İsra s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İsra s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Aralık 2017 Cuma

İsra s. 71. Ayetindeki Biimamihim Kelimesini Yasin s. 12. Ayetinden Anlamak

Kur'an içinde geçen bir kelime şayet birden fazla anlama gelebiliyor ise, o kelimeye verilecek anlamın ayet bütünlüğüne uygun olması gerekmektedir. İsra s. 71. ayetinde geçen Biimamihim kelimesinin, Önder, İmam olarak yapılan çevirileri, her ne kadar kelimenin anlamına uygun olarak çevrilmiş olsa da, içinde bulunduğu ayetin bağlamına uygun bir çeviri olduğunu söylemek güçtür.

يَوْمَ نَدْعُو كُلَّ أُنَاسٍ بِإِمَامِهِمْ ۖ فَمَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَأُولَٰئِكَ يَقْرَءُونَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَتِيلًا

Bu ayetin çevirisi çoğunlukla şu şekilde yapılmaktadır.

 Biz o gün bütün insan gruplarını önderleri ile birlikte huzurumuza çağırırız. O gün her kime kitabı sağ eliyle verilirse, işte onlar kitaplarını okuyacaklar ve kıl kadar zulmedilmeyecekler.

Allah (c.c) bu ayette, hesap gününde nasıl bir durum ile karşı karşıya kalacağımızı bizlere hatırlatmaktadır. Ayette bütün insanların imamları ile birlikte huzura çıkacağı bildirilmektedir. Ayet içinde geçen Biimamihim kelimesinin bu ayette hangi anlama gelebileceğinin, ayetin devamından anlaşılması gerekmektedir. Ayetin devamında kitapların yani herkesin dünya hayatında yaptığı amellerinin kayıtlandığı kitaplarından bahsedilmekte, Biimamihim kelimesinin de kitap kelimesi ile uyumlu bir anlama gelmesi gerektiğini düşünmekteyiz. 

Burada, Biimamihim kelimesinin Kitap anlamına gelip gelemeyeceği sorusu sorulacak, bu sorunun cevabı ise Yasin s. 12. ayetinden bulunacaktır.

إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي الْمَوْتَىٰ وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ ۚ وَكُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُبِينٍ

Şüphesiz ki ölüleri, Biz diriltiriz Biz. İşlediklerini ve geride bıraktıklarını Biz yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta saymışızdır.

Yasin s. 12. ayetinde geçen İmamin Mübin kelimesinin Apaçık bir kitap olarak çevrildiği görülmektedir. Ayet içinde geçen İmamin kelimesine görüldüğü gibi Kitap anlamı verilmektedir. Yasin s. 12. ayetinin tefsirlerinde İmamin Mübin deyiminin ana kitap yani Levhi Mahfuz veya amellerin yazıldığı kitap anlamı verilmekte, amellerin yazıldığı kitap anlamı kanaatimizce daha uygun düşmektedir.

وَكُلَّ شَيْءٍ أَحْصَيْنَاهُ كِتَابًا
Nebe s. 29 ---Oysa biz, her şeyi yazıp saymışızdır.

Nebe s. 29. ayetinde, dünya hayatında yapılan amellerin yazılı olduğunun beyan edilmiş olduğunu dikkate aldığımızda, Yasin s. 12. ayetinde geçen deyimin amellerin yazıldığı kitap olduğu daha net olarak anlaşılmaktadır.

Yasin s. 12. ayetinde geçen İmam kelimesine Amellerin yazıldığı kitap anlamı verildiğine göre, İsra s. 71. ayetinde geçen Biimamihim kelimesine, Önder anlamı verilmek yerine Kitap anlamının verilmesi, bulunduğu ayetin bağlamına daha uygun düşecektir.

Bütün bunlardan sonra sonra İsra s. 71. ayetine şu şekilde bir anlam vermek sanırım yanlış olmayacaktır. 

 Biz o gün bütün insan gruplarını kitapları ile birlikte huzurumuza çağırırız. O gün her kime kitabı sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okuyacaklar ve kıl kadar zulmedilmeyecekler.

 Biimamihim kelimesine verdiğimiz Kitap anlamı, ayetin devamı ile uyum sağlamakta, kitapları ile birlikte huzura çıkan insan guruplarından, kitabı sağından verilenlerin durumları ayet içinde beyan edilmektedir.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

27 Mayıs 2017 Cumartesi

İsra s. 36. Ayetinin Çevirileri Üzerinde Bir Mülahaza

Allah (c.c) İsra s. 22. ayetinden başlayarak 39. ayetine kadar devam emirleri içinde, 36. ayette şöyle buyurmaktadır;

Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilm(ilmun), innes sem’a vel basara vel fuâde kullu ulâike kâne anhu mes’ûlâ(mes’ûlen).

Bu ayetin çevirileri ise genellikle şu şekilde yapılmaktadır;

Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.

İsra s. 36. ayetinin bu şekilde yapılan çevirilerinin, ayetin vermek istediği asıl mesajı tam olarak yansıtamadığını düşünmekteyiz şöyle ki; 

Ayetin bu şekildeki çevirisini okuyan bir kimse, bilmediği bir şey hakkında herhangi bir araştırma ve sorgulama yapmaması gerektiğini ayetten çıkarabilecek ve kafasında bazı sorular oluşacaktır.

Ayetin çevirisi yapılırken dikkate alınması gereken noktanın ayet içindeki ma leyse leke bihi ilmun ibaresi olduğunu düşünmekteyiz. Bu ibarenin geçtiği ayetler Kur'an'ın bel kemiğini oluşturan tevhit ve şirk ile ilgili konular olup, bu ayeti de bu nokta dikkate alarak çevirmek yorumlamak gerektiğini söyleyebiliriz. Bu ibarenin geçtiği diğer ayetlerin mesajı dikkate alınarak yapılan bir çeviri çalışmasının daha isabetli olacağını düşünmekteyiz.

Ilmun; Bir şeyin hakikatinin idrak edilmesi anlamına gelmektedir. Bu idrakın Allah (c.c) den gelen bir bilgi ve belge ile olacağını düşündüğümüz zaman bu ibarenin anlamı Yapılan bir işin veya söylenen bir sözün meşru olduğuna dair Allah'tan gelen bir bilgi olarak anlaşılması gerekecektir. 

[011.046] Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ehlinden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme( ma leyse leke bihi ılmün)! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.

Hud s. 46. ayetindeki bu söz, 45. ayette Nuh (a.s) tarafından oğlunun kendi ehlinden olduğunu söylemesi üzerine söylenmektedir. Allah (c.c) elçisine, söylediği söz hakkında doğruluğuna dair ona kendisinden gelmiş bir bilgi olmadığını buyurarak, elçisini bundan sakındırmaktadır.

[022.071] Onlar Allah'ı bırakıp da O'nun, haklarında hiçbir delil indirmediği (ve ma leyse lehum bihi ılmün), kendilerinde de bir bilgi olmayan şeylere taparlar. Zulmedenlerin yardımcısı olmaz.

Hac s. 71. ayeti, Allah'ın dışında kulluk edilenlerin meşruluğuna dair Allah'tan gelen bir bilgi ve belge olmadığını ifade etmektedir.

[029.008]  Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (ma leyse leke bihi ılmün) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.

[031.015] Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (ma leyse li bihi ılmun) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.

Ankebut s. 8. ve Lukman s. 15. ayetleri bizlere, ana babaya yapılacak itaatın sınırlarını çizmektedir. Eğer ana baba, çocuğuna Allah'ın doğruluğuna dair bir bilgi ve belge indirmediği konularda zorlama yaptıkları takdirde, bu konuda onlara itaat edilmemesi gerektiği bildirilmektedir.

[040.042]  «Siz beni Allah'a (karşı) küfre sapmaya ve hakkında bilgim olmayan şeyleri(ma leyse li bihi ılmün) O'na şirk koşmaya çağırmaktasınız. Ben ise sizi, üstün ve güçlü olan, bağışlayan (Allah') a çağırıyorum.»

Mü'min s. 42. ayetinde, Firavun'a karşı mü'min kişi tarafından söylenen bu söz de, Firavun ve taraftarlarının çağırdığı şey hakkında, Allah tarafından doğrulayıcı bir belge olmadığı söylenmektedir.

Kur'an'ın değişik yerlerinde geçen bu ibareleri dikkate alarak İsra s. 36. ayeti bizlere, Allah tarafından hakkında doğrulayıcı bilgi ve belge bulunmayan şeylerin peşine takılmamamız yani şirke düşmememiz gerektiği, aksi halde bunun bir bedeli olacağı haber verilmektedir.

Bunları dikkate alarak İsra s. 36. ayetine şu şekilde verilebilecek anlamların, ayetin mesajının daha net anlaşılabileceğini düşünmekteyiz. Bu mesajın anlaşılması için ayetin başına parantez açılarak konulacak bir kelime, ayetin mesajının daha net olarak anlaşılmasına yardımcı olacaktır. 

İsra s. 36--- (Meşruluğu- doğruluğu) Hakkında sana bilgi gelmemiş olan şeyin ardına düşme- peşine takılma- o yolu takip etme. Çünkü kulak, göz ve gönül bu yapılanlardan sorumludur. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

16 Aralık 2016 Cuma

İsra s. 16. Ayeti : Mütref Tabakanın Toplumların Helak Olmasındaki Rolü

Toplumların Allah (c.c) ye karşı gelmeleri sonucunda helak edildiklerinin haber verildiği ayetlere dikkat ettiğimizde , toplumların helak olmasına öncülük eden bir takım insanların olduklarını görmekteyiz. Bu insanların öne çıkan özelliği, ellerinde maddi güç olması nedeniyle toplumda söz sahibi olmaları , bu güçlerini kullanarak toplumu istedikleri gibi yönlendirme gücüne sahip olmalarıdır. Helakın sona eren bir süreç değil , kıyamete kadar devam edecek bir süreç olduğunu dikkate aldığımızda , toplumlarda her zaman ellerinde bulundurdukları gücü kullanarak, insanları kendilerinin istediği yönde kullanan bu tabakaya karşı ,her zaman teyakkuz halinde olmanın önemi ortaya çıkmaktadır.

Mütref ; "Kendisine geniş nimet ve bolluk verilmiş kimse" anlamındadır.

[017.016] Biz, bir ülkeyi helak etmeyi irade ettiğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine (mütrefihe)' emrederiz, böylelikle onlar onda fesat çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.

İsra s. 16. ayeti , toplumsal bir yasa olan helakın sünnetini bize hatırlatmaktadır. Allah (c.c) bir ülkeyi durup dururken asla helak etmez. Bir ülkenin helak edilmesi , o ülkede yaşayanların helak edilmeyi hak etmesi ile bağlantılıdır. Bu noktanın çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Allah (c.c) nin bir şeyi irade etmesi , kulların fiilleri ile alakalı olup , kul helak olmayı hak edecek fiilleri işlemedikçe Allah (c.c) nin iradesi devreye girmez. 

İsra s. 16. ayeti bir toplumu helak olmaya götüren sebeplerden birisi olarak o toplumda "Mütref" olarak ifade edilen kesimin yaptıklarını sebep göstermektedir. Allah (c.c) mütref tabakaya "Fesat çıkarın" şeklinde bir emir değil , "Fesat çıkarmayın" şeklinde bir emir vermekte , fakat bu emir mütref tabaka tarafından geri çevrilerek, emre isyan edilmektedir. 

[023.031-33]  Sonra onların ardından bir başka insan-kuşağı yaratıp-inşa ettik.Onlara da kendi içlerinden: «Allah'a ibadet edin. O'nun dışında sizin başka ilahınız yoktur, yine de sakınmayacak mısınız?» (desin) diye içlerinden bir peygamber gönderdik.Onun kavminden, kâfir olup ahirete ulaşmayı inkâr eden ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler (vetrefnehum): «Bu, dediler, sadece sizin gibi bir insandır; sizin yediğinizden yer, sizin içtiğinizden içer.»

[021.011-13] Biz, zulmeden, ülkelerden nicesini kırıp geçirdik ve bunun ardından bir başka kavmi meydana getirdik. Bizim zorlu-azabımızı hissettikleri zaman, oradan büyük bir hızla uzaklaşıp-kaçıyorlardı.Kaçmayınız, sizi baştan çıkaran nimetlere (ütriftum) ve evlerinize dönünüz ki, sorguya çekileceksiniz!

[011.116]  Sizden önceki nesillerin ileri gelenleri, yeryüzünde fesada engel olmalı değil miydiler? Onlardan kurtardıklarımız pek azdır. Kendilerine verilen nimete (ütrifu) karşı haksızlık edenlere uyanlar ise suçlu oldular.

[023.064-67] Sonunda şımarık varlıklılarını (mütrefihim) azabla yakaladığımız zaman feryat ederler. Bugün boşuna feryad etmeyiniz, bizden yardım göremeyeceksiniz. «Âyetlerim size okunduğunda, siz kibirlenerek sırtınızı çevirirdiniz, geceleyin onun aleyhinde ileri geri konuşarak saçmalıyordunuz.»

[034.034] Doğrusu uyarıcı göndermiş olduğumuz her kentin varlıklı kimseleri (mütrefuha), «Biz sizinle gönderilen şeyleri inkar ediyoruz» dediler.

[043.023] Senden önce, herhangi bir şehre gönderdiğimiz uyarıcıya, şımarık varlıklıları (mütrefuha) sadece: «Doğrusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerini izlemekteyiz» dediler.

[056.041-47]  Ashab-ı şimal ki ne ashab-ı şimal! Ne bedbahttır onlar! İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, Ne serin, ne de faydalı olan, kapkara duman tabakası altındadırlar. Çünkü onlar vaktiyle varlık içinde (mütrefine) azıtmışlardı.Büyük günahı işlemekte direnir dururlardı. Ve derlerdi ki: Öldüğümüzde, toprak ve kemik yığını olduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeniden diriltileceğiz?

