Bir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Şubat 2025 Salı

Süleymaniye Vakfı Mealinde Necm s. 13. Ayeti Üzerinde Yapılan Tahrif Üzerinde Bir Değerlendirme

Kur'an'ı kendi kafalarında oluşturdukları olan fikirler doğrultusunda okuma ve anlama çalışmaları İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerde yüzlerce yıldır devam eden bir olgudur. Bu durumun önceki müdavimleri olan Yahudiler, kendi kitaplarını da bu şekilde okuma ve anlama yöntemine tabi tutmuş ve Kur'an bu durumu birçok ayette beyan ederek, bizim de aynı duruma düşmeMEmizi özellikle tembihlemiştir. Bu tembihler bazılarının bir kulağından girmiş bir kulağından çıkmış, bana mısın demeden birçok kişi Kur'an üzerinde tahrifatlar yaparak, "Bak Allah işte böyle söylüyor" demekten geri kalmamıştır. 

Yanlı okuma ve anlama çalışmaları dün nasıl hızlı bir şekilde devam etmişse, bugün de aynı şekilde devam etmektedir. Bu tür yanlı okuma ve anlama çalışmalarının ürünlerini, Türkiye'de son yıllarda hayli çoğalan Kur'an meallerinde maalesef net bir şekilde görebilmekteyiz.

Yazımızda, bu ürünlerden biri olan Süleymaniye Vakfı mealinde Necm s. 13. ayeti üzerinde yapılan bir tahrifata dikkat çekmeye çalışacağız.

Bilindiği üzere Süleymaniye Vakfı, İsra s. 1. ayetinde anlatılan olayı göğe doğru bir çıkış, yani miraç olarak anlamakta ve bu anlayışını Kur'an'a onaylatmak için ilgili kelime üzerinde anlam çarpıtması yapmaktan kaçınmamaktadır. Bu durumu bundan önceki yazımızda ele almaya çalışmıştık. Yine aynı olaya referans olarak verdikleri Necm s. 13. ayetini tahrif etmek cüretini göstererek yanlışlarına bir yenisini eklemişlerdir.

Vakfın Necm s. 13. ayetine verdiği meal şu şekildedir:

وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰىۙ      (Muhammed) Cebrail’i (gerçek görüntüsüyle[*]) bir defa daha gördü.

Dikkat edilirse ayetin Arapça metni içinde geçen "Nezleten" (iniş) kelimesinin anlamı mealde verilmemiştir.

Peki vakıf neden böyle şey yapmıştır?

Çünkü İsra olayının göğe çıkış olduğunu iddia eden ve bu ayeti delil olarak sunanları yalanlayan bir ayet de Necm s. 13. ayetidir. İsra olayının vuku bulduğu tarih ile Necm suresinin inişinin vuku bulduğu tarihin bu olaydan önce olmasına hiç girmeyeceğiz. 

İsra olayının Miraç olduğunu iddia edenler, bu iddialarına delil olarak Necm s. içindeki bazı ayetleri öne sürmektedirler. Necm s. 13. 18. ayetleri arasında anlatılan olay, onlara göre miraç hadisesidir.

Fakat Necm s. 13. ayeti, onların bu iddialarını boşa çıkarmaktadır. Bu iddiayı boşa çıkaran kelime ise, ayet içinde geçen "Nezleten" yani İNİŞ anlamına gelen kelimedir. Necm s. 13. ayeti, Muhammed a.s. ın Cibril'i diğer bir İNİŞİNDE gördüğünü bildirmektedir. Böyle bir ifade miraç iddialarını kesinlikle boşa çıkarmaktadır.

Bu durumu anlayan vakıf yetkilileri çareyi "Nezleten" kelimesini görmezlikten gelmekte bulmuşlardır. Çünkü kelimeye miracı onaylatacak farklı bir anlam yüklemek asla mümkün değildir. Hal böyle olunca da ayet içindeki kelimeyi bektaşi misali elleriyle kapamakta bulmuşlardır.

Necm s. 13. ayetindeki kelimeyi hallettikten sonra, Necm s. ilerleyen ayetleri üzerinden miracı ispatlamak artık kolaylaşmıştır.

Necm s. ilerleyen ayetleri ve ayetler ile ilgili notlar vakıf mealinde şu şekildedir:

14. ayet---Sidret’ül-müntehâ’nın[*] yakınında

[*] “Sidret'ul-muntehâ”, “en son noktada bulunan sidre ağacı” Türkçede  arap kirazı denen bu ağaç cennette de olacaktır (Vakıa 56/28). Allah Teâlâ yeri küre şeklinde ve yedi kat göğün benzeri olarak yarattığı için (Talak 65/12), yerin yedi kat, göklerin de küre şeklinde olduğu anlaşılmaktadır. Yedinci kat gök ise yeryüzü gibi sularla, bitkilerle ve hayvanlarla donanmıştır. Her şeyin hazinesinin göklerde olması (Hicr 15/21) ve en’âmın yani koyun, keçi, sığır ve devenin indirilmiş bulunması (Zümer 39/6) bunun delillerindendir. Bu sebeple Sidret'ul-muntehâ yedinci kat göğün en üst noktasında olur. Mekke’nin Ümmü’l-kurâ yani dünyadaki yerleşim yerlerinin merkezi olması da Sidret'ul-muntehâ’nın bulunduğu yerin, Mekke’nin dik üstünde olmasını gerektirir.

15. ayet---Onun yakınında Cennet’ül-me’vâ /yerleşip kalınacak Cennet vardır[*].

[*] Cennet’ül-Me’vâ, müminlere vaad edilen cennettir (Secde 32/19, Naziat 79/40-41). Orası, şu anda göklerdedir (Zariyat 51/22). Genişliği, gökler ve yer kadardır (Al-i İmran 3/133, Hadîd 57/21).

16. ayet---O sırada Sidre’yi (Sidret’ül-müntehâyı) kaplayan şey kaplıyordu[*].

[*] Sidre’yi kaplayan şey, Tur Suresi’nde Allah’ın Beyt-i ma’mûr’dan sonra üzerine yemin ettiği “yükseltilmiş tavan”dır. Çünkü Allah, bir yerde bir şeyi kısaca anlatır sonra bir başka yerde açıklar (Hud 11/1-2). Allah Teâlâ dünyayı, yedi kat göğün benzeri olarak yarattığı (Talak 65/12) ve gökler de yeryüzü gibi küre şeklinde olduğu için “yükseltilmiş tavan” ifadesi göklerin en uç noktasını ifade eder. Bu, Muhammed aleyhisselamın.Miraç yolculuğunda Cenneti görmediğinin delili olur. Zaten o oraya, cenneti görmesi için değil, el-Mescid’ul-Aksâ’nın çevresindeki ayetlerden bazılarını görmesi için götürülmüştü (İsra 17/1). 

17. ayet--- (Muhammed’in) Gözü başka tarafa kaymadı, haddini de aşmadı.

18. ayet---O, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gerçekten gördü[*].

*] Bütün bu ayetler, İsra ve Mirac yolculuğunda gidilen el-Mescid’ul-Aksâ’nın yedinci kat semadaki mescid yani el-Beyt’ül-Ma’mûr (Tûr 52/4) olduğunu net olarak anlatır (İsra 17/1, 60).

Görüldüğü üzere, Necm s. üzerinden miracı ispatlamanın kapısı 13. ayette geçen "Nezleten" kelimesi ile kapatılmaktadır. Çünkü ayet ÇIKIŞTAN DEĞİL İNİŞTEN bahsetmektedir. Cibril'in inişinden bahseden bir ayet üzerinden miracı ispatlamaya kalkışmanın ise büyük bir kaydırma olacağını anlayan vakıf, "Ne yapıp ne edip biz bu miracı Kur'an'dan ispatlayacağız" diyerek çareyi, İNİŞ anlamı veren kelimeyi meale almamakta bulmuşlardır.

Cibril'in inişinden bahseden bir ayetin devamındaki ifadelerin, indiği yerle ilgili olması gerektiği aşikar bir durumdur. Fakat bu durum miraç savunucularının işine gelmemektedir. Bırakın Allah'ın kitabını herhangi bir şahsın kitabını bile başka dile çevirirken etik olan durum, o kişinin yazdıkları üzerinde eksik veya fazlalık yapmadan aynen aktarmak iken, Allah'ın kitabı üzerinde böyle etik olmayan bir örtmeyi yapmak büyük bir vebaldir.

Kur'an herkesin kendine göre anlayabileceği ve herkesin elinde oyunca olabilecek bir kitap mıdır? 

El cevap: Tabi asla, aynı soru vakfa sorulsa onların da verecekleri cevap aynı olacaktır. Fakat sahip oldukları inanç Kur'an'a uymayınca, Kur'an'ı sahip oldukları inanca uydurmaya yeltenmekten kaçınmayan vakfı, bu tahrife son vererek meallerine Necm s. 13. ayetinde geçen "Nezleten" kelimesinin doğru anlamını ilave etmeye davet ediyoruz.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.


10 Şubat 2025 Pazartesi

Süleymaniye Vakfı Mealinde "İsra" Kelimesine Verilen Anlam Üzerinde Bir Değerlendirme

 Kur'an okuma ve anlama ile ilgili çalışma yöntemlerine baktığımız zaman, bugün önümüzde 2 ana yöntem karşımıza çıkmaktadır. 

1. Kuran'ın nasıl bir mesaj vermiş olabileceğini anlamaya çalışan yöntem. 

2. Önceden kafada mevcut olan bir fikri Kur'an'a onaylatmaya çalışan yöntem. 

1. yöntem üzerinden yapılan okuma ve anlama çalışmaları, kişileri doğru bir anlayışa kanalize edebilirken, 2. yöntem üzerinden yapılan anlama çalışmaları ise, kişileri doğru bir anlayışa kanalize etmekten çok uzaktır. Maalesef 2. yöntem üzerinden yapılan birçok çalışma ürünleri, bugün bazı kesimlerde "Kesin sonuç" olarak lanse edilerek önümüze konulmuş ve bazılarımızca da kabul görmüş durumdadır.

