Bir Düşünce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bir Düşünce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ocak 2023 Cuma

Nisa s.127. Ayetinde Geçen وَتَرْغَبُونَ Kelimesinin Farklı Çevirileri Üzerinde Bir Düşünce Çalışması

Kur'an mealini birkaç farklı çeviriden karşılaştırmalı olarak okuyan dikkatli bir okuyucu, Nisa s. 127. ayetinin mealini okuduğunda, karşısına farklı şekilde yapılmış iki farklı meal çıkınca bu meallerden hangisinin daha isabetli olduğu yönünde bir soru soracak, bu sorunun cevabını aramaya çalışacaktır. Yazımızın konusu, bu farklı meallerden hangisinin daha isabetli olduğu yönünde olacaktır. 

Ayetin Arapça metni ve farklı çevirileri şu şekildedir:

وَيَسْتَفْتُونَكَ فِي النِّسَٓاءِۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ ف۪يهِنَّۙ وَمَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ ف۪ي يَتَامَى النِّسَٓاءِ الّٰت۪ي لَا تُؤْتُونَهُنَّ مَا كُتِبَ لَهُنَّ وَتَرْغَبُونَ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الْوِلْدَانِۙ وَاَنْ تَقُومُوا لِلْيَتَامٰى بِالْقِسْطِۜ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِه۪ عَل۪يمًا

-----Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki, onlara ait hükmü size Allah açıklıyor: Kitap'ta, kendileri için yazılmışı (mirası) vermeyip nıkahlamak istediğiniz yetim kadınlar, çaresiz çocuklar ve yetimlere karşı âdil davranmanız hakkında size okunan âyetler (Allah'ın hükmünü apaçık ortaya koymaktadır). Hayırdan ne yaparsanız şüphesiz Allah onu bilmektedir.







----Kadınlar hakkında senden fetva isterler. De ki: Onlar hakkındaki fetvayı size Allah veriyor: Yazılmış hakları olan mirası kendilerine vermediğiniz ve nikahlamayı istemediğiniz öksüz kızlar ve zavallı çocuklara ve bir de yetimlere adaletle davranmanız hakkında Kitap'ta size okunan âyetler vardır. Sizin her yaptığınız iyiliği, muhakkak Allah bilir.

Meallerden görüldüğü üzere, nikahlamak istediğiniz ve nikahlamak istemediğiniz şeklinde iki farklı anlam verilmesinin sebebi, ayet içinde geçen وَتَرْغَبُونَ kelimesinden kaynaklanmaktadır. 

Kelimenin kökü olan ر غ ب, lügatta: Bir şeye karşı rağbet etmek, hırs göstermek,onu şiddetli bir şekilde arzuyla istemek anlamına gelmektedir ( El Müfredat). Fakat bu kelime عَنْ  edatı ile birlikte kullanıldığında, olumsuz bir anlam kazanarak kişinin rağbetini, hırsını, arzusunu başka bir tarafa çevirmesi anlamına gelmektedir. Bu kullanım örneklerini Kur'an da görmekteyiz.

BAKARA S. 130--- Kendini bilmezlerden başka kim İbrahim'in dininden yüz çevirir(وَمَنْ يَرْغَبُ عَنْ) . Hiç kuşkusuz biz, O'nu dünyada seçkin kıldık ve elbette ahirette de iyilerden olacaktır.

MERYEM S. 46---(Babası) dedi ki: "Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun, (اَرَاغِبٌ اَنْتَ عَنْ اٰلِهَت۪ي) ey İbrahim? Eğer (bu tutumuna) son vermezsen andolsun seni taşlarım. Uzun bir süre benden ayrıl."

Dikkat edilirse her iki ayette de olumsuz olarak gelen anlam عَنْ edatının kullanılması ile ortaya çıkmıştır.  Bu noktada, " Neden böyle bir olmadığı halde bu ayete bazı meal yapıcıları böyle bir anlam vermişlerdir?" sorusu gündeme gelecektir.

Bizim cevabımız, "Kur'an bütünlüğünün dikkate alınmaması ve geçmiş müfessirlerin bu konuda yaptıkları tercih ve her iki anlamın da verilebileceği yönünde ortaya koydukları tercihlerin dikkate alınması olabilir" yönündedir. 

Keşşaf tefsirinde bu ayet hakkında yapılan yorumu okuduğumuzda söylemek istediğimiz daha net anlaşılacaktır.

īُİijُéِכْĭَÜْنَاَijنُ×َĔْóَÜَو ifadesine “Güzelliklerinden dolayı kendileriyle evlenmek istediğiniz” [rağibe fî] anlamı verilebileceği gibi “çirkinliklerinden dolayı evlenmek istemediğiniz” [rağibe ‘an] anlamı da verilebilir. ifadesine, "Güzelliklerinden dolayı kendileri ile evlenmek istediğiniz" (rağibe fi) anlamı verileceği gibi, "çirkinliklerinden dolayı evlenmek istemediğiniz" (rağibe an) anlamı da verilebilir.


Kur'an'ın en doğru anlaşılma yönteminin, Kur'an bütünlüğünü dikkate almak olduğunu merkeze alarak bu ayeti anlamaya çalıştığımızda, Nisa suresi ilk ayetlerinin özellikle yetim haklarına vurgu yaptığını görebiliriz. Kendilerine miras kalan yetimlerinin özellikle yetim kızların mallarının en doğru şekilde değerlendirilmesi ilgili ayetlerin emridir. Bu nokta bizi aynı surenin 3. ayetine götürecek, 127. ayetin de daha net anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

Nisa s. 3- (Mallarını muhafaza etmek ile sorumlu olduğunuz kız) Yetimlerin haklarını (nikah çağına geldiklerinde onları nikahlayarak) adaletli bir şekilde koruyamamaktan endişe ederseniz, (onların yerine) size helal olan (yetim olmayan hür) kadınları ikişer, üçer, dörder nikahlayın. Eğer (çok eşlilikte de eşler arasında) adaletli davranamayacağınızdan endişe ederseniz (özgür olan) bir eş, veya sağ ellerinizin sahip olduğu (savaş esiri cariye) kadını nikahlayın. Bu (şekilde yapılan bir evlilik), adaletten sapmamanız için daha uygun bir yoldur. 

Bu ayette dikkat edilirse kendisine miras kalmış yetim bir kızın malına evlilik yolu ile çökülmemesi emredilmektedir. 

Bu durumu dikkate alarak 127. ayeti okuduğumuzda aynı durumun bu ayette de karşımıza çıktığını görebiliriz. Ayette yetim bir kızın malına evlilik yolu ile çökülmemesi gerektiği anlamı daha bariz bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Bütün bunları dikkate alarak Nisa s. 127. ayet ile ilgili yapılan iki farklı mealin "Nikahlamayı istediğiniz" şeklinde yapılanın daha  isabetli olduğunu söyleyebiliriz. 

                      EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


22 Kasım 2014 Cumartesi

Mustafa İslamoğlu nun Abese s. İlk Ayetlerine Verdiği Anlam Hakkında Bir Düşünce

Son günlerde bir takım cemaatlerin hedef tahtası haline gelen Sayın Mustafa İslamoğlu hoca ya karşı Abese suresi ilk ayetlerine verdiği anlam üzerinden yeni bir karalama kampanyası başlatıldığına şahid olmaktayız. Bu kampanyanın öncülerine baktığımız zaman, kendilerine bağlı olanlara "Din" olarak Kur'an tarafından onay görmeyen ne kadar hurafe bilgi varsa onları anlatarak Samiri misali " Sizin Dininiz bu dur" dediklerini görmekteyiz. Sayın hocanın bu tür anlatımlara karşı Kur'anı öne çıkarma gayreti hurafe dini temsilcileri tarafından şiddetli bir biçimde karşılık görmüş ve görmektedir. 

