çalışması etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çalışması etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ağustos 2015 Perşembe

"Ayet" ve "Kitap" Kelimeleri Üzerine Bir Tefekkür Çalışması

"Ayet" ve "Kitap" kelimeleri , Kur'anda en fazla yer tutan kelimeler arasında başı çekmesi ve biz Müslümanların bu iki kelimenin anlamını dar bir alana sıkıştırarak sadece iki kapak ve içinde olanlarla sınırlı tutması açısından dikkate değer ve üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gereken iki kelimedir. Bu yazımızın sınırı , "Ayet" ve "Kitap"  kelimelerinin ifade ettiği anlam alanını okumaya çalışarak , Müslümanlar olarak düştüğümüz yanlışlara dikkat çekmek ve bu iki kelimenin daha geniş bir anlamda nasıl anlaşılabileceği yönünde olacaktır. 

"Ayet" kelimesi sözlükte " Açık alamet , işaret" anlamına gelmektedir. Bu kelime ile kast edilen anlamı , kelimenin geçtiği ayetler yardımı ile öğrenebiliriz. 

[002.248]  Nebileri onlara, «Onun hükümdarlığının alameti (ayeten), size sandığın gelmesidir, onda Rabbinizden gelen gönül rahatlığı ve Musa ailesinin ve Harun ailesinin bıraktıklarından kalanlar var; onu melekler taşır, eğer inanmışsanız bunda sizin için delil vardır» dedi.
[016.011]  Onunla size ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler türlüsünden meyveler bitirir, elbette bunda tefekkür edecek bir kavm için bir âyet vardır.
[016.013] Daha sizin için Arzdan muhtelif renklerle yarattıkları, neler var, elbette bunda tezekkür edecek bir kavm için bir âyet vardır.
[016.065] Allah gökten su indirdi, ölümünden sonra yeri onunla diriltti; işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten bir ayet vardır.
[016.101] Bir ayetin yerini başka bir ayetle değiştirdiğimizde, ki Allah ne indirdiğini gayet iyi bilir onlar, «Sen sadece uyduruyorsun» derler. Hayır, öyle değildir, ama onların çoğu bunu bilmezler.
[026.007-8] Yeryüzüne bakmazlar mı? Orada, bitkilerden nice güzel çiftler yetiştirmişizdir.Hiç şüphe yok, bunda bir ayet vardır; ancak onların çoğu mü'min değildirler.
[002.099] Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik.  Onları ancak fasıklar inkâr eder.
[002.164]  Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde akan gemilerde, Allah'ın gökten indirip, yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgarların değiştirilmesinde, gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutta elbette akleden bir kavim için ayetler vardır.

Kur'an geneline yayılmış bir çok ayet içinde geçen bu kelimenin anlam alanı , Allah (c.c) nin kudretine işaret eden her türlü delil işaret olarak anlaşılabilir, bu bağlamda ayet kelimesinin anlam alanına Allah (c.c) nin yaratmış olduğu her şey dahil edilebilir. 

"Kitap" kelimesi ; "2 nesneyi birbirine dikerek eklemek" anlamındaki "Ketebe" kelimesinden türemiştir.Yaygın dilde "harfleri yazarak birbirine ekleme" anlamında kullanılır. Ağızdan birbirine eklenerek çıkan harflerin oluşturduğu kelimeler ve cümleler de "Kitap" kelimesinin anlam alanı içindedir.  

Bu bağlamda, "Kelime" kelimesinin anlamı gündeme gelmektedir. 

"Kelime" ; "İşitme , görme gibi duyularla idrak edilen her şeye verilen bir ad dır.Kulağımız ile duyduğumuz her ses , gözümüz ile gördüğümüz her nesne bir kelime olup sadece cümleyi oluşturan parçalar anlamında değil daha geniş bir anlam alanına sahiptir.

"Kitab" kelimesini yaygın olarak kullandığımız anlamı olan "Ayetleri oluşturan kelimelerin toplandığı iki kapak arasındaki nesne" şeklindeki tariften yola çıkarak, ayet kavramının anlam alanının , "Allah (c.c) nin yarattığı her şey" olması nedeniyle bizimde içinde bulunduğumuz kainat bir "Kitap" tır. 

"Kainat Kitabı" ve "Kainat Ayetleri" bu anlamda önemli terimler olup, okunması idrak edilmesi gereken Kitabın sadece iki kapak arasında elimizde olan Mushaf olmadığı noktasında bir düşünce içinde olmamızı gerektirmektedir.

-----Allah (c.c) nin Kitap indirmesi ne anlama gelmektedir?. 

Bu sorunun cevabı, biz Müslümanların şu anda ki geri kalmışlığının sebeblerini de beraberinde getirecektir.

Allah (c.c) yaratmış olduğu bütün insanlara yaratılışlarından gelen bir takım bilgiler yüklemektedir. Yaratılışımızda var olan bu bilgilere "Ayet" demek yanlış bir tarif olmayacaktır. İnsan doğduğu ilk günden başlayarak , ilerleyen zaman içinde mevcut bilgilerinin üzerine yeni bilgiler koyarak hayatını devam ettirir. Birey yaşamı içinde önüne çıkan olayları bir nevi okumaya tabi tutarak onlara karşı duruşunu belirler. Bu anlamda yaratılan her insana Allah (c.c) tarafından "Kitap" indirilmiştir. Bu düşüncemizin her insanın elçi olduğu anlamına gelmediğini de hatırlatmak isteriz.

-----Allah (c.c) nin beşer içinden seçmiş olduklarına indirdiği Kitap ne dir ?.

