terimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
terimi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Aralık 2016 Pazartesi

Hicr s. 87. Ayetinde Geçen Seb'ul - Mesani Terimi Üzerinde Bir Düşünce Çalışması

                                                      وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِّنَ الْمَثَانِي وَالْقُرْآنَ الْعَظِيمَ

                        [015.087]  Andolsun, sana çiftlerden yediyi ve yüce Kur'an'ı verdik.

Bu ayetin tefsirlerine bakıldığında ayet içinde geçen "Seb'ul - Mesani" deyiminden kast edilenin, Fatiha suresi olduğu yönünde görüşler ağırlıkta olup , bu anlam bazı meallerde dahi o şekilde geçmektedir. Bu terim ile kast edilen şeyin Fatiha suresi olduğu, sadece müfessirlerin yorumu olup , tefsirlerde bu terim hakkında farklı yorumlarında olduğu bilinmektedir. 

Fakat ağırlıklı olarak tercih edilen görüş, bu terimin Fatiha suresini işaret ettiği yönündedir. Biz "Seb'ul - Mesani" terimi ile kast edilenin Fatiha suresi olduğu yönünde yapılan yorumlara yanlış olduğu gerekçesi itiraz etmemekle birlikte , bu yorumu meallere aksettirmenin yanlış olduğunu , bu deyimin mealini koymak yerine , yorum olarak "Fatiha suresini verdik" şeklinde yapılan meallere itirazımız olduğunu hatırlatmak istiyoruz.

Hicr suresinin Mekke'de nazil olduğu herkesçe malumdur. Mekki surelerin özelliklerinden bir tanesi , müşriklerin baskı ve zulmüne karşı, Muhammed (a.s) ve ona iman  edenlere moral desteği veren ayetlerin içinde barındırmış olmasıdır. Mekke müşrikleri Allah ve elçisine kafa tutma yetkisini ve gücünü , elinde bulundurdukları siyasi ve ekonomik servetten kaynaklanan öz güvenlerinden almakta olduğu malumdur .  Onların bu şımarıklığına dikkat çeken bir çok ayet , müşriklerin mal ve evlat çokluğuna olan güvenlerinin, hesap günü para etmeyeceğini bildirmektedir. 

 [023.055-6]  Kendilerine verdiğimiz servet ve evlatlarla iyiliklerine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller!

[068.010-6] Sakın uyma: Servet ve hanedan sahibi diye, o bol bol yemin eden, değersiz adama! O gammaz, söz gezdiren, hayrın önünü kesene, o saldırgana, günaha dadanmışa! Şerefsiz, kaba, bir de soysuz olana. Kendisine âyetlerimiz okunduğunda «Bu eski insanların masalları!» diyene, yakında onun burnunu dağlayıp damga basarız.

Allah (c.c) elçisine verdiklerinin onların yanında olanlardan daha hayırlı ve daha değerli olduğunu beyan ederek , onların göz kamaştırıcı zenginliklerine tamah etmemesini emretmektedir. 

[020.131]  Kendilerini sınamak için, dünya hayatının süsü olarak bol bol geçimlik verdiğimiz kimselere sakın göz dikme, Rabbinin rızkı daha iyi ve daha devamlıdır.

Hicr s. 87. ve 88. ayetlerinin de bu bağlamda okunması ve anlaşılması gereken ayetler olduğunu söyleyebiliriz. 

[015.087] Andolsun, sana çiftlerden yediyi ve büyük Kur'an'ı verdik.
[015.088]  Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma, mü'minler için de (şefkat) kanatlarını ger.

Allah (c.c) elçisine verdiği şeyin değerine dikkat çekerek , başkalarının elinde olan şeylerin, onun elindeki olan ile kıyaslanamayacak kadar değerli olduğuna dikkat çekmektedir. Bu noktada 87. ayet içinde geçen "Seb'ul - Mesani" terimi ile kast edilenin ne olduğu ile ilgili yorumlar ortaya çıkmaktadır. 

Tefsirlerin bir çoğunda bu terim ile kast edilenin Fatiha suresi olduğu olduğu yönünde yorumlara rastlamakla birlikte , bu terim ile kast edilenin Kur'an'ın kendisi , Kur'an'ın yedi uzun suresi olduğu yorumlara da rastlamak mümkündür. Hicr suresinin Mekke'de nazil olması ve yedi uzun surenin içinde Medine'de nazil olan surelerinde bulunması nedeniyle , bu terim ile kast edilenin Kur'an'ın yedi uzun suresi olduğu yorumlarının, isabetli olduğunu söylemek zordur. Ayet içinde Kur'an'ın kendisinden zaten bahsedilmiş olması , bu terim ile kast edilenin Kur'an'ın kendisi olduğu yorumlarının da isabetsiz olduğunu söyleyebiliriz.  

Fatiha suresinin zaten Kur'an içinde bir sure olduğunu hesaba kattığımız da , bu terim ile kast edilenin Fatiha suresi olması da pek mümkün görünmemektedir. Fakat bu itirazımıza Ahzap s. 7. ve Bakara s. 98. ayetlerinde, hem bütünden bahsedilmesi ve aynı zamanda bütün içindeki bir cüzden bahsedilmiş olması delil olarak sunularak , Hicr s. 87. ayetinde hem bütün olarak Kur'an'dan, hem de cüz olarak Kur'an içinde bir sureden bahsedilmiş olabileceği yönünde cevap gelebilir. 

Sözü fazla uzatmadan , Hicr s. 87. ayetindeki "Seb'ul-Mesani" terimi hakkındaki düşüncelerimize geçmek istiyoruz.

"Seb'un" ; Altı dan bir sonraki , sekiz den bir önce sayıya verilen ad olmakla birlikte , güç ve kuvvet anlamına sahip olması bakımından yırtıcı hayvanlara verilen bir isimdir (Maide s. 3). Bu anlamdan hareketle "Seb'ul" kelimesine "güç kuvvet" anlamı da vermek mümkündür. Ayrıca bu sayının çokluğu ifade etmesi bakımından Kur'an içinde kullanımları bulunmaktadır.