2. yöntem üzerinden yapılan çalışma yapanların çıkış noktalarının altında Kur'an kelimelerine Kur'an'ın verdiği anlamı değil, kendilerinin uygun gördüğü anlamı vererek, indi düşüncelerini Kur'an'a onaylatma çabası yatmaktadır. Fakat Kur'an kendi içinde öyle bir anlam örgüsüne sahip kitaptır ki, onun kelimeleri üzerinde kim oynamaya kalkarsa, kişinin yaptığı yanlış bir anlamlandırma ameliyesi başka bir ayette kişinin yüzüne tokat gibi patlamaktadır.

Bu noktada bazı kimselerin: "Sizin yanlış olduğunu iddia ettiğiniz 2. yöntemi yapanların yanlışlarını nasıl anlayabiliriz?" sorusunun cevabını vermeye çalışmak bu yazının ana konusudur.

Bilindiği gibi ülkemizde Kur'an üzerine çalışma yapan "Süleymaniye Vakfı" adlı bir kuruluş bulunmaktadır. Bu kuruluşun takdire şayan çalışmaları olduğu gibi, tenkide şayan çalışmaları da bulunmaktadır. Tenkide şayan gördüğümüz bazı çalışmalarını bundan önceki bazı yazılarımızda ortaya koymaya çalışmış, kendilerini ve takipçilerini uygun bir üslupla uyarmaya çalışmıştık.

Bugün bu yazımızda, vakfın internet sitesinde yayınlamış olduğu mealin İsra s. 1. ayetinde geçen "İsra" kelimesine verdiği ve bu kelimenin geçtiği diğer ayetlere yine aynı vakfın mealindeki diğer Kur'an ayetlerine verdiği anlamlar ile birlikte değerlendirerek ne derece doğru olabileceği üzerinde bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.

Vakfın İsra s. 1. ayetine ve "İsra" kelimesine verdiği anlam şu şekildedir:

İsra s. 1---- Bir kısım ayetlerini göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketli kıldığı el-mescidü'l-aksâya[1*] /en uzak mescide çıkaran[2*] Allah, bütün eksikliklerden uzaktır[3*]. O, daima dinleyen ve görendir.

Vakfın Mescid-i Aksa ve İsra kelimeleri ile ilgili verdiği bilgi de şu şekildedir: 

 [1*] İsra 17/60, Necm 53/13-18. el-mescidü'l-aksâ /en uzak mescid, yedinci kat semada olan ve sürekli ibadete açık olan el-Beyt’ül-Ma’mûr’dur (Tûr 52/4-5). Gelenekte Mescid-i Aksa’nın Kudüs’te olduğu kabul edilir. Halbuki Ömer (r.a) Kudüs’ü fethettiğinde orada böyle bir mescit yoktu. Bu sebeple Süleyman Mâbedi’nin molozlar altında kalan yerini temizleyip orada namaz kıldırmıştı (Nebi Bozkurt, Mescid-i Aksâ, DİA). Allah Teâlâ, bazı âyetlerini göstermek için bir gece, Mescid-i Haram’dan el-Mescid’ül-Aksâ’ya çıkardığı Muhammed aleyhisselama o âyetleri, yedinci kat göğün son noktasında, Sidret’ül-Müntehâ’nın yanında gösterdi. Oranın yakınında da Cennet vardır (Necm 53/18). Ona, el-Mescidü'l-Aksâ / en uzak mescit denmesinin sebebi bu olmalıdır. Orası ancak meleklerin ibadet yeri olabilir. Çünkü onlar da ibadetle yükümlüdürler (A’raf 7/206, Nahl 16/49-50, Zariyat 51/56). 

[2*] İsrâ (إسراء) kelimesi, “seriy (سرِي)” kökünden türemiş sayılarak ona “gece yürüyüşü” anlamı verilmiştir. İsrâ kökünden fiillerin geçtiği ayetlerde “gece (ليل)” kelimesi de olduğu için bu kelimeye “gece yürüyüşü” anlamı vermek yanlıştır. (Taha 20/77, Şuarâ 26/52). âyetlerde “gece (ليل)” ifadesi açıkça geçmese de ilgili ayetlerden dolayı onlarda da onun varlığı takdir edilir. Kelime, “her şeyin en yükseği” anlamına gelen “serâh (سَرَاة)”dan türemiştir (Müfredât, (سرى) mad). Kur’an’da isrâ kökünden gelen fiillerin tamamı, “en yükseğe çıkarma” anlamındadır. Necm suresindeki ayetler (Necm 53/13-18) “isrâ”nın, yukarıya çıkarma anlamında olduğunun en açık delilleridir. Kelimenin geçtiği diğer beş ayetten ikisi, Lut aleyhisselama verilen şu emri içerir: “Gecenin bir bölümünde aileni isrâ et/ en yukarıya çıkar!” (Hud 11/81, Hicr 15/65). Tevrat’ta da yer alan “yukarıya çıkar!” emri, gelecek azaptan kurtulmaları için Lut aleyhisselamın, ailesini dağa çıkarması emridir (Tekvin 19/17). Diğer üç ayette ise Musa aleyhisselama, “kullarımı en yukarıya (dağa) çıkar!” (Taha 20/77, Şuarâ 26/52, Duhan 44/23) emri içerir. O dağ, İsrailoğullarını götürdüğü Kızıldeniz’in kenarı ile Kahire arasında olan ve yüksekliği yer yer 2.000 metreyi geçen sıra dağlar olmalıdır  (Suna Doğaner, Mısır, DİA). Çünkü o dağlar aşılmadan Kızıldeniz’e ulaşılamaz.

Anlaşıldığı üzere vakfa göre Mescid-i Aksa semada olan bir yerdir. Bu görüşü temellendirmek için verdiği Tur s. 4. ve 5. ayetler ile ilgili farklı diğer görüşler de olduğu unutulmamalıdır. Vakıf, görüşü için referans olarak verdiği ayette sanki bu görüşü kesinmiş ve ilgili ayet sadece bu görüşü onaylıyormuş gibi bir durum oluşturmaktadır. Halbuki bu konuda sahip oldukları görüş, o ayet ile ilgili ortaya atılan görüşlerden bir görüştür ve hata ihtimali de barındırmaktadır. "Mamur Ev" terkibi ile ifade edilen yerin Kabe olduğu görüşü doğruya daha yakın bir görüştür.

Ayrıca Necm s. 18. ayetini çıkışa referans olarak vermesi anlaşılır bir durum değildir. Ve bu görüşlerinin yanlışlığını örtmek için Necm s. 13. ayetini açık ve net bir şekilde tahrif ederek vermekte beis görmemektedirler. "Ve lekad reahu nezleten uhra" ayeti içinde geçen ve inişi ifade eden "Nezleten" kelimesini meale almayıp "(Muhammed) Cebrail’i (gerçek görüntüsüyle[*]) bir defa daha gördü." şeklinde çevirerek affedilmez bir tahrife yönelmişlerdir.

Ayrıca "İsra" kelimesine verdiği anlamı referans olarak gösterdiği Müfredat adlı sözlükte, bu kelimenin anlamı sanki ilk anlam olarak böyle verilmiş gibi göstermesi de yanlı bir okuma anlama yapmanın göstergesidir. "kur'anmeali.com" adlı sitede yayınlanan bu kitabın ilgili kelimeye verdiği anlam şu şekildedir: 

سُرَى : Gece yürüyüşü. Bu kökten سَرَى ve أَسْرَى fiil formları gelir: فَأَسْرِ بِأَهْلِكَ : Geceleyin ailenle birlikte yola çık (11/Hûd 81); سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ : Bir gece, kulu Muhammedi, Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren O zatın şanı ne yücedir! (17/İsra 1). Bazıları; أَسْرَى fiilinin سَرَى يَسْرِي kökünden değil, geniş yer anlamındaki سَرَاة kökünden geldiğini ve aslının vav’lı olduğunu söylemektedir. Nitekim şair de şöyle demiştir:

Kimisi de bu kelimenin yükseklik anlamındaki سَرْو ’den geldiğini söylemektedir. رَجُلٌ سَرِيٌّ /Şerefli adam, denir. Bu görüşe göre, âyette geçen ( سَرِيًّا ) kelimesi, Hz. İsa’ya ve Yüce Allah’ın ona ait kıldığı yüce makama işaret etmektedir. سَرَوْتُ الثَّوْبَ عَنِّي /Elbiseyi üzerimden çıkardım, denir.

Sözlük, aslında vakfın kabul ettiği görüşü, kelimenin ilk anlamı olarak vermemiş, kimisinin bu kelimeye verdiği anlam şeklinde vermiştir. Ancak vakıf kelimeye referans olarak verdiği anlamı, sözlük bu kelimeye sanki ilk anlam olarak "En yükseğe çıkarma" anlamı vermiş gibi bir durum oluşturarak yanlı bakışını burada da ortaya koymaktadır.

Vakıf mealinde "İsra" kelimesinin geçtiği (Hud s. 81- Hicr s. 65- İsra s. 1- Taha s. 77- Şuara s. 52- Duhan s. 23) ayetlerin tamamı, kelimenin asıl anlamı olan "Yere paralel düz yürüyüş" yerine "Yükseğe, dağa çıkarmak" olarak verilmiştir. Ancak yukarıda söylediğimiz, Kur'an'ın kendi içinde sahip olduğu anlam örgüsü, vakfın bu kelimeye verdiği anlamı burada da yalanlamaktadır. Şöyle ki:

İlgili kelimenin kökünden türemiş olan diğer 2 kelime farklı ayetlerde geçmektedir. Süleymaniye Vakfı mensuplarından olan ve "K.Ö.K" adı ile programlar yapan ve benim de ilgiyle izleyip bilgilendiğim sayın Erdem Uygan ve sayın Dr Fatih Orum beylerin bu programlardaki çıkış noktaları ve benim de kendilerine katıldığım bir nokta olan, "Kur'an'da eş anlamlı kelime yoktur. Kur'an'da geçen kelimelerin anlamları, kökleri dikkate alınarak anlamlandırılma ve bütün anlamlar kök anlama uygun olarak verilmelidir. Sözlükler değil Kur'an'ın kendi içindeki anlam örgüsü bir kelimenin doğru anlamını verebilir." şeklindeki doğru tesbitler, maalesef bu mealde yerini bulamamaktadır. 