 Allah (c.c) nin yarattığı bütün insanlara Kitap indirmiş olduğu iddiamız haklı olarak bir takım soruları beraberinde getirecektir. 

Allah (c.c) beşer içinden seçtiklerine yarattığı her insana indirmiş olduğu Kitap bilgisine ilave olarak, insanlara indirilen Kitap bilgisinin nasıl kullanılacağına dair bilgileri ihtiva eden "Vahy Kitabı" indirmiştir. Beşer elçilere indirilmiş olan bu vahy kitabı , bütün insanlara inmiş olan kitap bilgisinin nasıl bir yönde kullanılması gerektiğini ihtiva eden bilgileri içermektedir. Seçilmiş elçilerin bizlerden farklı tarafı onlara yaratılışlarından gelen Kitap bilgisine ilaveten , Allah (c.c) nin onlara vahy ile bildirim yaparak insanların sahip olduğu mevcut bilgileri nasıl kulllanmaları gerektiğine dair bilgileri göndermiş olmasıdır.

Olayı şöyle bir misal ile tarif etmeye çalışarak, demek istediğimizin anlaşılmasını kolaylaştıralım. 

Bir beyaz eşya bayiinden aldığımız buzdolabı veya herhangi bir beyaz eşyayı düşünelim, bu eşya  Allah (c.c) nin "Kainat Ayetleri" ile yapılmış bir alet olup o da bir nevi ayettir. Bu eşyayı kullanmadan önce, içindeki "Kullanma Klavuzu" adlı küçük kitapçığı okumak , kitapçık içindeki talimatlara uygun bir kurulum gerçekleştirmek şartı vardır. Eğer bu kitapçık içindeki talimatlara uygun bir kurulum gerçekleştirilmediği takdirde o eşya arıza yapacak ve üretici firma herhangi bir mesuliyet kabul etmeyecektir.

İşte bu tür bir eşyanın adı "Kainat Kitabı" ve bu eşyanın kullanma klavuzu adı ile içinde bulunan kitapçığın adı "Vahy Kitabı" dır. Elçiler aracılığı ile indirilmiş olan vahy kitapları "Kainat Ayeti" dediğimiz şeylerin kullanma klavuzu olup bu klavuza uygun kullanılmayan her ayet elimizde patlayarak insanlık için bir tehlike olacaktır. 

Bu örnekten hareketle bu iki kitabı yani "Kainat Kitabı" ve "Vahy Kitabı" adındaki kitapları okuyan iki tür insanın durumlarını şu şekilde ifade edebiliriz. 

"Kainat Kitabı" şeklinde genelleştirebileceğimiz Allah (c.c) ni yarattığı ayetleri okuyanlar, büyük çoğunlukla adına "Kafir , Müşrik" dediğimiz insanlardır. Örneğin , Allah (c.c) nin bizlere indirdiği yani ikram ettiği "Demir" adlı ayeti işleyerek çeşitli savaş araçları yapan bu kafir ve müşrikler, yaptıkları araçların kullanma klavuzu olan "Vahiy Kitabı" nı okumadıkları için doğru bir kullanım içinde değillerdir. Yapmış oldukları bu savaş araçlarını sömürgecilik ve başkalarının topraklarında olan yer altı ve yer üstü kaynaklarını ele geçirmek için kullanmaktadırlar. 

"Vahy Kitabı" şeklinde ifade edebileceğimiz ve bu bugün elimizde olan Kur'ana tekabül eden kitabı okuyanlar ise, adına "Müslüman" dediğimiz bizler olmaktayız. Bizler bu kitabın sadece kendisini okuyarak ilgili eşyayı nasıl kullanacağımızı değil eşya ile bağını kopartarak yani sadece klavuzu okumayı sevab makinası haline getirerek, defalarca okumak, hatmetmek, elde nasıl tutulur, abdestlimi abdestsizmi , kadınlar adetli iken okurmu , tutabilirmi v.s muhabbetler ile eldeki klavuzu bir nevi putlaştırarak "Mushafperestlik" diyebileceğimiz bir akıma maalesef imza atmış bulunmaktayız.

Halbuki olması gereken , "Ayet ve Kitap" kelimelerinin sadece iki kapak arasında bulunan "Mushaf" içinde olmadığı, bu kelimelerin daha geniş bir anlama sahip olduğu bilinci içerinde olması gerektiğidir. Kafir dediğimiz insanlar "Kitab" ın sadece kevni ayetlerinin olduğu kısmı okuyarak , Müslüman dediğimiz insanlar "Kitab" ın sadece "Mushaf" içindeki ayetlerini okuyarak bir nevi "Kitapların arasını ayıranlar" durumuna düşmektedirler.

Bu gün Dünyanın içinde bulunduğu kaos , gözyaşı ve zulüm ortamının yegane sebebi ,Allah (c.c) nin Kitabının tek taraflı okunmasıdır. Kafir dediğimiz insanlar topluluğu , kullanma klavuzunu atarak okumakta , Müslümanlar ise sadece klavuzu okumakta ve bu tür okuma ayetler arasında bir bağ kurulmasını engellemektedir. 

Ayetler arası bağ dediğimiz zaman bizim aklımıza sadece Mushaf içindeki ayetlerin birbiri ile bağı gelmektedir. Halbuki "Ayet" dediğimiz şey sadece Mushaf içinde olmayıp gözümüz ile gördüğümüz ve görmediğimiz her şeyi kapsamaktadır. Ayetler arası bağ dediğimiz şey , hem kevni hem de kitabi ayetlerin arasını açmadan bir bütünlük içinde okunmasıdır.

