tefekkür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tefekkür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Alak s. 1-5. Ayetlerinin Mesajı Üzerine Bir Tefekkür Çalışması

Alak s. mushaf sıralamasında 96.  , nuzül sıralamasında ilk 5 ayetinin ilk inen ayetler olduğu gerekçesi ile ilk sırada olan , diğer ayetleri tebliğ sürecinin başlamasından sonraki zamanlarda indiği anlaşılan bir suredir. Bu yazımızda ilk 5 ayetinin  mesajını anlamaya yönelik bir tefekkür çalışması yapmaya gayret edeceğiz , surenin diğer ayetlerini başka bir başlık altında tefekkür etmeye gayret edeceğiz.

 Ikra’bismi rabbikellezî halak(halaka).
 [096.001]  Oku ismiyle o rabbının ki yarattı

Halakal insâne min alak(alakın).
 [096.002]  İnsanı bir alaktan yarattı.

Ikra’ ve rabbukel ekrem(ekremu).
[096.003]  Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir;

Ellezî alleme bil kalem(kalemi).
[096.004]  Ki O, kalem ile öğretti,

Allemel insâne mâ lem ya’lem.
[096.005] İnsana bilmediğini öğretti.

Surenin yapılan tefsirlerinde bu 5 ayetin, ilk inen ayetler olduğu yönünde rivayetler mevcuttur. 
"İkra" kelimesi , "karea" fiilinden türemiş olup toplamak ,cem etmek anlamındadır. Ayetteki bu emri sadece yazılı bir metinden okumak şeklinde anlamak neticesinde ,Muhammed as a gelen vahiy meleğinin onun bir kaç defa sıktığı , ona "oku" dediği onunda "ben okuma bilmem" demesi şeklindeki rivayetler hepimizin malumudur. Bu rivayetler bile bizlerin okumayı nasıl anladığına dair bir örnek olup tek taraflı okumanın kökünün nereye dayandığını bizlere hatırlatmaktadır. Okumak fiilini yazılı bir metin olan kitabın sayfalarındaki yazılardan ibaret görmemek gerektiğini düşünerek, bu emir ile verilmek istenen mesajı biraz açmak istiyoruz.

Allah cc kendisinin kelimelerinin çokluğunu ifade etmek için, denizler yedi deniz daha ona eklenerek mürekkep , ağaçlar kalem olsa bunların yetmeyeceğini beyan etmiştir (18.109/31.27). Allah cc nin yazmakla bitmeyecek olan kelimelerinin bulunduğu alana  kainat adı verilmekte, bu kainatta bir nevi kitap demek olup "kainat kitabı" şeklinde bir terkip kullanmak uygun olacaktır. Vahiy kitapları kainat kitabını okumanın bir klavuzu olarak indirilmiş olup tek taraflı bir okumanın herhangi bir faydası bulunmamaktadır. 

Bugün karşımızda olan en büyük sorun , kainat ayetlerine iman ederek dünyevi güç elde edenlerin vahiy kitabına iman etmemesi , vahiy kitabına iman edenlerin kainat kitabına iman etmemesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Her iki kitab birbirinden ayrılmaz bir biçimde okumaya tabi tutulması gerekmekte , iki kitabın birlikte okunmaması sonucu çıkan sorunlar dün, bugün , yarın her zaman acı örnekleri ile karşımızda durmaktadır.

Müslümanlar olarak bizler okumak denilince sadece yazılı bir metinden, bu işi yapmak şeklinde anlayarak, bu emir ile  ifade edilmek istenen şeyin ne olduğu konusunda eksikliğe düşmüş olmamız bizleri bugüne getirmiştir. Allah cc nin kelimelerinin bulunduğu kainat kitabını okumak şeklinde bir mesajı anlayabilmiş olsaydık okuma alanımızın sadece yazılı metinler ile sınırlı olmaması gerektiği , okuma sınırımızın Allah cc nin yaratmış olduğu her şey olduğunu anlar , kainata bir kitap gözüyle bakar ve "onun adıyla okumak" emrinin nasıl icra edilmesi gerektiğini daha iyi anlardık. 

"Rab" kelimesi ; bir nesneyi tamamlık yani kemal , olgunluk,yetişkinlik aşamasına gelinceye kadar aşama aşama tedricen inşa etmek , besleyip büyütüp yetiştirmek anlamındadır. Alemlerin rabbi olmasının ne demek olduğu bu kelimenin ifade etmiş olduğu anlamda daha net ortaya çıkmaktadır. 

