Bundan önceki yazımızda , alak s. 1-5. ayetlerini tefekkür etmeye gayret etmiştik, bu yazıda geri kalan ayetler ile ilgili olarak tefekküre devam etmeye çalışacağız. Geri kalan ayetlerin ilk 5 ayetten ayrı olarak, ilerleyen zaman içinde nazil olduğu , ayetlerdeki muhatabın tebliğ sürecindeki inkarından bahsedilmesinden anlaşılmaktadır.
[096.006] Hayır; gerçekten insan, azar.
[096.007] Kendini müstağni gördüğünden.
[096.008] Muhakkak ki dönüş, ancak Rabbinedir.
[096.009] Gördün mü şu men edeni.
[096.010] Bir kulu salatında.
[096.011] Gördün mü; ya o kul doğru yolda ise?
[096.012] Ya da takvayı emrettiyse.
[096.013] Gördün mü; ya yalan saydı ve yüz çevirdi ise?
[096.014] Bilmez mi ki; Allah gerçekten görmektedir?
[096.015] Yok, yok... Eğer nihâyet vermezse, elbette ki Biz o alnı
sürükleyeceğizdir.
[096.016] Yalancı, günahkâr olan bir alnı.
[096.017] O zaman o taraftarlarını yardıma çağırsın.
[096.018] [ Biz de zebanileri çağırırız.
[096.019] Hayır hayır. Ona itaat etme. Ve secde et ve Yaklaş.
Ayetleri tarihselliği yani nuzül süreci içinde ele alarak okuyacak olursak , tebliğ sürecinin başlamış olduğu ve bu süreçte tebliğe karşı inkarların görülmekte olduğunu anlamaktayız. Vahye karşı olan kişinin , karşı olma gücünü elindeki servete dayanarak yaptığı anlaşılmakta , fakat bu servetin geçici olduğu dönüşün rabbe olduğu ve dönüş günü bunun hesabını vereceği hatırlatılmaktadır.
Eline üç kuruşluk servet geçince ne oldum delisi olan kişi , buralar benden sorulur ağası benim edası içinde vahye iman eden bir kulun , vahye imanı gereği olarak yapmış olduğu salatı engellediği görülmektedir. Burada dikkatimizi çeken kulun salatının birilerini rahatsız etmiş olması ve bu salatın sadece bilindik anlamda namazdan ibaret olmadığı anlaşılmaktadır. Kulun salatı takvayı emretmesi şeklinde ifadesini bulduğu için bu salattan müşrikler rahatsız olmaktadırlar. Salatı engelleyen kişi bunu engelleme sebebinin yalan sayması ve yüz çevirmesi olduğu ve bu yaptıklarını bir görenin olduğu hatırlatılarak yaptıklarının yanına kar kalmayacağı hatırlatılmaktadır.
Salatı engelleyen müşriğin güç aldığı serveti ve darünnedve olarak bilinen yandaşlarının meclisindekileri çağırmasına karşılık zebanilerin çağrılacağı yani bunların yaptıklarının cezası olarak zebanilerin bekçiliğini yaptığı cehennemde konaklayacakları hatırlatılarak , onlara kesinlikle itaat edilmemesi Salata devam edilerek Allah cc ye yaklaşılması emredilmektedir.
Sure içinde salat kelimesi ile ifade edilen bir eylemin engellendiği ifade edilerek bu salatın doğru yolda olunması ve takvayı emretmesi şeklinde bir karşılığının olduğu anlaşılmaktadır. Bu kelimenin ifade ettiği eylemin nasıl bir şey olduğu konusunu biraz açmak istiyoruz.
Meallerde namaz olarak çevrilen bu kelimenin anlamı daha geniş bir çerçevede olup , namaz kelimesi ile ifade edilen şey salat içinde bir cüzdür. Alak suresinin ilk nazil olan surelerden olması ve Muhammed as ın nasıl namaz kılmaya başladığı konusunda tefsirlerde yer alan ifadeler problem teşkil eden ifadelerdir.
Rivayetlere bakıldığında, Cibril Muhammed as a gelerek hangi vakitte nasıl namaz kılacağını öğretmiş olduğu görülmektedir. Bu rivayetlerden yol çıkarak namaz adlı ibadetin sanki daha önce bilinmeyen ve icra edilmeyen bir ibadet olduğu zannı hakim olmuştur, halbuki kur'an geneline bakacak olursak bu ayetlerden mekke toplumunun nuzül öncesi durumunu ayetlerden anlamaktayız. Kur'an muhatap toplumun yabancısı olduğu, hayatlarında hiç bilmedikleri ve görmedikleri bir ibadet tarzı ile onlara nazil olmamış , aksine onların hayat içinde din adına uyguladıklarının şirk bulaşmış tarafını ıslah yoluna gitmiştir.
Enam s. ağırlıklı olmak üzere kur'an geneline yayılmış olan ayetlerde Allah cc nin emri olan ehli hayvanların kesilerek ona yaklaşılması şeklinde ibadet tarzı mekke toplumunda bilinen ve icra edilen bir tarz olduğu, fakat bu ibadete şirk bulaştırılarak kesilen hayvanların üzerine Allah cc nin değil putlarının adının anılması sureti ile ifa edildiği görülmektedir. Kur'an bu tarz bir ibadetin şirk olduğu ve doğru olanın nasıl olduğu yönündeki ayetler ile bunu aslına çevirmiştir.
