
[024.020]  Ya üzerinizde Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı; bir de Allah çok şefkatli ve merhametli olmasaydı!..
[024.021] Ey İnananlar! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına takılırsa, bilsin ki, o, hayasızlığı ve fenalığı emreder. Allah'ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır. Allah işitir ve bilir.
[024.022]  İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin etmesinler, affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır.
[024.023]  İffet sahibi, bir şeyden habersiz, mü'min kadınlara (zina suçu) atanlar, dünyada ve ahirette lanetlenmişlerdir. Ve onlar için büyük bir azab vardır.
[024.024] O gün ki aleyhlerinde dilleri ve elleri ve ayakları yaptıklarına şehâdet edecektir
[024.025] O gün, Allah onlara hak ettikleri cezayı eksiksiz verecektir ve onlar da Allah'ın hiç şüphesiz hak olduğunu bileceklerdir.
[024.026]  Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara yakışırlar. İyi kadınlar iyi erkeklere, iyi erkekler de iyi kadınlara yakışırlar. Bunlar, onların söylediklerinden uzaktırlar. İşte bunlara mağfiret ve cömertçe verilmiş rızık vardır.

Toplum içinde yaşayan fertlerin huzur ve düzenlerinin bozulma yollarından birisi , o toplum içinde yalan haberler yayılmak sureti ile fertlerinin birbirine düşürülmek sureti ile fesada yol açılmasıdır. Yalan ve aslı astarı olmayan haberler vasıtası ile birbirlerine düşman olan toplumun , bu zaafından en fazla o toplumun düşmanları fayda görmektedirler. 

[049.006] Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.

Hucurat s. 6. ayeti , bizlere bu konuda önemli bir yol göstericilik yapmakta , ve bize ulaşan haberlerin doğruluğunu araştırmamızı emretmektedir. Kitle iletişim araçlarının her geçen gün daha da yaygınlaşması , ve bu araçlar vasıtası ile insanlar üzerinde bir takım algı operasyonları yapılarak , zihinlerin istenilen doğrultuda yönlendirilme çalışmalarının, kasıtlı ve yalan haberler çıkartılarak yapılmakta olduğu herkesçe malumdur. 

Yaşadığımız bu şartlar altında, konu ile ilgili ayetlerin içselleştirilmesi, daha fazla önem kazanmaktadır. Aişe validemize atılan iftira ve bu iftiranın o günkü toplumdaki yansımalarını konu alan ayetler , sadece o güne has olarak değil , benzer durumlarda bizlerin nasıl bir duruş sergilememiz gerektiğini öğreten ayetlerdir.

Ayetleri sadece Aişe validemize atılmış bir iftira olarak değil , kadın veya erkek kim olursa olsun , yapmadığı , söylemediği , işlemediği bir şeyden ötürü , onlara atılan iftiranın , onlar üzerinde yaptığı olumsuz etkileri , ve mensup oldukları toplum içinde düşecekleri durumlar göz önüne alınarak okunması gerektiğini söyleyebiliriz.

Her toplum içinde "Münafık" olarak bildiğimiz insan tipleri bulunmakta ve bu kimseler , içinde bulundukları toplumu ifsat etmeyi kendilerine görev sayma bilinci içinde hareket etmektedirler. Bu kimseler ellerine geçirdikleri her fırsatı değerlendirerek , toplum içinde fitne ve fesadı yaymaya çalışmaktadırlar.

"Bunu kendiniz için kötü sanmayın. O, sizin için hayırlı olmuştur." 11. ayet . 

Ancak bu kimselerin yaptıkları ifsat hareketi, ilk başta başarılı olmuş görünse de , bu türden olaylar, Mü'min bir topluluk içinde gerçeğin görülmesi, bu iftirayı atanların o toplum içinde belirlenerek , bundan sonra bu kimselerin attıkları adımların izlenmesi ve bir daha bu gibi işlere tevessül edememeleri ile sonuçlanacaktır. Çünkü gerçek er veya ortaya çıktığında, asıl suçlunun iftiraya kurban gidenler değil , iftirayı atanlar ve bu iftiraya inananlar olduğu görülecek , böylelikle toplumdaki safraların atılmasına sebep olarak , daha temiz bir toplumun oluşması  sağlanacaktır. 

[024.012] Onu işittiğiniz zaman, erkek mü'minler ile kadın mü'minlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: «Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür» demeleri gerekmez miydi?

Nur s. 12. ayeti , iftira mahiyetinde bir olayın duyulduğu ilk anda , nasıl bir duruş sergilenmesi gerektiğini öğretmektedir. Bu gibi haberlerin doğru olma ihtimalinden önce, yalan olma ihtimali göz önüne alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu tür olaylarda, hakkında haber çıkarılan kişiye değil , haberi çıkaran kişiye bakılarak karar verilmesi gerekmektedir. Çünkü bu tür haberleri ortaya atan kişiler , sağlıklı bir düşünce ve iman sahibi olmaktan yoksun kişilerdir.

Toplumun nefretini kazandıracak bir konuda, bazı şahıslar hakkında çıkarılan haberlerin , o kişi fiili işlemiş veya sözü söylemiş olsa bile , o kişiyi yıpratma amaçlı olarak çıkarılmakta olduğu göz önünde  tutulmalıdır. İyi niyetli olan bir kimse , eğer başka bir kimse de, toplumun nefretini kazanacak bir söz veya fiile şahit olmuşsa , bu kişinin yaptıklarının toplumu huzursuz edeceğini bilir , onu yaymak yerine örtmeye, ve o şahsı bu konuda doğrultmaya çalışır.

Toplumda çıkarılacak bir haberin, toplumun huzurunu bozacağını çok iyi bilen toplum mühendisleri , bırakın yapılan bir işi veya söylenmiş olan bir sözü yaymaya çalışarak dedikoduculuk yapmayı , yapılmamış , işlenmemiş , söylenmemiş şeyleri ortaya atarak, iftira suçunu işlemekte ve bu yolla toplum nezdinde sivrilmiş bazı kimseleri yıpratma kampanyalarına imza atmaktadırlar. Bunları önlemenin yolu , Hucurat s. 6. ayetini hayata aktarmak , ve bize gelen haberin doğruluğunu araştırmak olmalıdır. 

[005.008]  Ey İnananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahidler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin; adil olun; bu, Allah'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah'tan sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden Haberdar'dır.

Hakkında haber yapılan , dedikodu veya iftira çıkarılan kimseler , velev ki sevmediğimiz, düşüncelerini paylaşmadığımız kimseler olsa dahi , adaletin bir gün hepimize lazım olabileceğini akıldan çıkarmadan , herkes hakkında kim olursa olsun adaleti gözeterek hüküm vermek mecburiyetinde olduğumuzu unutmamalıyız.

Ortaya atılan bir suçun, şahitli delilli ispatı gereklidir (Nur s. 13). Delil ve şahit olmadan ortaya atılan suç isnadına, ceza uygulanması mümkün değildir. Delili veya şahidi olmayan bir kimsenin, bir başka kimse hakkında herhangi bir iddiada bulunması, havada kalan bir iddia olacaktır. Nur suresi ilk ayetlerinde , şahidi olmayan zina isnadına uygulanacak yönteme dikkat ettiğimizde bunu görebiliriz. Eşinin zina ettiğine tek başına şahit olan kimse , şayet eşi bu fiili işlemediğine dair gerekli olan yemini ettiği takdirde, cezadan muaf tutulmaktadır.

Bir kimse hakkında yürütülen iftira kampanyası , belki o kampanyayı açanlara bir takım getiriler sağlayabilir. Fakat bu kimseler, sadece kendi çıkarları için yaptıkları bu hatanın ne kadar büyük bir cürüm olduğunu, iftira atılan kimsenin kişilik haklarına saygı duyulması gerektiğini, attıkları iftiranın o kimse üzerinde oluşturabilecek olan tahribatı maalesef hesap etmemektedirler. (Nur s. 14-15)

Bir kimseye iftira atmanın dünyevi cezası, 80 değnek ve bir daha şahitliğinin kabul edilmemesidir (Nur s. 4). Fakat bu suç sadece dünyada ödenen bir ceza ile insanın yanına kar kalmamaktadır. Allah (c.c) iftira atmanın uhrevi cezası da olduğunu beyan ederek , insanların bu konuda daha dikkatli davranmasını , yaptıkları hatanın , hesap gününde büyük bir pişmanlık olarak onlara geri döneceğini hatırlatmaktadır. (Nur s. 17-18-19-23-24-25)

Sure içinde bir çok yerde "üzerinizde Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olmasaydı" şeklinde buyurulmuş olması , yapılan bir hatadan geri dönüşün tevbe ile af edilme imkanı olduğu , yol yakın iken dönülmesinin kişiye fayda sağlayacağı , hesap gününde son pişmanlığın fayda etmeyeceği hatırlatmalarıdır.

Allah (c.c), kullarının yapacak olduğu bazı hataların hesap gününde kendilerine ateş azabı olarak geri döneceğini hatırlatarak , dünya hayatı içinde bazı hatalar yapmalarını engellemektedir.Ahirete inancı olan bir kimse , dünya hayatı içinde yapabilecek olduğu bazı yanlışların, kendisine hesap gününde geri döneceği bilincine sahip olduğu için kendisini frenleyebilir. Allah (c.c) dünya hayatında yapılan bütün amellerin , eksiltilmeden , unutulmadan , haksızlık yapılmadan karşılığının verileceğini beyan ederek , kullarının vicdanlarının harekete geçmesini , bu şekilde insanların kendilerinin polisi olmalarını sağlamaktadır.

Bir toplum içinde münafık karakterli kişilerin bozgunculuğa sebep olmalarının önlenme yollarından birisi , onların toplum içinden tecrit edilmeden , düzeltilmeye çalışılması olduğunu , sure içindeki 22. ayetten anlamaktayız. O kişiyi geri kazanmak , tamamen toplum dışına itmek sureti ile onun düşmanlığını kazanmaktan daha iyi ve toplum menfaatine daha uygun olandır. 

Kişinin söylemiş olduğu bir sözün içinden bazı kelimeleri cımbızlayarak , veya söylediği sözü işine gelecek şekilde yorumlayarak "Bak falan kimse böyle dedi" şeklindeki ifadelerle , kişinin kast etmediği bazı sözleri ona isnat etmek , iftiranın bir başka türüdür. Bu yeni tür iftira metodu , sıkça kullanılmakta ve kişiler bu yolla yıpratılmaya çalışılmaktadır. Bu yöntem birbirleri ile aralarında düşünce farkı bulunan Müslümanlar arasında hayli yaygındır.

Kim olursa olsun adaleti gözetmek sorumluluğumuz , bu gibi söylentileri bırakın yaymayı , yaymaya çalışanları dahi engellemeyi gerektirmektedir. Fakat hakkında söylenti yayılan bir kimse, eğer bizim gibi düşünmeyen bir kimse ise , mal bulmuş mağribi misali o söylenti yayılmaya çalışılmaktadır. 

Dünya hayatı içinde yaptığımız ve bazı kimselerin yıpranmasına sebep olduğunu düşündüğümüz dedikodu ve iftiralar , en fazla dedikodu yapanlara zarar vermektedir. Bu kimseler bu tür yanlışları yapmakla asıl karakterlerin ortaya koyarak , toplum içinde güvenilmez bir kimse olduklarını kendi elleri ile tescil ettirmektedirler. 

Yapılan bu yanlışların elbette uhrevi cezası da bulunmaktadır. Ahirete iman ettiğini iddia eden bir Müslüman , eğer gerçek bir iman sahibi ise , böyle bir yola başvurmak konusunda daha dikkatli davranması gerekmektedir. Yaptığımız bu yıpratma kampanyaları , suçu bizim gibi düşünmemek olan birisine karşı asla meşru bir mazeret olamaz. 

Düşündüklerinin doğru olduğunu savunmak, elbette herkesin hakkıdır. Bu savunmayı yaparken , kendisi gibi düşünmeyenlere karşı nasıl davranışlar sergilemesi gerektiğini , bize Kur'an beyan etmektedir. Bu beyanları terk ederek , hevamıza uygun davranışlar sergilemek , ahlaki ve Müslümana yakışan bir davranış değildir. Meşruiyetini Kur'an'dan almayan her türlü davranış yöntemi , bizlere dünya ve ahirette zarar olarak geri dönecektir. 

