23 Mayıs 2014 Cuma

İsra s. 1. Ayeti'nin Mesajı Üzerine Bir Düşünce Çalışması

Bu yazımızın konusu, başlıkta özellikle vurguladığımız gibi isra s. 1. ayeti üzerinden verilmek istenen mesaja yönelik olacaktır. Kur'an ayetlerinin belkide, yanlış anlaşılma açısından başı çeken ayetlerinden olan isra s. 1. ayeti mitolojik bir çehreye büründürülerek miraç hikayeleri ile bezenmiş ve üzeri kalın bir toz perdesi örtülmüş , bu tozu silmek durumunda olan bazılarıda bu tozun yerine başka tozlarla örterek ayetin mesajını  anlamak gibi bir düşünce içinde olmaktan çok, mescidi haram'ın yeri konusunda fikirler üreterek ayet üzerinde yorumlarda bulunmuşlardır. Yazıda bu tür düşünceleri kısaca ele alıp esas konumuz olan ayetin mesajı hakkındaki düşüncelerimizi ortaya koymaya çalışacağız. 

İsra s. 1. ayetine giriş yapmadan önce bu ayeti anlamaya yardımcı olacak "esra" kelimesi ve bu kelimenin geçtiği ayetleri ele alacağız, sonra bu ayetler ile isra s. 1. ayeti  üzerinde durmaya çalışacağız. Bu ayeti doğru anlamanın, "esra" kelimesi ile ifade edilen olayları anlamak ve o olaylar ile bağlantısını kurmaktan geçtiğini düşünmekteyiz.  

"Essüra" kelimesi, gece yola gitmek ,yolculuk etmek, veya yürümek, fiil olarak gece yola gitti , yolculuk etti veya yürüdü anlamında kullanılır. "esra" ve "sereye" şekillerinde kullanılır. Bu kelimenin geçtiği ayetleri okuyalım. 

[011.081] Dediler ki: «Ey Lût! Şüphe yok ki biz senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana elbette kavuşamayacaklardır. Artık sen âilen ile gecenin bir kısmında yürü (fe esri)ve sizden hiçbir kimse geri kalmasın, zevcen ise müstesna. Şüphesiz ki onlara isabet edecek şey, ona da isabet edicidir. Muhakkak ki onların vaadedilen zamanları, sabah vaktidir, sabah vakti ise yakın değil midir?»
[015.065] Hemen gecenin bir kısmında ehlini yürüt (fe esri)ve sen arkalarından git ve içinizden hiç bir kimse ardına bakmasın, emrolunduğunuz yere geçin gidin.
[020.077]  And olsun ki Musa'ya: «Kullarımı geceleyin yürüt (fe esri), denizde onlara kuru bir yol aç, batmaktan ve düşmanların yetişmesinden korkma, endişe etme» diye vahyettik.
[026.052] Musa'ya: Kullarımı geceleyin yola çıkar(fe esri); çünkü takip edileceksiniz, diye vahyettik.
[044.023]  Öyleyse kullarımı geceleyin yürüt (fe esri), siz muhakkak takip olunacaksınız.

Bu ayetlerde Lut ve Musa as ın kavminin gece yürütülerek zalimlerin elinden kurtarılmaları anlatılmaktadır, bilindiği gibi Lut ve Musa as a iman edenler kurtulmuş ve diğerleri helak olmuştur. Yine bu ayetlerde Musa ve Lut as ın bulundukları beldeyi terkederek kurtuldukları bilgisinden hareketle Muhammed as ın aynı yolu izleyerek bulunduğu beldeyi terketmesi gerektiği hatırlatılmaktadır diyebiliriz. Burada , Musa ve Lut as ın düşmanları helak edilirken mekkenin neden helak edilmediği sorusu sorulacak olursa şunları diyebiliriz; helakın sünnetinde o beldenin helakı hak etmesi için bütün mü'minlerin orayı terketmeleri gerekmektedirki o belde helak edilsin, bilindiği üzere Muhammed as mekke'den hicret etmesine rağmen orada mü'minlerden kalanlar olmuş ve helak bu sebeble gerçekleşmemiştir.

Kur'ana baktığımız zaman, elçilerin kavimleri ile olan mücadelesi sonucu Allah cc nin sünneti olarak, elçi ve iman edenler kurtarılmakta ve geride kalanlar helak edilmektedir. Bu vaad ayetlerde'de haber verilmektedir. 

 [030.047]  And olsun ki! Senden önce, birçok peygamberleri ümmetlerine gönderdik, onlara belgeler getirdiler; dinlemeyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştu.
[002.214] Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.
[010.102-3]  Kendilerinden önce geçenlerin başlarına gelen olaylardan başka bir şey mi bekliyorlar? «Bekleyin, ben de sizinle beraber beklemekteyim» de.Sonra Resullerimizi ve iyman edenleri kurtarırız, biz böyle uhdemizde bir hakk olarak mü'minleri kurtarırız
[040.051]  Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.

Verdiğimiz örnek ayetleri kısaca özetleyecek olursak, Allah cc nin sünneti ve bir sözü olarak, elçilerini ve iman edenleri zalimlerin elinden kurtararak geride kalanları helak etmesi , Lut ve Musa as ın kıssasında geçen "esra" (gece yürüyüşü) kelimesinin geçtiği ayetlerde haber verilmiştir. Bu söz ve sünnet son elçi olan Muhammed as içinde geçerli olup , isra s. 1. ayetini böyle bir arka planı gözeterek okumak gerektiğini düşünmekteyiz. Şimdi isra s. 1. ve sonraki ayetlere geçebiliriz.

Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves semîul basîr(basîru).
[017.001] Uzaktır bütün noksanlıklardan O ki, kulunu bir gece Mescidi Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya götürdü; ona ayetlerimizden gösterelim diye. Gerçek şu ki, O'dur işiten gören!

İsra s. 1. ayetindeki bazı kelimelerin yine kur'an içinde diğer ayetlerde kullanılışını görerek ayetin mesajını anlamaya çalışalım. "Mescidilharam" bilindiği gibi ,mekke şehri içinde bulunmakta ve bu kelimenin geçtiği bütün ayetler o şehir içindeki kabe ve etrafı için kullanılmaktadır. Bazılarının ayet içinde geçen "abdihi" (kulunu) kelimesinden kastedilen kişinin Muhammed as olmadığı , 2. ayette anlatılan Musa as olduğu iddiaları 1. ayetin mesajını kur'an bütünlüğünde anlamaya çalışmamanın bir yansıması olup hiçbir ilmi dayanağı yoktur. 

Ayet içinde geçen ikinci mescid ismi "Mescidilaksa" (en uzak mescid) terkibi üzerinde  farklı yaklaşımları görmekteyiz. 1- kudus şehri 2- Mekke nin varoşlarında olan cirane vadisinde olan bir mescid 3- göklerde meleklerin secde ettikleri beyti mamur (bayındır hocanın yorumu) . Sondan başlayarak bu yorumlar üzerinde durup ayette bahsedilen yerin nerede olabileceği tesbitini yapmaya çalışalım.

3. görüş olan göklerde meleklerin secde ettikleri "beyti mamur" olduğu iddiası şahsen bayındır hocadan beklemediğimiz kadar isabetsiz bir görüş olduğunu önceden söyleyip sonrasında isabetsizliğin nasıl olduğunu söylemeye çalışalım. İsra kelimesi anlam olarak yerde olan bir yürüyüş anlamında olup Muhammed as ın gökte olan mescidilaksaya çıktığının haberi bu kelime ile değil, göğe yükselme kelimesinin karşılığı olan a-re-ce fiili ile ifade edilmesi gerekirdi. Beyti mamur olarak tabir edilen yer'in göklerde olduğu iddiası ayrı bir yanlış olup bu kelimenin geçtiği tur s. 4. ayeti ile ifade edilen yer kabe'dir. Sayın Bayındır hoca, mescidilaksa'yı hem göğe çıkararak ayrı bir yanlış , hemde Muhammed as a miraca çıkmak gibi bir duruma düşürerek ayrı bir yanlış içine düşmüştür. 

2. görüş olan Mekke 'de ki cirane vadisinde olan bir mecsid iddiası yine isra s. 1. ayet ile verilmek istendiğini düşündüğümüz mesaj ile alakası olmaması ve kur'an ayetlerinin rivayetler ile anlaşılması metoduna sıcak bakmadığımız için doğru olmadığını düşündüğümüz bir iddiadır.  

1. görüş olan kudus şehrinde olması konusu ile ilgili olarak getirilen karşı iddiaları ele alarak bu konuyu netleştirelim. Mescidilaksa'nın kudus'te olmadığı iddiasına mesned olarak , bugün bu ad ile anılan mescidin o gün itibarı ile bilinen böyle bir ismi olmadığı, bu ismin Ömer r.a zamanında verildiği gibi iddiaları görmekteyiz. Mescidilaksa terkibi ile ifade edilen yerden kasıt olarak tabelasında böyle bir isim yazdığı için değil , Allah cc nin o bölgeyi bereketli bir yer kıldığı için verilmiş bir isimdir, o gün orada bina olarak bir mescidin olmaması oranın "mescidilaksa" olarak tabir edilmemesini gerektirmez. 

Konuyu kabe üzerinden örneklendirerek anlaşılmasını kolaylaştıralım, "mescidilharam" tabiri mekkede bulunan kabe ve çevresi için kullanılan bir tabirdir , orayı kutsal kılan sadece üzerindeki bina değil o binanın tesis edildiği toprak ve çevresidir, eğer zaman içinde kabe yıkılıp sonradan gelen insanlar kabe diye bir yer olduğunu bilmeseler dahi o toprakların ismi yine "mescidilharam" olarak ifade edilecektir. İbrahim as ve oğlu bakara suresi 124 ve sonrası ayetlerinde beyt'in temellerini yükseltmeleri olarak anlatılan işlem önceden orada tesis edilmiş ancak sonradan kaybolmuş olan, al-i imran s. 96. ayetinde ifade edilen "insanlar için kurulmuş ilk ev" olan kabeyi yeniden inşa etmeleridir, mescidilaksa olarak tabir edilen yer'de o gün için yıkılmış ve mescid'den eser olmayan bir yer olsada, orada yani kudus şehrini'de içine alan bölgede bir mescidin olduğunu gösterir. 

İsra s. 7. ayetinde " İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz." "mescid" kelimesi ile ifade edilen yer ile 1. ayette bahsedilen mescid ile alakası kurulmaya çalışılsaydı "mescidilaksa" adıyla bahsedilen yerin nerede olduğu konusunda tartışılmaya bile gerek kalmazdı diye düşünüyoruz. 