Kur'an geneline baktığımız zaman ,Allah cc den başka rabler edinmenin şirk olduğu vurgusunun bir çok ayette karşımıza çıkması , onun yaratan rab olmasının ne anlama geldiğini anlatmaktadır. İnsanların onun yarattığı kullardan birisini veya bir kısmını rabler edinmiş olmasının ne kadar hatalı bir davranış olduğu onun herşeyin yaratıcısı olmasında yatmaktadır'ki onun yarattıklarını değil, onları yaratanı rab olarak bilin ve kabul edin buyurulmaktadır. 

"Yaratan rabbin adıyla okumak" emrinin nasıl icra edilmesi gerektiğini , önce bu okumayı yapanların başka rablerin adıyla yapmış olmalarından dolayı arz üzerinde meydana gelen fesadı hatırlayarak anlamak mümkündür. Kainat kitabı dediğimiz , Allah cc nin ayetlerini bugün müslümanlar değil , kafirlerin okuyor olması bu okumayı Allah cc nin dışındaki varlıkların dikte ettiği okuma metodu ile okumaları , bu okumalar sonucu elde etmiş oldukları teknolojik üstünlükleri ıslah için değil fesad için kullanmaları okumanın yaratan rab adına olmasının önemini bir kat daha ortaya çıkarmaktadır. 

Allah cc nin kainat kitabındaki ayetleri okuyarak güç ve servet elde edenler bu güçlerini , elçiler vasıtası ile inen kitaplar doğrultusundaki emirler dahilinde kullanmaları gerekirken başka başka rabler ihdas etmişler ve okumalarını bu rablerin emri doğrultusunda gerçekleştirerek dünyayı büyük bir fesada boğmuşlardır. 

Allah cc nin kainat kitabı , elçiler ile gönderdiği vahiy kitabı ile birbirinden ayrılmadan okunmasının önemi yaşadığımız dünyadaki acı örnekler ile ortaya çıkmaktadır. Allah cc nin ikramı olan demiri işleyerek güçlü savaş araçları yapanlar bu gücü Davud ve Zülkarneyn  as lar örneğinde olduğu gibi hayra harcamak yerine , şerre harcayarak dünyevi menfaatlerinin icap ettiği şekilde canavarca kullanmaktadırlar.

Allah cc nin elçisi ile indirdiği kitabını okumak demek, sadece bugünkü klasik şekli ile okumak anlamına gelmez. Kur'an hayat içinde karşımıza çıkan sorunlara karşı nasıl bir durum içinde olmak gerektiğini hatırlatan bir kitabtır. Özellikle kıssa yollu anlatımlar geçmişlerden örneklerden vererek yaşanmışlık içinden bizlerin hayatı okumamızı istemekte , fakat bizler bu ayetleri, okumak kelimesinin ifade ettiği dar anlam içinde görerek yapmış olduğumuz eylemler hayat içinde bizlere herhangi bir davranış örneği olarak yansımamaktadır. 

Vahiy kitabını hakkı ile okuyanlar , kainat ayetlerinide Allah cc nin ayetleri olarak görüp onlarında okunması gerektiğini anlarlar. Kainat kitabını okuyarak dünyevi olarak güç ve servet elde edenler bu gücü , indirilmiş olan kitab ile birlikte okuyarak , arz üzerinde ıslah için yaşamak gerektiğini anlarlar ve böyle bir okuma sonucunda elde edilen gücü ve serveti elde tutanların yaşadıkları dünya fesadın olmadığı , zalimlerin kıpırdayamadıkları bir yer olur. 

"Alak" kelimesi , insanın yaratılış aşaması ile ilgili olarak başka ayetlerde de geçmekte olup , pençeyle bir şeyi sıkıca tutmak, yakalamak , ona sıkıca yapışmak anlamındadır. 

"Elalaku"; boğaza asılı kalan bir kurtçuk , pıhtı halindeki kan anlamındadır.
 "Elılku"; sahibinin kendisine bağlandığı bundan dolayı vazgeçemediği şey.
"Elaliku"; yem torbasının içine konup hayvanın üzerine asılan arpa. 
"Elmaluku" ; yavrusuna şefkat ve sevgi göstererek onun yanından ayrılmayan ona bağlılık gösteren dişi deve.

Kullanımlarından örnekler verdiğimiz bu kelime ile , insanın yaratılış aşamasının anlatılması , tıp ilminin bugünkü gibi bilinmediği bir zaman içinde bu kelimenin ifade ettiği anlam ile izah edilmeye çalışılarak rabbimizin yaratma kudretinin anlaşılması sağlanmaya çalışılmıştır. 