Sonuç olarak : İftira , bir kimsenin sevmediği kimseleri yıpratmak amacı ile kullandığı , dünya ve ahirette cezayı gerektiren gayri ahlaki bir yöntemdir. Bir insanın ne kadar çirkef bir hale gelebileceği , bir peygamber hanımı olan Aişe validemize yapılan iftira üzerinden bizlere anlatılmaktadır. 

Kendisini Müslüman olarak tanımlayan bir kimsenin , bu tür bir yola başvurması kabul edilebilir bir durum değildir. Bu tür yola başvuranlar geçmişte İslam toplumu içinde "Münafık" olarak tanımlanan kimseler olup , bugün Müslümanlar hakkında bu tür yola başvuranlar , münafıkların bu iğrenç yöntemini izlemektedirler.

Kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması , sahip olunan düşüncenin bu yolla propagandasının yapılmasını kolay hale getirmiştir. Aynı araçlar maalesef yanlış yolda kullanım alanına da sahip olmakta , karşı düşünceyi mahkum etmek amacı ile de kullanılmaktadır. 

Herkesin kendi düşüncesinin reklamını yapmaya , karşı düşüncenin yanlışlarını ortaya koymaya hakları vardır. Ancak bu işlemler yapılırken ahlaki kurallara riayet etmek gereği bulunmaktadır. "Başarıya giden yolda her yöntem mübahtır" sloganı üzerinden , iftira türü yöntemlere başvurmak , iftira yapan ve uğrayanlara zarar veren bir davranıştır. Adaletin er veya geç ortaya çıktığında iftiraya uğrayan kişi temize çıkarken , iftira atan kimse toplum nezdinde ahlaksız , güvenilmez bir kimse olarak kar listeye alınacak ve bu listeden çıkması pek te mümkün olmayacaktır.

İftira kampanyaları kendimiz için yapıldığında bize ne kadar çirkin ve ahlaksızca geliyor ise , karşımızdaki insanlar için yapıldığında da aynı şekilde çirkin ve ahlaksız gelmediği müddetçe kamil bir insan olmak mümkün değildir. Erdemli bir insan olmanın öncelikli şartı , kendisi için istemediğini bakası için de istememektir.

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


15 Ekim 2016 Cumartesi

Nisa s. 97-100. Ayetleri : Melekler İnsan ile Konuşur mu?

Kur'anın muhataplarına vermek istediği mesajı iletme yollarından birisi , karşılıklı konuşma üslubudur. Bu tür üslubu, Kur'anın bazı yerlerinde görmekteyiz. Bu tür ayetleri okuduğumuzda konuşmanın sadece kendisine odaklandığımız zaman ,  "Bu iş nasıl olur" şeklinde sorular kafamıza takılacaktır. Bu sorunun cevabının aranması yerine, " Bu konuşma üzerinden bize nasıl bir mesaj verilmek isteniyor?" sorusunun cevabının aranmaya çalışılması, daha doğru bir yöntem olacaktır. 

Söylemek istediklerimizi , Nisa s. 97. ve 100. ayetler arasında hicret konulu ayetleri örnek vererek somut bir şekilde anlatmaya çalışalım.

[004.097]  Melekler; nefislerine zulmedenlerin canlarını aldıkları zaman: Ne yapıyordunuz? deyince; biz yeryüzünde müstaz'af kimselerdik, diyecekler. Melekler de: Allah'ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz? diyecekler. Onların varacakları yer, cehennemdir. Dönülecek yer olarak ne kötüdür orası.

Ayete baktığımızda , ölmek üzere olan bir kimse ile meleklerin arasında geçen bir konuşma görmekteyiz. Melekler bu kimseye , "Neden hicret etmediğini" sormakta , ölmek üzere olan kimse ise , neden  hicret etmediğinin mazeretini söylemektedir. 

Okuyucu, eğer bu konuşmanın nasıl meydana geldiğine takılacak olursa , bu konuşma üzerinden verilmek istenilen mesaj buhar olup uçacaktır. Bir insanın melekle karşılıklı bir şekilde konuşması gerçekte mümkün değildir . Sıradan bir beşerin melekle konuşması şöyle dursun , nebi resuller bile melekle karşılıklı bir şekilde konuşmamıştır. Elçiler sadece kendilerine bir şekilde ilka edilen vahyi alıp muhataplarına bildirmişler, bunun dışında karşısında ontolojik bir varlık olarak melekle oturup sohbet etmemişlerdir. 

Bu konuşmalarda bize düşen taraf, konuşmanın nasıl ve ne şekilde cereyan ettiğinden ziyade , bu konuşma ile muhataplara nasıl bir mesaj istenilmiş olabileceği sorusunun cevabının aranması olmalıdır. 

Bu sorunun cevabı için ilgili ayetin dahil olduğu bağlamı dikkate almak gerektiğini düşünmekteyiz. 

[004.098]  Ancak erkek, kadın ve çocuklardan çaresiz kalarak bir yol bulamayan müstaz'aflar müstesnadır.
[004.099] Umulur ki Allah bunları affeder. Allah affedicidir, bağışlayıcıdır.
[004.100]  Kim Allah yolunda hicret ederse, yer yüzünde çok yer de bulur, genişlik de bulur. Ve kim Allah'a ve peygambere hicret etmek maksadıyla evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse, muhakkak ki onun mükafatı Allah'a aittir, Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

Dikkat edilirse, ayetlerin bağlamı hicret etmek ile ilgilidir. Hicret etmesi gerektiği halde , dünyevi kaygılarla hicret etmeyen kimsenin durumu , her şeyin sona erdiği ve kimsenin artık geriye dönüpte , dünya hayatında yapması gerektiği halde yapmadığı bazı şeyleri yeniden yapabilmesi için çok geç bir vakit olan ölüm anındaki durumu gözler önüne serilerek , kişinin düştüğü çaresiz durum, konuşma tasviri içinde görselleştirilerek anlatılmaktadır. 

Yaşadığı hayat içinde iman ettiğini iddia ederek , bu imanın gereklerini yaşadığı belde içinde yerine getiremeyen kimseler , imanlarının gereğini yerine getirebilecekleri beldelere hicret etmek zorundadırlar. Bu durumu Mekkeli Müslümanlar açısından değerlendirdiğimizde şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır. 

Mekke'deki baskılara dayanamayarak , Medine'ye hicret eden Muhammed (a.s) , bu şehirde vahyin hayata geçirilmesi noktasında bir zemin oluşturmuş , ve bu oluşuma Müslüman olupta katılım göstermeyenlerin yanlış yaptığı , dünyevi kaygılar güderek hicret etmeyen Mekke'li Müslümanlarında hicret etmesi emredilmektedir. Bu emir Enfal suresinde şu şekilde beyan edilmektedir. 

[008.072] Doğrusu inanıp hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihat edenler ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte bunlar birbirinin dostudurlar. İnanıp hicret etmeyenlerle, hicret edene kadar sizin dostluğunuz yoktur. Fakat din uğrunda yardım isterlerse, aranızda anlaşma olmayan topluluktan başkasına karşı onlara yardım etmeniz gerekir. Allah işlediklerinizi görür.

Hicret , malı , mülkü ,serveti , eşi ,dostu , çoluk çocuğu terk etmeye göze almak demektir. İman iddiasında olan bir kimse her zaman için , dünya sevgisi ile ahiret sevgisi arasında tercih yapmak zorunda kalacaktır. Hicret etmesi gerektiği halde dünya sevgisini terk edemeyenlerin düşecekleri durum işte Nisa s. 97. ayetinde anlatılmaktadır. Bizlere bu ayette zımnen , "yaşadığınız hayat içinde yapmanız gerektiği halde yapmadığınız şeyleri ölüm anı geldiğinde yapmak isterseniz vakit artık çok geç olacaktır, yol yakınken ayağınız denk alın" denilmektedir. 

Bu ikazı sadece hicret konusu ile sınırlamayarak, daha geniş bir biçimde düşünmekte mümkündür. Müslüman olarak imanımız gereği yapmamız gereken her ne varsa , meşru bir mazeret durumu hariç , eğer gücümüz yettiği halde yapmıyorsak , ölüm anı geldiği zaman geri dönerek bunları yapmamız asla mümkün değildir. bundan dolayı , şu anda yaşadığımız hayat içindeki fırsatları iyi değerlendirerek , imanımız gereği olan şeyleri , yarın "ah vah" etmemek için şimdiden yapmaya gayret etmek en doğru davranış olacaktır. 

[023.099-100]  Onlardan birine ölüm geldiği vakit der ki: Rabbım, beni geri döndür.«Ki, geride bıraktığım (dünya) da salih amellerde bulunayım.» Asla, gerçekten bu, yalnızca bir sözdür, bunu da kendisi söylemektedir. Onların önlerinde, diriltilip-kaldırılacakları güne kadar bir engel (berzah) vardır.

Yazımızın amacının meleklerin varlığını tartışmak olmadığı göz önünde tutulmalıdır. Bu yazıyı okuyanların , amacımızın meleklerin varlığı yokluğu konusunda bir tartışma zemini yaratmak olmadığını bilmelidir. Meleklerin varlığı veya yokluğu konusunda tartışma yapmak yerine , Kur'anın melekler ile vermek istediği mesajın anlaşılmasına yönelik çalışmalar yapmanın daha doğru bir yöntem olacağını hatırlatmak isteriz.

Sonuç olarak : Kur'an muhataplarına vermek istediği mesajı, bazı edebi dil üsluplarını kullanarak vermektedir. Nisa s. 97. ayetinde ölmek üzere olan bir kimse ile meleklerin konuşması tasvir edilmektedir. Okuyucu eğer , bu konuşmanın nasıllığı üzerinde kafa yorarak ayeti anlamaya çalıştığında , bu nasıllığın cevabını vermek mümkün olmayacaktır. Okuyucu eğer , bu konuşmalar üzerinden muhataplara bir mesaj verilmek istenilmiş olabileceğinden yola çıkarak ilgili ayetleri okuduğunda, ayeti anlaması kolaylaşacak , konuşmanın nasıllığı üzerinde kafa yormanın da gereksiz olduğunu anlayacaktır.

Ayet , dünya hayatında imanının gereği olan şeyleri bazı dünyevi kaygıları öne çıkararak yapmayarak , ölüm anına gelen kimselerin durumunu tasvir etmekte , "sizde böyle duruma düşmeyin" mesajı vermektedir. Kur'anda başka yerlerde de geçen bu tür konuşmaların içeriği, muhataba mesaj içermesi bakımından okunduğu zaman anlamak daha da kolaylaşacaktır. 

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

22 Ekim 2014 Çarşamba

AHZAB 28-34 Ayetleri ile İlgili Tarihsellikten Evrenselliğe Bir Okuma


AHZAB 28-34 ayetleri arasında Muhammed(a.s)'ın eşlerine olan hitabı görmekteyiz. Bu ayetler nuzül itibarı ile o eşler hayatta iken nazil olmuş fakat bugün ne Elçi ne de Eşleri hayattadır. Bu bağlamda şöyle bir soru akla gelmektedir; "günümüzde bu ayetlerin herhangi bir geçerliliği varmıdır? Tarihsel bir düşünce ile bu ayetleri o gün için geçerli sayıp bu güne bir mesajı olmadığını mı söyleyeceğiz? Eğer varsa, bu ayetlerin mesajını nasıl okuyabiliriz?”. Bu ayetler evet o gün yaşayan insanlara hitap etmektedir ancak "hükmün özel olması, genel olmasına mani değildir" prensibince o kişilere yapılan hitapları günümüzde de geçerli mesajlar olarak okumak mümkündür. Bu yazımızın konusu; bu ayetlerin günümüze dair olması muhtemel mesajları üzerinde olacaktır.

[033.028] Ey Nebi, eşlerine şöyle söyle: «Eğer dünya hayatını ve zinetini istiyorsanız, haydi geliniz sizi donatayım ve güzellikle bırakıp salıvereyim.

[033.029] «Eğer Allah'ı, Resulunu, ahiret yurdunu istiyorsanız bilin ki, Allah içinizden iyi davrananlara büyük ecir hazırlamıştır.»

[033.030] Ey Nebinin kadınları! Sizlerden biri açık bir hayasızlık yapacak olursa, onun azabı iki kat olur. Bu Allah'a kolaydır.

[033.031] Sizden kim, Allah'a ve Resûlüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükâfatını iki kat veririz. Ve ona (cennette) bol rızık hazırlamışızdır.

[033.032] Ey Nebinin kadınları, siz kadınlardan herhangi biri (gibi) değilsiniz; eğer sakınıyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse tamah eder. Sözü maruf bir tarzda söyleyin.