Yukarıdaki "Mütref" kavramının Kur'an geçtiği ayetlere dikkat ettiğimizde , toplum içinde var olan bu tabaka, sadece dünya merkezli bir hayat inancına sahip olması , ve bu hayatta güç ve servet sahibi olmak için hiç bir kural tanımamak esasına kurulu bir hayatı şeçmelerinden ötürü , kendilerine yaşadıkları hayat içinde tabi olmaları gerekli olan kuralları hatırlatan elçileri ret ederek , yaşamlarını sürdürmek istemektedirler. Bu yaşamı sürdürmek adına servetlerini ve güçlerini ortaya koyarak , insanlar üzerinde baskı ortamı meydana getirmek sureti ile onları da yanlarına alarak, kendileri ile birlikte bütün toplumu helaka sürüklemektedirler.

Tarihin her devresinde bulunan bu tabaka , bugün de dünya üzerinde bulunmakta , geçmişteki atalarının yollarını aynen takip ederek , ellerindeki güç ve servetle insanları baskı altında bulundurmakta, ve güçlerine güç katmanın yollarını aramaktadırlar.


Bankalar bu tabakanın elinde bulundurduğu en büyük maddi güç kaynağı olup , dünyanın çeşitli ülkelerinin başında bulunan yöneticilerin bir çoğu, bu banka sahiplerinin istedikleri yöneticiler olup , bu kimseler yönetim ve maddi güçleri ile dünyanın kaderini ellerinde tutmaktadırlar. İstedikleri ülkede ekonomik ve siyasal krizler çıkararak , o ülkenin kaynaklarını iliklerine kadar sömüren bu insanlar , şu anda dünyada yaşanan bütün savaşların baş aktörleridir.

Sebep oldukları savaşlarda meydana gelen insan kaybı ile dünyanın nüfusunu kontrol altında tutmayı amaçlayan bu insanlar , hem bu yolla amaçlarına ulaşırken , hem de ellerinde olan silah sanayisi ile savaşan taraflara silah satarak kazanç sağlamaktadırlar.

Dünyanın çeşitli ülkelerindeki bankalar vasıtası ile ülke içindeki insanları , daha iyi , daha rahat , daha güzel , daha zengin yaşamak adına borç almaya teşvik etmek sureti ile bütün ülke insanını borç yükü altına sokarak , onları çağdaş köleler olarak yaşamaya mahkum eden bu insanlar , ellerini attıkları ülkeleri ekonomik batağa sokarak , o ülkelerin ekonomik yönden helak olmasına sebep olmaktadırlar. 

Helak dediğimiz olaylar artık gökten taş yağması şeklinde değil , insanların ve toplumların yapmış oldukları hatalar neticesinde sosyal , ekonomik ve askeri olarak işgale uğramaları şeklinde gerçekleşmektedir. Bu işgali mütref tabaka ve onların mensup olduğu ülkeler eli ile yapılmaktadır.

Yaşadığımız ülkeye baktığımız zaman , insanların kendilerine süslü gösterilen hayata ulaşmak için , ev , araba , tatil , tüketim v.s gibi adlar altında dağıtılan krediler ile, gelecek yılları bankalar tarafından ipotek altına alınmış ve bir nevi gönüllü köle durumuna düşürülmüşlerdir. İnsanların aldığı bu kredileri veren bankaların sahipleri , dünyanın en büyük mütref tabakasına mensup olan kişiler olup , sahipleri Türk olan banka sahipleri de , kredi vermek için aldıkları parayı , bu tabakanın sahip olduğu bankalardan almaktadırlar. 

Yani , piramitin dibinde olan halk , lüks yaşam uğruna borçlandığı krediyi, piramitin ortasındaki banka sahiplerinden almakta , bu banka sahipleri ise halka vermek için temin ettikleri krediyi ise , piramitin en tepesinde oturan ve bir elin parmakları kadar sayılı olan dünya mütreflerinin sahip oldukları bankalardan almaktadırlar. Bugün Türkiye genelinde yaşayan milyonlarca kişi bankalara borçlu bulunmakta , bankalar ise verdikleri bu borcu , kökü dışarıda olan daha zengin bankalara borçlanarak temin etmektedirler. 

Borçlu yaşam, kişilerin ve toplumların geleceğinin alacaklılar tarafından ipotek altına alınması demektir. 

İnsanın bir başka insan tarafından köle edinilmesi , insan onuru ile bağdaşmayan bir durumdur. Geçmişte bu durum en vahşi ve acımasız bir biçimde uygulanmış olup , bu çağda farklı bir boyut kazanarak, insanları köleleştirme uygulaması devam etmektedir. İnsanların bir başkasına borçlu yaşaması , o insanların minnet altında kalması ve özgürlüğünün bağlanması anlamına gelmekte olup , yaşadığımız çağdaki mütref tabaka , elinde bulundurdukları bankalar ile insanları borçlanmaya teşvik eden görsel imkanlarını da seferber ederek, insanları kendilerine köle haline getirmektedirler. Aldığı maaşı önce banka kredisi , kredi kartı gibi ödemelerine ayıran, ve kalanı ile gelecek maaş zamanına kadar yaşamak zorunda kalanların, içine düştükleri durum kölelikten farklı bir durum değildir.

Aynı durum devletler için de geçerlidir. Gelir gider dengesini tutturamayan devletler , başka devletlerden veya bankalardan borç almak zorunda kalmaktadırlar. Bu devletler borç parayı sadece faiz ile vermekle kalmayıp , verdikleri parayı nerede ve nasıl harcamaları gerektiğine dair direktifler de vermektedirler. Borçlanan devlet ise bu borcu ödemek için , halkın sırtına çeşitli vergiler yüklemekte , borcu ödeyemediği zaman ise , kendi kuruluşlarını onlara satarak bu borcu ödeme yoluna gitmektedir. 

Söylemek istediklerimiz , Türkiye'nin içinde bulunduğu borç batağına bakıldığında ve zarar ettiği gerekçesi ile yabancılara satılan kuruluşlarımız dikkate alındığında daha kolay anlaşılacaktır.

Bankaların insanların alması için teşvik ettiği kredi çeşitlerine bakıldığında , bu kredilerin tamamen tüketime ve israf ekonomisini körüklemek üzerine kurulu olduğunu görebiliriz. Ellerinde her türlü sanayi ve teknolojik gücü barındıran bu tabaka , vermiş olduğu krediler ile insanların yine kendi ürettikleri ürünleri almasını sağlayarak , hem ürettiklerini satarak kar etmekte , hem de ürettiklerini satmak için verdikleri kredilerden faiz geliri elde ederek çift taraflı kazanç elde etmektedirler.

Bu mütref tabaka, sahip olduğu servet ile "Çağdaş Sihirbazlık" diyebileceğimiz, görsel ve yazılı basını da ellerinde tutmakta , ve insanları istedikleri gibi yönlendirmektedirler. Ak olanı kara , kara olanı ak göstermede mahir sihirbazları vasıtası ile , yaptıkları şeytani işleri örtmekte , insanların dikkatlerini başka yönlere çekerek , dünyanın her tarafında istedikleri oyunu oynamaktadırlar. 

Bu tabaka güçlerine güç , servetlerine servet katmak için yaptığı oyunlarla aslında hem kendilerinin , hem de dünyanın büyük bir felakete sürüklenmesinde en büyük rolü oynamaktadırlar. Çünkü yaptıkları şeytanlıklar sonucunda hak edilecek sonuç , hepimizin aynı gemide olması sebebi ile onların da sonunu getirecektir.

Bu kimselerin ellerindeki gücün ve iktidarın gitmesi , insanların bu kimselere olan bağımlılığının en aza indirilmesi ile mümkün olacaktır. 


İnsanların ve toplumların bankalar ile olan ilişkisi en aza indirgenmeye başladığında, mütref tabaka için tehlike çanları çalmaya başlamış sayılacaktır. Sihirbazları marifeti ile borçlanmayı güzel gösteren , borçsuz yaşamayı aptallık ve gericilik olarak göstererek, insanları kendilerine köle yapmak sureti ile bir nevi helak olmalarına sebep olan bu tabakanın oyununu bozmak, yine insanların kendi elindedir.

Mütref tabaka tarafından süslü gösterilen dünya hayatına tamah etmeyen bir hayatın yaşanması , insanların kazandıkları ile geçinebilmelerini de beraberinde getirecektir. Kazandığı kadar harcamasını öğrenen insanlar borçlu yaşamaktan kurtularak , aynı zamanda bankalara köle olmaktan da kurtulacaklardır. 

Mütref tabakanın insanlara sunduğu hayat tek taraflı ve ahireti hesaba katmayan bir hayat olduğu için , ahiret merkezli bir yaşamın seçilmesi , bu kimseler için sonun başlangıcı olacaktır. Bankalarında para satacak müşteri bulamayanlar , yavaş yavaş kepenkleri indirmeye başlayacak ve büyük bir sıkıntıya düşeceklerdir.

Toplumların helak olmasında önemli role sahip olan mütref tabakanın elindeki imkanların yok edilmesi , insanların helak olmaktan kurtulması anlamına da gelecektir. Bu tabakanın insanlar üzerinde uyguladığı politikalar sonucu , insanlar yaratılma gayelerinden uzaklaşan bir hayat sürmeye başlayarak , dünyevileşme , bu dünyevileşme ise kişisel ve toplumsal bazda helakın önünü açacaktır. 

Sonuç olarak : Kur'an ihtiva etmiş olduğu ayetler ile , insanların dünya hayatlarını düzenlemekte , ve bu hayatta Allah (c.c) tarafından verilen talimatlara uygun yaşamayanları bekleyen tehlikeleri, önceki hayatlardan yaşanmış örnekleri ile göstermektedir.

Kendilerine geçici bir süre için verilmiş olan dünya hayatının geçici menfaatine razı olarak ahireti unutan "Mütref" tabakasının , içinde bulunduğu toplumu helak olmaya sürüklemesinin toplumsal bir yasa olduğunu İsra s. 16. ayeti bizlere hatırlatmaktadır. 

Helakın bitmeyen ve kıyamete kadar devam edecek bir süreç olduğunu düşündüğümüzde , mütref tabakasının yer yüzünü fesada boğmak için yaptığı bütün şeytanlıklara insan olarak karşı çıkmak ve yaratılış amacımız doğrultusunda bir hayat sürmek , bizleri dünya ve ahirette mutluluğa sevk edecektir. 

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.




3 Kasım 2016 Perşembe

İsra s. 58. Ayeti : Toplumların Yıkımının Kitap'ta Yazılı Olması ve Helak'ın Kıyamete Kadar Devam Etmesi

Kur'an'ın helak edilen kavimler ile ilgili ayetleri okunduğunda , akla gelen sorulardan bir tanesi de ,  helak olaylarının devam eden bir süreç olup olmadığı noktasındadır. Helak edildiği haber verilen kavimlerin helak olma sebeplerini, "Sünnetullah" dediğimiz toplumsal yasaların bir sonucu olarak okuduğumuzda, bu sorunun cevabı daha kolay ortaya çıkacak , ve helak'ın hak edişe bağlı olarak kıyamete değin devam edecek olan bir süreç olduğu anlaşılacaktır. 

Kur'an'ın geçmiş kavimler ile ilgili olarak yaptığı anlatımlar , sadece o kavmin yaşadığı zamana has olarak sınırlandırılarak okunduğu, ve o kavimlerin başlarına gelen helak olaylarının, Allah c.c tarafından konulan toplumsal yasaların bir sonucu olarak okunmadığı için , helak olaylarının artık son bulduğu şeklinde bazı görüşler ortaya atılmaktadır. İsra s. 58. ayeti , toplumsal yasaların yani Sünnetullah'ın işleyişi hakkında bizlere bilgi veren bir ayet olup, bu yasaların sebep sonuç ilişkisi dahilinde kıyamete değin işleyeceğini haber vermektedir. 

[017.058]  Hiç bir ülke yoktur ki kıyamet gününden önce Biz orayı helak etmeyelim veya şiddetli bir azaba uğratmayalım. Bu, kitapta yazılıdır.

Bir ülkenin helak edilmesi veya şiddetli bir azaba uğramasının kitap'ta yazılı olmasını , klasik kader anlayışı içinde okuduğumuz zaman , bu ayet doğru anlaşılmış olmayacaktır . Klasik kader anlayışında bir şeyin yazılmış olması , kişilerin ve toplumların iradesinin yok sayılması anlamına gelir ki , böyle bir anlayış Kur'an'dan asla onay almaz. 

Allah c.c nin yazması demek , kişi ve toplumların hayatlarının, onlar daha dünyaya gelmeden ipotek altına alınması , yani o yazılana göre bir hayat sürmesi anlamında değildir. Yazılana göre hayat sürmesi demek, kişi ve toplumların yaptıklarında herhangi bir iradelerinin olmaması , kendileri için yazılmış senaryoya göre hareket etmeleri demek olur ki , imtihanın ve bunun sonucunda ahirette kazanılan cennet ve cehennemin anlamı kalmaz. 

Allah c.c nin yazması demek , kişi ve toplumların yaşadıkları hayat içinde ne yapacaklarını yazması değil , yaptıklarının karşılığında dünya hayatlarında başlarına gelenlerin bir yasaya tabi olması anlamındadır. Bu noktada Allah c.c nin kullarının yapacaklarını önceden bilip bilmemesi sorusu ortaya çıkacak ve bu soruya kısaca , "Allah c.c kullarının yapacaklarını önceden elbette bilir , onun bilmiş olması ,kullarının yapacakları konusunda iradelerini ipotek alması anlamında değil , hür iradeleri ile yapacaklarını bilmesidir"  şeklinde cevap verebiliriz. 

"Toplumsal yasa" veya "Sünnetullah" olarak tabir edilen bu durum, en küçük bireyden başlayarak, bireylerden meydana gelen toplumlar için de geçerlidir. Kişi ve toplumların başlarına gelen helak ve azap olayları, "El-kitap" olarak tabir edilen ve hiç bir şeyin eksik bırakılmadığı (Enam s. 38) yasalar kitabında bulunmakta olup , her toplumun hak edişine göre işleyiş göstermektedir. 

Hak edişe göre işleyen toplumsal yasaların İsra s. 58. ayetinde beyan edilmiş şekli olan "Helak olmak" veya "Şiddetli azaba uğramak" ile sonuçlanan sebepleri , Kur'an içinde geçmiş kavimlerin kıssaları şeklinde bizlere anlatılmaktadır.