"Kalem" kelimesi ,yazmaya yarayan bir araç  ve bu araçla insanın öğrenmiş olması , Allah cc nin insana bilmediğini öğretmesinin yollarından biri olarak süregelmektedir. Allah cc nin insana bilmediğini öğretmesi demek , insanlığın sahip olduğu bütün bilgi birikiminin kaynağı açısından önemli olup onu öğretene karşı saygı duyulmasını gerektirmektedir. Kişinin dünyada hayatı içinde ona öğretmenlik yapan birisine karşı saygı duyması onun nankör olmadığını göstermesi açısından dikkate alındığında , Allah cc nin kullarına bilmediklerini öğretmesi karşılığında onada saygı duyulması gerektiğini hatırlatır . İnsanın nankör olması burada devreye girerek dünyadaki öğretmenine duyduğu saygı kadar bile ona ve herkese öğretmen olan rabbine karşı nankör davranmasının karşılığını hesab günü alacak olması bile bir çok insanı bu nankörlükten vazgeçirememektedir. 

"Elkeremü" ; insandan zuhur eden övgüye layık olan huyların , davranışların adı olarak nuzül öncesi toplumun kullandığı dil içinde anlamını bulmuş bir kelimedir. Mekke toplumunda böyle bir payeye layık olmak için zengin birisi nesi var nesi yok dağıtarak fakir bir duruma düşmekte , sadece  "elkerim" ünvanına sahip birisi olarak hayatını sürdürmeye devam etmekteydi. Böyle bir arka plan  dahilinde , Allah cc nin kendisini "elekrem" olarak vasfetmesi ve diğer ayetlerde onun yanında olanların asla bitmeyeceği onun "elğaniyy" olduğu hatırlatılarak bu kelime ile ifade edilen durumun kendisini asla fakir duruma düşürmediğini bildirmiştir. 

Burada yeri gelmişken , bir kısım kur'an ehli kişilerin "Allahu ekber" terkibinin kullanılmasının yanlış olduğu şeklinde düşüncelere şahid olduğumuzu hatırlatarak bu konunun alak suresindeki "elekrem" kelimesi üzerinden bir bağını kurarak bazılarımızın ne kadar ilmi ve ciddi!! meseleler ile uğraştığını göstermek istiyoruz. 

Ekber kelimesinin kıyaslama içerdiği iddiası ile "Allahu ekber" şeklinde bir kullanımın yanlış olduğu, doğru olanın "Allahu kebir" şeklinde kullanım olduğu iddiasına karşın "kebir " yani büyük kelimesininde kıyaslama içerdiğini hatırlatmak isteriz. Büyük olan bir şeyin büyüklüğünün diğerine göre olduğu unutulmamalıdır. "Zeyd amr'dan büyüktür" derken amr ile kıyaslayarak bunu söyleriz halbuki Zeyd başka birisi ile kıyaslandığında küçük olabilir. 

Burada unutulmaması gereken bir nokta vardır, Allah cc nin kendisini bize tanıtmak için kullandığı bütün isimleri teşbih yani benzetme içermekte ve aşkın bir varlık olan Allah cc bizlerin zihnimizin algıladığı şeyler ile benzetme yaparak kendisini bize tanıtmaktadır. Hangi ismi olursa olsun o günkü arap toplumunun günlük dil ile ifade ettiği kelimeler üzerinden bu anlatım yapılmıştır. "Allahu ekber" kıyaslama içerdiği için yanlış , "Allahu kebir" kıyaslama içermediği için doğru demek kişinin bu konudaki cehaletinin bir neticesidir. 

"Elekrem" kelimesi ismi tafdil sigasından bir kelimedir , ekber kelimeside aynı sigadan olan bir kelimedir. Ekber kullanmak yanlış ise Allah cc neden kendisi için kıyaslamalı !! olan bir kelimeyi yani ekrem kelimesini neden kullanmış acaba?, bu yanlışı !! nasıl farkedememişte kur'an ehli olduğunu zanneden bir takım zevat bunu farketmiş ve Allah cc ye din öğretmeye kalkıyor.

Sonuç olarak; Muhammed as a ilk olarak nazil olduğu kuvvetli  olan alak s. ilk 5 ayetinde ; hiç bir şey değil iken yaratılan insanı yaratan rabbi ona bilmediklerini kalem ile öğretmiş ve o rabbin en  büyük kerem sahibi olduğu hatırlatılarak , insanın bildiği her şeyin onun öğretisi olduğu ve bu bilgisini onun emri doğrultusunda kullanmasını emretmektedir.  

                                       EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Ümmü'l Kitab Terimi Üzerine Bir Tefekkür

"Ümm" ve "elkitab" kelimelerinin birleşiminden meydana gelen "ümmü'l kitab" terimini anlamak için bu iki kelimenin ifade ettiği anlamdan hareket etmek gerekmektedir. Bu terim , kur'anın anahtar terimlerinden birisidir.