Fecr s. 4. ayeti: "Velleyli iza yesr" "ve başladığında[1*] o geceye yemin olsun![2*]"

Dikkat edilirse ayet içinde geçen "Yesr" kelimesi aynı köktendir ve kelimeye nereden ve hangi sözlükten çıkardıkları belli olmayan "Başlamak" anlamı verilmiştir. Ancak kur'anmeali.com sitesinde vakfın bu ayete verdiği meal "Geçip giderken o tek geceye özellikle bakın."şeklindedir. Dikkat edilirse ilgili kelimeye verilen burada "Geçip gitmek" şeklindedir. Vakıf, oluşturmuş olduğu isra anlayışına bu kelimeye böyle bir anlam ters olduğu için kelimeyi "Başlamak" olarak değiştirmeyi uygun gördüğünü düşünmekteyiz.

Meryem s. 24. ayeti: "Fe nedehe min tahtihe enla tahzeni gad caale Rabbüki tahteki seriyyen"

"(Cebrail, Meryem’in) bulunduğu yerin aşağısından ona şöyle seslendi: “Üzülme! Rabbin, bulunduğun yerin aşağısında, fışkıran bir su oluşturdu."

Vakıf mealinde Meryem s. 24. ayeti içinde geçen aynı kökten olan "Seriyyen" kelimesi "Fışkıran bir su" olarak meallendirilmiştir. Çünkü "İsra" kelimesine yükseğe çıkmak olarak verdikleri anlam dikkate alınırsa "Seriyyen" kelimesine de "Yükseğe çıkan su" anlamı verilmesi gerektiğini düşünmüş olacaklar ki böyle bir anlam tercihinde bulunmuşlardır.

Bu ayetin kur'anmeali.com sitesindeki mealinde aynı kelime "Pınar" olarak verilmiştir. Yine anlaşılıyor ki vakıf "Seriyyen" kelimesini, oluşturmuş olduğu isra anlayışı için pınar kelimesi pek uygun düşmemesi nedeniyle, yukarı çıkmak anlamına uygun düşecek biçimde değiştirmiştir. Halbuki bu kelime yine "Yere paralel olarak akan su" anlamındadır.

Siyer kitaplarında çokça rastladığımız "Seriyye" kelimesinin "Askeri birlik" anlamı ve askerlerin sıra ile ard arda yürümesi dikkate alınarak bu kelime ile ifade edilmesi, kelimenin daha doğru anlaşılmasında dikkate değer bir noktadır.

Kur'an'ın kendi içindeki anlam örgüsünü dikkate aldığımızda ve vakıf mensuplarının hazırladığı K.Ö.K adlı programda dile getirdikleri üzere, Kur'an'da eş anlamlı kelime olmadığını dikkate aldığımızda, Kur'an'da  "Fışkıran su" anlamı verilen başka bir kelime karşımıza çıkacaktır.

Vereceğimiz ilgili ayet mealleri Süleymaniye Vakfı mealinden alınmıştır.

Bakara s. 60---Yine bir gün Musa, halkı için su talebinde bulundu. Biz de ”Değneğinle şu taşa vur!” dedik. Hemen oradan on iki pınar kaynadı (Fenfeceret). Her bir bölük, su içeceği yeri öğrendi. (Onlara) “Allah’ın verdiği rızıktan yiyin, için ama bozgunculuk yaparak ortalığı birbirine katmayın.” dedik.[*]

Bakara s. 74---Bütün bunların ardından yine de kalpleriniz katılaştı; artık onlar taş gibi, hatta daha da katıdır. Öyle taşlar var ki içlerinden ırmaklar fışkırır(Yetefecceru). Çatlayıp içinden su çıkan hatta Allah korkusundan aşağı yuvarlanan taşlar da vardır.[*] Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir

İsra s. 90---(Mekkeli müşrikler) Dediler ki: “Bize yerden bir pınar fışkırtıncaya ( Tefcura) kadar sana asla inanmayacağız![*]

İsra s. 91---Veya hurması ve üzümü olan bir bahçen olmalı, onların arasından da nehirler fışkırtıp akıtmalısın!(Fetufeccuru tefcira)[*]

Kehf s. 33--- Her iki bağ, ürünlerini eksiksiz olarak vermişti. Aralarından da bir ırmak çıkarıp akıtmıştık(Feccerna).

Yasin s. 34---O toprakta hurma ve üzüm bağları oluşturduk. Oralarda gözelerden sular kaynattıkFeccerna)[*].

İnsan s. 6--- Allah’ın o kulları, fışkırtacakları (Yufecciru) bir kaynaktan onu içecekler[*].

İnfitar s. 3--- denizler (kıtaların üzerine) taşırıldığında,(Fuccirat)[*]

Görüldüğü üzere Kur'an içinde suyun yerden fışkırması ile ilgili geçen ayetlerin kökü "Fecere" kelimesi ve onun türevleri kullanılarak ifade edilmektedir. Yani vakfın Meryem s. 24. ayetinde geçen "Seriyyen" kelimesine "Fışkıran su" anlamı vermesi Kur'an'ın kendi anlam örgüsünü dikkate aldığımızda uygun düşmemektedir.

Ayrıca Kur'an yerden göğe doğru olan bir çıkışı "Arece" kelimesi ile ifade etmektedir ve asıl önemli nokta bu kelimedir. Hicr s. 14- Secde s. 5- Sebe s. 2- Zuhruf s. 33- Mearic s. 3 ayetlerine baktığımızda bu durumu açıkça görebiliriz. Şimdi vakıf yetkililerine şunu sormak istiyoruz: 

Hem, "Kur'an'da eş anlamlı kelime yoktur" diyeceksiniz hem de yere paralel yürüyüş anlamı olan bir kelimeyi, hatta "İsra" kelimesinin geçtiği diğer ayetlerin hiçbirinde göğe yükseliş olarak değil de, dağa veya yükseğe çıkış olarak olarak meal verdiğiniz halde ve göğe yükseliş ile ilgili anlatımlar "Arece" kelimesi ile ifade edilmiş olduğu halde, hangi akla hizmetle "İsra" kelimesine göğe yükseliş anlamı vermeye cesaret edebiliyorsunuz?

Bütün bunlar bize şunu göstermektedir: Süleymaniye Vakfı, İsra s. 1. ayetinde anlatılan yolculuğu göğe doğru yapılmış bir yolculuk olarak anlamakta ve bu anlayışını Kur'an'a doğrulatmak için ilgili ayetler üzerinde anlam tahrifi yapmaktan çekinmemektedir. Geçmişte kitapları üzerinde anlam tahrifini yapan Yahudiler birçok Kur'an ayetinde eleştirilmiş olmalarına rağmen, vakıf yetkilileri bu eleştirilerden pek ders almış görünmemektedir.

Temennimiz, Vakıf yetkililerin adetli kadının namazı gibi bazı konularda yaptığı ve hatalı anlayışlardan dönüşü İsra suresi 1. ayeti hakkında da göstermesidir.

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

12 Haziran 2024 Çarşamba

Enfâl s. 64. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerinde Bir Mülâhaza

Enfâl s. 64. ayet meâlini karşılaştırmalı olarak okuyan bir kimse, bu ayet ile ilgili olarak birbirinden farklı iki meâle rastlayacaktır. Ancak bu iki farklı meâlden birisinin doğru, diğerinin ise yanlış olduğunu söylemek yanlış olacaktır. Çünkü irab kaideleri bakımından farklı tercihler, bu ayetin iki farklı şekilde çevrilmesini mümkün kılmaktadır. 

Ayetin Arapça metni ve iki farklı meâli şöyledir: 

يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ حَسْبُكَ اللّٰهُ وَمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ۟

1. Meâl----Ey peygamber! Allah sana da yeter, sana uyan inanmış kişilere de. 

2. Meâl----Ey Peygamber! Allah ve sana uyan müminler, sana yeter. 

Dikkat edilirse 1. Meâlde, Allah'ın Nebi'ye ve inananlara yeteceği şeklinde bir anlam verilmişken, 2. Meâlde ise, Allah'ın ve inananların Nebi'ye yeteceği şeklinde bir anlam verilmiştir. Bu iki farklı meâlden birisinin doğru, diğerinin ise yanlış olduğunu söylemenin yanlış olacağını yukarıda belirtmiş, bu farklı meâllerin sebebinin ise irab kurallarının tercihlerinden kaynaklandığını söylemiştik.

Ancak bağlama dikkat edersek, hangi anlamın doğruya daha yakın olduğu konusunda bir fikir olmamız mümkün olacaktır. Biz de bağlama riayet ederek bu ayetleri okumaya çalışacağız. Konuyu fazla uzatmamak adına, surenin 62. ayetinden itibaren okumaya başlayacağız.

Konunun daha öncesi müşriklerle savaş ve anlaşmayı bozması ile ilgilidir. 

Enfâl s. 62----- Sana hile yapmak isterlerse, sana Allah yeter. O seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir.

Bu ayette Allah'ın elçisini kendi yardımı ve inananlarla desteklediği beyan edilmektedir. Bu nokta 64. ayeti anlamak için bize bir ipucu vermektedir. Allah (c.c.) elçisini hem kendi yardımıyla hem de inananlarla desteklemesi ayetin anlaşılması için önemli bir noktadır. 

Enfâl s. 63----- (Allah) onların kalplerinin arasını birleştirmiştir. [*] Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların kalplerinin arasını birleştiremezdin fakat Allah onların arasını kaynaştırdı. Şüphesiz ki O güçlüdür, doğru hüküm verendir.