[033.033] Evlerinizde vakarla oturun, ilk cahiliye dönemi kadınlarının açılıp- saçılması gibi açılıp- saçılmayın. Namaz kılın, zekat verin, Allah'a ve Resulune itaat edin. Ey ehl-i beyt (Ey Peygamberin ev halkı) şüphesiz Allah sizden pisliği giderip sizi tertemiz yapmak ister.

[033.034] Ve hanelerinizde Allah'ın âyetlerinden ve hikmetten tilâvet olunanları hatırlayınız. Şüphe yok ki, Allah latîf, habîr bulunmaktadır.

Ayetlerin tarihsel bağlamı Nebi(a.s)'ın eşlerine hitab etmekte olup, onların dünya veya Ahiret hayatını tercih etmeleri neticesinde ellerine geçecek olanları anlatmaktadır (28-29. ayetler).

Nebi(a.s); Allah(c.c) tarafından kendisine yüklenen bir görev sahibi olup, beşer cinsinden olması nedeniyle eşleri ve çocukları vardır. Ayetleri tarihsel bağlamından alıp evrensel bağlamda okuyabilmek için; Nebi(a.s)’ın yüklenmiş olduğu görevi bu güne taşıyarak, o görevi yüklenen insanların ve onların ailelerinin o görev ile ilgili olarak nasıl bir tutum içinde olmaları gerektiğini öğreten ayetler olarak okumak mümkündür. Bu gün kendisine Nebi veya Resul diyebileceğimiz herhangi bir insan yoktur ve olmayacağına göre bu ayetler bize nasıl bir mesaj verebilir?

Kendisine “ben Müslümanlardanım" diyen herhangi bir kişi bu söylemini; sadece söz ile değil, fiil ile de göstermek zorundadır. Müslüman olmak demek; o kişiye Allah(c.c)'ın yüklemiş olduğu bir takım sorumlulukları yerine getirmek mecburiyetinde bırakmaktadır.
İnsan olmamız nedeniyle beşeri ihtiyaçlarımız olan eşler ve çocukların dünya hayatının süsü olduğu konusu ile ilgili olarak bir çok ayet mevcut olup; Ahiret günü dünyada sahip olduğumuz eşler, çocuklar, mal ve servetin bizlere herhangi bir faydası olmayacağını da bir çok ayet haber vermektedir. 

Kişi yaşadığı hayat içinde Müslüman olmanın yükümlülüklerini yerine getirme noktasında bir takım engeller ile karşılaşabilir. Bu engeller belki en sevdikleri olan aile bireyleri tarafından gelebilir. İşte burada kişi bir yeri tercih etmek durumunda kalabilir. Nebi(a.s), bizler gibi bir beşer olduğu için eşleri tarafından bir takım sıkıntılara sokulmak gibi bir duruma düşürebilirdi, düşürülmüştür de. Bu durumu TAHRİM Suresi ayetlerinde görmekteyiz.

Birçok ayetinde, bizlerin tercih etme noktasında kaldığımız zaman, tercihimize göre karşılık alacağımızı bildiren Rabbimiz, Nebi(a.s)’ın eşlerinin şahsında bizlere de tercihimize göre alacağımız karşılığı bildirmiştir. 

Eğer Nebi(a.s)’ın eşleri dünyayı tercih etmeyi seçerlerse, Nebi(a.s) tarafından onlara verilecek dünyalıkları alıp gidecekler ama bu sefer Ahiret’ten nasipleri olmayacak. Eğer Ahiret’i seçecek olurlarsa; büyük bir ihtimal dünya hayatının bir çok nimetinden mahrum kalacaklar ama bu özverinin karşılığını Ahiret’te kat kat alacaklardır.

[009.024] De ki: «Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez.»

Allah - Resul’u ve O’nun yolunda cihad; bu üç şey bizlere yukardaki ayetlerde sayılan şeylerin hiçbirinden daha sevimli gelmemelidir.

[020.132] Ailene salatı emret; kendin de ona sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz; (aksine) biz seni rızıklandırıyoruz. Güzel sonuç, takvâ iledir.

[019.055] Ailesine salat ve zekat emrederdi ve Rabbi katında hoşnutluğa ermişti.

[026.214] Ve en yakınların olan aşiretini korkut.

Yukarıda verdiğimiz ayet mealleri eğitim konusunda önceliğin neresi olması gerektiğini hatırlatmaktadır. Aile içindeki bireylerin aynı inancı paylaşmış olması, aile içinde birlik beraberlik ve sevgiyi artıracak olup, kişilerin aile dışındaki tebliğ faaliyetlerinde gereken özveriyi göstermelerini sağlayacaktır. Bunun tersi bir durum; huzursuzluk kaynağı olacak, aile bireylerinin herhangi birisi tarafından sekteye uğratılmaya çalışılacaktır. Böyle bir durum ise kişiyi tercih noktasında bırakarak, dünya ve Ahiret’i seçmesini gerektirecek bir seçim yapmasını gerektirecektir.

AHZAB 28-29 ayetleri, bu seçimi Nebi(a.s)’ın ailesi üzerinden örnekleyerek tüm Müslümanlara göstermiş; Nebi(a.s)’ın böyle bir seçim yapmak zorunda kaldığında onları değil Allah’ı seçeceğini, onların da bu seçimi yaptığı takdirde alacakları karşılığı bildirmiştir. Müslümanlar arasında öne çıkmış, elini diğerlerine göre taşın altına daha fazla sokmuş olan kişilerin yakınları, özellikle ailesi, diğerlerine göre daha fazla özveride bulunmak durumundadır. İşte böyle bir konumda olan insanın (kadın veya erkek farkı gözetmeden) ailesi ecir bakımından daha fazla ecir alacağı gibi, ayak bağı olmak noktasında azap bakımından diğerlerine göre daha fazla azaba hak kazanacaktır. AHZAB 30-31 ayetleri, bu duruma işaret etmektedir.

Ayetlerin tarihsel bağlamı ile ilgili olarak yanlış olduğunu düşündüğümüz bir noktaya kısaca temas etmek istiyoruz. Nebi(a.s)’ın eşlerinin TAHRİM 30 ayeti içinde "bifahişetin mübeyyinetin" (açık bir hayasızlık) şeklinde geçen kelime ile ilgili olarak yapılan bazı yorumlarda; Nebi(a.s)’ın eşlerinin, had cezasını gerektiren bir suç işledikleri takdirde (mesela zina gibi), bu cezanın onlara iki kat olarak, yani iki yüz celde olarak vurulması şeklinde olacağının anlaşılması gerektiğini düşünenlere rastlamaktayız.

Bu şekil bir yoruma sebep; zina cezasının klasik İslam hukukunda evli-bekar ayrımı yapılarak, evli olanın taşlanarak öldürülmesi şeklinde olan düşüncenin yanlışlığına vurgu yapmak içindir. Biz de tabi ki Kur’an’da evli-bekar şeklinde bir ayrımın yapıldığını söylemiyoruz, ancak bunu delillendirmek için AHZAB 30 ayetini delil getirmenin yanlış olduğunu söylemekteyiz. AHZAB 31 ayetine baktığımız zaman, itaat edenin mükafatının nerede verileceği (yani Ahirette verileceği) belli olup, isyan edenin cezası da Ahiret’te verilecektir şeklinde bir anlayış bizde daha doğru gözükmektedir.

AHZAB 30-31 ayetlerinin evrensel mesajına gelecek olursak şunları söylemek mümkündür; kadın veya erkek olsun, Müslümanlara önderlik yapma konumunda olan bir kişinin aile bireyi, diğer insanlara göre daha fazla özveride bulunmak durumundadır. Yapmaktan kaçınacağı bir özveri veya yaptığı bir özverinin karşılığı, diğer insanlara göre daha katlamalı olarak Ahiret’te kendisine ödenecek olup, bu konumda olanların yakınları bu noktaya dikkat etmek zorundadırlar.

AHZAB 32 ayeti; tarihsel bağlamda Nebi(a.s)’ın eşlerinin, diğer erkekler ile olması gereken münasebetlerini düzenlemektedir. Bu ayetin bize dönük mesajının nasıl olabileceği sorusuna şöyle bir cevap verebiliriz. Kadın ve erkeğin yaratılış itibarı ile birbirlerine ilgi duymakta olduğu gerçeğinden yola çıkarak, sadece belli bir konuma sahip olanların eşleri değil bütün kadın ve erkeklerin karşı cins ile olan münasebetleri bir kurala bağlanmıştır.

Belirli bir konumda olan insanların ve onların yakınlarının, diğer insanlara göre daha göz önünde olmaları, bazı insanların hasedine sebeb olabilir. Olayı Müslümanlar çerçevesinde değerlendirdiğimiz zaman, onların imamı derecesinde olan insanların, münafık kesim tarafından çeşitli iftiralar ile karalanarak gözden düşürülmeye çalışılması, yaşanmış ve yaşanacak bir durumdur.

Toplumun en hassas olduğu konu olan kadın ve erkek arasındaki uygunsuz bir durumu, toplumun affetmesi çok zordur. Bunu bilen münafık kesim, fitne ateşini buradan körüklemek için kadın veya erkeğin karşı cinse karşı hatalı bir davranışını ortaya koyarak, araya fitne sokmak isteyebilir. Bunun en açık örneğini; NUR Suresi ayetlerinde, Aişe validemize karşı olan iftirada görebiliriz (Aişe validemizin hatalı olduğunu söylemek istemiyoruz). Bu sebepten ötürü, özellikle göz önünde olan insanların bu tür hatalar yapmaktan kaçınmaları ve bu tür hataya düşmelerine veya fitneye sebep olacak şeyler yapmamaya dikkat etmeleri gerekmektedir.

AHZAB 33 ayeti; kadınların evden çıkmamalarına dair herhangi bir emir olmayıp, evlerinde nasıl davranmaları gerektiğini beyan etmektedir. AHZAB 59 ayeti, Nebi(a.s)’ın ve diğer Mü'minlerin eşlerinin, kızlarının ve kadınlarının dışarıya çıkarken, evdeki kıyafetlerine ek olarak dış kıyafetlerini almalarını emretmesi, kadınların sosyal hayat içinde yer almış olmalarını göstermektedir.

Bu ayet; ayetleri ön kabullu ve tahrifkar okumanın şampiyonu sayabileceğimiz Şia’nın istismar ettiği ayetlerden bir tanesidir. “Ehl-i beyt" kültürü altında oluşturdukları inanca, adına "Tathir ayeti" dedikleri bu ayet içinde geçen müzekker zamirlerini delil göstererek, Nebi(a.s)’ın ev halkına Ali, Hasan ve Hüseyin’in de dahil olduğunu iddia etmelerine rağmen, kadınlardan sadece kızı Fatımay’ı ehl-i beyt’e dahil ederek, diğer kadınların hiçbirini dahil etmemeleri çelişkisini burada kısaca hatırlatmak istiyoruz.

AHZAB 34 ayeti ise; bir önceki ayetin Şia tarafından istismar edilmesine karşılık, "ehl-i hadis" tayfası tarafından istismara uğratılmıştır. Bu tayfanın oluşturmuş olduğu “Sünnet ve Hadisin vahiy" olduğu inancı, bu ayetten delillendirlmeye çalışılmıştır. Konumuz Şia ve Ehl-i hadisin bu düşüncelerini tahili etmek olmadığı için burada bunlara değinmeyeceğiz.

Kitap ve hikmet şeklinde ayrım, Kur’an’ın diğer ayetlerinde de geçtiği için; hikmetin ne olduğu Müslümanlar arasında tartışılan bir konudur. Hikmeti "her insana verilen eşyayı okuma kabiliyeti" olarak kısaca tarif edersek, eşyayı okuma Kitap’ın ayetlerinin verdiği koordinatlar ile olması gerektiği, Nebi(a.s)’ın bu usul ile bir yöntem takip ettiği hatırlatılarak, bizlerin de başta evlerimiz olmak üzere en yakınımızı uyarma vazifesine uygun bir şekilde uyarmaya ev halkından başlayarak halkayı genişletmemiz gerektiği hatırlatılmaktadır. Allah(c.c)'ın Kitap’ı içindeki emirler ve yasaklar; önce kişilerin en küçük halkası olan aile içinde okunmaya yani hayata geçirilmeye başlanarak örnek olunacak, daha sonra halka genişleyerek kitlelere yayılacaktır.