Mescidilaksa'yı mekan olarak kudüs içinde bir yer olmaktan ziyade o bölgenin kudsiyetini ifade eden bir terkip olarak görmek daha doğru olacaktır. İsra hadisesini mucize olarak niteleyip bu olay üzerinden Muhammed as a methiyeler düzmekten çok, ayet ile verilmek istenen mesaj üzerinde durmak gerektiğini yeniden hatırlatarak olayın bedenen'mi veya rüyada'mı olduğunun tartışmasının çok eskilerden de yapılmış olduğunu hatırlatarak olayın rüya ile gerçekleşmiş olmasının daha isabetli bir görüş olduğunu düşündüğümüzü ifade edelim. 

"Mescidil aksa" deyimi ile kast edilen yer , bir toprak parçasının üzerine bina edilen yapı değil , o bölgenin mekkeye göre uzak olması nedeniyle verilmiş bir isimdir. Uzaklık tabiri göreceli bir tabir olup o bölgeye yakın olanlar için uzak olması düşünülemez. Bugün "orta doğu" veya " uzak doğu" veya " yakın doğu" gibi tabir edilen mekanlar avrupalıların gözü ile bakılan yerden olan mesafe için kullanılan bir tabir olup arap yarımdasında ikamet eden biri böyle bir tabir kullanmaz. Kur'anın bu şekil bir mesafe terkibi içinde kullandığı bu deyim mekkeye göre uzak bir bölgede Allah cc tarafından kutsal kılınan topraklar olduğunun bilinmesi içindir. 

İsra s. 1. ayetinde "barekna" kelimesinin geçtiği diğer ayetleride okuyarak mesajı anlama yolunda yürümeye devam edelim. 

 
[007.137]  Hor görülen yahudileri, bereketlendirdiğimiz(barekna ) yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, sabırlarına karşılık yerine geldi. Firavun ve kavminin yaptığını ve yükselttiklerini yıktık.
 [021.071]  Onu ibrahimi)Lut ile beraber kurtarıp içinde alemlere bereketler (barekna) verdiğimiz yere çıkardık.
 [021.081]  Süleyman için de şiddetli rüzgârı ki o içine bereketler verdiğimiz (barekna)Arza emriyle cereyan ediyordu ve biz her şeyi biliriz
Araf s. 137 , enbiya s. 71 de , Allah cc nin kendisine vazife olarak gördüğü iman edenleri kurtarması ile ilgili ayetler olup Musa , İbrahim ve Lut as ı kurtarmasından bahsedilmektedir. 

Burada yeri gelmişken , kısaca kıble konusuna değinmek istiyoruz. Bilindiği gibi müslümanlar namazlarında kabe ye yönelirken medinede kudüs'e doğru yönelmiş ve bu yönelim daha sonra bakara suresi ayetleri ile mescidilharam'a çevrilmiştir. Muhammed as bu değişimi büyük ihtimal bu ayetin inişinden sonra yapmış olabilir. Çünkü devam eden 2-8. ayetler arası Musa as a verilen kitap ile Muhammed as a verilen kitap arasında ortaklık kurulup, ona iman ettiğini iddia edenlerle arada bir bağ kurulmaktadır , bu bağı israiloğulları kabul etmese bile iman ettiklerini iddia ettikleri tevrat ve Musa as ı gönderen  ile kur'an ve Muhammed as ı gönderen  kişi aynıdır. 

"El aksa" ve "el haram" terkibi ile ifade edilen mescid kelimesini cin s. 18. de "Mescidler şüphesiz Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın" şeklinde buyurulmasından hareketle, Allah cc nin Muhammed as ın ikamet ettiği bir başka bir bölgede "barekna havlehu" (etrafını bereketlendirdiğimiz) olarak beyan ettiği bir mescide yönelmesi 1. ayetten sonraki devam eden ayetlere baktığımız zaman gelecekte hicret edeceği yerde karşılacağı insanlar ile müslümanlar arasında bir inanç bağı bulunduğunun bilmeleri ve beslendikleri kaynağın aynı olduğunu onlarında görmeleri için onlar için kutsal olan bölgeye yönelmiş olması ihtimal dahilindedir. Muhammed as Medine'yi "mescilaksa" olarak tercih edip oradaki yönelimini'de o bölgenin insanlarından olan yahudilerin kutsal olarak bildikleri şehir kudus'e yapması ihtimal dahilindedir şeklinde düşünmekteyiz. 

"Barekna" kelimesi ile ifade edilen kelimenin geçtiği ayetleri birleştirecek olursak şöyle bir sonuç çıkabilir; Allah cc Musa as ve kavmini firavun zulmunden kurtarıp "bereketli kıldığı topraklara" mirasçı kıldığı gibi , Muhammed as ve mü'minleri de ayetlerde verdiği söz gereği  üzerine aldığı , elçilerini ve iman edenleri kurtarma sözünü yerini getirmek için mekkeli lerin zulmunden kurtararak "bereketli kıldığı topraklara" mirasçı kılma sözünü hatırlatarak bir nevi moral destek sağlamıştır. Bu moral desteğin ne şekil gerçekleştiğinin önemi olmayıp bedenen veya rüya şekli ilemi olduğu tartışmasının zaman kaybı olduğunu düşünmekteyiz , illede bir tercih gerekirse bu olayın rüya ile olduğunu tercih ettiğimizi belirtelim ve bu tercihimizin nedeni ile ilgili ayetleri yazımızda belirteceğiz.

İsra s. 1. ayeti ile Allah cc kulu Muhammed as a , diğer elçileri için geçerli olan sünnetinin yani elçilerine ve iman edenleri kurtarmayı üzerine aldığı sözünün onun içinde geçerli olduğunu haber vererek yalnız olmadığını ona gösterir. İsra olayını sadece gecenin bir kısmında mekkeden kudus'e yolculuk yapmak şeklinde ve bu yolculuk üzerinden  mucizeler çıkarmak ayetin mesajını anlamamak anlamına gelir.  

İsra s. 1. ayeti, Allah cc nin kulu Muhammed as yardım sözünün gelecekte gerçekleşeceğine dair verdiği gaybi bir haberdir. Kıssalar üzerinden verilen mesajlara dikkat edecek olursak , Muhammed as öncesi elçiler kavimleri ile büyük bir mücadeleye girişmişler ve bu mücadelede kavimler helak edilerek elçiler ve mü'minler galip gelmişlerdir.  

İsra s. 1. ayeti ile , Muhammed as mekke'den hicret etmek için bir nevi izin almıştır. Yazıyı uzatmamak için 2-8. ayetler arasındaki ayetleri başka bir yazıda konu edeceğimizi hatırlatalım , çünkü bu ayetler 1. ayet ile bağlantısı olup gideceği yerde karşılaşacağı kavim ile ilgili bilgiler verilmektedir.

 " Ona ayetlerimizden gösterelim diye" cümlesi ile ilgili olarak şunları söyleyebiliriz; Allah cc Muhammed as ı mekkeden kudus'e götürüp orada bazı yerleri göstermiş olduğu şeklinde bir yorumun  ayetin mesajı üzerinde düşünmemenin bir yansıması olduğunu düşünmekteyiz.

İsra s. 1. ayeti Muhammed as ın tebliği için yeni bir dönemin başlangıcı olarak anlaşılabilir. Devam eden ayetlerin, bu dönemde karşılaşacağı topluluk olan israiloğulları hakkında bilgiler vermesi bu düşüncemizi kuvvetlenmektedir.
2. ayette"  Musa'ya Kitab'ı verdik ve İsrailoğullarına: «Benden başkasını vekil edinmeyin» diyerek bu Kitab'ı bir hidayet rehberi kıldık." ifadesi ile , Musa as a verilen kitap ile Muhammed as a verilen kitabın ortak yönü " hüden" kelimesi ile ifade edilmiştir.
3. ayette " Nûh ile beraber (gemiye) yüklediğimiz kimselerin zürriyeti! Şüphe yok ki o ziyâde şükredici bir kul idi." şeklinde buyurulması ise insanların Nuh as a iman etmiş olan Allah cc yi bir ilah olarak kabul eden muvahhidlerin soyundan türedikleri hatırlatılarak insanların atalarının kim oldukları hatırlatılmakta ve onlara, " Nuh as a iman eden atalarınız gibi sizde şimdiki elçi Muhammed kuluma iman edin" mesajı vardır. 

Meryem s. 58. ayetinden önceki ayetlerde , İbrahim , İshak , Yakub,Musa,Harun,İsmail,İdris, as ların isimleri bahsedildikten sonra 58. ayette "İşte bunlar Allah'ın kendilerine nimetler sunduğu peygamberler; Adem'in soyundan, Nuh ile beraber taşıdıklarımızdan; İbrahim ve İsmail'in neslinden ve doğru yola erdirdiğimizden, seçip beğendiklerimizdendirler. Rahman'ın ayetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı." buyurularak bu elçilere iman ettiğini iddia edenlerin bu elçilerin ayet içinde bahsedilen özelliği olan "Rahman'ın ayetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı." şeklindeki yollarına tabi olunması gerektiği hatırlatılmaktadır.

Musa as ın taha s. içinde anlatılan kıssasına baktığımız zaman, ailesi ile Medyen'den çıkıp, 12. ayette "kutsal vadi" olarak bildirilen tuva'ya vardığında Allah cc ona elçilik görevi vermiş ve orada asanın yılan olması ve elin beyazlaması şeklinde iki ayetini göstermiş bu gösterme sebebini 23. ayette "li nuriyeke min ayatinalkübra" (sana büyük ayetlerimizden gösterelim) şeklinde ifade etmiştir. Allah cc Musa as a böyle ayetlerini göstererek ilerki görevi için ona yardım edeceğini ve sadece ona güvenmesini ve kendisinin herşeye kadir bir ilah olduğunu gözüyle görmesini sağlayıp "sırtın yere gelmeyecek" mesajı vermiştir.Musa as kıssasını hatırlayacak olursak Allah cc ayetleri ile Musa as ve inananları galip kılmış , firavun ve ordusunu helak etmiştir.  

Allah cc nin "ayetlerinden göstermesi" ni göz ile kuduste bir şeyler göstermesi olarak değil , üzerine aldığı  elçi ve inananlara yardım etme sözünün nasıl gerçekleşeceğini göstermek şeklinde anlamanın daha doğru olduğunu düşünmekteyiz.