Müslümanların büyük çoğunluğu içinde bulunduğumuz kaos , gözyaşı ve zulüm ortamından kurtulmanın yolunun , kıyamete yakın gelecek olan "Mehdi" ile gerçekleşecek olduğuna inanmaktadırlar. Bu inanç maalesef çok yanlış , yanlış olduğu kadar kişileri tembelliği sürükleyen bir düşüncedir. 

Allah (c.c) bizlere Dünya hayatı içinde kullandığımız ayetlerin elimizde patlayan bir bomba olmaması için bu ayetlerin nasıl kullanılacağına dair klavuz göndermiş ve bu klavuza uyanların Dünya ve Ahirette mutluluğa kavuşacağını beyan etmiştir. Bu mutluluk maalesef  Kitabı tek taraflı olarak okuyan Kafirler ve Müslümanlar tarafından göz ardı edilmiş ve ortaya bu gün zalimlerin elinde bir zulüm aracı olan kainat ayetleri ve bu zalimlere karşı sadece mushaf içindeki ayetleri okuyarak başarı kazanılacağını zanneden bir Müslüman topluluk oluşmuştur.

Yapılan bu yanlışlığın ortadan kalkarak Dünyanın huzur ve mutluluk mekanı olabilmesi için , Kitabın bir bütün içinde yani Kainat ve Vahiy kitabının birlikte okunması gerekmektedir. Kafir dediğimiz insanlar üretmiş oldukları her türlü alet edevatın kullanımını , Allah (c.c) nin indirmiş olduğu klavuza göre yapacaklar , Müslümanlar ise sadece klavuzu okumayı terkedip bu klavuzun önermiş olduğu sistemi hayata pratize edeceklerdir. Bunun neticesinde Kafir adı ile anılacak bir topluluk dahi olmayacak bütün insanlar Allaha teslim olmuş kullar olacaklardır. Bu söylediklerimiz çoğu kimse için ütopik ve imkansız düşünceler olabilir , ancak Dünyanın içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulmasının yegane yolu bu dur. 

Bu gün Müslüman kimliğine sahip kimseler olarak Dünya üzerinde artı değerler üretememiş olmamızın baş sebebi, sadece elimizdeki Kitab'ın okunarak  Cennete gideceğimiz zannıdır. Allah (c.c) nin ayetleri sadece Kur'an dediğimiz mushafın içinde olmuş olsaydı bu düşünce belki doğru olabilirdi , ancak "Ayet" ve "Kitap" kelimelerinin muhteviyatı hakkındaki yanlış bilgilerimiz bizleri Dünyanın en tembel ve en geri kalmış topluluklarından birisi haline getirmiştir.

Görülmektedir ki , "Ayet" ve "Kitap" kelimeleri hayatın ayrılmaz bir parçası olup bu iki kelimenin yanlış anlaşılması sonucunda, insan hayatı, Dünya ve Ahirette büyük bir azaba dönüşmektedir.

Sonuç olarak; "Ayet ve Kitap" adı ile bildiğimiz iki kelimenin anlam alanına dahil olanlar, maaalesef insanlar tarafından yanlış anlaşılarak , tek taraflı bir okumaya gidilmiş ve neticede aldığı eşyayı kullanma klavuzu olmadan okumaya kalkan veya eşya almadan sadece kullanma klavuzu ile yetinerek sadece o klavuzu okuyarak kurtulacaklarını sanan 2 farklı insan tipi ortaya çıkmıştır. Halbuki "Ayet" denildiği zaman , Allah (c.c) nin yarattığı her şey , "Kitap" denildiği zaman be yaratılanların içinde bulunduğu kainat anlaşılmış olsaydı , bu "Ayet" ve "Kitap" kelimerinin ihtiva ettiği anlamların Allah (c.c) nin elçiler vasıtası ile göndermiş olduğu "Vahiy Kitabı" olmadan okunmasının büyük bir cürüm olduğu bilinmiş olsaydı , insanlar bu cürümü işlememek için kitaplar arasında ayrım yapmadan okur ve Dünyayı Cehennem değil bir Cennet olurdu. 

Müslüman kimliğine sahip insanlar olarak yaşadığımız Dünya üzerinde bir etkimiz olmasını istiyorsak elimizde olan klavuzu sevap makinası sanmak yerine  o klavuzun gösterdiği yolu takip ederek kainat ayetlerini okumak ve o ayetlerin Dünya insanlarına huzur , güven , mutluluk kaynağı olmasını sağlayacak bir yapılanma içine girmek zorunluluğumuz vardır

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 


14 Ağustos 2015 Cuma

Müzzemmil Suresi İle İlgili Bir Tefekkür Çalışması

Müzzemmil suresi Mekke de nazil olmaya başlayan Kur'anın ilk inen surelerinden olup , Muhammed (a.s) a nasıl bir yol izlemesi gerektiğini beyan eden , bizlere de aynı yolda yürürken nasıl bir yol izlememiz noktasındaki bilgileri ihtiva eden bir suredir. Bu yazımızda sure ile ilgili olarak bir tefekkür çalışması yapmaya gayret edeceğiz. 

 [073.001]  Ey o örtünen (Müzzemmil)!

Surenin ilk ayeti Muhammed (a.s) a hitaben başlamakta ve ona "Müzzemmil" şeklinde bir hitapta bulunulmaktadır. 

Müzzemmil" kelimesi ; " Bir şeyi taşımak kaldırmak , yüklenmek , gizlemek" gibi anlamları olan "Ze-me-le" kelimesinden türemiştir. 