"Mesna" ; Bükülmek , kıvrılmak , katlanmak ve tekrar edilmek suretiyle ikilenen veya başka bir şey eklemekle takviye edilen herhangi bir şeye verilen isimdir.


Muhammed (a.s), tarih boyunca tekrarlanan resuller halkasının sonuncusu olmakla bu halkaya eklenen bir kişi , bu halkanın tekrar edilen bir kişisi , ve Tevhit inancını takviye etmekle görevli bir elçi olduğu konusunda bütün Müslümanlar fikir birliği içindedirler.

Mesani kelimesine, elçiler zincirinin tarih boyunca tekrarlanan bir ferdi olması nedeniyle Muhammed (a.s) a verilmiş olan elçilik görevi anlamını vermek mümkündür. 

Hicr s. 87. ayetindeki "Seb'ul - Mesani" terimine "Elçilik Gücü" anlamı vermek mümkündür ve bu anlamı kullanarak bu ayete şöyle bir anlam verebiliriz. 

And olsun sana elçilikten bir gücü ve yüce Kur'an'ı verdik.

[015.088]  Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma, mü'minler için de (şefkat) kanatlarını ger.

Böyle bir anlam, 88. ayetteki müşriklerin elinde bulundurdukları güce neden meyletmemesi gerektiğine dair olan emrin gerekçesinin, 87. ayette anlatılmış olduğunu da gösterecektir.

Hicr s. 87. ve 88. ayetlerini birlikte okuduğumuz zaman Muhammed (a.s) a şöyle bir emrin verilmiş olduğunu anlayabiliriz ;

Ey Muhammed , sakın o müşriklerin elinde bulunan güç servete gözünü dikme , onların elinde bulunan güç ve servet senin gözünü korkutmasın. Biz sana onların elinde bulunandan daha değerli olan elçilik gücü ve yüce Kur'an'ı verdik.

Mesani kelimesi "Kitaben Müteşabihen Mesaniye" şeklinde (Tekrarlanan benzer kitap) Zümer s. 23. ayetinde de geçmektedir. Buradaki Mesani kelimesini yine önceki kitaplar ile alaka kurarak , Kur'an'ın önceki kitapların tekrarlanan bir benzeri olduğunun ifade edildiğini anlamak mümkündür.

Sonuç olarak : Hicr suresi 87. ayetinde geçen "Seb'ul - Mesani" terimi ile kast edilenin , ağırlıklı görüş olarak Fatiha suresi olduğu herkesçe malumdur. Bu yoruma katılmamakla birlikte "Kesin yanlıştır" şeklinde bir iddia ile katılmadığımız yorumları mahkum etmeye hakkımız olmadığını da bilmekteyiz. Yoruma açık bir ayet olduğu , tefsirlerde bu ayet içinde geçen terim ile ilgili farklı yorumların yapılmış olduğundan anlaşılabilir.

Bu terim ile kast edilen anlamın Fatiha suresi değil , Muhammed (a.s) a verilmiş olan ve tarih boyunca tekrarlanan elçilik görevi olduğunu düşünmekteyiz. Bizim düşüncemiz bu terimin diğer yorumları gibi bir yorum olup , kesin doğru olduğunu iddia etmediğimizi hatırlatmak isteriz. 

                               EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Nisa s. 24. Ayeti Muhsanat Terimi ve Mut'a Nikahı

Nisa s. 24. ayeti , 22 ve 23. ayetten beri süregelen evlenilmesi haram olanlar  ile ilgili olan ayetin devamı olup , bu ayet içinde evlenilmesi haram olanlara dahil olan evli kadınlara bir istisna getirilerek "meleket eymanüküm" hariç denilmektedir  , bu ayetin , islam dünyasında tartışmalara konu olan mut'a nikahına cevaz verdiği şeklinde yorumlara neden olan kısım ile ilgili düşüncelerimizi paylaşacağız.

Vel muhsanâtu minen nisâi illâ mâ meleket eymânukum, kitâballâhi aleykum, ve uhille lekum mâ varâe zâlikum en tebtegû bi emvâlikum muhsinîne gayra musâfihîn(musâfihîne). Fe mâstemta’tum bihî minhunne fe âtûhunne ucûrehunne farîdah(farîdaten). Ve lâ cunâha aleykum fîmâ terâdaytum bihî min ba’dil farîdah(farîdati). İnnallâhe kâne alîmen hakîmâ(hakîmen).

[004.024]  Kadınlardan evli olanlar ile evlenmeniz de. Sağ ellerinizin sahib oldukları müstesna. Bunlar; Allah'ın size farz kıldığı hükümlerdir. Geriye kalanları ise; zinadan kaçınıp iffetli yaşamanız şartı ile mallarınızla istemeniz size helal kılındı. Onlardan yararlandığınızın karşılığı olarak kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Kararlaştırdıktan sonra, aranızda anlaştığınız hususta size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz ki Allah, Alim, Hakim olandır.

Muhsanat kelimesi ; kale , hisar anlamına gelen "elhısnü" kelimesinden türemiştir. "İmraetün hasanün" kelimesi ; iffetli , namuslu veya kocasının koruması altında bulunan kadın için kullanılır. 
İffeti , namusu, evliliği veya benimsediği şeriatı vr hürriyeti gibi bir maniden dolayı koruma altında olan kadınlara "elmuhsanat" denmiştir. 

Kur'anda 4.24.25/5.5/24.4/24.23 olmak 5 ayette geçen bu terim kelimenin anlamına uygun olarak ayet içindeki sibakından ne anlama geldiği anlaşılır. 

Nisa s. 24. ayetinde geçen "elmuhsanat" ,evli kadınlar anlamında olup, bu durumda olan kadınlarla evlenilmesi haram kılınmış , bu durumdan , "meleket eymanüküm" statüsünde olanlar hariç tutularak onlarla evlenmek helal kılınmıştır. Köle ve  cariyelik konusunda bazı kesimlerden gelen itirazlar bu konuya bu günkü anlayışlar açısından bakılması neticesinde garip karşılanmaktadır , konuya tarihsel arka plan açısından bakıldığında itiraza mahal olacak bir tarafı görülmemektedir.  