Musa as verilen bu mesaj aynen Muhammed as a da verilmiş ancak bir farkla , Muhammed as a Musa as a verildiği gibi mucize olarak tabir edilen şekli ile herhangi bir ayet verilmemiş olup , Allah cc nin yardımının gelmesi şartı özellikle medine'de inen ayetleri düşünecek olursak, zafer kazanmanın, şartlarını yerine getirmek suretiyle olacağı bedir,uhud,huneyn gibi savaşlar örneğinde gösterilmiştir. 

İsra s. 1. ayetinde anlatılan olayın gerçekleşme şeklinden çok o ayet ile verilmek istenen mesajın üzerinde durulması gerektiğini yazımızın başında vurgulamış ancak bu olayın gerçekleşme şeklinin rüya ile olduğunu tercih ettiğimizi belirtmiştik,bu tercihimizin delillerini ise şu ayetlere dayandırmaktayız. 

 
[017.060]  Sana: «Rabbin şüphesiz insanları kuşatmıştır» demiştik; sana gösterdiğimiz rüya ile ve Kuran'da lanetlenmiş ağaçla, sadece insanları denedik. Biz onları korkutuyoruz, fakat bu onlara büyük taşkınlık vermekten başka birşeye yaramıyor.
 [048.027]  And olsun ki Allah, Peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder. Ey inananlar! Siz, Allah dilerse, güven içinde, başlarınızı tıraş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescidi Haram'a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bilir. Size, bundan başka, yakın zamanda bir zafer verecektir.

Fetih s. 27. ayeti, isra s. 1. ayeti ile birlikte okunup düşünülmesi gereken bir ayet olduğu, isra s. 1. ayetinin mesajı ile ilgili sunduğumuz diğer ayetleride alt alta koyduğumuz zaman anlaşılacaktır. Fetih s. 27. ayetinde Allah cc , Mescidil haram dan, medine olarak anlamak mümkün olan mescidil aksaya götürdüğü kulu ve onunla birlikte olan müslümanları yeniden mescidil harama döndüreceği sözünü vermekte ve bu söz mekkenin fethi ile  gerçekleşmiştir.  

Sonuç olarak ; Allah cc isra s. 1. ayetinde kulu olarak vasıfladığı Muhammed as ı, içinde bulunduğu durum içinde bırakmayarak sünneti olarak tanımlayanan, elçilerini ve iman edenleri kurtarma sözüne uygun olarak bir mesaj vermekte olup bu mesajın gerçekleşeceği haberide fetih s. 27. ayetinde bildirilmektedir. Ayetin mesaj içerikli olması yönünden okunmayarak, mucize veya mitolojik olgularla bezenerek okunması mesajın anlaşılmasında en büyük engel olarak karşımızda durmaktadır. İsra s. 1. ayeti sadece bir yerden bir yere gidşin anlatılması değil bir beldede güçlük çeken mü'minlerin bu güçlüklere katlanması , yeri geldiği zaman o beldeyi terketmeleri ve orada yine Allah cc nin koyduğu zafer şartlarına uygun hareket ettikleri zaman geri dönüşlerinin muhteşem olacağının bir haberi olup bu yaşanmış bir olay olarak karşımızda durmaktadır.Bu konuya belkide farklı bir yaklaşım sayılabilecek şekilde yaklaştığımızın farkında olarak itirazların, ayetler eşliğinde yapılması şartı ile gözönüne alınacağını hatırlatmak istiyoruz.   

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

20 Mayıs 2014 Salı

Ye'cüc ve Me'cüc Kimdir ?

Yazımıza başlık olarak aldığımız iki isim, kur'anda iki surede ismi geçen ancak tefsir kitaplarında hayli kabarık olarak bilgiler bulmanın mümkün olduğu konulardan birisidir. Yazımızda bunlar ile ilgili olarak tefsir kitaplarındaki bilgiyi eleştirmekten ziyade , kur'an kıssalarının mesaj vermek gibi bir içeriği olmasından yola çıkarak kur'anın ye'cüc ve me'cüc üzerinden vermek istediği mesajı anlamaya çalışacağız. Tefsir kitaplarında kur'an kıssaları ile ilgili yorumlara baktığımız zaman mesajı anlamaktan çok o günkü yaşanmışlık ve kıssadaki şahsiyetlerin kim ve ne oldukları şeklinde yorumların sayfalarca yer tuttuğu görülmekte olup bu tür yorumların kıssaların mesajını anlamaya yaramadığını aksine kıssaların mesajını ıskalamaya yaradığını görmekteyiz.

Ye'cüc ve Me'cüc ismini , kehf suresinde anlatılan Zülkarneyn kıssasında onun yaptığı yolculukta görmekteyiz. İlgili ayetleri okuyarak ye'cüc ve me'cüc üzerinden verilmek istenen mesajı anlamaya çalışalım. 


Hattâ izâ belega beynes seddeyni vecede min dûnihimâ kavmen lâ yekâdûne yefkahûne kavlâ(kavlen)
[018.093]Sonunda iki seddin arasına varınca setlerin berisinde nerede ise hiç söz anlamayan bir toplumla karşılaştı. 

Kehf s. 93. ayetinde , Zülkarneyn'in kıssada anlatılan son durağı iki dağ arası olarak tabir edilen coğrafi bir mekandır ve orada bir kavme rastlar, bu kavmin özelliği olarak ayette "la yekadune yefkahune kavlen" şeklinde bir cümle ve o cümlenin meal ve yorumlarında, kavmin söylenen sözü anlamadığı veya dili yabancı olduğu gibi iddialar olmasına rağmen bu konuda bizim düşüncemiz o kavme daha önce "kavl" olarak ifade edilen vahy şeklinde bir bilgini onlara ulaşmadığı yani o zamana kadar vahiyden habersiz olarak yaşadıklarıdır.  

 Kâlû yâ zel karneyni inne ye’cûce ve me’cûce mufsidûne fîl ardı fe hel nec’alu leke harcen alâ en tec’ale beynenâ ve beynehum seddâ(sedden).
[018.094]  Dediler ki ey Zülkarneyn! muhakkak Ye'cuc ile Me'cuc bu Arzda fesad yapıp duruyorlar, onun için onlarla bizim aramıza bir sed yapman şartı ile sana biz bir harc versek olur mu?

Zülkarneyn'in ulaştığı yerdeki kavim ondan, Ye'cüc ve Me'cüc'ün fesadına karşı ücret karşılığı onlardan koruması için bir sed yapmasını istemektedir. Burada bunların kim olduğundan çok fesadçılara karşı yapılan bu önlemin bizler için taşıdığı mesaj üzerinde durarak kıssadan hisse çıkarmak gerektiğini düşünmekteyiz. Ye'cüc ve me'cüc ismini sadece belli bir zamana has fesad çıkaranlar olarak değil , kıyamete kadar yeryüzünde fesad ve bozgunculuk çıkaranların genel bir ismi olarak okursak bunlar için yapılan seddi ve yapanlar üzerinden verilen mesajı daha doğru anlamak mümkündür. 

 Kâle mâ mekkennî fîhi rabbî hayrun fe eînûnî bi kuvvetin ec’al beynekum ve beynehum redmâ(redmen).
 [018.095]  Dedi ki: «Rabbimin beni içinde bulundurduğu iktidar daha hayırlıdır; haydi siz bana bedenen yardım edin de sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım.

Kavm'in Ye'cüc ve Me'cüc fesadına karşı Zülkarneyn'e harac karşılığı sed yapması isteğine karşı onun verdiği cevap elinde güç ve iktidar bulunanların, mazlumlara karşı zalimleri engellemek için yapması gereken şeyin ne olduğunu öğretmektedir. Zalimi engellemek için harac karşılığı bir engel yapmak yarın o engeli yapanın zalim olmasına sebeb olacaktır ve başka bir zalim doğuracaktır. Yaptığı engeli mazlumlara karşı kullanarak, "ya haracı çoğaltırsınız yada engeli yıkarım" gibi tehditlerle mazlumları her zaman diken üzerinde tutarak onları sömüren bir güç sahibi dün bugün ve yarın dünya üzerinde mevcut olup her an yaptıkları zulum örneklerine şahid olmaktayız.  

Kavm'in Zülkarneyn'den sed yapmasını istemesi onların çalışmayı sevmeyen tembel bir yapıya sahip oldukları ve elimizdeki para ile herşeyi yaptırırız mantığına sahip olan zengin müslümanları anımsatmaktadır, eğer Zülkarneyn onların bu yönünü istismar edip onları oturtup kendi maiyeti ile birlikte bir engel yapmaya kalksaydı bu engelin yapımında onların hiç bir dahli olmadığı için o engel üzerinde bir tasarruf ve onu istediği gibi kullanma hakkına sahip olabilecek iken bu şekil bir sömürüye yanaşmayan adil biri olarak karşımıza çıkması gücü ve serveti elinde tutanların sömürgecilik gibi bir haklarının asla olamayacağını gösterir. Eğer karşınızdaki muhabatınız sizin elinizde olan imkana sahip değil ise , siz bu imkana sahip iseniz bunu zulum olarak değil insanlara faydalı olmak şeklinde kullanmak mecburiyetindesiniz mesajı verilmektedir. 

 Atûnî zuberel hadîd(hadîdi), hattâ izâ sâvâ beynes sadafeyni kâlenfuhû, hattâ izâ cealehu nâren kâle âtûnî ufrig aleyhi kıtrâ(kıtren).
 [018.096]  Bana demir kütleleri getirin. Bunlar iki dağın arasını doldurunca; körükleyin, dedi. Nihayet o, bir ateş haline gelince; bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim, dedi.

Zülkarneyn'in seddi yapmak için kullandığı malzemeler yine bizler için mesajlar içermektedir. Allah cc Davud ve Süleyman as için onlara demiri ve bakırı emrine verdiğini beyan etmektedir. Onların bu malzemeleri kullanarak güç ve saltanat sahibi olduklarını anlamak mümkün iken bizler onların bu saltanatlarını sanki yattıkları yerden ve bir mucize olarak anında verildiğini düşünmekteyiz, halbuki böyle düşünmek bizleri bugünkü tembelliğimize yol açan unsurlardan birisidir. 

Allah cc hadid s. 25. ayetinde şöyle buyurmaktadır. 

