tefekkür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tefekkür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Haziran 2017 Cuma

Hac s. 15. Ayeti Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması

Hac s. 15. ayeti okunduğu zaman, bazı kimselerde bu ayetin nasıl bir mesaj içermiş olabileceği konusunda soru işaretleri doğuran bir ayettir. 

مَنْ كَانَ يَظُنُّ أَنْ لَنْ يَنْصُرَهُ اللَّهُ فِي الدُّنْيَا وَالْآخِرَةِ فَلْيَمْدُدْ بِسَبَبٍ إِلَى السَّمَاءِ ثُمَّ لْيَقْطَعْ فَلْيَنْظُرْ هَلْ يُذْهِبَنَّ كَيْدُهُ مَا يَغِيظُ

Bu ayetin çevirileri genelde şu şekilde yapılmaktadır;

[022.015] [DI] Allah'ın peygamber'e dünyada ve ahirette yardım etmeyeceğini sanan kimse, yukarı bağladığı bir ipe kendini asıp, boğsun; bir düşünsün bakalım, bu hilesi kendisini öfkelendiren şeye engel olabilir mi?

[022.015] [DV] Her kim, Allah'ın, dünya ve ahirette ona (Resûlüne) asla yardım etmeyeceğini zannetmekte ise, (Allah ona yardım ettiğine göre) artık o kimse tavana bir ip atsın; (boğazına geçirsin); sonra da (ayağını yerden) kessin! Şimdi bu kimse baksın! Acaba, hilesi (bu yaptığı), öfke duyduğu şeyi (Allah'ın Peygamber'e yardımını) gerçekten engelleyecek mi?

[022.015] [E0] Her kim, ona Allah Dünyada ve Âhırette aslâ yardım etmez zannediyorsa hemen Semâya bir ip uzatsın sonra nefesini kessin de baksın keydi gayzını giderecek mi?

Bu ayetin çevirilerinde geçen İntihar etmek, kendini tavana asmak gibi deyimlerin, Arapça orjinal metinde karşılığının bulunmamasına rağmen, bir çok çeviride bu ibareleri veya bu doğrultuda yapılan çevirileri görmekteyiz. Ayrıca bu ayetin bazı kimseler tarafından yapılmış çevirilerinin ise, yardım etmek fiili ile kast edilenin elçi değil, inkarcı kimseler olduğu merkeze alınarak yapıldığını görmekteyiz. 

Yardım etmek fiili ile kast edilenin ayet içinde açık olarak belirtilmemiş olması, böyle yorumlara yol açmakla birlikte, Len yensurehu kelimesindeki hu zamiri ile Muhammed (a.s) ın kast edilmiş olmasının daha muhtemel olduğunu söylemek istiyoruz. Bu ihtimali ise, Kur'an içinde geçen Allah'ın elçilerine yardım sözünün geçtiği ayetler güçlendirmektedir. 

[006.034] Andolsun, senden önce nice resuller yalanlandı ve kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlamalarına ve sıkıştırılmaya katlandılar. Allah'ın sözlerini değiştirebilecek yoktur; and olsun ki: Peygamberlerin haberi sana da geldi.

[008.062] Eğer sana hile yapmak isterlerse, şunu bil ki, Allah sana kâfidir. O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir.

[009.040]  Eğer siz ona yardım etmezseniz; doğrusu Allah, ona yardım etmişti. Hani kafirler onu çıkarmışlardı da, o ikinin ikinicisydi. Hani onlar mağarada idiler ve hani o, arkadaşına; üzülme, Allah bizimledir, diyordu. Bunun üzerine Allah, ona sekinetini indirmişti, onu sizin görmediğiniz ordularla desteklemişti. Ve küfretmiş olanların sözünü alçaltmıştı. Allah'ın kelimesi ise en yüce olandır. Allah; Aziz'dir, Hakim'dir.

[012.110]  Öyleki resuller, umutlarını kesip de, artık onların gerçekten yalanladıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir; biz kimi dilersek o kurtulmuştur. Suçlu-günahkârlar topluluğundan zorlu-azabımız kesin olarak geri çevrilmeyecektir.

[030.047]  Andolsun ki, biz senden önce de elçileri kavimlerine gönderdik, onlar belgeler getirdiler; dinleyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştur.

[040.051] Şüphe yok ki, Biz elbette resûllerimize ve imân edenlere dünya hayatında ve şahitlerin kâim olacakları günde yardım ederiz.

[048.003] Böylece sana, kimsenin güç yetiremeyeceği bir şekilde yardım eder.

Elçilerine yardım etmeyi kendisi için bir görev olarak gören Allah (c.c), son elçisine de elbette bir çok yerde yardım etmiş ve bu yardımını kitabında haber vermiştir. Bu durumu dikkate alarak Hac s. 15. ayetini okumaya ve anlamaya başladığımızda Men kane yezunnü el ley yensurahüllahü fid dünya vel ahırati  cümlesinin, "Kim Allah'ın ona (elçisine) dünya ve ahirette asla yardım etmeyeceğini zannediyorsa" şeklinde yapılan çevirilerinin daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz.
Muhammed Esed:
Kim ki Allah’ın kendisine bu dünyada da, ahirette de yardım etmeyeceğini düşünüyorsa, göğe başka bir yolla ulaşmayı denesin de yol katetsin; ve böylece görsün, bakalım, bu hilesi onu sıkıntısından kurtaracak mı

felyemdüd bi sebebin iles semai sümmelyakta  Semaya bir sebeb uzatsın sonra (o yardımı kesmeye gücü yetebiliyor ise) kessin

Sebeb: Bir amaca ulaşmada vasıta olarak kullanılan şey demektir. Yani "yolunu bir şekilde bulsun ve semaya çıksın" demektir. Bazı çevirilerde sema kelimesine, evin tavanı olarak verilen anlamın isabetli olmadığını düşünmekteyiz. Burada kesilmesi istenen şey, evin tavanına bağlanan ve boğaza geçirilen ilmik değildir. Kesilmesi istenilen şey, Allah'ın elçisine yaptığı yardımdır.

Allah (c.c) nin böyle bir ifade kullanmış olması, kullarının böyle bir işi asla başaramayacak olmasındandır. Böyle bir cüretin Firavun tarafından gösterilmeye çalışıldığını haber veren ayetleri okuduğumuz zaman, Hac s. 15. ayetinin anlamı biraz daha açılmaya başlayacaktır.

[028.038] Firavun dedi ki: «Ey önde gelenler, sizin için benden başka bir ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Hâmân, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa'nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum.»

[040.036-37] «Firavun dedi: Ey Haman, bana yüksek bir kule yap ki o sebeplere (yollara) erişeyim.»«Göklerin yollarına. Böylelikle Musa'nın ilahına çıkabilirim. Çünkü ben, onun yalancı olduğunu sanıyorum. İşte Firavun'a, kötü ameli böyle çekici kılındı ve yoldan alıkonuldu. Firavun'un hileli-düzeni, 'yıkım ve kayıpta' olmaktan başka (bir şey) olmadı.

Hac s. 15. ayetinde geçen sebeb kelimesinin Mümin s. 36 ve 37. ayetlerinde de geçmiş olması, önemli bir ayrıntıdır. Allah (c.c) elçisi olan Musa (a.s) a düşmanlık yapan Firavun'un sonunu hatırlatarak, elçilerine karşı düşmanlık yapanların, onlara yaptığı yardımı engellemeye çalışanların sonlarının ne olduğunu Firavun örneğinde göstererek, aynı şeyin Muhammed (a.s) a düşmanlık yapanlar içinde geçerli olacağını haber vermektedir.

Göğe yükselebilmek, kulların takatini aşan ve imkansız bir durum olması hasebiyle, Allah (c.c) bu şekilde inkarcılara meydan okumaktadır. Kendisinin elçi iman edenlere olan yardımını engelleyebilmek için böyle bir güç sahibi olmak gerektiğini hatırlatarak, böyle bir güce ise kimsenin sahip olma imkanı olamayacağını herkesin bilmesinden dolayı, elçisine ve iman edenlere yapacağı yardımı kimsenin engellemeye gücünün yetmeyeceğini bu şekilde haber vermektedir. 


felyenzur hel yüzhibenne keydühu ma yeğıyz . Bir baksın (Allah'ın yardımını engellemek için) bu yaptığı hilesi onun öfke ve kinini giderebilecek mi.

Ayeti toparlayacak olursak; Ayet Allah'ın bir sünneti olan elçilerine ve iman edenlere yardım etmesinden kin ve nefret duyanlara eğer güçleri yetiyor ise bu yardımı engellemeleri konusunda meydan okuma yapılmaktadır. 

Ayetin makul bir çevirisi ise şu şekilde yapılabilir;

Kim Allah'ın ona (elçisine) dünya ve ahirette asla yardım etmeyeceğini zannediyorsa 
Semaya bir sebeb uzatsın sonra (o yardımı kesmeye gücü yetebiliyor ise) kessin
Bir baksın (Allah'ın yardımını engellemek için) bu yaptığı hilesi onun öfke ve kinini giderebilecek mi.


[003.160] Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur; eğer sizi yardımsız bırakıverirse, O'ndan başka size yardım edecek kimdir? İnananlar yalnız Allah'a güvensinler.

[058.021] Allah: Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir.

Sonuç olarak; Allah (c.c) nin hak edişe bağlı olarak elçilerine ve onlarla beraber olan iman edenlere yardım etmesi onun bir sünneti olup, bu sünneti Muhammed (a.s) ve onunla birlikte olanlar için de işleyiş göstermiştir. Allah (c.c) nin elçi ve iman edenlere olan yardımı elbette inkarcılar tarafından hoş görülmemekte, onların kin ve nefretini artırmakta idi. 

Allah (c.c), elçisine yaptığı bu yardımı engellemeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini, bu yardımı engellemek için semaya çıkmaya güç yetirmek gerektiği, böyle bir cürete yeltenen Firavun'un akıbetinin ne olduğunu bir çok yerde hatırlatarak, kimsenin kendisi ile boy ölçüşmeye kalkmamasını ihtar etmektedir.

                                     EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


15 Şubat 2017 Çarşamba

Kalem s. İçinde Geçen "Bahçe Sahipleri" Kıssası ve Kıssanın Sure İçi Bağlantısı Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması

Kur'an kıssa yollu anlatım metodu ile, geçmişlerin başından geçenleri bizlere aktarmakta , ve bu aktarımlardan ise, bizlerin hisse almasını amaçlamaktadır. Kalem suresi içinde geçen  Bahçe Sahipleri kıssası böyle bir kıssa olup , sure içindeki ilk muhataplar ile yakından alakası bulunmaktadır. Yazımızda hem bu kıssayı , hem de kıssanın ilk hitap ettiği kitleye ne demek istediğini okumaya çalışarak , bize dair nasıl bir mesajı olabileceği üzerinde de tefekkürde bulunmaya çalışacağız. 

Kalem suresi bilindiği üzere Mekke'de inen ilk dönem surelerdendir. Mekke'de inen ilk dönem surelerin ihtiva ettiği konulara baktığımızda ağırlıklı olarak , Mekke'li müstekbirlerin vahye karşı olan inkarcı tutumları , mal ve servetlerine güvenerek Allah'a ve elçisine kafa tutmaları , elçiye karşı şair , mecnun gibi yaftalar takarak davetini gözden düşürmeye çalışmaları gibi konular göze çarpmaktadır. 

Bahçe Sahipleri kıssasının daha iyi anlaşılması için , kıssa öncesindeki ayetlerin de dikkate alınması gerektiğini düşünmekteyiz. 

[068.001] Nûn, Kaleme ve yazdıklarına and olsun.
[068.002] Sen rabbının nimeti ile, mecnun değilsin.
[068.003] Gerçekten senin için kesintisi olmayan bir ecir vardır.
[068.004] Ve gerçekten sen, pek büyük bir ahlâk üzerindesin.
[068.005] Yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler;
[068.006] Hanginizde imiş o fitne ve cinnet.
[068.007] Doğrusu senin Rabbin, yolundan sapıtanları çok iyi bilir; O, doğru yolda olanları da çok iyi bilir.

Sure hurufu mukattaa (kesik harfler) ve yeminle başlamaktadır. Sure başlarındaki kesik harfler konusunda tefsirlerde bir çok yorumlar bulunmaktadır. En makul yorum olarak, yeni bir sure olduğunun bilinmesi, veya Arap alfabesinin bir harfi olması nedeniyle , okunan vahyin bu harflerden müteşekkil olduğunu , dolayısı ile muhatapların kendilerine okunan bu vahyi anlama noktasında herhangi bir sıkıntıya düşmelerinin söz konusu olmadığını bilmeleri şeklinde yorumları sayabiliriz.

Devam eden ayetler , Mekke'li müşriklerin Muhammed (a.s) ın çağrısını gözden düşürmeyi amaçlayan iddialarından biri olan Mecnunluk iddiasını ele alarak , onun böyle bir hal üzerine olmadığını, aksine üstün bir yaratılışa sahip olduğunu haber vermekte , gerçeğin en yakın zamanda ortaya çıkacağını beyan ederek , hangi tarafın yolunun doğru veya yanlış olduğunun bilineceğini hatırlatmaktadır.

[068.008] O halde, yalanlayıcılara itaat etme.
[068.009] Onlar, senin kendilerine yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı.
[068.010] Şunların hiçbirine itaat etme: Yemin edip duran aşağılık.
[068.011] Daima ayıplayan ve laf getirip götürene.
[068.012] Durmadan hayra engel olana, haddi aşana, çok günahkara.
[068.013] Kaba, sonra da soysuz, alçak.
[068.014] Mal ve oğullar sahibi olmuş diye.
[068.015] Ayetlerimiz ona okunduğu zaman; öncekilerin masalları, der.
[068.016] Biz yakında onun burnu üzerine damga basacağız.
[068.017-8]  Biz bunları, vaktiyle bahçe sahiplerini denediğimiz gibi denedik. Sahipleri daha sabah olmadan, bahçeyi devşireceklerine bir istisna payı bırakmaksızın yemin etmişlerdi.

Devam eden ayetlerde , kendisini Mecnun olarak itham eden Mekke'li müşriklerin bariz özelliklerini sayarak, hem sayılan vasıflara sahip olmanın yanlışlığını da hatırlatmak sureti ile , Muhammed (a.s) a tebliğ yolunda yürürken nasıl bir yol haritası izlemesi gerektiği öğretilmektedir.

Kendilerinden önce yaşamış olanların başından geçen bir imtihan olayı , Mekke'li müşriklerin imtihanı ile aynileştirilmek sureti ile anlatılarak , onların başlarına gelen akıbetin kötülüğünden ibret almaları amaçlanmaktadır. Mekkelilerin , bahçe sahipleri kıssasında anlatılan aktörlerle kendi aralarında benzerlik kurulmak sureti ile , yıllarca çalışıp emek vererek kazandıkları ,ve bu kazançlarını övünç ve inkar vesilesi olarak görmek sureti ile Allah'a ve elçisine kafa tutacak kadar güvendikleri mallarına fazla güvenmemeleri öğütlenmektedir.

Bütün yıl emek vererek çalıştıkları bahçelerinden çıkan ürünü hasat etme zamanı gelen bahçe sahipleri , emeklerinin karşılığını alacak olmanın verdiği şevk ve heyecan ile, ertesi gün için planlar yapmakta , ürünlerinin helak olabileceğini akıllarının ucuna bile getirmemektedirler.