"El ümmü" kelimesi ; babanın mukabili , bir kimseyi doğuran yakın anne ve onu doğuranı doğuran uzak anne anlamındadır. Bir nesnenin mevcudiyetinde, terbiye edilmesinde, yetiştirilmesinde ,ıslahında ya da başlamasında temel teşkil eden her şeye "ümm" denir. Çocuğun dünyaya gelmesinin kaynağı olduğu için, çocuğu doğurduğu için  bu isim verilmiştir. 

"El kitab" kelimesi ; ketebe kelimesinden türemiş olup , iki deriyi dikerek birbirine bağlamak anlamındadır. Yaygın dilde harfleri birbirine eklemek anlamında kullanılır. Ağızdan birbiri ardınca eklenerek çıkan harflere de kitab denilmektedir. Kitab kelimesi yaygın anlamda , bilginin unutulmamasını ve korunmasını sağlamak amacıyla yapılan bir işlemi de ifade etmektedir.

Elkitab kelimesi, kur'anda geniş bir kullanım alanına sahiptir. Yazımızın konusu olan terkip bağlamında düşünecek olursak, bu kelimenin ifade ettiği anlam teşbihi olarak kullanılmış olup , şahid olduğumuz alan içinde kitab kelimesinin, yazılan bir şeyin uzun süre korunması , bilginin kaybolmaması,konulmuş kuralların muhafaza edilmesi gibi bizim için ifade ettiği değer üzerinden bir benzetme yapılarak, ne anlama geldiği anlaşılabilir. Allah cc indinde bildiğimiz anlamı ile yazılı iki kapak arasına muhafaza edilmiş bir materyal olmayıp, bu kelime ile ifade edilmiş olması, bizler için ifade ettiği anlamdan hareket ederek anlaşılma kolaylığı sağlanmasıdır. Bu terkibin geçtiği ayetler ise şunlardır. 

 [003.007]  Sana Kitap'ı indiren O'dur. Onda Kitap'ın anasından(ümmü'l kitab) olan muhkem ayetler vardır, diğerleri de müteşabih tir. Kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların müteşabih olanlarına uyarlar. Oysa onların yorumunu ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar: «Ona inandık, hepsi Rabbimiz'in katındandır» derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünür;
[013.039]  Allah dilediğini siler ve dilediğini bırakır. Ve kitabın anası (ümmü'l kitab) O'nun katındadır.
[043.004]  O, katımızda bulunan kitabın anası (ümmü'l kitab) mevcut, yüce ve hikmetle dolu bir kitaptır.

Kur'anda 3 ayet içinde geçen bu terkibi anlamak için "elkitab" terimi ile kast edilenin ne olduğunun anlaşılması gerekmektedir. 

"Kitab" kelimesinin bizim zihnimizde çağrıştırdığı anlamlardan biriside , uyulması gereken kuralların yazılı olduğu materyaldir. Allah cc bu çağrışımdan yola çıkarak , yarattığı kainat üzerine koymuş olduğu tüm kuralların adına "elkitab" demiştir. Bu kelimenin kur'anda geniş bir kullanım alanı olduğunu tekrar hatırlatarak , arz üzerinde yaşayan insanların uyması gereken kurallar, seçilen elçiler vasıtası ile , Allah cc tarafından indirilmiş ve bunların adına da "elkitab" denmiştir.

Allah cc yaratmış olduğu varlıklar üzerinde geçerli olan kurallar koymuştur. İnsan dışındaki varlıkların tabi oldukları yasalara "tekvini yasalar" , insanların tabi oldukları yasalara "teşrii yasalar" şeklinde kategorize etmek mümkündür. Meydana gelen bütün olaylar bu yasaların bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Tekvini yasalara varlıkların isyan etmesi asla mümkün değildir , mesela güneş , kuşlar, ağaçlar ,yıldızlar vs onun tarafından konulan bir yasa çerçevesinde işlevlerini sürdürmektedirler. Teşrii yasalar dediğimiz insanlar için elçiler aracılığı ile konulmuş olan yasalara , insanlara verilen irade serbestiyeti gereği inanmak veya inanmamakta bir zorunluluk konmamış olup , inanan ve inanmayanların alacakları karşılıklar hebr verilmiştir.