Savaş insanlığın ilk günlerinden beri süren bir realite olup tarih içinde süren savaşlar kendi içinde bir hukuk meydana getirmiştir. Esir edilmek sureti ile düşman ordusundan insanların elde edilmesi bu durumu bir hukuk çerçevesine bağlanmasını gerektirmiştir. Fidye almak , köle edinmek sureti ile onlardan faydalanmak bu hukuk içinde geçerli olan bir durumdur.    

Aynı durum araplar içinde geçerlidir ve kur'anın nazil olma öncesi yürürlükte olan bir duruma, kur'an düzenlemeler getirmiş ve onlara iyi davranılması yönünde tavsiyelerde bulunmuştur. İçki meselesi gibi tedrici bir kaldırma sözkonusu olmasa bile özellikle suçların kefaretinde köle azad edilmesi şekliyle onların özgürlüklerine kavuşturulmasını teşvik etmiştir. 

"meleket eymanüküm" terimi sağ ellerinizin sahip olduğu anlamında bir kelimedir ve bu kelime bir çok ayette kullanılmıştır. Nuzül dönemi arap toplumunda bu statü altına girmiş olmanın şartlarından birisinin savaşta esir edilmek sureti ile olduğu ahzab s. 50. ayetinden anlaşılmaktadır.

 
[033.050] [ON] Ey Peygamber! Şüphe yok ki, Biz sana helâl kıldık, mehirlerini verdiğin zevcelerini ve Allah'ın sana ganîmet olarak verdiğinden mülk-i yeminin olan cariyeleri ve seninle beraber hicret etmiş bir amcan kızlarını ve hâlan kızlarını ve dayın kızlarını ve teyzen kızlarını ve bir de imân etmiş bir kadın, eğer nefsini peygambere bağışlarsa peygamber de onu taht-ı nikâhına almak isterse o da sâir mü'minlere değil (ey Peygamber) sana mahsus olmak üzere helâl kılınmıştır. Onların (diğer mü'minlerin) üzerine zevceleri ve sağ ellerinin malik olduğu (cariyeleri) hakkında ne farzetmiş olduğumuzu elbette bilmişizdir. Sana bu böyle bir âile teşkilini helâl kıldık, tâ ki senin üzerine bir darlık olmasın. Ve Allah yarlığayıcı, bağışlayıcıdır.

Nisa s. 24. ayette bunlardan evli olanlar ile evlenilme serbestiyetinin  nasıl uygulanabileceği üzerinde duralım. Evli olupta savaşta esir durumuna düşen ve "meleket eymanüküm" statüsüne dahil olan bir kadın öncelikle cinsi bir meta olarak asla görülmemelidir. Cinsi bir meta olarak görülmüş olsa evlenmek sureti ile onlarla ilişki kurulması emredilmezdi , böyle bir emir onların insan olma gerçeğini göz önüne alınması anlamına gelmektedir , bu konunun daha sonraki yıllarda mecraından çıkarılarak cariyelik adı altında adeta cinsi bir meta haline getirilmiş olması ayetlerin delaleti ile asla değildir.

Bilindiği gibi nikahın en önemli şartı iki tarafında rızasının gözetilmesidir. Kadının rızası olmayan bir evlilik akdi geçerli olmaz, zorla nikah altına almak sureti ile o kadınlardan faydalanmaya kalkmak asla doğru değildir. Meleket eymanüküm statüsünde olan bir kadın eğer evli olup eşi ile birlikte esir durumuna düşmüş  ve eşinden ayrılmak istemez ise onu zorla eşinden ayırıp başkası ile nikahlamak caiz olmaz . Kadının esir olması onun bir takım hakları olduğunun gözardı edilmesini asla gerektirmez. Kadın eğer kendi rızası ile bir başkası ile evlenmek isterse kur'anın boşanma ile ilgili süreci uygulanmadan o kadın bir başkası ile asla nikah altına alınamaz ve kadın boşanmış sayıldığı zaman istediği takdirde bir başkası ile nikah akdi yapabilir. Kadına esir muamelesi yapıp onun rızası hilafına bir başkası ile evlendirmek o kadına yapılan bir zulum olup onlara iyi davranmayı emreden ayetlere muhalefet anlamına gelir. 

Bugün böyle bir durumun uygulanabilirliği konusu ayrı bir tartışma konusu olup içinde bulunduğumuz şartların, bırakın bizlerin savaşta galip gelerek böyle bir kazanç elde ederek o kadınlar ile ilgili düzenleme yapmayı ,bizim kadınlarımız kafirlerin elinde cinsel bir meta olarak kullanılır olması bizim başımızı eğen ve bizlerin hesabını vermemizin zor olduğu bir halde bırakmıştır.

Nisa s. 24. ayeti tartışmalı bir konu olan mut' nikahına cevaz veren bir ayet olduğu şeklinde yorumlar ile islam dünyasını meşgul eden bir meselesidir. Bu nikah ile ilgili olarak rivayetleri baz alarak herhangi bir yoruma girip konuyu uzatmak istemediğimiz için ilgili cümlenin ne anlama gelebileceği konusunda fikir beyan etmekle yetineceğiz. 

 "Onlardan yararlandığınızın karşılığı olarak kararlaştırılmış olan mehirlerini verin. Kararlaştırdıktan sonra, aranızda anlaştığınız hususta size bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz ki Allah, Alim, Hakim olandır."

"Onlardan yararlanmak"  tabiri tek taraflı olarak ve sadece cinsel anlamda bir yararlanma olarak anlaşılmamalıdır. Evlilik , içinde cinselliği de barındıran, kadın ve erkeğin karşılıklı olarak  yararlanmalarını sağlayan bir kurumdur, bu yararlanmayı sadece erkek açısından ele alıp, kadını cinsel bir meta olarak gören düşüncenin ürünü olan mut'a yani belirlenmiş bir süre içinde evli kalmak yoluyla yararlanmak, doğru bir yöntem olmayıp bunu kur'ana yamamaya çalışmak büyük bir zulümdür. 