İbrahim as dan beri bilinen hac ibadetide aynı şekilde şirk bulaşmış bir halde ifa edilmekteydi, kabe zaman içinde İbrahim as ve oğlu tarafından yeniden inşa edilen tevhid evi olmaktan çıkmış bir şirk yuvası haline getirilmişti. Kevser s. ayetlerinde "rabbin için nahr ve salat et" şeklinde emir bu ibadetlerin Allah cc nin dışındakilere hasr edilmesini anlamak mümkün olup bu ibadetlerin yapılması gereken varlık aracı olarak görülen putlar değil sadece Allah cc olduğu beyan edilmektedir.
Maun s. de "vay o salat edenlere ki salatlarından gafildirler" şeklindeki ayetlerin salat eden mekkelilerin yapmış oldukları salatın yetime iyilik yapmayı ,yoksulu doyurmayı teşvik etmediği ,enfal s. 35. ayetinde de, mekkelilerin beyt önündeki yapmış oldukları salatın el çırpmak , ıslık çalmak şeklinde olduğu ve bu şekil bir salatın red edildiği görülmektedir.
Böyle bir mekke arka planı içinde yaşayan Muhammed as o toplum ile aynı kültür alt yapısına sahip olduğu fakat bu sahipliği onlara uymak şeklinde tezahür ettirmediği anlaşılmaktadır. Kur'andan öğrenildiği üzere mekke toplumu Allah inancına sahip bir toplum olduğu , problem oluşturan yönün Allah cc nin değil atalarının empoze ettiği inancı taşımalarıdır. Muhammed as böyle bir toplum içinde yaşamakta olup o inançları kabul etmeyen biri olduğu onun elçi seçilmiş olmasından anlaşılmaktadır.
Böyle bir arka plan içinde mekkede tebliğ görevine başlayan Muhammed as a oranın mütref takımı anında karşı çıkar ve onu engelleyerek iktidarlarının ellerinden gitmemesi için var güçleri ile çalışırlar. Ritüel dediğimiz, insanın ilah olarak bildiği varlığa karşı olan tazimini ifade eden sembolik hareketler insanlığın bir gerçeğidir. İbrahim as ile ilgili bakara s ayetlerini okuyacak olursak bu gerçeği bariz bir biçimde görürüz. Mekkeliler o zamandan beri süregelen bu ritüelleri zaman içinde yolunda saptırmışlardır. Hacc , kurban ve salat dediğimiz rukü secde ve kıyamdan oluşan tarz ile yapılan ibadet tarzı sadece Allah için yapılması emredilmesine rağmen mekkelilerin putlarına yapılır olmuştur.
Kıyam ,ruku , secde gibi şekilsel hareketlerden oluşan adına bizim namaz dediğimiz kur'anda salat olarak ifadesini bulan tarz sadece şekilsel olmanın yanısıra bir kulluk bilincinide beraberinde taşır. Bugün esas meselemiz bu tür şekilsel bir ibadetin şuur boyutu olup namaz adındaki ibadetin sadece belirli şekilleri ifa etmek sureti ile yerine gelmiş olmadığıdır.
Ankebut s. 45. ayetinde salatın fahşa ve münkerden alıkoyması ile maun s.de anlatılan salatın yetime iyilik ve yoksulu doyurmak gibi maruf yöneltmemesi konusu salat kelimesinin içinin nasıl doldurulması gerektiği hakkında bildi verdiğini düşünmekteyiz. Bugün salat denince sadece cami içinde yapılan ve günün belli vakitlerinde icra edilip diğer vakitlerinde bu şuurdan yoksun bir hale gelmiş, olayı sadece şekle indirgemiş olmamız kur'anın bizden istediği salatın ikamesi emrine aykırı bir durumdur.
Müşriklerin engellediği salat onların iktidarlarını sarsıp Allah cc nin iktidarını ikame etmeye yönelik bir eylem olduğu için müşrikler tarafından engelleme yoluna gidilmiş olduğu alak suresindeki ilgili ayetlerden net olarak anlaşılmaktadır. Bugün ikame edildiği zannedilen salat ise ilmihal bilgileri içinde boğulmuş belirli hareketlerin santimi santimine uygulanması esasına dayalı bir salat olup bırakın müşrikleri rahatsız edip engellemeyi , aksine müşrikler tarafından neredeyse desteklenen bir eylem haline gelmiştir.
Bugün kur'an adına yola çıkarak salat konusundaki bu yanlışları görenler kabahati uygulayanlarda değil salatın kendisinde görerek toptan kaldırma yoluna giderek, yanlışı izale ettiklerini sanmaları her iki tarafı, olaya sadece ilmihal boyutundan bakmaları yönünde bir ortak anlayışa düşmüş olmaları açısından aynı kefeye koymaktadır. Böyle bir ibadetin varlığı yokluğu konusunun bile tartışılması vakit kaybı olup esas tartışılması gereken konunun namaz adı altında icra edilen ibadetin içinin kur'ani anlamda doldurulması ve müşrikleri rahatsız etmesidir . Rahatsız etmesi bir tarafa onlar tarafından nasılsa bize zararı yok ne derlerse etsinler şeklinde karşılık bulan bir ibadetin kur'anda eleştirilen müşriklerin salatından bir farkı olmayacaktır.