Musa(a.s)'ın kıssasının anlatıldığı YUNUS 87 ayetinde, mücadele yöntemi olarak “evler hazırlanması" istenmiş olması; mücadelenin önce ev halkı ile birlikte fikir birliği içine girmekle başlayabileceği, bu doğrultuda olan bir ev halkının mücadelede daha başarılı olabileceği hatırlatılmaktadır. Ancak Lût(a.s) ve Nuh(a.s) örneğinde olduğu gibi, mücadeleye katılmak istemeyen ev halkından bazı fertler olabilir.

Lider pozisyonunda olan kişilerin söylemlerinin, önce en yakınları üzerinde kabul görmüş olması; onların çağrılarının diğer insanlar üzerinde daha kolay kabul görmesi anlamına geleceği için, Rabbimiz Nebi(a.s)’ın eşlerinin şahsında bizlere de hatırlatma yapmaktadır. Burada Nuh(a.s) ve Lût(a.s)’ın davetlerinin en yakınları tarafından kabul görmemiş olmasından hareketle; bir kişinin en yakınının onun davetini kabul etmemiş olması, o kişi için ayıplanacak bir durum asla olamaz.

Sonuç olarak; AHZAB 28-34 ayetleri; tarihsel bağlamı olan fakat güncel mesajlar çıkabilecek ayetlerdendir. Müslümanlar olarak üzerimize yüklenen vazifeyi yerine getirirken; öncelikle en yakınlarımız olan ev halkının bizim bu vazife bilinci içinde yapmış olduğumuz şeyler konusunda ayak bağı değil, destek olması, özveride bulunması gerektiğini Nebi(a.s)’ın eşlerinin şahsında ültimatom mahiyetindeki ayetler olarak beyan edilmektedir. Özellikle önder konumunda olan kişilerin eşlerinin ve aile bireylerinin, bu önderlikte o kişini konumuna laf ve dedikodu üretebilecek şeylerden kaçınmaları gerektiği, bu özverilerinin karşılığında veya yaptıkları yanlışların karşılığında, diğer kişilere göre daha fazla bir karşılık alacakları haber verilerek, ayakların ona göre denk atılması istenmektedir. Ev halkı ile birlikte yapılan bir mücadele diğer insanlar tarafından daha kolay kabul görecek olup, bütün ev halkı ile birlikte diğer insanlara örnek olması bakımından önemli bir katkı sağlayacaktır.


EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

25 Eylül 2014 Perşembe

Musa (a.s) Kıssası ile İlgili Genel bir Değerlendirme

Kur'an kıssaları; taşıdıkları mesajlar itibarı ile "Tevhid" ve "Şirk"in kıyamete kadar olacak mücadelesinin, Muhammed(as) öncesi elçiler ve kavimleri arasında nasıl cereyan ettiğini canlı biçimde gösteren ve bu mücadelenin içindeki aktörler olan "Mü'min" ve "Müşrik"lere vaad edilen karşılık önerisinin boş bir iddiadan ibaret olmadığını gösteren yaşanmış anlatımlardır.

Musa(as) kıssası, Kur’an'da en fazla yer tutan kıssa olması itibarı ile bizlere bir çok mesaj vermektedir. Musa(as) kıssasında öne çıkan aktörleri;

1. Firavun,
2. Haman,
3. Karun,
4. Askerler,
5. Sihirbazlar,
6. İsrailoğulları,
7. Samiri,
8. Asa, olarak sıralamak mümkündür.

Bu aktörlerin üzerinden yapılan anlatımları sadece yaşadıkları zaman içinde düşünerek ileriye dönük mesajlar taşımış olması bakımından okumayacak olursak, kıssalar sadece "eskilerin masalları"na dönüşür. Musa(as) kıssasındaki bu aktörler ile ilgili anlatımları ayrı ayrı başlıklar halinde değerlendirerek, onlar üzerinden verilmek istenen mesajları anlamaya çalıştığımız takdirde, onlarca ayrı başlık altında yazılabilecek bir çok konu başlığı çıkacaktır.

Musa(as) kıssasını;

1. Firavun ile olan mücadelesi,
2. İsrailoğulları ile olan mücadelesi şeklinde iki ana başlık altında değerlendirmek mümkündür.

Firavun ile olan mücadelesini; Allah(cc) tarafından sadece kendisine kul olmak için yarattığı insanın eline güç, servet ve iktidar geçince nasıl "Müstekbir"leştiğinin, yönetimi altındaki insanlara karşı nasıl zalim olabileceğinin, ezilen "Müstaz'af"ların bir zalimi nasıl devirebileceklerinin ipuçlarının verilmesi açısından evrensel bir mesaj olarak okumak gerektiğini düşünmekteyiz.

İsrailoğulları ile olan mücadelesini ise; insanın nasıl nankör olabileceği, "Müstaz'af" iken "Müstekbir"lerin elinden kurtulmalarının onlar için bir ibret olmaması, "Müstaz'af" iken onları kurtaranı unutarak "Müstekbir"leşerek arz üzerinde hakim olan yasalar gereği başlarına neler geldiğini okuyarak, bu yolu takip edenlerin akıbetlerinin ne olacağı açısından evrensel bir mesaj olarak okumak gerektiğini düşünmekteyiz.

1. FİRAVUN İLE OLAN MÜCADELE

[28.4-6] Şüphe yok ki, Firavun o yerde yükseldi ve ahalisini bölük bölük etti, onlardan bir tâifeyi zayıf düşürmek istiyordu. Oğullarını boğazlıyordu, kadınlarını da berhayat bırakıyordu. Muhakkak ki o müfsitlerden olmuştu.Biz, memlekette güçsüz sayılanlara iyilikte bulunmak, onları önderler kılmak, onları varis yapmak, memlekete yerleştirmek; Firavun, Haman ve her ikisinin askerlerine, çekinmekte oldukları şeyleri göstermek istiyorduk.

KASAS 4 ve 6 ayetleri; Musa(as) kıssasının, Firavun ile olan mücadelesi kısmının bel kemiğini oluşturan ayetlerdir. Firavun ve kıyamete kadar gelecek olan çağdaş “Firavunlar"ın yıkımlarının nasıl bir yasaya tâbi olarak gerçekleştiği, onun denizde boğulmasına kadar varan süreç içinde anlatılmaktadır.

Firavunların yıkımının yasası; onların zulmü altında inleyen mazlumların, onları yıkmak için gerekli olan çabayı göstermeleri sonucunda olduğu, bu çabanın nasıl olması gerektiği YUNUS 87 ayetinde anlatılmaktadır.

[010.087] Biz de Musa ile kardeşine şöyle vahyettik. «Kavminiz için Mısır'da bir takım evler hazırlayın, evlerinizi kıble edinin ve salatı ayakta tutun ! Bir de mü'minleri müjdele!

İsrailoğulları, Mısır’da zulme uğradıkları süre içinde elleri kolları bağlı olarak sadece Musa(as)'a güvenselerdi, bu zulumden kurtulmaları asla mümkün olmazdı. Kurtuluş; hep birlikte çabalayarak gelmiş ve zalimler helak olmuştur. Musa(as) kurtuluş sürecini koordine eden bir önder olarak önemli bir konuma sahiptir ve bu tür önderlik her devir içinde olması gereken bir kurum olup, mazlumların örgütlenerek başkaldırması ve başarıya ulaşması için gereklidir.

Kıssa ile ilgili anlatımlarda, bu olayların sanki çok kısa bir zaman içinde olmuş gibi bir izlenim vermesine rağmen kurtuluş; uzun yıllar içine yayılan bir mücadele sürecinde gelmiştir. Denizin ortadan ikiye ayrılarak İsrailoğulları’nın kurtulmasının sağlanmasının sıradışı bir olay olması; böyle bir olayın bir daha gerçekleşeceği anlamına gelmez. Böyle bir durumun gerçekleşmeyeceğini söylemek; Allah(cc)'nin kullarına yardım etmeyeceği anlamına da gelmez.

Denizin yarılması üzerinden verilen mesaj; Allah(cc)’nin, zulümden kurtulmak için en üst seviyede gayret gösteren kullarına vermiş olduğu, onları zalimler elinden kurtarma sözünün gerçek olduğunun canlı bir ifadesidir. İsrailoğulları’nın kurtuluşu; denizin yarılması ile gerçekleşmesine rağmen, daha önceki yıllar içinde yapılan kurtuluş faaliyetlerinin, Allah(cc)’nin kullarına ve elçilerine söz verdiği onları zalimlerden kurtarma sünnetinin, kullara düşen kısmını yerine getirmeleri sonucunda gerçekleşmiştir. Allah(cc) zalimlerin yıkılarak mazlumların iş başına geçmesi için bir takım yasalar koymuş ve bu yasalara tabi olarak çalışıldığı takdirde kullarına yardım edeceğine söz vermiştir. Denizin yarılma olayı mazlumlara verilen bu sözün lafta kalan bir söz olmadığının açık bir göstergesidir.

2. İSRAİLOĞULLARI İLE OLAN MÜCADELE

Ancak mazlumlar zalimlerin elinden kurtulduktan sonra rol değiştirip, zalim rolune soyunacak olurlarsa; aynı yasalar bu sefer dünkü mazlum bugünkü zalimlerin üzerinde de işleyecektir. İsrailoğulları’nın denizin karşı kıyısına geçtikten sonra yapmış oldukları nankörlükler yüzünden başlarına gelenler, bu yasanın sadece onlara değil evrensel olduğu ve bütün zalimlere uygulanacağını göstermektedir.

Denizin öte yanına geçtiklerinde müşrik bir kavme rastlayan İsrailoğulları, Musa(as)'dan o kavmin putları gibi bir put yapmasını istemiş, Tur Dağı’na 40 günlük bir süre için çıkmasını fırsat bilenler hemen buzağı heykeli yapıp “Musa'nın ilahı bu fakat unuttu" diyerek halkı aldatmışlar (ARAF 137, 148), kesmeleri gereken ineği kırk dereden su getirerek kesmişler (BAKARA 67-74), kendilerine nimet olarak sunulanları beğenmeyerek daha başka yiyecekler istemişler (BAKARA 61), girmeleri istenen şehre girmeyi red ederek "sen ve Rabbin gidin savaşın” demiş ve Musa(as)'ı yalnız bırakmışlardır.

Kur'an genelinde, daha bir çok nankörlük örnekliklerini gördüğümüz İsrailoğulları; prototip bir kavim olarak mazlum iken zalimleşenlerin nasıl bir sona uğradığının canlı örneği olarak karşımızdadır. İSRA 2-8 ayetleri; bu kavim üzerinden ulusların yükseliş ve düşüşlerinin yasasının nasıl gerçekleştiğini bizlere göstermektedir.

Bugüne gelecek olursak; ezilen mazlumlar, ezen zalimlerin tasallutundan kurtulmak için Musa(as) ve İsrailoğulları gibi "Mısır direnişi" diyebileceğimiz bir örnekliği Kur’an'dan okumak zorundadırlar. Zalimler mazlumlara en ağır baskıları revâ görebilirler. Bu da zalimin zalim olmasının bir gereğidir. Eğer mazlumlar bu zulme seyirci kalarak, sadece birilerinin gelip onları kurtaracaklarını umarlarsa; zulümden kurtulmaları asla mümkün olmayacaktır.

Burada önderlik dediğimiz olgu büyük bir önem taşımaktadır. Örgütlenmeden, başıbozuk bir şekilde, bölük börçük parçalar halinde yapılan zulme başkaldırı hareketleri meyvesini vermez. Aksine zalimlerin ekmeğine yağ sürer. YUNUS 87 ayetinde emredilen hareket süreci; önemli bir süreç olup, çileli ve meşakkatli bir yolculuktur, sabır isteyen bir süreçtir. Liderlik vasıflarına haiz olan kimsenin bu işin ehli olmasının ve emri altında olan farklı karakterdeki insanları yönetmesinin kolay bir şey olmadığı malumdur. Musa(as)’ın; bir yöneticide olması gereken baskın ve sert bir karakterde olması, bu işi başarmasında önemli bir rol oynadığını düşünmekteyiz.

[007.129] Kavmi de ona: «Sen bize gelmeden önce de, geldikten sonra da işkenceye uğratıldık.» dediler. O da: «Umulur ki, Rabbiniz hasımınızı helak edip de sizi yeryüzünde halife kılacak ve sizin nasıl işler yapacağınıza bakacaktır.»
ARAF 129 ayeti; direniş süreci içinde olması muhtemel bazı sabırsızlık örneklerinin nasıl bertaraf edilebileceğinin ipuçlarını vermesi bakımından önemli mesajlar taşımaktadır. Her topluluk içinde o topluluğa ayak bağı olabilecek düşünceler ve kişiler mutlaka çıkacaktır. 