[068.019] Derken onlar uyurken Rabbin tarafından bir dolaşan (afet) onun üzerinden dolaşıverdi.
[068.020] Artık o bostan yanarak simsiyah kesilmiş gibi bir hale dönüverdi.
[068.021] Derken sabahleyin birbirlerine seslendiler:
[068.022]  «Haydi, devşirecekseniz erkenden ekininize gidin» diye.
[068.023]  Derken fırladılar, aralarında fısıldaşıyorlardı.
[068.024]  Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanımıza sokulmasın.
[068.025] Yoksulları engelleme azmi içinde ilerlediler.

Gece uyurken bütün yıl emek verdikleri bahçelerinin kökünün kazındığından habersiz olan bahçe sahipleri , sabahleyin erkenden işlerini bitirmek için yola çıktıklarında , açgözlülüklerini ve fakirlere karşı olan tutumlarını da dilleri ile dışa vurmaktadırlar. Bahçe sahiplerinin yoksullara karşı olan tutumları ile , Mekke'li müşriklerin yoksulları karşı olan tutumlarının aynı oldukları dikkat çekici bir noktadır. 

[107.001] Dini yalan sayanı gördün mü?
[107.002] İşte o'dur yetimi şiddetle iten,
[107.003] Yoksulu doyurmaya teşvik etmeyen.

Maun ve diğer surelerdeki bir çok ayetler , Mekke'li müşriklerin yetim ve yoksullara karşı olan tutumlarını bildirmektedir. Yolda çeşitli hayaller kurarak ürünlerini devşirmek için bahçelerine gelenler , beklemedikleri bir şey ile karşılaşırlar.

[068.026] Fakat bahçeyi görünce «Herhalde biz yolu şaşırdık» dediler.
[068.027] Hayır doğrusu biz mahrum bırakıldık.

Bütün yıl uğraştıkları bahçelerinin ürünlerini devşirmek için geldiklerinde , bahçelerinin yerinde yeller estiğini gördüklerinde, önce gözlerine inanamayan bahçe sahipleri kendilerine geldiğinde gerçeği anlamışlardır. 

[068.028] Ortancaları (en mu'tedilleri) demedim mi size: tesbîh etseydiniz.

Bahçe sahiplerinin hepsinin bir olmadığını yukarıdaki ayet göstermektedir. Yaptıklarının yanlış olduğunu , doğru olanın tesbih dairesinde bir hayat sürmek olduğunu söyleyen arkadaşlarını dinlememenin cezası , bahçe sahiplerine pahalıya patlamıştır. Fakat zararın neresinden dönülürse kar olduğunu bilmeleri onlara fayda sağlamış, ve yaptıklarından pişman olup tevbe etmişlerdir. 

[068.029] Dediler ki: Tesbih ederiz Seni Rabbımız, gerçekten biz, zalimlerden olmuşuz.
[068.030] Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamağa başladılar:
[068.031] «Yazıklar bize, gerçekten bizler azgınmışız» dediler.
[068.032] «Belki Rabbimiz, onun yerine ondan daha hayırlısını verir; şüphesiz biz, yalnızca Rabbimize rağbet eden kimseleriz.»
[068.033]  İşte azap böyledir; ama ahiret azabı daha büyüktür; keşke bilseler!
[068.034] Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, Rableri katında nimet cennetleri vardır.
[068.035] Öyle ya, teslimiyet gösterenleri suçlular gibi tutar mıyız hiç?

Kur'an kıssaları içermiş olduğu mesajlar ile sayfalar tutabilecek sözleri kısa bir biçimde anlatmak özelliğine sahiptir. Bahçe sahipleri kıssası, ilk muhataplar olan Mekke'li müşriklere övündükleri servetlerine fazla güvenmemelerini , onlar  farkında bile olmadan mal ve servetlerinin bir anda yok olabileceği mesajını vermektedir. 

Aynı kıssayı, insanın yaşadığı hayat ile bağını kurarak okumak ta mümkündür. Bahçe sahiplerinin bütün yıl çalışıp çabalayarak ürünlerini devşirecek hale gelmesini , insanın bütün yaşamı boyunca dünyada çalışmasını ve dünyada çalışarak kazandıklarını devşireceği yer olan ahiret ile ilişkilendirmek mümkündür. 

Eğer insan, yaşamı boyunca vahiyden soyutlanmış , Allah'a iman etmeyen bir yaşam sürmüş ise, bütün yaşamı boyunca çalışarak elde ettiği kazancının gelirlerini devşireceği hesap gününde, bahçe sahiplerinde olduğu gibi yaşamı boyunca çalışıp çabalayarak elde ettikleri, karşısına yanmış kül olmuş bir bahçe misali gelecek , ve çalışıp kazandıkları kendisine hiç bir fayda sağlamayacaktır.

Bahçe sahipleri kıssasında gözümüze çarpan önemli bir husus , o kıssadaki kahramanların yaptıkları yanlıştan geri dönerek tevbe etmiş olmalarıdır. Ancak hesap gününde hiç kimseye böyle bir imkan tanınmayacak , yaptıklarının yanlış olduğunu anlayanlar , ne kadar isteseler de geri dönerek, salih ameller işlemek imkanı bulamayacaklardır.

Bahçe sahipleri kıssası , insanların yaptıkları yanlışlardan ne zaman tevbe etmeleri gerektiğini de öğretmektedir. Yaptıklarının yanlış olduğunu anlayan bahçe sahipleri , uyanık bir davranış sergileyerek , bahçelerinin yok olmasına isyan etmemişler , bahçelerinin yok olmasına sebep olan yanlış davranışlarını fark ederek, tevbe etmek sureti ile yol yakın iken geri dönmüşlerdir.

Kıssanın anlatıldığı 30. ve 31. ayetlerde , bahçe sahiplerinin birbirleri ile olan tartışmalarını görmekteyiz. Bu tartışmaların bir benzeri ahiret gününde cehennem ehlinin arasında da görülmektedir. 32. ayete baktığımızda , bahçe sahiplerinin bu tartışmalarından faydalı bir sonuç çıkmakta , pişmanlık sergileyerek yaptıkları hatadan geri dönme imkanlarına sahip oldukları anlaşılmaktadır. Ancak cehennem ehlinin yaptıkları tartışmalarda pişmanlıklarını ortaya koymakla beraber , yaptıkları hatadan geri dönme imkanları artık mümkün değildir.

Kıssanın anlatıldığı 33. ayet ahiret azabının büyüklüğüne dikkat çekerek , sakınanlara , verilecek nimeti hatırlatarak , dünyadaki cenneti ahiretteki cennete değişmemeleri öğütlenmekte , teslim olanların teslim olmayanlara karşı ayrıcalık sahibi olacaklarını beyan etmektedir. 

Surenin ilerleyen ayetleri , Mekke'li müşriklere dönerek onlarında ilerisi için hiç bir garantileri olmadığını bildirmekte , her an başlarına beklemedikleri bir son gelebileceğini hatırlatmaktadır.

Kıssanın hitap çevresi elbette sadece ilk muhataplar olan Mekke'li müşrikler ile sınırlı değildir. Kıssada isim ve mekan zikredilmemiş olması , kıssanın her an yaşanan bir kıssa olduğu fikrini vermesi açısından düşünülebilir. 

Dünya hayatını yaşayan her insan bir çeşit bahçe sahibidir , kıssa bütün insanlar tarafından her an yaşanmaktadır. 

Bahçe sahipleri kıssasındaki "Bahçe" objesini daha geniş bir anlamda , insana Allah (c.c) tarafından verilen her türlü nimet olarak okumak , kıssayı evrensel bir mesaj olarak okunmasını da sağlayacaktır. Kıssada bahçe sahiplerinin bahçe ile imtihan edildiklerini öncelikle hatırlayarak , bahçe objesinin insanın imtihan edildiği dünya hayatının tüm nimetlerini sembolize ettiğini de görebiliriz.

Allah (c.c) bir çok ayetinde, insana verdiği nimetin dünya hayatının geçici menfaati olduğunu , bu nimetleri ona emanet olarak verdiğini , asıl mülk sahibinin kendisi olduğunu , bu nimetlere sarılarak ahireti unutmamasını öğütlemektedir. Fakat bir çok insan bu öğütleri unutmakta , dünyayı ebedi bir mekan olarak görerek , ahireti öteleyen bir yaşam sergilemektedir. 

Sonuç olarak ; Bahçe sahipleri kıssası , dünya hayatında sahip olduğu mal ve servete güvenerek insanlar üzerinde hegemonya kurmak isteyenlere öğütler vermektedir. Ellerindeki servetin büyüklüğüne güvenerek , Allah'a kafa tutmaya kalkmamalarını hatırlatan bu kıssa , hiç farkında olmadan bir anda sahip olunan mal ve servetin insanın elinden gidebileceğini hatırlatmaktadır.

Bahçe sahipleri kıssası , dünya malına sarılarak ahireti unutan insan tiplerine örnek olan okunabilecek bir kıssadır. İnsan eğer sahip olduğu dünya nimetlerini , kendisine öğütlenen yol üzerinde kullanmayarak , Şeytanın öğütlediği yol üzerinde kullanmaya kalktığında , bütün hayatı boyunca çalışarak elde ettiği ve hesap gününde lazım olan kazancını yanmış kül olmuş bir biçimde görerek hiç bir faydasını göremeyecektir.

Bahçe sahipleri kıssası , dünya hayatının geçici menfaatine kapılarak ahireti unutan fakat yaptığının hata olduğunu yaşamında anlayarak yanlışından dönenlere de örnek bir kıssadır. Tevbe kapısının açık olduğunu da hatırlatan bu kıssa , başına gelen musibetten ders alarak hatasından dönmenin kişiye olan faydasını da hatırlatmaktadır. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

6 Ekim 2016 Perşembe

Bakara s. 261-274 Arasındaki İnfak Ayetleri Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması

İnsanların ekonomik bakımdan tamamının aynı seviyede olmayışı nedeniyle , ekonomik bakımdan iyi durumda olanların üzerine, ekonomik bakımdan iyi olmayanlara karşı bir takım yükümlülükler getirilmiştir. İnsanlar arasındaki sosyal dengenin sağlanması yolunda önemli bir adım olan infak müessesesinin ayakta kalarak işlevini sürdürmesi, her zaman olduğu gibi bugünde önemini korumaktadır. İnsanlar arası ilişkilerde önemli rol oynayan bu yükümlülüklerin yerine getirilmesi konusunda , Kur'anda bir çok ayet bulunmaktadır. 

Kur'an, insanların elinde bulunan dünyaya ait olanların tamamının onlara Allah (c.c) tarafından verildiği , ellerinde olanların hiç birinin kendi malları olmadığını hatırlatarak , vermeleri gerekenlerin onlara emaneten ve imtihan süreci dahilinde verildiğini önemle hatırlatır. "Kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden" şeklinde bir çok ayette geçen bu ifade , elimizde rızık olarak bulunanların gerçekte bizim değil , bize Allah (c.c) tarafından verilmiş olduğunu ve bunlarda başkalarının da hakkı olduğunu hatırlatır. 

İnfak ile ilgili ayetler , Kur'anın pek çok suresinde bulunmasına karşın, Bakara suresi içinde toplu bir şekilde yer almış olması nedeniyle , bu sure içindeki infak ile ilgili ayetler üzerinde bir tefekkür çalışması yapmaya çalışacağız. 

Surenin 3. ayetinin , kendilerine rızık olarak verilenlerden infak etmeyi , Müminlerin vasıflarından saydığını hatırlayarak konumuz ile ayetlere geçebiliriz. 

[002.261]  Mallarını Allah yolunda infak edenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir. Ve Allah, Vasi'dir, Alim'dir.

Mesel ile anlatma , Kur'anın sıkça kullandığı bir yöntemdir. Bu yöntem ile soyut olan bazı şeyler , muhatabın zihninde somut olarak canlandırılmakta, ve yaptığı işin ona ahiretteki getirisini , dünya hayatı içinde şahit olduğu bilgilere benzetilmesi yolu ile daha kolay anlamaktadır. Ayette, infak etmek verimli bir toprağa benzetilerek , onun verdiği ürün yapılan infaktan hasıl olan sevabı ifade etmektedir.

Herkesin malumu olduğu üzere tarım , insan hayatının ayrılmaz bir parçasıdır. Malından infak etmek , verimli bir toprağa benzetilerek, infak etmenin insana olan getirisinin, çiftçinin toprağa attığı bir tohumun, 700 misli vermesi olarak anlatılarak , insana ilk başta zor gelen elini cebe atmanın, sonrasında ona nasıl bir karlılık getirdiği, bildiği bir örnek üzerinden anlatılarak infaka teşvik edilmektedir.

Ayetteki " Allah, dilediğine kat kat verir" cümlesi , Kur'anda bir çok ayette yer alan "Allah'ın dilemesi" konulu ayetlerdeki dilemenin, nasıl gerçekleştiğini de anlatmaktadır. Allah'ın dilemesi onun keyfiliği anlamında değil , kulun yaptığının karşılığında alacağı karşılığı bildirmektedir. 261. ayet ile konuyu alakalandıracak olursak , kişi malını infak etmesi neticesinde Allah (c.c) tarafından kat kat karşılık ile mükafatlandırılmaktadır. Aksi takdirde Allah (c.c),  malını infak etmeyene keyfi olarak böyle bir karşılık vermez. 

Bir çok ayetin sonunda gördüğümüz esmaya dahil olan isimler , ayet içindeki konu ile yakından alakalıdır. Allah (c.c) nin Vasi (imkanları genişleten) olması , infak etmekle ilk bakışta eksilir gibi görünen malın, aslında eksilmediğini aksine genişlediğini , Alim (her şeyi bilici) olması ise , yapılan infakın mutlaka bilindiği , bilinmemezlik gibi bir durumun asla mümkün olmadığını bildirmektedir.

[002.262] Mallarını Allah yolunda infak edip de, sonra infak ettikleri şeyin ardından başa kakmayan ve eziyet etmeyenlerin mükafaatı, Rabbları katındadır. Onlara korku yoktur. Ve mahzun da olacak değillerdir.
[002.263]  Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden eza gelen bir sadakadan daha iyidir. Allah müstağnidir, Halim'dir.

Malını infak etmenin yanında, bu infakın bir vazife, bir görev şuuru içinde yapılması önemli bir husustur. Mekki ayetlere baktığımızda , verdiğini başa kakma ve eziyet etmek, müşrik özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaptığı infakı gereği gibi yapanların mükafatlandırılacağı hatırlatılarak , veren kişinin verdiğini nasıl bir şuur içinde olarak vermesi gerektiği hatırlatılmaktadır.

263. ayet , verdiğinizi başa kakmak ve eziyet etmek sureti ile verecekseniz , bunu hiç vermeyin insanlara güzel söz söylemek , eziyetli bir infaktan daha hayırlıdır diyerek , vermenin adabını beyan etmektedir. Ayetin sonundaki Allah'ın müstağni olması ile , onun bizim infak edeceğimiz mala ihtiyacı olmadığı hatırlatılmakta ve Halim ismi ise , bu tür hata yapanları eğer döndükleri takdirde af edeceğini beyan etmektedir.

[002.264]  Ey İnananlar! Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara gösteriş için malını sarf eden kimse gibi, sadakalarınızı başa kakma ve eza etmekle boşa çıkarmayın. Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kayanın durumu gibidir, üzerine bol yağmur yağdığında onu cascavlak bırakır. Kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah inkar eden kimseleri doğru yola eriştirmez.

264. ayette infak ettiğini başkalarına gösteriş , başa kakma ve eziyet haline getirenlerin durumu, 261. ayette olduğu gibi , bir mesel ile anlatılmaktadır. 261. ayette kullanılan benzetmeler , bu ayette de kullanılarak infak yine bir toprağa benzetilmektedir. Yağmur yağdığı zaman 1 e 700 verebilme kapasitesi olan toprak , bu sefer yağan yağmurlar ile bırakın 1. e 700 vermeyi , o toprak yağan yağmur ile sürüklenip gitmekte , hiç bir ürün vermeyen bir kayalık ortaya çıkmaktadır. 