Bugün icra edilen salat, müşrikleri değil aksine icra eden kişileri rahatsız etmekte "bitsede gitsek" kabilinden sırıtımızda yük olarak görülen bir ibadete dönüşmüştür. "Salata üşenerek kalkarlar" ifadesinin muhatapları olarak sadece görsünler veya kılmazsam ne derler kabilinden bir kaygı ile ifa edilen salatın kişiye herhangi bir getirisi yoktur.
Salatı ikame şeklinde bir terkip ile kur'anda bir çok yerde geçen bu emirin namaz adı ile bildiğimiz kısmı sadece bu kelimenin ifade ettiği anlamın bir cüzüdür. Salat kelimesi kulun sadece bir kaç dakikalık zamanını değil ,yaşadığı 24 saatini içine alan bir terim olarak görülmeli ve bu 24 saat içindeki bütün anın Allah cc nin emri doğrultusunda sürmesi gerektiğini hatırlatmalıdır. Böyle bir bilinç içinde eda edilen ritüel salat yani namaz müşriklerin korkulu rüyası haline gelip engelleme yoluna gidilecektir.
Müşriklerin engellediği salat onların iktidarlarını sarsıp Allah cc
nin iktidarını ikame etmeye yönelik bir eylem olduğu için müşrikler
tarafından engelleme yoluna gidilmiş olduğu alak suresindeki ilgili
ayetlerden net olarak anlaşılmaktadır. Bugün ikame edildiği zannedilen salat ise ilmihal bilgileri içinde boğulmuş belirli hareketlerin santimi
santimine uygulanması esasına dayalı bir salat olup bırakın müşrikleri
rahatsız edip engellemeyi , aksine müşrikler tarafından neredeyse
desteklenen bir eylem haline gelmiştir.
Bugün savaşların şekli değişerek soğuk savaş tabir edilen bir şekle bürünmüş ve bu tür savaş taktikleri müslümanların aleyhine de kullanılır olmuştur. Özellikle birlik ve beraberliği gösteren bir takım ritüellerin ortadan kaldırılmak sureti ile müslümanlar arasında fitne ve fesad çıkarmak yollu savaş türü kullanılmakta ve bu savaş için ne garipdirki düşman oldukları kur'anı kullanarak yapmaları kur'an okuyucularının uyanık olmasını gerektirmektedir. Kur'an ayetlerinin anlamlarının ters çevrilerek yapılan bu tür çalışmaların kaynağını iyi niyetli çalışmalar olarak görmek mümkün değildir.
Salat kelimesi ile ifade edilen şeyin ne anlama geldiğini bugün müşrikler müslümanlardan daha iyi bilmekte ve onu engellemenin yollarını her fırsatta kollamaktadırlar . İçimize sürülen truva atlarının kur'anı ellerine alarak kur'anda böyle bir ibadetin olmadığını hatta şirk olduğunu söyleyerek bunu engellemeye çalışmaları gözden kaçırılmaması gereken bir durumdur.
Salatı anlamanın yolu şirki anlamaktan geçer desek sanırım yanlış olmaz şöyleki ; Allah cc yaratmış olduğu kullarını sadece onu ilah olarak bilmeleri gerektiğini hatırlatan bir çok elçi göndererek , onun dışında ilah olarak kimsenin edinilmemesini istemiştir. Zaman içinde şeytan iğvası bu konuda başarılı olmuş, insanlar Allah cc yi bırakıp başka ilahlar edinmişlerdir. Salat kelimesine "kulun ilahına olan yönelimi"şeklinde bir tarif getirecek olursak bu kelime her iki tarafa mensup olan insan için kullanılabilecek bir kelimedir.
Kul eğer Allah cc yi kendisine ilah olarak kabul etmişse onun emirlerini hayatı içinde tatbik eder , kul eğer Allah cc nin dışında birini ilah olarak kabul ettiyse hayatı içinde onun emirlerini tatbik eder. Kur'anın tarif ettiği anlamda bu kelimeyi anlamayanlar sadece günün bir saatlik kısmı içinde yatıp kalkmak sureti ile şekil olarak bunu ifa edip geri kalan saatler içinde başka ilahlara kul olurlar ise bunun adı salatı ikame etmek olmaz.
Kul olarak bizler salatı ikame emrinden Allah cc nin bize kulluk için biçmiş olduğu şeylerin bütününü anladığımız zaman , ona olan yönelimizin sadece bedensel olarak kalmayıp bütün hayatımız kapması gerektiğini anlar, engelleyicilerin niyetlerini daha kolay okur ve onların tuzaklarına düşmemiz oluruz.
Bugün salat ile ilgili olan kelimeler olan kıble , hacc gibi ibadetler üzerinde oynanmak istenen oyunların hangi amaca istinaden yapıldığı çok iyi okunmalı bu kelimeler ile ilgili ayetleri eğip bükerek hevaya uygun anlamlar çıkararak şeytana kul etmek isteyenlerin oyunları deşifre edilerek gerçek yüzleri ortaya konmalıdır.