Sayın hoca asla eleştirilmez veya hata yapmaz bir kişi değildir. Hatta hatalarını dile getirmekten hiç çekinmediğimizi bizi tanıyanlar çok iyi bilmektedir , ancak Hocaya karşı Abese suresi ilk ayetlerine verdiği anlamdan ötürü yapılan bir eleştiri var ki buna sadece "AHLAKSIZLIK" demekten başka bir ad bulamıyoruz. Bu yazımızda Hoca nın bu ayetlere verdiği anlam hakkında düşüncelerimizi herkese örnek olması gereken ilmi ve ahlaki bir uslup dairesinde dile getirmeye çalışacağız. 

Sayın Hoca nın Abese suresi ilk ayetlerine verdiği anlam ve gerekçeleri şu şekildedir. 

 1 O (KİBİRLİ ADAM) surat astı ve sırtını dönüp uzaklaştı,
2- yanına âmâ geldi di- ye,.. (1)
3- "Ve (sana gelince Ey Nebi!) Sen nereden bileceksin o (müşrikin) arınacağına (2) dair bir ihtimal (3) bulunduğunu; (4) veya alacağı öğütün kendisine yarar sağlayacağını?
4 - 5- Fakat, kendi kendine yettiğini sanan (5) kimseye gelince:
6 -Sen bütün ilgini ona yönelttin; (6- 7) oysa ki, onun arınmaması- nın sorumlusu sen değilsin,-
7- 8- fakat sana büyük bir iştiyakla gelen var ya:
9 -ki o Allah'a saygıda kusur etmez-
10- işte sen onu ihmal ediyorsun.

 (1) Veya: "O (Peygamber) surat astı ve sırtını dönüp uzaklaştı, yanına âmâ geldi diye..." Müteakip 3 ve 4. âyetlerin okunuşuna bağlı olarak ilk iki âyetin özneleri değişir. Bu âyetlerin öznesi- nin Hz. Peygamber olduğunu ittifakla söyleyen klasik tefsirin tercihinde, Muvatta ve Tirmizi'nin Sünen'inde nakledilen nüzul sebebi rivayeti belirleyici olmuştur. Fakat Tirmizi rivayeti sorunludur. Mamafih bu rivayetler bile tercihimizi dolaylı olarak onaylar. Tercihimizin gerekçesi, "surat astı" ['abese) ve "sırt dönüp uzaklaştı" [tevellâ) fiillerinin aynen geçtiği Müddessir 23-24. âyetler ve orada anlatılan tiptir. Nüzul sebebi rivayetlerine dikkatle bakın- ca, Hem 74:23-24'teki hem de buradaki olayda aynı isimlerin geçtiği görülür: Velid b. Muğire ve/veya Ubey b. Ka'b.

 (2) Yezzekkâ'mn aslı yetezekka'dır. Dönüşlü kiptir. Kipin bu bağlamdaki açılımı şudur: Vahiy gibi arıtan bir öznenin varlığı tek başına yetmez. Onun yanında insan da arınmaya gönüllü olmalıdır ki işlem tamamlansın.

(3) Lealle edatının bu bağlamdaki en uygun karşılığı.

(4) Veya: "Ve (ey Peygamber); sen nereden bileceksin; belki de o arınacak veya alacağı öğüt kendisine bir yarar sağlayacaktı?" İki âyetlik bu uzun cümlenin i'rabı, mâna farklılığına izin verecek bir yapıdadır. Klasik tefsir iki hatta üç mef'ul alan yudrîke geçişli fiilim ya biri zamir (Ke/sen) diğeri mahzuf iki mef'ulle izah etmiş, ya da arkasından gelen le'alle edatının kalp fiillerinden olduğunu, üstelik talep ve temenni bildiren bir istifham olduğunu söyleyen Ebu Ali Farisi'ye dayanarak, bu durumda yudrî fiilinin iki- üç değil, tek tümleç isteyen fiile dönüştüğünü, sonrasının da müstakil bir cümle olduğunu sa- vunmuşlardır (Nkl: îbn Aşur). Tercihimiz, yudrî fiilinin iki mefulüyle birlikte (biri ke zamiri diğeri müteakip iki cümle) tek bir cümle gibi okunmasına dayanmaktadır. Bu âyet İslâm'a davette seçkinci yaklaşımı reddetmektedir.

(5) Istiğna'daki sin ve te'nin mânaya kattığı yan anlam.

(6) Zımnen: "böyle yapmak sana yakışmadı". Bu Allah Rasulü'ne açıkça "Bir daha böyle yapma" uyarışıdır. Burada soru şudur: Vahiy seyrek de olsa ara sıra yer verdiği Hz. Peygamber'e ait bu gibi 'zelle'leri örtemez miydi? Eğer örtseydi, kimsenin haberi olmazdı. Peki, o zaman ne diye dile getirip onları ölümsüzleştirdi? Bu ve buna benzer tüm soruların cevabı bu sûrenin 23. âyetinde verilmiştir: Hatasız kul olmaz. Peygamberler de buna dahildir. Şu halde Hz. Peygamber'in görevi "Nasıl hatasız kul olunur?" sorusunun isbatmı ortaya koymak değil, "Hata yapılınca nasıl özür dilenir, nasıl tevbe edilir, nasıl geri dönülür?" sorularının isbatmı ortaya koymaktır. Allah'ın kendi elçisine "Ben de sizin gibi ölümlü bir insanım" demesini emretmesinin temelinde yatan sebep de bu olsa gerektir.

(7) İlahi şefkatin beliğ bir ifadesi. Demek ki uyarı alan bu davranışın temelinde Nebi'nin aşırı sorumluluk duygusu vardı. Bu âyet Rasulullah'ın içtihad ettiğinin ve içtihadında yanıldığında Allah'ın onu düzelttiğinin beyanıdır. Düzeltilen o içtihat "varlıklı ve hatırlı kimselerle fazla ilgilenilirse imana geleceklerine dair" yanlış görüştür. Eğer vahyin müdalahesi olmamış olsaydı, onun içtihadı "sünnet" olacaktı. Hz. Peygamber Amiroğuîlarmdan olan babası yerine soylu Mahzumoğlullarmdan olan annesine nisbetle anılan Îbn Ümmi Mektum'u gördüğünde "Merhaba ey Rabbimin kendisi yüzünden beni uyardığı kişi" dermiş. Biz Kur'an'da anlatılan diğer peygamberlerin kıssalarında da onaylanmayan içtihatlar görüyoruz. Hz. Musa'nın bir kulun davranışlarına karşı iç- tihatları (18:71, 74, 77), Hz. Nuh'un oğlu hak- kındaki içtihadı (11:45), Hz. İbrahim'in soyu ve babası hakkındaki içtihadı gibi (9:114).

Sayın Mustafa İslamoğlu hoca yukarıda vermiş olduğumuz Abese s. 1-10. ayetleri meali ve gerekçesinde özet olarak , 1. ayette "Surat asıp sırt çevirip uzaklaşan" kişinin Muhammed (a.s) olmadığını , Muhammed (a.s) tebliğ yapmaya çalıştığı bir MÜŞRİK olduğunu iddia etmektedir.

Sayın Hocanın bu düşüncesi elbette tartışılır , buna girmeden önce ilk ayetin mealine parantez içine aldığı KİBİRLİ ADAM kelimesinin Hocaya karşı linç kampanyasına girişenler tarafından Muhammed (a.s) a KİBİRLİ ADAM dediği iddiası AHLAKSIZCA söylenmiş bir iftiradan başkası değildir. Bu iftiraları atanlar Hocanın böyle bir iddia da bulunmadığını çok iyi bilmelerine rağmen, cahil ve koyun sürüsünden farksız , okuma , araştırma gibi melekeleri öldürülmüş olan bağlılarının araştırma ihtiyacı hissetmeden bu iftiralara inanacaklarını bildikleri için hiç çekinmeden dillerini bükebilmektedirler. 