Surenin ana teması , önemli bir görevi yüklenmiş olan Muhammed (a.s) a, o ana kadar açıktan açığa yapmadığı tebliğ görevini  Allah (c.c), bundan sonra açıkça yapmaya başlamasını emretmektedir.  Bu başlangıcın nasıl yapılması gerektiği konusunda yol haritası çizilmekte ve bu yol haritası , temelleri yeni atılan bir hareketin başlangıcının nasıl olması yönündeki bilgileri ihtiva etmektedir.

Rivayetlere baktığımızda , Alak suresinin ilk 5 ayetini kendisine nazil olduğunda , ne yapacağını bilmeyen Muhammed (a.s) hemen evine koşarak Hatice validemize "Beni örtünüz , beni örtünüz" demiş, akabinde "Ey örtüsüne bürünen" ayeti nazil olmuştur. Bu tür rivayetler, inen ayetlerin inşa süreci ile alakasını kurmaktan ziyade, olayı hikayeleştirmek gibi bir hava oluşturması açısından güvenilirliği yoktur. Sure içindeki ayetlerde Muhammed (a.s) ı muhatap alarak verilen emirleri , sadece onunla sınırlı olarak değil bizlere dönük emirler olarak okunması gerektiğini , ayetleri okurken sanki bize inmişçesine bir okuma yapmanın daha doğru olduğunu öncelikle hatırlatmak isteriz. 

[073.002]  gece kalk, pek azı hariç,
[073.003]  yarısı, yahut ondan biraz eksilt
[073.004] Veya onun üzerine artır ve Kur'an'ı güzelce tertil ile açıkça oku.

 Bu ayetlerde Allah (c.c) kulu ve elçisi olan Muhammed (a.s) a vermiş olduğu görevi yerine getirmeye nasıl bir yol izleyerek başlaması gerektiğini beyan etmektedir. Gece kalkışında , kendisine bundan sonra vahyedilmeye başlanacak olan Kur'anın "Tertil" üzere okunması emredilmektedir. "Bundan sonra vahyedilmeye başlanacak olan" cümlesini özellikle kullandığımızı hatırlatmak isteriz , bu ayeti okuyanlar tarafından , "Bu sure hem ilk inen surelerden olduğu için öncesinde inen kaç tane sure varki böyle bir emir verilmekte" şeklinde sorular akla gelmektedir. Bu sorulara cevaben ayetin , "Şimdiye kadar inen ayetlerle birlikte bundan sonra inecek olanları da tertil üzere oku" şeklinde anlaşılmasının daha doğru olduğunu düşünmekteyiz.

Bu tür bir okuma ne anlama gelmektedir ?. 

"Tertil" kelimesi ; "Bir nesnenin cüzlerinin bir araya toplanarak bir cüzü aralıksız , kesintisiz ve diğerini takip edecek şekilde , düzenli ve doğru bir istikamet izlemesi , doğru ve düzgün bir şekilde yerleştirilmesi , sıraya konması , dizilmesi ve düzenlenmesi" anlamına gelen "Ra-te-le" den türemiştir. Dişleri birbiri üztüne binmeyip düzgün bir şekilde dizilmiş olan adam için söylenen " Raculun ratlul isnani" sözü kelimeyi anlamakta yardımcı olacaktır. 

"Tertil" ise ; "Kelimeyi ağızdan kolaylıkla , müstakim , doğru düzgün bir şekilde çıkarmak telaffuz etmek" anlamındadır.

 Kur'anın "Tertil" üzere okunması demek , onun tecvid kurallarına uygun olarak okunması şeklinde anlaşılmasından çok , ayetlerin mesajının bir bütünlük içinde okunması demek olup , birbirinden kopuk bir okumanın doğru bir anlam sağlayamayacağının bilinmesi demektir. 

Kur'anın "Tertil" üzere okunmasının ne kadar önemli olduğu , bağlamdan kopuk , Kur'an bütünlüğü hesaba katılmadan yapılan okumalardan çıkarılmış olan, "Trajikomik" olarak ifade edebileceğimiz çıkarımları gördükçe daha iyi anlamaktayız. 

Kur'an okumalarında yapılan en önemli yanlışın , Kur'anın indi düşüncelere bir payanda yapılmak istenmesi olduğunu, daha önceki yazılarımızda vurgulamaya çalışmıştık. Kur'an ayetleri birbiri ile ayrılmaz bir bütün olup , herhangi bir konuda Kur'andan bilgi sahibi olmak için o konu ile alakalı bütün ayetlerin ele alınması gerekmektedir. Tertil üzere okumak demek böyle bir metod takip etmek anlamına gelmekte olup , bunun dışında yapılan okumalardan çıkarılan sonuçlara baktığımızda, bektaşinin Kur'anda "Namaza yaklaşmayın" ayetini namaz kılmama gerekçesi olarak göstermesine benzer sonuçların çıkarılarak, "Ben yaptım oldu" mantığında düşünceler ortalıkta kol gezmektedir. 

[073.005]  Muhakkak biz senin üzerine  kavlen sakilen ilka edeceğiz.

5. Ayette'ki "Kavlen sakılen" ibaresini arapça orjinal metindeki gibi bırakma sebebimiz, bu ibarenin çevirilerde "Ağır bir söz"olarak çevrilmesine katılmadığımız içindir. Arapların , duyulması ve işitilmesi hoş olmayan söze "sekulel kavli" demelerinden hareketle , Muhammed (a.s) üzerine ilka edilecek vahyin, Mekke nin müşrik ileri gelenlerince hoş karşılanmayan bir söz olarak karşılanacağı ve ilerleyen ayetlerde bu vahye karşı verilen müşrik tepkisi dikkate alındığında bu ayetin çevirisinin ,"Muhakkak biz senin üzerine (müşriklerce) hoş karşılanmayacak bir söz ilka edeceğiz" şeklinde yapılmasının daha uygun olacağını düşünmekteyiz.