Ayet içinde geçen kaya , insanın kötü tarafını temsil etmektedir. İnfak gibi yapılan iyilikler toprak misali, bu kayayı yani kötülüğü örterek , kötülüklerin açığa çıkmasına engel olmaktadır. Ancak yaptığı infakı gösteriş , başa kakma ve eza olarak yapan kimsenin yaptığı infakı yani toprağı, sele karışarak yok olup gitmektedir. 

Günümüzde ve kurumlar tarafından yapılan yardımlar , kişinin ihtiyacını gidermek amaçlı değil , o yardımı yapan bazı kurumların ihtiyaçlarını gidermek amaçlı olduğu gözlemlenmektedir. Özellikle seçim zamanlarında siyasi partiler tarafından bazı insanlara yapılan yardımlar , onların ihtiyaçlarını gidermek amaçlı değil , onlardan oy devşirmek amaçlı olup , infak kurumunun gösteriş , başa kakma ve eza amaçlı bir yardım haline getirilerek laçka bir hale getirilmesine acı bir örnektir.

[002.265]  Allah'ın rızasını kazanmak ve nefislerde olanı sağlamlaştırmak için mallarını infak edenlerin hali, bir tepedeki güzel bir bahçenin haline benzer. Kuvvetli bir sağanak düşünce; yemişlerini iki kat verir. Bol yağmur yağmasa bile bir çisenti bulunur ve Allah işlediklerinizi görür.

Bu ayette ise , yaptığı infakı Allah (c.c) nin rızasını kazanmak için yapanların durumu ,yine bir mesel ile anlatılmaktadır. Toprağı verimli olduğu için yağmuru az olsa da meyvesini iki kat veren bir bahçe örneğinde, doğru yapılan bir infakın nasıl bir işleve sahip olduğunu yine toprak ve bahçe örneği üzerinden anlatmaktadır.

[002.266] Biriniz ister mi ki; hurmalardan ve üzümlerden bir bahçesi olsun, altından ırmaklar aksın, içinde her çeşit meyve bulunsun da; kendisi ihtiyarlamış, çocukları da güçsüz kalmışken; bahçesi ateşli bir kasırga ile yanıversin. Düşünesiniz diye Allah, size ayetlerini böyle açıklar.

266. ayet yine olayı bir mesel ile anlatmaktadır. Bir insanın yaşadığı hayatta başına gelebilecek en kötü bir olayı örnek olarak göstererek , riya , başa kakma ve eza kokan infakın, kişiyi düşürdüğü kötü duruma işaret etmekte ve zımnen, "Nasıl hiç biriniz böyle bir duruma düşmek istemez iseniz , riya , başa kakma ve eza ederek verdiğiniz infak sizi işte bu duruma düşürecektir" demektedir, böyle duruma düşmemek için , verdiklerini riya olarak değil , vazife gereği vermesi gerektiği hatırlatılmaktadır.

[002.267]  Ey iman edenler; kazandıklarınızın tayyib olanından ve size yerden çıkardıklarımızdan infak edin. Kendiniz göz yummadan alıcısı olmadığınız bayağı şeyleri vermeye yeltenmeyin. Ve bilin ki; Allah, Gani'dir, Hamid'dir.

267. ayet , infak edilebilecek malın nasıl olması gerektiğini bildirmektedir. İnfak edilecek mal helal olarak kazanılmış , ve kendimize layık gördüklerimizden olması gerekmektedir. Haram yolla kazanılmış malın infak edilmesinden dolayı kişiye herhangi bir mükafat verilmeyecektir. Çünkü malı kazanırken yasakları çiğneyerek harama bulaşmıştır. 

Kişilerin infak edecekleri malın , kendilerine layık görmeyerek , eskiyen , modası geçen , veya "çöpe atılacağına ver bir fakire yesin" diyeceğimiz şeylerin infak olarak sayılmayacağı bildirilirken , günümüzde bu tür sözde infak modeli maalesef yaygın bir şekilde sürdürülmektedir. Allah (c.c) helal yolla kazanılmamış , kendimize layık görmediğimiz bir şeyin infak olarak sayılmayacağını bildirirken, 263. ayette olduğu gibi kendisini "Ğani" olduğunu hatırlatarak bizim yapacağımız infaka kendisini ihtiyacı olmadığını , "Hamid" yani övgüye layık olduğunu da hatırlatarak , verdiği bu hükümde asla bir yanlışlık olmadığını yerinde bir hüküm olduğunu bildirmektedir.

Burada yeri gelmişken Ramazan aylarında gelenek haline gelen Ramazan kumanya paketleri ile ilgili bir kaç şey söylemek istiyoruz; Bilindiği üzere Ramazan aylarında hali vakti iyi olan Müslümanlar, etrafındaki ihtiyaç sahiplerine erzak yardımı yapmaktadır. Bu elbette güzel ve takdir edilecek bir davranıştır. 

Erzak paketleri bilindiği üzere içindeki malzemenin adedine ve kalitesine göre fiatlara sahip olup, isteyen istediği kalitedeki erzak paketlerini alıp ihtiyaç sahiplerine yardım yapmaktadır. Ancak yardımı yapan kişi erzak paketi içindekileri eğer kendisi yemiyor, sadece ucuz olduğu için alıp ve dağıtıyor ise bu doğru bir davranış değildir. Dağıttığı erzak paketinin içindeki gıdaların kendi evine aldığı gıda ile aynı olması, kişinin yaptığı yardımın kabule şayan olmasına vesile olacaktır.

[002.268] Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder. Allah ise size katından bir mağfiret ve bir lütuf vâat eder. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir.

Cimriliğe meyyal bir yapısı olan insanın bu huyu , infak etme konusunda ortaya çıkarak , infak etmekten dolayı malın eksileceği korkusu ile, onun infak etmekten geri durmasına sebep olmaktadır. Bu korkunun şeytan vesvesesi olduğu hatırlatılarak , içimize gelen bu fakirlik korkusunun yanlış olduğu ifade edilmektedir. Allah (c.c) , infak etmeyerek şeytanın esiri olmak ile , infak ederek bağışlanma ve onun lütfuna nail olmak arasında kalarak, 2 seçenekten birisini seçmek durumunda olan bizlere , şeytanın değil kendisinin tavsiyelerine uyulmasının daha güzel sonuçlar doğuracağını bildirmektedir.

[002.269]  Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse şüphesiz ona çokça hayır verilmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır.

Hikmet konusu geniş bir konu olmakla beraber, kelimenin anlamını kısaca "Hayatı eşyanın yaratılış gayesi doğrultusunda okuyabilmek" olarak tarif edecek olur , ve infak konusu ile ilgisini kurduğumuzda şunları söyleyebiliriz: Mal sahibi olmanın tabiatında onu biriktirmek , saklamak gibi kötü hasletler değil , onu infak etmek gibi iyi hasletler yatmaktadır. Elindeki malı infak yolunda harcayan kişi "Hikmet sahibi" olmuş olacak ve bu haslet, kişi için kendisine hayırlar getirecektir.

[002.270] Nafakadan her ne infak eder veya adaktan her ne adarsanız, muhakkak Allah onu bilir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur.

İnfak edilen her şeyin , Allah (c.c) nin bilgisi dahilinde olduğu , ve kayıt altında tutulduğu tekrar hatırlatılarak , yapılanların boşa yapılmış olmayacağı bildirilmektedir. 

[002.271]  Sadakaları açık verirseniz o, ne iyi ve eğer onları gizler de fukaraya öyle verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına kefaret olur, hem Allah her ne yaparsanız haberdardır

Sadakaları açıktan ve gizliden vermenin herhangi bir sakıncası olmadığı beyan edilirken , gizliden verilmesinin tercih edilmesi vurgulanmaktadır. Açıktan vermek hayrı teşvik etmek açısından olumlu bir durum iken , veren açısından gösterişe , alan açısından ezikliğe yol açması söz konusu olabilmektedir. Gizliden vermenin gösteriş ve ezikliğe yol açmaması bakımından tercih edilmesi gereken yol olduğu tavsiye edilirken takvaya daha yakın olan gizliden vermek olmalıdır. 

Günümüzde bazı kişi ve kurumlar tarafından yapılan yardımların , açıktan yapılmış olması maalesef, infak kavramının gösteriye alet edilecek kadar laçka bir hale getirilmiş olduğunu göstermekte olup , bu durum çoğu kimse tarafından müşahede edilmektedir. Açıktan vermeyi gösteriş amaçlı yapmak , ayetin emri ile uyuşmamaktadır. Açıktan vermek eğer , bazı kimseleri infak etmeye teşvik etmeye yönelik bir amaç taşıyor ise makul görülebilir.

[002.272] Onları hidayete erdirmek sana düşmez. Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır namına ne infak ederseniz kendinizedir. Zaten yalnız Allah rızasını kazanmak için infak edersiniz. Verdiğiniz her hayır tam olarak size ödenir. Ve siz, haksızlığa uğratılmazsınız.

Ayet içinde infak konusundan ayrı olarak "Onları hidayete erdirmek sana düşmez. Allah, dilediğini hidayete erdirir." cümlesi bulunmaktadır. Muhammed (a.s) ın görevi , sadece tebliğ olup , bu görevin dışında zorla hidayet vermek gibi bir görevi yoktur. Doğru yola girip girmemek konusunda insanlar hür iradelerini kullanacak ve kendilerine gösterilen 2 yoldan birisini seçeceklerdir.

Kişinin yaptığı infakın kendi menfaatine olduğu , yaptığı infaktan hasıl olan hayrı kendisinin kazandığı , bu infakın kimin için yapılması gerektiği tekrar hatırlatılarak , verdiklerimizin karşılığının haksızlık edilmeden eksiksiz olarak ödeneceği bildirilmektedir.

[002.273]  Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna vermiş olup da yeryüzünde dolaşmayan ve tanımayanların; hayalarından dolayı onları zengin zannettikleri yoksullara verin. Onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük ederek insanlardan bir şey istemezler. Hayırdan ne infak ederseniz şüphesiz Allah onu bilir.

273. ayet , infakın yapılması gereken kimseleri beyan etmektedir. İnfak gerçek ihtiyaç sahibi olup ta , hayasından dolayı bunu açığa vuramayan , dolayısı ile infakı hak ettiği halde bundan mahrum kalma riski olan kişilere dikkat çekmektedir. Dilenciliğin meslek haline geldiği ve dilencilerin bir çoğunun emekleri ile çalışanlardan daha fazla kazandığı bir zamanda yaşadığımızı hatırlayacak olursak , dilenmeyen fakat gerçek ihtiyaç sahibi olanların araştırılarak infakın bunlara yapılması , daha bir önem arz etmektedir. 

[002.274]  Gece gündüz, açık gizli, mallarını sarf edenlerin mükafatlarını Rab'leri verecektir. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

İnfak konulu ayetlerin sonu , yine infakı teşvik eden ve bunu yerine getirenlere verilecek olan mükafatın haber verilmesi ile son bulmaktadır.

Sonuç olarak : İnsanlar arasında rızkın eşit olmaması nedeniyle ortaya çıkan sorunun kapatılmasına yönelik emirlerden olan infak emri , gereği gibi uygulandığında zengin ve fakir arasındaki derin uçurumlar azalacaktır. Dünyadaki  gelir adaletsizliğinin zirveye tırmandığı , bir kişiye bin , bin kişiye bir pulun düştüğü dünyanın , Müslüman olduğunu iddia eden varlıklıları , eğer üzerilerine düşen infak vazifesini hakkı ile yerine getirmiş olsalardı , bugünkü gelir adaletsizliği büyük ölçüde azalabilirdi. 

İnfak etmek demek, fakiri başından savmak için önüne üç kuruş atmak değil , infak etmenin varlık sahibinin üzerine düşen bir vazifedir. İnfak etmek demek, ihtiyacı olan kişinin ihtiyacını gidermek amaçlı olmadığı, infak sahibinin beğenmediği , yemediği , giymediği şeylerin atılacağına, birilerine verilmesi amaçlı olduğu müddetçe doğru anlaşılmış olamaz.

İnfak eden kişi ile infak edilen kişi arasında asla bir minnet borcu asla olamaz. Özellikle siyasi partilerin oy amaçlı yaptıkları bazı yardımlar böyle bir minnet borcu esasına dayandığı için infak değil ,rüşvet haline gelmiştir. Bu kurum gerçek işlevini , ancak Kur'anın belirlediği esaslar dahilinde doğru olarak yerine getirebilir.

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


28 Eylül 2015 Pazartesi

Şeytan Kavramı ve Kur'anda Geçtiği Ayetler Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması

Şeytan , Kur'anın odak kavramlarından bir tanesi olup , istisnasız olarak yaratılan bütün insanları ilgilendiren ve onların hayatlarının her anında karşı karşıya oldukları tehlikenin sembolleştirilmiş ismi olup , "Uzaklaştı" anlamına gelen "Şe-ta-ne" kelimesinden türemiştir. Bu kavram Kur'anda,"İblis" adında bir kişilik üzerinden müşahhas hale getirilerek anlatılmış olup , bu şahsiyetin konuşmaları üzerinden anlatılan biz Ademoğullarına yapmayı vaad ettiği iğvalar ve ayak kaydırmaları bizlere okunarak ,"Şeytan" ve onların yandaşlarına karşı nasıl tavır takınılması gerektiği öğretilmektedir.   

[002.034]  Ve meleklere: «Ademe secde edin» dedik de İblis'ten başka (diğerlerinin tümü) secde ettiler. O ise, dayattı ve kibirlendi ve kâfirlerden oldu.
[002.035]  «Ey Adem! Eşin ve sen cennette kal, orada olandan istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz» dedik.
[002.036]  Şeytan oradan ikisinin de ayağını kaydırttı, onları bulundukları yerden çıkardı, onlara «Birbirinize düşman olarak inin, yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz» dedik.

Kur'an ın farklı surelerine dağılmış olan bu kıssanın merkezinde , Adem ile eşinin ayağını kaydırmak isteyen İblis vardır. İsyan ettikten sonra onun adının artık "İblis" olarak değil , "Şeytan" olarak anılması dikkati çeken bir nokta olup asıl mesaj buradadır.  İblis'in konuşması üzerinden onun bizlerin ayağımızı kaydırmak için kullanacağı taktikler anlatılarak , Kur'an geneline yayılmış ayetlerde bu vaadini nasıl pratize ettiği ve insanları nasıl ayarttığı anlatılmaktadır.

[007.016-21]  «Beni azdırdığın için, and olsun ki, Senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, ardlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu Sana şükreder bulamayacaksın» dedi. Allah dedi ki; Çık oradan yerilmiş ve kovulmuş olarak! Andolsun ki, insanlardan kim sana uyarsa, onları ve sizi birlikte cehenneme dolduracağım.»«Ey Adem! Sen ve eşin cennette kalın ve istediğiniz yerden yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz.» Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: «Rabbinizin sizi bu ağaçtan menetmesi melek olmanız veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir.»«Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim» diye ikisine yemin etti.

[015.039-43]  (İblis) dedi ki: Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna. (Allah) Dedi ki: «İşte bu, bana göre dosdoğru olan yoldur.»«Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna.»«Ve Cehennem onların hepsinin toplanacağı yerdir.»

 [017.061-65]  Meleklere: «Adem'e secde edin» demiştik, İblis'ten başka hepsi secde etmiş, o ise: «çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?» demişti.«Benden üstün kıldığını görüyor musun? Kıyamet gününe kadar beni ertelersen, and olsun ki, azı bir yana, onun soyunu kendi buyruğum altına alacağım» demişti. Allah: «Haydi git! Onlardan sana kim uyarsa bil ki, cehennem hepinizin cezası olur, hem de tam bir ceza» dedi. «Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı yaya ve atlılarınla haykırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun ama şeytan sadece onları aldatmak için vaadeder. Doğrusu Benim mümin kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin olamaz. Rabbin vekil olarak yeter.»