Sayın Hocanın Abese suresi ayetleri ile ilgili olarak vermiş olduğu anlam şahsi bir düşüncesi olup bunu gerekçesinde belirtmiştir. Ancak Hocayı eleştiren EHLİ SÜNNET taifesinin Kur'an anlayışlarını ele alacak olursak bir sürü Kur'an dışı rivayetlerin Kur'ana onaylatmak için Kur'anı tahrife varan anlamlar verdikleri ve "Allah böyle diyor" diyerek iftiralar attıklarını unutmayalım. Şirk düşüncelerini "Din bu dur" diyerek yaymaya çalışanların önce kendi şirklerini düzeltip sonra başkalarını düzeltmeye kalkışmalarını tavsiye ederek sayın Hocanın meali ile ilgili düşüncelerimizi aktarmaya çalışalım.

Öncelikle empati yapıp , Abese s. 1. ayetindeki bahsedilen kişinin sebebi nuzül rivayetleri doğrultusunda okunması neticesinde bu düşüncenin pekiştiğini söyleyebiliriz , şayet böyle bir rivayet olmasa idi bu gün ilk ayet içinde bahsedilen kişinin Muhammed (a.s) olduğu düşüncesine sahip olanlar linç edilme durumu ile karşı karşıya kalacak oldukları kuvvetli bir ihtimal sayın Hocanın doğrultusunda yapılan mealler revaç görecekti.

Ayetleri sebebi nuzül rivayetlerini göz önüne almadan veya sayın Hoca nın görüşleri doğrultusunda yapılan mealleri yanlış şeklinde bir ön kabul de bulunmadan Abese s. ilk ayetleri hakkında şunları söyleyebiliriz.

[080.001]  Surat astı ve yüz çevirdi;
[080.002]  Kendisine o ama geldi diye.
[080.003]  Nerden biliyorsun; belki o, temizlenip-arınacak?
[080.004]  Yahut öğüt alacak da bu öğüt, kendisine fayda verecek.
[080.005]  Ama kendisini müstağni gören.
[080.006]  Sen ona yöneliyorsun.
[080.007]  Oysa, onun temizlenip-arınmasından sana ne?
[080.008]  Ama sana koşarak gelen,
[080.009] Ki o, 'içi titreyerek korkar' bir durumdadır;
[080.010]  sen ondan tegafül ediyor (ona ilgi göstermiyor) sun.

Ayetlerin siyak ve sibakından anlaşılacağı üzere ortada 1-Elçi, 2-Ama, 3-Müstağni kişi olmak üzere 3 kişi vardır , problem 1. ayetteki ameli işleyenin kim olduğudur.

Ayetler basit bir okuma ile okunduğunda , Muhammed (a.s) Müstağni kişi ile uğraşırken o anda yanına gelen Ama ya karşı ilgisiz davrandığı , hatta surat asıp yüz çevirdiği ve Müstağni kişi ile uğraşmaya devam ettiği anlaşılabilir ve doğru olduğunu düşündüğümüz okumanın bu olduğunu da söyleyebiliriz.

Burada Sayın Hoca nın tercih ettiği "Anlam yorum" tarzı mealler hakkında bir çekincemizi belirtmek isteriz. Bu tarz ile yapılan meallendirmeler metne sadık kalarak yapılan çeviri olmaktan çok , çeviren kişinin düşünce yapısından kaynaklanan Kur'an anlayışını tercümeye yansıtmak şeklinde yapılmış olmasından dolayı hata yapma payı yüksek olan bir çeviri tarzıdır.

2. ayette " En caehul'ama" ( O Ama geldiğinde) ibaresinde "Cae" kelimesini anahtar bir kelime olarak okuyarak , 1. ayette ki surat asıp yüz çevirenin kim olduğu 8. ayete bakılıp kolayca anlaşılabilir. 8. ayetin metni olan "Ve emme men caeke yes'a" (Ama sana koşarak gelen) ibaresindeki "Ke" (sana) zamirinin muhatabı Muhammed (a.s) olduğu konusunda herhangi bir ihtilaf yoktur. 2. ve 8. ayetlerde "Cae" fiili ile bahsedilen kişi Ama kişi olup o kişiyi bırakıp diğer Müstağni kişi ile uğraşmaya devam eden kişi Muhammed (a.s) dır.

Sayın Hoca 1. ayete (KİBİRLİ ADAM) parantezi ile gömleğin ilk düğmesini yanlış ilikleyince diğer düğmelerinde yanlış iliklenmesi misali 3. ayet içine açtığı (müşrik) parantezi ile yanlışa devam etmiştir.

Halbuki 8. ve 9. ayetlerde  Muhammed (a.s) ın, kendisine koşarak ve korkarak gelen Ama yı bırakarak , 5.6.7. ayetlerde ki Müstağni kişi ile ilgilendiği , 2.3.4 ayetlerde geliş sebebi beyan edilen Ama ya karşı olan tutumunun 1. ayette eleştirildiği şeklinde yapılacak bir okumanın daha doğru sonuç vereceğini düşünmekteyiz. 

Sayın Hoca yıllar önce bu ayetler ile ilgili olarak farklı bir düşünce içinde olup , yüz çeviren kişinin Muhammed (a.s) olduğu düşüncesinde idi. Geçen yıllar içinde bu görüşünden dönmüş olmasını elbette yadırgamıyoruz. Aksine, doğrudan yanlışa dönmek gibi bir tutum içinde olması bundan sonraki yıllarda bazı yanlışlarından dönmek gibi bir erdem içinde olduğunu göstermesi açısından olumlu bir gelişmedir. 

Ancak sayın Hocanın gerekçesinde belirtmiş olduğu gramer kuralları binlerce yıllık bir geçmişe sahip olup , sayın Hocanın aksi görüşte olduğu yıllar içinde de aynı kurallar geçerli idi ve bunu sayın Hoca çok iyi biliyordu. Gramer kurallarını gerekçe göstererek böyle bir yorumda bulunmuş olmasını anlamakta zorlandığımızı ifade etmek istiyoruz. Sayın Hoca eğer "Önceden bu kuralı bilmiyordum" şeklinde bir bahane ileri sürecek olursa , "özrü kabahatinden büyük" deyimine uygun bir bahane üretmiş olacaktır.

Sonuç olarak ; Sayın Mustafa İslamoğlu Hoca Abese suresi ilk ayetlerine vermiş olduğu anlam ile yanlış bir çeviri yapmış olduğunu düşünmekteyiz , ancak bir takım guruhun onun bu yanlışı üzerinden iftira ve karalama kampanyası başlatmasına asla müsade edilmemesi gerektiğini de düşünmekteyiz. Kur'an meali yapan hiç kimse hatadan beri değildir ancak yapılan bu hataların bazı kişileri linç etme girişimi olarak kullanılması olayın başka bir tarafı olduğu yönündeki ihtmalleri kuvvetlendirmektedir. Sayın Hoca nın eleştirilmez olduğu asla savunulamaz ve hataları asla ört bas edilemez , bu hataları iftira ve karalamaya dönüştürülmeden , ilmi ve ahlaki bir uslup dahilinde dile getirilmek mecburiyetindedir. Kaleme almaya çalıştığımız bu yazının ilk amacı böyle bir usluba örnek olmak çalışması olup sayın Hoca ya karşı başlatılan karalama kampanyasının öncülerinin önce kendi paçalarından akan ŞİRK pisliğini temizlemeleri ,tercih ettikleri Kur'an meal ve tefsirlerindeki tahrifkar ibareleri düzeltip Kur'an a sadık kalan bir anlayışa döndürmelerini tavsiye ederiz. 