Sonuç olarak ; salatın müşrikleri rahatsız ederek onlar tarafından engellenme yoluna gidilmesi bu kelimenin içinin doldurulmuş olması anlamına gelerek bu engellemeyi alak suresi ayetlerinde görmekteyiz. Elçilerin bizlere öğretmen olması açısından bakarak adı geçen elçilerin bu kelimenin içini nasıl doldurarak ayakta tutmaya çalıştıkları bizlere örnek olması gerekmektedir. Salatın birilerini rahatsız etmemesi aksine eda eden insanı rahatsız etmesi bu kelimenin içinin boşaltılmış olması anlamına gelirki şeytanların en çok istedikleri şeydir. Bugün gündem olması gereken nokta bu kelime ile ifade edilen hayat tarzını kur'an içinden anlamak ve ona göre yaşamak olması gerekirken,ilmihal boyutlu tartışmaların herhangi bir getirisi yoktur.Eğer bugün salatımız bizi yanlışlardan alıkoymuyor ise tartışılması gereken bu mesele olup nasıl yeniden bu kelimenin içinin doğru olarak doldurulması olmalıdır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
Alak s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Alak s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
10 Temmuz 2014 Perşembe
9 Temmuz 2014 Çarşamba
Alak s. 1-5. Ayetlerinin Mesajı Üzerine Bir Tefekkür Çalışması
Alak s. mushaf sıralamasında 96. , nuzül sıralamasında ilk 5 ayetinin ilk inen ayetler olduğu gerekçesi ile ilk sırada olan , diğer ayetleri tebliğ sürecinin başlamasından sonraki zamanlarda indiği anlaşılan bir suredir. Bu yazımızda ilk 5 ayetinin mesajını anlamaya yönelik bir tefekkür çalışması yapmaya gayret edeceğiz , surenin diğer ayetlerini başka bir başlık altında tefekkür etmeye gayret edeceğiz.
Ikra’bismi rabbikellezî halak(halaka).
[096.001] Oku ismiyle o rabbının ki yarattı
Halakal insâne min alak(alakın).
[096.002] İnsanı bir alaktan yarattı.
Ikra’ ve rabbukel ekrem(ekremu).
[096.003] Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir;
Ellezî alleme bil kalem(kalemi).
[096.004] Ki O, kalem ile öğretti,
Allemel insâne mâ lem ya’lem.
[096.005] İnsana bilmediğini öğretti.
Surenin yapılan tefsirlerinde bu 5 ayetin, ilk inen ayetler olduğu yönünde rivayetler mevcuttur.
"İkra" kelimesi , "karea" fiilinden türemiş olup toplamak ,cem etmek anlamındadır. Ayetteki bu emri sadece yazılı bir metinden okumak şeklinde anlamak neticesinde ,Muhammed as a gelen vahiy meleğinin onun bir kaç defa sıktığı , ona "oku" dediği onunda "ben okuma bilmem" demesi şeklindeki rivayetler hepimizin malumudur. Bu rivayetler bile bizlerin okumayı nasıl anladığına dair bir örnek olup tek taraflı okumanın kökünün nereye dayandığını bizlere hatırlatmaktadır. Okumak fiilini yazılı bir metin olan kitabın sayfalarındaki yazılardan ibaret görmemek gerektiğini düşünerek, bu emir ile verilmek istenen mesajı biraz açmak istiyoruz.
Allah cc kendisinin kelimelerinin çokluğunu ifade etmek için, denizler yedi deniz daha ona eklenerek mürekkep , ağaçlar kalem olsa bunların yetmeyeceğini beyan etmiştir (18.109/31.27). Allah cc nin yazmakla bitmeyecek olan kelimelerinin bulunduğu alana kainat adı verilmekte, bu kainatta bir nevi kitap demek olup "kainat kitabı" şeklinde bir terkip kullanmak uygun olacaktır. Vahiy kitapları kainat kitabını okumanın bir klavuzu olarak indirilmiş olup tek taraflı bir okumanın herhangi bir faydası bulunmamaktadır.
Bugün karşımızda olan en büyük sorun , kainat ayetlerine iman ederek dünyevi güç elde edenlerin vahiy kitabına iman etmemesi , vahiy kitabına iman edenlerin kainat kitabına iman etmemesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Her iki kitab birbirinden ayrılmaz bir biçimde okumaya tabi tutulması gerekmekte , iki kitabın birlikte okunmaması sonucu çıkan sorunlar dün, bugün , yarın her zaman acı örnekleri ile karşımızda durmaktadır.
Müslümanlar olarak bizler okumak denilince sadece yazılı bir metinden, bu işi yapmak şeklinde anlayarak, bu emir ile ifade edilmek istenen şeyin ne olduğu konusunda eksikliğe düşmüş olmamız bizleri bugüne getirmiştir. Allah cc nin kelimelerinin bulunduğu kainat kitabını okumak şeklinde bir mesajı anlayabilmiş olsaydık okuma alanımızın sadece yazılı metinler ile sınırlı olmaması gerektiği , okuma sınırımızın Allah cc nin yaratmış olduğu her şey olduğunu anlar , kainata bir kitap gözüyle bakar ve "onun adıyla okumak" emrinin nasıl icra edilmesi gerektiğini daha iyi anlardık.
"Rab" kelimesi ; bir nesneyi tamamlık yani kemal , olgunluk,yetişkinlik aşamasına gelinceye kadar aşama aşama tedricen inşa etmek , besleyip büyütüp yetiştirmek anlamındadır. Alemlerin rabbi olmasının ne demek olduğu bu kelimenin ifade etmiş olduğu anlamda daha net ortaya çıkmaktadır.
Kur'an geneline baktığımız zaman ,Allah cc den başka rabler edinmenin şirk olduğu vurgusunun bir çok ayette karşımıza çıkması , onun yaratan rab olmasının ne anlama geldiğini anlatmaktadır. İnsanların onun yarattığı kullardan birisini veya bir kısmını rabler edinmiş olmasının ne kadar hatalı bir davranış olduğu onun herşeyin yaratıcısı olmasında yatmaktadır'ki onun yarattıklarını değil, onları yaratanı rab olarak bilin ve kabul edin buyurulmaktadır.