[020.117-121] Biz de (Âdem'e) şöyle demiştik: «Ey Âdem! Şüphesiz bu  sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun (sıkıntı çeker, perişan olursun).»Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak. Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın. Ama şeytan ona vesvese verip: «Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?» dedi.Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yedi, ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular. Adem, Rabbine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı.

[038.082-3]  İblis: «Öyle ise» dedi, «senin izzetine yemin ederim ki ben de onların hepsini şaşırtacağım. Ancak Senin ihlasa erdirdiğin kullar bundan müstesnadır.»

İblis adı verilerek müşahhaslaştırılan Şeytan, artık Ademe secde etmeyen bir kişiliğe  verilen isimden çok , İblis adlı bir karakter üzerinden Adem ve eşi üzerinde yaptığı iğvanın neye sebeb olduğu gösterilerek , insanları yoldan çıkarmaya yeltenen her türlü unsurun adı olmuştur. Şeytan ile ilgili ayetlerin tamamında ona uyanların akıbetlerinin cehennem olduğu beyan edilerek ondan sakınılması emredilmektedir. Bu yazımızda , Kur'anın "Şeytan" veya "Şeytanlık" olarak vasıflayarak bizleri sakındıran ayetlerinden örnekler vererek asıl mesajı anlamaya çalışacağız.

Müslümanlar olarak bu konudaki tartışma alanımız, şeytan ve onun bizlere karşı oynamak istediği oyunları görerek nasıl bir tavır içinde olmamız gerektiği iken , bu kıssa ile ilgili tartışma alanları genel olarak kıssanın bire bir yaşanmış bir kıssa şeklinde okunmasından kaynaklanan sorulara cevap şeklinde geçmektedir. Olayı sadece İblis adı verilen karakterin üzerinden okumaya çalışmak , pek çok tefsir problemini beraberinde getirmiştir. Olayı o karakter  üzerinden verilmek istenen mesaja yönelik okumalar yaparak anlamaya çalışmak ilgili ayetlerin daha kolay ve daha doğru anlaşılmasını sağlayacaktır.

 [004.116] Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse derin bir sapıklığa sapmış olur.

Şirk , Allah (c.c) nin yaşamakta iken tevbe ederek dönen hariç, bu hal üzere ölen kimse için bağışlamayacağı kadar büyük bir cürüm olup , Nisa s. 116. ayet sonrasındaki ayetlerde bu durumun şeytan ile ilişkisi kurulmaktadır. 

[004.117]  Onlar, O'nu bırakıp da (bir takım) dişilere taparlar. Onlar, o her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar.
[004.118]  Allah, onu lanetlemiştir. O da (şöyle) dedi: «Andolsun, kularından 'miktarları tesbit edilmiş bir grubu' (kendime uşak) edineceğim.
[004.119] «Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar (putlar için nişanlayacaklar), şüphesiz onlara emredeceğim de Allah'ın yarattığını değiştirecekler» (dedi). Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse elbette apaçık bir ziyana düşmüştür.
[004.120]  Şeytan onlara vaadeder ve onları kuruntuya düşürür. Halbuki, şeytan onlara bir aldatmadan başka bir şey vaadetmez.
[004.121] İşte onların yeri cehennemdir; ondan kaçıp kurtulacak bir yer de bulamayacaklardır.

Bu ayetlerde ki şirk olgusunu anlayabilmek için , Mekke müşrik inancını hatırlamak gerekmektedir. Dişilere tapmak şeklindeki şirkleri Kur'anın bir çok yerinde geçmektedir . "Hayvanların kulaklarını yarmak" şeklindeki şirk amelleri Maide s. 103. ayetinde şöyle anlatılmaktadır. 

 [005.103] Allah ne bahîre, ne sâibe, ne vasîle, ne de hâm diye bir şey bildirmiştir. Fakat, o kâfirler bu inançlarını Allah’a mal ederek O’na iftira etmişlerdir. Onların ekserisinin akılları ermez.

 İnsanların yaşamı içinde tabi olacakları kuralları , Allah (c.c) dışında kimsenin tayin yetkisi yoktur. Şeytan , insanlara hile ve desiseler ile böyle kuralları Allah (c.c) nin değil kendilerinin tayin edebileceklerini fısıldar. Mekke müşrikleri işte böyle bir fısıldamaya tabi olarak kendi kafalarınca haram-helal tayin edip ,bu kuralı bazı hayvanlar için uygulayarak şeytana tabi olup , şirk işlemişlerdir. 

Bu şirk olgusunu evrenselleştirecek olursak , Allah (c.c) nin yetki alanı içinde olan ve kullarına bildirmiş olduğu kuralları hiçe sayarak bu kuralların karşısına , kul yapısı getirilen her türlü kural , şeytanın fısıltısının sonucu olup , akıbeti ebedi Cehennemdir.

 [002.208]  Ey müminler, bütün varlığınız ile İslâm'a (barışa) girin. Sakın Şeytanın izinden gitmeyin. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.

 Bu ayeti , Allah (c.c) nin İslam dan başka din arayanın ondan kabul olunmayacağı (3/85) , bize din olarak İslamı seçtiğini (5/3) beyan eden ayetler ışığında okuyacak olursak , bize seçilen hayat sisteminin Allah (c.c) tarafından tayin edildiği , bunu dışında başka sistemler ihdas etmenin şeytanın izinden gitmek olduğu , şeytanın bizlere böyle sistem önermesinin sebebinin, onun bizlere düşman olmasının bir sonucu olduğunu haber vermektedir.

 [002.267]  Ey İnananlar! Kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan sarfedin; iğrenmeden alamıyacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın. Allah'ın müstağni ve övülmeye layık olduğunu bilin.
[002.268] Şeytan sizi fakirlikle korkutarak cimriliği ve hayasızlığı emreder; Allah ise kendisinden mağfiret ve bol nimet vadeder. Allah'ın lütfü boldur, O her şeyi bilir.

 İnfak konusunda Kur'anda bir çok ayet beyan edilmiştir. Şeytan yine bu konuda devreye girerek , insanı infak etmekten alı koymak ister , ve böyle bir cimriliğin şeytan iğvası olduğu hatırlatılmatadır.

 [004.038] Mallarını insanlara gösteriş için sarfedip, Allah'a ve ahiret gününe inanmayanları da Allah sevmez. Şeytanın arkadaş olduğu kimsenin ne fena arkadaşı vardır!

Mal infak etmek şeklindeki amel, sadece Allah (c.c) nin rızasına nail olmak değil de , başkalarına gösteriş olmak için yapılırsa, bu yapılan infakın kabule şayan olmadığı , çünkü böyle bir infakı yapanların şeytan ile dost oldukları vurgulanmaktadır. 

[004.060]  Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.

Nisa s. 60. ayetinde , "İman ettim" demelerine rağmen bu imanlarının gereklerini yerine getirmeyerek "Tağut" kelimesi ile ifade edilen , "Allah (c.c) ye karşı azgınlaşarak ona alternatif din uyduranlara ve onların hükümlerine tabi olmak isteyenlerin bu tür arzular içine girmesine yine  şeytan ın sebeb olduğu beyan edilmektedir. 

[004.076] İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkar edenler ise tağut yolunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın, esasen şeytanın hilesi zayıftır.

Bu ayette , "Allah yolu" ve "Tağut yolu" adında iki yoldan bahsedilerek , tağut yolunda savaşanlar "Şeytan dostu" olarak vasıflandırılmaktadır. 

 [005.090]  Ey İnananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve salattan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?

Maide s. 90. ayetinde bahsedilen unsurların , "Şeytan ameli" yani bunları iman etmiş bir kişinin yapmaması gerektiği , bu amelleri teşvik eden ve yapılmasını isteyen kim olursa olsun adının "Şeytan" olduğu , bu amelleri işletme sebebinin düşmanlık ve kin sokmak , salat ve zikirden alıkoymak olduğu beyan edilmektedir. 

 [006.071]  De ki: «Biz hiç Allah'ı bırakıp da bize ne fayda, ne de zarar vermeyecek nesnelere yalvarır mıyız? Ve Allah bizi hidayetine kavuşturmuş iken ardımıza (şirke) döner miyiz? Arkadaşları, bize gel, diye doğru yola çağırdıkları halde yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşıp, şeytanların ayartarak uçuruma çektikleri o avanak kimse gibi. De ki: «Allah'ın hidayet yolu doğru yolun ta kendisidir. Ve biz alemlerin Rabbine teslimiyet göstermekle emrolunduk.»

Ayet şirk'e düşme halini bir misal ile anlatmaktadır şöyle ki ; Doğru yola çağrıldığı halde , bu çağrıya kulak vermeyerek , kendisine şirk temeline dayalı bir inanç çağrısına icabet etmenin uçuruma düşmek olduğu , böyle bir duruma aklını kullanan birisinin düşmeyeceği belirtilmektedir. 

 [006.121] Üzerlerine Allah'ın adı anılmamış olanlardan yemeyin; çünkü o, kesinlikle Allah'ın emrinden çıkmaktır. Bununla birlikte şeytanlar kendi dostlarına sizinle tartışmaları için mutlaka telkinde bulunacaklardır. Eğer onlara uyarsanız, şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlardan olursunuz.

Bu ayet, arap cahiliyesinde hakim olan şirk düşüncesinin, yakınlık kastı ile kesilen hayvanlar üzerinden nasıl işletildiğini anlatmaktadır. Allah (c.c) dışında kulluk ettikleri için kestikleri hayvanlar üzerine o kulluk ettiklerinin adlarını anarak onları tazim etmek sureti ile düşülen şirk'in müsebbibinin şeytan olduğu ifade edilerek onlara uyulmaması gerektiği hatırlatılmaktadır. 

 [007.26-27] Ey Âdemoğulları, size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Hayırlı olan, takva elbisesidir. İşte bu(nlar), Allah'ın âyetlerindendir, belki düşünüp öğüt alırlar.
Ey Ademoğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları sizi görürler. Biz şeytanları, inanmayanlara dost kılarız.

Ayet , mecazi bir anlatım üslubu dahilinde , Allah (c.c) bizlere korunmamız için indirmiş olduğu vahyi bir elbiseye benzeterek , şeytanın bütün amacının bizleri böyle bir elbiseden soyundurup ,  çıplak kalmamızı yani vahiyden yoksun bir hayat sürmemizi amaç edindiğini haber vererek, bu elbiseyi üzerimizden çıkardığımız takdirde ,babamız Adem gibi ayağımızın Cennetten kayacağını haber vermektedir.

[007.175]  Onlara, şeytanın peşine takdığı ve kendisine verdiğimiz ayetlerden sıyrılarak
azgınlıklardan olan kişinin olayını anlat.
Buyurularak başlayan ayetin devamında , şeytanın peşine takılma yolunun nasıl olduğu haber verilmektedir. 

 [007.176] Eğer dileseydik Biz onu ayetlerle yükseltirdik, fakat o, yere alçaklığa saplandı ve hevasının ardına düştü. Artık onun hali, o köpeğin haline benzer ki, üzerine varsan dilini sarkıtıp solur! İşte böyledir ayetlerimizi inkar eden o kimselerin durumu; kıssayı kendilerine bir naklet, belki biraz düşünürler.

Allah (c.c) nin ayetlerini hayatında gereği gibi yaşamayan, hevasını ilah edinen bir yaşam süren insanın durumu bir misal ile beyan edilmektedir. Allahın ayeti derken sadece elçiler aracılığı ile inen kitaplardaki ayetlerin anlaşılmış olması , "Ayet" kavramının anlamını daraltıcı bir düşünce olup , bu kavram Allah (c.c) nin yarattığı her şeyi kapsamına almaktadır. "Kevni ayetler" olarak bildiğimiz ayetleri okumanın kitabi ayetleri okumak gibi farz olduğu , ayetler arasında ayırım yaparak yapılan okumanın , biz Müslümanların bu gün içinde bulunduğu durumun bir sebebi olduğunu kısaca hatırlatmak isteriz. 

 [007.200-1] Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. Allah'tan korkanlar şeytandan gelen bir dürtmeye bir kışkırtmaya uğradıklarında, Allah'ın uyarılarını hatırlar ve hemen gerçeği görürler.
[041.036]  Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın; doğrusu O, işitendir, bilendir.
[023.097-98]  De ki: «Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından Sana sığınırım.»«Rabbim! Yanımda bulunmalarından da Sana sığınırım.»

"Vesvese" denilen fısıldama şekli, insana yanlış şeyler yapmayı teşvik eden bir unsurdur. Her insan böyle teşvike müsait bir yapıda yaratılmıştır. Her an için içine yanlış şeyleri yapmasını isteyen duygular hakim olmakta olan insanın böyle duygular geldiği ana hemen bunun şeytan iğvası olduğunu bilerek yanlışı değil doğruyu yapmayı emreden Rabbine iltica etmesi emredilmektedir. "Kur'anın ana mesajı nedir ?" şeklinde sorulan bir soruya , "Şeytandan Allah (c.c) ye nasıl sığınılacağını öğretmesidir" denilse sanırım yanlış bir cevap olmayacaktır.

 [008.047]  Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan men edenler gibi olmayın. Allah onların işlediklerini her yönüyle bilendir.O vakit şeytan kendilerine yaptıklarını güzel göstermiş ve: «Bugün insanlardan size galip gelecek yok ben de sizi destekliyorum.» demişti. Fakat iki ordu karşılışınca ardına dönüverdi ve: «Ben kesinlikle sizden uzağım, sizin göremeyeceğiniz şeyleri görüyorum ve ben Allah'tan korkarım. Öyle ya, Allah'ın cezalandırması çok şiddetlidir.» dedi.

Bu ayette , Bedir harbi öncesi müşrik ordusunun hali anlatılmaktadır. Mü'minlere karşı savaşmaya olan isteklerini onlara  şeytan'ın güzel gösterdiğini , ancak kendilerine süslü gösterilen bu amelin aslında bir nevi şeytan tarafından şatışa getirilmek olduğu anlatılmaktadır. Yani şeytan iğvasına kapılarak ameller işleyenler aslında onun tarafından satışa getirilmekte ve yaptırdığının yanlış olduğunu kendisinin bildiği gibi bir durum çizilerek insanları bir nevi enayi yerine koyduğu anlatılmaktadır.

 [012.005]  Babası şunları söyledi: «Oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana tuzak kurarlar; zira şeytan insanın apaçık düşmanıdır».
 [012.100] Ana babasını tahtın üzerine oturttu, hepsi onun önünde (Allah'a secde edip) eğildiler. O zaman Yusuf: «Babacığım! İşte bu, vaktiyle gördüğüm rüyanın çıkışıdır; Rabbim onu gerçekleştirdi. Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni hapisten çıkaran, sizi çölden getiren Rabbim bana pek çok iyilikte bulundu. Doğrusu Rabbim dilediğine lütufkardır, O şüphesiz bilendir, Hakim'dir» dedi.

 Yusuf as. 5 ila 100. ayetler arasında geçen zaman içinde Yusuf (a.s) ın başına gelenlere sebeb olan kardeşleri için arayı şeytanın bozduğu ifade edilmektedir. Yusuf'un kardeşlerine , ona böyle bir kötülük yapması için vesvese verenin şeytan olduğu belirtilerek , bu tür yapılan kötülüklerin şeytan işi olduğu bizlere bildirilmektedir. Yusuf (a.s) ın , kardeşlerinin kendisine yapmış olduğu bu hatayı şeytana yükleme sebebi kardeşlerine karşı bir alicenaplıktır. Kardeşlerinin yaptığı hatayı şeytan olgusuna yükleyerek ortada tevbe edildiğinde af olan bir hata olduğunu bizlere anlatmaktadır.