                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

4 Kasım 2014 Salı

Tilavet Kelimesi Üzerine Bir Düşünce Çalışması

Kur'an arapça lisan üzerine inmiş bir Kitap olması nedeni ile , arapların günlük dilde kullandıkları kelimeler ile nazil olmuştur. Tilavet kelimesi de bu kelimelerden birisi olup meallere "okumak" şeklinde yansıtılmıştır. "Ka-ra-e" fiilinden türeyen kelimelerinde kullanıldığı Kur'anda bu kelime de "okumak" anlamı verilerek meallere yansıtılmıştır. Tilavet kelimesi sözlük anlamı olarak okumayı da içine almaktadır ancak diğer kelime olan "Karae" kelimesinden daha geniş bir anlama sahiptir.

"Telatün" ; Onu , ikisinin arasında kendilerinden olmayan bulunmayacağı bir ardışıklıkla takip etti , izledi . Bu takip etme bazen bedensel , bazen hükme uyma veya hükmü taklit etme şeklinde olur , bazende okuma ve anlamı tedebbür etme , düşünme şeklinde olur. (El Müfredat)

Kelimenin bu anlamından hareketle "Kur'anı tilavet etmek" deyimine , " Kur'anın arasına ondan onay almayan yani kendisinden olmayan bir şeyi koymadan onu takip etmek" şeklinde bir anlam vererek bu anlamın ne ifade edebileceği konusunda düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız. 

 Ellezîne âteynâhumul kitâbe yetlûnehu hakka tilâvetih(tilâvetihî) ulâike yu’minûne bih(bihî), ve men yekfur bihî fe ulâike humul hâsirûn(hâsirûne)

 [002.121]  Kendilerine verdiğimiz kitabı, lâyık olduğu şekilde okuyup izleyenler var ya, işte onlardır onu tasdik edenler. Kim onu inkâr ederse, işte onlar hüsrana uğrayacakların ta kendileridir.

Bakara s. 121. ayeti bu kelimenin ifade etmek istediği anlamı en güzel ifade eden ayetlerden birisidir. Kitabı hakkını vererek izlemek ne demek olmalıdır konusunu biraz açalım; 

Dini anlamda sahip olduğumuz bilgileri 1- kesin bilgi , 2- zanni bilgi olarak ayırmak mümkündür. Kesin bilgi sınıfına dahil edebileceğimiz tek ve yegane bilgi kaynağı Kur'andır. Bu kitabın içindeki bütün ayetler Allah (c.c) tarafından indirilmiş olup , Allah hakkında konuşmak için gerekli olan bilgi kaynağıdır. 

 [022.008]  Ve insanlardan öylesi de vardır ki, ne bir ilme ve ne bir doğruluk rehberine(hüden) ve ne de aydınlatan (münir) bir kitaba sahip olmaksızın Allah hakkında mücadelede bulunur.

[031.020] Allah'ın göklerde olanları da, yerde olanları da buyruğunuz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmez misiniz? İnsanlardan, Allah hakkında hiçbir bilgisi olmadan, doğruluk rehberi (hüden)ve aydınlatıcı(münir) bir Kitap bulunmadan tartışanlar vardır.

Hacc s. 8. ve Lokman s. 20. ayetlerinde Allah hakkında konuşmak için "Hüden" (yol gösterici) , "Münir" (aydınlatıcı) özelliklerine sahip olması gereken bilgi kaynağının olmasını Rabbimiz şart koşmaktadır. Bu vasıflara sahip olan tek bir kitap vardır ki oda Kur'an dır . 

Rabbimiz bizlere Din hakkında konuşmak için sadece ve sadece onun Kitabının yol gösterici olarak görülmesini şart koşarak diğer bütün bilgilerin bu kitaba göre değerlendirilmesini buyurmaktadır , peki öylemi yapıyoruz?. 

Bugün ortada Din adına söylenmiş bir sürü mesele vardır ki bir çoğunun Din ile alakası yoktur ve bazıları tarafından Dinleştirilmiştir. Bu Dinleştirme işlemi nasıl meydana gelmiştir diye sorarsak şunları söyleyebiliriz.

Ortada herhangi bir sebebten ötürü meydana gelmiş bir ayrışım vardır , bu ayrışmanın tarafları kendi haklılıklarını illaki Dini bir kaynağa bağlamak için önce Peygambere isnad ettikleri bir hadis uydururlar. Hadis meselesi daha önce itiraz edilemez ve reddi küfür sayılacak bir konuma oturtulduğu için bu hadisi duyanlar bırakın itiraz etmeyi gıkını bile çıkaramazlar. 

Bu hadis artık itiraz edilemez ve Dinin bir kuralı sayıldığı  , Kur'anda bu düşünceyi destekleyen bir ayet bulunamadığı için ,sıra o hadise göre ayeti te'vil etmeye gelecektir. Ayet için gerekli te'vil tefsirler veya mealler yolu ile yapıldıktan sonra artık iş tamam olup Kur'anda olmayan bir düşünce Kur'andan mış gibi gösterilir ve herkes bunun böyle olduğuna inanır , bunun adı İsrailoğullarının yaptığının bir benzeri olan tahrif'tir.  

Halbuki Allah (c.c), Kitabı hakkı ile tilavet etmemizi yani onunla aramıza hiç bir bilgi kaynağı koymamamızı emretmişti. Bugün bir çok meselenin Kur'anda olmadığı ama rivayetler aracılığı ile Dine sokulduğu, sonrada bu rivayetlere uygun olarak Kitabın yorumlandığı bilinen bir gerçektir. 

Halbuki Kitabı hakkı ile tilavet etmek demek , arasına herhangi bir bilgi kaynağı koymamak demekti. Çünkü Kitabın bilgi değeri kesin bilgi olup ,onun üstünde onun gibi aynı bilgi değerine sahip olan başka bir Kitap olamazdı ve diğer bilgilerin değerinin adı "zanni bilgi" idi. 

 "Zanni bilgi" değerine sahip olan kaynaklar , "kesin bilgi" değerine sahip olan , yol gösterici ve aydınlatıcı olanın önüne geçmiş ve Kitap bu kaynakların verdiği yol göstericilik ve aydınlatıcılık dahilinde okunuyor ve yorumlanıyor, bu bağlamda gelinen nokta önümüzdedir.

Bu gün Kitapların konumları değişmiş , Hüden ve Münir olan Kitap böyle bir vasfa asla sahip olmayan rivayet kitaplarının gölgesi altında kalmış , rivayet kitapları o Kitabın üzerine çıkarılmıştır.

Olması gereken durum ; Kitabın tek ve kesin bilgi kaynağı olduğundan hareketle onunla bizim aramıza herhangi zanni değer taşıyan bilgi kaynağı koymamak , bütün zanni bilgileri , o Kitabın verdiği bilgi ile okumak , anlamak ve yorumlamak olmaldır, bunun tersi yapılan bütün ameliyeler  Allah tarafından red edilmekte ve bizden öncekilerin Kitaplarına uyguladıkları zulmün bir benzeri olduğu bildirilmektedir.