" Kararlaştırdıktan sonra, aranızda anlaştığınız hususta size bir sorumluluk yoktur."

Bu ibare mut'a nikahına cevaz verdiği iddia edilen ibare olup eğer aynı surenin 4. ayeti ile bir ilişkisi kurulmaya çalışılarak böyle bir zulma kur'anı alet etmeye gerek kalmazdı . Cümle kadınlar ile nikahlanmak için belirlenen mehrin kararlaştırılmasından sonra zulüm ile değil karşılıklı rıza ile bir kısmının bağışlanabileceği konusundadır , aynı konu 4. ayette de beyan edilmektedir. 

[004.004] Kadınlara mehirlerini gönül hoşluğuyla verin. Eğer onlar gönül rızasıyla size bir şey bağışlarlarsa onu afiyetle yiyin.

Yeri gelmişken, sayın Mustafa Öztürk hocanın nisa s. 24. ayetine yaptığı meal ve o mealdeki dip notu ile ilgili olarak bir kaç söz edelim. Sayın hoca ilgili ayete verdiği meal ve dip notunda şöyledir.



       [Ey Mümin erkekler!] Evli kadınlarla evlenmeniz de haramdır. Fakat savaş esiri olarak elinize geçen kadınlar [cariyeler] bu hükmün dışındadır, işte bütün bunlar Allah'ın size bildirdiği hükümlerdir. Bütün bu sayılanların dışında kalan mümin kadınlarla, mal varlığınızdan bir kısmını kendilerine mehir vermek ve bilhassa evlilik dışı bir ilişkiye girmeksizin iffet ve namus ölçüsüne bağlı kalmak şartıyla evlenmeniz helaldir. Kendilerinden faydalandığınız kadınlara, [önceden aranızda belirlediğiniz] ücreti ödeyin. Belli bir süre birlikte olmak üzere anlaştığınız ücret konusunda [sonradan süreyi uzatmak istemeniz halinde] karşılıklı olarak uzlaşmanızda sakınca yoktur. Şüphesiz Allah her şeyi bilir; her hükmü ve fiili mutlak isabetlidir.


Ayetin bu kısmı büyük bir ihtimalle sınırlı süreli evliliğe (muta nikâhına) işaret etmektedir. Nitekim İbn Mes'ûd, Ubey b. Ka'b ve İbn Abbas gibi bazı büyük sahâbîler bu ayeti fe-mestemta'tüm bihî minhünne ilâ ecelin müsemmâ (kendilerinden belli bir süreye kadar faydalandığınız kadınlara....) şeklinde okumuşlardır (Bkz. İbn Atıyye, el-Muharrerü'l-Vecîz, 1.36). Hz. Peygamber döneminde ruhsat olarak birçok kez uygulanan muta nikâhı Hz. Ömer tarafından son derece isabetli bir içtihatla kesin olarak yasaklanmıştır. Ancak İmâmiyye Şiası Hz. Ömer'in bu içtihadını hükümsüz saydığı için muta nikâhının caiz olduğunu savunmaktadır.


Sayın hocanın ayete verdiği meal ve dipnotu bu şekildedir. "Anlam yorum" tarzı yapılan meallerdeki tehlikenin açıkça görüldüğü bir meal olarak dikkatimizi çeken bu mealde "belli bir süre birlikte olmak üzere" şeklinde çevrilen ibarenin arapça metindeki karşılığının hangi cümle olduğunu sormak gerekmektedir. Sayın hoca ayeti , dipnotunda belirttiği üzere biz gibi insan olan bir kişinin yorumunu gerekçe göstererek meallendirdiği görülmektedir. Dipnotunda "büyük sahabiler" şeklinde bir paye vererek onların yorumunu doğru yorum olarak görmek sayın hocaya yakışmayan bir okuma örneği olarak gördüğümüzü belirtelim.

Sayın hoca dipnotunda "büyük bir ihtimalle" diyerek net bir tavır sergilememiş ancak, mealinde net olarak mut'a nikahını ayet içinde var gibi göstererek başka bir çelişkiye düşmüştür. Ayet içindeki "Allah'ın size bildirdiği hükümlerdir." ibaresi ayan beyan ortada iken , ayeti mut'a nikahına işaret eden bir şekilde çevirmesi sayın hocanın mut'a nikahını Allah cc nin hükmü olarak göstermiş olduğuna işaret etmesine rağmen dip notunda " Hz. Ömer tarafından son derece isabetli bir içtihatla kesin olarak yasaklanmıştır." şeklindeki ifadesi , madem mut'a Allah cc nin bize bildirdiği bir hüküm ise Ömer r.a böyle bir hükmü kaldırmaya nasıl cesaret edebildiği şeklinde sorulabilecek bir sorunun cevabını vermemiş olması sayın hocanın ayet ile ilgili dipnotunda önemli bir eksikliktir. Ömer r.a nın kıtlık zamanında hırsızlığın cezası olan el kesme yi uygulamadığı rivayetlerinden yola çıkarak böyle bir içtihadla bunu yapmış olabilir denilirse , o zaman belirli bir süre içinde rafa kalkan hırsızlık cezası daha sonraları yine uygulanmış olup ebedi olarak kalkması gibi bir durum sözkonusu değildir. Ömer r.a belki o günkü durum gereği bazı hükümler hakkında içtihadlar yapmış olabilir ama sayın hocanın mealindeki gibi Allah cc nin bir emri olan mut' nikahını ebedi olarak kaldırmak gibi bir yetkisi bırak ömer r.a nın Muhammed as ın bile böyle bir yetkisi asla yoktur. Sayın hocanın "isabetli" olarak yorumladığı bir kararla bunu kaldırdığını iddia etmesi Allah cc nin verdiği bir hükmün haşa isabetli olmadığı ve bu isabetsizliği Ömer r. a nın gördüğü iddiasını getirirki, sayın hocanın bu düşüncesine yanlış demek bile hafif gelir.