[073.006]  Muhakkak gece kalkışı hem daha etkili, hem de söz bakımından daha sağlamdır.
[073.007]  Muhakkak sana gündüzleri birçok meşguliyet vardır

Yeni bir oluşum için hareket planı olarak okuyabileceğimiz surenin bu 2 ayeti , gece yapılan çalışmanın gündüze göre daha etkili olacağını , gündüz bu çalışmayı engellleyebilecek uğraşıların olacağı hatırlatılarak , herkesin işini gücünü bıraktığı ve dinlenmeye çekildiği bir zaman aralığında yapılacak faaliyetlerin düşman gözünden daha uzak olacağı , muhatapların bu vakit aralığında yapılacak olan çağrıya daha dikkatli kulak verebileceğini anlamak mümkündür. Gündüz her türlü hayat meşgalesi içinde olan kişiler bu tür bir çağrıya kulak vermek , hem de bu tür bir çağrıyı yapabilmek bakımında yeterli vakti ve rahatlığı bulamayabilir , dolayısı ile yeni bir oluşumun başlangıç aşamasında gözlerden ırak zamanların seçilmesinin uygun olduğu görülmektedir.

[073.008] Rabbının adını zikret, her şeyi bırakıp yalnız O'na yönel.

Allah (c.c) nin  Elçisine her şeyi bırakması emri , Allah (c.c) nin Rabliğine ve İlahlığına aykırı olarak yapılan bütün amellerin terkedilerek sadece ona yönelinmesini kapsamaktadır. 

[073.009] Doğunun ve Batının Rabbıdır. O'ndan başka ilah yoktur. Öyleyse onu vekil edin.

Her şeyi terkederek sadece ona yönelinmesi istenen , doğunun ve batının Rabbı olup ondan başka İlah olmayan Allah (c.c) sadece kendisinin vekil edinilmesini istemektedir. 

"Vekil" kelimesi ; "Güvenmek ve kendi yerine geçirmek" anlamında bir kelime olup , Allah (c.c) nin yetki alanına giren şeylerde sadace ona güvenilmesi , hayatı ile ilgili belirleyicilik konusunda sadece onu yetkili kılması demektir. Kişinin Allaha güvenmemesi , hayatı ile ilgili konularda hevasına veya başka belirleyicilere tabi olması Allah'ı yetkili kılmayarak onun dışındakileri yetkili kılması yani şirk koşması anlamına gelir.  

[073.010]  Onların söylediklerine sabret ve yanlarından güzellikle ayrıl.

Allah (c.c) nin yegane Rab , İlah, vekil olduğunu tebliğe başlayan Elçinin karşısına başka rab , ilah , vekiller ihdas etmiş olan Mekkelilerin bunları bırakmama konusunda itirazları yükselmeye başlamış , bu itirazlara karşı Rabbi Muhammed (a.s) onları güzellikle terk etmesini öğütlemektedir.

Bu tert etme öğüdü , yapılan tebliğe karşı red edici bir tavır içine girenlere karşı sert bir uslup kullanmaması , onları zorlamaması şeklinde anlaşılacağı gibi , müşriklerin inandıklarına karşı hiç bir şekilde onlara meyletmemesi ve araya keskin bir çizgi çizerek onlara karşı tavizkar bir tutum izlememesi olarak anlaşılabilir. Mekke döneminin ilk devrelerinde nazil olan Kalem suresinin ilk ayetleri , müşrikler ile araya nasıl bir mesafe konulması gerektiği noktasındaki öğütleri içermektedir.

[073.011]  O yalanlayıcı zevk ve refah sahiplerini bana bırak, onlara biraz mühlet ver.

Muhammed (a.s) dan önceki Elçilere karşı çıkanların öncülüğünü , o beldenin varlıktan şımarmış "Mütref" , "Mele" , "Müstekbir" olarak tanımlanan kişiler yapmış , aynı tanıma giren kişiler Muhammed (a.s) ın çağrısına, karşı olanca güçleri ile karşı koymaya çalışmaktadırlar.

[034.034] Doğrusu uyarıcı göndermiş olduğumuz her kentin varlıklı kimseleri (mütrefuha), «Biz sizinle gönderilen şeyleri inkar ediyoruz» dediler.
[043.023]  Senden önce, herhangi bir şehre gönderdiğimiz uyarıcıya, şımarık varlıklıları(mütrefuha) sadece: «Doğrusu babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerini izlemekteyiz» dediler.
[023.024]  Bunun üzerine, kavminin inkarcı ileri gelenleri (elmeleu)şöyle dediler: «Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.»
[007.075] Kavminin ileri gelenlerinden büyüklük taslayanlar, içlerinden zayıf görülen inananlara dediler ki: Siz Salih'in, Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz? Onlar da Şüphesiz biz onunla ne gönderilmişse ona inananlarız, dediler.

[073.012]  Muhakkak ki katımızda, ağır boyunduruklar ve cehennem var.
[073.013]  Ve boğaza tıkanıp duran bir taam ve pek acıklı bir azap vardır.
[073.014]  O gün yer ve dağlar şiddetle sarsılır, dağlar gevşek kum yığınlarına dönüşür.