 
Celâlim hakkı için biz Resullerimizi beyyinelerle gönderdik ve beraberlerinde kitab ve miyzân indirdik ki insanlar adaletle tutunsunlar, bir de demiri indirdik, onda hem çetin bir sertlik hem de insanlar için bir çok menfeatler vardır, ve çünki Allah kendisine ve resullerine gıyabında yardım edenleri belli edecek, şübhe yokki Allah kavîdir azîzdir

Ayette dikkatimizi çeken 3 unsur Kitap-Mizan-Demir olup bunların üçünün bir arada olması ile insanlar arasında fesad ve bozgunun önlenebileceği haberi verilmektedir. Demir ayette bir güç sembolu olarak anlatılmakta ve onun ikram edildiği ancak bu ikramı kitap ve mizan gözetilerek kullılması gerektiğini bildiren rabbimizin bu beyanına karşılık , demir bugün kitap ve mizan ikilisini arkaya atıp sadece demirin gücü ile dünya üzerinde insanlara zulmedenlerin elinde kalmıştır. 

Zülkarneyn kıssası , Demir-Kitap-Mizan üçlüsünün bir arada kullanılarak insanları sömürmeden hak ve adaletin hakim olduğu bir düzenin nasıl tesis edilebileceğini gösteren bir kıssa olarak evrensel bir mesajı olan kıssadır.

 Femestâû en yazherûhu ve mestetâû lehu nakbâ(nakben).
 [018.097]  Artık ne onun üstüne çıkmaya kâdir oldular ve ne de onun için delik açmaya güçleri yetti.

 Kitap-Mizan-Demir üçlüsünün bir araya gelerek fesada karşı yapılan her türlü sed kıyamete kadar bak, kalacak olup bunu hiçbir fesadçı aşamayacaktır, bu vaad Allah cc nin vaadi olup gereği yerine getirldiği takdirde gerçekleşecek olan bir vaadtir. Bizler bugün müslümanlar olarak bu üçlüyü kullanmakyan aciz olarak küfre karşı koymamız gereken silahı bile kafirlerden almak zorunda kalmamız ne durumda olduğumuzun bir göstergesidir, bu durumda olan bizlerin bırakın fesada karşı koymayı fesadçıların elinde oyuncak olmaktan başka bir işe yaramadığımız ortadadır.

 Kâle hâzâ rahmetun min rabbî, fe izâ câe va’du rabbî cealehu dekkâ’(dekkâe), ve kâne va’du rabbî hakkâ(hakkan).
 [018.098] Dedi ki: «Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi geldiği vakit ise onu dümdüz etmiş olacaktır. Ve Rabbimin vaadi bir hak olmuştur.»

Zülkarneyn o kavim ile yapmış olduğu sed için, "bu benim gücüm ile yaptığım bir şeydir" şeklinde bir gurur ve kibre kapılmayıp "rabbimin rahmeti" diyerek güç ve servet sahibi olanların özellikle hiç unutmaması gereken sözleri söylemiştir. Seddin dümdüz olmasını, gücü elinde bulunduranlarınKitap-Mizan-Demir üçlüsünü bir araya getirerek fesada karşı yapılan sedlerin kıyamete kadar ayakta kalacağının haberi olarak anlayabiliriz. 

 Ve teraknâ ba’dahum yevmeizin yemûcu fî ba’dın ve nufiha fis sûri fe cema’nâhum cem’â(cem’an).
[018.099]  Biz o gün, bir kısmını bir kısmı içinde dalgalanırcasına bırakıvermişiz. Sur'a da üfürülmüştür, artık onların tümünü bir arada toparlamışız.

Ve harâmun alâ karyetin ehleknâhâ ennehum lâ yerciûn(yerciûne).
[021.095]  İhlâk ettiğimiz karyeye dahi haramdır ki rücu' etmiyecek olsunlar

Hattâ izâ futihat ye’cûcu ve me’cûcu ve hum min kulli hadebin yensilûn(yensilûne).
[021.096]  Ye'cuc ve Me'cuc açılıp da her tepeden ve dereden akın ettikleri vakit.

Vakterabel va’dul hakku fe izâ hiye şahısatun ebsârullezîne keferû, yâ veylenâ kad kunnâ fî gafletin min hâzâ bel kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
[021.097] Ve gerçek vaad (ölüm, kıyamet) yaklaşınca, birden, inkâr edenlerin gözleri donakalır! «Yazıklar olsun bize! (derler), gerçekten biz, bu durumdan habersizmişiz; hatta biz zalim kimselermişiz.»

Enbiya suresi ayetlerinde ise yeryüzünde kıyamet gününe kadar fesadlarını devam ettirmek için çalışan ve evrensel fesadçılara verilen bir isim olarak okumanın daha doğru olacağını düşündüğümüz Ye'cüc ve Me'cüc gerçekleşmeden önce red ettikleri , fakat gerçekleştiği vakit pişmanlıklarını gizleyemedikleri kıyamet ve hesap ve cehennemi gördükleri zamanki halleri beyan edilmektedir. 

Sonuç olarak; tefsirlerde kim oldukları ve onlar için yapılan seddin nerede olduğu şeklinde yapılan yorumları okuyarak veya kıyamet alametleri ile ilgili rivayetler içinde yerini bulan ye'cüc ve me'cüc konusunu, kur'an kıssalarının mesaj içerikli okuma metodu içinde yapılan bir okumada bunların belli bir zaman ve mekana has bir kavim değil, evrensel fesadçıların bir isimi olarak görürüz. Kur'an Zülkarneyn kıssası üzerinden bunlara karşı koymanın yollarını öğretmekte olup bizlerinde bu yolu takip ettiğimiz takdirde Allah cc nin bir vaadi olarak bu fesadçıların önüne çekilen seddin kıyamete kadar yıkılmayacağını bildirmektedir. Bu sedlerin, demir sembolu üzerinden maddi gücü kitap ve mizan ile birleştirerek yapılacağı ve bu üçlü güç ile yapılan seddin kıyamete kadar yıkılmayacağının bildirilmektedir. Kıyamet gününe kadar bu fesadı devam ettirenlerin o gün gelince pişmanlıklarının fayda etmeyeceği ve ebedi olarak cehennem ile cezalancaklarıda bildirilmektedir, bizler maalesef bugün bu fesadçıların zulümleri altında kıyameti veya kurtarıcı mehdileri bekleyerek onların altedilmesini beklemekten başka bir eylemde bulunmamaktayız. O fesadçılara yaptıkları nasıl sorulacaksa bizlerede onlara engel olmak için eli kolu bağlı oturup gökten medet ummamızın hesabı elbette sorulacaktır, gökten yardımın sebeblere tevessül etmeden gelmeyeceğini öğreneceğimiz günlerin yakın olmasını umud ediyoruz. 

                                           EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

18 Mayıs 2014 Pazar

Zülkarneyn Kıssası Bize Ne Anlatıyor?

Zülkarneyn kıssası kehf suresi içinde anlatılan bir kıssa olup, kıssanın yaşanma yeri ve zamanından öte kıssada anlatılan şahsiyet üzerinden verilmek istenen mesajı anlama çabası içinde yazılmaya çalışılmış bir yazı olarak okunması gerekmektedir. Tefsir kitaplarında zülkarneyn isminin anlamı veya kimliği üzerinde bilgiler mevcut olup yazının hacmini genişletmemek amacı ile bu tür bilgilere girmemeyi tercih ettik, ihtiyaç hissedenler tefsirlere göz atabilirler. Kıssa kehf suresinin 83-99. ayetleri arasında anlatılmakta olup kur'anın teşbihi yani benzeterek anlatım özelliği bu kıssada da göze çarpmaktadır. Zülkarneyn kıssasının ,  kendisine imkan verilenlerin bu imkanı nasıl kullanması gerektiğinin mesajlarını veren bir kıssa olarak okunduğu zaman daha doğru anlaşılacağını düşünmekteyiz.

Ve yes’elûneke an zil karneyn(karneyni), kul se etlû aleykum minhu zikrâ(zikren).
[018.083]  Bir de sana Zulkarneyn'den soruyorlar. Dedi: «Size ondan bir hatıra okuyacağım.»

83. ayetten anlaşıldığına göre Muhammed as a onunla ilgili bir bilgisi olup olmadığı sorulmaktadır, yine anlaşıldığı üzere soran muhataplar sordukları kişi hakkında bilgi sahibidirler'ki bir ihtimal Muhammed as ı sınamaktadırlar , veya bilgi sahibi olduklarını sandıkları Zülkarneyn hakkında bildikleri yanlış olup doğrusunu Allah cc bizlere öğretmektedir. 

İnnâ mekkennâ lehu fîl ardı ve âteynâhu min kulli şey’in sebebâ(sebeben).
[018.084]  Biz O'nu yeryüzünde imkan ve ona her şeyden bir sebep verdik.

Sebeb kelimesi; "kendisi ile amaca ulaşılan şey" anlamında olup , Zülkarneyn'e arzda sebeb verilerek imkan sağlanması onun melik hükümdarlardan olduğunu göstermektedir. Kur'an'da Yusuf, Davud ve Süleyman as lar üzerinden verilen kıssa örneklerinde onlarında melik hükümdarlar oldukları görülmektedir, onlar üzerinden kur'an yeryüzünde elinde imkan olanların nasıl davranmaları gerektiği hakkında mesajlar vermektedir. Kıssanın ilerleyen ayetlerinde sebeb verilerek imkanları elinde tutan Zülkarneyn'in bu gücü nasıl kullandığını göreceğiz.

[012.056]  Ve işte bu suretle Yusuf'u o arzda imkan verdik (mekkenna) , neresinde isterse makam tutuyordu, biz rahmetimizi dilediğimize nasıb ederiz, ve muhsinlerin ecrini zayi' etmeyiz
[027.015]  And olsun ki, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. İkisi «Bizi mümin kullarının çoğundan üstün kılan Allah'a hamdolsun» dediler.

[022.041] Onlar ki, yer yüzünde kendilerini yerleştirir iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma'rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir.

Hacc s. 41. ayeti arz üzerinde kendilerine imkan verilenlerin nasıl davranması gerektiğini özetleyen bir olarak karşımıza çıkmaktadır. Kur'an verdiği örneklerle bu imkanları yerinde kullanmayan firavun örneğini veya yerinde kullanan Zülkarneyn, Yusuf, Davud ve Süleyman as ları bizlere örneklik olarak vermektedir.

Fe etbea sebebâ(sebeben).
[018.085] kendisi ile amaca ulaşacağı şeye tabi oldu.

Sebebe tabi olması demek, Allah cc nin rızasına uygun iş yapmak amacı ile yola çıkması ve bu yolda kullanacağı her türlü şey anlamında olup , para , mal , mülk , ordu vs herşeyi sebeb kılarak rızaya erişmek için yola çıkmasıdır.