Bu ayette ise Allah (c.c.) inananlarla ilgili olarak, onların daha önce bozuk olan aralarının düzeltilmiş olduğu beyan edilmektedir. 

Enfâl s. 64----- Ey Peygamber! Allah ve sana uyan müminler, sana yeter.

Enfâl s. 64. ayetinin iki farklı şekilde yapılmış meâlinden, bizim tercihimiz 2. meâldir. bunun nedeni ise 62. ayette Allah'ın elçisini inananlarla desteklemiş olduğunu beyan etmesidir Çünkü buradaki anlam 64. ayetin anlamı ile yakından alâkalıdır.

Kur'an ayetleri ile ilgili yorum ve çevirilerde Arapçanın irab kurallarından kaynaklanan farklı yorum ve çeviriler, birçok Kur'an ayetinden rastlamaktadır. Bizler bu farklılıkları doğru veya yanlış olarak ifade etmek yerine, doğruya daha yakın hangisidir? sorusunun cevabını bulmaya çalışmanın daha yerinde olacağını düşünmekteyiz. Bu noktada bağlama dikkat etmek bizi daha doğruyu bulma noktasında önemli bir katkı sağlayacaktır.

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

18 Nisan 2024 Perşembe

Bakara s. 36. Ayetinin Çevirisi Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an ayetleri ile ilgili olarak yapılan farklı yorum ve çevirilere baktığımızda, bu farklılıkların pek çok nedene dayandığını görürüz. Bu nedenlerden bir tanesi de "Zamirin Mercii", yani ayet içinde bulunan zamirin hangi isme döndüğü konusunda ortaya çıkan görüş ayrılıklarıdır. Bu konuda birçok müstakil eser ve akademik makale bulunmakta olup daha geniş bilgi sahibi olmak isteyenler bu makalelere bakabilirler. 

Biz bu yazımızda ilgili ayet içinde bulunan zamirin, yapılan çevirilerde genel kaide olan, zamirin en yakın isme değil, diğer bir isme döndürülmesinden kaynaklanan anlam farklılığı üzerindeki düşüncemizi ortaya koymaya çalışacağız. 

Ayetin Arapça metni ve çevirileri şu şekildedir:

فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا فَاَخْرَجَهُمَا مِمَّا كَانَا ف۪يهِۖ وَقُلْنَا اهْبِطُوا بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ وَلَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُسْتَقَرٌّ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ

Ancak şeytan her ikisinin de ayağını ORADAN kaydırdı ve kendilerini içinde bulundukları yerden çıkarttı. Biz de: "Birbirlerinize düşman olarak oradan inin. Yeryüzünde sizin için bir yerleşme yeri ve belli süreye kadar geçiminizi sağlayacak varlık verilecektir" dedik.

Tek bir meal örneği vermiş olmamızın nedeni, öncelikle hedefimizin mealleri yapan kişiler değil, yapılan mealler olmasındandır. Karşılaştırmalı meallerin toplandığı herhangi bir sitede bu ayetin meallerine bakanlar, bütün meallerin anlam olarak aynı olduğunu göreceklerdir.

Yapılan çeviride "oradan" kelimesini altı çizili olarak yazma nedenimiz, sıkıntının bu kelimeye "Oradan" anlamı verilmiş olmasından kaynaklanmasıdır. Arapça karşılığı ANHA olan kelime, tetkik etme imkanı bulduğumuz bütün meallerde, CENNET anlamı kast edilerek yazılmıştır. Bizim düşüncemiz ANHA edatı ile CENNET'in değil, Adem ile eşinin yaklaşmaması istenilen AĞACIN kast edilmiş olduğudur. Bu ayette

Bakara s. 35. ayeti metni ve çevirisi şu şekildedir:

وَقُلْنَا يَآ اٰدَمُ اسْكُنْ اَنْتَ وَزَوْجُكَ الْجَنَّةَ وَكُلَا مِنْهَا رَغَدًا حَيْثُ شِئْتُمَاۖ وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ فَتَكُونَا مِنَ الظَّالِم۪ينَ 

Ve dedik ki: 'Ey Adem, sen ve eşin CENNETTE yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu AĞACA yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.'

Bu ayette geçen iki kelime olan "Cennet" ilk, "Ağaç" ise ikinci sıradadır. Genel geçer gramer kaidesi olarak, zamirin dönmesi gereken yer "Cennet" değil, "Ağaç" kelimesi olmalıdır. Çünkü 36. ayette geçen "Ha" zamirinin dönmesi gereken yer kendisine en yakın kelime olan "Ağaç" kelimesidir.

Burada, "Peki Kur'an meali yapanlar bu kadar basit bir kuralı bilmiyorlar mı?" şeklinde bir sorunun akla gelmesi gayet normal, hatta gereklidir.

Peki, Bakara s. 36. ayetindeki ha zamiri neden ağaca değil de cennet kelimesine döndürülmüş?.

Kur'an meali yapanların tamamı, elbette böyle bir kaidenin olduğunu bilmekte ve bu kaideyi göz önüne alarak ayet çevirilerini yapmaktadırlar. Bu soruya bizim verebileceğimiz cevaplardan bir tanesi ise dikkatli bir okuma yapılmamış olmasını düşünmemizdir. Kur'an'ı yüzlerce binlerce kez okuyup ta bazı anlamları yakalayamamak asla bir suç değil, gayet doğal bir durumdur. Çünkü okuyan kişinin bilgi birikimi, onun Kur'an'ı anlamasında önemli bir rol oynamaktadır. Biz bunu derken "Biz bu işi yalayıp yuttuk" şeklinde asla bir iddia içinde değiliz. Çünkü Kur'an, okundukça kendisini açan bir kitap'tır. Biz de defalarca okumuş olmamıza rağmen bu ayrıntıyı daha önce maalesef fark edemedik.

Bizim düşüncemize göre meal yapıcıları Kur'an'da geçen Adem ve İblis kıssasının şayet dikkatli olarak okumuş olsalardı, böyle bir hataya düşmezlerdi. Şöyle ki:

Eğer 36. ayette geçen "Anha" yerine, kıssanın geçtiği diğer ayetlerde "Cennet" yerine kullanılan edatın hangisi olduğuna bakmış olsalardı daha isabetli bir anlamı yakalayabilirdi.

Bu kıssanın geçtiği, Bakara s. 35, 38, Araf s. 13, 18, Hicr s. 34, Taha s. 123, Sad s. 77. ayetlerine bakıldığında, ayet içinde geçen "minha" edatının cennet yerine kullanıldığı, ve bu kullanımdan hareketle bile, 36. ayette geçen "Anha" edatının cennet yerine değil de ağaç yerine kullanılmış olduğu kolayca anlaşılabilirdi. 

Durum böyle olunca, "Anha" edatını ağaca götürerek bir anlam verecek olursak, Bakara s. 36. ayetinin meali nasıl olabilir?. 

فَاَزَلَّهُمَا الشَّيْطَانُ عَنْهَا "Derken şeytan ikisinin ayağını (anha) ondan kaydırdı."

Dikkat edilirse "Anhaedatına bütün meallerde verilen "Oradan" anlamını değil, "Ondan" anlamını verdik. Bunun nedeni ise 35. ayette geçen وَلَا تَقْرَبَا هٰذِهِ الشَّجَرَةَ "ikiniz şu ağaca yaklaşmayın" emrinin şeytanın vesvesesi ile çiğnetilmiş olmasıdır. 

Yani şeytan, Adem ile eşine vesvese vererek önce onların emre karşı gelmelerini sağlamış, sonra da cennetten çıkarılmalarına sebep olmuştur. Bizim bu ayete verdiğimiz anlam şu şekildedir:

---Bakara s. 36- Derken şeytan ikisini ağaca yaklaşmama emrine riayet etmekten kaydırmış ve böylelikle ikisini içinde bulundukları yerden çıkarmış, ve biz de "Birbirinize düşman olarak inin, sizin için (bundan sonra) yeryüzünde belirli bir vakte kadar yerleşim ve faydalanma vardır" demiştik.

Meal yapıcıları eğer bu ayeti dikkatli bir biçimde okumuş olsaydı, cennetten çıkarılmanın öncesinde bir emir ihlali yapılmış olduğuna dikkat ederek, sonrasında cennetten çıkarılmanın meydana geldiğini görebilirlerdi.

Burada bazı kimseler, "Peki senden başka kimse böyle bir anlam vermediyse, senin doğru olduğunun kanıtı nedir?" diyebilir. Biz hiçbir zaman Kur'an ile ilgili olarak yaptığımız yorumlarda kendimizi tek doğru olarak asla gösterme cüretinde bulunmadık. Yanlış yaptığımızı iddia eden delilini ortaya koyar biz de bu delile göre hareket ederiz. Burada şunu da ilave etmek isteriz ki bizim bu ayete verdiğimiz anlam türedi bir anlam değildir. Zemahşeri'nin Keşşaf'ında bu ayetin tefsirine bakanlar, orada da böyle bir düşüncenin olduğunu görebilirler. Biz "Zemahşeri ne derse doğrudur" şeklinde bir iddia ile bunu söylemiyoruz. Bizim iddiamız, bu ayet üzerinde üzerinde yapılan böyle bir yorumun daha isabetli olduğu yönündedir.

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

20 Şubat 2024 Salı

A'raf s. 43. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerinde Bir Düşünce

 Kur'an mealini karşılaştırmalı olarak birkaç mealden birden dikkatli okuyanlar, bazı ayetlerin anlam açısından birbirinden farklı şekilde çevrilmiş olduğunu göreceklerdir. Bu durumla karşılaşan meal okuyucusu, hangi anlamın daha isabetli olduğunu haklı olarak araştırmaya gidecektir.