Helak edildiği beyan edilen kavimlerin ortak özellikleri müşrik bir toplum olmalarıdır. Ancak şirk denildiği zaman aklımıza sadece, o kavimlerin tapmış olduğu tahtadan taştan putlar gelmekte,  o kavimlerin yaşam sistemlerini kendilerinin oluşturmaları sebebi ile, zaman içinde bu kuralların toplumu fesada uğratması nedeniyle iflas ederek, o kavimlerin helak olmasına sebep olduğu hiç akla gelmemektedir.

Taştan , metalden ve tahtadan yapılmış olan putlar aslında şirk toplumlarının , hayatlarını Allah c.c dışındaki kişi, kurum, ideolojilerden aldıklarının bir göstergesidir. O toplumların hepsi, bu putların canlılıktan nasibi olmadıklarını bilmelerine rağmen ,  o putlara karşı tazimde bulunmak sureti ile, Allah c.c ye kul olmadıklarını cümle aleme deklere etmekteydiler. 

Putlar dün nasıl bu düşünceyi deklere etmek amacı ile kullanılmakta ise , bugün de aynı amaç için kullanılmaktadır. İşitmeyen ve görmeyen putların önünde rüku ve kıyam etmek sureti ile tazimde bulunanların asıl amacı , o putun temsil ettiği düşünceye olan bağlılıklarını göstermektir. 

Şirk denilince bir çoğumuzun aklına, sadece dini bir terim, geri kafalı insanların ağzında gezen çağdaş dünyada yeri olmadığı için, artık  gündemden kalktığı düşünülen bir kelime gelmektedir. Halbuki bu kavram binlerce yıldır nasıl canlılığını sürdüren ,  kıyamete değin de canlılığını sürdürerek , insanlığın en önemli sorunu olarak gündemdeki yerini koruyacaktır. 

Şirk denildiği zaman aklımıza , Allah c.c nin önerdiği yaşam sisteminin aksine ortaya konulan yaşam sistemleri, ve bu sistemlerin zaman içinde toplumların yıkımına sebep olduğu geldiği takdirde , bu kavram daha güncel bir anlam kazanacaktır.

Helak edilen toplumların işledikleri cürümlerden olan , ölçü ve tartıda haksızlık , deveyi kesmiş olmaları yani insan dışındaki canlı hayatına saygı duymamaları , homoseksüellik gibi örnekler verilen toplumların ortak özellikleri ekonomik ve sosyal hayatlarında Allah c.c yi dışlamış olmalarıdır. Kur'an'da verilen bu örnekler aslında insan hayatının bütününü temsil eden ekonomik ve sosyal yanını göstererek , yaşamlarında yanlış yolda gidenlerin zaman içinde yıkıma uğrayacaklarını göstermektedir. 

Biz helak olaylarını peygamber isimleri veya kavimlerinin isimleri ile birlikte , yani Şuayb a.s ın kavmi veya Medyen , Salih a.s ın kavmi veya Semud , Lut a.s kavmi , İbrahim a.s kavmi gibi dile getirmek sureti ile , o kavimlerin işledikleri cürümleri unutarak, o cürümleri işlemenin helaka sebep olduğunu , dolayısı ile bu cürümleri işleyen hangi topluluk olursa olsun hangi zamanlarda yaşarsa yaşasın, belirli zaman içinde yıkıma uğramalarının kaçınılmaz bir son , yani toplumsal bir yasa gereği olduğunu maalesef unutmaktayız. 

Helak olaylarını peygamber veya kavim isimleri ile anmak yerine , ölçü ve tartıda hile yaptıkları için helak olanlar , insan dışındaki canlı hayatına saygı duymadıkları için helak olanlar , ahlaksızlık yaptıkları için helak olanlar , insanların mallarını haksız yere gasp ettikleri için helak olanlar , insanlara zulmettikleri için helak olanlar, Allah c.c dışındakilere kul oldukları için helak olanlar şeklinde andığımız zaman , yapılan cürümlerin yanlışlığının o kavimlerin helakına sebep olduğunu daha kolay anlar , ve onların başlarına gelen sonuçların evrensel bir durum arz ettiğini daha kolay anlayabiliriz. 

Kur'an'da geçen helak olaylarını, konumuz olan İsra s. 58. ayeti ile ilgisini şu şekilde kurmak , Kur'an kıssalarında anlatılan olayların ve onlara verilen karşılıkların evrensel bir mahiyeti olduğunu gösterebilir. 

--- Ölçü ve tartıda haksızlık yaptıkları için, kıyamet gününden önce helak etmeyeceğimiz, veya şiddetli bir azaba uğratmayacağımız, hiç bir kişi ve toplum olmayacaktır , bu değişmez bir yasadır. 

--- Kendilerinin dışındaki bitki ve canlı hayatına saygı duymadıkları için , kıyamet gününden önce helak etmeyeceğimiz, veya şiddetli bir azaba uğratmayacağımız, hiç bir kişi toplum olmayacaktır , bu değişmez bir yasadır.

---Homoseksüellik ve benzeri ahlaksızlıkları işledikleri için , kıyamet gününden önce helak etmeyeceğimiz, veya şiddetli bir azaba uğratmayacağımız, hiç bir kişi ve toplum olmayacaktır , bu değişmez bir yasadır.

---Allah dışında kişi , kurum ve ideolojileri rab ve ilah edindikleri için , kıyamet gününden önce helak etmeyeceğimiz, veya şiddetli bir azaba uğratmayacağımız, hiç bir kişi ve toplum olmayacaktır , bu değişmez bir yasadır.

---İnsanlara zulmettikleri için , onların mallarını ve canlarını haksız yere gasp ettikleri için , dünyayı fesada boğdukları için , insanları yerlerinden ve yurtlarında ettikleri için, kısacası yasaklanan bütün cürümleri işledikleri için , kıyamet gününden önce helak etmeyeceğimiz veya şiddetli bir azaba uğratmayacağımız hiç bir kişi ve toplum yoktur , bu değişmez bir yasadır. 

Bu değişmez yasaya , içki içtiği , kumar oynadığı , faiz aldığı , israf ettiği , hırsızlık yaptığı , zina ettiği gibi , daha bir çok yasağı ilave ederek , bu yasakları çiğneyen kişi ve toplumların helak edileceği, veya bu cürümlerin onlara getirdiği zararları mutlaka dünya hayatlarında çekeceklerini ilave edebiliriz.

İsra s. 58. ayeti , bu gibi cürümleri işlemenin sonunda meydana gelecek olan hak edişlerin ne şekilde karşılık bulacağını anlatan bir ayettir.

[029.040]  Her birini günahı sebebiyle yakaladık; kimine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, kimini bir çığlık yok etti, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Onlara, Allah zulmetmiyordu, fakat onlar kendilerine yazık ediyorlardı.

Bu bağlamda kavimlerin helak oluş biçimleri de gündeme gelecektir. Ankebut s. 40. ayetinde zikredilen helak biçimleri , helak'ın eğer devam eden bir süreç olmuş olsaydı , insanların başına gökten taş yağması veya onların taş kesilmesi gibi bir son ile meydana gelmesi gerektiği gibi iddialara sebep olmaktadır. 

Kavimlerin helak edilme biçimlerinin, din dilinin anlatım üslubu dahilinde anlaşılması gerektiğini düşünmekteyiz. Helak'ın çeşitli yollarla olduğunun anlatılması, o kavimlerin işledikleri cürümlerin ne kadar kötü olduğunun görülmesi için , onların işledikleri cürümlerin kötülüğüne paralel bir helak biçimi ile yaşamlarına son verilmiş olduğu anlatılmaktadır. 

Bizim için asıl önemli nokta, onların helak oluş biçimleri değil , onların helak'ının hangi sebeplerden ötürü gerçekleştiği olmalıdır. Helak'ın oluş şekline değil , nedenlerine bakan bir okuma biçimi , insanlığı yok oluşa götüren sebepleri okuyarak , yapılan yanlışları anlayacak ve yanlışların yapılmaması yönünde uyarılarda bulunarak , şahitliğini yerine getirecektir.  

Tarihte yapılan savaşlar sonucu sahneden silinen bir çok uygarlıklar olduğu tarih kitaplarından bilinmektedir. Yaptığı savaşlarda karşı tarafın ordusundan daha güçsüz olduğu için yenilerek , tarih sahnesinden silinmek, ordusu zayıf olan bir devlet için toplumsal bir yasadır. Düşmanı hezimete uğratmak için gerekli olan hazırlığı yapan orduların galip gelmesi de toplumsal bir yasadır.

Gelir gider dengesini gözetmeyen bireyin de , gelir gider dengesini gözetmeyen devletin de , yaptığı israftan dolayı helak olması toplumsal bir yasadır. Bu helak kişinin veya devletin başına taş yağması şeklinde değil , kişinin ve o devletin halkının fakir ve muhtaç bir duruma düşmesi ile gerçekleşir. Devletlerin muhtaç duruma düşerek , zengin devletlere el açması , zengin devletlerin fakir devletleri sömürerek onları işgal etmesi ile sonuçlanması, o devletlerin helak olması anlamına gelmektedir. 

En yakın örnek olarak komşu ülke Yunanistan bir kaç yıldır büyük bir ekonomik kriz veya Kur'an deyimiyle şiddetli bir azap içindedir. Bu azaba düşme sebebi , gelir gider dengesini gözeten bir mali yapıyı bozmuş olmalarıdır. Bu bozma, ülkenin krize düşmesine sebep olarak , dışarıdan borç almalarına sebep olmuştur. Bu ülke eğer borçlarını ödeyemez durumdan çıkmadığı sürece , her an tehlike altında olacak , toprakları zaman içinde başka ülkeler tarafından talan edilerek helak olacaktır.

Tarihte 700 yıl hüküm sürmüş olan Osmanlı imparatorluğunun yıkılış sebeplerine baktığımızda, bir devletin zaman içinde yapmış olduğu yönetim hataları sebebi ile nasıl dibe doğru battığını , sonunda yıkılarak helak olduğunu görebiliriz. Osmanlı örneğinde bir çok devlet yapmış oldukları hatalardan dolayı, helaka veya şiddetli azaplara layık olmuştur.

Ekonomik , askeri , siyasal ve sosyal bakımdan güçlü olmayan devletlerin zaman içinde yıkıma uğrayarak başka devletler tarafından işgal edilmesi İsra s. 58. ayetinin tecelli etmesi anlamına gelecektir.


Sonuç olarak : İnsanlar ve onların oluşturduğu toplumların , yaşamış oldukları hayat içinde yapmış olduklarından dolayı elde ettikleri artı ve eksi kazanımlar, değişmez toplumsal yasaların bir sonucudur. Kur'an'ın kıssa yollu anlatımlarında adı geçen kavimlerin yapmış oldukları cürümler yüzünden helak edilmiş olduğunu haber verilmesi , o toplumların işlemiş oldukları yüzünden başlarına gelen bir son dur. 

Kavimlerin işlemiş oldukları cürümler , hangi zaman , hangi mekan da , hangi topluluk tarafından işlenirse işlensin , toplumsal yasalar gereği o toplum yıkıma uğrayacaktır. Bu nedenle helak sona ermiş bir süreç değil , aksine kıyamete kadar devam edecek bir süreçtir. 

Bizlere düşen , Kur'an tarafından haber verilen helak olaylarındaki cürümlerin işlenmesine engel olmaya çalışarak, insan olmanın gereğini yerine getirmeye çalışmak olmalıdır. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH C.C BİLİR.


16 Mayıs 2015 Cumartesi

İSRA s. 1-8. Ayetleri Arasını Okuma Kılavuzu

Yazımıza böyle bir başlık atma sebebimiz; zikri geçen ayetlerin, özellikle İsra s. 1. ayetinin geleneksel ve modernist okuma tarzında bir takım yanlışlar üzerine temellendirilerek okunması olup, yazımızda bu ayetlerin nasıl bir bakış açısı altında değerlendirilip okunması gerektiği yönündeki tekliflerimizi paylaşacağız. Tekliflerimizi paylaşırken söylediklerimizin nihai doğrular ve bundan başka doğru yoktur mantığı altında değil, sadece bu yazıyı yazanın bakış açısından kaynaklanan bir düşüncenin ürünü olduğunu baştan hatırlatarak konumuza giriş yapalım.

Bilindiği gibi İSRÂ 1 ayeti hatıra geldiği zaman; geleneksel din algısında ilk önce "Miraç" adı verilen olay hatıra gelmektedir. İSRÂ 1 ayeti böyle bir olayın olduğu bilgisini (en ufak bir delalet ihtimali dahi olmadan) içinde barındırMAmaktadır. Bu olayın olduğuna inananlar, şayet aynı surenin 93. ayetini okudukları takdirde; bu olayın müşrikler tarafından gerçekleşmesinin istendiğini ancak böyle bir olayın asla olmayacağının özellikle belirtildiğini göreceklerdir. NECM Suresi ayetlerinde bu olayın anlatıldığı düşüncesi, bu surenin İSRÂ Suresi'nden önce inmiş olduğu hesaba katılır ve ilgili ayetler ön kabulsuz ve bağlam içinde okunursa, miraç diye bir olayın değil, Muhammed(a.s)'ın Cibril'den vahiy almasının anlattığı açıkça görülebilir.

"Miraç" olayı tamamen mitolojik bir düşünce eseri olup özellikle Hıristiyan düşüncesinde ortaya çıkan elçiyi yüceltici bir düşüncenin eseri olması açısından tehlikeli bir durum arz etmektedir. Allah(c.c), göndermiş olduğu elçilerini, biz kulları tarafından asla onları ilah derecesine veya diğer elçilerle üstünlük yarışına sokulması için göndermemiştir.

Yazımızda geleneksel okuma hatalarından ziyade, geleneğe karşı çıkarak yapılan okumalardaki bir takım hatalara dikkat çekmeye çalışacağız.  

Modernist okuma metodunda, ilgili ayetleri anlamakta problem olarak ortaya çıkan düşüncelerden bir tanesi; 1. ayet içindeki "bi abdihi" (kulunu) kelimesi ile zikredilen kişinin Muhammed(a.s) değil, 2. ayette "ve ateyne Musel-kitabe" (ve Musa'ya Kitabı verdik) ibaresinin 1. ayetle bağlantılı olduğu, "ve" bağlacı ile ayetin başlamış olmasının buna delalet ettiği iddialarını görmekteyiz. Bu düşüncede olanların 1. ayet içindeki "minel mescidil-harami" ifadesini farklı şekilde tevil ederek, belirli bir mekan ismi olmaktan çıkardıklarını ve bu kelimeye "Batınî yorum" olarak ifade edebileceğimiz bir anlam bindirmeye çalıştıklarını görmekteyiz.