Özellikle Medine’de nâzil olan ayetlerde ortaya çıkan, savaştan geri kalanların iki farklı karakter taşıdıklarını görürüz;

1. Müslüman olmasına rağmen savaşın zorluğuna katlanmaya cesaret edemeyen tip,
2. Menfaatleri doğrultusunda iman etmiş görünen fakat iman etmeyen, her defasında Müslümanların tekerine çomak sokmaya çalışan münafık tip.

Bu iki tipi biribirinden ayırmamızı sağlayan ayetler bir toplum içinde olması muhtemel tipleri anlatmaktadır.

İsrailoğulları içindede bu tip insanlar olmasına rağmen liderlik vasıflarını son derece iyi kuşanmış olan Musa(as), bu tür sıkıntılı durumları yönetmesini bilerek İsrailoğulları’nın kurtuluş sürecini ustalıkla yönetmiştir.

Sonuç olarak; Kur'an kıssaları içinde önemli bir hacmi olan Musa(as) kıssasını, iki ana başlık altında değerlendirmeye çalıştığımız takdirde; onlarca alt başlık açılarak gündem edilmesi gereken konular çıkacak kadar geniş ve evrensel mesajları olan bir kıssadır. Firavun ve yandaşları olan aktörlerin nasıl bir süreç içinde yıkılmış olduğu, yine kıssa içindeki ayetlerin okunması ile bizlere öğretilerek, bizlerin bundan sonraki zalimleri yıkma çalışmalarında örneklik olarak sunulmuştur.

Mazlumların zulümden kurtulduktan sonra zalim rolunü üstlenmeleri, bu sefer onların yıkımlarını beraberinden getirmiş olması, Firavun zulmünden kurtulduktan sonra zalimleşen İsrailoğulları üzerinden canlı olarak bizlere anlatılarak aynı yolu izlemememiz hatırlatılmaktadır.

Musa(as) kıssası okunurken bu tür bir değerlendirme ile okunacak olursa, kıssalar üzerinden verilmek istenen Tevhid ve Şirk mücadelesinin aktörlerinin, sadece yaşamış bitmiş şahıslar olmadığı, evrensellik taşıyan bir karaktere sahip olduğu görülerek, Kur’an’ın yaşanan zamana hitap eden beyanları olduğu görülecektir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

--

17 Temmuz 2014 Perşembe

Meal ve Tefsir Yolu ile Kur'ana İstediğini Söyletmek

Kur'anın iniş dili arapça olması nedeniyle bu dilinde başka dili konuşanların bu kitabı anlamaları , arapçayı öğrenmek veya arapçayı bilen birisinin yaptığı çeviriyi okumaktır. Tefsirler ise kur'an ayetlerinin daha açık ve geniş olarak yorumlanması olarak tarif edebileceğimiz bir çalışma türü olup, insanların kur'anı öğrenmeleri için önlerine konulmuş hazır lokma diyebileceğimiz kitaplardır. 

Yazımızın amacı hiç bir meal ve tefsiri mahkum etmek amacı taşımamakla birlikte , bunlardaki bazı sorunlara dikkat çekmek amaçlıdır. Din konusunda yazılmış eserlerin okunarak bilgi sahibi olunması doğal, hatta kaçınılmaz bir durumdur. Yanlış olan durum , okunan bu eserlerin göklere çıkarılma derecesine varıp nihai düşünce veya bunun üzerine başka düşünce asla olamaz vs gibi bir seviyede görülmüş olmaya başlanılmasıdır. Din konusunda yazılmış eserler, yazan kişinin yorumu olup hata olma ihtimali taşıması bu eserlerin yüceltilerek temel eser haline getirilmemesini gerektirir. Müslümanlar olarak başta gelen yanlışlarımızdan biri olarak bu durum karşımızda durmakta ve , herhangi bir şahsın din konusunda yazdığı eserler onu sevenleri tarafından neredeyse putlaştırılmış ve Allah cc nin kitabının önüne geçirilmiştir. 

Bu yanlışı ortadan kaldırmanın şu an içinde bulunduğumuz duruma göre kolay bir  olmadığı görülmektedir. Herkesin kendi yanında olan kitapla din konusunda karşısındakine galebe çalmaya çalışması, haliyle fırkacılığı beraberinde getirmiştir. Bunu tamamen ortadan kaldırmak mümkün görülmemekle beraber en aza indirmek gibi bir çalışma içine girilebilir. 

Din konusunda en temel eseri, Allah cc nin kitabı olarak görmediğimiz, din konusunda yazılan eserlerin hepsinin yazan kişinin düşüncesinin yansıması olduğunu kabul etmediğimiz , yazılan bu eserleri kur'an ile uyum sağlayıp sağlamadığı konusunu gözden ırak tutmadığımız müddetçe aramızdaki ayrılıklar hiç bir zaman azalmaz , aksine dahada derinleşerek devam eder. Kur'an tefsiri adı ile yazılan eserlerde yapılan tefsirin , kişisel görüş olduğu hiç bir zaman unutulmadan, yazılmış olan tefsiri Allah cc nin murat ettiği anlam olarak görmek bizleri yanlış düşüncelere sevkedebilir. Tefsir okuyucusu , okuduğu tefsirdeki ayet yorumlarını Allah cc nin dediği şeklinde anlamak yerine , kişisel yorum olduğunu hatırdan çıkarmaz ve yapılan yorumda hata olma ihtimalini göz ardı etmeden okur ise o tefsiri, kur'an gibi görmek tehlikesine düşmemiş olur.

Aynı durum kur'an çevirileri içinde geçerlidir,son yıllarda hayli çoğalan kur'an çevirilerine baktığımızda benzer sorunlarla karşılaşılmaktadır. Öncelikle şunu belirtmek isterizki herhangi bir şahsın mealini yüceltmek,herhangi bir şahsın mealini kötülemek gibi bir niyet ile kaleme alınmış bir yazı değildir, ancak her fırkanın kendi mealini oluşturup başka mealleri kabul etmemek gibi bir duruma düşülmüş olması işin vehametinin anlaşılmasına yardımcı olacaktır. 

Kur'anın fırka ,mezhep,meşrep vs gibi ayrılıkları tasvip etmeyen ayetlerinin okunarak fırkalara özel meal yapılmış olmasının bu mealleri yapanların , öncelledikleri konunun ayetin doğru çevirisinden çok tabi olduğu mezhebin veya meşrebin görüşlerine uygun olması şeklinde bir ön kabulden yola çıkarak meal yapması kabul edilebilir bir şey değildir.

Bu mealleri yapanlar israiloğulları ile ilgili ayetlerdeki onların tevrata yapmış oldukları muameleyi okuyup aynı muameleyi endirek olarak kur'ana yapmalarının vebali büyük olup hesab günü bunun hesabını vermeleri kolay değildir. İsrailoğulları kendi kitaplarını metin olarak tahrif ederek bu işi yapmışlar , müslümanların bir kısmı metni korunan kitaplarını mealler üzerinden tahrif ederek anlamını çarpıtmışlar , o meali okuyan kişi çarpıtılmış meali sanki Allah cc nin kelamı gibi kabul etmiş, okuduğu çeviriyi asli çeviri zannedip, bir başka mealdeki farklı çeviri doğru olsa bile kabul etmeme durumuna düşmüştür. 

Yazmızda yapılmış olan yanlış meallerden örnekler vererek o meali yapan kişileri zan altında bırakmaktan ziyade genel durum tesbiti yaparak , bu sağlıksız durumu nasıl ortadan kaldırabiliriz ? sorusunun cevabını aramaya çalışacağız. 

Kur'an meali yapmaya soyunan kişinin sadece arapçayı bilmesi yeterli değildir, sadece arapça ile iş bitseydi bütün arapların en iyi müfessir olması gerekirdi. Meal hazırlama iddiasında olan kişinin "kur'an bütünlüğü" deyiminin içini çok iyi doldurması ve kur'ana hakimiyeti son derece yüksek olmalı ve ayetler arasındaki bağlantıyı çok iyi kavrayabilmelidir. Gördüğümüz meallerde yapılan bu tür hatalar, kur'an bütünlüğü dediğimiz şeyin ,ayetler arası anlam birliği konusundaki yapılan yanlışları gördükçe bunun olmazsa olmazlardan olduğunun bilinmesinin ne kadar önemli olduğunu ortaya çıkarmıştır. 

Kur'an meali yapmaya soyuna kişinin , fırka mezhep , meşrep görüşlerini baz alarak kur'an meali yapması demek kur'anın tahrifi tehlikesini beraberinde getirmesi tehlikesini taşıması açısından dikkat edilmesi bir durumdur. İşin vehameti o kadar büyük boyutlara ulaşmıştırki her fırkanın büyüğü o fırkanın okuyacağı bir meal yapmış ve o fırka bu meali en doğru meal olarak görmekte ve hata payı asla bırakmamaktadır. Bu tür hatalarını somut örnekler ile vermeye kalkmak yazının hacmini büyültmesi ve kişiselleştirme açısından olaya yaklaşmadığımız için genel durum değerlendirmesi yapmakla yetineceğiz.

Mezhep ve meşrep taassubu ile yapılan mealler öyle bir kural tanımazlık şeklinde yapılır olmuşki ne gramer kaideleri , nede kur'an bütünlüğüne uyup uymaması gibi düşünce içinde olamadan yapılır olmuştur, masum okuyucu böyle yapılan bir kur'an ayeti çevirisini kur'andan zannedip okur olmuştur. 

Yorumu merkeze alan kur'an çevirileri bu konuda biraz daha geniş davranma yetkisini aldıklarını  zannederek ayetin orjinal metni üzerinden değilde , orjinal metinden anladıklarını meal adı altında yazıp neredeyse tefsir yapacak kadar uzun ayet mealleri yapmış olmaları dikkat çekicidir. Bu tür meallerin tamamını red etmesekte tasvip ettiğimizide söyleyemeyiz , çünkü bazılarının elinde çok tehlikeli bir silah olarak kullanılma ihitmali yüksek olan bir meal tarzı olduğunu söylemeden geçemeyeceğiz. Metne sadık kalarak yapılan kur'an meallerinin gramer kaideleri ve kelimenin aslına sadık kalınarak yapılması açısından saha sağlıklı olduğunu ,yorum merkezli meal çevirilerine göre çeviriyi yapan kişinin kişisel tercihinin ikinci planda kaldığı bir meal türü olması nedeni ile meal okuyucularına tavsiye etmekteyiz. 

"Kur'anın ne söylediği değil ne söylemek istediği önemlidir" sloganı , kur'ana istediğini söyletmek isteyenlerin elinde önemli bir slogan haline gelmiştir. Kendi düşüncesini, "kur'an bunu demek istiyor" şeklinde lanse edenlerden özellikle kaçınılmasını tavsiye etmekteyiz, çünkü bu tür insanların istisnası olmakla bir çoğu kendi yanlış düşüncelerinin insanlar tarafından kabul görmesi için böyle bir slogan arkasına saklanmaktadırlar.

Kişisel yanlışları ortaya koymak tek taraflı bir gerçeği ortaya çıkarmış olmanın yanısıra çare sunmanın gereğininde unutulmamasını gerektirir, herkes bir şekilde yaptığı hatadan dolayı eleştiriye tabi tutulabilir ama doğru olduğu düşünülen şeyin ne olduğu ortaya konulmaldırki okuyucu iki arada bir derede misali ortada kalmasın. Yapılan meallerden sonra , bu mealleri okuyanlar nasıl bir gözle mealleri okumalıdırlarki , bilerek yada bilmeyerek yapılan yanlışlar görülebilsin , yapılan ayet meali kişinin o ayet ile ilgili anlayışının bir sonucu olduğu düşünülüp hata ihtimali her zaman akılda tutulsun . 

Kur'ana hakimiyet , illaki kur'anı defalarca okumak ile elde edilelebilecek bir şeydir, okunurken tek bir mealden değil farklı meallerden okunarak elde edilen  bir hakimiyet, yapılan farklı ayet meallerindeki hatayı ortaya çıkarması açısından doğru bir yoldur. Kur'anı anlamaya soyunan bir kişi önce kendi kafasındaki ön kabulleri atarak okumaya başladığı bir kur'anın onu ne kadar değiştireceği görecek ve fırkacılık taassubu içinde yapılan meallerdeki cinayetleri görerek , dün o fırkanın yılmaz bir savaşçısı olan kişinin , bugün o ve benzeri bütün fırkalara düşman bir savaşçı olduğunu kendi üzerinde görecektir.