A'raf s. 43. ayeti, bir meal okuyucusunun böyle durumla karşılaşacağı ayetlerden biridir. Bu ayeti okuyan bir kimse, ayetin birbirinden farklı olarak çevrilmiş iki farklı anlama sahip olduğunu görecektir. Yazımızın konusu, bu farklı anlamdan hangisinin daha isabetli olabileceği yönünde olacaktır.

İlgili ayetin Arapça metni ve iki farklı çeviriden ilkinin mealleri şu şekildedir: 

وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُۚ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَٓا اَنْ هَدٰينَا اللّٰهُۚ لَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۜ وَنُودُٓوا اَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ اُو۫رِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

Ahmet Varol

Gönüllerinde kin adına ne varsa hepsini çıkarmışızdır ve altlarından ırmaklar akmaktadır. "Bizi doğru yola ileterek buraya kavuşturan Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermiş olmasaydı biz doğru yola giremezdik. Şüphesiz ki Rabbimizin elçileri hakkı getirdiler" derler. Onlara: "İşte bu cennete yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındınız" diye seslenilir.

Ali Bulaç

Biz onların göğüslerinde kinden ne varsa çekip almışız. Altlarından ırmaklar akar. Derler ki: 'Bizi buna ulaştıran Allah'a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi doğruya ermeyecektik. Andolsun, Rabbimizin elçileri hak ile geldiler.' Onlara: ' İşte bu, yaptıklarınıza karşılık olarak mirasçı kılındığınız cennettir' diye seslenilecek.

Cemal Külünkoğlu

Onların içlerinde kinden ne varsa söküp atarız. Altlarından ırmaklar akarken derler ki: “Hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah'a hamdolsun! Allah bize doğru yolu göstermeseydi kendiliğimizden hidayete eremezdik. Andolsun ki; Rabbimizin resulleri hakkı getirmiştir.” (Onlara:) “İşte (dünyada yapmış olduğunuz) güzel işlere karşılık, şu cennete vâris kılındınız” diye seslenilir.

Diyanet Vakfı

(Cennette) onların altlarından ırmaklar akarken, kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız. Ve onlar derler ki: «Hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah'a hamdolsun! Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik. Hakikaten Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler.» Onlara: İşte size cennet; yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye seslenilir.

Elmalılı (sadeleştirilmiş)

Orada kalblerinde bulunan kini çıkarıp atarız. Onların altlarından ırmaklar akar. "Bizi buna erdiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola sevk etmeseydi biz doğru yola erişemezdik. Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmişler." derler. Onlara şöyle seslenilir: "İşte size cennet! Yaptıklarınıza karşılık buna varis oldunuz".

Alıntı yaptığımız mealler, www.kuranmeali.com adlı siteden olup, burada sadece birkaç meali örnek olarak alıntıladık. Alıntı yaptığımız mealler övgü veya yergi amaçlı değildir.

A'raf s. 43. ayetine yukarıda verilen 1. grup meallerin ortak yönü, cennete girmiş olanlar tarafından söylenen "Allah bize doğru yolu göstermemiş olsaydı biz kendimiz doğru yolu bulamazdık" şeklindeki ifadedir.

Şimdi aşağıya aynı ayetin farklı şekilde yapılmış 2. grup meal örneklerinden birkaç tanesini verelim:

Bayraktar Bayraklı

Onların göğüslerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atmışızdır. O cennette altlarından ırmaklar akmaktadır. “Lütfedip bizi buraya getiren Allah'a hamdolsun. Allah bizi getirmeseydi biz bunu bulamazdık. Rabbimizin peygamberleri gerçeği getirmişler” dediler. Onlara, “İşte size cennet, yaptıklarınıza karşılık size miras verildi” diye seslenilecektir.

Hasan Basri Çantay

Kinden göğüslerinde (dünyâdan kalma) ne varsa söküb atacağız. Altlarından ırmaklar akacakdır. «Hamd olsun Allaha ki, derler, bizi hidâyetiyle buna kavuşdurdu. Eğer Allah bize hidâyet etmeseydi kendiliğimizden bunun yolunu bulmuş olamazdık. Andolsun ki, Rabbimizin peygamberleri gerçeği getirmişlerdir». Onlara: «İşte (dünyâda) yapmakda devam etdiğiniz (iyi işler) sayesinde mîrascı edildiğiniz cennet budur» diye nida edilecekdir.

Yaşar Nuri Öztürk

Göğüslerinde düşmanlıktan ne varsa söküp atmışızdır. Irmaklar akar altlarından. Şöyle derler: "Hamd olsun bizi buraya ulaştıran Allah'a. Eğer Allah bize kılavuzluk etmeseydi, biz buraya ulaşamazdık. Yemin olsun ki, Rabbimizin resulleri gerçeği getirmişler." Şöyle seslenilir: "İşte size, yaptıklarınıza karşılık mirasçı kılındığınız cennet!"

Elmalılı (orjinal)

Bir halde ki derunlarında kîn kabilinden ne varsa hepsini söküb atmışızdır, altlarından ırmaklar akar «hamdolsun o Allaha ki hidayetile bizi buna muvaffak kıldı, o bize hidayet etmese idi bizim kendiliğimizden bunun yolunu bulmamıza imkân yoktu, hakıkat rabbımızın Peygamberleri emri hakk ile geldiler» demektedirler, ve şöyle nidâ olunmaktadırlar: işte bu gördüğünüz o Cennet ki buna amelleriniz sebebiyle vâris kılındınız

2. grupta verdiğimiz meallerin ortak yönü, yine cennete girmiş olanlar tarafından söylenen, "Kendilerini cennete Allah'ın ulaştırdığı, kendilerinin Allah'ın nimeti böyle bir şeye ulaşmalarının imkansız" olduğu yönündeki sözleridir.

Ayetin iki farklı mealini verdikten sonra, aradaki farklı anlama sebep olan duruma geçebiliriz.

Ayete iki farklı anlam verilme sebebi, ayet içinde geçen هَدٰينَا- لِنَهْتَدِيَ-هَدٰينَا 

kelimeleridir. Bu 3 kelime aynı kökten olup sözlük olarak, "Yol göstermek, iletmek, klavuzluk yapmak" anlamına gelmektedir. 

Kanaatimizce aradaki anlam farkı, bu kelimenin ıstılahi anlamda mı yoksa lügat anlamında mı kullanılmış olduğunun tercihi noktasındadır. 1. grupta bulunan mealler, kelimeyi ıstılahi anlamda kullanırken, 2. gruptaki mealler, kelimeyi lügat anlamında kullanmayı tercih etmişlerdir.

Peki bu iki farklı mealden hangisi daha isabetlidir?. Meallerden bir grubun doğru diğer grubun ise yanlış olduğunu söylemediğimizi burada önemle hatırlatmak istiyoruz. 

Konunun başlangıcı bir önceki ayet olan 42. ayetten başlamaktadır.

------A'raf s. 42- Onlar ki inandılar ve bozuculuğu önleyici filler işlediler. Hiçbir kimseye gücünün üzerinde bir mükellefiyet yüklemeyiz. İşte onlar cennetin arkadaşlarıdır, orada ölüm görmemek üzere kalıcıdırlar.

Bu ayette yaşamını iman ve salih amel üzerine sürdürmüş ve o halde ölmüş olan insanların, ahiretteki alacakları karşılık bildirilmektedir. 

43. ayetin ilk bölümünde, "Ve göğüslerinde kinden ne varsa söküp attık. Altlarından nehirler akarbuyurularak onların ahiretteki durumları ve verilecek nimetlerden bir kısmı bildirilmektedir.

Ayetin ikinci bölümünde ise, cennete girenlerin sözleri yer almakta, farklı mealler bu bölümün çevirisinden kaynaklanmaktadır. Diğer bölümlerin çevirilerinde herhangi bir farklılık bulunmamaktadır.

وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذٖي هَدٰينَا لِهٰذَا 

Dediler ki: "Övgü Allah'adır. O'ki bizi buna (cennete)iletti"

Dikkat edilirse cennet ehlinin ağzından çıkan ve ayet içinde geçen "Li heze" işaret zamiri cenneti işaret etmektedir. Çünkü konuşanlar cennettedir. Yani cennet ehli kendilerini cennete ulaştıran Allah'a hamd etmektedir. Cümlenin devamına verilecek anlam, bu ibareye verilecek anlam ile doğrudan alakalı olup, farklı meallerin bu zamirin cenneti işaret ettiğine dikkat edilmemesinden kaynaklandığı kanaatindeyiz.

Cennet ehlinin kendilerini cennete yerleştiren Allah'a hamd ettiklerini dikkate alan bir meallendirme yapıldığında ayetin devamı şu şekilde gelecektir: 

"Eğer Allah bizi (cennete)iletmemiş olsaydı, biz kendimizi (cennete) iletebilecek değildik. And olsun ki Rabbimizin elçileri gerçeği getirdi."

Bu durumda, 2. grupta bulunan meal örmeklerinin, 1. gruptaki meal örneklerine nazaran daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz. Dikkat edilirse 1. Elmalılı (sadeleştirilmiş), 2. grupta ise Elmalılı (orjinal) meali örnek verilmiştir. Burada dikkat çekmek istediğimiz husus, 2. grupta bulunan orjinal meal ile, 2. grupta bulunan sadeleştirilmiş mealin birbirleri ile uyumlu olmadığıdır. Maalesef Elmalılı mealini sadeleştirmek için ellerine alanlar, Elmalılı'nın verdiği ayet bazı ayet meallerini anlamadan kendi kafalarınca meal vermeye çalışmışlardır.

A'raf s. 43. ayetine bu şekilde verilen farklı mealler, bazılarımız için önemsiz görülebilir. Ancak bizim amacımız meal yapıcılarını övmek veya yermek değil, yapılan meal örneklerini vererek meal okuyucularının bazılarının kafalarında oluşabilecek soru işaretlerine cevap verebilmektir.