Kur'an okumalarında herhangi bir fikre varmak için, önce konu ile ilgili ayetlerin tamamını alt alta koyarak okumak, vardığımız düşüncenin diğer bir ayet ve Kur'an bütünlüğü ile herhangi bir çelişkisi olup olmadığına dikkat etmek zorunda olduğumuzu unutmamamız gerekmektedir. Vardığımız neticenin "Konu ve Kitap bütünlüğü"nü gözeterek bu neticeye varılmış olması ve herhangi bir çelişki arz etmemiş olması gerekmektedir. "Mescidi Haram" deyimi;  Kur'an'da geçtiği bütün ayetlerde belirli bir mekan ismi olarak geçmektedir. Bu terime farklı anlamlar yükleyerek kafamızdaki ön kabullere kurban ettiğimiz takdirde, başka bir ayette geçen kelimenin çelişki arz edeceğini gözden ırak tutmamak gerekmektedir.

Ayrıca "Ve" bağlacı bir konuyu birbirine bağlamak için kullanılabileceği gibi, bir konuyu birbirinden ayırmak için de kullanılmakta, İSRA s. 2. ayeti başka bir konuya giriş yapmakta, dolayısı ile İSRÂ 1 ayeti içindeki "abdihi" kelimesi ile ifade edilen kişinin Musa(a.s) olmasının imkanı yoktur. Bahsedilen kişi; adı geçen mekanda yaşayan Muhammed(a.s)'dır. Böyle bir düşünce içine girilmiş olmasının, ilgili ayetleri Kur'an bütünlüğünü gözetmeden okumanın bir sonucu olduğunu düşünmekteyiz.

İSRÂ 1 ayeti içinde geçen "elmescidil-Aksa" (en uzak mescid) terimi ile ifade edilen yerin nerede olduğu üzerinde yine farklı düşüncelerin üretilmiş olduğunu görmekteyiz. Bu deyim ile ifade edilen mekanın "Beytül Ma'mur" adı verilen ve gökte, meleklerin secde ettiği ve Kabe'nin iz düşümünde bir mescid olduğu olduğu iddiası vardır. Bu düşüncenin rivayetler yardımı ile ortaya atıldığı, Kur'an'da geçen "vel Beyt'il Ma'mur" (TÛR 4) deyiminin Kabe olduğu, Kur'an açısından baktığımızda bu düşüncenin daha doğru olduğu ortadadır. Bu iddianın daha vahim bir tarafı; miraç olayını kabul etmek anlamına gelir. Bu da "İsra" kelimesi ile göğe çıkışın ifade edilmiş olduğu iddiasına gelir ki bu iddianın doğru olması kelime anlamı açısından mümkün değildir.

"Mescidil Aksa" adlı yerin Mekke'nin Cirane vadisinde bir mescid olduğu ve Muhammed(a.s)'ın orada namaz kıldığı şeklinde iddialar olup, İSRÂ 1 ayetinin bu duruma işaret ettiği düşüncesi eski tefsirlerde de yerini bulmuştur. İddialarımızı Kur'an çerçevesinde delillendirmenin daha doğru bir yaklaşım olduğundan hareketle, İSRÂ 7 ayeti içinde geçen "el-mescide" kelimesini göz önüne alarak "Mescidil Aksa" ile ifade edilen yerin neresi olduğu daha doğru ortaya konulabilir.

Bu deyim ile kast edilen yerin Cirane vadisindeki mescid olduğu düşüncesinde olanlar, "Mescidil-Aksa" adı ile bugün bildiğimiz yerin Ömer(r.a) zamanında yapılmış olduğunu, Muhammed(a.s)'ın zamanında bu yerin Kudüs şehrinin çöplüğü olduğunu, dolayısı ile "İsra" adlı olayın gerçekleştiği mekanın Kudüs olması ihtimali bulunmadığı iddialarını dile getirmektedirler.

Kudüs şehrinde şayet bir mescid var ise, ki var olduğunu İSRÂ 7 ayetinde görmekteyiz, bu mescidin yıkık ve harap olmuş olması, orasının "Mescid" adı ile anılMAmasını gerektirmez. "Mescidil-Aksa" olarak anılmış olması, orada bina halinde yapılmış olan ve Muhammed(a.s) hayatta iken orasının imarlı bir halde olması gerektiğini de ifade etmez. Süleyman(a.s) tarafından yapılmış olan bir mescidin var olduğu ve bu mescid harap bir halde olmuş olması, sembolik olarak ifade ettiği anlamdan herhangi bir şey kaybetmiş olacağı anlamına gelmez.

"Mescidil-Aksa" ve "Mescidil-Haram" terimlerinin ortak yönüne baktığımızda; her iki terimde geçen "Mescid" kelimesi ile ifade edilen yerin ortak bir bağının olduğu ve bu bağın Musa(a.s) ve Muhammed(a.s)'ın beslendiği kaynağın aynı olduğunun beyanı açısından okunmasının bizleri daha doğru bir neticeye ulaştıracağını düşünmekteyiz.

"Aksa" (en uzak) tabiri Mekke'ye olan uzaklığı göz önüne alınarak ifade edilmiş olup, Muhammed(a.s)'ın yaşadığı zaman içinde tabela ismi olarak "Aksa Mescidi" şeklinde orasının bilindik bir ismi olmayıp Kur'an'ın Mekke şehrine olan uzaklığını göz önüne alarak belirtmiş olduğu bir terkiptir. Bilinen ismi "Süleyman Mabedi" olup, bu mabedle olan ilişkiyi ilgili ayetler ile ilgili okuma metodu teklifimizde açıklamaya gayret edeceğiz.

Buraya kadar ilgili ayetler ile öne sürülen farklı görüşlere katılmama gerekçemizi izah etmeye gayret ettik. Yazımızın bundan sonraki bölümünde ilgili ayetleri okurken göz önünde bulundurulması gereken noktaları ele almaya çalışacağız.

Konumuz ile ilgili ayetlere yapılan yorumlarda hata yapıldığını düşündüğümüz nokta şu dur; ilgili ayetler sadece yaşandığı zaman ve mekan dahilinde değerlendirilmeye tabi tutulmakta ve bu ayetler, nasıl bir mesaj taşıdıkları düşüncesi ışığında okunmamaktadır.

İSRÂ 1 ayeti ile ilgili olarak tefsirlere baktığımızda "İsra" (gece yürüyüşü) olayının bedenen mi, yoksa uykuda görülen bir rüya şeklinde mi gerçekleştiği tartışılmıştır. Kanaatimizce bu olayın bedenen veya rüya ile gerçekleşmiş olmasının tartışılmasının herhangi bir faydası olmayıp, her iki şekilden birisi ile gerçekleşmiş olması muhtemeldir. İlgili ayetleri okurken yürütülmenin keyfiyetini değil, yürütülme ile verilmek istenen mesajın ne olması gerektiğini düşünmenin daha faydalı olacağını düşünmekteyiz.

İlgili ayetlerin nazil olduğu Mekke dönemini kısaca hatırlamak, konuyu anlamanın başlangıcını teşkil etmektedir. Mekke dönemi; bilindiği gibi Muhammed(a.s) ve ona tabi olan iman edenlere baskı, işkence ve zulümlerin had safhaya vardığı bir dönemdir. Musa(a.s) kıssasının Firavun ile mücadelesinin anlatıldığı ayetler, bilindiği gibi Mekke'de nazil olmuştur. Bu mücadelenin anlatılma sebebi tarihi bilgi vermek değil, geçmişteki zalimlerden kurtulmanın Musa(a.s) örnekliğinde nasıl gerçekleştiği, önce Muhammed(a.s) ve onunla birlikte olanların, sonra da bizler gibi sonradan gelenlerin o mücadele örnekliğinden ibretler çıkarılmasına matuftur.

"İsra" (gece yürüyüşü), müşrik kavimler ile mücadele sürecinin sonunda ve müşrik kavmin helak edilme sürecinin başlaması ile ilgili bir kelime olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır. Musa(a.s) kıssasına baktığımızda; Firavun ve ordusunun helak edilmesi, Musa(a.s)'ın kavmini "isra" yani gece yürüyüşüne çıkarması ile başlamıştır (ŞUARA 52).

Muhammed(a.s)'a bedenen veya uykuda böyle bir yürüyüş yaptırılmış olmasını, ona Rabbi tarafından zulümden kurtulmasının yolunu göstermesi açısından okunması gerektiğini düşünmekteyiz. Musa(a.s) ve İsrailoğulları nasıl "İsra" ile Firavun zulmünden kurtulmuş ise, Muhammed(a.s) ve onunla birlikte olanlar böyle bir hicret sonunda başarıya ulaşacaklardır ve 10. yılın sonunda Mekke'nin fethedilmesi, bu zulmün sona ermesi ve Mekkeli müşriklerin Firavun misali yenilgiye uğraması olarak okunması gerektiğini düşünmekteyiz.

İSRÂ 1 ayetini Muhammed(a.s)'a hicret etmesi gerektiğini bildiren, devam eden 2-8 ayetlerinde İsrailoğulları'nın zikredilmiş olmasını ise, onların yaşadıkları belde olan "Yesrib"e yani Medine'ye hicret etmesi gerektiği ve onların nasıl bir yapıda olduğunu bildiren ayetler olarak okumak mümkündür.

İSRÂ 2-8 ayetleri; Müslümanların Medine'de karşılaşacakları topluluğun, Allah(c.c)'nin göndermiş olduğu elçilerden olan Musa(a.s)'a tabi olduğunu iddia eden bir topluluk olduğunu, dolayısı ile "Ehli Kitap" olarak aralarında bir bağ olduğunu hatırlatmaktadır. Aynı ayetler, İsrailoğulları'na hitaben daha önceki çıkardıkları fesadlarında başlarına geleni hatırlatarak, karşılacakları Müslümanlara karşı aynı fesada devam ettikleri takdirde, Sünnetullah yasalarının işleyerek bozguna uğratılacakları haberi verilmektedir.

Kur'an'ın Medine'de inen ayetlerine baktığımızda; İsrailoğulları'nın Müslümanlar aleyhine yapmış oldukları fitne ve fesadın, onları nasıl bir sona uğrattığını açık ve net bir biçimde görmüş olmamız, İsrailoğulları'nın geçmişte yapmış oldukları fitne ve fesadın cezasını nasıl çekmişlerse, aynı fitne ve fesadı Müslümanlar aleyhine yapmış olmaları sonucunda, Sünnetullah yasalarının tekerrür ederek nasıl bir bozguna uğradıklarını bizlere göstermektedir.

İSRÂ 1-8 ayetlerini sadece Muhammed(a.s)'ın yaşadığı zaman ve mekan çerçevesinde değil, yaşanan her çağa dönük mesajlar olarak okumanın, Kur'an'ın evrensel mesajına uygun bir okuma biçimi olduğunu düşünmekteyiz. Dünyanın her neresinde olursak olalım, içinde bulunduğumuz şartlar bizleri Allah(c.c)'nin dinini yaşamaya engel teşkil ediyorsa, bulunduğumuz belde dışında yaşama alanı aramak yani hicret etmek, bizden önceki elçilerin ve onlara tabi olanların uygulamış oldukları bir yoldur.

Musa(a.s) ile birlikte olan İsrailoğulları, Firavun zulmünden kurtulmak için Musa(a.s) önderliğinde bir mücadeleye girişmişler, uzun yıllar süren mücadele sonunda Firavun ve ordusu helak edilerek İsrailoğulları kurtuluşa ermişlerdir. Bu mücadele süreci Sünnetullah dediğimiz yasaların işlemesi sonucunda başarıya ulaşmıştır. Aynı Sünnetullah kuralları, bir başka zaman İsrailoğulları üzerinde yine işlemiş olup, fitne ve fesada koştukları zaman nasıl bir işleyiş ile karşılacaklarını 2-8 ayetleri arasında görmekteyiz. Bu yaşananlar örnek gösterilerek ilerleyen zamanlarda Müslümanlar aleyhine yapabilecekleri fesad hareketlerinin onlara pahalıya mal olacağı şimdiden haber verilmektedir.

İSRA s. ayetleri İsrailoğullarının gelecek bir zamanda Müslümanlar tarafından yenilgiye uğratılacağını haber veren ayetler değildir. Hele hele rivayetlerde geçen "Melhame-i Kübra" olarak bilinen bir savaşı işaret eden ayetler hiç değildir. Bu ayetler Allah (c.c) nin yeryüzüne koyduğu evrensel toplumsal yasaların İsrailoğulları örneğinde nasıl işlediğini göstermekte, aynı yasaların bütün toplumlar için de geçerli olduğunu bildirmektedir.

Bugün yeryüzünde İsrail, Amerika gibi müstekbirlerin yıkımının, kıyamete yakın bir sürede geleceğine inanılan İsa ve Mehdi eli ile gerçekleşeceğine inanarak o zamanı beklemek, Müslümanların zilletini artırmaktan başka bir işe yaramamakta, zilletten kurtuluşun yolu ise, Musa (a.s) önderliğindeki İsrailoğullarının Firavun'dan nasıl kurtulduklarını bildiren ayetlerdedir. 