11. ayette vahyi yalanlayarak müstekbir bir tavır takınanlara verilen mühletin sonunda , bu tip insanları nelerin beklediği ve nasıl bir azab ile karşılaşacakları haber verilmektedir.

[073.015]  Nasıl Firavun'a bir elçi göndermiş idiysek doğrusu size de, hakkınızda şahitlik edecek bir elçi gönderdik.
[073.016]  Firavun o elçiye isyan etmişti. Biz de onu ağır bir yakalayışla yakaladık.

Allah (c.c) , geçmişte göndermiş olduğu Elçileri yalanlayan Firavun'u örnek göstererek , onun Elçileri yalanmasının akıbetini hatırlatarak, aynı yolu izledikleri takdirde onların da sonlarının helak olabileceğini haber vermektedir. Burada Firavun örneği üzerinden verilen örnek dikkat çekicidir. Önceki Elçilerin düşmanları gibi , Muhammed (a.s) ın düşmanları da, o beldenin varlıktan şımarmış mütref tabakası olup , ellerindeki güç ve servetin kendilerini koruyacağı zannına kapılmışlardır. Allah (c.c) bir çok ayette "Sizden kat be kat güç ve servet sahibi olanlara bile gücümüz yetti siz onların karşısında çok fakir kalırsınız" diyerek onların zenginliklerine asla güvenmemelerini hatırlatmaktadır.

[073.017] Eğer inkar ederseniz, gençleri ihtiyarlatan günden nasıl korunursunuz?
[073.018]  O günün şiddetiyle gök bile parçalanır. O'nun sözü yerine gelir.

14 , 17 , 18. ayetlerde , herkesin yaptığının karşılığını alacağı günü hatırlatan rabbimiz , o günü şiddeti hakkında bilgi vererek , kendisinden sakınılmasını istemektedir.

[073.019]  İşte bu bir öğüttür. Artık dileyen Rabbine bir yol tutar.

Rabbimiz , bu ve benzeri sureler içindeki ayetlerle kullarına doğru yolun hangisi olduğunu hatırlatmaktadır. Seçim yapma konusunda Allah (c.c) kulları üzerinde herhangi bir baskıda bulunmayıp , onlara verdiği serbest  irade ile seçimlerini yapma hürriyetini vermiştir. 

 [073.020]  Gerçekten Rabbin biliyor ki sen, muhakkak gecenin üçte ikisine yakınını, yarısını ve üçte birini ibadetle geçiriyorsun, beraberinde bulunan bir grup da (böyle yapıyor). Oysa geceyi, gündüzü Allah takdir eder. Sizin bundan ötesini başaramayacağınızı bildiği için size lütuf ite muamelede bulundu. Bundan böyle Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun; O, içinizden hastaların olacağını, diğer bir kısmının Allah'ın lütfundan bir kar aramak üzere yeryüzünde yol tepeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda cihad edeceğini bilmektedir; O halde o (Kur'an)dan kolayınıza geleni okuyun; salatı ikame edin, zekatı verin ve Allah'a güzel borç verin! Kendi hesabınıza hayır olarak ne (iyilik) yapıp gönderirseniz, onu Allah yanında daha hayırlı ve karşılık olarak daha büyük bulacaksınız. Allah'tan bağışlanma dileyin! Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

Müzzemmil suresinin son ayeti diğer ayetler ile birlikte değil , bir kaç senelik bir sürenin ardından nazil olduğu anlaşılmaktadır. Bu ayetin Medine de nazil olduğu yolunda rivayetler olmasına karşın , nerede nazil olduğundan çok , tek başına yola çıkan Muhammed (a.s) ın takip ettiği yol ile belirli bir sayıya gelmiş olduğunun anlaşılmasıdır. 

 2-3 ve 4. ayetlerde, tek başına yola çıkarak  Rabbinin kendisine öğütlediği yolu takip eden ve Kur'anı "Tertil" üzere okuyarak muhataplarına ulaştıran Muhammed (a.s) ,uyguladığı bu metod sayesinde kendisine tabi olan bir topluluğa sahip olmuştur. Ayet içindeki "beraberinde bulunan bir grup" ifadesinden bu durum anlaşılmaktadır.

Yazımızın başında söylediğimiz gibi Müzzemmil suresi , yeni bir yapılanmanın nasıl bir yol takip edilerek yapılması gerektiğini hatırlatan bir sure olup , bu yapılanma süreci içinde bu yolda yürüyenlerin belirli bir çoğunluğa ulaşıncaya kadar daha sıkı ve gayretli bir biçimde çalışması gerektiğini anlamaktayız. Bunu söylerken , "İlerleyen zamanlarda belirli bir çoğunluğa ulaştıktan sonra işi gevşetebiliriz" demek istemediğimizi hatırlatalım. İlerleyen zamanlarda, topluluğa tabi olan bazı kişilerin yüksek çalışma temposuna ayak uydurmayacakları hesaba katılarak tedrici bir şekilde hareket edilmelidir.

Allah (c.c) nin ilk ayetlerde Muhammed (a.s) a verdiği emri , 20. ayette hafifletmesi nesh olarak değil , tüm zamanlar içinde Müslümanlar tarafından meydana getirilecek yeni oluşumların ve hareketlerin nasıl bir tedrici yol izlemesi gerektiği şeklinde okunması gerektiği olarak düşünmek daha doğru olacaktır. 