A'raf s. 43. ayetine bizim tarafımızdan verilmeye çalışılan meal ise şu şekildedir:

Ve göğüslerinde kinden ne varsa söküp attık. Altlarından nehirler akar. "Övgü Allah'adır. O'ki bizi buna (cennete)iletti. Eğer Allah bizi (cennete)iletmemiş olsaydı, biz kendimizi (cennete) iletebilecek değildik. And olsun ki Rabbimizin elçileri gerçeği getirdi" dediler. Ve onlara "Yapmakta olduklarınızdan dolayı mirasçı kılındığınız cennet işte bu dur" diye seslenildi.

                                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

30 Ocak 2024 Salı

İsra s. 1. Ayeti Mekke'den Kudüs'e Bir Yolculuğu mu Yoksa Mekke'den Medine'ye Yapılan Hicreti Anlatmaktadır?

Yazımıza verdiğimiz başlığın, çoğu kimsede merak ve kuşku uyandıracağını en baştan tahmin etmekteyiz. Çünkü İsra s. 1. ayeti denildiği zaman, bir çok kimsenin aklına ilk gelen şey, miraca dair en ufak bir delil bulunmamasına, hatta başka ayetlerde (isras.93) miraç isteğinin müşriklerden gelen bir istek  olduğunun beyan edilmiş olmasına rağmen,  Muhammed (a.s.) ın bir gece Mekke'den Kudüs'e, oradan da semaya yükselmesinin adına kandiller düzenlenmiş miracın anlatıldığı ayet akla gelmektedir. Biz bu yazımızda, miraç konusu ile ilgili herhangi bir bahiste bulunmayacağız. Bu yalan ve iftira hakkında daha önce bir kaç yazımız bulunmakta olup, blogumuzda bunlar mevcuttur dileyenler oradan okuyabilir.

İsra s. 1. ayeti ile ilgili olarak tefsir, hadis veya yakın zamanda yazılan eserlerde bulunan bilgileri kısaca sıralayacak olursak, 1- Mekke'den Kudüs oradan semaya yani miraca çıkış, 2- Mekke'den Kudüs'e gidiş, 3- Mekke'den Cirane vadisindeki mescide gidiş, 4- Mekke'den semada bulunduğu iddia edilen Beyt-i Mamur'a çıkış olarak sayabiliriz.

Biz, bu bilgilerin hiç birisine katılmadığımızı, İsra s. 1. ayetinin Mekke'den Medine'ye yapılan hicret ile olduğunu düşündüğümüzü en baştan söyleyerek, yazımızda bu iddiamızı dayandırdığımız temeli sizlerle paylaşmaya çalışacağız. 

Miraç yalanlarına inanmayan, Kur'an merkezli düşünenlerin çoğunluğu bile, bu ayetin Mekke'den Kudüs'e yapılan mucizevi bir yolculuğu anlattığı konusunda hemfikirdir.

سُبْحَانَ الَّذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ

Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

Bu ayette öncelikle "İsra" kelimesinin anlamını ve bu ayetin geçtiği ayetleri anlamak gerekmektedir.

İsra kelimesi sözlükte, "Gece yapılan yürüyüş" anlamına gelmektedir. Bu yürüyüşü ifade eden kelimenin geçtiği ayet mealleri şöyledir;

---Hud s. 81- (Elçiler) dediler ki: "Ey Lut! Biz Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana ilişemeyecekler. Gecenin bir vaktinde ailenle birlikte yürü ve sizden kimse geriye dönüp bakmasın. Ancak hanımın hariç. Onların başına gelen onun başına da gelecektir. Onlara vaadedilen (azabın) gelme vakti sabah vaktidir. Sabah yakın değil mi?"

---Hicr s. 65 - Hemen gecenin bir kısmında ehlini yürüt ve sen arkalarından git ve içinizden hiç bir kimse ardına bakmasın, emrolunduğunuz yere geçin gidin.

---Taha s. 77-Andolsun ki biz Musa'ya, kullarımla geceleyin yola çık, onlara denizde kuru bir yol aç, düşmanların yetişmelerinden ve denizde boğulmaktan da korkma diye vahyetmiştik.

---Şuara s. 52- Musa'ya: "Kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz takib edileceksiniz" diye vahyettik.

---Duhan s. 23- "O halde kullarımı geceleyin yürüt. Şüphesiz siz takib edileceksiniz.

İsra s. 1. ayetinde Allah (c.c.), kulunu bir gece Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya yürüttüğünü beyan etmektedir.  Yani olayın göğe doğru dikey bir çıkışı anlatmadığı ayan beyan ortadadır. Ayet içinde geçen "Kulunu" ifadesi ile kast edilen kulun Muhammed (a.s.) değil, Musa (a.s) olduğu yönünde iddiaların serdedildiği malumdur. Fakat biz bu iddiaya kesinlikle katılmıyoruz, bunun nedeni ise yazımızın ilerleyen bölümlerinde zaten anlaşılacaktır.

Bu iddiada bulunanların delilleri 2. ayetin başında bulunan "Vav" edatının bağlaç görevi gördüğü, dolayısı ile bu edatın, bir önceki ayet ile ilgili bulunduğu, 1. ayette bulunan "biabdihi" ifadesi ile kast edilen kişinin Musa (a.s.) olduğudur. Ancak bu edatın sadece bağlaç görevi olduğunu iddia edenler yanılgı içindedirler. Bu edatın işlevlerinden birisi de cümle başı olduğunu hatırlatması, yani kendinden önceki cümle ile bir alakası olmadığını bildirmesidir.

Ayet içinde geçen "Mescidi Haram" ifadesinin, Kabe'yi de içine alan bir bölgenin adı olduğu üzerinde herkesin ittifak ettiği malumdur. Konu "Mescidi Aksa" ile nerenin kast edildiği yönündedir. Biz burası ile ilgili farklı görüşler olduğunu yukarıda kısaca söylemiştik. Yazımızın amacı farklı görüşleri eleştirmek olmadığı için, biz kendi iddiamızı temellendirmeye çalışmaya devam edelim.

Mescidi Aksa'nın neresi olduğunu veya bu ifade ile kast edilenenin ne olduğunu anlayabilmek için, İsra suresinin devam eden ayetlerine dikkat edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Çünkü Mescidi aksa denildiği zaman hemen hemen herkesin aklına bugün Kudüs'te o isim ile bilinen yer akla gelmektedir. Ancak bu ayetin nazil olduğu zamanda Kudüs'te bulunan kutsal mabedin, bilinen böyle bir ismi kesinlikle yoktu.

Kudüs'te Yahudilerin kutsal kabul ettikleri bir mabed bulunuyor ve bunun ismi "Süleyman Mabedi" olarak biliniyordu. Bu nokta hatırdan çıkarılmamalıdır. Kudus'e Müslümanlar tarafından yapılan mescidin Ömer'in orayı fethetmesinden sonra yapıldığı tarihen sabittir. 

İsra suresinin ilerleyen ayetlerinin mealleri şu şekildedir:

2. Biz Mûsâ'ya kitap verdik ve onu, İsrailoğullarına "Benden başkasını Rab edinmeyin, benden başkasının himayesine girmeyin" diye, doğru yolu gösteren bir rehber kıldık.

3. Ey Nûh ile birlikte gemide taşıdığımız kimselerin nesli!Yalnız Bana güvenip, dayanın, Bana şükredin! Şunu bilin ki Nûh çok şükreden bir kul idi.

4. Biz İsrailoğullarına kitapta şu hükmü de bildirdik: "Siz ülkede iki kere bozgunculuk yapacak ve açık zorbalıklar edeceksiniz"

5. Onlardan birincisinin vâdesi gelince, kuvvet ve şiddet sahibi olan kullarımızı sizin üzerinize musallat ettik de onlar sizi yakalayabilmek için evlerin aralarına bile girerek her tarafı didik didik edip araştırdılar. Bu, yerine getirilmesi gereken bir vaad idi.

6. Sonra o istilacılara karşı size galibiyet ve zafer verdik, servet ve oğullarla kuvvetlendirdik, sayınızı daha da çoğalttık.

7. İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, onu da kendi aleyhinize işlemiş olursunuz. Derken sonraki taşkınlığınızın vâdesi gelince, kederinizden suratlarınız asılsın, daha önce girdikleri gibi yine Mescide girsinler ve istila ettikleri yeri mahvedip dursunlar diye başınıza yine düşmanlarınızı musallat ederiz.

8. Olur ki tövbe edersiniz de Rabbiniz size merhamet eder. Eğer tekrar bozgunculuğa dönerseniz, Biz de size ceza vermeye döneriz. Zaten cehennemi kâfirlere zindan kılmışız.

 İsra s. 1. ayetinden sonra, 2. ayette Musa (a.s) a geçilmesi ve devamında İsrailoğullarına hitap edilmesi, bu ayetlerin büyük ihtimalle Mekke'de inen son ayetler olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Mekke'li müşriklerin baskıları sonunda artık bu bölgeyi terk etmenin şart olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumu aynı surenin ortalarındaki (76. ayet) ayetlerden anlamak mümkündür. 

Allah (c.c) elçisine, artık bu şehri terk etmesi gerektiğini, kitap ve elçi ile muhatap olmuş olan bir topluluğun ikamet ettiği başka bir şehre hicret etmesi gerektiğini bildirmektedir. Bu şehir MEDİNE'den başka bir şehir değildir. Surenin ilerleyen ayetleri elçiye hicret edeceği şehirde karşılaşacağı toplum hakkında hem ön bilgi vermekte, hem de o şehirdeki İsrailoğulları topluluğuna, gelecek olan elçiye karşı yanlış yaptıklarında onlara geçmişi hatırlatmaktadır.