Sonuç olarak; İSRÂ 1-8 ayetleri bir bağlam dahilinde okunarak, Muhammed(a.s)'ın belirli bir mekandan bir başka mekana götürülmesinin, Musa(a.s) örnekliğindeki gece yürüyüşünün başarıya ulaşmış olması hatırlatılmış ve bu hatırlatma, Muhammed(a.s)'ın İsrailoğulları'nın kutsal beldesindeki "Mescid"e "isra" yani gece yürüyüşü ile yapılmıştır. Bu yürütülmenin keyfiyetinden çok, verilmek istenen mesajı okumaya çalışmanın, konu ile ilgili bir takım yanlış düşünceler içine girilmesine engel olacağını düşünmekteyiz. Bu mesajı, Muhammed(a.s)'ın içinde bulunduğu zulüm ve baskıdan nasıl kurtulabileceği daha önce yaşanmış olan canlı örnekten yola çıkılarak gösterilmesi olarak okuyabiliriz. Olayı sadece belirli bir mekandan bir başka mekana götürülmek şeklinde okuyarak "mucize" şeklinde değerlendirmek, verilmek istenen mesajı anlamamaktan kaynaklanan ve elçiyi merkeze alan bir düşüncenin ürünüdür. Halbuki ilgili ayetler evrensel mesajlar taşımakta olup, her devirde karşımıza çıkan zorluklarla nasıl bir yol ile başa çıkabileceğimiz bizlere gösterilmiştir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

2 Haziran 2014 Pazartesi

İsra s.59.Ayeti ile Muhammed a.s ın Mucizeleri!! Arasında Kalmak

Bugün müslümanlar arasında Muhammed as ın Allah cc nezdindeki konumu konusunda farklı algıların mevcudiyeti bir gerçektir. Özellikle diğer elçilere verildiği gibi dilimizde mucize olarak bildiğimiz  görsel ayetler den ona verilmeyişi bizlerde diğer elçilere karşı bir eziklik ! duygusu uyandırmış ve "sende ne varsa bizde iki misli var" kabilinden ona atfen bir çok mucize hikayeleri uydurulmuştur. Elçileri yarıştırma mantığı içinde yürütülen bu gizli savaş! müslümanlar arasında bir akide haline dönüşmüş ve bu mucizeleri red etmek dinden çıkmak anlamında görülmeye başlanmıştır, gerçekten bu böylemidir? diye sorduğumuz zaman ve bu sorunun cevabını kur'anda aramaya kalktığımız zaman alacağımız cevap , kesinlikle hayır olacaktır.

Bir müslümana eğer , "kur'an senin için ne ifade ediyor?" diye sorduğumuz zaman alacağımız cevap , " kur'an Allah cc nin indirdiği bir kitab ve o kitab bizler için ana kaynaktır" cevabı olacaktır, ama bu cevap tercih noktasında hayat içinde karşılığını çoğu zaman bulmamakta , rivayetler ve kur'an arasında kalındığı zaman tercih edilen kaynağın rivayetler olduğu görülmekte olup bu durum ona atfedilen mucizeler!! içinde geçerlidir. Kur'an ayetlerinin bir çoğu Muhammed as a böyle bir şeyin verilmediğini bildirmesine rağmen bir çoğumuz bu ayetleri arkaya atarak rivayetler ile inanç haline getirilmiş sahte mucize hikayelerine iman eder olmuştur. Bu yazımızda şahitliği yerine getirmek için bu konunun kur'an ayetlerinde nasıl bildirildiğini paylaşacağız inş. 

Muhammed as ın mekkeli muhatapları onun elçiliğini inkar ederek ondan , okuduğu ayetler dışında görsel ayetler istemişlerdir , bu istekleri kur'an ayetlerinde şöyle anlatılmaktadır. 

 [006.037]  Ve dediler ki: Ona Rabbından bir ayet indirilmeli değil miydi? De ki: Şüphesiz Allah, ayet indirmeye kadirdir. Ne var ki, onların çoğu bilmezler.
 [006.109]  Onlar, bütün güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki; eğer kendilerine bir ayet gelirse mutlaka ona inanacaklar. De ki: Ayetler; ancak Allah'ın nezdindedir. O, geldiği zaman da onların yine inanmayacaklarının farkında değil misiniz?
 [010.020]  Bir de «Ona Rabbinden  bir âyet indirilse ya!» diyorlar. De ki: «Gaybı bilmek ancak Allah'a mahsustur, bekleyiniz bakalım, ben de sizinle beraber bekleyeceğim şüphesiz.»
 [013.007]  Küfredenler, derler ki: Ona Rabbından bir ayet indirilmeli değil miydi? Sen; ancak bir uyarıcısın ve her kavmin bir yol göstericisi vardır.
 [013.027]  Küfredenler dediler ki: Rabbından kendisine bir ayet inidirilmeli değil miydi? De ki: Allah dilediğini saptırır, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir.
 
[025.007]  Ve dediler ki: «Bu Resûl için ne var ki, yemek yiyor ve çarşılarda yürüyor ona bir melek indirilmeli değil mi idi ki, artık O'nunla beraber bir korkutucu olsa idi!»
 [006.008]  «Ona bir melek indirilmeli değil miydi?» dediler. Bir melek indirmiş olsaydık iş bitmiş olurdu da onlara göz bile açtırılmazdı.
 [011.012]  Şimdi belki de sen, onların: «Ona bir hazine indirilse veya beraberinde bir melek gelse ya!» demeleri yüzünden için sıkılarak, sana vahyolunanın bir kısmını terkedecek olursun. Fakat sen, ancak bir uyarıcısın. Allah ise herşeye vekildir.
 [017.090-95] Şöyle söylediler: «Bize, yerden kaynaklar fışkırtmadıkça sana inanmayacağız»,«Veya hurmalıkların, bağların olup, aralarında ırmaklar akıtmalısın.»«Yahut da iddia ettiğin gibi, göğü tepemize parça parça düşürmeli, ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin.»«Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla inanmayız.» De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer bir elçiyim. İnsanlara doğruluk rehberi geldiği zaman, inanmalarına engel olan, sadece: «Allah peygamber olarak bir insan mı gönderdi?» demiş olmalarıdır. De ki: «Yeryüzünde yerleşip dolaşanlar melek olsalardı, biz de onlara gökten peygamber olarak bir melek gönderirdik.»
 [029.050-51]  Ve dediler ki: «Onun üzerine Rabbinden âyetler indirilmiş olmalı değil mi idi?» De ki: «O âyetler ancak Allah'ın indindedir ve ben ancak bir apaçık nezirim.» Kendilerine okunan bir Kitap'ı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan topluluk için rahmet ve ibret vardır.
 [020.133]  Rabbından bize bir ayet getirseydi ya derler. Onlara önceki kitablarda apaçık deliller gelmedi mi?

Yukarda verdiğimiz ayet meallerinde Muhammed as ın mekkeli muhataplarının okunan vahiy haricinde gözleri ile görecekleri ayet yani mucize olarak bildiğimiz şeyler istenmiş ve her defasında bu istekler red edilmiştir.

Muhammed as ın vefatı sonrasında oluşturulan insan üstü elçi portresinin bir uzantısı olarak rivayet kitaplarında ona atfen onlarca mucize!! uydurulmuş ve bir akide konusu haline getirilmiştir. Bu ayetlerin hiç bir olmasa sadece isra s. 59. ayeti bu konuda bizlere bir bilgi vermiş olsaydı bu ayet bile bizim mucize diye bir şey olmadığına dair düşüncemizi oluşturmaya yeterli gelirdi. 

 [017.059]  O istenilen âyetler (mu'cizeler) le risalet vermekten bizi men'eden de yoktur, ancak onları evvelki ümmetler tekzib ettiler, Semude gözleri göre göre o nakayı verdik de onunla kendilerine zulmettiler, halbuki biz o âyetleri ancak korkutmak için göndeririz

İsra s. 59. ayetinde net olarak ve hiç bir farklı bir te'vile gerek kalmayacak şekilde , Muhammed as dan istenen mucize nin verilmeme sebebi nin, mekkelilerin onuda red edecekleri ve bu red edişleri neticesinde semud kavmi gibi helak edilecekleri  bildirmektedir. 

Kur'anda helak edildiği bildirilen kavimlere uygulanan sünnet'in uygulaması bu şekildedir, şayet Muhammed as a böyle bir mucize verilmiş olsaydı bu mucizeye inanmayanların helak edilmeleri gerekirdi. Burada yapılan çok vahim bir hata vardır şöyleki; Muhammed as ı yüceltmek adına onun adına uydurulan mucize iftiraları Allah cc nin kadrini düşürmek anlamına gelmektedir, diğer kavimler için geçerli olan helak sünneti mekkeli ler içinde geçerli olup eğer görsel bir ayet indirilmiş olsaydı bunu red edecekler ve helak üzerlerine hak olacaktı. Allah cc nin sünnetini bilmeden sadece başka elçilerden aşağı kalmasın şeklinde uydurulan bu iftiraların sahipleri ve savunucuları hesap gününde bu iftiralarının karşılıklarını nasıl alacaklarını söylemeye bile gerek yoktur.

Şimdi bir tercihte bulunmamız gerekmektedir, ya rivayetler ile örülmüş mucize hikayelerini kabul edip isra s. 59. ayeti ve benzerlerini red edeceğiz, yada o kadar kitaplar , o kadar alimler bunu bilmiyorda senmi biliyorsun şeklinde itiraz edip ayetleri arkaya atacağız. 

Müslüman olmak demenin , Allah cc nin indirmiş olduğu kitaba tabi olmak demek olduğunu, din adına gelen bilgiler eğer kur'ana ters ise bu bilgi eğer Muhammed as adına geliyorsa " o kur'ana rağmen ona aykırı bir söz söylemez" diyerek o bilginin adının sadece Allah ve resulune bir ifira olacağı, eğer bu bilgiler meşhur alim!! olarak bilinenlerden geliyorsada onların söylediklerinin Allah ve elçisine iftira olduğu bilinmelidir. 

Sonuç olarak; kur'ana aykırı olarak oluşturulmuş din algısı içinde önemli bir yer tutan Muhammed as ın mucizeleri!!! bölümü kur'an ayetlerini red ederek oluşturulmuş bir algı olup , müslümanlar , ya kur'ana rağmen gelen bilgileri kabul etmeye devam edip kur'anı inkar edecekler , ya kur'an ayetleri bizim için her konuda bilgi ve inanç kaynağı dır diyerek bu gibi iftiraları red eceklerdir. 

                                         EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

26 Mayıs 2014 Pazartesi

İsra s. 2-8. Ayetleri İle İlgili Bir Düşünce Çalışması

Bu yazımız bundan önce yazmış olduğumuz , "isra s. 1. ayetinin mesajı üzerine bir düşünce çalışması " başlıklı yazımızın  devamı mahiyetindedir. Adı geçen yazımızda , isra s. 1. ayetinin sonraki ayetler ile bir bağı olduğunu hatırlatarak 2.ve 3. ayetleri yazımız içinde ele almıştık. O yazımızı kısaca hatırlayarak 1. ayet sonrası ayetler ile ilgili düşüncelerimizi paylaşalım.

İsra s. 1. ayeti , Allah cc nin kendi üzerine vazife kıldığı elçilerine ve mü'minlere yardım etme sözünün Muhammed as ve ona iman edenler içinde geçerli olduğunu hatırlatmakta olup, bu durumu Musa ve Lut as ı kurtarması ile ilgili ayetler de geçen kelimeler ile arada bir bağ kurarak anlatmaya çalışmıştık. İsra s. 1. ayeti Muhammed as a mekke'den hicret etmesi konusunda ona yol gösteren bir ayet olduğunu bunu devam eden ayetlerde hicret edeceği yerdeki karşılaşacağı kavim olan israiloğulları ile ilgili bilgiler vermesinden anlamaktayız. Kısaca bu hatırlatmayı yaptıktan sonra konumuz ile ilgili ayetlere geçebiliriz.

Ve âteynâ mûsel kitâbe ve cealnâhu huden li benî isrâîle ellâ tettehızû min dûnî vekîlâ(vekîlen).
 [017.002]  Musaya da kitab verdik ve onu Beni İsrail için bir hidayet rehberi kıldık, şöyle ki: benden başka bir vekil tutmayın diye.

2. ayette Musa as a verilen kitabın, israiloğullarına yol gösterici ve Allah cc den başkasını vekil tutulmaması gerektiğini hatırlattığı beyan edilmekte olup aynı hatırlatmalara sahip olan kitabın'da Muhammed as verilmesi ile arada bir ortak bağ olduğu bildirilmektedir.Muhammed as a verilen kitap'ta o kitabın hidayet olduğu ve Allah cc den başkasını vekil tutmamamız bir çok ayette emredilmektedir.

[002.002]  İşte bu kitab, onda hiç bir şüphe yoktur, müttekiler için hidayettir.
[002.185]  Ramazan ayı, ki onda Kuran, insanlara yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi. Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah size kolaylık ister, zorluk istemez. Bu kolaylıkları, sayıyı tamamlamanız ve size yol gösterdiğine karşılık O'nu ululamanız için meşru kılmıştır; ola ki şükredersiniz.
[027.001-2]  Ta, Sin, Bunlar Kuran'ın, Kitab-ı Mübin'in ayetleridir. Mü'minler için bir hidâyettir ve bir müjdedir.
[031.001-3] Elif, Lam, Mim. Bunlar sana o hikmetli kitabın âyetleri Muhsinler için bir hidâyet ve bir rahmettir.
[041.044]  Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı dilden (kitap) olur mu? De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağırılıyor (da Kur'an'da ne söylendiğini anlamıyorlar.)
[004.081]  «Peki» derler, fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden bir takımı, geceleyin senin dediklerinden başka bir şey kurarlar. Allah gece tasarladıklarını yazıyor, onlara aldırış etme. Allah'a güven, vekil olarak Allah yeter.
[004.132]  Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter.
[033.003] Allah'a güven, Allah, vekil olarak yeter.

Zurriyyete men hamelnâ mea nûh(nûhin), innehu kâne abden şekûrâ(şekûren).
Nuh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin nesli! muhakkak o, çok şükreden bir kul idi.

2. ayette ismi geçen israiloğulları ile ilgili olarak 3. ayette onlardan "Nuh ile taşınanların soyundan" oldukları ve Nuh as ın şükreden bir kul olduğu hatırlatması yapılmakta olup bu hatırlatmanın sebebi üzerinde biraz duralım. Bilindiği gibi Nuh as ile birlikte gemide taşınanlar insanlığın ikinci atası olarak bilinir, tufan olayında bütün inanmayanlar helak olmuş ve insanlık yeniden o gemiden inen insanların çoğalması ile devam etmiştir. Burada hitaba dikkat edilecek olursa Nuh tufanının bölgesel olduğu gibi bazı yorumların yanlış olduğuda ortaya çıkmakta olup insanların o gemideki insanların nesli oldukları hatırlatılmaktadır.