Burada yeri gelmişken , "anlam yorum" tarzı yapılan mealler ile ilgili olarak düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz. Anlam yorum tarzı , Muhammed Esed'in "kur'an mesajı" adlı mealinin türkçeye çevrilmesi ile türkiyede yapılmaya başlanan bir meal çalışmasıdır. Bu tarz çalışmanın esası , ayetin mota mot çevirisinden ziyade anlatmak istediği mesaj üzerinde yoğunlaşma esasına dayanmaktadır. Bu tarzı tamamen red etmemekle birlikte kişinin yorumuna dayanması ve kişinin düşünce dünyasına göre ayete şekil vermesi gibi bir tehlikeye kapı aralaması açısından meal okuyucuları tarafından dikkatli okunması gereken mealler kategorisine girmektedir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Ümmü'l Kitab Terimi Üzerine Bir Tefekkür

"Ümm" ve "elkitab" kelimelerinin birleşiminden meydana gelen "ümmü'l kitab" terimini anlamak için bu iki kelimenin ifade ettiği anlamdan hareket etmek gerekmektedir. Bu terim , kur'anın anahtar terimlerinden birisidir.

"El ümmü" kelimesi ; babanın mukabili , bir kimseyi doğuran yakın anne ve onu doğuranı doğuran uzak anne anlamındadır. Bir nesnenin mevcudiyetinde, terbiye edilmesinde, yetiştirilmesinde ,ıslahında ya da başlamasında temel teşkil eden her şeye "ümm" denir. Çocuğun dünyaya gelmesinin kaynağı olduğu için, çocuğu doğurduğu için  bu isim verilmiştir. 

"El kitab" kelimesi ; ketebe kelimesinden türemiş olup , iki deriyi dikerek birbirine bağlamak anlamındadır. Yaygın dilde harfleri birbirine eklemek anlamında kullanılır. Ağızdan birbiri ardınca eklenerek çıkan harflere de kitab denilmektedir. Kitab kelimesi yaygın anlamda , bilginin unutulmamasını ve korunmasını sağlamak amacıyla yapılan bir işlemi de ifade etmektedir.

Elkitab kelimesi, kur'anda geniş bir kullanım alanına sahiptir. Yazımızın konusu olan terkip bağlamında düşünecek olursak, bu kelimenin ifade ettiği anlam teşbihi olarak kullanılmış olup , şahid olduğumuz alan içinde kitab kelimesinin, yazılan bir şeyin uzun süre korunması , bilginin kaybolmaması,konulmuş kuralların muhafaza edilmesi gibi bizim için ifade ettiği değer üzerinden bir benzetme yapılarak, ne anlama geldiği anlaşılabilir. Allah cc indinde bildiğimiz anlamı ile yazılı iki kapak arasına muhafaza edilmiş bir materyal olmayıp, bu kelime ile ifade edilmiş olması, bizler için ifade ettiği anlamdan hareket ederek anlaşılma kolaylığı sağlanmasıdır. Bu terkibin geçtiği ayetler ise şunlardır. 

 [003.007]  Sana Kitap'ı indiren O'dur. Onda Kitap'ın anasından(ümmü'l kitab) olan muhkem ayetler vardır, diğerleri de müteşabih tir. Kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların müteşabih olanlarına uyarlar. Oysa onların yorumunu ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar: «Ona inandık, hepsi Rabbimiz'in katındandır» derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünür;
[013.039]  Allah dilediğini siler ve dilediğini bırakır. Ve kitabın anası (ümmü'l kitab) O'nun katındadır.
[043.004]  O, katımızda bulunan kitabın anası (ümmü'l kitab) mevcut, yüce ve hikmetle dolu bir kitaptır.

Kur'anda 3 ayet içinde geçen bu terkibi anlamak için "elkitab" terimi ile kast edilenin ne olduğunun anlaşılması gerekmektedir. 

"Kitab" kelimesinin bizim zihnimizde çağrıştırdığı anlamlardan biriside , uyulması gereken kuralların yazılı olduğu materyaldir. Allah cc bu çağrışımdan yola çıkarak , yarattığı kainat üzerine koymuş olduğu tüm kuralların adına "elkitab" demiştir. Bu kelimenin kur'anda geniş bir kullanım alanı olduğunu tekrar hatırlatarak , arz üzerinde yaşayan insanların uyması gereken kurallar, seçilen elçiler vasıtası ile , Allah cc tarafından indirilmiş ve bunların adına da "elkitab" denmiştir.

Allah cc yaratmış olduğu varlıklar üzerinde geçerli olan kurallar koymuştur. İnsan dışındaki varlıkların tabi oldukları yasalara "tekvini yasalar" , insanların tabi oldukları yasalara "teşrii yasalar" şeklinde kategorize etmek mümkündür. Meydana gelen bütün olaylar bu yasaların bir gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Tekvini yasalara varlıkların isyan etmesi asla mümkün değildir , mesela güneş , kuşlar, ağaçlar ,yıldızlar vs onun tarafından konulan bir yasa çerçevesinde işlevlerini sürdürmektedirler. Teşrii yasalar dediğimiz insanlar için elçiler aracılığı ile konulmuş olan yasalara , insanlara verilen irade serbestiyeti gereği inanmak veya inanmamakta bir zorunluluk konmamış olup , inanan ve inanmayanların alacakları karşılıklar hebr verilmiştir.

"Ümm" kelimesinin ; "bir şeyin meydana gelmesine temel kaynak teşkil eden şey" olduğunu hatırlayacak olursak , "ümmü'l kitab" (kitabın anası) terimine  , kainattaki tüm varlıkların tabi olduğu yasaların çıkış yeri şeklinde anlam vermek mümkündür. Bu çıkışın kaynağı Allah cc olup, bütün varlıklar üzerinde yegane hüküm koyucu olarak kendisi böyle bir yetkiye sahiptir.