"Ümm" kelimesinin ; "bir şeyin meydana gelmesine temel kaynak teşkil eden şey" olduğunu hatırlayacak olursak , "ümmü'l kitab" (kitabın anası) terimine  , kainattaki tüm varlıkların tabi olduğu yasaların çıkış yeri şeklinde anlam vermek mümkündür. Bu çıkışın kaynağı Allah cc olup, bütün varlıklar üzerinde yegane hüküm koyucu olarak kendisi böyle bir yetkiye sahiptir.

"Ümm'ül kitap" yani bütün kitapların çıkış kaynağı, Allah cc nin insanlar için belirlediği kuralları ilettiği beşer elçilerine indirmiş olduğu vahyinde kaynağıdır. Yaratılmış olan bütün insanlar istisnasız olarak , kendilerini yaratan tarafından fıtratlarına yüklenmiş olan bir takım bilgilere haiz olarak doğarlar,bu bilgilerede "elkitab" denilmektedir. 

İnsanlar içinden seçilerek , kendilerine "elkitab" vahyi indirilen beşer elçilere aynı zamanda insan olarak yaratılmışlıklarından gelen fıtri bilgi olan "elkitab" bilgisi de verilmiştir. Resuller elkitab vahyi alma ve elkitab bilgisine sahip olma bakımından diğer insanlardan farklılık arzetmektedirler. Diğer insanlar sadece elkitab bilgisine sahip olmakta olup yaşadıkları hayat içinde fıtri olarak yaptıklarışeyler , sahip oldukları bilgi ile meydana gelmektedir. Seçilmiş resullere indirilen elkitab vahyi , diğer insanların sahip oldukları elkitab bilgisini yani o bilgiyi kullanırken uymaları gereken sorumluluklarını hatırlatmaktadır.
 
Al-i imran s. 7. ayette geçen bu terim , Muhammed as a indirilen elkitab ayetlerinin "muhkem" kategorisine giren, sadece beşer elçilere inen sözlü vahiylerin kaynağının "ümm'ül kitab" , bütün kitabların yani bütün bilgilerin çıkış kaynağı olduğu bildirilmektedir. Zuhruf s. 4 ayetinde geçen bu terkip aynı şekilde , elçilere inen elkitab vahyinin çıkış kaynağının neresi olduğunu anlatmaktadır. Rad s. 39. ayetinde "dilediğini siler ve bırakır" şeklindeki ifadenin silinme ve bırakılmanın ümm'ül kitab ta olan yani kainata konulmuş olan kurallar çerçevesinde gerçekleşeceği , keyfi bir dileme asla olmadığı, silinme ve bırakılmanın haketmeye bağlı olduğu anlatılmaktadır. Buruc s.22 ayetindeki levhi mahfuz terimi ,21. ayette anlatılan kitabın kaynağı için kullanılan bir terim olup , ümmü'l kitab ile aynı anlamdadır. 

Sonuç olarak; kur'anda ki anahtar terimlerden biri olan ümmü'l kitab (kitabın anası) terimi , ümm kelimesinin bir şeyin çıkış kaynağı olmasından hareketle , elkitab olarak vasıflanan, Allah cc nin varlıklar üzerinde koymuş olduğu kuralların bütününü anlatan kelime ile bir terkip haline getirilmiş , varlıkların tek yaratıcısı olması nedeniyle o varlıklar üzerinde yegane tasasrruf sahibi olan Allah cc nin o varlıklara koymuş olduğu yasaların , "elkitab" kelimesi ile bizim zihnimizdeki yansımasından hareketle teşbihi anlamda anlatılması olup , Allah cc nin bilgisinin kayıtlı olduğu ve kainattaki tüm varlıklar ile ilgili bilgilerin çıkış kaynağının anlaşılması için kullanılmış bir terimdir. 

"Ümmü'l kitab" terimi varlık alanına dahil olan herşeyin bilgisinin sahibinin Allah cc olduğu ve varlıklara buradan bu bilgilerin aktarıldığını anlatmaktadır. İnsanın sahip olduğu bütün bilgilerin , Allah cc nin ana kitabından ona öğretilenler olduğu , hiçbir bilginin onun bilgisi dışındaki başka bir kaynaktan olma ihtimalinin asla olmadığı bizlere hatırlatılarak o bilgiyi nerede ve nasıl kullanacağımız yine ümmü'l kitab tan indirilen vahiy kitapları ile bizlere hatırlatılmıştır.  

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

20 Haziran 2014 Cuma

Siyam (Oruç) Ayetleri Etrafında Bir Tefekkür Çalışması

Siyam'ın (oruç) Allah cc nin kulları üzerine yazmış olduğu yükümlülüklerden birisi olduğu 184-187. ayetler arasında beyan edilmektedir. Bu durum Kur'anda bizlere de yüklenmiş olup Ramazan ayı içinde bu vazife ifa edilmeye çalışılmaktadır. Bu yazımızda oruç ile ilgili ilmihal bilgilerinden ziyade, bu konunun Kur'an ayetleri çerçevesinde anlatımı üzerinde durmaya çalışacağız. 