 [014.022] İş olup bitince, şeytan: «Doğrusu Allah size gerçeği söz vermişti. Ben de size söz verdim ama, sonra caydım; esasen sizi zorlayacak bir nüfuzum yoktu; sadece çağırdım, siz de geldiniz. O halde, beni değil kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Beni Allah'a ortak koşmanızı daha önce kabul etmemiştim; doğrusu zalimlere can yakan bir azap vardır» der.

İbrahim s. 22. ayetinde kıyamet gününden bir kesit sunulmaktadır . Şeytan tarafından aldatılarak Cehenneme girmeye hak kazanan  kişilere hitaben, şeytanın onları dünya hayatında iken  nasıl satışa getirdiği , enayi yerine koyduğunu hatırlatarak , şu anda dünya hayatında yaşamakta olan bizlere , şeytanın oyunlarına boyun eğdiğimiz takdirde onun tarafında satışa getirilip enayi yerine konulduğumuz hatırlatılmakta ve yol yakınken bu yanlıştan dönülmesi istenmektedir.

[015.016-8]  Gerçekten Biz, gökte burçlar yarattık ve onları seyredenler için yıldızlarla süsledik. Hem onu kovulmuş her şeytandan koruduk. Ancak kulak hırsızlığı edenler olursa, onu da parlak bir ışık kovalar.
[067.005]  And olsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onları şeytanlar için taşlamalar yaptık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.

Gökyüzünün şeytan dan korunduğunu ifade eden bu ve başka surelerdeki ayetler , vahyin iniş sürecinde ona Allah (c.c) den başka herhangi birisi tarafından harici bir ilavede bulunulmadığını , Muhammed (a.s) a inen vahyin katışıksız ve saf olduğu ifade edilmektedir.

[016.063]  Andolsun Allah'a, senden önceki ümmetlere de (peygamberler) gönderdik, fakat şeytan onlara yapıp ettiklerini süslü-göstermiştir; bugün de onların velisi odur ve onlar için acıklı bir azab vardır.

Allah (c.c) tarafından kendilerine gönderilen elçileri red ederek, vahye karşı cephe alanların bu amellerine sebeb olan şeyin kendilerini aldatarak vahyi çirkin , inkarlarını güzel gösteren şeytana tabi olanların , kıyamet günü yanlarında Allah (c.c) yerine şeytanı bulacakları yani hep birlikte Cehenneme yuvarlanacakları beyan edilmektedir. 

[016.098]  Kuran okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.

Bu ayet sadece Kur'anı sesli olarak okumaya başlarken euzu besmele çekilmesini değil , okunarak anlaşılması noktasında meydana gelen yanlış okumaların izalesi veya böyle bir durum meydana gelmemesi için zihnin sadece Allah (c.c) ye has kılınmasını emretmektedir. Bu ayeti , özellikle tarih boyunca vahyi kendi hevalarına uydurmak için yapılan okumaları dikkate alarak okuduğumuzda, ayetin ne kadar önemli bir noktaya dikkat çektiği anlaşılacaktır. Her türlü ön yargıdan arınmış bir şekilde, sadece Allaha sığınarak okunan kitap bizleri doğru yola götürecektir.

[017.026-27]  Yakınına, düşküne, yolcuya hakkını ver; elindekileri saçıp savurma. Saçıp savuranlar, şüphesiz şeytanlarla kardeş olmuş olurlar; şeytan ise Rabbine karşı pek nankördür.

Ayet, kişinin elinde olan varlığın sadece kendisinin olmadığı , ihtiyacı olanların da bu varlıkta hak sahibi olduğu , bunun bilincinden uzak yapılan yanlış harcamaların Rabbine karşı nankör olan şeytanla kardeş olmak anlamına geldiğini vurgulamaktadır. 

[017.053]  İnanan kullarıma söyle, en güzel şekilde konuşsunlar. Doğrusu şeytan aralarını bozmak ister. Şeytan şüphesiz insanın apaçık düşmanıdır.

Bu ayet , iman edenlerin arasında her zaman bozgunculuk çıkarmak isteyen şeytanların , bu bozgunculuğu çıkarmak için , iman edenler arasındaki bazı sürtüşmeleri koz olarak kullanabilecekeri dikkat çekilerek , kimsenin eline böyle bir koz verilmemesi , bunun içinde iman edenlerin birbirleri ile söz ve davranış bakımından en güzel yollarla iletişim kurmaları emredilmektedir. 

 [018.063]  O da: «Bak sen! Kayalığa vardığımızda balığı unutmuştum. Bana onu hatırlamamı unutturan ancak şeytandır. Balık şaşılacak şekilde denizde yolunu tutup gitmiş» dedi.
 [012.042]  İkisinden, kurtulacağını sandığı kimseye Yusuf: «Efendinin yanında beni an» dedi. Ama şeytan efendisine onu hatırlatmayı unutturdu ve Yusuf bu yüzden daha birkaç yıl hapiste kaldı.

Bu iki ayette unutulmanın şeytana mal edilme sebebi , o kişilerin böyle bir unutmayı bilerek garez olsun diye yapmadıkları, bu yüzden herhangi bir sorumluluk altında tutulmayacaklarını göstermek içindir.

[019.044-45]  Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah'a âsi oldu.«Babacığım! Doğrusu sana Rahman katından bir azabın gelmesinden korkuyorum ki böylece şeytanın dostu olarak kalırsın.»

İbrahim (a.s) ın babasından talep ettiği şey , babasının Allah (c.c) dışında kulluk etmekte olduklarının şeytana kulluk demek olduğu ve şeytanın Allaha asi olduğu , dolayısı ile ona kulluk edenlerin de Allah a karşı asi olmak anlamına geldiği ve bu asilik cezasının ebedi Cehennem olduğu hatırlatılmaktadır. 

 [019.66-68] İnsan: «Ben öldüğümde mi diriltileceğim?» der.Bu insan kendisi önceden bir şey değilken onu yaratmış olduğumuzu hatırlamaz mi? Rabbine and olsun ki Biz onları mutlaka uydukları şeytanlarla beraber haşredeceğiz. Sonra cehennemin yanında diz çöktürerek hazır bulunduracağız.

Ahireti red eden bir düşünce temeline dayalı hayat tarzını empoze edenlerin şeytan olduklarını ifade eden ayet , bu şeytanlar ile bunlara inananların cehennem ile karşılık göreceklerinin beyan etmektedir. 


 [019.083]  Görmedin mi, biz gerçekten şeytanları, küfre sapanların üzerine gönderdik, onları tahrik edip kışkırtıyorlar.

 Ayet küfre sapanların bu amelleri işleme sebeblerinin , onların şeytanlar ile yakın temasta bulunmaları sebebi ile olduğunu beyan etmektedir. Ayeti ,kişinin küfre sapma konusunda herhangi bir iradede bulunmamasına rağmen sadece Allah (c.c) böyle istediği için şeytanların o kişiye musallat olduğu yönünde okumak yanlıştır. Allah (c.c) kullarına seçme özgürlüğü tanıyarak hangi yolda seçim yaptılarsa o yolu onlar için açmaktadır. 

 [021.81-82] Bereketli kıldığımız yere doğru, Süleyman'ın emriyle yürüyen şiddetli rüzgarı, onun buyruğuna verdik. Biz herşeyi biliyorduk.Dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören şeytanlardan da onun buyruğu altına verdik. Onların hepsini gözetiyorduk.
 [038.035-37]  Süleyman: «Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver; Sen şüphesiz, daima bağışta bulunansın» dedi.Bunun üzerine ona rüzgârı müsahhar ettik, emriyle istediği yere yumuşacık cereyan ederdi Şeytanları da. Her bina ustasını ve dalgıcı da.

 Cin ve şeytanların Süleyman (a.s) ın emrine verilmesinin anlamı üzerinde müstakil bir başlık altında değerlendirme yapmaya çalışmıştık , kısaca söylemek gerekirse ; Süleyman (a.s) elinde büyük bir güç bulundurması nedeniyle her an için azgınlık yapma imkanı olanları dahi kontrol edebilecek bir yapıyı kurmuş bulunmaktaydı. Bu şeytanlar insan harici bir unsur olmayıp şeytanlaşmış insanlar olup her devir ve her ülke içinde bu türler bulunmakta olup asıl önemli noktanın bunları adil bir biçimde bertaraf etmek ve azgınlık yapmalarına müsade etmeyecek sosyal , ekonomik ve askeri yönden kuvvetli bir yapı oluşturmaktır.

[022.3-4]  İnsanlardan kimileri de Allah hakkında bilgisizce tartışır da her kaypak şeytanın ardına düşer. Onun hakkında şöyle yazılmıştır: O kendisini dost edinen kimseyi saptırır ve alevli azaba götürür.

Hacc. suresinin bu ayetlerini anlamak için aynı surenin 8. ayetinde " İnsanlardan kimi de vardır ki ne bir bilgiye, ne bir delile, ne de aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışır." şeklindeki beyanı dikkate almak gereği vardır. Bu ayette, Allah hakkında konuşmak için gerekli olan bilgilerin, ayette "Hüden" ve "Kitabin münirin" olarak tavsif edilen bir kaynak tan gelen bilgiler ,yani "Kur'an" ışığında olması gerektiği , bu kitap baz alınmadan yapılan konuşmaların, şeytanın peşine takılmak olduğu ve şeytana uyan her kişininde sapıtacağı ve sonunun alevli azap olacağı beyan edilmektedir.

[022.52-53]  Senden önce gönderdiğimiz hiçbir resul ve nebi yoktur ki, birşeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Fakat Allah, şeytanın attığını derhal iptal eder, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.Allah şeytanın karıştırdığını, kalblerinde hastalık bulunan ve kalbleri kaskatı olan kimseleri sınamayı vesile kılar. Zalimler şüphesiz derin bir ayrılık içindedirler.
[006.112]  Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.

Bu ayetleri , tarih boyunca gelen elçilerin çağrılarına karşı en amansız bir biçimde karşı koymaya çalışan müşrikleri anlatan ayetleri hatırlayarak okuduğumuzda daha kolay anlamak mümkündür. Bu elçilere karşı gelme sebebini ins ve cin şeytanlarının o insanları iğva etmesi sonucu olduğu ve bu karşı gelişlerinin o müşriklerinin serbest iradelerini kullanarak yapıldığı yani bilerek ve isteyerek bir karşı çıkış olduğu beyan edilmektedir.

[024.021]  Ey İnananlar! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına takılırsa, bilsin ki, o, hayasızlığı ve fenalığı emreder. Allah'ın size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır. Allah işitir ve bilir.

Bu ayette , hayasızlığı ve kötülüğü yapmaya teşvik eden her kişi ve unsur "Şeytan" olarak vasıflandırılarak onlara ayak uydurulmaması emredilmektedir. Bu şeytanlardan kurtulmanın yegane yolu, Allah (c.c) nin rahmetine ve merhametine sığınmak olduğu vurgulanarak , temize çıkmanın yolunun ondan geçtiği vurgusu yapılmaktadır.

[025.027-9] O gün, zalim kimse ellerini ısırıp: «Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı dost edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kuran'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor» der.

Bu ayetlerde , hesap gününden bir kesit sunularak , dünya hayatında resullerin yolunu takip etmeyerek , resullere düşman olan şeytanları dost edinerek Kur'an dan saptırılmış, böylece cehenneme girmeyi hak etmiş olan birisinin pişmanlıkları anlatılarak, böyle bir pişmanlık yaşamamak için , elçilerin yolunun izlenmesi , onlara düşman olan şeytanların dost edinilmemesi gerektiği hatırlatılmaktadır.

[027.023-24] Gerçekten, onlara (Sebe'lilere) hükümdarlık eden, kendisine her şey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar.

Süleyman (a.s) kıssası içinde geçen bu ayetler , Sebe ülkesinin hükümdarı ve halkının Allah (c.c) dışındakilere secde ederek şirk işledikleri ve bu şirk'i işlemlerine sebebin "Şeytan" olduğu vurgulanmaktadır. Güneşe secde etmek şeklinde yapılan şirk'in bize dönük okumasını yaptığımızda , secde edilmesi , yani emirlerinin hayat içinde geçerli olması gereken yegane varlığın Allah (c.c) olması bunun dışında yapılan secdenin yani itaat uygulamalarının "Şeytan" iğvası olduğu belirtilmektedir. Sebe ülke halkının tapmış olduğu güneş objesinin bu günkü karşılığını , Allah (c.c) nin dışında kulluk edilen her türlü şirk unsuru olarak söyleyebiliriz.

[028.015-16]  Musa, halkının haberi olmadığı bir zamanda, şehre girdi. Biri kendi adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı döğüşür buldu. Kendi tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Musa, onun düşmanına bir yumruk vurdu; ölümüne sebep oldu. «Bu şeytanin işidir; çünkü o apaçık, saptıran bir düşmandır» dedi.Ey Rabbim, doğrusu ben kendime yazık ettim, artık bağışlamanla benim suçumu ört! dedi. O da onu bağışladı. Gerçekten O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

 Musa (a.s) ın kavga eden iki kişiyi ayırmak için araya girmesi sonucu kazaen işlemiş olduğu cinayet için söylediği söz ve ardından tevbe etmesi , şeytan iğvası sonucu yapılmış bir işin ardından tevbe edilmesi gereğini , ve bu tevbenin kabul edileceğini haber vermektedir.

[029.038]  Ad ve Semud kavmini de. Bunu, oturdukları yerlerden anlamaktasınız. Şeytan kendilerine yaptıkları şeyleri güzel göstermişti de onları doğru yoldan alıkoymuştu. Halbuki kendileri bunu anlayacak durumda idiler.

Allah (c.c) nin helak ettiği kavimlerden olan Ad ve Semud'un helak olma sebebini hatırladığımızda , buna sebeb olanın bu yaptıklarını onlara süsleyerek güzel gösteren şeytan olduğu , halbuki onların bu yaptıklarının çirkin olduğunu bilmelerini sağlayan bilgilerin kendilerine geldiği halde, bunları kulak arkası ederek şeytanın peşine takıldıkları beyan edilmektedir.

[031.021]  Onlara, «Allah'ın indirdiğine uyun» denince: «Babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız» derler. Ya şeytan, babalarını alevli ateşin azabına çağırmışsa?

Allah (c.c) nin kitabına davet edildiği halde red edenlerin büyük çoğunluğu bu gün dahi kendilerinin tabi olduğu kimselerin düşünce , söylem ve eylemlerinin kitaba uymasa bile onlar için belirleyici kaynak olduğu iddiasını dile getirmektedirler. Bu yolda gidenlerin düşüncelerini belirleyen unsurun , "Şeytan" olduğu belirtilerek bu yolun sonunun alevli azab olduğu hatırlatılmaktadır. 

 [034.20-21]  And olsun ki İblis, onlar hakkındaki görüşünü doğru çıkartmış; inananlardan bir topluluk dışında hepsi ona uymuşlardı.Oysa İblis'in onlar üzerinde bir nüfuzu yoktu; ama Biz ahirete inanan kimselerle ondan şüphede olanları, işte böylece ortaya koyarız. Rabbin her şeyi gözetip koruyandır.