20. ayet içinde , farklı yaş , iş ve cinsiyet guruplarından oluşmuş insanların bir araya gelerek oluşturduğu topluluğun aynı güç , beceri ve gayrete sahip olamayacağı dikkate alınarak ona göre bir yol haritası çizilmesi gerektiği çıkarılabilir. Ayrıca kişilerin takat ve maişetlerini temin için çalışma zorunlulukları her zaman aynı tempoda çalışmalarının güçlüğünü ortaya koymaktadır. Çünkü bir eylem ve hareket içinde olanlar, hayatlarını idame ettirmek için bazı çalışmalar içinde olma mecburiyetleri vardır , 20. ayet bu durumu dikkate alan bir ayet olarak karşımızdadır.

 20. ayet içindeki " fetabe aleyküm" ibaresi üzerinde biraz durmak gerektiğini düşünmekteyiz. Bu ibare meallerin çoğunda "Tevbenizi kabul etmiştir" şeklinde çevrilmiştir. Bu ibarenin anlaşılması için , surenin 2.3.4. ayetlerinde Muhammed (a.s) a verilen emirleri dikkate almak gerekmektedir. Bu ayetlerde yeni bir oluşum için tek başına başlangıç yapan Muhammed (a.s) zaman içinde kendisine tabi olan bir guruba sahip olmuştur. Allah (c.c) bu gurubun çoğalması neticesinde ,daha önce 2.3.4. ayetlerde vermiş olduğu emri hafiflettiğini yani bundan geri döndüğünü beyan etmektedir. Geri dönme sebebi olarak "O, içinizden hastaların olacağını, diğer bir kısmının Allah'ın lütfundan bir kar aramak üzere yeryüzünde yol tepeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda cihad edeceğini bilmektedir" buyurulmaktadır. Netice olarak Allah (c.c) daha önce vermiş olduğu emirden geri döndüğünü "Fetabe aleyküm" yani "Yüküm­lülüğün ağırlığından onu hafifletmeye, zorluktan kolaylığa olmak üzere si­zin lehinize döndü" buyurmaktadır. 

Burada , "Allah (c.c) verdiği emirden dönermi?" şeklinde bir sorunun cevabının verilmesi gerekmektedir. Müzzemmil suresini yeni bir oluşum için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği yönündeki emirler olarak olarak okuduğumuz zaman , tedricilik şeklinde bir yol izlendiği önce daha sıkı bir çalışma gerektiği , ilerleyen zamanlarda çoğunluk nedeniyle ve bu çoğunluğun içindeki herkesin aynı şartlara sahip olmaması nedeniyle bazı yükümlülüklerin o çoğunluk lehine hafifletilebilmesi gerektiğinin beyanı olarak okumak mümkündür.

" O halde o (Kur'an)dan kolayınıza geleni okuyun; salatı ikame edin, zekatı verin ve Allah'a güzel borç verin! Kendi hesabınıza hayır olarak ne (iyilik) yapıp gönderirseniz, onu Allah yanında daha hayırlı ve karşılık olarak daha büyük bulacaksınız. Allah'tan bağışlanma dileyin! Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir."

"Kur'andan kolay olanı okumak" demek namazlarda kısa sureler okumak anlamında olduğu düşünülmemelidir. Kur'anda zor olan bir emir olmasını düşünmek , kişinin gücünü aşan konuların ona emredilmiş olmasını beraberinde getirmesi açısından bir takım problemleri beraberinde getirir. Kur'anın bütün emir ve nehiyleri , kulun taşıma kapasitesi kadar olduğu için bu noktada bütün emirler kolay ve uygulanabilir bir seviyededir. Salatın ikame edilmesi , zekatın verilmesi , Allaha güzel bir borç verilmesi gibi emirler kolay olan emirler olup "Okumak" şeklinde verilen emir sadece yazılı bir metni okumaktan ziyade , yazılı bir metinde olan emirleri okumak ve hayata geçirmek şeklinde anlaşılmalıdır.

Sonuç olarak  ; Allah (c.c) kulları içinden seçmiş olduğu Elçisi Muhammed (a.s) a vahyederek , bizlerin nasıl bir hayat yaşaması gerektiği yönündeki emirleri ve yasaklarını ona indirdiği Kitap ile bildirmiştir. Resulu inşa süreci ile ilgili öğütler diyebileceğimiz Müzzemmil suresi ayetlerinde tek başına yola çıkan bir kişinin, Rabbinin ona öğütlediği metodu takip etmesi neticesinde kendisine tabi olan çekirdek bir kadro oluşturduğunu görmekteyiz. Bu kadronun oluşması için gerekli olan yol haritası sure içinde beyan edilmiş olup , bizlere dönğk örneklik mesajları da taşımaktadır. Bizlerin çıktığı yolda nasıl bir yol izlemesi gerektiği bu sure içinde beyan edilmiş olup , izlenen yolun doğru olmasının başarıyı da beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz.

                                   EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

23 Temmuz 2015 Perşembe

Kadir s. Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması

 Kur'an okumalarında yapılan en büyük yanlışlık , mesajın içeriğine dair yapılması gereken bir okuma yerine , oluşturulmuş olan ön yargılar öne çıkarılarak yapılan okumadır. Bu doğrultuda okunmaya çalışılan bir çok Ayet , rivayetlerin belirleyici olmasına yönelik bir okuma sonucu Kur'andan onay almayan rivayetleri onaylayıcı bir anlayışa kurban edilmiştir.

Yazımızın konusu olan Kadir suresi ayetleri de  aynı ön yargı sonucu okunarak , dışarıdan devşirilmiş "Kandil geceleri" uydurmasına kurban edilmeye çalışılarak bütün yıl yapılan günahların bir gün içinde af edilmesini sağlayan bir gece haline getirilmiştir. Allah (c.c) nin kullarına olan rahmetinin ve bağışlayıcığının sonsuz olduğu hepimizin malumu olmakla birlikte , yılın 354 günü hatırlanmayan Allah (c.c) nin  yılın 1 günü içinde hatırlanmış olması kullara yakışmayan bir kulluk bilinçsizliğidir.  