"Ümm'ül kitap" yani bütün kitapların çıkış kaynağı, Allah cc nin insanlar için belirlediği kuralları ilettiği beşer elçilerine indirmiş olduğu vahyinde kaynağıdır. Yaratılmış olan bütün insanlar istisnasız olarak , kendilerini yaratan tarafından fıtratlarına yüklenmiş olan bir takım bilgilere haiz olarak doğarlar,bu bilgilerede "elkitab" denilmektedir. 

İnsanlar içinden seçilerek , kendilerine "elkitab" vahyi indirilen beşer elçilere aynı zamanda insan olarak yaratılmışlıklarından gelen fıtri bilgi olan "elkitab" bilgisi de verilmiştir. Resuller elkitab vahyi alma ve elkitab bilgisine sahip olma bakımından diğer insanlardan farklılık arzetmektedirler. Diğer insanlar sadece elkitab bilgisine sahip olmakta olup yaşadıkları hayat içinde fıtri olarak yaptıklarışeyler , sahip oldukları bilgi ile meydana gelmektedir. Seçilmiş resullere indirilen elkitab vahyi , diğer insanların sahip oldukları elkitab bilgisini yani o bilgiyi kullanırken uymaları gereken sorumluluklarını hatırlatmaktadır.
 
Al-i imran s. 7. ayette geçen bu terim , Muhammed as a indirilen elkitab ayetlerinin "muhkem" kategorisine giren, sadece beşer elçilere inen sözlü vahiylerin kaynağının "ümm'ül kitab" , bütün kitabların yani bütün bilgilerin çıkış kaynağı olduğu bildirilmektedir. Zuhruf s. 4 ayetinde geçen bu terkip aynı şekilde , elçilere inen elkitab vahyinin çıkış kaynağının neresi olduğunu anlatmaktadır. Rad s. 39. ayetinde "dilediğini siler ve bırakır" şeklindeki ifadenin silinme ve bırakılmanın ümm'ül kitab ta olan yani kainata konulmuş olan kurallar çerçevesinde gerçekleşeceği , keyfi bir dileme asla olmadığı, silinme ve bırakılmanın haketmeye bağlı olduğu anlatılmaktadır. Buruc s.22 ayetindeki levhi mahfuz terimi ,21. ayette anlatılan kitabın kaynağı için kullanılan bir terim olup , ümmü'l kitab ile aynı anlamdadır. 

Sonuç olarak; kur'anda ki anahtar terimlerden biri olan ümmü'l kitab (kitabın anası) terimi , ümm kelimesinin bir şeyin çıkış kaynağı olmasından hareketle , elkitab olarak vasıflanan, Allah cc nin varlıklar üzerinde koymuş olduğu kuralların bütününü anlatan kelime ile bir terkip haline getirilmiş , varlıkların tek yaratıcısı olması nedeniyle o varlıklar üzerinde yegane tasasrruf sahibi olan Allah cc nin o varlıklara koymuş olduğu yasaların , "elkitab" kelimesi ile bizim zihnimizdeki yansımasından hareketle teşbihi anlamda anlatılması olup , Allah cc nin bilgisinin kayıtlı olduğu ve kainattaki tüm varlıklar ile ilgili bilgilerin çıkış kaynağının anlaşılması için kullanılmış bir terimdir. 

"Ümmü'l kitab" terimi varlık alanına dahil olan herşeyin bilgisinin sahibinin Allah cc olduğu ve varlıklara buradan bu bilgilerin aktarıldığını anlatmaktadır. İnsanın sahip olduğu bütün bilgilerin , Allah cc nin ana kitabından ona öğretilenler olduğu , hiçbir bilginin onun bilgisi dışındaki başka bir kaynaktan olma ihtimalinin asla olmadığı bizlere hatırlatılarak o bilgiyi nerede ve nasıl kullanacağımız yine ümmü'l kitab tan indirilen vahiy kitapları ile bizlere hatırlatılmıştır.  

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Sünnet Terimi ve Allah'ın Sünneti-Resulun Sünneti-Müşriklerin Sünneti

Yazımızın başlığına 3 farklı sünnet kelimesini kullanmamız bu kelimenin genel bir anlamı olduğu içindir. Hangi terkiple kullanılırsa bu terim ,"onun izlediği yol" anlamına gelmektedir , dolayısı ile Kur'anda bu anlama uygun sünnet çeşitleri görmekteyiz.   

"Sünnet" kelimesi, "iyi veya kötü tutulan yol,gidişat, davranış" anlamlarına gelmektedir. Bu anlama gelen kelimenin önce Kur'anda Allah cc nin kendi uyguladığı yolu yani sünneti olarak kullanılan ayetleri görelim.   

 -----008.038 Kâfir olanlara de ki, nihâyet verirlerse geçmişteki günahları onlara bağışlanır. Ve eğer yine geri dönerlerse, artık şüphe yok ki, evvelkilerin sünneti geçmiştir.

Enfal s. 8. ayetinde kafirlerden mü'minlere olan düşmanlıklarına son vermeleri istenilmekte, aksi takdirde kendilerinden evvel geçmiş olan kavimlere uygulanan helak sünnetinin uygulanacağı tehdidinde bulunulmaktadır. 

-----003.137 Sizden önce, Allah’ın koymuş olduğu sünnete uygun olarak, nice olaylar, ümmetler geçti... İsterseniz dünyayı gezip dolaşın da dîni yalan sayanların âkıbetlerini görün!

Al-i imran s. 137. ayetinde, dini yalanlayanların akıbetlerinin helak olduğu bu helakın bir sünnete uygun olarak herkese uygulandığının , yıkıntılarının görüleceği bildirilmektedir.

-----004.026 Allah, size açıklayarak anlatmak, sizi sizden öncekilerin sünnetlerine iletmek ve tevbelerinizi kabul etmek ister. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Nisa s. 22-23-24-25. ayetlerinde bildirilen hükümlerin 26. ayette kendilerinden öncekilere uygulanan emirler olduğu bildirilerek kur'andaki ilgili hükümlerin kur'an nazil olmadan evvel insanların yükümlü oldukları emirler olduğu beyan edilmektedir.   

----- 015.013 Onlar ona (indirilen Kitaba) inanmazlar, oysaki evvelkilerin sünneti geçmiştir.