"Yaratan rabbin adıyla okumak" emrinin nasıl icra edilmesi gerektiğini , önce bu okumayı yapanların başka rablerin adıyla yapmış olmalarından dolayı arz üzerinde meydana gelen fesadı hatırlayarak anlamak mümkündür. Kainat kitabı dediğimiz , Allah cc nin ayetlerini bugün müslümanlar değil , kafirlerin okuyor olması bu okumayı Allah cc nin dışındaki varlıkların dikte ettiği okuma metodu ile okumaları , bu okumalar sonucu elde etmiş oldukları teknolojik üstünlükleri ıslah için değil fesad için kullanmaları okumanın yaratan rab adına olmasının önemini bir kat daha ortaya çıkarmaktadır.
Allah cc nin kainat kitabındaki ayetleri okuyarak güç ve servet elde edenler bu güçlerini , elçiler vasıtası ile inen kitaplar doğrultusundaki emirler dahilinde kullanmaları gerekirken başka başka rabler ihdas etmişler ve okumalarını bu rablerin emri doğrultusunda gerçekleştirerek dünyayı büyük bir fesada boğmuşlardır.
Allah cc nin kainat kitabı , elçiler ile gönderdiği vahiy kitabı ile birbirinden ayrılmadan okunmasının önemi yaşadığımız dünyadaki acı örnekler ile ortaya çıkmaktadır. Allah cc nin ikramı olan demiri işleyerek güçlü savaş araçları yapanlar bu gücü Davud ve Zülkarneyn as lar örneğinde olduğu gibi hayra harcamak yerine , şerre harcayarak dünyevi menfaatlerinin icap ettiği şekilde canavarca kullanmaktadırlar.
Allah cc nin elçisi ile indirdiği kitabını okumak demek, sadece bugünkü klasik şekli ile okumak anlamına gelmez. Kur'an hayat içinde karşımıza çıkan sorunlara karşı nasıl bir durum içinde olmak gerektiğini hatırlatan bir kitabtır. Özellikle kıssa yollu anlatımlar geçmişlerden örneklerden vererek yaşanmışlık içinden bizlerin hayatı okumamızı istemekte , fakat bizler bu ayetleri, okumak kelimesinin ifade ettiği dar anlam içinde görerek yapmış olduğumuz eylemler hayat içinde bizlere herhangi bir davranış örneği olarak yansımamaktadır.
Vahiy kitabını hakkı ile okuyanlar , kainat ayetlerinide Allah cc nin ayetleri olarak görüp onlarında okunması gerektiğini anlarlar. Kainat kitabını okuyarak dünyevi olarak güç ve servet elde edenler bu gücü , indirilmiş olan kitab ile birlikte okuyarak , arz üzerinde ıslah için yaşamak gerektiğini anlarlar ve böyle bir okuma sonucunda elde edilen gücü ve serveti elde tutanların yaşadıkları dünya fesadın olmadığı , zalimlerin kıpırdayamadıkları bir yer olur.
"Alak" kelimesi , insanın yaratılış aşaması ile ilgili olarak başka ayetlerde de geçmekte olup , pençeyle bir şeyi sıkıca tutmak, yakalamak , ona sıkıca yapışmak anlamındadır.
"Elalaku"; boğaza asılı kalan bir kurtçuk , pıhtı halindeki kan anlamındadır.
"Elılku"; sahibinin kendisine bağlandığı bundan dolayı vazgeçemediği şey.
"Elaliku"; yem torbasının içine konup hayvanın üzerine asılan arpa.
"Elmaluku" ; yavrusuna şefkat ve sevgi göstererek onun yanından ayrılmayan ona bağlılık gösteren dişi deve.
Kullanımlarından örnekler verdiğimiz bu kelime ile , insanın yaratılış aşamasının anlatılması , tıp ilminin bugünkü gibi bilinmediği bir zaman içinde bu kelimenin ifade ettiği anlam ile izah edilmeye çalışılarak rabbimizin yaratma kudretinin anlaşılması sağlanmaya çalışılmıştır.
"Kalem" kelimesi ,yazmaya yarayan bir araç ve bu araçla insanın öğrenmiş olması , Allah cc nin insana bilmediğini öğretmesinin yollarından biri olarak süregelmektedir. Allah cc nin insana bilmediğini öğretmesi demek , insanlığın sahip olduğu bütün bilgi birikiminin kaynağı açısından önemli olup onu öğretene karşı saygı duyulmasını gerektirmektedir. Kişinin dünyada hayatı içinde ona öğretmenlik yapan birisine karşı saygı duyması onun nankör olmadığını göstermesi açısından dikkate alındığında , Allah cc nin kullarına bilmediklerini öğretmesi karşılığında onada saygı duyulması gerektiğini hatırlatır . İnsanın nankör olması burada devreye girerek dünyadaki öğretmenine duyduğu saygı kadar bile ona ve herkese öğretmen olan rabbine karşı nankör davranmasının karşılığını hesab günü alacak olması bile bir çok insanı bu nankörlükten vazgeçirememektedir.