Sonuç olarak ; "Tilavet" kelimesi , "takip edilen şey ile takip edenin arasına , takip edilenin cinsinde olmayan bir şey sokmayarak izlemek" anlamında bir kelime olup , bu kelimeyi "Kur'anı tilavet etmek" deyimi şeklinde kullanıdğımızda şöyle bir anlama geldiğini düşünmekteyiz. "Kesin bilgi" dediğimiz Kitabı okurken , anlarken,yorumlarken, "zanni bilgi" olarak vasıflanan hiç bir kaynağı o Kitabın arasına sokmamak gerekmektedir. "Zanni bilgi" değeri taşıyan bütün kaynaklar , "kesin bilgi" değeri taşıyan kaynağın yol göstericiliği ve aydınlığında okunmalı ve asla yer değişiminde bulunarak "zanni bilgi" ler , "kesin bilgi" lerin önüne geçirilmemelidir. 

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

9 Eylül 2014 Salı

Duhan s. 24. Ayetinin Meali Üzerine Bir Düşünce

Musa(as) kıssası; Kur'an'da en fazla yer tutan kıssaların başında gelmekte olup, DUHAN Suresi içinde bu kıssa anlatılmaktadır. Meal dediğimiz şeyin; meal yapıcısının yorumu olduğu unutulmadan okunması gerektiğini hatırlatarak, bazı ayetler ile ilgili yapılan meallerde görülen farklı yaklaşımları ayetin tahrife uğratılmadığı sürece makul karşılamak gerekmektedir. DUHAN 24 ayeti ile ilgili olarak yapılan mealler genelde şu şekildedir;

Vetrukil bahre rehvâ(rehven), innehum cundun mugrekûn(mugrekûne)

Diyanet İşleri:
"Denizi açık hâlde bırak." Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.

Edip Yüksel:
"Denizi yarılmış olarak terket. Onlar boğulmaya mahkum bir ordudur."

Elmalılı Hamdi Yazır:
Ve denizi açık bırak, çünkü onlar ordu halinde gelip gark olunacaklar

Hasan Basri Çantay:
"Denizi (sen ve ashaabın selâmetle geçdikden sonra) durgun ve açık bırak. Çünkü onlar boğul (mıya mahkûm ol) muş bir ordudur."

Hayrat Neşriyat:
"Ve (karşıya geçince asânla vurarak kapanmasını isteme,) denizi açık bırak! Çünki onlar suda boğul(malarına hükmedil)miş bir ordudur."

Bu ayet ile ilgili olarak tetkik ettiğimiz meallerin hepsi aşağı yukarı bu minvalde olup, sadece sayın Bayraktar Bayraklı hocanın bu ayete vermiş olduğu meal farklılığı dikkatimizi çekmektedir. Sayın hocanın bu ayete verdiği mealin diğer meallere göre daha isabetli olduğunu düşündüğümüzü ifade etmek istiyoruz.

Bayraktar Bayraklı :
"Denizi sükûnetle geç/terk et; çünkü onlar boğulacak bir ordudur."

Sayın hocanın tercih ettiği anlam; ayet içinde geçen "rahven" kelimesinin farklı anlamı olan, bugün bizim dilimizde de kullandığımız "bir çeşit yürüyüş" şeklindeki anlamdan kaynaklanmaktadır. Bugün özellikle Ege Bölgesi'nde yaygın olan rahvan at yarışlarında; atın yürüyüş şekli dörtnala değil, daha hafif bir yürüyüş şekli olup, bu yürüyüş şekline "rahvan" denilmektedir.

DUHAN 24 ayetini sayın Bayraktar hocanın vermiş olduğu meale göre şu şekilde anlamak mümkündür; "Firavun ve ordusunun seni takip etmelerinden dolayı korkuya kapılma ve telaşlanmadan rahvan bir halde yoluna devam et, onlar boğularak sana yetişemeyeceklerdir".

Kurtubî'nin tefsirinde; bu ayetin tefsiri ile ilgili yapılan yorumları alıntılayarak, sayın hocanın bu ayete vermiş olduğu mealin daha önceki yorumlarda da olduğunu görmekteyiz.

"el-Cevherî dedi ki: 'Bu işi sükunetle yap' anlamında deni­lir, 'sakin ve müreffeh bir yaşayış', 'develerin su içtik­leri yerin uzakta bulunduğu yumuşak ve düzlük araziyi' anlatmak için kul­lanılır. 'Deniz sakinleşti' demektir."

"Ebu Ubeyde dedi ki: 'Ayaklarını (adımlarını) açtı, açar' demektir. Yüce Allah'ın: 'Denizi de olduğu gibi açık bırak' buyruğu da buradan gelmektedir. 'Kolay yol alış' demektir. 'At­lar sükunetle geldi' denilir".

İbnu'l-A'rabî dedi ki: 'Yürüyüş­te zorluk çıkarmadı, çıkarmaz' demektir".

"el-Katamî de binekleri nitelendirir­ken şunları söylemektedir: 'Rahat ve kolay yürür (o binek)ler, bunun içen ne sağrıları yardımsız bırakır, Ne de göğüsleri sağrılarına bel bağlar'. 'Yüksekçe bir yer' demektir. Aynı şekilde içinde suyun top­landığı alçak ve çukur yer anlamına da gelir. O halde bu, zıt anlamlı lafız­lardandır".

"el-Herevî dedi ki: Buradaki 'açık' lafzının Musa'nın sıfatı olması da mümkündür. el-Kuşeyrî de böyle demiştir. 'Sükunetle yavaş yavaş yürü', de­mek olur. O halde bu Musa'nın ve onun kavminin sıfatı olup denizin sıfatı değildir. Birinci görüşe göre ise denizin sıfatıdır, yani sen denizi ayrılmış ha­liyle sakin olarak bırak. Ona, eski haline gelmesi için kavuşması emrini ver­me ki, Firavun ve kavmi de içine girsin." 

Sonuç olarak; DUHAN 24 ayetinin mealinin, sayın Bayraktar Bayraklı hocanın yapmış olduğu şekli ile daha doğru olduğunu düşündüğümüzü belirterek, diğer meallerin hatalı olduğunu söylemek istemiyoruz. "Rahven" kelimesinin; telaşsız bir yürüyüş şekli anlamının, ayetin anlamına daha uygun olduğu düşünerek sayın hocayı tebrik ediyoruz.

DENİZİ SUKUNETLE GEÇ/TERKET; ÇÜNKÜ ONLAR BOĞULACAK BİR ORDUDUR.

EN DOĞRUSUNU ALLAH(CC) BİLİR.

23 Mayıs 2014 Cuma

İsra s. 1. Ayeti'nin Mesajı Üzerine Bir Düşünce Çalışması

Bu yazımızın konusu, başlıkta özellikle vurguladığımız gibi isra s. 1. ayeti üzerinden verilmek istenen mesaja yönelik olacaktır. Kur'an ayetlerinin belkide, yanlış anlaşılma açısından başı çeken ayetlerinden olan isra s. 1. ayeti mitolojik bir çehreye büründürülerek miraç hikayeleri ile bezenmiş ve üzeri kalın bir toz perdesi örtülmüş , bu tozu silmek durumunda olan bazılarıda bu tozun yerine başka tozlarla örterek ayetin mesajını  anlamak gibi bir düşünce içinde olmaktan çok, mescidi haram'ın yeri konusunda fikirler üreterek ayet üzerinde yorumlarda bulunmuşlardır. Yazıda bu tür düşünceleri kısaca ele alıp esas konumuz olan ayetin mesajı hakkındaki düşüncelerimizi ortaya koymaya çalışacağız. 

İsra s. 1. ayetine giriş yapmadan önce bu ayeti anlamaya yardımcı olacak "esra" kelimesi ve bu kelimenin geçtiği ayetleri ele alacağız, sonra bu ayetler ile isra s. 1. ayeti  üzerinde durmaya çalışacağız. Bu ayeti doğru anlamanın, "esra" kelimesi ile ifade edilen olayları anlamak ve o olaylar ile bağlantısını kurmaktan geçtiğini düşünmekteyiz.  