Kur'an kendisini anlama metodunu yine kendi içinde anlatan bir kitabtır , kimsenin "kur'anı anlama metodu" başlığı altında metodlar sunarak okuyucuları kendi anlayışını kur'an zannettirmeye hakkı yoktur. Bu yazıyı yazan kişi dahil herkes bir şekilde kur'an adına söz söyleyemeye soyunabilir , ancak hiç kimse kendi anlayışını "kur'an işte bunu diyor" şeklinde dikte etmeye hakkı yoktur. Kişiler okudukları ayetler ile ilgili yorumlarda bulunma hakkına sahip olmakla birlikte okudukları ayetlerdeki yorumların kendilerini bağladığını karşısındaki insanların bu yorumlara katılmak veya katılmamak gibi bir hakları olduğunu asla unutmamalıdır.

Müslümanlar olarak kendimiz hakkında bir öz eleştiri yapacak olursak ; genelde okumayı araştırmayı sevmeyen bir topluluk olmamız , bizim yerimize bir başkasının okuyup araştırmış olması , bizim o araştırmayı sahiplenerek kendi görüşümüz olarak sunmamız yani kolay olanı seçmemiz bizlerin müritlik psikolojisinden kurtulamadığımızı göstermektedir. Bu açığı gören bazı uyanıklar müritlik itiyadında olan bazılarımızı rahatlıkla elde edebilmekte ve onları çeşitli yollarla etkileyerek kendilerinin her dediğini onlara yutturabilmektedirler. Bu durum kur'anı öncellediğini ve şeyh mürit ilişkisinin hakim olduğu tasavvufa soşiddetli bir biçimde karşı çıkanlar içinde bir tehlike olarak karşımızdadır.  

Kur'anı okuyarak bir şekilde düşünce sahibi olan zevatın bir kısmı bu düşüncelerini satmak için bir çeşit şeyhliğe soyunmakta , kur'an hakkında orjinal!! düşünce arayan bir takım saf müslümanlarda bu düşüncelerin doğruluğunu araştırmadan sahiplenerek kraldan fazla kralcı bir yaklaşım sergileyerek modern bir tarikat yapısı oluşturmaktadırlar.

Kur'an anlayışları açısından kimin eli kimin cebinde olduğu belli olmayan bir halde olmamız en çok bu konuda kararsız ve araştırma evresinde olanları sıkıntıya sokmaktadır, farklı yorumlar karşısında ne yapacağını ve hangi yorumu kabul edeceğini şaşırmış olan insanlara yol göstermek maksadı ile , şuraya,buraya veya bana gel demek yerine ona başkalarının düşüncelerinden arınmış olarak kur'ana yaklaşmalarını karşısına çıkan düşüncelerin hepsinin kendi okuması sonucu elde ettiği bilgi birikimi ile karşılaştırmasını tavsiye etmekteyiz. Her gün bir balık vererek kişileri kendisine muhtaç bırakmak yöntemi ile müritlerinden ayrılmak istemeyenlere karşı , balık tutmasını öğreterek kimseye muhtaç olmayan bir talebe neslinin yetişmiş olması en çok kerameti kendinden menkul şeyh efendileri rahatsız edecektir.

Misalen; benim okuduğum kur'an anlayışına göre karşısındaki düşünceyi karşılaştıran kişi ,eğer benim düşüncemde bir hata var ise o hataya göre karşılaştırma yapacağından doğru bir sonuca varamaz, başkasının okuduğu kur'an anlayışı ile karşısındakini karşılaştırmakta aynı sonucu getirecek olup , kişinin kendi okuduğu kur'an sonucunda vardığı karar ile karşısındakinin düşüncesini değerlendirmesi kişiyi bağımlı haline getirmekten kurtaracaktır. Bu durumun daha fazla farklı anlayışlara yol açma tehlikesi olduğu düşünülmemeli aksine , kur'an içinden çıkarılmış bir düşünce metodu ile okunan kur'anda kişisel farklı düşüncelerin en aza indirgendiği görülecektir.

 Sonuç olarak; Allah cc nin dinini öğrenerek hayatına yansıtmak isteyen kişi bu dini öğrenmek için , dinin temel kaynağı olan kur'an ile ilgili yapılmış olan tefsir ve mealleri okuyacak olması bu bilgi kaynakları konusunda ön fikir sahibi olmasını gerektirmektedir. Fırka taassubu içinde yapılan meal ve tefsirler okuyucunun dinin öğrenmesini değil dinin yanlış öğrenmesine sebeb olacak eserler olması tehlikesinin iyi bilinerek bu düşünce içinde yapılmış olan meal ve tefsirler ile kafaların doldurulmaması gerekmektedir. Meal ve tefsir kirliliği içinde bir durumda olduğumuz unutulmadan , kişiler aşağılama ve yüceltme gibi işlemlere tabi tutulmadan din hakkında yazdıkları , her türlü kirlilikten arınmış saf bir kur'an anlayışı ile okunup iyice tetkik edilmelidir.Yazımızın amacı bütün meal ve tefsirleri mahkum etmek amaçlı olmayıp meal ve tefsirlerdeki bu tür yaklaşımlara dikkat çekmek amaçlıdır.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

2 Haziran 2014 Pazartesi

İsra s.59.Ayeti ile Muhammed a.s ın Mucizeleri!! Arasında Kalmak

Bugün müslümanlar arasında Muhammed as ın Allah cc nezdindeki konumu konusunda farklı algıların mevcudiyeti bir gerçektir. Özellikle diğer elçilere verildiği gibi dilimizde mucize olarak bildiğimiz  görsel ayetler den ona verilmeyişi bizlerde diğer elçilere karşı bir eziklik ! duygusu uyandırmış ve "sende ne varsa bizde iki misli var" kabilinden ona atfen bir çok mucize hikayeleri uydurulmuştur. Elçileri yarıştırma mantığı içinde yürütülen bu gizli savaş! müslümanlar arasında bir akide haline dönüşmüş ve bu mucizeleri red etmek dinden çıkmak anlamında görülmeye başlanmıştır, gerçekten bu böylemidir? diye sorduğumuz zaman ve bu sorunun cevabını kur'anda aramaya kalktığımız zaman alacağımız cevap , kesinlikle hayır olacaktır.

Bir müslümana eğer , "kur'an senin için ne ifade ediyor?" diye sorduğumuz zaman alacağımız cevap , " kur'an Allah cc nin indirdiği bir kitab ve o kitab bizler için ana kaynaktır" cevabı olacaktır, ama bu cevap tercih noktasında hayat içinde karşılığını çoğu zaman bulmamakta , rivayetler ve kur'an arasında kalındığı zaman tercih edilen kaynağın rivayetler olduğu görülmekte olup bu durum ona atfedilen mucizeler!! içinde geçerlidir. Kur'an ayetlerinin bir çoğu Muhammed as a böyle bir şeyin verilmediğini bildirmesine rağmen bir çoğumuz bu ayetleri arkaya atarak rivayetler ile inanç haline getirilmiş sahte mucize hikayelerine iman eder olmuştur. Bu yazımızda şahitliği yerine getirmek için bu konunun kur'an ayetlerinde nasıl bildirildiğini paylaşacağız inş. 

Muhammed as ın mekkeli muhatapları onun elçiliğini inkar ederek ondan , okuduğu ayetler dışında görsel ayetler istemişlerdir , bu istekleri kur'an ayetlerinde şöyle anlatılmaktadır. 

 [006.037]  Ve dediler ki: Ona Rabbından bir ayet indirilmeli değil miydi? De ki: Şüphesiz Allah, ayet indirmeye kadirdir. Ne var ki, onların çoğu bilmezler.
 [006.109]  Onlar, bütün güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki; eğer kendilerine bir ayet gelirse mutlaka ona inanacaklar. De ki: Ayetler; ancak Allah'ın nezdindedir. O, geldiği zaman da onların yine inanmayacaklarının farkında değil misiniz?
 [010.020]  Bir de «Ona Rabbinden  bir âyet indirilse ya!» diyorlar. De ki: «Gaybı bilmek ancak Allah'a mahsustur, bekleyiniz bakalım, ben de sizinle beraber bekleyeceğim şüphesiz.»
 [013.007]  Küfredenler, derler ki: Ona Rabbından bir ayet indirilmeli değil miydi? Sen; ancak bir uyarıcısın ve her kavmin bir yol göstericisi vardır.
 [013.027]  Küfredenler dediler ki: Rabbından kendisine bir ayet inidirilmeli değil miydi? De ki: Allah dilediğini saptırır, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir.
 
[025.007]  Ve dediler ki: «Bu Resûl için ne var ki, yemek yiyor ve çarşılarda yürüyor ona bir melek indirilmeli değil mi idi ki, artık O'nunla beraber bir korkutucu olsa idi!»
 [006.008]  «Ona bir melek indirilmeli değil miydi?» dediler. Bir melek indirmiş olsaydık iş bitmiş olurdu da onlara göz bile açtırılmazdı.
 [011.012]  Şimdi belki de sen, onların: «Ona bir hazine indirilse veya beraberinde bir melek gelse ya!» demeleri yüzünden için sıkılarak, sana vahyolunanın bir kısmını terkedecek olursun. Fakat sen, ancak bir uyarıcısın. Allah ise herşeye vekildir.
 [017.090-95] Şöyle söylediler: «Bize, yerden kaynaklar fışkırtmadıkça sana inanmayacağız»,«Veya hurmalıkların, bağların olup, aralarında ırmaklar akıtmalısın.»«Yahut da iddia ettiğin gibi, göğü tepemize parça parça düşürmeli, ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin.»«Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla inanmayız.» De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer bir elçiyim. İnsanlara doğruluk rehberi geldiği zaman, inanmalarına engel olan, sadece: «Allah peygamber olarak bir insan mı gönderdi?» demiş olmalarıdır. De ki: «Yeryüzünde yerleşip dolaşanlar melek olsalardı, biz de onlara gökten peygamber olarak bir melek gönderirdik.»
 [029.050-51]  Ve dediler ki: «Onun üzerine Rabbinden âyetler indirilmiş olmalı değil mi idi?» De ki: «O âyetler ancak Allah'ın indindedir ve ben ancak bir apaçık nezirim.» Kendilerine okunan bir Kitap'ı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan topluluk için rahmet ve ibret vardır.
 [020.133]  Rabbından bize bir ayet getirseydi ya derler. Onlara önceki kitablarda apaçık deliller gelmedi mi?

Yukarda verdiğimiz ayet meallerinde Muhammed as ın mekkeli muhataplarının okunan vahiy haricinde gözleri ile görecekleri ayet yani mucize olarak bildiğimiz şeyler istenmiş ve her defasında bu istekler red edilmiştir.

Muhammed as ın vefatı sonrasında oluşturulan insan üstü elçi portresinin bir uzantısı olarak rivayet kitaplarında ona atfen onlarca mucize!! uydurulmuş ve bir akide konusu haline getirilmiştir. Bu ayetlerin hiç bir olmasa sadece isra s. 59. ayeti bu konuda bizlere bir bilgi vermiş olsaydı bu ayet bile bizim mucize diye bir şey olmadığına dair düşüncemizi oluşturmaya yeterli gelirdi. 

 [017.059]  O istenilen âyetler (mu'cizeler) le risalet vermekten bizi men'eden de yoktur, ancak onları evvelki ümmetler tekzib ettiler, Semude gözleri göre göre o nakayı verdik de onunla kendilerine zulmettiler, halbuki biz o âyetleri ancak korkutmak için göndeririz

İsra s. 59. ayetinde net olarak ve hiç bir farklı bir te'vile gerek kalmayacak şekilde , Muhammed as dan istenen mucize nin verilmeme sebebi nin, mekkelilerin onuda red edecekleri ve bu red edişleri neticesinde semud kavmi gibi helak edilecekleri  bildirmektedir. 