Hattâ izâ belega magribeş şemsi vecedehâ tagrubu fî aynin hamietin ve vecede indehâ kavmâ(kavmen), kulnâ yâ zel karneyni immâ en tuazzibe ve immâ en tettehıze fîhim husnâ(husnen).
[018.086]  En sonunda güneşin battığı yere vardığı zaman; onu kara bir suda batıyor buldu. Orada bir kavme rastladı. Zülkarneyn, onlara azab da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin, dedik.

Zülkarneyn'in imkanlarını seferber ederek yola çıkması ile başlayan yolculuğu, ayette " aynin hamietin" şeklinde ifade edilen coğrafi bir yere varır ve orada bir kavim yaşamaktadır. "onlara azab da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin, dedik." cümlesinin nasıllığı üzerinde biraz durmak gerekirse şunları söyleyebiliriz; Zülkarneyn'e bu söz bir vahiy elçisi aracılığı ile söylenmiş bir söz değil , Allah cc nin arz üzerinde mülk vererek insanlar üzerinde yetki sahibi olanların ellerindeki yetkiyi ifade eden bir sözdür. Allah cc kullarından herhangi birisinin yönetim makamına çıkarır ve bu kişi elindeki  yetkiyi iki türlü kullanır 1- adil hükümdar 2- zalim hükümdar olarak yani yetkinin ellerinde olduğunu ifade için kullanılmış bir cümle olup , Zülkarneyn'de istediği gibi bu yetkiyi kullanmakta serbest idi 1- adil hükümdar olarak 2- zalim hükümdar olarak tabiki bu iki şekil yönetim sergileyenlerin karşılıkları ahirette Allah cc tarafından verilecektir.

Kâle emmâ men zaleme fe sevfe nuazzibuhu summe yureddu ilâ rabbihî fe yuazzibuhu azâben nukrâ(nukren).
[018.087]  (Zülkarneyn şöyle) dedi: «Kim zulmederse, Biz onu cezalandırırız, sonra da Rabbinin huzuruna götürülür. O da ona benzeri görülmedik bir ceza uygular.

Ve emmâ men âmene ve amile sâlihan fe lehu cezâenil husnâ ve se nekûlu lehu min emrinâ yusrâ(yusren).
[018.088]  Kim de iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan da kolay olanını söyleyeceğiz.»

87 ve 88. ayetler, elinde güç olan Zülkarneyn'in bu gücü nasıl kullandığını haber veren ayetlerdir. İyilik etme ve azab etmesinin şartları olarak, zalimi cezalandırması , iman eden ve salih amelde bulunanlara ise iyilik yapacağını söylemektedir. Böyle bir gücü elinde bulunduran firavun örneğini hatırlayacak olursak , firavun azab etme şartı olarak bir kişinin iman eden ve salih amelde bulunması (Musa as a iman eden sihirbazları örneği) iyilik etme şartı olarak kendisini ilah ve rab olarak kabul etme şartı getirdiğini görürüz.

88. ayetteki " ve emma men amene ve amila salihan" (kim iman eder salih amelde bulunursa) şeklindeki cümle bir teşbih barındırmakta olup , Allah cc nin kendisini kur'an genelinde bir hükümdar teşbihi içinde anlattığı ayetler ile bir bağ kurarak, Zülkarneyn örneği üzerinden bir hükümdarın emirlerine tabi olup ona isyan etmeyenlerin o hükümdar tarafından herhangi bir azaba uğratılmayacağı benzetmesi üzerinden , kendi hükümdarlığını kabul edip ona isyan etmeyenlere "işinden kolay olanı buyuracağını" söylemektedir.

[002.062]Şüphesiz iman edenler; yahudilerden, hıristiyanlardan ve sâbiîlerden de Allah'a ve ahiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.
[005.069] Doğrusu; iman edenler, yahudi olanlar, sabiiler ve hristiyanlardan Allah'a ve ahiret gününe inananlara, salih amel işleyenlere; hiç korku yoktur. Ve onlar, üzülecek de değildir.
[020.082]  Muhakkak ki ben; tevbe edeni, inanarak salih amel işleyeni sonra da doğru yola gireni elbette bağışlayanım.
[025.070]  Ancak tövbe eden ve imân eden ve sâlih amel ile amelde bulunan müstesna. Artık Allah onların günahlarını sevaplara tebdîl eder ve Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyici bulunmaktadır.
[092.006-11] Ve en güzel olanı tasdik etti ise.  ona en kolay olan için kolaylık veririz.Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar, en güzeli de yalanlarsa, biz de onu en zora hazırlarız. Düştüğü zaman da malı kendisine hiç fayda vermez.
[087.008] Seni en kolay yola muvaffak kılacağız.

Hükümdarların hükümdarı olan Allah cc kendisine iman edip salih amelede bulunanlara vereceği karşılığı yukarda örneklerini verdiğimiz bir çok ayettte haber vermektedir.

Summe etbea sebebâ(sebeben).
[018.089] sonra yine kendisi ile amaca ulaşacağı şeye tabi oldu.

Hattâ izâ belega matlıaş şemsi vecedehâ tatluu alâ kavmin lem nec’al lehum min dûnihâ sitrâ(sitren).
[018.090]  Sonunda güneşin doğduğu yere kadar ulaştı ve onu (güneşi), kendileri için ona karşı bir siper kılmadığımız bir kavim üzerine doğmakta iken buldu.

Yola devam eden Zülkarneyn'i ,86. ayette güneşin battığı yer olarak tavsif edilen yerin aksine bu sefer güneşin doğduğu yer olarak tavsif edilen bir yerde buluyoruz, doğu ve batı kelimeleri ile anlatılmak istenen şey Zülkarneyn'in hükümranlık alanının genişliğini ifade etmek için kullanılmış olduğu düşünülebilir. Allah cc kendisi hükümranlığını anlatmak için bu gibi ifadeleri kullandığını görmekteyiz " doğunun ve batının" veya " iki doğunun ve batının" veya "doğuların ve batıların" rabbidir şeklindeki ayetler onun mülkünün genişliğini ifade etmek için kullanılanmaktadır. Zülkarneyn bu sefer vardığı yerin coğrafi konum olarak ağaç ve dağlardan yoksun dümdüz bir yer olduğu anlaşılmaktadır.

Kezâlik(kezâlike), ve kad ehatnâ bimâ ledeyhi hubrâ(hubren).
[018.091]  İşte böylece. Ve şüphe yok ki, onun yanında neler olduğunu Biz  ihata etmişizdir.
Allah cc nin Zülkarneyn'in yanında olanı ihata etmesi demek onun bütün kullarının yaptığından haberdar olması olarak anlayabiliriz. Zülkarneyn'in hükümdar olması demek onun üzerinde bir merciin olmaması demek olduğu, kişi her ne kadar mülk ve güç sahibi olsa dahi onun yaptıklarını gören ve bilen birisinin olduğu ve bu yaptıklarının hesabını verecek bir ilah olduğu hatırlatılmaktadır. Yönetim ve güç elinde olanlara yaptıklarını her an için gören birisinin olduğu haber verilerek şımarmamaları ve müstekbirleşmemeleri mesajı verilmektedir.Allah cc nin kullarını ihata etmesi ile ilgili bir kaç ayet örneği vererek onun kullarının yaptığından haberdar olduğu ile ilgili ayetleri hatırlayalım. 

 [065.012]  Yedi göğü ve yerden de bir o kadarını yaratan Allah'tır, Allah'ın herşeye Kadir olduğunu ve Allah'ın ilminin herşeyi ihata ettiğini bilmeniz için Allah'ın buyruğu bunlar arasında iner durur.
[003.120]  Eğer size bir iyilik dokunacak olsa bu onları üzer. Eğer başınıza bir kötülük gelse bu yüzden sevinirler. Eğer sabreder ve Allah'tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zarar veremez. Hiç şüphesiz Allah'ın bilgisi onların yaptıklarını kuşatmıştır.
[041.054]  İyi bil ki onlar, Rabb'ine kavuşmaktan kuşku içindedirler. İyi bil ki O, herşeyi kuşatmıştır.

Allah cc nin Zülkarneyn'in yanında olanı haber bakımından kuşatmasını onun bir çok ayette geçen "habir" ismi ile bağını kurup aynı kelimenin kehf suresi içinde geçen Musa ve salih kul kıssası 68. ayet içinde geçmesi ile bir paralellik arz ettiğini düşünmekteyiz şöyle ki; Musa karşılaştığı kişiye yanındaki bilgiden öğrenmek için ona tabi olmak istediğini söylediği zaman o kişi ona , "Ve keyfe tesbiru alâ mâ lem tuhıt bihî hubrâ(hubren). " («Özünü kavramaya kuşatıcı olamadığın şeye nasıl sabredebilirsin?») şeklinde bir karşılık verdiğini görmekteyiz. Bu iki ayeti birbiri ile bağlayıp düşünecek olursak , haber bakımında ihata edebilmek insanı aşan bir olaydır ve bu şekil bir kapsama sadece Allah cc ye ait bir durumdur.

Summe etbea sebebâ(sebeben).
[018.092] sonra yine kendisi ile amaca ulaşacağı şeye tabi oldu.

Hattâ izâ belega beynes seddeyni vecede min dûnihimâ kavmen lâ yekâdûne yefkahûne kavlâ(kavlen).
[018.093] Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu.
Zülkarneyn'in kıssada anlatılan üçüncü durağı coğrafi konum itibarı ile "iki dağ arası" olarak anlatılan bir yerdir. Burada rastladığı kavim için kullanılan ifade " la yekadune fefkahune kavlen" şeklinde olup, tercümelere "neredeyse hiç söz anlamayan bir kavim olarak" şeklinde geçmiştir. Bu kavm'in özelliği olarak, dilinin yabancı olması gibi bir yorum yapılmış olmasına rağmen bu cümleyi " daha önce herhangi bir tebliğ ulaşıp kavl'e yani Allah cc nin vahyine muhatap olmayan bir topluluk" şeklinde yorumlayabiliriz Allahu alem. 

Zülkarneyn'in kıssada anlatılan yerler itibari ile, 1- bataklık 2- çöl 3- dağlık bir bölgeye gittiğini görmekteyiz, bu yerlerin farklı coğrafi bölgeler olması Zülkarneyn'in imkanlarının genişliği ve hareket alanının genişliği açısından verilen bir bilgi olarak görülebilir. Mülk ve saltanatın çok geniş bir alana yayılmış olan Zülkarneyn bu imkanı hayır yolunda insanlara harcadığını son uğradığı kavme yaptığı sedden anlamaktayız. 