Muhammed (a.s.) Medine'ye hicret ettiği zaman, halkın önemli bir bölümünün İsrailoğulları'ndan  oluştuğu malumdur.  Bu durumu Medine'de inen ayetlerin çoğunun İsrailoğulları ile Müslümanlar arasındaki ilişkilerden bahsetmesinden anlayabiliriz. Allah (c.c), bu toplumun da kitap ve elçi ile muhatap kılınmış olmalarından ötürü, Mekke'den gelen Muhammed (a.s.) ile aralarında ortak bir payda olduğunu onlara hatırlatmakta, Musa (a.s) ile devam eden kitap ve elçi silsilesinin bir ferdinin de, Kur'an ve Muhammed (a.s) olduğunu, gelen her kitabın mesajının aynı olduğunu, "dolayısıyla İsrailoğulları'nın da bu elçi ve kitaba inanmaları gerektiğini beyan etmektedir. 

"Nuh ile birlikte taşıdığımız kimselerin nesli" denilerek, o topraklarda yaşayan, fakat farklı topluluklara mensup olan insanların kökünün, Nuh (a.s.) a dayandığı hatırlatılarak, aralarındaki nesep bağına dikkat çekilmekte, aralarındaki ortak payda daha da genişletilerek, yakınlaşmanın sağlanması amaçlanmaktadır. (2. ve 3. ayetler)

Ancak, İsrailoğulları'nın bu yakınlaşmayı ret etmesi neticesinde başlarına neler gelebileceği ise, geçmişte yaptıkları yanlışlar ve bu yanlışlarınının onların başlarına nasıl feleketler getirdiği hatırlatılarak, ayaklarını denk almaları gerektiği, bildirilmektedir. (4.5.6.7.8. ayetler)

Konuyu Muhammed (a.s.) açısından değerlendirdiğimizde ise karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır; Mekke'de kendisine düşmanlık eden, inanmalarından artık ümidini kesmiş müşrik bir toplumu terk ederek elçi ve kitaba inandıklarını söyleyen yeni bir topluluk ile tanışmıştır. Allah (c.c), 4. ve 8. ayetler arasında hem İsrailoğullarına mesaj vermekte, hem de Muhammed (a.s) ın Medine'de muhatap olduğu toplumun nasıl bir karaktere sahip olduğunu haber vererek ona göre hazırlık yapması sağlamaktadır.

7. ayette dikkatimizi çekmesi gereken bir kelime "Mescid" kelimesidir. Bu kelime  İsrailoğullarının ibadet mekanı anlamında kullanılmaktadır. Bu kelimenin Kur'an'da sadece Müslümanların ibadet mekanı anlamında kullanılmadığının, burada önemli bir husustur. İbadet mekanları tarih boyunca insanlar tarafından kutsal olarak kabul edilmiştir. Her toplumun kendi aidiyetini ifade ettiği, onun etrafında toplandığı ve birlikteliğini sağladığı bir kutsal mekanı mutlaka bulunmaktadır. 

Nuzül dönemi çerçevesinde düşündüğümüzde Arap toplumu için Kabe, bu işlevi taşıyan bir fonksiyona sahipti. Mescidi Haram,  Kabe ve Mekke'nin içinde bulunduğu bölgenin adıdır. Kudüs ise İsrailoğulları için kutsal bir bölge olup, orada da onlar için kutsal sayılan ve adına "Süleyman Mabedi" dedikleri, İsra suresi 7. ayetinde ismi "Mescid" olarak anılan bir ibadet mekanı bulunmaktaydı. 

İsra kelimesinin "Gece Yürüyüşü" anlamından hareketle, Muhammed (a.s.) bir gece evinden çıkıp Mekke'deki müşrik toplumu terk ederek başka bir yere hicret etmiştir. Bundan sonraki mesele Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya yapıldığı söylenen bu yürüyüşün neden böyle ifade edilmiş olduğu,  Mekke'den Medine'ye yürüyüş olarak neden ifade edilmediğinin anlaşılması üzerinde olması gerekmektedir. Çünkü bu yazıyı okuyanların en fazla merak ettikleri, hatta etmeleri gereken nokta da burasıdır.

Bu nokta açıklığa kavuştuğu zaman, Muhammed (a.s.) ın Medine'de neden aylarca Kabe yerine Kudüs'e yönelmiş olduğunun sebebi de anlaşılacaktır. Kıble değişimi konusunda en fazla merak edilen hususlardan birisi de bu dur. Bakara suresi içinde geçen kıble değişimi ile ilgili ayetlerde kıblenin yeniden Kabe'ye çevrildiği anlatılırken, neden Kabe yerine Kudus'e yönelme emrinin Kur'an'da bulunmadığı sorusu kafaları kurcalamaktadır. 

Bunun cevabını "Ehli Hadis" fırkası, bu değişim için Kur'an dışında ayrı bir vahiy geldiği yönünde cevaplamış olmasına rağmen, Kur'an dışı vahiy diye birşey olmadığını bilenler için sorunun cevabı aranmaktadır. Biz bunun cevabını Kur'an dışına çıkmadan cevaplamaya çalışalım.

Allah (c.c) İsra s. ilk ayetlerinde kulunu hicret etmeye sevk ederken, hicret edeceği yerdeki toplum ile ilgili bilgi de vermektedir. Bu bilgi o toplumun ilahi vahye aşina olduğu, dolayısı ile müşriklere nazaran, her ne kadar geçmişte yaptıkları yanlışları hatırlatmış olsa da, inanmaya daha yatkın bir topluluk olabileceğini elçisine bildirmektedir.

Bu bilgilere istinaden Muhammed (a.s.), İsrailoğulları ile olan ortak paydayı dikkate alarak, Kudüs'e yönelmiştir. Yani Muhammed (a.s.) Kabe yerine Kudüs'e yönelmeyi Kur'an dışı vahiyle değil, İsra suresi ilk ayetleri ile almış, İsrailoğulları ile ortak paydaları olduğu mesajını onlara vermeye çalışarak inanmaya davet etmiştir. Her ne kadar ilerleyen zamanlarda İsrailoğullarının inanma konusunda müşriklerden aşağı kalmadıkları ortaya çıkarak, kıble yeniden Kabe olarak belirlenmiş olsa da, hicretin ilk aylarındaki durum bu şekilde idi. 

Biz İsra s. 1. ayetinin Mekke'den Medine'ye yapılan hicreti anlattığını iddia ederken, ayet içinde geçen "Mescidi Aksa" nin Medine'de olduğunu veya Medine'de Müslümanlar tarafından yapılmış bir mescid olduğunu asla iddia ediyor değiliz

Bizim iddiamız, Kudüs'te bulunan kutsal mabedin 7. ayet içinde "Mescid" olarak ifade edilmiş olduğu, bu mescidin ise Kudüs'te "Süleyman Mabedi" olarak yıkılmış harap halde bulunan bir yer olduğu, dolayısı ile uzaklığına istinaden böyle bir isimle isimlendirilmiş olduğudur. Bu isim, zaman içinde Kudüs'ün Müslümanlar tarafından alınmasından sonra oraya yapılan mescide isim olarak verilmiştir. Yani Muhammed (a.s) zamanında Kudüs'te "Mescidi Aksa" adıyla bilinen bir yapı mevcut değildi.

Sanırım şimdi İsra s. 1. ayetinde Allah (c.c) nin neden kulunu Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya yürüttüğünü beyan ettiği biraz daha ortaya çıkmıştır. Yani Allah (c.c) insanlar tarafından o zaman kutsal olarak bilinen iki yapıdan biri olan Kabe'nin, müşrik kontrolunda olmasından dolayı, elçisini başka bir şehre hicret ettirmiş, bu şehirde ise İsrailoğullarının yöneldiği Kudüs'ü onlarla olan ortak payda nedeniyle, ikinci kutsal yer olarak bilinen yere yönelmesini sağlamak için böyle bir ifade kullanmıştır. 

Kabe ve Mekke'nin kutsallığı Kur'an ile belirlenmiş olsa da, Kudüs'ün kutsallığı konusunda Kur'an'da herhangi bir ifade bulunmadığını burada hatırlatmak isteriz. Kudüs'ün kutsallığı İsrailoğulları tarafından benimsenmiş olsa da, Allah (c.c) kulunun buraya yönelmesinde o zaman için herhangi bir beis görmemiştir. 

İsra s. 1. ayetinde geçen "Barekna havlehu" ifadesinin, yani Muhammed (a.s) ın hicret edeceği şehrin etrafının bereketli kılınmış olması ile neyin anlatılmak istendiğine kısaca şunu söyleyebiliriz. Musa ve Lut (a.s.) ların da hicret ettikten sonra vardıkları yerlerin "Barekna" olarak ifade edilmesi, Muhammed (a.s.) ın da hicret edeceği yerin Allah tarafından onaylı bir yer olduğunu göstermekte olduğunu söyleyebiliriz. (7. 137/ 21. 71) Allah (c.c) kuluna direk olarak "şu şehre hicret et" diye bir emir vermemekte, fakat hicret etmeye daha uygun olan yerin neresi olması gerektiğini 1. ayette beyan etmektedir. 

İsra hadisesinin Mekke'den Kudüs'e yapılan mucizevi bir yolculuk olduğunu düşünmek, İsra s. 59. , 93. ve diğer benzeri ayetlerdeki beyana ters düşmesi açısından da bir hayli sakıncalıdır. Bu noktadan hareketle yapılacak bir anlama faaliyetinde, İsra s. 1. ayeti ile verilen bilginin mucizevi bir yönünün olamayacağı dikkate alınır, sonrasında ise özellikle sure içine yayılmış olan ayetlerin hicret konusu ile alakası dikkate alınarak bir sonuca varılabilir.

Biz böyle bir iddia ortaya atmakla elbette "Bizim iddiamız tek doğrudur" şeklinde bir söz söylemek istemiyoruz. Bu noktanın dikkate alınarak öylelikle yazının okunması önemlidir. 

Olayı Kur'an bütnülüğünü dikkate alarak düşündüğümüzde ortaya şu sonuç çıkacaktır; Allah (c.c.) kulu Muhammed (a.s.) ı bir gece Mescidi Haram'dan Mescidi Aksa'ya yürüttüm derken, bizim anlamamız gereken ilk nokta, bu yürütmenin mucizevi bir olay olamayacağı yönünde olmalıdır. İlk düğmeyi böyle iliklediğimiz zaman sonraki düğmeler zaten doğru iliklenecektir.