"Elkeremü" ; insandan zuhur eden övgüye layık olan huyların , davranışların adı olarak nuzül öncesi toplumun kullandığı dil içinde anlamını bulmuş bir kelimedir. Mekke toplumunda böyle bir payeye layık olmak için zengin birisi nesi var nesi yok dağıtarak fakir bir duruma düşmekte , sadece "elkerim" ünvanına sahip birisi olarak hayatını sürdürmeye devam etmekteydi. Böyle bir arka plan dahilinde , Allah cc nin kendisini "elekrem" olarak vasfetmesi ve diğer ayetlerde onun yanında olanların asla bitmeyeceği onun "elğaniyy" olduğu hatırlatılarak bu kelime ile ifade edilen durumun kendisini asla fakir duruma düşürmediğini bildirmiştir.
Burada yeri gelmişken , bir kısım kur'an ehli kişilerin "Allahu ekber" terkibinin kullanılmasının yanlış olduğu şeklinde düşüncelere şahid olduğumuzu hatırlatarak bu konunun alak suresindeki "elekrem" kelimesi üzerinden bir bağını kurarak bazılarımızın ne kadar ilmi ve ciddi!! meseleler ile uğraştığını göstermek istiyoruz.
Ekber kelimesinin kıyaslama içerdiği iddiası ile "Allahu ekber" şeklinde bir kullanımın yanlış olduğu, doğru olanın "Allahu kebir" şeklinde kullanım olduğu iddiasına karşın "kebir " yani büyük kelimesininde kıyaslama içerdiğini hatırlatmak isteriz. Büyük olan bir şeyin büyüklüğünün diğerine göre olduğu unutulmamalıdır. "Zeyd amr'dan büyüktür" derken amr ile kıyaslayarak bunu söyleriz halbuki Zeyd başka birisi ile kıyaslandığında küçük olabilir.
Burada unutulmaması gereken bir nokta vardır, Allah cc nin kendisini bize tanıtmak için kullandığı bütün isimleri teşbih yani benzetme içermekte ve aşkın bir varlık olan Allah cc bizlerin zihnimizin algıladığı şeyler ile benzetme yaparak kendisini bize tanıtmaktadır. Hangi ismi olursa olsun o günkü arap toplumunun günlük dil ile ifade ettiği kelimeler üzerinden bu anlatım yapılmıştır. "Allahu ekber" kıyaslama içerdiği için yanlış , "Allahu kebir" kıyaslama içermediği için doğru demek kişinin bu konudaki cehaletinin bir neticesidir.
"Elekrem" kelimesi ismi tafdil sigasından bir kelimedir , ekber kelimeside aynı sigadan olan bir kelimedir. Ekber kullanmak yanlış ise Allah cc neden kendisi için kıyaslamalı !! olan bir kelimeyi yani ekrem kelimesini neden kullanmış acaba?, bu yanlışı !! nasıl farkedememişte kur'an ehli olduğunu zanneden bir takım zevat bunu farketmiş ve Allah cc ye din öğretmeye kalkıyor.
Sonuç olarak; Muhammed as a ilk olarak nazil olduğu kuvvetli olan alak s. ilk 5 ayetinde ; hiç bir şey değil iken yaratılan insanı yaratan rabbi ona bilmediklerini kalem ile öğretmiş ve o rabbin en büyük kerem sahibi olduğu hatırlatılarak , insanın bildiği her şeyin onun öğretisi olduğu ve bu bilgisini onun emri doğrultusunda kullanmasını emretmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Ikra’bismi rabbikellezî halak(halaka).
[096.001] Oku ismiyle o rabbının ki yarattı
Halakal insâne min alak(alakın).
[096.002] İnsanı bir alaktan yarattı.
Ikra’ ve rabbukel ekrem(ekremu).
[096.003] Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir;
Ellezî alleme bil kalem(kalemi).
[096.004] Ki O, kalem ile öğretti,
Allemel insâne mâ lem ya’lem.
[096.005] İnsana bilmediğini öğretti.
Surenin yapılan tefsirlerinde bu 5 ayetin, ilk inen ayetler olduğu yönünde rivayetler mevcuttur.
"İkra" kelimesi , "karea" fiilinden türemiş olup toplamak ,cem etmek anlamındadır. Ayetteki bu emri sadece yazılı bir metinden okumak şeklinde anlamak neticesinde ,Muhammed as a gelen vahiy meleğinin onun bir kaç defa sıktığı , ona "oku" dediği onunda "ben okuma bilmem" demesi şeklindeki rivayetler hepimizin malumudur. Bu rivayetler bile bizlerin okumayı nasıl anladığına dair bir örnek olup tek taraflı okumanın kökünün nereye dayandığını bizlere hatırlatmaktadır. Okumak fiilini yazılı bir metin olan kitabın sayfalarındaki yazılardan ibaret görmemek gerektiğini düşünerek, bu emir ile verilmek istenen mesajı biraz açmak istiyoruz.
Allah cc kendisinin kelimelerinin çokluğunu ifade etmek için, denizler yedi deniz daha ona eklenerek mürekkep , ağaçlar kalem olsa bunların yetmeyeceğini beyan etmiştir (18.109/31.27). Allah cc nin yazmakla bitmeyecek olan kelimelerinin bulunduğu alana kainat adı verilmekte, bu kainatta bir nevi kitap demek olup "kainat kitabı" şeklinde bir terkip kullanmak uygun olacaktır. Vahiy kitapları kainat kitabını okumanın bir klavuzu olarak indirilmiş olup tek taraflı bir okumanın herhangi bir faydası bulunmamaktadır.