Yâ eyyuhellezîne âmenû kutibe aleykumus sıyâmu kemâ kutibe alellezîne min kablikum leallekum tettekûn(tettekûne).

 [002.183]  Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi, sıyam (oruç), size de yazıldı (farz kılındı) . Umulur ki sakınırsınız.

"Savm" kelimesi ; yemek ,konuşmak ,yürümek türünden bir fiili yapmaktan kendini tutmak geri durmak anlamında bir kelimedir. Gitmekten , veya yemden kendisini geri tutan ata "saimun" denmiştir. Sakinleşen durgunlaşan rüzgara , güneşin ğöğün ortasında durduğu düşünülerek öğle vaktine de "savmun" denmiştir.
"Mesametül feres" = atın ayakta durduğu yer.

Bakara s. 183. ayetinde sıyamı öncekilere yazdığı gibi bizlere de yazdığını bildiren Rabbimiz sıyam içinde olmamız gereken zamanı şu şekilde bildirmiştir. 

 Şehru ramadânellezî unzile fîhil kur’ânu huden lin nâsi ve beyyinâtin minel hudâ vel furkân(furkâni), fe men şehide minkumuş şehra fel yesumh(yesumhu), ve men kâne marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar(uhara) yurîdullâhu bikumul yusra ve lâ yurîdu bikumul usra, ve li tukmilûl iddete ve li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).

 [002.185] Ramazan ayı. İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve hak ile batılı birbirinden ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur'an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahid olursa artık onu tutsun. Kim de hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun) . Allah, size kolaylık diler, size zorluk dilemez. (Bu kolaylığı) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah'ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.

"Şehr" kelimesi; "hilalin görünmesi ile güneşin bir noktadan yine aynı dönüşünden oluşan on iki cüzden birinin göz önünde bulundurulmasıyla meşhur açık aşikar herkesçe bilinen müddet süre" (El müfredat) anlamında bir kelimedir . 

Yasin s. 39. ayetinde " Ay'a gelince, biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü" buyurulması, ayın ilk gününün hilal ile başlayacağını haber vermesine bu durumun insanlığın ortak hafızasının bilgi birikimi olmasına rağmen bir takım insanların "Şehr" kelimesi ile ilgili olarak ve ayın başlangıcının dolunay zamanından itibaren başlaması gerektiği gibi absürt yaklaşımları eleştirilmeye bile değmeyecek derecede absürt bir düşünce olduğunu kısaca hatırlatmak isteriz. 

Kur'an nazil olmadan önce insanların bildiği bir duruma göre inen ayetler üzerinde eğip bükmek sureti ile oruç hakkında bir takım çıkarımları da bulunup kendilerince bir oruç tarifi getirenleri Allah' a havale edip biz doğru bildiğimizi paylaşmaya devam ediyoruz. 

Tevbe s. 36. ayetinde "Doğrusu Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günkü Allah yazısında on iki aydır" buyurması, koymuş olduğu bir kanun olup bütün insanlık bu kural içinde tespit edilmiş bir düzende hayatlarını sürdürmektedirler. Yunus s. 5. ayetinde "Güneşi ışıklı ve ayı nurlu yapan; yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için, aya konak yerleri düzenleyen O'dur. Allah bunları ancak gerçeğe göre yaratmıştır; bilen millete ayetleri uzun uzadıya açıklıyor." buyurularak, güneş ve ayın bizler için faydalarından birisininde zamanı hesaplamamız olduğu bildirilmiştir. Bu durum insanlığın ortak yönlerinden biri olup ilk insandan  kıyamete kadar böyle devam edecektir. 

"Şehri ramazan" denilince, bir yılın 12 aylık cüzlerinden bir ay olup, Kur'anın bu ay içinde nazil olmaya başladığı hatırlatılarak üzerimize yazılan "savm" ın bu ay içinde tutulması gerektiği emredilmektedir. Hasta veya seferde olanlara bir muafiyet getirilerek , hastalığı bittiği veya seferden döndüğü zaman o ay içinde tutamadıklarını , yerine getirmeleri emredilmektedir.

Rabbimiz bize böyle bir kolaylığı , bize zorluk çıkarmak istemediği , Ramazan ayı içindeki günler kadar tutmamız gerektiği için eksik kalanı Ramazan dışında tamamlamak imkanı verdiği için olduğu ve hidayet üzere olmanın bir gereği aynı zamanda onun böyle bir emre uyarak onun büyüklüğünü kabul ettiğimizi göstermemiz için olduğunu beyan etmektedir.