Sonrasında Bakara suresi içinde bulunan kıble değişimi ile ilgili ayetleri bu konu ile birbirine bağlamaya çalışarak, Muhammed (a.s.) Medine'de İsrailoğulları ile aralarındaki ortak paydaya istinaden onlarla aynı kıbleye yönelmiş olduğunu anlayabiliriz. Bu kıblenin de Kudüs şehri olduğu üzerinde herhangi bir ihtilaf yoktur. 

Şimdi İsra s. 1. ayetinde neden Medine değil de, Mescdi Aksa denildiği daha net ortaya çıkmaktadır. Allah (c.c) kuluna, İsrailoğullarının eksriyette olduğu Medine şehrine hicret etmesini beyan etmekte, bu şehirde ise onlarla olan ortak paydayı hatırlatmak için onların kıblesine yönelmesini bildirmektedir. Bu durum ise Medine'den uzakta olan mescide yani Kudüs'teki kutsal mabede şeklinde ifade edilmektedir. "Mescidi Aksa", Medine'de yaşayan  İsrailoğullarının Mekke'den gelen elçiye karşı içlerinde bir sıcaklık ve inanç bağı hissetmesini amaçlamak açısından kullanılan bir ifadedir.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.

                                

18 Ocak 2024 Perşembe

Maide s. 93. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerinde Bir Mülahaza

Kur'an'ı Türkçe mealleri üzerinden okumaya ve anlamaya çalışan bir kimse, şayet bu okuma ve anlama faaliyetini, karşılaştırmalı olarak bir kaç meal üzerinden yapmaya çalışıyorsa, okuduğu bazı ayet meallerinin birbirinden farklı şekilde anlamlandırılmış olduğunu görecek, bu farklı meallerin hangisinin daha isabetli olabileceğinin cevabını arayacaktır. Biz daha önceki bazı yazılarımızda, bu meal farklılıklarına dikkat çekerek, bu farklı meallerden hangisinin daha isabetli olabileceği yönünde fikirlerimizi paylaşmaya çalışmıştık. Bu yazımızda ise, yine böyle bir farklılığa dikkkat çekmeye ve iki farklı mealden hangisinin daha isabetli olabileceğini görmeye çalışacağız. 

Konumuz ile ilgili ayet Maide s. 93. ayeti olup, orjinal metni ve bazı mealleri şu şekildedir:

لَيْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ ف۪يمَا طَعِمُٓوا اِذَا مَا اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ثُمَّ اتَّقَوْا وَاٰمَنُوا ثُمَّ اتَّقَوْا وَاَحْسَنُواۜ وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ۟

---Abdulbaki Gölpınarlı---İman edip iyi işlerde bulunanlara; çekindikleri, inandıkları ve iyi işlerde bulundukları, sonra gene çekinmede devam ettikleri, inançlarını güttükleri, sonra da gene çekinip durdukları ve iyilik ettikleri takdirde haram edilmeden önce yedikleri şeyler yüzünden bir vebal yok ve Allah iyilik edenleri sever.

---Abdullah Parlıyan---İman edip, doğru ve yararlı işler yapanlar, yollarını Allah'ın kitabı ve elçisi ile buldukları ve gerçekten inanıp, doğru ve yararlı işler yaptıkları sürece, haram olunmazdan önce yedikleri şeylerde bir günah yoktur. Yeter ki, hayatlarını Allah'ın kitabıyla düzenlemeye çalışsınlar, iman etmeye devam etsinler ve hayatlarını Allah'ın kitabı vasıtasıyla tanzim etmeye daha da özen göstersinler ve iyilik yapmakta arzulu ve kararlı davransınlar. Çünkü Allah, iyilik yapanları sever.

Yukarıda örneğini verdiğimiz ayet meallerininMaide s. 90. ayetinden başlayan bir bağlamı bulunmaktadır. Bu ayette içki, kumar, dikili taşlar ve fal oklarının şeytan işi pislik olduğu beyan edilmekte, inananların bunlardan sakınması emredilmektedir.

Genel geçer kanıya göre ise içkinin haram edilmesi, bir defada değil aşamalı olarak gerçekleşmiş, son aşama ise Maide s. 90. ve 91. ayetleri ile gerçekleşmiştir. Bu ayet ile tefsirlerde yazılanlara baktığımızda, içkinin haram kılınmasından önce içki içen Müslümanların durumları Allah'ın elçisine sorulmuş ve 93. ayet bu soruya cevap olarak indirilmiştir.

Ancak çoğu meal yapıcısı bu durumu rivayetlerin ışığında değerlendirdiği için, ayete verdikleri meale, orjinal metinde olmamasına rağmen "Haram edilmeden önce" şeklinde bir ilave yapmış, hatta çoğu meal bu sahibi bu ilaveyi parantez içine dahi almadan, sanki orjinal metnin bir parçasıymış gibi göstermiştir.

Ancak konuyu Kur'an bütünlüğünde değerlendirmeye çalıştığımızda durum gerçekten böyle midir? şeklinde bir sorunun cevabının da verilmesi icap etmektedir.

Bakara s. 275. , Nisa s. 22. ve 23. , Maide s. 95, Enfal s. 38. ayetlerine baktığımızda, o ayetler içinde "Gad selefe" ifadesinin geçtiği görülmektedir. Bu ifade ise Bakara s. 275. ayetinde faiz yiyenlerin geçmişte yaptıklarının faizciliği terk ettikleri takdirde cezalandırılmayacağı, Nisa s. 22. ve 23. ayetlerde ise evlenme yasakları ile ilgili emirde, geçmişte yapılan fakat bu ayetlerle yasaklanan evliliklerin cezalandırılmayacağı, Maide s. 95. ayetinde ise, ihram yasaklarından önceki yapılanların cezalandırılmayacağı, Enfal s. 38. ayetinde ise inkarcıların yaptıklarını terk ederlerse geçmişlerinin cezalandırılmayacağı haber verilmektedir. 

Bu ayetleri baz alarak Maide s. 93. ayetine yeniden baktığımızda, içkinin haram kılınmasından önce içki içenlerin yaptıklarının af edildiğine dair buna benzer herhangi bir ifadeye rastlamamaktayız. Bunu söylemekle, Allah'ın bunları af etmediği veya etmeyeceğini söylemek istemediğimizi hatırlatmak isteriz. Öyleyse bu ayette başka bir şeyin kast edilmiş olabileceğini düşünmek, herhalde yanlış olmayacaktır.

Kanaatimiz o dur ki bu ayet, inanan ve yasaklardan kaçınmaya dayalı bir hayat süren mü'minlerin tatmış olduklarından dolayı sorumlu olmayacaklarını, çünkü sahip oldukları inanç onlara, sakınmayı ve korunmayı emretmekte, dolayısı ile kendilerinin cezalandırılmasına sebep olacak hatalardan otomatikman kaçınacaklarını beyan etmektedir.

Bu noktayı dikkate alarak yapılan ayet mealleri ise şöyledir:

---Bahattin Sağlam---İman edip de amel-i salihte bulunanların tattıklarında onlara bir günah yoktur. Sakındıkları takdirde, inanıp ibadet görevlerini yerine getirdikleri takdirde, sonra daha da sakınıp inandıkları takdirde, sonra daha da sakınıp bütün güzellikleri (ve ibadetleri) yaptıkları takdirde.. Şüphesiz Allah sakınıp da güzel ameller yapanları sever.

---Edip Yüksel--- İnanıp erdemli işler yapanlar, emirlere uyarak inanıp erdemli davrandıkları, günahlardan sakınıp inandıkları ve yine sakınıp iyilik yaptıkları sürece yediklerinden ötürü kendilerine bir günah yoktur. ALLAH iyi davrananları sever.

---Mahmut Özdemir---Sakınıp korundukları, iman ettikleri ve Salih Ameller işledikleri, evet yine sakınıp korundukları ve iman ettikleri, yine sakınıp korundukları ve iyilik yaptıkları zaman, tadıp yedikleri şeylerde, iman eden ve Salih Ameller işleyenlere günah yoktur.
Muhsinler’i / İyilik-Güzellik Edenler’i Allah sever.

---Muhammed Esed---İmana ermiş olup doğru ve yararlı işler yapanlar, Allah’a karşı sorumluluk bilinci duydukları ve [gerçekten] inanıp doğru ve yararlı işler yaptıkları sürece her istediklerinden serbestçe yararlanabilirler: ¹⁰⁸ yeter ki Allah’a karşı sorumluluk bilinci duymaya ve iman etmeye devam etsinler ve Allah’a karşı sorumluluklarının bilincine daha çok varsınlar ¹⁰⁹ ve iyilik yapmakta arzulu ve kararlı davransınlar. Allah iyilik yapanları sever.

---Süleymaniye Vakfı---İnanıp güvenen ve iyi işler yapanlar, yiyip içtikleri şeyden dolayı sorumlu tutulmazlar[*]. Bu, çekindikleri, inanıp güvendikleri ve iyi işler yaptıkları, yine çekindikleri, inandıkları yine de çekindikleri ve güzel davrandıkları takdirde böyledir. Allah güzel davrananları sever.

Yukarıdaki Maide s. 93. ayeti ile ilgili yapılan meallerin, Kur'an bütünlüğü açısından daha doğru olduğu kanaatimizi belirtmek isteriz. Hatırlatmak isteriz ki; En başta verdiğimiz meal örnekleri hakkında "bu anlamdaki mealler kesinlikle hatalıdır" şeklinde bir iddiamız olmamakla birlikte, bu ayetin, gördüğümüz iki farklı mealinden bir tanesinin daha isabetli olduğunu, meallerin de yine neticede bir yorum olduğunu, meal yapıcısının Kur'an ile ilgili müktesebatının yaptığı meale bir yansıması olduğunu söylemek istiyoruz. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C.) BİLİR.