"Essüra" kelimesi, gece yola gitmek ,yolculuk etmek, veya yürümek, fiil olarak gece yola gitti , yolculuk etti veya yürüdü anlamında kullanılır. "esra" ve "sereye" şekillerinde kullanılır. Bu kelimenin geçtiği ayetleri okuyalım. 

[011.081] Dediler ki: «Ey Lût! Şüphe yok ki biz senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana elbette kavuşamayacaklardır. Artık sen âilen ile gecenin bir kısmında yürü (fe esri)ve sizden hiçbir kimse geri kalmasın, zevcen ise müstesna. Şüphesiz ki onlara isabet edecek şey, ona da isabet edicidir. Muhakkak ki onların vaadedilen zamanları, sabah vaktidir, sabah vakti ise yakın değil midir?»
[015.065] Hemen gecenin bir kısmında ehlini yürüt (fe esri)ve sen arkalarından git ve içinizden hiç bir kimse ardına bakmasın, emrolunduğunuz yere geçin gidin.
[020.077]  And olsun ki Musa'ya: «Kullarımı geceleyin yürüt (fe esri), denizde onlara kuru bir yol aç, batmaktan ve düşmanların yetişmesinden korkma, endişe etme» diye vahyettik.
[026.052] Musa'ya: Kullarımı geceleyin yola çıkar(fe esri); çünkü takip edileceksiniz, diye vahyettik.
[044.023]  Öyleyse kullarımı geceleyin yürüt (fe esri), siz muhakkak takip olunacaksınız.

Bu ayetlerde Lut ve Musa as ın kavminin gece yürütülerek zalimlerin elinden kurtarılmaları anlatılmaktadır, bilindiği gibi Lut ve Musa as a iman edenler kurtulmuş ve diğerleri helak olmuştur. Yine bu ayetlerde Musa ve Lut as ın bulundukları beldeyi terkederek kurtuldukları bilgisinden hareketle Muhammed as ın aynı yolu izleyerek bulunduğu beldeyi terketmesi gerektiği hatırlatılmaktadır diyebiliriz. Burada , Musa ve Lut as ın düşmanları helak edilirken mekkenin neden helak edilmediği sorusu sorulacak olursa şunları diyebiliriz; helakın sünnetinde o beldenin helakı hak etmesi için bütün mü'minlerin orayı terketmeleri gerekmektedirki o belde helak edilsin, bilindiği üzere Muhammed as mekke'den hicret etmesine rağmen orada mü'minlerden kalanlar olmuş ve helak bu sebeble gerçekleşmemiştir.

Kur'ana baktığımız zaman, elçilerin kavimleri ile olan mücadelesi sonucu Allah cc nin sünneti olarak, elçi ve iman edenler kurtarılmakta ve geride kalanlar helak edilmektedir. Bu vaad ayetlerde'de haber verilmektedir. 

 [030.047]  And olsun ki! Senden önce, birçok peygamberleri ümmetlerine gönderdik, onlara belgeler getirdiler; dinlemeyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştu.
[002.214] Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.
[010.102-3]  Kendilerinden önce geçenlerin başlarına gelen olaylardan başka bir şey mi bekliyorlar? «Bekleyin, ben de sizinle beraber beklemekteyim» de.Sonra Resullerimizi ve iyman edenleri kurtarırız, biz böyle uhdemizde bir hakk olarak mü'minleri kurtarırız
[040.051]  Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.

Verdiğimiz örnek ayetleri kısaca özetleyecek olursak, Allah cc nin sünneti ve bir sözü olarak, elçilerini ve iman edenleri zalimlerin elinden kurtararak geride kalanları helak etmesi , Lut ve Musa as ın kıssasında geçen "esra" (gece yürüyüşü) kelimesinin geçtiği ayetlerde haber verilmiştir. Bu söz ve sünnet son elçi olan Muhammed as içinde geçerli olup , isra s. 1. ayetini böyle bir arka planı gözeterek okumak gerektiğini düşünmekteyiz. Şimdi isra s. 1. ve sonraki ayetlere geçebiliriz.

Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves semîul basîr(basîru).
[017.001] Uzaktır bütün noksanlıklardan O ki, kulunu bir gece Mescidi Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya götürdü; ona ayetlerimizden gösterelim diye. Gerçek şu ki, O'dur işiten gören!

İsra s. 1. ayetindeki bazı kelimelerin yine kur'an içinde diğer ayetlerde kullanılışını görerek ayetin mesajını anlamaya çalışalım. "Mescidilharam" bilindiği gibi ,mekke şehri içinde bulunmakta ve bu kelimenin geçtiği bütün ayetler o şehir içindeki kabe ve etrafı için kullanılmaktadır. Bazılarının ayet içinde geçen "abdihi" (kulunu) kelimesinden kastedilen kişinin Muhammed as olmadığı , 2. ayette anlatılan Musa as olduğu iddiaları 1. ayetin mesajını kur'an bütünlüğünde anlamaya çalışmamanın bir yansıması olup hiçbir ilmi dayanağı yoktur. 

Ayet içinde geçen ikinci mescid ismi "Mescidilaksa" (en uzak mescid) terkibi üzerinde  farklı yaklaşımları görmekteyiz. 1- kudus şehri 2- Mekke nin varoşlarında olan cirane vadisinde olan bir mescid 3- göklerde meleklerin secde ettikleri beyti mamur (bayındır hocanın yorumu) . Sondan başlayarak bu yorumlar üzerinde durup ayette bahsedilen yerin nerede olabileceği tesbitini yapmaya çalışalım.

3. görüş olan göklerde meleklerin secde ettikleri "beyti mamur" olduğu iddiası şahsen bayındır hocadan beklemediğimiz kadar isabetsiz bir görüş olduğunu önceden söyleyip sonrasında isabetsizliğin nasıl olduğunu söylemeye çalışalım. İsra kelimesi anlam olarak yerde olan bir yürüyüş anlamında olup Muhammed as ın gökte olan mescidilaksaya çıktığının haberi bu kelime ile değil, göğe yükselme kelimesinin karşılığı olan a-re-ce fiili ile ifade edilmesi gerekirdi. Beyti mamur olarak tabir edilen yer'in göklerde olduğu iddiası ayrı bir yanlış olup bu kelimenin geçtiği tur s. 4. ayeti ile ifade edilen yer kabe'dir. Sayın Bayındır hoca, mescidilaksa'yı hem göğe çıkararak ayrı bir yanlış , hemde Muhammed as a miraca çıkmak gibi bir duruma düşürerek ayrı bir yanlış içine düşmüştür. 

2. görüş olan Mekke 'de ki cirane vadisinde olan bir mecsid iddiası yine isra s. 1. ayet ile verilmek istendiğini düşündüğümüz mesaj ile alakası olmaması ve kur'an ayetlerinin rivayetler ile anlaşılması metoduna sıcak bakmadığımız için doğru olmadığını düşündüğümüz bir iddiadır.  

1. görüş olan kudus şehrinde olması konusu ile ilgili olarak getirilen karşı iddiaları ele alarak bu konuyu netleştirelim. Mescidilaksa'nın kudus'te olmadığı iddiasına mesned olarak , bugün bu ad ile anılan mescidin o gün itibarı ile bilinen böyle bir ismi olmadığı, bu ismin Ömer r.a zamanında verildiği gibi iddiaları görmekteyiz. Mescidilaksa terkibi ile ifade edilen yerden kasıt olarak tabelasında böyle bir isim yazdığı için değil , Allah cc nin o bölgeyi bereketli bir yer kıldığı için verilmiş bir isimdir, o gün orada bina olarak bir mescidin olmaması oranın "mescidilaksa" olarak tabir edilmemesini gerektirmez. 