Meryem s. 58. ayetinden önceki ayetlerde , İbrahim,İshak,Yakub,Musa,Harun,İsmail,İdris as ların isimleri zikredildikten sonra " İşte bunlar; Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Adem in soyundan, Nuh ile beraber taşıdıklarımızdan ve İbrahim ile İsrail'in neslinden, hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Rahman'ın ayetleri onlara okunduğu zaman; ağlayarak secdeye kapanırlardı." buyurularak insanlar arasında ortak bir bağ kurulmaktadır. Bu durum yasin s. 41. ayettede hatırlatılmaktadır "Onların zürriyetlerini dopdolu bir gemide taşımamız da onlar için büyük bir ibrettir."

Ve kadaynâ ilâ benî isrâîle fîl kitâbi le tufsidunne fîl ardı merreteyni ve le ta’lunne uluvven kebîrâ(kebîren).
[017.004]  İsrailoğullarına Kitap'da: «Doğrusu yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacak ve kibirlendikçe kibirleneceksiniz» diye bildirdik.

"Qada" kelimesi, "ister sözle ister fiille olsun bir meselede veya işte nihai ayrımı yapmak" anlamında olup , ilahi ve beşeri olmak üzere iki ayrılır.(el müfredat)

İsrailoğullarının arz'da iki defa fesad yapacakları şeklinde verilen haberin kaynağı "el kitab" olarak ayette bildirilen, diğer ayetlerde "levhi mahfuz" olarak gördüğümüz Allah cc nin indindeki bilgi için kullanılan bir kelimedir. İsrailoğullarının arz üzerinde iki defa fesad yapacaklarının kitab'ta hükmedilmiş olması sanki onların bu fesadları haşa Allah cc tarafından onlara bir cebir şeklinde olacak  gibi görünmesine rağmen bu konuyu , Allah cc nin kullarına irade vermesi ve yaptıklarını bu iradelerini kullanarak yapmaları ve bunun neticesinde cennet veya cehennemi hakettiklerini bildiren ayetler eşliğinde okuyacak olursak bu fesadı kendi iradeleri ile yaptıkları anlaşılır. 

Arz üzerinde iki defa fesad çıkarmaları israiloğulları üzerine yazılmış olması ilk fesad dan sonra toparlanıp eski gücüne kavuşanların bu güçlerine güvenerek yeniden bir fesad hareketine giriştikleri takdirde yine aynı şeyler ile karşılaşacakları bildirilmektedir.

Bu ve sonraki ayetlere geçmeden ilgili ayetleri anlamamıza yardımcı olması için şunları söyleyebiliriz. Allah cc nin arz üzerindekiler için koymuş olduğu sünnetlerden birisi de fesadçıların engellenmesi olup bu engellemeyi diğer kullarının eli ile yaptırmasıdır. 

 [002.251]  Sonunda Allah'ın izniyle onları yendiler. Davud da Câlût'u öldürdü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir.
[022.040]  Onlar, başka değil, sırf «Rabbimiz Allah'tır» dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.

Bakara s. 251 ve hacc s. 40. ayetlerinde , Allah cc nin bir kısım insanı diğer bir kısım ile defetmesi şeklinde bir sünneti olduğunu görmekteyiz. İsrailoğulları da arz üzerinde yaşayan kavimlerden olup bu sünnetin de onlar için geçerli olup yerine geldiği haberi verilerek ne zaman böyle bir fesada girişseler o fesadın yanlarına kar kalmayacağı haber verilmektedir. 

 Fe izâ câe va’du ûlâhumâ beasnâ aleykum ibâden lenâ ulîbe’sin şedîdin fe câsû hılâled diyâr(diyâri), ve kâne va’den mef’ûlâ(mef’ûlen).
[017.005]  O ikiden birincisinin vakti gelince, üzerinize çok güçlü olan kullarımızı saldık. Onlar, memleketin her köşesini kontrollarına aldılar. Bu, yerine gelmiş bir vaad idi.

İsra s. 5. ayeti , bu sünnet'in israiloğulları üzerindeki uygulamasının gerçekleşmiş olduğunu haber vererek, verilen sözün yerine gelmiş olmasını , bundan sonraki yapacakları fesad için aynı sünnet'in cari olacağı bildirilmektedir. Bu ilk vaad'in ne zaman ve nasıl yerine geldiği konusunda tefsir kitapların da yorumlar bulunmakla birlikte konuya evrensel bir geçerlilik açısından bakmak tercihinde bulunduğumuz için bu tür yorumlar ile yazının hacmini genişletip okuyucuyu sıkmak istemiyoruz.

Yeri gelmişken şunu da hatırlatmak yerinde olacaktır; kur'an ayetlerine baktığımızda israiloğulları ile ilgili ayetlerin hayli bir yekün tuttuğu görülecektir, bunun sebebi insanın olumsuz tarafının bu kavim üzerinde bariz olarak ortaya çıkması ve onların bu yaptıklarının karşılıklarını nasıl aldıkları gösterilerek bizlere " onlar gibi olmayın" mesajı verilmektedir, ayetleri sadece israiloğulları çerçevesinde değerlendirdiğimiz zaman sadece kuru bir düşmanlık la sınırlı kalacak ve bize ibret olarak okunması gibi bir durum olmayacaktır. İsra s. 2-8. ayetlerinin de bu mantık çerçevesinde okunması ve ibret alınması gerektiğini düşünmekteyiz.

Summe redednâ lekumul kerrete aleyhim ve emdednâkum bi emvâlin ve benîne ve cealnâkum eksere nefîrâ(nefîren).
[017.006]  Sonra da onların üzerine tekrar size bir galibiyet verdik ve size mallar ile ve oğullar ile imdat ettik ve sizi aşiretce (düşmanlarınızdan) daha ziyâde kıldık.

6. ayet yine geçerli olan bir sünnet olan yıkımın ardından yükselmeyi ifade etmektedir. Bu şekil bir yükseliş kur'anda helak edilen kavimlerin üzerine kurulan medeniyetler ve o medeniyetlerin yine helak edilmesi ile ilgili olarak anlatılmaktadır. Bu olguyu özellikle mü'minun suresinde anlatılan kıssalarda ve Nuh as kıssası sonra 31-44. ayetlerde görmek mümkündür. 6. ayet'te anlatılan bir durum toplulukların yaşadıkları hayat içindeki iniş çıkışları olup "her inişin bir çıkışı , her çıkışın bir inişi vardır" şeklindeki kural gereğince hiç bir topluluğun elindeki güce güvenerek zulme sapmaması hatırlatılmakta olup bunun tersi bir durumda karşılacaklarının kendilerinden kuvvetli başka bir topluluk tarafından alt edilmeleri olduğu 7. ayette anlatılmaktadır.

İn ahsentum ahsentum li enfusikum ve in ese’tum fe lehâ, fe izâ câe va’dul âhıreti li yesûu vucûhekum ve li yedhulûl mescide kemâ dehalûhu evvele merretin ve li yutebbirû mâ alev tetbîrâ(tetbîren).
[017.007]  İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.

7. ayette , fesadın devam etmesi halinde daha önce geçerli olan sünnet'in yine cari olacağı , önceki fesadlarının karşılıklarını nasıl aldıkları tekrar hatırlatılmakta ve yapacağınız iyilik ve kötülük kendiniz içindir denilerek alacakları karşılıkların kendi elleri ile yaptıklarının olacağı anlatılmaktadır.

Asâ rabbukum en yerhamekum, ve in udtum udnâ, ve cealnâ cehenneme lil kâfirîne hasîrâ(hasîren).
[017.008]  Olur ki Rabbiniz size merhamet eder. Eğer dönerseniz Biz de döneriz. Öyle ya, Biz cehennemi kafirlere zindan yapmışız!

8. ayet , Allah cc nin merhamet etmesinin insanların fesaddan dönmelerine bağlı olduğunu , dönmedikleri takdirde akıbetlerinin neresi olacağı haberi verilmektedir.  

2-8. ayetler arası İsrailoğullarının arz üzerinde yaptıkları fesada karşılık nasıl bir karşılıkla cevap aldıkları hatırlatılarak, yine aynı surenin 101-104. ayetlerinde bu şekil bir fesadı israiloğullarına uygulayıp nasıl bir son ile karşılık gören firavun ve ordusu hatırlatılmakta olup, cari olan sünnetin sadece israiloğulları üzerinde değil bütün fesadçılara için geçerli olduğu olduğu bildirilmektedir.

[017.101] Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz âyet verdik. Haydi İsrailoğullarına sor. Musa onlara geldiğinde Firavun ona, «Ey Musa! dedi, senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum!»
[017.102]  Musa da: «And olsun ki, bunları göklerin ve yerin Rabbinin açık belgeler olarak indirdiğini biliyorsun. Ey Firavun! Doğrusu senin mahvolacağını sanıyorum» demişti.
[017.103]  Firavun bunun üzerine onları memleketten sürmek istedi. Biz de onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk.
[017.104]  Arkasından da İsrailoğullarına: «O topraklarda oturun! Ahiret vâdi tahakkuk edince, hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz» dedik.

İsra s. 2-8. ayetler arası israiloğullarından bahsedilmesi bizi bu durumun sadece onlar ile ilgili olmadığı aksine, Allah cc nin cari olan sünnetinin her topluluk için geçerli olduğu , bu sünnetin israiloğulları üzerinden anlatılması nuzül zamanı ve mekanı bağlamında düşünülecek olursa , isra s. 1. ayeti ile Hicret'e bir kapı açılmış olması ve hicret edilecek beldede karşılarına çıkacak olan kavim ile ilgili ön bir bilgi olarak düşünülebilir.

İsra s. 2-8. ayetlerinden , 1- nuzül zamanı ve mekanı açısından tarihsel bir bakış açısı,  2- bu olayın verdiği mesajı evrenselleştirip bütün zamanlara uyarlayarak bir mesaj çıkarmak mümkündür.  

Nuzül zamanı ve mekanı açısından baktığımızda bunu da ikiye ayırıp ayetlere 1-Müslümanlar , 2- israiloğulları açısından bakarak her iki tarafa verilmek istenen mesajı çıkarmak mümkün olabilir. Müslümanlar açısından baktığımız zaman isra s. 1. ayetinin Hicret'e kapı açan bir ayet olduğundan yola çıkarak hicret edecekleri yerde mevcut bulunan kavim ile ilgili bilgiler verilerek bu kavmin Müslümanlara karşı tutumları ve bu tutumları sonucu , eğer Müslümanlar Allah cc tarafından konuşmuş olan galibiyet şartlarını yerine getirdikleri takdirde bu kavmin fesadını engelleyecekleri haber verilmektedir. 

İsrailoğulları açısından bakarak onlara verilmek istenen mesaj ile ilgili olarak şunları söylemek mümkündür. İsrailoğullarının karşılacakları Müslüman topluluğun Nuh ile gemide taşınanlardan olmaları nedeniyle bir bağları olduğu ve iman ettikleri Musa as ve Tevrat'ı gönderen Allah cc nin şimdi Muhammed as ve kur'anı gönderdiği , ve onlarında buna iman zorunluluğu olduğu eğer iman etmeyip daha önceki zamanlardaki gibi fesad peşinde koşacak olurlarsa önceki sünnetin uygulanacağı tehdidinde bulunulmaktadır. Bilindiği gibi israiloğulları bu daveti kabul etmek yerine olanca gayretleri ile karşı koymuş ve fesada devam etmişlerdir.

[002.011] Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, «Biz ancak ıslah edicileriz» derler.
[005.064] Yahudiler «Allah'ın eli sıkıdır» dediler. Bu sözlerinden ötürü elleri bağlansın. onlara lanet olsun! Tersine O'nun iki eli de açıktır, dilediği gibi verir. Rabbin tarafından sana indirilen ayetler onların çoğunun azgınlığını ve kafirliğini arttıracaktır. Onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek bir düşmanlık ve kin saldık. Ne zaman savaş ateşini körüklediler ise, Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde hep fesad, bozgunculuk peşinde koşarlar. Oysa Allah bozguncuları sevmez.

Kur'anın medine'de inen pek çok ayetinde kitab ehline yapılan hitablarda onların nasıl bir yol izledikleri hakkında bilgi sahibi olmaktayız. İsrailoğulları Muhammed as a tabi olmama yolunda başı çekmiş bir topluluk ve fesad ve nifak yoluyla yolu engellemeyi her fırsatta denemişlerdir. Müslümanlar Allah cc nin koymuş olduğu sünnet çerçevesinde bir yol izleyerek fesadçılara karşı cihad edip onların fesadlarına engel olmuşlardır.

[059.002]  Kitap ehlinden inkarcı olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa ey inananlar! Çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da, kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi, kalblerine korku saldı; evlerini kendi elleriyle ve inananların elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri! Ders alın.
[059.003]  Ve eğer Allah, onların üzerine sürülmeyi yazmamış olsa idi, elbette onları yine dünyada muazzep ederdi ve onlar için ahirette ise ateş azabı vardır.

Haşr s. 2 ve 3. ayetleri örneğinde kitab ehlinden olan yahudilerin yapmış oldukları fesada karşı müslümanlar eliyle Allah cc tarafından nasıl cezalandırıldıkları anlatılmakta olup buna benzer ayetler özellikle medine'de inen surelerde görülmektedir. 

İsra s. 2-8. ayetlerini evrensel bir mesajı olması açısından okumaya tabi tutarsak şunları söyleyebiliriz; Bakara s. 30. ayetinde rabbimiz meleklere "ben arz üzerinde bir halife kılacağım" buyurmasına karşılık meleklerin , "orada kan akıtacak fesad çıkaracak olanımı yaratacaksın" şeklinde soru ve sorudaki "fesad" kelimesinin kur'an içindeki kullanımını göz önüne almadan , "melekler neden böyle dedi?" diye onun etrafında yapılan tartışmalar, maalesef Allah cc nin bizlere görev olarak verdiği fesada engel olmayı hatırımızdan çıkarmıştır.

İsrailoğulları örneği üzerinden arz üzerinde fesada koşanların , Allah cc nin koyduğu bir sünnet dahilinde başkaları tarafından bertaraf edileceği ve bu bertaraf edilmenin haberi onlara verilerek , fesadı terketmeleri aksi takdirde bu fesadlarının ortadan kaldırılması için Allah cc nin başka kullarını göndereceği haberi verilmektedir.