Kur'anda helak edildiği bildirilen kavimlere uygulanan sünnet'in uygulaması bu şekildedir, şayet Muhammed as a böyle bir mucize verilmiş olsaydı bu mucizeye inanmayanların helak edilmeleri gerekirdi. Burada yapılan çok vahim bir hata vardır şöyleki; Muhammed as ı yüceltmek adına onun adına uydurulan mucize iftiraları Allah cc nin kadrini düşürmek anlamına gelmektedir, diğer kavimler için geçerli olan helak sünneti mekkeli ler içinde geçerli olup eğer görsel bir ayet indirilmiş olsaydı bunu red edecekler ve helak üzerlerine hak olacaktı. Allah cc nin sünnetini bilmeden sadece başka elçilerden aşağı kalmasın şeklinde uydurulan bu iftiraların sahipleri ve savunucuları hesap gününde bu iftiralarının karşılıklarını nasıl alacaklarını söylemeye bile gerek yoktur.

Şimdi bir tercihte bulunmamız gerekmektedir, ya rivayetler ile örülmüş mucize hikayelerini kabul edip isra s. 59. ayeti ve benzerlerini red edeceğiz, yada o kadar kitaplar , o kadar alimler bunu bilmiyorda senmi biliyorsun şeklinde itiraz edip ayetleri arkaya atacağız. 

Müslüman olmak demenin , Allah cc nin indirmiş olduğu kitaba tabi olmak demek olduğunu, din adına gelen bilgiler eğer kur'ana ters ise bu bilgi eğer Muhammed as adına geliyorsa " o kur'ana rağmen ona aykırı bir söz söylemez" diyerek o bilginin adının sadece Allah ve resulune bir ifira olacağı, eğer bu bilgiler meşhur alim!! olarak bilinenlerden geliyorsada onların söylediklerinin Allah ve elçisine iftira olduğu bilinmelidir. 

Sonuç olarak; kur'ana aykırı olarak oluşturulmuş din algısı içinde önemli bir yer tutan Muhammed as ın mucizeleri!!! bölümü kur'an ayetlerini red ederek oluşturulmuş bir algı olup , müslümanlar , ya kur'ana rağmen gelen bilgileri kabul etmeye devam edip kur'anı inkar edecekler , ya kur'an ayetleri bizim için her konuda bilgi ve inanç kaynağı dır diyerek bu gibi iftiraları red eceklerdir. 

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

26 Mayıs 2014 Pazartesi

İsra s. 2-8. Ayetleri İle İlgili Bir Düşünce Çalışması

Bu yazımız bundan önce yazmış olduğumuz , "isra s. 1. ayetinin mesajı üzerine bir düşünce çalışması " başlıklı yazımızın  devamı mahiyetindedir. Adı geçen yazımızda , isra s. 1. ayetinin sonraki ayetler ile bir bağı olduğunu hatırlatarak 2.ve 3. ayetleri yazımız içinde ele almıştık. O yazımızı kısaca hatırlayarak 1. ayet sonrası ayetler ile ilgili düşüncelerimizi paylaşalım.

İsra s. 1. ayeti , Allah cc nin kendi üzerine vazife kıldığı elçilerine ve mü'minlere yardım etme sözünün Muhammed as ve ona iman edenler içinde geçerli olduğunu hatırlatmakta olup, bu durumu Musa ve Lut as ı kurtarması ile ilgili ayetler de geçen kelimeler ile arada bir bağ kurarak anlatmaya çalışmıştık. İsra s. 1. ayeti Muhammed as a mekke'den hicret etmesi konusunda ona yol gösteren bir ayet olduğunu bunu devam eden ayetlerde hicret edeceği yerdeki karşılaşacağı kavim olan israiloğulları ile ilgili bilgiler vermesinden anlamaktayız. Kısaca bu hatırlatmayı yaptıktan sonra konumuz ile ilgili ayetlere geçebiliriz.

Ve âteynâ mûsel kitâbe ve cealnâhu huden li benî isrâîle ellâ tettehızû min dûnî vekîlâ(vekîlen).
 [017.002]  Musaya da kitab verdik ve onu Beni İsrail için bir hidayet rehberi kıldık, şöyle ki: benden başka bir vekil tutmayın diye.

2. ayette Musa as a verilen kitabın, israiloğullarına yol gösterici ve Allah cc den başkasını vekil tutulmaması gerektiğini hatırlattığı beyan edilmekte olup aynı hatırlatmalara sahip olan kitabın'da Muhammed as verilmesi ile arada bir ortak bağ olduğu bildirilmektedir.Muhammed as a verilen kitap'ta o kitabın hidayet olduğu ve Allah cc den başkasını vekil tutmamamız bir çok ayette emredilmektedir.

[002.002]  İşte bu kitab, onda hiç bir şüphe yoktur, müttekiler için hidayettir.
[002.185]  Ramazan ayı, ki onda Kuran, insanlara yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi. Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah size kolaylık ister, zorluk istemez. Bu kolaylıkları, sayıyı tamamlamanız ve size yol gösterdiğine karşılık O'nu ululamanız için meşru kılmıştır; ola ki şükredersiniz.
[027.001-2]  Ta, Sin, Bunlar Kuran'ın, Kitab-ı Mübin'in ayetleridir. Mü'minler için bir hidâyettir ve bir müjdedir.
[031.001-3] Elif, Lam, Mim. Bunlar sana o hikmetli kitabın âyetleri Muhsinler için bir hidâyet ve bir rahmettir.
[041.044]  Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı dilden (kitap) olur mu? De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağırılıyor (da Kur'an'da ne söylendiğini anlamıyorlar.)
[004.081]  «Peki» derler, fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden bir takımı, geceleyin senin dediklerinden başka bir şey kurarlar. Allah gece tasarladıklarını yazıyor, onlara aldırış etme. Allah'a güven, vekil olarak Allah yeter.
[004.132]  Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter.
[033.003] Allah'a güven, Allah, vekil olarak yeter.

Zurriyyete men hamelnâ mea nûh(nûhin), innehu kâne abden şekûrâ(şekûren).
Nuh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin nesli! muhakkak o, çok şükreden bir kul idi.

2. ayette ismi geçen israiloğulları ile ilgili olarak 3. ayette onlardan "Nuh ile taşınanların soyundan" oldukları ve Nuh as ın şükreden bir kul olduğu hatırlatması yapılmakta olup bu hatırlatmanın sebebi üzerinde biraz duralım. Bilindiği gibi Nuh as ile birlikte gemide taşınanlar insanlığın ikinci atası olarak bilinir, tufan olayında bütün inanmayanlar helak olmuş ve insanlık yeniden o gemiden inen insanların çoğalması ile devam etmiştir. Burada hitaba dikkat edilecek olursa Nuh tufanının bölgesel olduğu gibi bazı yorumların yanlış olduğuda ortaya çıkmakta olup insanların o gemideki insanların nesli oldukları hatırlatılmaktadır.

Meryem s. 58. ayetinden önceki ayetlerde , İbrahim,İshak,Yakub,Musa,Harun,İsmail,İdris as ların isimleri zikredildikten sonra " İşte bunlar; Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Adem in soyundan, Nuh ile beraber taşıdıklarımızdan ve İbrahim ile İsrail'in neslinden, hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Rahman'ın ayetleri onlara okunduğu zaman; ağlayarak secdeye kapanırlardı." buyurularak insanlar arasında ortak bir bağ kurulmaktadır. Bu durum yasin s. 41. ayettede hatırlatılmaktadır "Onların zürriyetlerini dopdolu bir gemide taşımamız da onlar için büyük bir ibrettir."

Ve kadaynâ ilâ benî isrâîle fîl kitâbi le tufsidunne fîl ardı merreteyni ve le ta’lunne uluvven kebîrâ(kebîren).
[017.004]  İsrailoğullarına Kitap'da: «Doğrusu yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacak ve kibirlendikçe kibirleneceksiniz» diye bildirdik.

"Qada" kelimesi, "ister sözle ister fiille olsun bir meselede veya işte nihai ayrımı yapmak" anlamında olup , ilahi ve beşeri olmak üzere iki ayrılır.(el müfredat)

İsrailoğullarının arz'da iki defa fesad yapacakları şeklinde verilen haberin kaynağı "el kitab" olarak ayette bildirilen, diğer ayetlerde "levhi mahfuz" olarak gördüğümüz Allah cc nin indindeki bilgi için kullanılan bir kelimedir. İsrailoğullarının arz üzerinde iki defa fesad yapacaklarının kitab'ta hükmedilmiş olması sanki onların bu fesadları haşa Allah cc tarafından onlara bir cebir şeklinde olacak  gibi görünmesine rağmen bu konuyu , Allah cc nin kullarına irade vermesi ve yaptıklarını bu iradelerini kullanarak yapmaları ve bunun neticesinde cennet veya cehennemi hakettiklerini bildiren ayetler eşliğinde okuyacak olursak bu fesadı kendi iradeleri ile yaptıkları anlaşılır. 

Arz üzerinde iki defa fesad çıkarmaları israiloğulları üzerine yazılmış olması ilk fesad dan sonra toparlanıp eski gücüne kavuşanların bu güçlerine güvenerek yeniden bir fesad hareketine giriştikleri takdirde yine aynı şeyler ile karşılaşacakları bildirilmektedir.

Bu ve sonraki ayetlere geçmeden ilgili ayetleri anlamamıza yardımcı olması için şunları söyleyebiliriz. Allah cc nin arz üzerindekiler için koymuş olduğu sünnetlerden birisi de fesadçıların engellenmesi olup bu engellemeyi diğer kullarının eli ile yaptırmasıdır. 

 [002.251]  Sonunda Allah'ın izniyle onları yendiler. Davud da Câlût'u öldürdü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir.
[022.040]  Onlar, başka değil, sırf «Rabbimiz Allah'tır» dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.

Bakara s. 251 ve hacc s. 40. ayetlerinde , Allah cc nin bir kısım insanı diğer bir kısım ile defetmesi şeklinde bir sünneti olduğunu görmekteyiz. İsrailoğulları da arz üzerinde yaşayan kavimlerden olup bu sünnetin de onlar için geçerli olup yerine geldiği haberi verilerek ne zaman böyle bir fesada girişseler o fesadın yanlarına kar kalmayacağı haber verilmektedir. 

 Fe izâ câe va’du ûlâhumâ beasnâ aleykum ibâden lenâ ulîbe’sin şedîdin fe câsû hılâled diyâr(diyâri), ve kâne va’den mef’ûlâ(mef’ûlen).
[017.005]  O ikiden birincisinin vakti gelince, üzerinize çok güçlü olan kullarımızı saldık. Onlar, memleketin her köşesini kontrollarına aldılar. Bu, yerine gelmiş bir vaad idi.

İsra s. 5. ayeti , bu sünnet'in israiloğulları üzerindeki uygulamasının gerçekleşmiş olduğunu haber vererek, verilen sözün yerine gelmiş olmasını , bundan sonraki yapacakları fesad için aynı sünnet'in cari olacağı bildirilmektedir. Bu ilk vaad'in ne zaman ve nasıl yerine geldiği konusunda tefsir kitapların da yorumlar bulunmakla birlikte konuya evrensel bir geçerlilik açısından bakmak tercihinde bulunduğumuz için bu tür yorumlar ile yazının hacmini genişletip okuyucuyu sıkmak istemiyoruz.

Yeri gelmişken şunu da hatırlatmak yerinde olacaktır; kur'an ayetlerine baktığımızda israiloğulları ile ilgili ayetlerin hayli bir yekün tuttuğu görülecektir, bunun sebebi insanın olumsuz tarafının bu kavim üzerinde bariz olarak ortaya çıkması ve onların bu yaptıklarının karşılıklarını nasıl aldıkları gösterilerek bizlere " onlar gibi olmayın" mesajı verilmektedir, ayetleri sadece israiloğulları çerçevesinde değerlendirdiğimiz zaman sadece kuru bir düşmanlık la sınırlı kalacak ve bize ibret olarak okunması gibi bir durum olmayacaktır. İsra s. 2-8. ayetlerinin de bu mantık çerçevesinde okunması ve ibret alınması gerektiğini düşünmekteyiz.

Summe redednâ lekumul kerrete aleyhim ve emdednâkum bi emvâlin ve benîne ve cealnâkum eksere nefîrâ(nefîren).
[017.006]  Sonra da onların üzerine tekrar size bir galibiyet verdik ve size mallar ile ve oğullar ile imdat ettik ve sizi aşiretce (düşmanlarınızdan) daha ziyâde kıldık.