Konuyu kabe üzerinden örneklendirerek anlaşılmasını kolaylaştıralım, "mescidilharam" tabiri mekkede bulunan kabe ve çevresi için kullanılan bir tabirdir , orayı kutsal kılan sadece üzerindeki bina değil o binanın tesis edildiği toprak ve çevresidir, eğer zaman içinde kabe yıkılıp sonradan gelen insanlar kabe diye bir yer olduğunu bilmeseler dahi o toprakların ismi yine "mescidilharam" olarak ifade edilecektir. İbrahim as ve oğlu bakara suresi 124 ve sonrası ayetlerinde beyt'in temellerini yükseltmeleri olarak anlatılan işlem önceden orada tesis edilmiş ancak sonradan kaybolmuş olan, al-i imran s. 96. ayetinde ifade edilen "insanlar için kurulmuş ilk ev" olan kabeyi yeniden inşa etmeleridir, mescidilaksa olarak tabir edilen yer'de o gün için yıkılmış ve mescid'den eser olmayan bir yer olsada, orada yani kudus şehrini'de içine alan bölgede bir mescidin olduğunu gösterir. 

İsra s. 7. ayetinde " İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz." "mescid" kelimesi ile ifade edilen yer ile 1. ayette bahsedilen mescid ile alakası kurulmaya çalışılsaydı "mescidilaksa" adıyla bahsedilen yerin nerede olduğu konusunda tartışılmaya bile gerek kalmazdı diye düşünüyoruz. 

Mescidilaksa'yı mekan olarak kudüs içinde bir yer olmaktan ziyade o bölgenin kudsiyetini ifade eden bir terkip olarak görmek daha doğru olacaktır. İsra hadisesini mucize olarak niteleyip bu olay üzerinden Muhammed as a methiyeler düzmekten çok, ayet ile verilmek istenen mesaj üzerinde durmak gerektiğini yeniden hatırlatarak olayın bedenen'mi veya rüyada'mı olduğunun tartışmasının çok eskilerden de yapılmış olduğunu hatırlatarak olayın rüya ile gerçekleşmiş olmasının daha isabetli bir görüş olduğunu düşündüğümüzü ifade edelim. 

"Mescidil aksa" deyimi ile kast edilen yer , bir toprak parçasının üzerine bina edilen yapı değil , o bölgenin mekkeye göre uzak olması nedeniyle verilmiş bir isimdir. Uzaklık tabiri göreceli bir tabir olup o bölgeye yakın olanlar için uzak olması düşünülemez. Bugün "orta doğu" veya " uzak doğu" veya " yakın doğu" gibi tabir edilen mekanlar avrupalıların gözü ile bakılan yerden olan mesafe için kullanılan bir tabir olup arap yarımdasında ikamet eden biri böyle bir tabir kullanmaz. Kur'anın bu şekil bir mesafe terkibi içinde kullandığı bu deyim mekkeye göre uzak bir bölgede Allah cc tarafından kutsal kılınan topraklar olduğunun bilinmesi içindir. 

İsra s. 1. ayetinde "barekna" kelimesinin geçtiği diğer ayetleride okuyarak mesajı anlama yolunda yürümeye devam edelim. 

 
[007.137]  Hor görülen yahudileri, bereketlendirdiğimiz(barekna ) yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, sabırlarına karşılık yerine geldi. Firavun ve kavminin yaptığını ve yükselttiklerini yıktık.
 [021.071]  Onu ibrahimi)Lut ile beraber kurtarıp içinde alemlere bereketler (barekna) verdiğimiz yere çıkardık.
 [021.081]  Süleyman için de şiddetli rüzgârı ki o içine bereketler verdiğimiz (barekna)Arza emriyle cereyan ediyordu ve biz her şeyi biliriz
Araf s. 137 , enbiya s. 71 de , Allah cc nin kendisine vazife olarak gördüğü iman edenleri kurtarması ile ilgili ayetler olup Musa , İbrahim ve Lut as ı kurtarmasından bahsedilmektedir. 

Burada yeri gelmişken , kısaca kıble konusuna değinmek istiyoruz. Bilindiği gibi müslümanlar namazlarında kabe ye yönelirken medinede kudüs'e doğru yönelmiş ve bu yönelim daha sonra bakara suresi ayetleri ile mescidilharam'a çevrilmiştir. Muhammed as bu değişimi büyük ihtimal bu ayetin inişinden sonra yapmış olabilir. Çünkü devam eden 2-8. ayetler arası Musa as a verilen kitap ile Muhammed as a verilen kitap arasında ortaklık kurulup, ona iman ettiğini iddia edenlerle arada bir bağ kurulmaktadır , bu bağı israiloğulları kabul etmese bile iman ettiklerini iddia ettikleri tevrat ve Musa as ı gönderen  ile kur'an ve Muhammed as ı gönderen  kişi aynıdır. 

"El aksa" ve "el haram" terkibi ile ifade edilen mescid kelimesini cin s. 18. de "Mescidler şüphesiz Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın" şeklinde buyurulmasından hareketle, Allah cc nin Muhammed as ın ikamet ettiği bir başka bir bölgede "barekna havlehu" (etrafını bereketlendirdiğimiz) olarak beyan ettiği bir mescide yönelmesi 1. ayetten sonraki devam eden ayetlere baktığımız zaman gelecekte hicret edeceği yerde karşılacağı insanlar ile müslümanlar arasında bir inanç bağı bulunduğunun bilmeleri ve beslendikleri kaynağın aynı olduğunu onlarında görmeleri için onlar için kutsal olan bölgeye yönelmiş olması ihtimal dahilindedir. Muhammed as Medine'yi "mescilaksa" olarak tercih edip oradaki yönelimini'de o bölgenin insanlarından olan yahudilerin kutsal olarak bildikleri şehir kudus'e yapması ihtimal dahilindedir şeklinde düşünmekteyiz. 

"Barekna" kelimesi ile ifade edilen kelimenin geçtiği ayetleri birleştirecek olursak şöyle bir sonuç çıkabilir; Allah cc Musa as ve kavmini firavun zulmunden kurtarıp "bereketli kıldığı topraklara" mirasçı kıldığı gibi , Muhammed as ve mü'minleri de ayetlerde verdiği söz gereği  üzerine aldığı , elçilerini ve iman edenleri kurtarma sözünü yerini getirmek için mekkeli lerin zulmunden kurtararak "bereketli kıldığı topraklara" mirasçı kılma sözünü hatırlatarak bir nevi moral destek sağlamıştır. Bu moral desteğin ne şekil gerçekleştiğinin önemi olmayıp bedenen veya rüya şekli ilemi olduğu tartışmasının zaman kaybı olduğunu düşünmekteyiz , illede bir tercih gerekirse bu olayın rüya ile olduğunu tercih ettiğimizi belirtelim ve bu tercihimizin nedeni ile ilgili ayetleri yazımızda belirteceğiz.

İsra s. 1. ayeti ile Allah cc kulu Muhammed as a , diğer elçileri için geçerli olan sünnetinin yani elçilerine ve iman edenleri kurtarmayı üzerine aldığı sözünün onun içinde geçerli olduğunu haber vererek yalnız olmadığını ona gösterir. İsra olayını sadece gecenin bir kısmında mekkeden kudus'e yolculuk yapmak şeklinde ve bu yolculuk üzerinden  mucizeler çıkarmak ayetin mesajını anlamamak anlamına gelir.  