Sıyam'ın onun bizlere yüklemiş olduğu kulluk vazifelerinden birisi olup, herhangi bir özre sahip bulunmayan kişi, buna bayanların adet halleri de dahildir bu ayı sıyamlı olarak geçirmeleri bir kulluk borcudur. Özür hali ile ilgili biraz daha detaylı bilgiler 184. ayet içinde beyan edilmektedir. Bayanlar adet halinde eğer kendilerinde herhangi bir rahatsızlık hali olmadığını düşündükleri zaman oruçlarını tutmalarından herhangi bir sakınca yoktur. "Adetli bayanın oruç tutması haramdır" şeklinde ortaya atılan bir düşünce, Kur'andan onay alan bir düşünce olmayıp, adet hali kendisine herhangi bir rahatsızlık vermediği sürece, adetli bir bayan orucu tutmak zorundadır.

 Eyyâmen ma’dûdât(ma’dûdâtin), fe men kâne minkum marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar(uhara) ve alellezîne yutîkûnehu fidyetun taâmu miskîn(miskînin), fe men tatavvaa hayran fe huve hayrun leh(lehu), ve en tesûmû hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).

[002.184] İçinizden kim hasta ya da yolcu olursa tutmadığı günler sayısınca sonraki günlerde oruç tutar. Oruca dayanamayanların bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermeleri gerekir. Kim gönüllü olarak bundan daha fazlasını verirse, bu onun için daha hayırlıdır. Ayrıca, eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

Hastalık ve sefer hali durumunda olanlardan bu durumları kalkınca tutamadığı gün sayısı kadar diğer günler tutması beyan edildikten sonra , "yutikunehu" kelimesi etrafında bazı farklı görüşlerin olduğu göze çarpmaktadır. İlk bakışta oruca gücü yetip te bunu yerine getirmeyenlerin fidye vererek bu yükümlülüğü yerine getirmiş olacakları gibi bir düşünce bir kısım insan tarafından anlaşılır olmuştur. Bir kısım insan'da böyle bir fidyeyi bir ay oruç tutanların bu tutma şükrünü ifa etmek için vermeleri gerektiği gibi bir düşünce oldukları da görülmektedir. Bu düşüncelere katılmadığımızı söyleyerek doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi ortaya koymaya çalışalım.

"Tavqun" kelimesi; güvercin gerdanlığı halkası gibi yaratılıştan olsun veya altın ve gümüş gerdanlık gibi el sanatı sonucunda elde edilmiş olsun boyuna takılan şeyi ifade eder. (elmüfredat)

Bu kelimenin anlamını, al-i imran s.180. ayetindeki kullanımından yola çıkarak anlamak mümkündür.

 [003.180] Allah Teâlâ'nın kendilerine fazlından olarak verdiği şeyde cimrilik edenler bunun kendileri için bir hayır olduğunu sanmasınlar. Hayır... Bu onlar için bir şerdir. O cimrilik ettikleri şey, Kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır (seyutavvikune). Ve göklerin ve yerin mirası Allah Teâlâ içindir. Ve Hak Teâlâ yaptığınız her şeyden tamamıyla haberdardır.

Bu ayette kendilerine verilenleri cimrilik ederek sakınanların , kıyamet günü uğrayacakları akıbet hatırlatılarak cimrilik ettikleri şeylerin boyunlarına asılacakları anlatılmaktadır. Boyuna asılan şeyin taşımakta zorluk çekilmesi ve insana olan meşakkati ile bir bağ kurularak, bakara s. 184. ayetindeki "yutikunehu" kelimesinin anlamı anlaşılabilir. 

Kişinin boynuna asılmış olan oruç yükünü zor taşıması, bunu taşımaya güç yetirememesi onun bu yükten fidye vererek kurtulacağını bildirir , bu ayet ile ilgili meallere baktığımız zaman bu anlam üzerinde yoğunlaşıldığını görmekle beraber şaz düşünce diyebileceğimiz farklı olmak adına söylendiğini düşündüğümüz sözlere de şahid oluyoruz. 

Allah cc "yutiqunehu" kelimesi ile ifade edilen "güç yetirememe" durumunu insanların kendi vicdanlarına bırakmıştır. İnsanların yapıları birbiri ile farklılık arz etmesinden doğan durum gereği, kişinin oruç tutmaya güç yetirip yetiremediğine kendi vicdanında herhangi bir rahatsızlık duymadan karar vermesi gerekmektedir. 