 Bu ayetler , Sebe s. 15. ayetten itibaren başlayan bir konunun sonuç ayetleridir. Kendilerine verilen refaha karşılık şükür görevini yerine getirmeyerek nankörlük eden Sebe ülkesi halkının başına gelenlerin anlatıldığı ayetlerde, bu halkın bu sona uğramasının sebebinin İblis olduğu ve onun Adem kıssasındaki vaadlerinin Sebe halkı örneğinde nasıl pratize ettiği anlatılmaktadır. Kendilerine verilen nimete karşı nankörlük eden her kişi , ülke v.s İblisin onlara nankörlük yolunda yapmış olduğu iğva sonucunda bunları yaptıkları beyan edilmektedir.

[035.5-6]  Ey insanlar! Allah'ın vâdi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın! Şeytan şüphesiz sizin düşmanınızdır; siz de onu düşman tutun; o, kendi taraftarlarını, çılgın alevli cehennem yaranı olmaya çağırır.

Şeytan'ın insanları ateş yaranı etme yollarından birisi, onları Allah ile kandırmasıdır. Samiri karakterli insanların , Allah (c.c) nin dinine bir avuç doğru katarak , o doğruları yem mesabesinde kullanmaları sonucunda bir çok insan bunlara tabi olarak maalesef cehennem yaranı olmaktadır.

[036.059-61] Allah şöyle buyurur: Ey suçlular! Bugün  ayrılın. Ey insanoğulları! Ben size, şeytana tapmayın, o sizin için apaçık bir düşmandır, Bana kulluk edin, bu doğru yoldur, diye bildirmedim mi?

Yasin suresi ayetlerinde , dünya hayatında iken kendisine gelen bilgilere sırt çevirerek , şeytan ile arkadaş olan kimsenin, ahiretteki halinden bir kesit sunularak , yol yakınken elçiler ile gelen bilgileri dikkate alıp, kime kulluk edeceğimiz veya etmeyeceğimizi bilerek bir yaşam sürmemiz gereği hatırlatılmaktadır. 

[037.062-5]  «Sonuç olarak böylesi bir mutluluk mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu zalimler için bir dert ve azap yaptık. O öyle bir ağaçtır ki cehennemin ta dibinden çıkar. Meyveleri: sanki şeytanların başları!»

Saffat suresinin bu ayetlerinin öncesindeki cennet ile ilgili ayetlerden sonra bunlar buyurularak , tercihte bulunulması istenerek cehennemde sunulacak yiyeceğin kötülüğü "Şeytan başı" olarak betimlenmektedir. Böyle bir yiyecek henüz gözle görülmediği için çirkinliği dünya üzerinde bilinebilecek en çirkin şey olarak vasıflanan "Şeytan" olgusu ile tarif edilmektedir.

[038.041]  Kulumuz Eyyub'u da an o zaman Rabbine şöyle nida etmişti: «Bak bana, Meşekkat ve acı ile şeytan dokundu!»

Eyyub (a.s) ın , başına gelen durum için böyle bir ifade kullanmış olması , şeytan dan Allah (c.c) ye sığınmak gerektiği göz önüne alınarak düşünülmesi gerekmektedir. Hastalık bir nevi şeytan dokunuşu olarak bundan Allah (c.c) ye sığınmak nasıl olacaktır sorusunun cevabı , Allah (c.c) nin ayetleri dediğimiz zama aklımıza eğer kevni ayetler ile yapılan tedavi usullari geliyorsa bu ayeti anladık demektir. Eyyub (a.s)kendisine dokunan şey den tedavi usullerini kullanarak Allah (c.c) ye sığınmış ve eski haline dönmüştür.

[043.061-62] Hiç şüphesiz o (isa), kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiç bir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru olan yol budur.Sakın şeytan sizi bu yoldan alıkoymasın; şüphesiz o size apaçık bir düşmandır.

Bütün elçilerin ortak çağrısı , insanların dünya hayatındaki yaptıkları amellerin ahiret hayatında karşılarına çıkarak , yaptıklarına göre yerlerinin belli olacağını haber vermektir. Kişiler ahiret merkezli bir hayat tarzı sürdükleri müddetçe , dünya hayatında yaptıkları amelleri daha doğru yapmaya gayret edecek ve bu gayret en fazla şeytanları üzecektir. Şeytanlar bizleri bu yoldan çevirerek kendilerinin hayat tarzını taklit etmemizi için iğvaya kıyamete kadar devam edecek ve bu tehlikeyi Rabbimiz elçileri ile haber vermektedir.

[043.036]  Rahman olan Allah'ı anmayı görmezlikten gelene, yanından ayrılmayacak bir şeytanı arkadaş veririz.Şüphesiz onlar bunları yoldan alıkorlar, bunlar da doğru yola eriştiklerini sanırlar
Sonunda Bize gelince arkadaşına: «Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arasındaki kadar uzaklık olsaydı, sen ne kötü arkadaş imişsin!» der. Nedametin bugün size hiç faydası dokunmaz; zira haksızlık etmiştiniz, şimdi azabda ortaksınız.

Yaşamını Allah (c.c) nin ona önerdikleri üzerine kurmayanlar , Allah (c.c) nin "Şeytan" olarak vasıfladığı kişi ve sistemler üzerine bir hayat kurarlar. Bu hayatları bitip , Allah (c.c) nin huzuruna geldikleri zaman , o şeytanlar ile birlikte haşroluncakları için birbirlerinden kaçacak yer arayacakları beyann edilerek böyle bir duruma düşülmemesi için önerilenlerin yapılması istenmektedir.

[047.24-25]  Bunlar Kuran'ı düşünmezler mi? Yoksa kalbleri kilitli midir? Gerçekten doğru yol kendilerine açıkça belli olduktan sonra gerisin geri küfre dönenlere şeytan, kötülüklerini güzel göstermiş ve onları uzun emellere düşürmüştür.

Kur'an doğru yola davet eden bir kitap olup , bu yolu red ederek küfre sapanlara şeytan onlara süsleyerek güzel göstermiş ve yaptıklarının hiç hesabını vermeyeceklerini onlara fısıldayarak sadece dünya hayatını hedefleyen bir hayat tarzını onlara iğva ederek ahirette ellerinin boş kalmasını sağlamıştır.

[058.009]  Ey inananlar! Gizli konuştuğunuz zaman, günah işlemeyi, düşmanlık etmeyi ve Peygambere karşı gelmeyi fısıldaşmayın; iyilik yapmak ve Allah'a karşı gelmekten sakınmayı konuşun; kıyamet günü huzurunda toplanacağınız Allah'tan sakının.Gizli konuşmalar şeytandandır. Bu iman edenleri üzmek içindir. Oysa şeytan, Allah'ın izni olmadıkça, müminlere hiçbir zarar veremez. Müminler Allah'a dayanıp güvensinler.

Kur'anın "Gizli konuşmak" olarak nitelediği usuller ile yapılan eylemlerin "Takva" temelli olması gerektiği , bunun dışında yapılan gizli işlerin şeytanlık olduğu hatırlatılarak bu amellerin terkedilmesi istenmektedir.

[058.14-19]Allah'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmedin mi? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Bilerek yalan yere yemin ediyorlar.Allah, onlara çetin bir azap hazırlamıştır. İşledikleri şey ne kötüdür!  Malları ve çocukları, onlara, Allah katında bir fayda sağlamaz. Onlar cehennemliklerdir, orada temelli kalacaklardır.Allah, onların hepsini tekrar dirilttiği gün, size yemin ettikleri gibi O'na yemin ederler; kendilerine bir yarar sağlayacağını sanırlar. Dikkat edin; onlar şüphesiz yalancıdırlar. Şeytan onlara baskın gelip Allah'ı anmayı unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın taraftarlarıdır. İyi bilin ki; şeytanın taraftarları muhakkak hüsrana uğrayanların kendileridir.

Mücadele suresi içindeki bu ayetlerde münafıklardan bahsederek onların bu nifaklarına sebeb olan şeytanın onlara galip gelerek Allah'ı unutturduğu , şeytana taraftar olanların her zaman kayba uğrayacakları haber verilmektedir.

[059.016-17] Münafıkların durumu tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana «İnkâr et» der. İnsan inkâr edince de: Ben senden uzağım, çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım, der.İkisinin sonucu da, içinde temelli kalacakları ateş olacaktır. Zalimlerin cezası budur.

Haşr suresindeki bu ayetlerde , münafıkların durumu ele alınarak şeytan ile aynileştirilmekte ve insana inkar ettirdikten sonra onun arkasında durmadığı yani kaypak arkadaş misali onu yarıyolda bırakarak sattığı , bu şeytanların ve onlara uyanların ortak karargahlarının ateş olduğu beyan edilmektedir.

[026.210-3]  Kuran'ı şeytanlar indirmemiştir.Bu onlara düşmez, zaten güçleri de yetmez.Doğrusu onlar vahyi dinlemekten uzak tutulmuşlardır.«Şeytanların kime indiğini size haber vereyim mi?» de.Bunlar ona kulak verirler ve çoğu yalancılardır.
[081.025]  Bu Kuran, kovulmuş şeytanın sözü olamaz.

Kur'an hakkında ileri sürülen şüpheleri red etmeye yönelik olan bu ayetlerde , bu kitabın muhteviyatında ve nuzulünde şeytan etkisi gibi gibi bir durumun asla sözkonusu olmadığı beyan edilmektedir. Şeytanların kendilerine kulak verenlere indiği beyan edilerek , kendisine Kur'an inen "Şerefli Elçi" nin böyle bir kulak vermesi durumunun olmadığı haber verilmektedir.

Sonuç olarak ; Buraya kadar aldığımız ayetlere dikkat ettiğimizde , Adem kıssasındaki İblis adındaki şahsiyetin insanları yoldan çıkarmak için yapmayı vaad ettiklerinin hayat içinde nasıl pratize edilerek insanların yoldan çıkarıldığı anlatılmaktadır. "Şeytan" özel bir kişiliğin adı olmaktan çok belirli vasıflara haiz olanların genel bir adı olarak Kur'anda yerini bulmuştur. Bize düşen görev bu ayetleri rehber edinerek , düşmanımız olan "Şeytan" a karşı yenilmemenin yollarını hayat içinde pratize etmektir. 

                                EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

27 Ağustos 2015 Perşembe

"Ayet" ve "Kitap" Kelimeleri Üzerine Bir Tefekkür Çalışması

"Ayet" ve "Kitap" kelimeleri , Kur'anda en fazla yer tutan kelimeler arasında başı çekmesi ve biz Müslümanların bu iki kelimenin anlamını dar bir alana sıkıştırarak sadece iki kapak ve içinde olanlarla sınırlı tutması açısından dikkate değer ve üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gereken iki kelimedir. Bu yazımızın sınırı , "Ayet" ve "Kitap"  kelimelerinin ifade ettiği anlam alanını okumaya çalışarak , Müslümanlar olarak düştüğümüz yanlışlara dikkat çekmek ve bu iki kelimenin daha geniş bir anlamda nasıl anlaşılabileceği yönünde olacaktır. 

"Ayet" kelimesi sözlükte " Açık alamet , işaret" anlamına gelmektedir. Bu kelime ile kast edilen anlamı , kelimenin geçtiği ayetler yardımı ile öğrenebiliriz. 

[002.248]  Nebileri onlara, «Onun hükümdarlığının alameti (ayeten), size sandığın gelmesidir, onda Rabbinizden gelen gönül rahatlığı ve Musa ailesinin ve Harun ailesinin bıraktıklarından kalanlar var; onu melekler taşır, eğer inanmışsanız bunda sizin için delil vardır» dedi.
[016.011]  Onunla size ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler türlüsünden meyveler bitirir, elbette bunda tefekkür edecek bir kavm için bir âyet vardır.
[016.013] Daha sizin için Arzdan muhtelif renklerle yarattıkları, neler var, elbette bunda tezekkür edecek bir kavm için bir âyet vardır.
[016.065] Allah gökten su indirdi, ölümünden sonra yeri onunla diriltti; işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten bir ayet vardır.
[016.101] Bir ayetin yerini başka bir ayetle değiştirdiğimizde, ki Allah ne indirdiğini gayet iyi bilir onlar, «Sen sadece uyduruyorsun» derler. Hayır, öyle değildir, ama onların çoğu bunu bilmezler.
[026.007-8] Yeryüzüne bakmazlar mı? Orada, bitkilerden nice güzel çiftler yetiştirmişizdir.Hiç şüphe yok, bunda bir ayet vardır; ancak onların çoğu mü'min değildirler.
[002.099] Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik.  Onları ancak fasıklar inkâr eder.
[002.164]  Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde akan gemilerde, Allah'ın gökten indirip, yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgarların değiştirilmesinde, gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutta elbette akleden bir kavim için ayetler vardır.

Kur'an geneline yayılmış bir çok ayet içinde geçen bu kelimenin anlam alanı , Allah (c.c) nin kudretine işaret eden her türlü delil işaret olarak anlaşılabilir, bu bağlamda ayet kelimesinin anlam alanına Allah (c.c) nin yaratmış olduğu her şey dahil edilebilir. 

"Kitap" kelimesi ; "2 nesneyi birbirine dikerek eklemek" anlamındaki "Ketebe" kelimesinden türemiştir.Yaygın dilde "harfleri yazarak birbirine ekleme" anlamında kullanılır. Ağızdan birbirine eklenerek çıkan harflerin oluşturduğu kelimeler ve cümleler de "Kitap" kelimesinin anlam alanı içindedir.  

Bu bağlamda, "Kelime" kelimesinin anlamı gündeme gelmektedir. 

"Kelime" ; "İşitme , görme gibi duyularla idrak edilen her şeye verilen bir ad dır.Kulağımız ile duyduğumuz her ses , gözümüz ile gördüğümüz her nesne bir kelime olup sadece cümleyi oluşturan parçalar anlamında değil daha geniş bir anlam alanına sahiptir.

"Kitab" kelimesini yaygın olarak kullandığımız anlamı olan "Ayetleri oluşturan kelimelerin toplandığı iki kapak arasındaki nesne" şeklindeki tariften yola çıkarak, ayet kavramının anlam alanının , "Allah (c.c) nin yarattığı her şey" olması nedeniyle bizimde içinde bulunduğumuz kainat bir "Kitap" tır. 

"Kainat Kitabı" ve "Kainat Ayetleri" bu anlamda önemli terimler olup, okunması idrak edilmesi gereken Kitabın sadece iki kapak arasında elimizde olan Mushaf olmadığı noktasında bir düşünce içinde olmamızı gerektirmektedir.

-----Allah (c.c) nin Kitap indirmesi ne anlama gelmektedir?. 

Bu sorunun cevabı, biz Müslümanların şu anda ki geri kalmışlığının sebeblerini de beraberinde getirecektir.

Allah (c.c) yaratmış olduğu bütün insanlara yaratılışlarından gelen bir takım bilgiler yüklemektedir. Yaratılışımızda var olan bu bilgilere "Ayet" demek yanlış bir tarif olmayacaktır. İnsan doğduğu ilk günden başlayarak , ilerleyen zaman içinde mevcut bilgilerinin üzerine yeni bilgiler koyarak hayatını devam ettirir. Birey yaşamı içinde önüne çıkan olayları bir nevi okumaya tabi tutarak onlara karşı duruşunu belirler. Bu anlamda yaratılan her insana Allah (c.c) tarafından "Kitap" indirilmiştir. Bu düşüncemizin her insanın elçi olduğu anlamına gelmediğini de hatırlatmak isteriz.

-----Allah (c.c) nin beşer içinden seçmiş olduklarına indirdiği Kitap ne dir ?.

 Allah (c.c) nin yarattığı bütün insanlara Kitap indirmiş olduğu iddiamız haklı olarak bir takım soruları beraberinde getirecektir. 