Hicr s. 15. ayetinde kendilerine indirilen kitablara inanmayanlara uygulanan helak sünneti hatırlatılmaktadır.   

----- 017.76 77 Memleketinden çıkarmak için seni nerdeyse zorlayacaklardı. O takdirde senin ardından onlar da pek az kalabilirlerdi.Senden önce gönderdiğimiz resuller hakkında cari olan sünnet budur. Sen bizim sünnetimizde asla bir değişiklik bulamazsın!

İsra s. 76-77. ayetlerinde, müşriklerin Muhammed as ı yurdundan etmek için zorlamaları neticesinde başlarına gelecek olanların kendilerinden önce geçmiş olan kavimlerin kendilerine gönderilenleri inkar edip yurtlarından çıkarmaları neticesinde başlarına gelen helak olayının bunlarında başlarına geleceğini bunun Allah cc nin bir sünneti olduğunu bu sünnette bir değişiklik yapmadan aynısını Mekke müşrikleri içinde uygulayacağı beyan edilmektedir.    

-----018.055 İnsanlara doğruluk rehberi gelmişken, onları inanmaktan, Rablerinden mağfiret dilemekten alıkoyan öncekilere uygulanan sünnetin kendilerine de uygulanmasını veya gözleri göre göre azaba uğramayı beklemeleridir.

Kehf s. 55. ayetinde, kendilerine gönderilen elçiye inanmamalarına sebeb olan şeyin kendilerinden öncekilere uygulanan helak sünnetinin gelmesini beklemeleri olduğu beyan ediliyor. Kur'andaki diğer ayetlerde müşriklerin iman etmelerinin artık kendilerine helak gelince ancan bu imanlarının kendilerine fayada vermediği beyan edilirek bu hatırlama yapılıp mekke müşriklerininde helak gelediği vakit imanlarının fayda etmeyeceği hatırlatılmaktadır.   

 -----033.037-38 Allah'ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye: «Eşini bırakma, Allah'tan sakın» diyor, Allah'ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah'tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik, ki evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah'ın buyruğu yerine gelecektir.Allah'ın Peygamber'e farz kıldığı şeylerde ona bir güçlük yoktur. Bu, Allah'ın öteden beri, gelmiş geçmişlere uyguladığı sünnetidir. Allah'ın emri şüphesiz gereği gibi yerine gelecektir.

Ahzab s. 37.38. ayetinde, insanlar arasında yaygın olan bazı adetlerin elçilerinin vasıtası ile  kaldırmasının Alah cc nin bir sünneti olduğu vurgulanarak Muhammed as ı evlatlığının boşamış olduğu hanımla evlendirerek, evlatlıklarının boşamış olduğu kadınlarla evlenilmesini hoş karşılanmayan bir toplumda bu tabuyu onun vasıtası ile kaldırması konu edilmektedir.

-----033.60-61-62 İkiyüzlüler, kalblerinde fesat bulunanlar, şehirde bozguncu haberler yayanlar, eğer bundan vazgeçmezlerse, and olsun ki, seni onlarla mücadeleye davet ederiz; sonra çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar.Lanetlenmiş olarak, nerede bulunurlarsa yakalanır ve hem de öldürülürler.(Bu,) Daha önceden gelip-geçenler hakkında (uygulanan) Allah'ın sünnet idir. Allah'ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın.

Ahzab s. 60-61-62. ayetlerinde, münafıkların mü'minlerin elleri ile nifaklarından vazgeçirilmelerinin Allah cc nin bir sünneti olduğu bu sünnetin öncekiler içinde uygulandığı bildirilmektedir. 

-----035.42-43 Var güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki; kendilerine bir uyarıcı gelecek olursa; muhakkak ki, ümmetlerin herhangi birinden daha doğru yolda olacaklardır. Fakat kendilerine bir uyarıcı gelince; onların sadece nefretlerini artırdı.(Bu da) yeryüzünde bir kibirlenme ve bir suikast düzenidir. Halbuki fena düzen ancak sahibinin başına geçer. O halde öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Sen Allah'ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın. Sen Allah'ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın.

Fatır s. 42-43. ayetlerinde, kendilerine elçi geldiği takdirde iman edeceğini söyleyenlerin o elçi geldiği zaman onu inkar etmeleri ve bu inkarlarının neticesinde helake uğramalarının Allah cc nin sünneti olduğu aynı şekilde mekkeli muhataplarında bu inkarlarına devam ettiği takdirde değişmeyen sünnetin uygulanacağı bildirilmektedir.   

 -----40.082-85Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı ki, kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını bir görsünler. Onlar, kendilerinden (sayıca) daha çoktu ve yeryüzünde kuvvet ve eserler bakımından da kendilerinden daha üstündüler. Fakat kazanmakta oldukları şeyler, (azaba karşı) onlara hiç bir şey sağlayamadı.Resulleri onlara açık açık delilleri getirdikçe, bunlar kendilerinde bulunan bilgi ile şımarıp böbürlendiler. Sonunda alaya almalarının cezası, kendilerini her taraftan kuşatıverdi.Şiddetli azabımızı gördüklerinde: «Yalnız Allah'a inandık; O'na koştuğumuz eşleri inkar ettik» dediler.Ama baskınımızı görüp de öylece inanmaları kendilerine fayda vermedi. Bu; Allah'ın kulları hakkında öteden beri cari olan sünnetidir. Ve işte kafirler burada hüsrana uğramışlardır.

Mü'min s. 82-85. ayetlerinde, güçlü ve kuvvetli kavimlerin kendilerine gelen elçileri inkar etmeleri sonucunda helak edilmeleri anlatılmakta, burada "müşriklerin sünneti" diyebileceğimiz bir durum bizlere anlatılarak o müşriklerin helak anında iman etmeleri , bu imanlarının onlara fayda vermemesi Allah cc nin sünneti olduğu beyan edilemektedir.  