Bugün yaşadığımız arz üzerinde fesad hareketi yine israiloğullarının başı çektiği oluşumlar üzerinden yürütülmekte olduğu ve bu fesad hareketinden en fazla müslümanların etkilendiği bir gerçektir. Allah cc koymuş olduğu sünnetin gereklerinin müslümanlar tarafından yerine getirilmeden sadece kuru bir dua ile bu fesadın önlenemeyeceğini hala müslümanlar anlamış değillerdir. Allah cc kur'anı bir hayat ve o hayat içindeki olayların insanları nasıl etkilediği , hayat içinde olumsuz örnekliklerden olan fesadı yayanların ne şekilde engellenmesi gerektiği bir çok kur'an ayetinde bizlere hatırlatılmış olmasına rağmen bu ayetler maalesef eskilerin masalları mesabesinde okunmuş ders çıkrmak ve o dersi hayat içinde tatbikata geçirerek zalimlere engel olmak vazifemiz unutulmuştur. 

Zülkarneyn kıssası içinde okuduğumuz, fesadçı kavim olan ye'cüc ve me'cüc için yapılan seddin yapılmasının anlatılması bizlerin fesadçılara karşı nasıl karşı koymamızı öğ reten bir kıssa olmasına rağmen yine mesajdan uzak bir okuma ile masala dönüştürülmüştür. Bugün elimizi kolumuzu bağlayıp gmkten melekler inip fesadçıları helak edecek diye beklersek bu asla olmayacak aksine bu bekleyişimiz bizim helakımızı hızlandıracaktır. İsra s. 2-8. ayetleri israiloğullarının fesada devam etmeleri halinde başlarına gelecek olanı haber vermiş olup ve haberin gerçekliği Muhammed as ve ashabı eliyle onlara gösterilmiştir, bu gösterilişin nasıl olduğu yapılan savaşlar ile olup bugünde yapılması gereken bundan başkası değildir. Müslüman olmak iddiasında olmamız bizim görev olarak fesada engel olmak gibi bir vazife şuuru içinde olmamız gerektirmektedir , maalesef bugün müslümanlar olarak birbirimizi karşı kullandığımız silahı bile fesadçılardan temin etmemiz bizlerin bu şuurdan ne kadar uzak olduğumuzu göstermektedir.

Sonuç olarak; İsra s. 1. ayetinde Allah cc nin elçilerine vaad etmiş olduğu yardım ve galibiyet sözünün gerçekleşeceği haberi ve bu vaadin gerçekleşmesi için diğer elçilerin yaptığı gibi bulunduğu beldeyi terketmesi gerektiğini bilen Muhammed as a hicret edeceği yerde 2-8. ayetler arasında , karşılaşacağı topluluk ile bilgiler verilmiş olup , bu topluluğun adıl olan israiloğullarına'da karşılaşacakları topluluk olan müslümanlara tabi olmaları, fesad çıkarmamalarının hatırlatılması yapılmakta olup aksi takdirde önceki fesadlarında aldıkları karşılık hatırlatılarak aynı sünnetin cari olacağı bildirilmektedir. Yazılarımızda takip ettiğimiz anlama metodu olarak tercih ettiğimiz soru olan " ayetlerin bize olan mesajı nedir?" sorusuna cevap aramak çerçevesinde okumaya çalıştığımız ayetlerden olan isra s. 2-8. ayetler arasındaki tarihsel bağlamın yanısıra evrensel bir mesajı olduğunu da elimizden geldiğince paylaşmaya çalıştık bu metodu takip ederek yaptığımız çalışmaların kur'an etrafında birleşmiş olan kardeşlerimizin çalışmasına bir nebze ışık tutmak amaçlı olduğunu hatırlatmak isteriz. Özellikle kıssalar ile ilgili ayetlerin bu anlayış içinde okunması ve tarihi bağlamı çerçevesinden çıkarılarak yaşayanlara olan mesajının ne olduğu konusunda düşünülmesi gerektiği ,aksi takdirde tefsir kitaplarında bolca rastladığımız açmazlar içinde kalınması kaçınılmazdır. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

23 Mayıs 2014 Cuma

İsra s. 1. Ayeti'nin Mesajı Üzerine Bir Düşünce Çalışması

Bu yazımızın konusu, başlıkta özellikle vurguladığımız gibi isra s. 1. ayeti üzerinden verilmek istenen mesaja yönelik olacaktır. Kur'an ayetlerinin belkide, yanlış anlaşılma açısından başı çeken ayetlerinden olan isra s. 1. ayeti mitolojik bir çehreye büründürülerek miraç hikayeleri ile bezenmiş ve üzeri kalın bir toz perdesi örtülmüş , bu tozu silmek durumunda olan bazılarıda bu tozun yerine başka tozlarla örterek ayetin mesajını  anlamak gibi bir düşünce içinde olmaktan çok, mescidi haram'ın yeri konusunda fikirler üreterek ayet üzerinde yorumlarda bulunmuşlardır. Yazıda bu tür düşünceleri kısaca ele alıp esas konumuz olan ayetin mesajı hakkındaki düşüncelerimizi ortaya koymaya çalışacağız. 

İsra s. 1. ayetine giriş yapmadan önce bu ayeti anlamaya yardımcı olacak "esra" kelimesi ve bu kelimenin geçtiği ayetleri ele alacağız, sonra bu ayetler ile isra s. 1. ayeti  üzerinde durmaya çalışacağız. Bu ayeti doğru anlamanın, "esra" kelimesi ile ifade edilen olayları anlamak ve o olaylar ile bağlantısını kurmaktan geçtiğini düşünmekteyiz.  

"Essüra" kelimesi, gece yola gitmek ,yolculuk etmek, veya yürümek, fiil olarak gece yola gitti , yolculuk etti veya yürüdü anlamında kullanılır. "esra" ve "sereye" şekillerinde kullanılır. Bu kelimenin geçtiği ayetleri okuyalım. 

[011.081] Dediler ki: «Ey Lût! Şüphe yok ki biz senin Rabbinin elçileriyiz. Onlar sana elbette kavuşamayacaklardır. Artık sen âilen ile gecenin bir kısmında yürü (fe esri)ve sizden hiçbir kimse geri kalmasın, zevcen ise müstesna. Şüphesiz ki onlara isabet edecek şey, ona da isabet edicidir. Muhakkak ki onların vaadedilen zamanları, sabah vaktidir, sabah vakti ise yakın değil midir?»
[015.065] Hemen gecenin bir kısmında ehlini yürüt (fe esri)ve sen arkalarından git ve içinizden hiç bir kimse ardına bakmasın, emrolunduğunuz yere geçin gidin.
[020.077]  And olsun ki Musa'ya: «Kullarımı geceleyin yürüt (fe esri), denizde onlara kuru bir yol aç, batmaktan ve düşmanların yetişmesinden korkma, endişe etme» diye vahyettik.
[026.052] Musa'ya: Kullarımı geceleyin yola çıkar(fe esri); çünkü takip edileceksiniz, diye vahyettik.
[044.023]  Öyleyse kullarımı geceleyin yürüt (fe esri), siz muhakkak takip olunacaksınız.

Bu ayetlerde Lut ve Musa as ın kavminin gece yürütülerek zalimlerin elinden kurtarılmaları anlatılmaktadır, bilindiği gibi Lut ve Musa as a iman edenler kurtulmuş ve diğerleri helak olmuştur. Yine bu ayetlerde Musa ve Lut as ın bulundukları beldeyi terkederek kurtuldukları bilgisinden hareketle Muhammed as ın aynı yolu izleyerek bulunduğu beldeyi terketmesi gerektiği hatırlatılmaktadır diyebiliriz. Burada , Musa ve Lut as ın düşmanları helak edilirken mekkenin neden helak edilmediği sorusu sorulacak olursa şunları diyebiliriz; helakın sünnetinde o beldenin helakı hak etmesi için bütün mü'minlerin orayı terketmeleri gerekmektedirki o belde helak edilsin, bilindiği üzere Muhammed as mekke'den hicret etmesine rağmen orada mü'minlerden kalanlar olmuş ve helak bu sebeble gerçekleşmemiştir.

Kur'ana baktığımız zaman, elçilerin kavimleri ile olan mücadelesi sonucu Allah cc nin sünneti olarak, elçi ve iman edenler kurtarılmakta ve geride kalanlar helak edilmektedir. Bu vaad ayetlerde'de haber verilmektedir. 

 [030.047]  And olsun ki! Senden önce, birçok peygamberleri ümmetlerine gönderdik, onlara belgeler getirdiler; dinlemeyip suç işleyenlerden öç aldık, zira inananlara yardım etmek bize hak olmuştu.
[002.214] Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.
[010.102-3]  Kendilerinden önce geçenlerin başlarına gelen olaylardan başka bir şey mi bekliyorlar? «Bekleyin, ben de sizinle beraber beklemekteyim» de.Sonra Resullerimizi ve iyman edenleri kurtarırız, biz böyle uhdemizde bir hakk olarak mü'minleri kurtarırız
[040.051]  Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.

Verdiğimiz örnek ayetleri kısaca özetleyecek olursak, Allah cc nin sünneti ve bir sözü olarak, elçilerini ve iman edenleri zalimlerin elinden kurtararak geride kalanları helak etmesi , Lut ve Musa as ın kıssasında geçen "esra" (gece yürüyüşü) kelimesinin geçtiği ayetlerde haber verilmiştir. Bu söz ve sünnet son elçi olan Muhammed as içinde geçerli olup , isra s. 1. ayetini böyle bir arka planı gözeterek okumak gerektiğini düşünmekteyiz. Şimdi isra s. 1. ve sonraki ayetlere geçebiliriz.

Subhânellezî esrâ bi abdihî leylen minel mescidil harâmi ilel mescidil aksallezî bâreknâ havlehu li nuriyehu min âyâtinâ, innehu huves semîul basîr(basîru).
[017.001] Uzaktır bütün noksanlıklardan O ki, kulunu bir gece Mescidi Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya götürdü; ona ayetlerimizden gösterelim diye. Gerçek şu ki, O'dur işiten gören!

İsra s. 1. ayetindeki bazı kelimelerin yine kur'an içinde diğer ayetlerde kullanılışını görerek ayetin mesajını anlamaya çalışalım. "Mescidilharam" bilindiği gibi ,mekke şehri içinde bulunmakta ve bu kelimenin geçtiği bütün ayetler o şehir içindeki kabe ve etrafı için kullanılmaktadır. Bazılarının ayet içinde geçen "abdihi" (kulunu) kelimesinden kastedilen kişinin Muhammed as olmadığı , 2. ayette anlatılan Musa as olduğu iddiaları 1. ayetin mesajını kur'an bütünlüğünde anlamaya çalışmamanın bir yansıması olup hiçbir ilmi dayanağı yoktur. 

Ayet içinde geçen ikinci mescid ismi "Mescidilaksa" (en uzak mescid) terkibi üzerinde  farklı yaklaşımları görmekteyiz. 1- kudus şehri 2- Mekke nin varoşlarında olan cirane vadisinde olan bir mescid 3- göklerde meleklerin secde ettikleri beyti mamur (bayındır hocanın yorumu) . Sondan başlayarak bu yorumlar üzerinde durup ayette bahsedilen yerin nerede olabileceği tesbitini yapmaya çalışalım.

3. görüş olan göklerde meleklerin secde ettikleri "beyti mamur" olduğu iddiası şahsen bayındır hocadan beklemediğimiz kadar isabetsiz bir görüş olduğunu önceden söyleyip sonrasında isabetsizliğin nasıl olduğunu söylemeye çalışalım. İsra kelimesi anlam olarak yerde olan bir yürüyüş anlamında olup Muhammed as ın gökte olan mescidilaksaya çıktığının haberi bu kelime ile değil, göğe yükselme kelimesinin karşılığı olan a-re-ce fiili ile ifade edilmesi gerekirdi. Beyti mamur olarak tabir edilen yer'in göklerde olduğu iddiası ayrı bir yanlış olup bu kelimenin geçtiği tur s. 4. ayeti ile ifade edilen yer kabe'dir. Sayın Bayındır hoca, mescidilaksa'yı hem göğe çıkararak ayrı bir yanlış , hemde Muhammed as a miraca çıkmak gibi bir duruma düşürerek ayrı bir yanlış içine düşmüştür. 

2. görüş olan Mekke 'de ki cirane vadisinde olan bir mecsid iddiası yine isra s. 1. ayet ile verilmek istendiğini düşündüğümüz mesaj ile alakası olmaması ve kur'an ayetlerinin rivayetler ile anlaşılması metoduna sıcak bakmadığımız için doğru olmadığını düşündüğümüz bir iddiadır.  

1. görüş olan kudus şehrinde olması konusu ile ilgili olarak getirilen karşı iddiaları ele alarak bu konuyu netleştirelim. Mescidilaksa'nın kudus'te olmadığı iddiasına mesned olarak , bugün bu ad ile anılan mescidin o gün itibarı ile bilinen böyle bir ismi olmadığı, bu ismin Ömer r.a zamanında verildiği gibi iddiaları görmekteyiz. Mescidilaksa terkibi ile ifade edilen yerden kasıt olarak tabelasında böyle bir isim yazdığı için değil , Allah cc nin o bölgeyi bereketli bir yer kıldığı için verilmiş bir isimdir, o gün orada bina olarak bir mescidin olmaması oranın "mescidilaksa" olarak tabir edilmemesini gerektirmez. 

Konuyu kabe üzerinden örneklendirerek anlaşılmasını kolaylaştıralım, "mescidilharam" tabiri mekkede bulunan kabe ve çevresi için kullanılan bir tabirdir , orayı kutsal kılan sadece üzerindeki bina değil o binanın tesis edildiği toprak ve çevresidir, eğer zaman içinde kabe yıkılıp sonradan gelen insanlar kabe diye bir yer olduğunu bilmeseler dahi o toprakların ismi yine "mescidilharam" olarak ifade edilecektir. İbrahim as ve oğlu bakara suresi 124 ve sonrası ayetlerinde beyt'in temellerini yükseltmeleri olarak anlatılan işlem önceden orada tesis edilmiş ancak sonradan kaybolmuş olan, al-i imran s. 96. ayetinde ifade edilen "insanlar için kurulmuş ilk ev" olan kabeyi yeniden inşa etmeleridir, mescidilaksa olarak tabir edilen yer'de o gün için yıkılmış ve mescid'den eser olmayan bir yer olsada, orada yani kudus şehrini'de içine alan bölgede bir mescidin olduğunu gösterir. 