Bugün karşımızda olan en büyük sorun , kainat ayetlerine iman ederek dünyevi güç elde edenlerin vahiy kitabına iman etmemesi , vahiy kitabına iman edenlerin kainat kitabına iman etmemesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Her iki kitab birbirinden ayrılmaz bir biçimde okumaya tabi tutulması gerekmekte , iki kitabın birlikte okunmaması sonucu çıkan sorunlar dün, bugün , yarın her zaman acı örnekleri ile karşımızda durmaktadır.
Müslümanlar olarak bizler okumak denilince sadece yazılı bir metinden, bu işi yapmak şeklinde anlayarak, bu emir ile ifade edilmek istenen şeyin ne olduğu konusunda eksikliğe düşmüş olmamız bizleri bugüne getirmiştir. Allah cc nin kelimelerinin bulunduğu kainat kitabını okumak şeklinde bir mesajı anlayabilmiş olsaydık okuma alanımızın sadece yazılı metinler ile sınırlı olmaması gerektiği , okuma sınırımızın Allah cc nin yaratmış olduğu her şey olduğunu anlar , kainata bir kitap gözüyle bakar ve "onun adıyla okumak" emrinin nasıl icra edilmesi gerektiğini daha iyi anlardık.
"Rab" kelimesi ; bir nesneyi tamamlık yani kemal , olgunluk,yetişkinlik aşamasına gelinceye kadar aşama aşama tedricen inşa etmek , besleyip büyütüp yetiştirmek anlamındadır. Alemlerin rabbi olmasının ne demek olduğu bu kelimenin ifade etmiş olduğu anlamda daha net ortaya çıkmaktadır.
Kur'an geneline baktığımız zaman ,Allah cc den başka rabler edinmenin şirk olduğu vurgusunun bir çok ayette karşımıza çıkması , onun yaratan rab olmasının ne anlama geldiğini anlatmaktadır. İnsanların onun yarattığı kullardan birisini veya bir kısmını rabler edinmiş olmasının ne kadar hatalı bir davranış olduğu onun herşeyin yaratıcısı olmasında yatmaktadır'ki onun yarattıklarını değil, onları yaratanı rab olarak bilin ve kabul edin buyurulmaktadır.
"Yaratan rabbin adıyla okumak" emrinin nasıl icra edilmesi gerektiğini , önce bu okumayı yapanların başka rablerin adıyla yapmış olmalarından dolayı arz üzerinde meydana gelen fesadı hatırlayarak anlamak mümkündür. Kainat kitabı dediğimiz , Allah cc nin ayetlerini bugün müslümanlar değil , kafirlerin okuyor olması bu okumayı Allah cc nin dışındaki varlıkların dikte ettiği okuma metodu ile okumaları , bu okumalar sonucu elde etmiş oldukları teknolojik üstünlükleri ıslah için değil fesad için kullanmaları okumanın yaratan rab adına olmasının önemini bir kat daha ortaya çıkarmaktadır.
Allah cc nin kainat kitabındaki ayetleri okuyarak güç ve servet elde edenler bu güçlerini , elçiler vasıtası ile inen kitaplar doğrultusundaki emirler dahilinde kullanmaları gerekirken başka başka rabler ihdas etmişler ve okumalarını bu rablerin emri doğrultusunda gerçekleştirerek dünyayı büyük bir fesada boğmuşlardır.
Allah cc nin kainat kitabı , elçiler ile gönderdiği vahiy kitabı ile birbirinden ayrılmadan okunmasının önemi yaşadığımız dünyadaki acı örnekler ile ortaya çıkmaktadır. Allah cc nin ikramı olan demiri işleyerek güçlü savaş araçları yapanlar bu gücü Davud ve Zülkarneyn as lar örneğinde olduğu gibi hayra harcamak yerine , şerre harcayarak dünyevi menfaatlerinin icap ettiği şekilde canavarca kullanmaktadırlar.
Allah cc nin elçisi ile indirdiği kitabını okumak demek, sadece bugünkü klasik şekli ile okumak anlamına gelmez. Kur'an hayat içinde karşımıza çıkan sorunlara karşı nasıl bir durum içinde olmak gerektiğini hatırlatan bir kitabtır. Özellikle kıssa yollu anlatımlar geçmişlerden örneklerden vererek yaşanmışlık içinden bizlerin hayatı okumamızı istemekte , fakat bizler bu ayetleri, okumak kelimesinin ifade ettiği dar anlam içinde görerek yapmış olduğumuz eylemler hayat içinde bizlere herhangi bir davranış örneği olarak yansımamaktadır.
Vahiy kitabını hakkı ile okuyanlar , kainat ayetlerinide Allah cc nin ayetleri olarak görüp onlarında okunması gerektiğini anlarlar. Kainat kitabını okuyarak dünyevi olarak güç ve servet elde edenler bu gücü , indirilmiş olan kitab ile birlikte okuyarak , arz üzerinde ıslah için yaşamak gerektiğini anlarlar ve böyle bir okuma sonucunda elde edilen gücü ve serveti elde tutanların yaşadıkları dünya fesadın olmadığı , zalimlerin kıpırdayamadıkları bir yer olur.
"Alak" kelimesi , insanın yaratılış aşaması ile ilgili olarak başka ayetlerde de geçmekte olup , pençeyle bir şeyi sıkıca tutmak, yakalamak , ona sıkıca yapışmak anlamındadır.