Nisa s. 78. ayetinde bu cümlenin mesani si  bulunmakta olup oradaki kullanım ile aradaki bağlantıyı kurmak mümkündür.

Eyne mâ tekûnû yudrikkumul mevtu ve lev kuntum fî burûcin muşeyyedeh(muşeyyedetin). Ve in tusıbhum hasenetun yekûlû hâzihî min indillâh(indillâhi), ve in tusıbhum seyyietun yekûlû hâzihî min indike. Kul kullun min indillâh(indillâhi). Fe mâli hâulâil kavmi lâ yekâdûne yefkahûne hadîsâ(hadîsen).
004.078  Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: «Bu Allah'tandır» derler, bir kötülüğe uğrarlarsa «Bu, senin tarafındandır» derler. De ki: «Hepsi Allah'tandır». Bu kavme ne oluyor ki, sözü anlamaya yanaşmıyorlar?
Ayetin " Bu kavme ne oluyor ki, sözü anlamaya yanaşmıyorlar?" şeklindeki cümlenin muhatapları kendilerine "hadis" yani "ahsenel hadis" olarak diğer ayetlerde karşılığını gördüğümüz vahiy ulaştığı halde vahyi kabule yanaşmayanlardır.Zülkarneyn'in muhatap olduğu sözü anlamayan kavim ise ,daha kendilerine söz yani vahiy ulaşmamış kimseler olması şeklinde bir yaklaşım bizce daha makul görülmektedir.

Kâlû yâ zel karneyni inne ye’cûce ve me’cûce mufsidûne fîl ardı fe hel nec’alu leke harcen alâ en tec’ale beynenâ ve beynehum seddâ(sedden).
[018.094]  Dediler ki: «Ey Zülkarneyn! Şüphe yok ki, Yecüc ile Mecüc, yerde fesat çıkarıp duran kimselerdir. Bizimle onların arasına bir sed yapmaklığın için sana bir bedel versek olur mu?»

Kâle mâ mekkennî fîhi rabbî hayrun fe eînûnî bi kuvvetin ec’al beynekum ve beynehum redmâ(redmen).
[018.095] Dedi ki: «Rabbimin bana verdiği imkân, sizin vereceğinizden daha hayırlıdır. Siz bana beden gücüyle yardımcı olun da sizinle onlar arasında sağlam bir sed yapayım.»

Zülkarneyn'in geldiği bu yerde bulduğu kavm'in, ondan ye'cüc ve me'cüc 'ün fesadına karşı aralarına bir engel yapmasını istediklerini  görüyoruz. Ye'cüc ve me'cüc ismini kıyamet alametleri ile ilgili rivayetlerde sıkça duymakta olup onların kıyamete yakın çıkacak ve yeryüzünü fesada boğacak olan iki kavim olarak kitaplarda yerini aldığını görmekteyiz. Bunlar hakkında bilgi  birde enbiya suresinde verilmekte olup yaptıkları icraat itibarı ile değerlendirecek olursak yeryüzünün herhangi bir zaman ve mekan biriminde olan fesadçılara verilen bir isim olarak anlamak mümkündür. Bunların kimler olduğundan ziyade yaptıkları işler açısından baktığımızda fesadın kıyamete kadar sürecek olan bir durum olduğu göz önüne alınacak olursa dün , bugün ve yarın yeryüzünün fesada boğan insanlara zulmeden her kişi , kurum, ideoloji vs nin bu isim altında değerlendirilmesi mümkündür.  

Kur'anın elçilerin vazifeleri ile ilgili ayetlere baktığımızda elçilerin hiçbir ücret istemeden muhatapların küfür ile aralarına bir sed çekme şeklinde bir çaba içinde olduklarını görürüz. O kavm in Zülkarneyn den isteği de fesadçı kavim ile aralarına bir sed çekmesi olduğu görülmektedir. Kavim ona yapacağı bu iş için bir ücret teklif eder, ancak o bu işi ücret karşılığı değil diğer elçiler gibi Allah rızası için yapacağını söyler. 

Zülkarneyn'in sed yapmak için koyduğu şart kavm'in ona kuvvet ile yardım etmesidir, buradan anlaşılıyorki yeryüzünde fesada sed çekmek için tek bir kişinin gücü yeterli olmayıp birlik ve beraberlik halinde tek vucüd karşı koymaktır. 

 Atûnî zuberel hadîd(hadîdi), hattâ izâ sâvâ beynes sadafeyni kâlenfuhû, hattâ izâ cealehu nâren kâle âtûnî ufrig aleyhi kıtrâ(kıtren).
[018.096]  «Bana demir kütleleri getirin,» iki dağın arası eşit düzeye gelince, «Körükleyin» dedi. Onu ateş haline getirinceye kadar (bu işi yaptı, sonra:) dedi ki: «Bana getirin, üzerine eritilmiş bakır dökeyim.»

Ayette yönetici, insan kuvveti , demir ve bakır olarak 4 unsur gözümüze çarpmaktadır. Zülkarneyn yönetiminde ona yardım eden insanlar demir ve bakır ile ye'cüc ve me'cüc fesadını önlemek için sed yapmaktadırlar. Bu şekil bir yapım evrensel bir örneklik teşkil etmektedir, yeryüzünü fesada boğanlara karşı adil ve güçlü bir hükümdar yönetiminde ona yardım eden insanlar güç sembolu olan metal'den yapılmış araçlarla onlara karşı koymalıdırlar'ki fesatçılar fırsat bulmasın yeryüzünde hak hakim olsun, ama gelgelelim maalesef durum bunun tersi olmakta yeryüzünde fesad istemeyenler içlerinden güçlü bir yönetici çıkarmakta aciz kalınca birleşmeleri mümkün olmamakta ve fesadçıların zulmü altında inlemektedirler. 

Halbuki Allah cc demir ve bakır'ı yani güç sembolu olan metali yeryüzünde mülk verdiği iki kuluna davud ve süleyman'ın emrine verdiğini  beyan etmesine rağmen zaman içinde bu güç mü'minlerin basiretsizliği sayesinde zalimlerin elinde bir güç olmuştur. 

 [034.012]  Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam da bir aylık mesafeden gelen rüzgarı Süleyman'ın buyruğu altına verdik. Onun için su gibi erimiş bakır akıttık. Rabbinin izniyle, yanında iş gören cinleri onun buyruğu altına verdik ki, bunlar içinde buyruğumuzdan çıkan olursa ona alevli ateşin azabını tattırırdık.
[034.010]  Andolsun, Davud'a tarafımızdan bir üstünlük verdik. «Ey dağlar ve kuşlar! Onunla beraber tesbih edin» dedik. Ona demiri yumuşattık.
[021.080]  Ve sizin için ona, zorlu-savaşınızda sizi korusun diye, '(madeni) giyim-sanatını' öğrettik. Buna rağmen siz şükredenler misiniz? 


Davud ve Süleyman as a böyle bir üstünlük verilmesi bunların daha önce bilinmeyip ilk defa onlar tarafından yapılmış icadlar olmayıp bu madenleri kullanarak hakimiyet sağladıklarının anlaşılması gerekir . Allah cc sünneti gereği çalışmayıp yatan kimseye gökten demir indirmediği gibi bunları kullanmasını bilen kim olursa olsun müslüman olmasalar dahi, bugün dünya yüzünde çok acı örneklerini gördüğümüz üzere gücü onların emrine müsahhar kılacaktır. 

  [057.025] Andolsun biz peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve mizanı indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah'ın, dinine ve peygamberlerine gayba inanarak yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.

Hadid s. 25. çok açık bir biçimde yeryüzünde adaletin tesisi için kitap-mizan-demir üçlüsünün birlikte hareket etmesi şeklinde bir sünnet koyduğunu ancak kitap ve mizan'dan beri olarak kullanılan demir'in fesadçıların elinde nasıl bir güce dönüştüğüne şahid olmaktayız.
 

Zülkarneyn kıssası bu üç unsurun yani kitab-mizan ve demir'in adaletli ve hakkı gözeten insanlar elinde nasıl bir netice doğuracağını anlatan bir kıssa olup, bu şekil bir güçle yapılan seddin yani fesada engel olmanın ne zaman kadar dayanacağı 97 ve 98. ayette anlatılmaktadır.

Femestâû en yazherûhu ve mestetâû lehu nakbâ(nakben).
[018.097]  Artık ne onun üstüne çıkmaya kâdir oldular ve ne de onun için delik açmaya güçleri yetti.

Kâle hâzâ rahmetun min rabbî, fe izâ câe va’du rabbî cealehu dekkâ’(dekkâe), ve kâne va’du rabbî hakkâ(hakkan).
[018.098] Dedi ki: «Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi geldiği vakit ise onu dümdüz etmiş olacaktır. Ve Rabbimin vaadi bir hak olmuştur.»


Adil bir yöneticinin emrinde olan insanların güç sembolu olan metali kullanarak fesadçılara karşı yaptıkları sed Allah cc nin sünneti gereği kıyamete kadar ayakta kalacaktır. Tefsirlere baktığımız zaman , "kıssa içinde dönüp dolaşmak" dediğimiz metod yine bu kıssada iş başında görülmekte ve bu seddin nerede olduğu konusunda yorumlar üretilmektedir. Seddin nerede olduğu önemli olmayıp sed yapımı ile verilmek istenen mesajın ne olduğu konusunda fikir yürütülmesi gerekirken maalesef mesaj ıskalanmış ve gereksiz bilgiler tefsirleri doldurmuştur. 

98. ayette "bu rabbimin rahmetidir" şeklindeki ifade Zülkarneyn'in bu işi rabbinin adı ile yaptığı ve işinde onu unutmadığı görülmekte , başarıyı kendine mal etmemektedir. Vaad edilen güne kadar zalimlere karşı gerekleri yerine getirilerek yapılan sedleri hiçbir zalim kavmin aşmaya gücünün yetmeyceği rabbimizin bize vaadidir , VAADİNE SADIK OLAN ONDAN BAŞKA KİMDİR?.

Ve teraknâ ba’dahum yevmeizin yemûcu fî ba’dın ve nufiha fis sûri fe cema’nâhum cem’â(cem’an).
[018.099] Biz o gün onları bırakırız, dalgalar halinde birbirlerine girerler. Sura üflenince hepsini bir araya toplarız.