İsra s. 7. ayetinde " İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz." "mescid" kelimesi ile ifade edilen yer ile 1. ayette bahsedilen mescid ile alakası kurulmaya çalışılsaydı "mescidilaksa" adıyla bahsedilen yerin nerede olduğu konusunda tartışılmaya bile gerek kalmazdı diye düşünüyoruz. 

Mescidilaksa'yı mekan olarak kudüs içinde bir yer olmaktan ziyade o bölgenin kudsiyetini ifade eden bir terkip olarak görmek daha doğru olacaktır. İsra hadisesini mucize olarak niteleyip bu olay üzerinden Muhammed as a methiyeler düzmekten çok, ayet ile verilmek istenen mesaj üzerinde durmak gerektiğini yeniden hatırlatarak olayın bedenen'mi veya rüyada'mı olduğunun tartışmasının çok eskilerden de yapılmış olduğunu hatırlatarak olayın rüya ile gerçekleşmiş olmasının daha isabetli bir görüş olduğunu düşündüğümüzü ifade edelim. 

"Mescidil aksa" deyimi ile kast edilen yer , bir toprak parçasının üzerine bina edilen yapı değil , o bölgenin mekkeye göre uzak olması nedeniyle verilmiş bir isimdir. Uzaklık tabiri göreceli bir tabir olup o bölgeye yakın olanlar için uzak olması düşünülemez. Bugün "orta doğu" veya " uzak doğu" veya " yakın doğu" gibi tabir edilen mekanlar avrupalıların gözü ile bakılan yerden olan mesafe için kullanılan bir tabir olup arap yarımdasında ikamet eden biri böyle bir tabir kullanmaz. Kur'anın bu şekil bir mesafe terkibi içinde kullandığı bu deyim mekkeye göre uzak bir bölgede Allah cc tarafından kutsal kılınan topraklar olduğunun bilinmesi içindir. 

İsra s. 1. ayetinde "barekna" kelimesinin geçtiği diğer ayetleride okuyarak mesajı anlama yolunda yürümeye devam edelim. 

 
[007.137]  Hor görülen yahudileri, bereketlendirdiğimiz(barekna ) yerin doğularına ve batılarına mirasçı kıldık. Rabbinin İsrailoğullarına verdiği güzel söz, sabırlarına karşılık yerine geldi. Firavun ve kavminin yaptığını ve yükselttiklerini yıktık.
 [021.071]  Onu ibrahimi)Lut ile beraber kurtarıp içinde alemlere bereketler (barekna) verdiğimiz yere çıkardık.
 [021.081]  Süleyman için de şiddetli rüzgârı ki o içine bereketler verdiğimiz (barekna)Arza emriyle cereyan ediyordu ve biz her şeyi biliriz
Araf s. 137 , enbiya s. 71 de , Allah cc nin kendisine vazife olarak gördüğü iman edenleri kurtarması ile ilgili ayetler olup Musa , İbrahim ve Lut as ı kurtarmasından bahsedilmektedir. 

Burada yeri gelmişken , kısaca kıble konusuna değinmek istiyoruz. Bilindiği gibi müslümanlar namazlarında kabe ye yönelirken medinede kudüs'e doğru yönelmiş ve bu yönelim daha sonra bakara suresi ayetleri ile mescidilharam'a çevrilmiştir. Muhammed as bu değişimi büyük ihtimal bu ayetin inişinden sonra yapmış olabilir. Çünkü devam eden 2-8. ayetler arası Musa as a verilen kitap ile Muhammed as a verilen kitap arasında ortaklık kurulup, ona iman ettiğini iddia edenlerle arada bir bağ kurulmaktadır , bu bağı israiloğulları kabul etmese bile iman ettiklerini iddia ettikleri tevrat ve Musa as ı gönderen  ile kur'an ve Muhammed as ı gönderen  kişi aynıdır. 

"El aksa" ve "el haram" terkibi ile ifade edilen mescid kelimesini cin s. 18. de "Mescidler şüphesiz Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın" şeklinde buyurulmasından hareketle, Allah cc nin Muhammed as ın ikamet ettiği bir başka bir bölgede "barekna havlehu" (etrafını bereketlendirdiğimiz) olarak beyan ettiği bir mescide yönelmesi 1. ayetten sonraki devam eden ayetlere baktığımız zaman gelecekte hicret edeceği yerde karşılacağı insanlar ile müslümanlar arasında bir inanç bağı bulunduğunun bilmeleri ve beslendikleri kaynağın aynı olduğunu onlarında görmeleri için onlar için kutsal olan bölgeye yönelmiş olması ihtimal dahilindedir. Muhammed as Medine'yi "mescilaksa" olarak tercih edip oradaki yönelimini'de o bölgenin insanlarından olan yahudilerin kutsal olarak bildikleri şehir kudus'e yapması ihtimal dahilindedir şeklinde düşünmekteyiz. 

"Barekna" kelimesi ile ifade edilen kelimenin geçtiği ayetleri birleştirecek olursak şöyle bir sonuç çıkabilir; Allah cc Musa as ve kavmini firavun zulmunden kurtarıp "bereketli kıldığı topraklara" mirasçı kıldığı gibi , Muhammed as ve mü'minleri de ayetlerde verdiği söz gereği  üzerine aldığı , elçilerini ve iman edenleri kurtarma sözünü yerini getirmek için mekkeli lerin zulmunden kurtararak "bereketli kıldığı topraklara" mirasçı kılma sözünü hatırlatarak bir nevi moral destek sağlamıştır. Bu moral desteğin ne şekil gerçekleştiğinin önemi olmayıp bedenen veya rüya şekli ilemi olduğu tartışmasının zaman kaybı olduğunu düşünmekteyiz , illede bir tercih gerekirse bu olayın rüya ile olduğunu tercih ettiğimizi belirtelim ve bu tercihimizin nedeni ile ilgili ayetleri yazımızda belirteceğiz.

İsra s. 1. ayeti ile Allah cc kulu Muhammed as a , diğer elçileri için geçerli olan sünnetinin yani elçilerine ve iman edenleri kurtarmayı üzerine aldığı sözünün onun içinde geçerli olduğunu haber vererek yalnız olmadığını ona gösterir. İsra olayını sadece gecenin bir kısmında mekkeden kudus'e yolculuk yapmak şeklinde ve bu yolculuk üzerinden  mucizeler çıkarmak ayetin mesajını anlamamak anlamına gelir.  

İsra s. 1. ayeti, Allah cc nin kulu Muhammed as yardım sözünün gelecekte gerçekleşeceğine dair verdiği gaybi bir haberdir. Kıssalar üzerinden verilen mesajlara dikkat edecek olursak , Muhammed as öncesi elçiler kavimleri ile büyük bir mücadeleye girişmişler ve bu mücadelede kavimler helak edilerek elçiler ve mü'minler galip gelmişlerdir.  

İsra s. 1. ayeti ile , Muhammed as mekke'den hicret etmek için bir nevi izin almıştır. Yazıyı uzatmamak için 2-8. ayetler arasındaki ayetleri başka bir yazıda konu edeceğimizi hatırlatalım , çünkü bu ayetler 1. ayet ile bağlantısı olup gideceği yerde karşılaşacağı kavim ile ilgili bilgiler verilmektedir.

 " Ona ayetlerimizden gösterelim diye" cümlesi ile ilgili olarak şunları söyleyebiliriz; Allah cc Muhammed as ı mekkeden kudus'e götürüp orada bazı yerleri göstermiş olduğu şeklinde bir yorumun  ayetin mesajı üzerinde düşünmemenin bir yansıması olduğunu düşünmekteyiz.

İsra s. 1. ayeti Muhammed as ın tebliği için yeni bir dönemin başlangıcı olarak anlaşılabilir. Devam eden ayetlerin, bu dönemde karşılaşacağı topluluk olan israiloğulları hakkında bilgiler vermesi bu düşüncemizi kuvvetlenmektedir.
2. ayette"  Musa'ya Kitab'ı verdik ve İsrailoğullarına: «Benden başkasını vekil edinmeyin» diyerek bu Kitab'ı bir hidayet rehberi kıldık." ifadesi ile , Musa as a verilen kitap ile Muhammed as a verilen kitabın ortak yönü " hüden" kelimesi ile ifade edilmiştir.
3. ayette " Nûh ile beraber (gemiye) yüklediğimiz kimselerin zürriyeti! Şüphe yok ki o ziyâde şükredici bir kul idi." şeklinde buyurulması ise insanların Nuh as a iman etmiş olan Allah cc yi bir ilah olarak kabul eden muvahhidlerin soyundan türedikleri hatırlatılarak insanların atalarının kim oldukları hatırlatılmakta ve onlara, " Nuh as a iman eden atalarınız gibi sizde şimdiki elçi Muhammed kuluma iman edin" mesajı vardır. 

Meryem s. 58. ayetinden önceki ayetlerde , İbrahim , İshak , Yakub,Musa,Harun,İsmail,İdris, as ların isimleri bahsedildikten sonra 58. ayette "İşte bunlar Allah'ın kendilerine nimetler sunduğu peygamberler; Adem'in soyundan, Nuh ile beraber taşıdıklarımızdan; İbrahim ve İsmail'in neslinden ve doğru yola erdirdiğimizden, seçip beğendiklerimizdendirler. Rahman'ın ayetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı." buyurularak bu elçilere iman ettiğini iddia edenlerin bu elçilerin ayet içinde bahsedilen özelliği olan "Rahman'ın ayetleri onlara okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı." şeklindeki yollarına tabi olunması gerektiği hatırlatılmaktadır.

Musa as ın taha s. içinde anlatılan kıssasına baktığımız zaman, ailesi ile Medyen'den çıkıp, 12. ayette "kutsal vadi" olarak bildirilen tuva'ya vardığında Allah cc ona elçilik görevi vermiş ve orada asanın yılan olması ve elin beyazlaması şeklinde iki ayetini göstermiş bu gösterme sebebini 23. ayette "li nuriyeke min ayatinalkübra" (sana büyük ayetlerimizden gösterelim) şeklinde ifade etmiştir. Allah cc Musa as a böyle ayetlerini göstererek ilerki görevi için ona yardım edeceğini ve sadece ona güvenmesini ve kendisinin herşeye kadir bir ilah olduğunu gözüyle görmesini sağlayıp "sırtın yere gelmeyecek" mesajı vermiştir.Musa as kıssasını hatırlayacak olursak Allah cc ayetleri ile Musa as ve inananları galip kılmış , firavun ve ordusunu helak etmiştir.  

Allah cc nin "ayetlerinden göstermesi" ni göz ile kuduste bir şeyler göstermesi olarak değil , üzerine aldığı  elçi ve inananlara yardım etme sözünün nasıl gerçekleşeceğini göstermek şeklinde anlamanın daha doğru olduğunu düşünmekteyiz.

Musa as verilen bu mesaj aynen Muhammed as a da verilmiş ancak bir farkla , Muhammed as a Musa as a verildiği gibi mucize olarak tabir edilen şekli ile herhangi bir ayet verilmemiş olup , Allah cc nin yardımının gelmesi şartı özellikle medine'de inen ayetleri düşünecek olursak, zafer kazanmanın, şartlarını yerine getirmek suretiyle olacağı bedir,uhud,huneyn gibi savaşlar örneğinde gösterilmiştir. 

İsra s. 1. ayetinde anlatılan olayın gerçekleşme şeklinden çok o ayet ile verilmek istenen mesajın üzerinde durulması gerektiğini yazımızın başında vurgulamış ancak bu olayın gerçekleşme şeklinin rüya ile olduğunu tercih ettiğimizi belirtmiştik,bu tercihimizin delillerini ise şu ayetlere dayandırmaktayız. 

 
[017.060]  Sana: «Rabbin şüphesiz insanları kuşatmıştır» demiştik; sana gösterdiğimiz rüya ile ve Kuran'da lanetlenmiş ağaçla, sadece insanları denedik. Biz onları korkutuyoruz, fakat bu onlara büyük taşkınlık vermekten başka birşeye yaramıyor.
 [048.027]  And olsun ki Allah, Peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder. Ey inananlar! Siz, Allah dilerse, güven içinde, başlarınızı tıraş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescidi Haram'a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bilir. Size, bundan başka, yakın zamanda bir zafer verecektir.

Fetih s. 27. ayeti, isra s. 1. ayeti ile birlikte okunup düşünülmesi gereken bir ayet olduğu, isra s. 1. ayetinin mesajı ile ilgili sunduğumuz diğer ayetleride alt alta koyduğumuz zaman anlaşılacaktır. Fetih s. 27. ayetinde Allah cc , Mescidil haram dan, medine olarak anlamak mümkün olan mescidil aksaya götürdüğü kulu ve onunla birlikte olan müslümanları yeniden mescidil harama döndüreceği sözünü vermekte ve bu söz mekkenin fethi ile  gerçekleşmiştir.  

Sonuç olarak ; Allah cc isra s. 1. ayetinde kulu olarak vasıfladığı Muhammed as ı, içinde bulunduğu durum içinde bırakmayarak sünneti olarak tanımlayanan, elçilerini ve iman edenleri kurtarma sözüne uygun olarak bir mesaj vermekte olup bu mesajın gerçekleşeceği haberide fetih s. 27. ayetinde bildirilmektedir. Ayetin mesaj içerikli olması yönünden okunmayarak, mucize veya mitolojik olgularla bezenerek okunması mesajın anlaşılmasında en büyük engel olarak karşımızda durmaktadır. İsra s. 1. ayeti sadece bir yerden bir yere gidşin anlatılması değil bir beldede güçlük çeken mü'minlerin bu güçlüklere katlanması , yeri geldiği zaman o beldeyi terketmeleri ve orada yine Allah cc nin koyduğu zafer şartlarına uygun hareket ettikleri zaman geri dönüşlerinin muhteşem olacağının bir haberi olup bu yaşanmış bir olay olarak karşımızda durmaktadır.Bu konuya belkide farklı bir yaklaşım sayılabilecek şekilde yaklaştığımızın farkında olarak itirazların, ayetler eşliğinde yapılması şartı ile gözönüne alınacağını hatırlatmak istiyoruz.   

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.