Allah (c.c) beşer içinden seçtiklerine yarattığı her insana indirmiş olduğu Kitap bilgisine ilave olarak, insanlara indirilen Kitap bilgisinin nasıl kullanılacağına dair bilgileri ihtiva eden "Vahy Kitabı" indirmiştir. Beşer elçilere indirilmiş olan bu vahy kitabı , bütün insanlara inmiş olan kitap bilgisinin nasıl bir yönde kullanılması gerektiğini ihtiva eden bilgileri içermektedir. Seçilmiş elçilerin bizlerden farklı tarafı onlara yaratılışlarından gelen Kitap bilgisine ilaveten , Allah (c.c) nin onlara vahy ile bildirim yaparak insanların sahip olduğu mevcut bilgileri nasıl kulllanmaları gerektiğine dair bilgileri göndermiş olmasıdır.

Olayı şöyle bir misal ile tarif etmeye çalışarak, demek istediğimizin anlaşılmasını kolaylaştıralım. 

Bir beyaz eşya bayiinden aldığımız buzdolabı veya herhangi bir beyaz eşyayı düşünelim, bu eşya  Allah (c.c) nin "Kainat Ayetleri" ile yapılmış bir alet olup o da bir nevi ayettir. Bu eşyayı kullanmadan önce, içindeki "Kullanma Klavuzu" adlı küçük kitapçığı okumak , kitapçık içindeki talimatlara uygun bir kurulum gerçekleştirmek şartı vardır. Eğer bu kitapçık içindeki talimatlara uygun bir kurulum gerçekleştirilmediği takdirde o eşya arıza yapacak ve üretici firma herhangi bir mesuliyet kabul etmeyecektir.

İşte bu tür bir eşyanın adı "Kainat Kitabı" ve bu eşyanın kullanma klavuzu adı ile içinde bulunan kitapçığın adı "Vahy Kitabı" dır. Elçiler aracılığı ile indirilmiş olan vahy kitapları "Kainat Ayeti" dediğimiz şeylerin kullanma klavuzu olup bu klavuza uygun kullanılmayan her ayet elimizde patlayarak insanlık için bir tehlike olacaktır. 

Bu örnekten hareketle bu iki kitabı yani "Kainat Kitabı" ve "Vahy Kitabı" adındaki kitapları okuyan iki tür insanın durumlarını şu şekilde ifade edebiliriz. 

"Kainat Kitabı" şeklinde genelleştirebileceğimiz Allah (c.c) ni yarattığı ayetleri okuyanlar, büyük çoğunlukla adına "Kafir , Müşrik" dediğimiz insanlardır. Örneğin , Allah (c.c) nin bizlere indirdiği yani ikram ettiği "Demir" adlı ayeti işleyerek çeşitli savaş araçları yapan bu kafir ve müşrikler, yaptıkları araçların kullanma klavuzu olan "Vahiy Kitabı" nı okumadıkları için doğru bir kullanım içinde değillerdir. Yapmış oldukları bu savaş araçlarını sömürgecilik ve başkalarının topraklarında olan yer altı ve yer üstü kaynaklarını ele geçirmek için kullanmaktadırlar. 

"Vahy Kitabı" şeklinde ifade edebileceğimiz ve bu bugün elimizde olan Kur'ana tekabül eden kitabı okuyanlar ise, adına "Müslüman" dediğimiz bizler olmaktayız. Bizler bu kitabın sadece kendisini okuyarak ilgili eşyayı nasıl kullanacağımızı değil eşya ile bağını kopartarak yani sadece klavuzu okumayı sevab makinası haline getirerek, defalarca okumak, hatmetmek, elde nasıl tutulur, abdestlimi abdestsizmi , kadınlar adetli iken okurmu , tutabilirmi v.s muhabbetler ile eldeki klavuzu bir nevi putlaştırarak "Mushafperestlik" diyebileceğimiz bir akıma maalesef imza atmış bulunmaktayız.

Halbuki olması gereken , "Ayet ve Kitap" kelimelerinin sadece iki kapak arasında bulunan "Mushaf" içinde olmadığı, bu kelimelerin daha geniş bir anlama sahip olduğu bilinci içerinde olması gerektiğidir. Kafir dediğimiz insanlar "Kitab" ın sadece kevni ayetlerinin olduğu kısmı okuyarak , Müslüman dediğimiz insanlar "Kitab" ın sadece "Mushaf" içindeki ayetlerini okuyarak bir nevi "Kitapların arasını ayıranlar" durumuna düşmektedirler.

Bu gün Dünyanın içinde bulunduğu kaos , gözyaşı ve zulüm ortamının yegane sebebi ,Allah (c.c) nin Kitabının tek taraflı okunmasıdır. Kafir dediğimiz insanlar topluluğu , kullanma klavuzunu atarak okumakta , Müslümanlar ise sadece klavuzu okumakta ve bu tür okuma ayetler arasında bir bağ kurulmasını engellemektedir. 

Ayetler arası bağ dediğimiz zaman bizim aklımıza sadece Mushaf içindeki ayetlerin birbiri ile bağı gelmektedir. Halbuki "Ayet" dediğimiz şey sadece Mushaf içinde olmayıp gözümüz ile gördüğümüz ve görmediğimiz her şeyi kapsamaktadır. Ayetler arası bağ dediğimiz şey , hem kevni hem de kitabi ayetlerin arasını açmadan bir bütünlük içinde okunmasıdır.

Müslümanların büyük çoğunluğu içinde bulunduğumuz kaos , gözyaşı ve zulüm ortamından kurtulmanın yolunun , kıyamete yakın gelecek olan "Mehdi" ile gerçekleşecek olduğuna inanmaktadırlar. Bu inanç maalesef çok yanlış , yanlış olduğu kadar kişileri tembelliği sürükleyen bir düşüncedir. 

Allah (c.c) bizlere Dünya hayatı içinde kullandığımız ayetlerin elimizde patlayan bir bomba olmaması için bu ayetlerin nasıl kullanılacağına dair klavuz göndermiş ve bu klavuza uyanların Dünya ve Ahirette mutluluğa kavuşacağını beyan etmiştir. Bu mutluluk maalesef  Kitabı tek taraflı olarak okuyan Kafirler ve Müslümanlar tarafından göz ardı edilmiş ve ortaya bu gün zalimlerin elinde bir zulüm aracı olan kainat ayetleri ve bu zalimlere karşı sadece mushaf içindeki ayetleri okuyarak başarı kazanılacağını zanneden bir Müslüman topluluk oluşmuştur.

Yapılan bu yanlışlığın ortadan kalkarak Dünyanın huzur ve mutluluk mekanı olabilmesi için , Kitabın bir bütün içinde yani Kainat ve Vahiy kitabının birlikte okunması gerekmektedir. Kafir dediğimiz insanlar üretmiş oldukları her türlü alet edevatın kullanımını , Allah (c.c) nin indirmiş olduğu klavuza göre yapacaklar , Müslümanlar ise sadece klavuzu okumayı terkedip bu klavuzun önermiş olduğu sistemi hayata pratize edeceklerdir. Bunun neticesinde Kafir adı ile anılacak bir topluluk dahi olmayacak bütün insanlar Allaha teslim olmuş kullar olacaklardır. Bu söylediklerimiz çoğu kimse için ütopik ve imkansız düşünceler olabilir , ancak Dünyanın içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulmasının yegane yolu bu dur. 

Bu gün Müslüman kimliğine sahip kimseler olarak Dünya üzerinde artı değerler üretememiş olmamızın baş sebebi, sadece elimizdeki Kitab'ın okunarak  Cennete gideceğimiz zannıdır. Allah (c.c) nin ayetleri sadece Kur'an dediğimiz mushafın içinde olmuş olsaydı bu düşünce belki doğru olabilirdi , ancak "Ayet" ve "Kitap" kelimelerinin muhteviyatı hakkındaki yanlış bilgilerimiz bizleri Dünyanın en tembel ve en geri kalmış topluluklarından birisi haline getirmiştir.

Görülmektedir ki , "Ayet" ve "Kitap" kelimeleri hayatın ayrılmaz bir parçası olup bu iki kelimenin yanlış anlaşılması sonucunda, insan hayatı, Dünya ve Ahirette büyük bir azaba dönüşmektedir.

Sonuç olarak; "Ayet ve Kitap" adı ile bildiğimiz iki kelimenin anlam alanına dahil olanlar, maaalesef insanlar tarafından yanlış anlaşılarak , tek taraflı bir okumaya gidilmiş ve neticede aldığı eşyayı kullanma klavuzu olmadan okumaya kalkan veya eşya almadan sadece kullanma klavuzu ile yetinerek sadece o klavuzu okuyarak kurtulacaklarını sanan 2 farklı insan tipi ortaya çıkmıştır. Halbuki "Ayet" denildiği zaman , Allah (c.c) nin yarattığı her şey , "Kitap" denildiği zaman be yaratılanların içinde bulunduğu kainat anlaşılmış olsaydı , bu "Ayet" ve "Kitap" kelimerinin ihtiva ettiği anlamların Allah (c.c) nin elçiler vasıtası ile göndermiş olduğu "Vahiy Kitabı" olmadan okunmasının büyük bir cürüm olduğu bilinmiş olsaydı , insanlar bu cürümü işlememek için kitaplar arasında ayrım yapmadan okur ve Dünyayı Cehennem değil bir Cennet olurdu. 

Müslüman kimliğine sahip insanlar olarak yaşadığımız Dünya üzerinde bir etkimiz olmasını istiyorsak elimizde olan klavuzu sevap makinası sanmak yerine  o klavuzun gösterdiği yolu takip ederek kainat ayetlerini okumak ve o ayetlerin Dünya insanlarına huzur , güven , mutluluk kaynağı olmasını sağlayacak bir yapılanma içine girmek zorunluluğumuz vardır

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


14 Ağustos 2015 Cuma

Müzzemmil Suresi İle İlgili Bir Tefekkür Çalışması

Müzzemmil suresi Mekke de nazil olmaya başlayan Kur'anın ilk inen surelerinden olup , Muhammed (a.s) a nasıl bir yol izlemesi gerektiğini beyan eden , bizlere de aynı yolda yürürken nasıl bir yol izlememiz noktasındaki bilgileri ihtiva eden bir suredir. Bu yazımızda sure ile ilgili olarak bir tefekkür çalışması yapmaya gayret edeceğiz. 

 [073.001]  Ey o örtünen (Müzzemmil)!

Surenin ilk ayeti Muhammed (a.s) a hitaben başlamakta ve ona "Müzzemmil" şeklinde bir hitapta bulunulmaktadır. 

Müzzemmil" kelimesi ; " Bir şeyi taşımak kaldırmak , yüklenmek , gizlemek" gibi anlamları olan "Ze-me-le" kelimesinden türemiştir. 

Surenin ana teması , önemli bir görevi yüklenmiş olan Muhammed (a.s) a, o ana kadar açıktan açığa yapmadığı tebliğ görevini  Allah (c.c), bundan sonra açıkça yapmaya başlamasını emretmektedir.  Bu başlangıcın nasıl yapılması gerektiği konusunda yol haritası çizilmekte ve bu yol haritası , temelleri yeni atılan bir hareketin başlangıcının nasıl olması yönündeki bilgileri ihtiva etmektedir.

Rivayetlere baktığımızda , Alak suresinin ilk 5 ayetini kendisine nazil olduğunda , ne yapacağını bilmeyen Muhammed (a.s) hemen evine koşarak Hatice validemize "Beni örtünüz , beni örtünüz" demiş, akabinde "Ey örtüsüne bürünen" ayeti nazil olmuştur. Bu tür rivayetler, inen ayetlerin inşa süreci ile alakasını kurmaktan ziyade, olayı hikayeleştirmek gibi bir hava oluşturması açısından güvenilirliği yoktur. Sure içindeki ayetlerde Muhammed (a.s) ı muhatap alarak verilen emirleri , sadece onunla sınırlı olarak değil bizlere dönük emirler olarak okunması gerektiğini , ayetleri okurken sanki bize inmişçesine bir okuma yapmanın daha doğru olduğunu öncelikle hatırlatmak isteriz. 

[073.002]  gece kalk, pek azı hariç,
[073.003]  yarısı, yahut ondan biraz eksilt
[073.004] Veya onun üzerine artır ve Kur'an'ı güzelce tertil ile açıkça oku.

 Bu ayetlerde Allah (c.c) kulu ve elçisi olan Muhammed (a.s) a vermiş olduğu görevi yerine getirmeye nasıl bir yol izleyerek başlaması gerektiğini beyan etmektedir. Gece kalkışında , kendisine bundan sonra vahyedilmeye başlanacak olan Kur'anın "Tertil" üzere okunması emredilmektedir. "Bundan sonra vahyedilmeye başlanacak olan" cümlesini özellikle kullandığımızı hatırlatmak isteriz , bu ayeti okuyanlar tarafından , "Bu sure hem ilk inen surelerden olduğu için öncesinde inen kaç tane sure varki böyle bir emir verilmekte" şeklinde sorular akla gelmektedir. Bu sorulara cevaben ayetin , "Şimdiye kadar inen ayetlerle birlikte bundan sonra inecek olanları da tertil üzere oku" şeklinde anlaşılmasının daha doğru olduğunu düşünmekteyiz.

Bu tür bir okuma ne anlama gelmektedir ?. 

"Tertil" kelimesi ; "Bir nesnenin cüzlerinin bir araya toplanarak bir cüzü aralıksız , kesintisiz ve diğerini takip edecek şekilde , düzenli ve doğru bir istikamet izlemesi , doğru ve düzgün bir şekilde yerleştirilmesi , sıraya konması , dizilmesi ve düzenlenmesi" anlamına gelen "Ra-te-le" den türemiştir. Dişleri birbiri üztüne binmeyip düzgün bir şekilde dizilmiş olan adam için söylenen " Raculun ratlul isnani" sözü kelimeyi anlamakta yardımcı olacaktır. 

"Tertil" ise ; "Kelimeyi ağızdan kolaylıkla , müstakim , doğru düzgün bir şekilde çıkarmak telaffuz etmek" anlamındadır.

 Kur'anın "Tertil" üzere okunması demek , onun tecvid kurallarına uygun olarak okunması şeklinde anlaşılmasından çok , ayetlerin mesajının bir bütünlük içinde okunması demek olup , birbirinden kopuk bir okumanın doğru bir anlam sağlayamayacağının bilinmesi demektir. 

Kur'anın "Tertil" üzere okunmasının ne kadar önemli olduğu , bağlamdan kopuk , Kur'an bütünlüğü hesaba katılmadan yapılan okumalardan çıkarılmış olan, "Trajikomik" olarak ifade edebileceğimiz çıkarımları gördükçe daha iyi anlamaktayız. 

Kur'an okumalarında yapılan en önemli yanlışın , Kur'anın indi düşüncelere bir payanda yapılmak istenmesi olduğunu, daha önceki yazılarımızda vurgulamaya çalışmıştık. Kur'an ayetleri birbiri ile ayrılmaz bir bütün olup , herhangi bir konuda Kur'andan bilgi sahibi olmak için o konu ile alakalı bütün ayetlerin ele alınması gerekmektedir. Tertil üzere okumak demek böyle bir metod takip etmek anlamına gelmekte olup , bunun dışında yapılan okumalardan çıkarılan sonuçlara baktığımızda, bektaşinin Kur'anda "Namaza yaklaşmayın" ayetini namaz kılmama gerekçesi olarak göstermesine benzer sonuçların çıkarılarak, "Ben yaptım oldu" mantığında düşünceler ortalıkta kol gezmektedir. 

[073.005]  Muhakkak biz senin üzerine  kavlen sakilen ilka edeceğiz.