Fesadçıların bu fesadlarını kıyamete kadar devam ettireceklerini bildiren 99. ayet ve sonrası fesadçıların yaptıklarının hesaplarını vermeleri ile ilgili ayetler ile devam etmekte ancak yazının hacmini büyültmemek için kıssa ile ilgili ayetleri burada bitirmek istiyoruz. 


Sonuç olarak; Zülkarneyn kıssası diğer kur'an kıssaları gibi mesajı ne olduğu sorusu sorularak okunmuş bir kıssa olmayıp yaşandığı zaman ve mekana hapsedilmiş kıssalardan olarak tefsir kitaplarında yerini almıştır. Kur'an kıssalarının mesaj içerikli olarak okunduğu zaman bu kıssa bir çok mesaj taşımakta olup yazıyı yazanın anlamaktan aciz kaldığı mesajlarında olabileceği hatırdan çıkarılmamalıdır, yazıyı yazan kişi anladıklarını yazmakta olup anlayış eksikliği her zaman mümkündür. Zülkarneyn kıssası bizlere, yeryüzünde mülk ve hükümranlık verilen bir kişinin bu gücü nasıl kullanması gerektiği mesajını veren bir kıssa olup , ye'cüc ve me'cüc ismi ile ifade edilen evrensel müstekbirlerin nasıl alt edileceğini yaşanmış örneklik olarak bizlere göstermektedir. Böyle bir insanın yönetiminde güç ve kuvvet sembolu olan metali kullanarak fesadı önlemeye çalışanlar Allah cc nin vaadi olarak kıyamete kadar başarılı olacaklardır.   

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR. 

17 Mayıs 2014 Cumartesi

Hadisleri Eleştiri Ahlakımız Üzerine Bir Öz Eleştiri

Bu yazımızın konusu, kendisini "Kur'an Müslümanı " olarak vasıflandıran insanların kur'an dışı müktesebatı eleştiri konusundaki eksiklikleri bir öz eleştiri mahiyetinde örnek eşliğinde sunmaya çalışmak olacaktır. "Kur'an Müslümanı" şeklindeki bir terkibi her ne kadar benimsemesem dahi bu şekilde bir terkiple kendisini vasıflandıranlar olduğu için kullanmakta olduğumu hatırlatarak neden benimsemediğimizi kısaca izah etmek isteriz. 

Allah cc bizlere Fussilet s. 33. ayetinde layık gördüğü isim olan "Ben Müslimindenim" diyenlerin en güzel sözü söylediklerini hatırlayarak, Müslüman isminin ne önüne ne arkasına herhangi bir isim takmamızın gereği olmadığını, Müslümanım demenin Rabbinin kitabını en doğru şekilde anlayıp hayatına aktarmak demek olduğunu her kişinin bilmesi gerekmektedir, başkalarının "Bilmemne Müslümanı" olarak kendilerini vasıflandırmaları, onlara karşı bizlerin ismimizin önüne Kur'an koymamızı gerektirmez, "Ben Müslümanım" diyen birinin Kur'anı başucu kitabı yapması boynunun borcu olup , yapmayanlar hesabını verecektir. 

Gelelim yazımızın konusu olan eleştiri ahlakı üzerindeki öz eleştirimize; geleneksel İslam algısında hadislerin kur'anın önüne geçirilerek kur'anın arkaya atıldığı bir gerçektir. Bu konuyu fark eden Müslümanlar hadisler konusunda geleneğin düşüncesinden farklı olarak bunların yerinin kur'anın önünde asla olmayacağını haklı olarak dile getirmektedirler. Ancak ifrat ve tefrit her konuda başımız ağrıttığı gibi hadisler konusunda da başımızı ağrıtmakta olup geleneğin yanlış algısına karşı olarak "hepsini atalım" sloganları yükselmektedir.

Yazımızın konusu hadis ve sünnet merkezli olmadığı için kendisini kur'an müslüman olarak vasıflayanların bu konudaki eleştirilerinin ilmi temellerden yoksun olarak yapılması doğru düşünceyi savunmak adına yanlış örnekler vermeye sebeb olduğuna şahid olmaktayız. Eleştiri ahlakının temelinde, eleştirdiğimiz şeyin esas kaynağına inerek doğru bir metin üzerinden yapılması gerekli olup yapılmış olan tercümelerin doğru olup olmadığı önce kontrol edilmeli sonra eleştiriye tabi tutulmalıdır. 

İlmi derinlikten uzak olarak yanlı bir bakış ile eleştirilen, veya bir başkasının verdiği kaynak ile yetinerek yapılan bir eleştiri çalışması aşağıda vereceğimiz hadis eleştirisi örneğinde görüleceği üzere haksız ve yanlış bir eleştiri olacaktır. Öncelikle şunuda hatırlatmak yerinde olacaktır yazı konusu hadis müdafaası olmayıp , hadisleri eleştirme ahlakı üzerindedir. 

“Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir.”
Müslim-İman 302; Buhari 97/24, 10/29; Hanbel 3/1


Bu rivayet bir çok sitede uydurulmuş bir rivayet olarak bu şekilde karşımıza çıkmaktadır , ancak bu hadisin buharideki arapça metnine baktığımızda "peygamberlere kimliğini kanıtlamak" şeklinde tercüme edilmeye müsait bir ibare yoktur. Bu hadisin buharideki yeri kitabuttefsir' de olup, kalem s. tefsiri bölümü 2. babı olan "yevme yukşefu an saqin" başlığı ile kalem s. 42. ayetinin tefsiri ile ilgili bir ayet ile ilgili 4919 no lu hadis olup arapça metni şöyledir.  


٤٩١٩- حَدَّثَنَا آدَمُ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ خَالِدِ بْنِ يَزِيدَ عَنْ سَعِيدِ بْنِ أَبِي هِلَالٍ عَنْ زَيْدِ بْنِ أَسْلَمَ عَنْ عَطَاءِ بْنِ يَسَارٍ عَنْ أَبِي سَعِيدٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ
سَمِعْتُ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ يَكْشِفُ رَبُّنَا عَنْ سَاقِهِ فَيَسْجُدُ لَهُ كُلُّ مُؤْمِنٍ وَمُؤْمِنَةٍ فَيَبْقَى كُلُّ مَنْ كَانَ يَسْجُدُ فِي الدُّنْيَا رِيَاءً وَسُمْعَةً فَيَذْهَبُ لِيَسْجُدَ فَيَعُودُ ظَهْرُهُ طَبَقًا وَاحِدًا
.
  Hadisin tercümesi şöyledir.



"(Kıyamet günü) Rabbimiz inciğini açar. Her mümin erkek ve kadın O’na secde eder. Yalnız dünyâda insanlara gösteriş olsun ve halka işittir­mek için secde eden Allah Azze ve Celle’ye secde edemez. Bu kimse secde etmek için gider. Ancak onun sırtı tek bir tabakaya döner."

Arapça metni ve tercümesi bu şekilde rivayetin kalem suresi 42. ayeti ile ilgili bir tefsiri olarak buharide yer aldığını hatırlatarak, hadisin metninde bulunan "yukşefu rabbüna an saqıhi" kelimesi "rabbimiz inciğini açar" şeklinde tercüme edilmiş olup bazı sitelerde gördüğümüz şekli olan  “Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir şeklindeki tercüme ile alakası yoktur, öncelikle ifade edelimki bu şekil bir tercüme üzerinden bir hadisi eleştirmek ilmi ahlaka uygun değildir.


 Şimdi hadisin tefsiri olan kalem suresi 42. ayetine bakalım. 

Yevme yukşefu an sâkın ve yud’avne iles sucûdi fe lâ yestetîûn(yestetîûne).
O gün incikten açılır ve secdeye davet edilirler; fakat güç getiremezler.

Hadis ile ayetteki ortak lafıza baktığımız zaman "yukşefu an saqin" cümlesidir, bu cümlenin meallerine baktığımız zaman "O gün, işler güçleşir" - "gerçek bütün çıplaklığıyla ortaya konulup iş büyümeye başladığı" gibi mealleri görmekteyiz . "Yukşefu an saqin" ibaresi işlerin kızışması ayağın ayağa dolanması gibi kişinin başının dara düştüğü bir anı anlatmak için kullanılan bir deyim olup kalem suresindede bu deyim üzerinden bir anlatım yapılmaktadır. Hadisteki " rabbimiz inciği açar" demek haşa ona baldır gibi bir cisimleştirme isnad etmek anlamına gelmeyip bu şekil bir anlayış doğru değildir.

Hadiste de Allah cc nin baldırını açması gibi bir ifade  olmayıp "gerçeklerin ortaya çıkması" veya" işlerin güçleşmesi" gibi tercüme edilmeye müsait bir ibare mevcut olup kalem s. 42. ayeti ile bir uygunluk arzetmektedir. Hadis adı altında gelen sözlerin doğruluğunun kur'an ile sağlamasını yaptığımız zaman kur'an müslümanı olma iddiasında olanların kur'andan en fazla haberdar olma gereği olarak bu hadisin sahih olabileceği ihtimalini arkaya atmamaları gerekirken, yalan yanlış  tercümeleri baz alarak uydurma hadis olarak bu rivayeti bayraklaştırmaları yanlışın ötesinde ilmi ahlakla bağdaştıramadığımız bir durumdur. 

Bir hadisin kur'anla uyuşup uyuşmadığını tahlil edebilmek kur'an geneline hakimiyet isteyen bir  konudur. kalem s. 42. ayeti arapların o günkü kullandığı bir deyim üzerinden onların kıyamet günü düşeceği hali tasvir etmekte olup buharide mevcut olan rivayette o durumu tasvir eden sözlerle ifade edilen bir rivayettir. 

Sonuç olarak; Kur'anı öncelleyen Müslüman olma iddiasında olarak yapacağımız bir eleştirinin ilmi temelden yoksun olarak yapıldığının bir örneğini verdiğimiz Buhari deki Kalem s. 42. ayeti tefsiri ile ilgili bir rivayet kesinlikle uydurmadır şeklinde bir damga yemeye müsait olmayan, aksine sahih olma ihtimali yüksek olan ve ilgili ayetle uyuşan bir rivayettir. Bir metni eleştirirken o metnin kaynağına inerek yapılması gerekirken , sağdan soldan duyumlarla ilmi temelden yoksun bir eleştiri bizleri maalesef gülünç bir duruma düşürebileceğini unutmadan önce kur'ana hakim olup sonra kur'an ile uyuşmadığını düşündüğümüz rivayetleri nasıl uyuşmadığını gerekçesi ile ifade etmemiz ilmi ahlakın bir gereğidir. Körü körüne yapılan hadis düşmanlığı kimseye fayda getirmeyeceği gibi hadisleri kur'anın önüne geçirme durumunda olanların  yanlışlarını bu şekil yanlış metotlarla onlara anlatmamız güçleşecektir. Doğru olduğunu düşündüğümüz yol büsbütün silip atmak değil , eldeki mevcut olan birikimi kur'an ile sağlamasını yapmak olmalıdır.