İsra s. 1. ayeti, Allah cc nin kulu Muhammed as yardım sözünün gelecekte gerçekleşeceğine dair verdiği gaybi bir haberdir. Kıssalar üzerinden verilen mesajlara dikkat edecek olursak , Muhammed as öncesi elçiler kavimleri ile büyük bir mücadeleye girişmişler ve bu mücadelede kavimler helak edilerek elçiler ve mü'minler galip gelmişlerdir.  

İsra s. 1. ayeti ile , Muhammed as mekke'den hicret etmek için bir nevi izin almıştır. Yazıyı uzatmamak için 2-8. ayetler arasındaki ayetleri başka bir yazıda konu edeceğimizi hatırlatalım , çünkü bu ayetler 1. ayet ile bağlantısı olup gideceği yerde karşılaşacağı kavim ile ilgili bilgiler verilmektedir.

 " Ona ayetlerimizden gösterelim diye" cümlesi ile ilgili olarak şunları söyleyebiliriz; Allah cc Muhammed as ı mekkeden kudus'e götürüp orada bazı yerleri göstermiş olduğu şeklinde bir yorumun  ayetin mesajı üzerinde düşünmemenin bir yansıması olduğunu düşünmekteyiz.

İsra s. 1. ayeti Muhammed as ın tebliği için yeni bir dönemin başlangıcı olarak anlaşılabilir. Devam eden ayetlerin, bu dönemde karşılaşacağı topluluk olan israiloğulları hakkında bilgiler vermesi bu düşüncemizi kuvvetlenmektedir.
2. ayette"  Musa'ya Kitab'ı verdik ve İsrailoğullarına: «Benden başkasını vekil edinmeyin» diyerek bu Kitab'ı bir hidayet rehberi kıldık." ifadesi ile , Musa as a verilen kitap ile Muhammed as a verilen kitabın ortak yönü " hüden" kelimesi ile ifade edilmiştir.
3. ayette " Nûh ile beraber (gemiye) yüklediğimiz kimselerin zürriyeti! Şüphe yok ki o ziyâde şükredici bir kul idi." şeklinde buyurulması ise insanların Nuh as a iman etmiş olan Allah cc yi bir ilah olarak kabul eden muvahhidlerin soyundan türedikleri hatırlatılarak insanların atalarının kim oldukları hatırlatılmakta ve onlara, " Nuh as a iman eden atalarınız gibi sizde şimdiki elçi Muhammed kuluma iman edin" mesajı vardır. 

Meryem s. 58. ayetinden önceki ayetlerde , İbrahim , İshak , Yakub,Musa,Harun,İsmail,İdris, as ların isimleri bahsedildikten sonra 58. ayette "İşte bunlar Allah'ın kendilerine nimetler sunduğu peygamberler; Adem'in soyundan, Nuh ile beraber taşıdıklarımızdan; İbrahim ve İsmail'in neslinden ve doğru yola erdirdiğimizden, seçip beğendiklerimizdendirler. Rahman'ın ayetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı." buyurularak bu elçilere iman ettiğini iddia edenlerin bu elçilerin ayet içinde bahsedilen özelliği olan "Rahman'ın ayetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı." şeklindeki yollarına tabi olunması gerektiği hatırlatılmaktadır.

Musa as ın taha s. içinde anlatılan kıssasına baktığımız zaman, ailesi ile Medyen'den çıkıp, 12. ayette "kutsal vadi" olarak bildirilen tuva'ya vardığında Allah cc ona elçilik görevi vermiş ve orada asanın yılan olması ve elin beyazlaması şeklinde iki ayetini göstermiş bu gösterme sebebini 23. ayette "li nuriyeke min ayatinalkübra" (sana büyük ayetlerimizden gösterelim) şeklinde ifade etmiştir. Allah cc Musa as a böyle ayetlerini göstererek ilerki görevi için ona yardım edeceğini ve sadece ona güvenmesini ve kendisinin herşeye kadir bir ilah olduğunu gözüyle görmesini sağlayıp "sırtın yere gelmeyecek" mesajı vermiştir.Musa as kıssasını hatırlayacak olursak Allah cc ayetleri ile Musa as ve inananları galip kılmış , firavun ve ordusunu helak etmiştir.  

Allah cc nin "ayetlerinden göstermesi" ni göz ile kuduste bir şeyler göstermesi olarak değil , üzerine aldığı  elçi ve inananlara yardım etme sözünün nasıl gerçekleşeceğini göstermek şeklinde anlamanın daha doğru olduğunu düşünmekteyiz.

Musa as verilen bu mesaj aynen Muhammed as a da verilmiş ancak bir farkla , Muhammed as a Musa as a verildiği gibi mucize olarak tabir edilen şekli ile herhangi bir ayet verilmemiş olup , Allah cc nin yardımının gelmesi şartı özellikle medine'de inen ayetleri düşünecek olursak, zafer kazanmanın, şartlarını yerine getirmek suretiyle olacağı bedir,uhud,huneyn gibi savaşlar örneğinde gösterilmiştir. 

İsra s. 1. ayetinde anlatılan olayın gerçekleşme şeklinden çok o ayet ile verilmek istenen mesajın üzerinde durulması gerektiğini yazımızın başında vurgulamış ancak bu olayın gerçekleşme şeklinin rüya ile olduğunu tercih ettiğimizi belirtmiştik,bu tercihimizin delillerini ise şu ayetlere dayandırmaktayız. 

 
[017.060]  Sana: «Rabbin şüphesiz insanları kuşatmıştır» demiştik; sana gösterdiğimiz rüya ile ve Kuran'da lanetlenmiş ağaçla, sadece insanları denedik. Biz onları korkutuyoruz, fakat bu onlara büyük taşkınlık vermekten başka birşeye yaramıyor.
 [048.027]  And olsun ki Allah, Peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder. Ey inananlar! Siz, Allah dilerse, güven içinde, başlarınızı tıraş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescidi Haram'a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bilir. Size, bundan başka, yakın zamanda bir zafer verecektir.

Fetih s. 27. ayeti, isra s. 1. ayeti ile birlikte okunup düşünülmesi gereken bir ayet olduğu, isra s. 1. ayetinin mesajı ile ilgili sunduğumuz diğer ayetleride alt alta koyduğumuz zaman anlaşılacaktır. Fetih s. 27. ayetinde Allah cc , Mescidil haram dan, medine olarak anlamak mümkün olan mescidil aksaya götürdüğü kulu ve onunla birlikte olan müslümanları yeniden mescidil harama döndüreceği sözünü vermekte ve bu söz mekkenin fethi ile  gerçekleşmiştir.  

Sonuç olarak ; Allah cc isra s. 1. ayetinde kulu olarak vasıfladığı Muhammed as ı, içinde bulunduğu durum içinde bırakmayarak sünneti olarak tanımlayanan, elçilerini ve iman edenleri kurtarma sözüne uygun olarak bir mesaj vermekte olup bu mesajın gerçekleşeceği haberide fetih s. 27. ayetinde bildirilmektedir. Ayetin mesaj içerikli olması yönünden okunmayarak, mucize veya mitolojik olgularla bezenerek okunması mesajın anlaşılmasında en büyük engel olarak karşımızda durmaktadır. İsra s. 1. ayeti sadece bir yerden bir yere gidşin anlatılması değil bir beldede güçlük çeken mü'minlerin bu güçlüklere katlanması , yeri geldiği zaman o beldeyi terketmeleri ve orada yine Allah cc nin koyduğu zafer şartlarına uygun hareket ettikleri zaman geri dönüşlerinin muhteşem olacağının bir haberi olup bu yaşanmış bir olay olarak karşımızda durmaktadır.Bu konuya belkide farklı bir yaklaşım sayılabilecek şekilde yaklaştığımızın farkında olarak itirazların, ayetler eşliğinde yapılması şartı ile gözönüne alınacağını hatırlatmak istiyoruz.   

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.