5. Ayette'ki "Kavlen sakılen" ibaresini arapça orjinal metindeki gibi bırakma sebebimiz, bu ibarenin çevirilerde "Ağır bir söz"olarak çevrilmesine katılmadığımız içindir. Arapların , duyulması ve işitilmesi hoş olmayan söze "sekulel kavli" demelerinden hareketle , Muhammed (a.s) üzerine ilka edilecek vahyin, Mekke nin müşrik ileri gelenlerince hoş karşılanmayan bir söz olarak karşılanacağı ve ilerleyen ayetlerde bu vahye karşı verilen müşrik tepkisi dikkate alındığında bu ayetin çevirisinin ,"Muhakkak biz senin üzerine (müşriklerce) hoş karşılanmayacak bir söz ilka edeceğiz" şeklinde yapılmasının daha uygun olacağını düşünmekteyiz.

[073.006]  Muhakkak gece kalkışı hem daha etkili, hem de söz bakımından daha sağlamdır.
[073.007]  Muhakkak sana gündüzleri birçok meşguliyet vardır

Yeni bir oluşum için hareket planı olarak okuyabileceğimiz surenin bu 2 ayeti , gece yapılan çalışmanın gündüze göre daha etkili olacağını , gündüz bu çalışmayı engellleyebilecek uğraşıların olacağı hatırlatılarak , herkesin işini gücünü bıraktığı ve dinlenmeye çekildiği bir zaman aralığında yapılacak faaliyetlerin düşman gözünden daha uzak olacağı , muhatapların bu vakit aralığında yapılacak olan çağrıya daha dikkatli kulak verebileceğini anlamak mümkündür. Gündüz her türlü hayat meşgalesi içinde olan kişiler bu tür bir çağrıya kulak vermek , hem de bu tür bir çağrıyı yapabilmek bakımında yeterli vakti ve rahatlığı bulamayabilir , dolayısı ile yeni bir oluşumun başlangıç aşamasında gözlerden ırak zamanların seçilmesinin uygun olduğu görülmektedir.

[073.008] Rabbının adını zikret, her şeyi bırakıp yalnız O'na yönel.

Allah (c.c) nin  Elçisine her şeyi bırakması emri , Allah (c.c) nin Rabliğine ve İlahlığına aykırı olarak yapılan bütün amellerin terkedilerek sadece ona yönelinmesini kapsamaktadır. 

[073.009] Doğunun ve Batının Rabbıdır. O'ndan başka ilah yoktur. Öyleyse onu vekil edin.

Her şeyi terkederek sadece ona yönelinmesi istenen , doğunun ve batının Rabbı olup ondan başka İlah olmayan Allah (c.c) sadece kendisinin vekil edinilmesini istemektedir. 

"Vekil" kelimesi ; "Güvenmek ve kendi yerine geçirmek" anlamında bir kelime olup , Allah (c.c) nin yetki alanına giren şeylerde sadace ona güvenilmesi , hayatı ile ilgili belirleyicilik konusunda sadece onu yetkili kılması demektir. Kişinin Allaha güvenmemesi , hayatı ile ilgili konularda hevasına veya başka belirleyicilere tabi olması Allah'ı yetkili kılmayarak onun dışındakileri yetkili kılması yani şirk koşması anlamına gelir.  

[073.010]  Onların söylediklerine sabret ve yanlarından güzellikle ayrıl.

Allah (c.c) nin yegane Rab , İlah, vekil olduğunu tebliğe başlayan Elçinin karşısına başka rab , ilah , vekiller ihdas etmiş olan Mekkelilerin bunları bırakmama konusunda itirazları yükselmeye başlamış , bu itirazlara karşı Rabbi Muhammed (a.s) onları güzellikle terk etmesini öğütlemektedir.

Bu tert etme öğüdü , yapılan tebliğe karşı red edici bir tavır içine girenlere karşı sert bir uslup kullanmaması , onları zorlamaması şeklinde anlaşılacağı gibi , müşriklerin inandıklarına karşı hiç bir şekilde onlara meyletmemesi ve araya keskin bir çizgi çizerek onlara karşı tavizkar bir tutum izlememesi olarak anlaşılabilir. Mekke döneminin ilk devrelerinde nazil olan Kalem suresinin ilk ayetleri , müşrikler ile araya nasıl bir mesafe konulması gerektiği noktasındaki öğütleri içermektedir.

[073.011]  O yalanlayıcı zevk ve refah sahiplerini bana bırak, onlara biraz mühlet ver.

Muhammed (a.s) dan önceki Elçilere karşı çıkanların öncülüğünü , o beldenin varlıktan şımarmış "Mütref" , "Mele" , "Müstekbir" olarak tanımlanan kişiler yapmış , aynı tanıma giren kişiler Muhammed (a.s) ın çağrısına, karşı olanca güçleri ile karşı koymaya çalışmaktadırlar.

[034.034] Doğrusu uyarıcı göndermiş olduğumuz her kentin varlıklı kimseleri (mütrefuha), «Biz sizinle gönderilen şeyleri inkar ediyoruz» dediler.
[043.023]  Senden önce, herhangi bir şehre gönderdiğimiz uyarıcıya, şımarık varlıklıları(mütrefuha) sadece: «Doğrusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerini izlemekteyiz» dediler.
[023.024]  Bunun üzerine, kavminin inkarcı ileri gelenleri (elmeleu)şöyle dediler: «Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.»
[007.075] Kavminin ileri gelenlerinden büyüklük taslayanlar, içlerinden zayıf görülen inananlara dediler ki: Siz Salih'in, Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz? Onlar da Şüphesiz biz onunla ne gönderilmişse ona inananlarız, dediler.

[073.012]  Muhakkak ki katımızda, ağır boyunduruklar ve cehennem var.
[073.013]  Ve boğaza tıkanıp duran bir taam ve pek acıklı bir azap vardır.
[073.014]  O gün yer ve dağlar şiddetle sarsılır, dağlar gevşek kum yığınlarına dönüşür.

11. ayette vahyi yalanlayarak müstekbir bir tavır takınanlara verilen mühletin sonunda , bu tip insanları nelerin beklediği ve nasıl bir azab ile karşılaşacakları haber verilmektedir.

[073.015]  Nasıl Firavun'a bir elçi göndermiş idiysek doğrusu size de, hakkınızda şahitlik edecek bir elçi gönderdik.
[073.016]  Firavun o elçiye isyan etmişti. Biz de onu ağır bir yakalayışla yakaladık.

Allah (c.c) , geçmişte göndermiş olduğu Elçileri yalanlayan Firavun'u örnek göstererek , onun Elçileri yalanmasının akıbetini hatırlatarak, aynı yolu izledikleri takdirde onların da sonlarının helak olabileceğini haber vermektedir. Burada Firavun örneği üzerinden verilen örnek dikkat çekicidir. Önceki Elçilerin düşmanları gibi , Muhammed (a.s) ın düşmanları da, o beldenin varlıktan şımarmış mütref tabakası olup , ellerindeki güç ve servetin kendilerini koruyacağı zannına kapılmışlardır. Allah (c.c) bir çok ayette "Sizden kat be kat güç ve servet sahibi olanlara bile gücümüz yetti siz onların karşısında çok fakir kalırsınız" diyerek onların zenginliklerine asla güvenmemelerini hatırlatmaktadır.

[073.017] Eğer inkar ederseniz, gençleri ihtiyarlatan günden nasıl korunursunuz?
[073.018]  O günün şiddetiyle gök bile parçalanır. O'nun sözü yerine gelir.

14 , 17 , 18. ayetlerde , herkesin yaptığının karşılığını alacağı günü hatırlatan rabbimiz , o günü şiddeti hakkında bilgi vererek , kendisinden sakınılmasını istemektedir.

[073.019]  İşte bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol tutar.

Rabbimiz , bu ve benzeri sureler içindeki ayetlerle kullarına doğru yolun hangisi olduğunu hatırlatmaktadır. Seçim yapma konusunda Allah (c.c) kulları üzerinde herhangi bir baskıda bulunmayıp , onlara verdiği serbest  irade ile seçimlerini yapma hürriyetini vermiştir. 

 [073.020]  Gerçekten Rabbin biliyor ki sen, muhakkak gecenin üçte ikisine yakınını, yarısını ve üçte birini ibadetle geçiriyorsun, beraberinde bulunan bir grup da (böyle yapıyor). Oysa geceyi, gündüzü Allah takdir eder. Sizin bundan ötesini başaramayacağınızı bildiği için size lütuf ite muamelede bulundu. Bundan böyle Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun; O, içinizden hastaların olacağını, diğer bir kısmının Allah'ın lütfundan bir kar aramak üzere yeryüzünde yol tepeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda cihad edeceğini bilmektedir; O halde o (Kur'an)dan kolayınıza geleni okuyun; salatı ikame edin, zekatı verin ve Allah'a güzel borç verin! Kendi hesabınıza hayır olarak ne (iyilik) yapıp gönderirseniz, onu Allah yanında daha hayırlı ve karşılık olarak daha büyük bulacaksınız. Allah'tan bağışlanma dileyin! Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

Müzzemmil suresinin son ayeti diğer ayetler ile birlikte değil , bir kaç senelik bir sürenin ardından nazil olduğu anlaşılmaktadır. Bu ayetin Medine de nazil olduğu yolunda rivayetler olmasına karşın , nerede nazil olduğundan çok , tek başına yola çıkan Muhammed (a.s) ın takip ettiği yol ile belirli bir sayıya gelmiş olduğunun anlaşılmasıdır. 

 2-3 ve 4. ayetlerde, tek başına yola çıkarak  Rabbinin kendisine öğütlediği yolu takip eden ve Kur'anı "Tertil" üzere okuyarak muhataplarına ulaştıran Muhammed (a.s) ,uyguladığı bu metod sayesinde kendisine tabi olan bir topluluğa sahip olmuştur. Ayet içindeki "beraberinde bulunan bir grup" ifadesinden bu durum anlaşılmaktadır.

Yazımızın başında söylediğimiz gibi Müzzemmil suresi , yeni bir yapılanmanın nasıl bir yol takip edilerek yapılması gerektiğini hatırlatan bir sure olup , bu yapılanma süreci içinde bu yolda yürüyenlerin belirli bir çoğunluğa ulaşıncaya kadar daha sıkı ve gayretli bir biçimde çalışması gerektiğini anlamaktayız. Bunu söylerken , "İlerleyen zamanlarda belirli bir çoğunluğa ulaştıktan sonra işi gevşetebiliriz" demek istemediğimizi hatırlatalım. İlerleyen zamanlarda, topluluğa tabi olan bazı kişilerin yüksek çalışma temposuna ayak uydurmayacakları hesaba katılarak tedrici bir şekilde hareket edilmelidir.

Allah (c.c) nin ilk ayetlerde Muhammed (a.s) a verdiği emri , 20. ayette hafifletmesi nesh olarak değil , tüm zamanlar içinde Müslümanlar tarafından meydana getirilecek yeni oluşumların ve hareketlerin nasıl bir tedrici yol izlemesi gerektiği şeklinde okunması gerektiği olarak düşünmek daha doğru olacaktır. 

20. ayet içinde , farklı yaş , iş ve cinsiyet guruplarından oluşmuş insanların bir araya gelerek oluşturduğu topluluğun aynı güç , beceri ve gayrete sahip olamayacağı dikkate alınarak ona göre bir yol haritası çizilmesi gerektiği çıkarılabilir. Ayrıca kişilerin takat ve maişetlerini temin için çalışma zorunlulukları her zaman aynı tempoda çalışmalarının güçlüğünü ortaya koymaktadır. Çünkü bir eylem ve hareket içinde olanlar, hayatlarını idame ettirmek için bazı çalışmalar içinde olma mecburiyetleri vardır , 20. ayet bu durumu dikkate alan bir ayet olarak karşımızdadır.

 20. ayet içindeki " fetabe aleyküm" ibaresi üzerinde biraz durmak gerektiğini düşünmekteyiz. Bu ibare meallerin çoğunda "Tevbenizi kabul etmiştir" şeklinde çevrilmiştir. Bu ibarenin anlaşılması için , surenin 2.3.4. ayetlerinde Muhammed (a.s) a verilen emirleri dikkate almak gerekmektedir. Bu ayetlerde yeni bir oluşum için tek başına başlangıç yapan Muhammed (a.s) zaman içinde kendisine tabi olan bir guruba sahip olmuştur. Allah (c.c) bu gurubun çoğalması neticesinde ,daha önce 2.3.4. ayetlerde vermiş olduğu emri hafiflettiğini yani bundan geri döndüğünü beyan etmektedir. Geri dönme sebebi olarak "O, içinizden hastaların olacağını, diğer bir kısmının Allah'ın lütfundan bir kar aramak üzere yeryüzünde yol tepeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda cihad edeceğini bilmektedir" buyurulmaktadır. Netice olarak Allah (c.c) daha önce vermiş olduğu emirden geri döndüğünü "Fetabe aleyküm" yani "Yüküm­lülüğün ağırlığından onu hafifletmeye, zorluktan kolaylığa olmak üzere si­zin lehinize döndü" buyurmaktadır. 

Burada , "Allah (c.c) verdiği emirden dönermi?" şeklinde bir sorunun cevabının verilmesi gerekmektedir. Müzzemmil suresini yeni bir oluşum için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği yönündeki emirler olarak olarak okuduğumuz zaman , tedricilik şeklinde bir yol izlendiği önce daha sıkı bir çalışma gerektiği , ilerleyen zamanlarda çoğunluk nedeniyle ve bu çoğunluğun içindeki herkesin aynı şartlara sahip olmaması nedeniyle bazı yükümlülüklerin o çoğunluk lehine hafifletilebilmesi gerektiğinin beyanı olarak okumak mümkündür.

" O halde o (Kur'an)dan kolayınıza geleni okuyun; salatı ikame edin, zekatı verin ve Allah'a güzel borç verin! Kendi hesabınıza hayır olarak ne (iyilik) yapıp gönderirseniz, onu Allah yanında daha hayırlı ve karşılık olarak daha büyük bulacaksınız. Allah'tan bağışlanma dileyin! Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir."

"Kur'andan kolay olanı okumak" demek namazlarda kısa sureler okumak anlamında olduğu düşünülmemelidir. Kur'anda zor olan bir emir olmasını düşünmek , kişinin gücünü aşan konuların ona emredilmiş olmasını beraberinde getirmesi açısından bir takım problemleri beraberinde getirir. Kur'anın bütün emir ve nehiyleri , kulun taşıma kapasitesi kadar olduğu için bu noktada bütün emirler kolay ve uygulanabilir bir seviyededir. Salatın ikame edilmesi , zekatın verilmesi , Allaha güzel bir borç verilmesi gibi emirler kolay olan emirler olup "Okumak" şeklinde verilen emir sadece yazılı bir metni okumaktan ziyade , yazılı bir metinde olan emirleri okumak ve hayata geçirmek şeklinde anlaşılmalıdır.

Sonuç olarak  ; Allah (c.c) kulları içinden seçmiş olduğu Elçisi Muhammed (a.s) a vahyederek , bizlerin nasıl bir hayat yaşaması gerektiği yönündeki emirleri ve yasaklarını ona indirdiği Kitap ile bildirmiştir. Resulu inşa süreci ile ilgili öğütler diyebileceğimiz Müzzemmil suresi ayetlerinde tek başına yola çıkan bir kişinin, Rabbinin ona öğütlediği metodu takip etmesi neticesinde kendisine tabi olan çekirdek bir kadro oluşturduğunu görmekteyiz. Bu kadronun oluşması için gerekli olan yol haritası sure içinde beyan edilmiş olup , bizlere dönğk örneklik mesajları da taşımaktadır. Bizlerin çıktığı yolda nasıl bir yol izlemesi gerektiği bu sure içinde beyan edilmiş olup , izlenen yolun doğru olmasının başarıyı da beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.