"Elalaku"; boğaza asılı kalan bir kurtçuk , pıhtı halindeki kan anlamındadır.
"Elılku"; sahibinin kendisine bağlandığı bundan dolayı vazgeçemediği şey.
"Elaliku"; yem torbasının içine konup hayvanın üzerine asılan arpa.
"Elmaluku" ; yavrusuna şefkat ve sevgi göstererek onun yanından ayrılmayan ona bağlılık gösteren dişi deve.
Kullanımlarından örnekler verdiğimiz bu kelime ile , insanın yaratılış aşamasının anlatılması , tıp ilminin bugünkü gibi bilinmediği bir zaman içinde bu kelimenin ifade ettiği anlam ile izah edilmeye çalışılarak rabbimizin yaratma kudretinin anlaşılması sağlanmaya çalışılmıştır.
"Kalem" kelimesi ,yazmaya yarayan bir araç ve bu araçla insanın öğrenmiş olması , Allah cc nin insana bilmediğini öğretmesinin yollarından biri olarak süregelmektedir. Allah cc nin insana bilmediğini öğretmesi demek , insanlığın sahip olduğu bütün bilgi birikiminin kaynağı açısından önemli olup onu öğretene karşı saygı duyulmasını gerektirmektedir. Kişinin dünyada hayatı içinde ona öğretmenlik yapan birisine karşı saygı duyması onun nankör olmadığını göstermesi açısından dikkate alındığında , Allah cc nin kullarına bilmediklerini öğretmesi karşılığında onada saygı duyulması gerektiğini hatırlatır . İnsanın nankör olması burada devreye girerek dünyadaki öğretmenine duyduğu saygı kadar bile ona ve herkese öğretmen olan rabbine karşı nankör davranmasının karşılığını hesab günü alacak olması bile bir çok insanı bu nankörlükten vazgeçirememektedir.
"Elkeremü" ; insandan zuhur eden övgüye layık olan huyların , davranışların adı olarak nuzül öncesi toplumun kullandığı dil içinde anlamını bulmuş bir kelimedir. Mekke toplumunda böyle bir payeye layık olmak için zengin birisi nesi var nesi yok dağıtarak fakir bir duruma düşmekte , sadece "elkerim" ünvanına sahip birisi olarak hayatını sürdürmeye devam etmekteydi. Böyle bir arka plan dahilinde , Allah cc nin kendisini "elekrem" olarak vasfetmesi ve diğer ayetlerde onun yanında olanların asla bitmeyeceği onun "elğaniyy" olduğu hatırlatılarak bu kelime ile ifade edilen durumun kendisini asla fakir duruma düşürmediğini bildirmiştir.
Burada yeri gelmişken , bir kısım kur'an ehli kişilerin "Allahu ekber" terkibinin kullanılmasının yanlış olduğu şeklinde düşüncelere şahid olduğumuzu hatırlatarak bu konunun alak suresindeki "elekrem" kelimesi üzerinden bir bağını kurarak bazılarımızın ne kadar ilmi ve ciddi!! meseleler ile uğraştığını göstermek istiyoruz.
Ekber kelimesinin kıyaslama içerdiği iddiası ile "Allahu ekber" şeklinde bir kullanımın yanlış olduğu, doğru olanın "Allahu kebir" şeklinde kullanım olduğu iddiasına karşın "kebir " yani büyük kelimesininde kıyaslama içerdiğini hatırlatmak isteriz. Büyük olan bir şeyin büyüklüğünün diğerine göre olduğu unutulmamalıdır. "Zeyd amr'dan büyüktür" derken amr ile kıyaslayarak bunu söyleriz halbuki Zeyd başka birisi ile kıyaslandığında küçük olabilir.
Burada unutulmaması gereken bir nokta vardır, Allah cc nin kendisini bize tanıtmak için kullandığı bütün isimleri teşbih yani benzetme içermekte ve aşkın bir varlık olan Allah cc bizlerin zihnimizin algıladığı şeyler ile benzetme yaparak kendisini bize tanıtmaktadır. Hangi ismi olursa olsun o günkü arap toplumunun günlük dil ile ifade ettiği kelimeler üzerinden bu anlatım yapılmıştır. "Allahu ekber" kıyaslama içerdiği için yanlış , "Allahu kebir" kıyaslama içermediği için doğru demek kişinin bu konudaki cehaletinin bir neticesidir.
"Elekrem" kelimesi ismi tafdil sigasından bir kelimedir , ekber kelimeside aynı sigadan olan bir kelimedir. Ekber kullanmak yanlış ise Allah cc neden kendisi için kıyaslamalı !! olan bir kelimeyi yani ekrem kelimesini neden kullanmış acaba?, bu yanlışı !! nasıl farkedememişte kur'an ehli olduğunu zanneden bir takım zevat bunu farketmiş ve Allah cc ye din öğretmeye kalkıyor.
Sonuç olarak; Muhammed as a ilk olarak nazil olduğu kuvvetli olan alak s. ilk 5 ayetinde ; hiç bir şey değil iken yaratılan insanı yaratan rabbi ona bilmediklerini kalem ile öğretmiş ve o rabbin en büyük kerem sahibi olduğu hatırlatılarak , insanın bildiği her şeyin onun öğretisi olduğu ve bu bilgisini onun emri doğrultusunda kullanmasını emretmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)