Kullarının gizli ve açık her şeyini bilen Rabbimiz bırakılmış olan bu açık kapıyı art niyetli insanların kullanmasına izin vermek için değil kulları için kolaylık dilemesinin bir gereğidir. Bugün bazı insanların ayeti yanlış yorumlayarak gücünün yettiği halde oruç tutmadan fidye vererek bu görevi yerine getirdiklerine dair olan inançları verilen ruhsat konusunda yanıldıklarını göstermektedir.

Uhılle lekum leyletes sıyâmir refesu ilâ nisâikum hunne libâsun lekum ve entum libâsun lehun(lehunne) alîmallâhu ennekum kuntum tahtânûne enfusekum fe tâbe aleykum ve afâ ankum, fel âne bâşirûhunne vebtegû mâ keteballâhu lekum, ve kulû veşrabû hattâ yetebeyyene lekumul haytul ebyadu minel haytıl esvedi minel fecri, summe etimmus sıyâme ilel leyli, ve lâ tubâşirûhunne ve entum âkifûne fîl mesâcid(mesâcidi), tilke hudûdullâhi fe lâ takrabûhâ kezâlike yubeyyinullâhu âyâtihî lin nâsi leallehum yettekûn(yettekûne).

[002.187]  Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin için, siz de onlar için bir elbisesiniz. Sizin nefislerinize hıyanet eder olduğunuzu Allah bildi de tevbenizi kabul edip, sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın hakkınızda yazdığını isteyin. Sizin için şafağın beyaz ipliği, siyah ipliğinden seçilinceye kadar yeyin, için sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde i'tikafta bulunduğunuz zaman, kadınlarınıza yaklaşmayın. Bu Allah'ın hudududur. Sakın onlara yaklaşmayın. İşte Allah ayetlerini insanlara, korunsunlar diye böyle açıklar.

Bakara s. 187. ayetinde kadınlara yaklaşmanın oruçsuz olunduğu zaman olan geceleri helal kılınması, gündüzleri kadınlara yaklaşmanın haram olduğunu gösterir. Bu konu ile alakalı olarak, önceki ümmetlere geceleri bile kadına yaklaşmanın haram olduğu, bu hükmün kur'an ile neshedildiği şeklinde bir düşünce ortaya atıldığını görmekteyiz. 

Allah cc nin yaratmış olduğu insan fıtratı ilk insandan beri değişme göstermediğine göre , Allah cc nin bizlerin böyle bir yasağa güç yetiremeyeceğimizi bildiği halde ve kimseye gücünün üstünde yük yüklemediği şeklindeki sözüne göre bizden öncekilere böyle bir haramlılığın olmasına ihtimal dahi olması mümkün değildir. Madem oruç bizden öncekilere yazıldığı gibi bize de yazıldı, onlara haram olan bir şeyin bizlere helal olması asla  düşünülemez onlara helal olduğu gibi bizlere de helal kılınmıştır.

Ayet içinde oruca başlama ve bitirme zamanları beyan edilip bu zamanlar haricinde yenilip içilmesi emredilmekte olup , bu zamanlar içinde yeme , içme ,cinsel ilişkinin haram olduğu çok açık bir biçimde anlaşılmaktadır. Geceleri helal olan kadınlara yaklaşmak , kişinin mescid de itikaf halinde bulunduğu süre içinde iken bu zaman zarfı içinde haramdır. Bu emirlerin Allah cc nin çizmiş olduğu sınırlar olduğu ve o sınırların ihlal edilmemesi gerektiği beyan edilmesi ile kur'anın oruç ile ilgili bilgileri burada son bulmaktadır.

Sonuç olarak; kur'anın sıyam (oruç) ile ilgili olan ayetlerinden anladığımız şey , sıyam'ın bizden öncekilere yazıldığı gibi bizlere de yazılmış olan bir kulluk görevi olduğu anlaşılmaktadır. Bu görev'in Kur'anın nazil olmaya başladığı Ramazan ayı içinde , imsak vakti dediğimiz zaman'dan başlayarak akşam vaktine kadar yeme , içme ve cinsel ilişkiden kendinin tutmak şeklinde olacağını yine ayetlerden öğrenmekteyiz. Tabi ki kendini yeme içme gibi eylemlerden uzak tutmak geri kalan yanlış işleri yapabilme serbestiyetini vermez , özellikle açlık ve sigaraya dayanamayan bir takım insanların oruçlarını fırsat bilerek kırıcı davranışlarda bulunması bu görevin sıhhatine zarar verdiği hatırdan çıkarılmadan orucun sadece mideyi aç tutmak şeklinde bir ibadet olduğu zannına kapılınmamalıdır.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.