  -----048.22-23 Kâfir olanlar, sizinle savaşmış olsalardı, arkalarını dönüp kaçarlardı; sonra, ne bir veli (koruyucu dost), ne de bir yardımcı bulamazlardı.Bu, önceden beri geçmiş olan Allah'ın sünnetidir. Ve sen; Allah'ın sünnetinde asla bir değişiklik bulamazsın.

Fetih s. 22.23. ayetinde mü'minlerle savaşan kafirlerin kendilerine bir dost ve yardımcı olarak Allah cc yi yanlarında bulamamalarının öteden beri süregelen bir sünnet olduğu beyan edilmektedir.    

Kur'anda "sünnet" kelimesi ile ilgili olarak geçen ayet meallerini sıraladıktan sonra görünen odurki "Allah'ın sünneti" olarak bizlere bildirilen ayetlerin ağırlık noktası , kendilerine gelen elçiyi red edenlerin helak edilmesinin bir sünnet olduğu ve bu sünnette değişme olmadığı görülmektedir.   

Özellikle kur'an kıssalarını okumada önkabullu davranan bir kesim elçilerin bazıları ile ilgili olarak anlatılan görsel ayetlerin inkarına "Allahın sünnetinde değişiklik bulamazsın" cümlesini dillerine dolayarak bu tür ayetlerin imkansız olduğunu savunmaktadırlar. Ortasından kırpılarak yapılan bağlamdan kopuk olarak yapılan bu okumada, Musa as ın asası yılan olamaz, deniz ortadan ikiye ayrılamaz,İsa as babasız doğamaz veya İbrahim as ın atıldığı ateş gerçek ateş olamaz  gibi çıkarımlar yapılmakta savunma ayeti olarak ortasından kırpılıp okunan "Allahın sünnetinde değişiklik bulamazsın" ayeti dilden düşürülmemektedir.   

Allah cc hangi sünnetinde değişiklik olmadığını ayetleri bütüncül bir yaklaşım ile okunduğu kolayca görülebilecek iken kıssalarda anlatılan görsel ayetlerle ilgili olarak "böyle bir şey olamaz" mantığıyla yapılan bir okumada yapılan zorlama tevillere maalesef  ortasından kırpılan "Allahın sünnetinde değişiklik olmadığı" ayeti payanda yapılmak istenmektedir.    

Yine Kur'an hakkında  problemli düşüncelere sahip olduğunu düşündüğümüz bazı kişiler, kur'andan "Sünnetullah" kelimesinin geçtiği "peygamber sünneti" diye bir kelimenin geçmediğinden hareketle Muhammed as ın yaşamış olduğu hayatındaki Kur'ani uygulamaları ret etme yoluna gittikleri görülmektedir.  

Sünnet kelimesi sadece Allah cc için kullanılacak özel bir kelime olmayıp genel bir kelimedir. 

Allah cc nin uyguladığı izlediği bir yol varsa elçilerinde bir yolu sünneti vardır, hatta müşriklerinde helak anında iman etmeleri onların bir sünneti olarak karşımız çıkmaktadır. Muhammed as ın kur'anı hayata tatbik etme noktasında izlediği yolda onun bir sünneti olup buna karşı çıkmak kur'anla elçinin arasını ayırmak anlamına gelir.  

Müşriklerin sünneti olarak niteleyebileceğimiz ilgili ayetlere bakarsak görülür ki , onların her elçi geldiğinde kendilerinden önce helak olan kavimlerin o elçilere karşı geliş yollarını izleyerek sanki karbon kağıdı konmuş gibi aynı sözleri tekrarlamaları, gelen elçilerin beşer olmalarına itirazları, melek elçi istemeleri vs gibi. 

Elçilerin sünnetleri olarak niteleyebileceğimiz ayetlere bakarsak, kendilerinden önce gelen elçiler  gibi aynı tebliği yapmaları, müşriklere karşı olan duruşları, onlara karşı olan tebliğ ve davranışları onların sünneti olarak bizlere örneklik sergilemektedir.   


Kur'anın "sünnet" terimini has değil genel olarak kullanımı bu kelimenin Muhammed as ın örnekliğini ret için istismar edilip kur'anda "Muhammed as ın sünneti geçmiyor" şeklinden bir bahane ile dışlama yoluna gitmek kur'anı arkaya atmaktan başka bir anlamı yoktur. Kur'an bir çok kıssada Muhammed as dan önceki elçilerin örnekliğini anlatırken o elçilerin sünnetlerini de anlatmaktadır, Mekki sureler deki vahiy karşıtlarına nasıl davranılacağını öğütleyen ayetler veya muhataba nasıl tebliğ yapılacağını öğütleyen ayetleri uygulama safhasına koyması Muhammed as ın sünneti değilde nedir?

Medine de nazil olan ayetlerde Mekke deki nazil olan ayetler gibi yaşanan hayatın içindeki olaylarla ilgili olarak inmiş olup yaşantı ve örnekliği bir arada bizlere sunan ayetlerdir. Bizler bu ayetler içinde resul as ve arkadaşlarının yaşantılarını görüp kur'an ayetlerinin bir ütopik düşünceyi anlatmadığını görüyoruz.  

Yaşanmış ve örnekli bir hayattan soyutlanarak okunan bir Kur'an ütopik bir kitap olmaktan öteye geçmeyen "eskilerin masalları" mesabesinde kalmaya mahkum bir kitap olmaktan öteye geçmeyecektir. Kur'anda sünnet kelimesinin  sadece "sünnetullah" olarak geçmesi demek başka sünnetlerde yok demek anlamına gelmez. Resul as ın yaşanmış örnekliğini ret etmek demek Kur'ani bir düşünce olmayıp kur'an düşmanlarının payandalığını yapan bazı cahil kesimin kandırılarak onların kullanılmasından başka bir şey değildir.  

Bizler resul sünneti adı altında yapılan yanlışları gözönüne alıp onun örnekliğini red etmemiz demek "papaza kızıp oruç bozmak " deyiminin bir karşılığıdır. Hiç bir yanlış uygulama bizlere doğru olanları da atmak hakkını vermez bu tür yaklaşımlar doğru ve iyi niyetli yaklaşımlar değildir. 

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.