6. ayet yine geçerli olan bir sünnet olan yıkımın ardından yükselmeyi ifade etmektedir. Bu şekil bir yükseliş kur'anda helak edilen kavimlerin üzerine kurulan medeniyetler ve o medeniyetlerin yine helak edilmesi ile ilgili olarak anlatılmaktadır. Bu olguyu özellikle mü'minun suresinde anlatılan kıssalarda ve Nuh as kıssası sonra 31-44. ayetlerde görmek mümkündür. 6. ayet'te anlatılan bir durum toplulukların yaşadıkları hayat içindeki iniş çıkışları olup "her inişin bir çıkışı , her çıkışın bir inişi vardır" şeklindeki kural gereğince hiç bir topluluğun elindeki güce güvenerek zulme sapmaması hatırlatılmakta olup bunun tersi bir durumda karşılacaklarının kendilerinden kuvvetli başka bir topluluk tarafından alt edilmeleri olduğu 7. ayette anlatılmaktadır.

İn ahsentum ahsentum li enfusikum ve in ese’tum fe lehâ, fe izâ câe va’dul âhıreti li yesûu vucûhekum ve li yedhulûl mescide kemâ dehalûhu evvele merretin ve li yutebbirû mâ alev tetbîrâ(tetbîren).
[017.007]  İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.

7. ayette , fesadın devam etmesi halinde daha önce geçerli olan sünnet'in yine cari olacağı , önceki fesadlarının karşılıklarını nasıl aldıkları tekrar hatırlatılmakta ve yapacağınız iyilik ve kötülük kendiniz içindir denilerek alacakları karşılıkların kendi elleri ile yaptıklarının olacağı anlatılmaktadır.

Asâ rabbukum en yerhamekum, ve in udtum udnâ, ve cealnâ cehenneme lil kâfirîne hasîrâ(hasîren).
[017.008]  Olur ki Rabbiniz size merhamet eder. Eğer dönerseniz Biz de döneriz. Öyle ya, Biz cehennemi kafirlere zindan yapmışız!

8. ayet , Allah cc nin merhamet etmesinin insanların fesaddan dönmelerine bağlı olduğunu , dönmedikleri takdirde akıbetlerinin neresi olacağı haberi verilmektedir.  

2-8. ayetler arası İsrailoğullarının arz üzerinde yaptıkları fesada karşılık nasıl bir karşılıkla cevap aldıkları hatırlatılarak, yine aynı surenin 101-104. ayetlerinde bu şekil bir fesadı israiloğullarına uygulayıp nasıl bir son ile karşılık gören firavun ve ordusu hatırlatılmakta olup, cari olan sünnetin sadece israiloğulları üzerinde değil bütün fesadçılara için geçerli olduğu olduğu bildirilmektedir.

[017.101] Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz âyet verdik. Haydi İsrailoğullarına sor. Musa onlara geldiğinde Firavun ona, «Ey Musa! dedi, senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum!»
[017.102]  Musa da: «And olsun ki, bunları göklerin ve yerin Rabbinin açık belgeler olarak indirdiğini biliyorsun. Ey Firavun! Doğrusu senin mahvolacağını sanıyorum» demişti.
[017.103]  Firavun bunun üzerine onları memleketten sürmek istedi. Biz de onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk.
[017.104]  Arkasından da İsrailoğullarına: «O topraklarda oturun! Ahiret vâdi tahakkuk edince, hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz» dedik.

İsra s. 2-8. ayetler arası israiloğullarından bahsedilmesi bizi bu durumun sadece onlar ile ilgili olmadığı aksine, Allah cc nin cari olan sünnetinin her topluluk için geçerli olduğu , bu sünnetin israiloğulları üzerinden anlatılması nuzül zamanı ve mekanı bağlamında düşünülecek olursa , isra s. 1. ayeti ile Hicret'e bir kapı açılmış olması ve hicret edilecek beldede karşılarına çıkacak olan kavim ile ilgili ön bir bilgi olarak düşünülebilir.

İsra s. 2-8. ayetlerinden , 1- nuzül zamanı ve mekanı açısından tarihsel bir bakış açısı,  2- bu olayın verdiği mesajı evrenselleştirip bütün zamanlara uyarlayarak bir mesaj çıkarmak mümkündür.  

Nuzül zamanı ve mekanı açısından baktığımızda bunu da ikiye ayırıp ayetlere 1-Müslümanlar , 2- israiloğulları açısından bakarak her iki tarafa verilmek istenen mesajı çıkarmak mümkün olabilir. Müslümanlar açısından baktığımız zaman isra s. 1. ayetinin Hicret'e kapı açan bir ayet olduğundan yola çıkarak hicret edecekleri yerde mevcut bulunan kavim ile ilgili bilgiler verilerek bu kavmin Müslümanlara karşı tutumları ve bu tutumları sonucu , eğer Müslümanlar Allah cc tarafından konuşmuş olan galibiyet şartlarını yerine getirdikleri takdirde bu kavmin fesadını engelleyecekleri haber verilmektedir. 

İsrailoğulları açısından bakarak onlara verilmek istenen mesaj ile ilgili olarak şunları söylemek mümkündür. İsrailoğullarının karşılacakları Müslüman topluluğun Nuh ile gemide taşınanlardan olmaları nedeniyle bir bağları olduğu ve iman ettikleri Musa as ve Tevrat'ı gönderen Allah cc nin şimdi Muhammed as ve kur'anı gönderdiği , ve onlarında buna iman zorunluluğu olduğu eğer iman etmeyip daha önceki zamanlardaki gibi fesad peşinde koşacak olurlarsa önceki sünnetin uygulanacağı tehdidinde bulunulmaktadır. Bilindiği gibi israiloğulları bu daveti kabul etmek yerine olanca gayretleri ile karşı koymuş ve fesada devam etmişlerdir.

[002.011] Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, «Biz ancak ıslah edicileriz» derler.
[005.064] Yahudiler «Allah'ın eli sıkıdır» dediler. Bu sözlerinden ötürü elleri bağlansın. onlara lanet olsun! Tersine O'nun iki eli de açıktır, dilediği gibi verir. Rabbin tarafından sana indirilen ayetler onların çoğunun azgınlığını ve kafirliğini arttıracaktır. Onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek bir düşmanlık ve kin saldık. Ne zaman savaş ateşini körüklediler ise, Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde hep fesad, bozgunculuk peşinde koşarlar. Oysa Allah bozguncuları sevmez.

Kur'anın medine'de inen pek çok ayetinde kitab ehline yapılan hitablarda onların nasıl bir yol izledikleri hakkında bilgi sahibi olmaktayız. İsrailoğulları Muhammed as a tabi olmama yolunda başı çekmiş bir topluluk ve fesad ve nifak yoluyla yolu engellemeyi her fırsatta denemişlerdir. Müslümanlar Allah cc nin koymuş olduğu sünnet çerçevesinde bir yol izleyerek fesadçılara karşı cihad edip onların fesadlarına engel olmuşlardır.

[059.002]  Kitap ehlinden inkarcı olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa ey inananlar! Çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da, kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi, kalblerine korku saldı; evlerini kendi elleriyle ve inananların elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri! Ders alın.
[059.003]  Ve eğer Allah, onların üzerine sürülmeyi yazmamış olsa idi, elbette onları yine dünyada muazzep ederdi ve onlar için ahirette ise ateş azabı vardır.

Haşr s. 2 ve 3. ayetleri örneğinde kitab ehlinden olan yahudilerin yapmış oldukları fesada karşı müslümanlar eliyle Allah cc tarafından nasıl cezalandırıldıkları anlatılmakta olup buna benzer ayetler özellikle medine'de inen surelerde görülmektedir. 

İsra s. 2-8. ayetlerini evrensel bir mesajı olması açısından okumaya tabi tutarsak şunları söyleyebiliriz; Bakara s. 30. ayetinde rabbimiz meleklere "ben arz üzerinde bir halife kılacağım" buyurmasına karşılık meleklerin , "orada kan akıtacak fesad çıkaracak olanımı yaratacaksın" şeklinde soru ve sorudaki "fesad" kelimesinin kur'an içindeki kullanımını göz önüne almadan , "melekler neden böyle dedi?" diye onun etrafında yapılan tartışmalar, maalesef Allah cc nin bizlere görev olarak verdiği fesada engel olmayı hatırımızdan çıkarmıştır.

İsrailoğulları örneği üzerinden arz üzerinde fesada koşanların , Allah cc nin koyduğu bir sünnet dahilinde başkaları tarafından bertaraf edileceği ve bu bertaraf edilmenin haberi onlara verilerek , fesadı terketmeleri aksi takdirde bu fesadlarının ortadan kaldırılması için Allah cc nin başka kullarını göndereceği haberi verilmektedir.

Bugün yaşadığımız arz üzerinde fesad hareketi yine israiloğullarının başı çektiği oluşumlar üzerinden yürütülmekte olduğu ve bu fesad hareketinden en fazla müslümanların etkilendiği bir gerçektir. Allah cc koymuş olduğu sünnetin gereklerinin müslümanlar tarafından yerine getirilmeden sadece kuru bir dua ile bu fesadın önlenemeyeceğini hala müslümanlar anlamış değillerdir. Allah cc kur'anı bir hayat ve o hayat içindeki olayların insanları nasıl etkilediği , hayat içinde olumsuz örnekliklerden olan fesadı yayanların ne şekilde engellenmesi gerektiği bir çok kur'an ayetinde bizlere hatırlatılmış olmasına rağmen bu ayetler maalesef eskilerin masalları mesabesinde okunmuş ders çıkrmak ve o dersi hayat içinde tatbikata geçirerek zalimlere engel olmak vazifemiz unutulmuştur. 

Zülkarneyn kıssası içinde okuduğumuz, fesadçı kavim olan ye'cüc ve me'cüc için yapılan seddin yapılmasının anlatılması bizlerin fesadçılara karşı nasıl karşı koymamızı öğ reten bir kıssa olmasına rağmen yine mesajdan uzak bir okuma ile masala dönüştürülmüştür. Bugün elimizi kolumuzu bağlayıp gmkten melekler inip fesadçıları helak edecek diye beklersek bu asla olmayacak aksine bu bekleyişimiz bizim helakımızı hızlandıracaktır. İsra s. 2-8. ayetleri israiloğullarının fesada devam etmeleri halinde başlarına gelecek olanı haber vermiş olup ve haberin gerçekliği Muhammed as ve ashabı eliyle onlara gösterilmiştir, bu gösterilişin nasıl olduğu yapılan savaşlar ile olup bugünde yapılması gereken bundan başkası değildir. Müslüman olmak iddiasında olmamız bizim görev olarak fesada engel olmak gibi bir vazife şuuru içinde olmamız gerektirmektedir , maalesef bugün müslümanlar olarak birbirimizi karşı kullandığımız silahı bile fesadçılardan temin etmemiz bizlerin bu şuurdan ne kadar uzak olduğumuzu göstermektedir.

Sonuç olarak; İsra s. 1. ayetinde Allah cc nin elçilerine vaad etmiş olduğu yardım ve galibiyet sözünün gerçekleşeceği haberi ve bu vaadin gerçekleşmesi için diğer elçilerin yaptığı gibi bulunduğu beldeyi terketmesi gerektiğini bilen Muhammed as a hicret edeceği yerde 2-8. ayetler arasında , karşılaşacağı topluluk ile bilgiler verilmiş olup , bu topluluğun adıl olan israiloğullarına'da karşılaşacakları topluluk olan müslümanlara tabi olmaları, fesad çıkarmamalarının hatırlatılması yapılmakta olup aksi takdirde önceki fesadlarında aldıkları karşılık hatırlatılarak aynı sünnetin cari olacağı bildirilmektedir. Yazılarımızda takip ettiğimiz anlama metodu olarak tercih ettiğimiz soru olan " ayetlerin bize olan mesajı nedir?" sorusuna cevap aramak çerçevesinde okumaya çalıştığımız ayetlerden olan isra s. 2-8. ayetler arasındaki tarihsel bağlamın yanısıra evrensel bir mesajı olduğunu da elimizden geldiğince paylaşmaya çalıştık bu metodu takip ederek yaptığımız çalışmaların kur'an etrafında birleşmiş olan kardeşlerimizin çalışmasına bir nebze ışık tutmak amaçlı olduğunu hatırlatmak isteriz. Özellikle kıssalar ile ilgili ayetlerin bu anlayış içinde okunması ve tarihi bağlamı çerçevesinden çıkarılarak yaşayanlara olan mesajının ne olduğu konusunda düşünülmesi gerektiği ,aksi takdirde tefsir kitaplarında bolca rastladığımız açmazlar içinde kalınması kaçınılmazdır. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.