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR. 

16 Mayıs 2014 Cuma

Bahçe Sahibi Kıssası (Kehf s. Örneği)

Kur'an kıssa yollu anlatım ile mesajını muhataplarının anlamasını kolaylaştırmayı hedeflemektedir. Kıssalar aynı zamanda vahyin evrensel mesajının kabulu ve reddi noktasında yaşanmışlıkların bir örneği olarak sonrakilere bir mesaj vermektedir. Bahçe sahipleri adı altında kehf ve kalem surelerinde anlatılan iki kıssanın ortak özellikleri mülk sahibi olanların bu mülkleri kendilerine bahşeden rablerini unutup hevaları doğrultusunda bu bahçelerin nimetlerini kullanmak noktasında olup bahçelerinin akıbetleri ile dünyada ahireti düşünmeden çalışıp çabalayanların sonlarının nasıl olacağının canlı bir göstergesidir.  

Bahçe sahipleri kıssası, tarihin belli bir zamanı veya mekanı içinde yaşanmış bir kıssadan daha ziyade, her an yaşanan bir kıssa olması itibari ile dikkat çekicidir. İlk insandan kıyamete kadar varlık sahiplerinin ,bu varlıklarını infak etme konusundaki cimrilikleri veya onları bu serveti vereni inkar etmeleri sürmekte ve sürecek olup bu kıssa her an yaşanmaktadır. Yazımızın konusu kehf suresinde anlatılan bu kıssanın ayetleri ile ilgili olacağı için kalem suresindeki  bahçe sahiplerini başka bir yazımızda konu etmeye çalışacağız.  

[018.032]  Onlara iki adamı misal olarak göster: Birine iki üzüm cenneti verip, etrafını hurmalıklarla çevirmiş ve aralarında ekinler bitirmiştik.
[018.033]  Her iki bahçe de ürünlerini vermişlerdi, hiçbir şeyi de eksik bırakmamışlardı. İkisinin arasından bir de ırmak akıtmıştık.
[018.034] Başka geliri de vardı; bu yüzden bu adam arkadaşıyla konuşurken: «Ben senden malca daha zengin, taraftarca daha güçlüyüm.» dedi.

Kıssa iki adam'ın misali ile başlamakta olup birisinin, nuzül dönemi muhatabının hayal edebileceği  en donanımlı bir bahçeye sahip kılındığı anlatılmaktadır. Bu kişi sahip olduğu ile övünüp karşısındaki kişiyi aşağılamaktadır. Bu insan tipi her devirde mevcut olup bu mal ile kendisini kaf dağında belleyip kendinden aşağıdakileri hor ve hakir görmektedirler (karun örneği). Mekkede nazil olan surelere baktığımızda mal ve evlat sahibi olanların bu servetlerini yanlış yolda kullanmaları çokça konu edilmektedir. Servet sahibi olan muhatapların bu servetlerini yanlış yolda kullanmaları kendilerinden önce servet sahiplerinin başlarına gelenler hatırlatılarak bir nevi ayaklarını denk almaları tembihlenmektedir.  

Kıssada anahtar kelime olarak okuyacağımız kelime "cennet" tir. Adem kıssasını hatırlayacak olursak , Allah cc Adem'i yarattıktan sonra onuda cennete yerleştirmiş ve ona bir takım nehiyler getirmiştir. Adem bu nehyi çiğnediği için cennet'ten çıkarılmış olup cennet motifi üzerinden aynı şekil bir anlatım buradada karşımıza çıkmaktadır. Allah bir adama servet vererek Adem gibi cennete yerleştirmekte fakat o cennetin daim olması için ona bir takım yükümlülükler getirmektedir , fakat bir çok insan bu cennetin kıymetini bilmemekte ve Adem gibi cennetten çıkarılmaktadır.

[018.035]  Daha sonra Cennet'ine girdi ve kendisine zulmederek: «Bunun hiç yok olacağını sanmam.» dedi.
[018.036]  kıyametin kopacağını da zannetmem. Bununla beraber şayet Rabbime döndürülürsem, mutlaka bundan daha hayırlı bir sonuç bulurum.» dedi.

Mal ve evlat sahibi olan kişi bu servet ve gücüne güvenerek bahçesine girer ve bu kişi müşrik ve ahireti inkar etmektedir. Ahireti inkar etme özelliği mekkeli muhataplarında bir özelliği olup kıssada anlatılan kişi ile aynı  özellikleri taşımaktadırlar. Bu özellikler, yani mal ve evlat ile övünüp ahiret yokmuş gibi yaşamak evrensel müstekbirlerdede mevcuttur.

[018.037] Arkadaşı ona, onunla muhâverede bulunarak dedi ki: «Seni topraktan, sonra bir nutfeden yaratan, sonra da seni bir erkek olarak tesviye edeni inkar eder mi oldun?»
[018.038]  «Fakat O Allah benim Rabbimdir ve ben Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmam.»
[018.039]  Cennetine girdiğin zaman her ne kadar mal ve nüfuz bakımından beni kendinden daha az buluyorsan da; maşaallah, Allah'tan başka kuvvet yoktur, demen lazım değil miydi?
[018.040]  «Belki Rabbim senin cennetinden  daha hayırlısını bana verir, (seninkinin) üstüne de gökten 'yakıp-yıkan bir afet' gönderir de kaygan bir toprak kesiliverir.»
[018.041]  Yahûd suyu çekiliverir de bir daha onu aramakla bulunamazsın

Kıssa aslında sadece bahçe sahibi kıssası değildir, "iki adamı misal ver" denilerek başlayan kıssada diğer adamın rolü tebliğci bir mü'min olarak yukardaki ayetlerde görülmektedir. İnsanlık tarihi boyunca , Allah cc nin gönderdiği tüm elçiler ve o elçilere iman eden mü'minler rablerine karşı gelenlere bu karşı gelmenin akıbetini anlatmışlar ve anlatmaya devam edeceklerdir. Dikkatimizi çeken bir tarafın şu olması gerektiğini düşünmekteyiz ; kıssadaki iki arkadaşın biri mü'min diğeri ise müşriktir, bu iki arkadaştan mü'min olanı diğeri ile olan hukukunu tamamen kesmemiş , müşrik arkadaşına gerekli olan tebliği yapmaktadır, olayın bu tarafı bile bizler açısından bir örneklik teşkil etmesi gerekmektedir,bizler mü'min olma vasfının gereği olarak hakkı ve sabrı her kişiye her ortamda doğru bir dil ile tebliğ etmeliyizki karşımızdakinin akletmesini sağlayabilelim eğer o kişiye yanlış bir uslup ile yaklaşıp tekfirci bir mantık ile onun uzaklaşmasını sağlayacak olursak bu bizim için bir vebal olacaktır.  

 [018.042]  Ve meyvesini (servetini) helâk kapladı. Artık ona sarfettiği şeylerden dolayı iki avucunu ovuşturmaya başladı. O (bağ) ise çardakları üzerine çökmüş idi ve diyordu ki: «Ne olurdu ben Rabbime bir ferdi şerik koşmamış olsaydım!» 
 [018.043]  Allah'ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu, kendi kendine de yardım edemedi.

Bahçe sahibinin serveti , kendisini inkar ettiği rabbi tarafından helak edilmiş ve bu helak sonucunda bahçe sahibi pişmanlığını dile getirmektedir. Bu olayı mesaj içerikli olarak okuyacak olursak şöyle bir mesaj okuyabiliriz; Allah cc bir çok ayetinde dünya hayatının geçici bir yer olduğu asıl olanın ahiret yurdu olduğunu bizlere hatırlatmaktadır. Dünya hayatını bir tarla olarak düşünecek olursak, kişi ahireti düşünmeden bu tarlayı sadece geçici dünya heveslerini tatmin etmek amacı ile ekip sürer ve bu tarlanın ürünü ahirette bahçe sahibi örneğinde olduğu gibi ürüne ihtiyacı olduğu bir zamanda helak edilme şeklinde karşılığını görür. 43. ayetin mesajı çok çarpıcıdır, kişi Allaha karşı koymak için yine kişiye onun verdiği mal ve evlatları koz olarak kullanmasına rağmen bunlar kişiye hiçbir fayda sağlamamıştır. 

[018.044] İşte burda (bu durumda) velayet (yardımcılık, dostluk) hak olan Allah'a aittir. O, sevap bakımından hayırlı, sonuç bakımından hayırlıdır.
[018.045]  Onlara, dünya hayatı misalinin tıpkı şöyle olduğunu anlat: Gökten indirdiğimiz su ile yeryüzünde yetişen bitkiler birbirine karışır, ama sonunda rüzgarın savuracağı çerçöpe döner. Allah her şeyin üstünde bir kudrete sahip olandır.
[018.046] Mal ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Ama baki kalacak yararlı işler, sevab olarak da, amel olarak da, Rabbinin katında daha hayırlıdır.

Son üç ayet , kıssanın tefsiri olarak anlaşılabilecek ayetlerdir. Kişiye herhangi bir sıkıntı geldiği zaman yardım mercii ona şirk koşulan mal ve evlatlar olmayıp, bir ve yegane rab olan Allah cc nin dir. Dünya hayatında kişilerin sahip oldukları onun süsü olarak anlatılıp esas olanın ahiret yurdu olduğu yine bir çok ayette hatırlatılmaktadır.

Sonuç olarak; kur'anın kıssa yollu anlatım metodu içinde anlatılan servet ve evlat sahiplerinin bu servetlerinin kendilerini Allah cc den emin kılmadığı her zaman her yerde gücün onun elinde olduğu bizlere hatırlatılmaktadır. Kulların kendilerine verilen bu serveti doğru olarak kullanmaları gerektiği eğer bunun tersi bir icraatta bulunacak olurlarsa , Allaha karşı güvendiklerinin ne hale geleceği canlı bir örnek olarak gösterilmektedir. Kişilere verilen servet ve evlatların kişiyi bunları verene daha çok yaklaştırması gerekirken onu verene karşı efelenmesi onun helakını getireceği çok açık olarak anlatılmakta olup bu durum karun örneğindede gözler önüne serilmektedir.


                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.