Kadir s. anlatım üslubu itibarı ile farklılık taşıyan bir suredir şöyle ki ; Kur'anın inmeye başlamasını anlatan bir sure olan Kadir suresi , Kur'anın kıymet derecesini anlatmak için Kur'ana değil inmeye başladığı geceye vurgu yapmaktadır. Bu vurgu maalesef yanlış anlaşılarak o gecede yapılan ibadetlerin , 1000 ayın 83 yıla tekabül etmesi gibi bir düşünce içinde okunarak ömründe bir defa bu geceyi idrak edenin paçayı kurtardığı gibi bir düşünce oluşturulmaya çalışılmıştır. Kandil geceleri ile ilgili olarak düşüncelerimizi , " http://kuranimuminceanlamak.blogspot.com.tr/2015/07/sekuler-bir-hayatn-kurtulus-piyangosu.html " başlıklı bir yazıda ele almaya çalıştığımız için , konuyu ilgili sure üzerinde yoğunlaştırmak istiyoruz.

"Parmak ayı işaret ederken aya değil parmağa bakmak" misali yapılan okumaya güzel bir örnek! olarak gösterebileceğimiz Kadir suresi , Kur'anın değerini anlatmak için kullanmış olduğu üslup dikkate alınmadan , her yıl tekrarlanan kutsal bir gece olduğu öne çıkarılarak , kandil gecelerinin arasına dahil edilmiştir. Bu dahil edilme ,verilmek istenen mesajı anlamamayı beraberinde getirmiş ve buraya almaya bile değmeyecek uydurma rivayetler ile esas verilmek istenen mesaj gölgelenmiş ve Kur'anın öne çıkarılma vurgusu geri planda bırakılmıştır. Biz rivayetlerin eleştirisinden ziyade, ilgili Ayetler üzerinde düşüncemizi paylaşmaya gayret ederek mesajı okumaya çalışacağız.

Surenin Ayetlerinin meali şöyledir ; 

[097.001]  Muhakkak ki Biz onu Kâdir gecesinde indirdik
[097.002] Kadir gecesinin ne olduğunu sana bildiren nedir? 
[097.003]  Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. 
[097.004]  Melekler ve ruh, onda Rablerinin izniyle her bir iş için inerler.
[097.005]  Fecrin çıkışına kadar bir esenliktir (selamdır) o.

 Bu bağlamda Duhan s ilk Ayetleri ve Bakara s. 185. Ayeti'ninde ele alınması gerektiğini düşünmekteyiz.

 Duhan suresi konu ile alakalı Ayetlerinin meali şöyledir ; 

[044.001]  Ha, Mim.
[044.002]  Apaçık olan Kitaba andolsun;
[044.003] Gerçekten Biz; onu, mübarek bir gecede indirdik. Doğrusu Biz, uyarıcı idik. 
[044.004]  O (gece)de, bütün (iyi ve kötü) şeyler arasındaki farklılık, hikmetle ortaya konmuştur,
[044.005]  Tarafımızdan emir, çünkü biz Resul gönderiyorduk
[044.006]  Rabbinden bir rahmet olarak. Şüphesiz O, işitendir, bilendir.

 Bakara s. 185. Ayetinin meali ise şöyledir ;

 [002.185] Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.

Ayetleri toparlayacak olursak , Kur'anın Ramazan ayında , mübarek bir gecede ve kadir gecesinde indirilmiş olduğu beyan edilmektedir. Kadir suresinde indirilen şeyin ne olduğunun belirtilmemiş olması bizleri , o surede  indirildiğinden bahsedilen şeyin Kur'an harici bir şey olduğu düşüncesine kaptırmamalıdır. Kur'an pek çok Ayetinde Muhammed (a.s) a indirilen şeyin Kitab yani Kur'an olduğunu bildirmektedir. Zamirin merciinden bahsedilmemiş olması bizleri bu konuda başka düşüncelere sevk etmemelidir.

Kadir suresinde ,"Biz onu kadir gecesinde indirdik" şeklindeki beyandan kast edilenin , Kur'anın Levhi mahfuz'dan Dünya semasına bir kerede indirildiğinin beyan edilmiş olduğu, şeklinde görüşler herkesin malumudur. Bu düşüncenin "Cebriye" ekolünün söylemini çağrıştırması bakımından kabule değer bir görüş olmadığını düşündüğümüzü ifade etmek isteriz. "Enzelna" (İndirdik) kelimesinin geçtiği diğer Ayetlere baktığımızda, Kur'anın indirilmeye devam ettiği zaman süreci içinde bu kelimenin kullanılmakta olduğunu görmekteyiz. "Enzelna" (İndirdik) kelimesi şayet sadece Kadir s. içinde kullanılmış olsaydı, bu düşünce üzerinde bir değerlendirme de bulunabilirdik , lakin bir çok Ayette bu ifadenin kullanılmış olması inmeye devam eden bir süreç içindeki zaman ile ilgili olması daha muhtemeldir.

 "Kadir gecesinin bin aydan hayırlı olması" nın ne anlam ifade ettiğine gelince ; "Bin Ay" deyimi burada net bir sayı ifade etmekten ziyade , çokluk ifade etmek için kullanılmış olduğunu söylemek daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Kur'anın inmeye başlamasının ifade edildiği Kadir gecesinin diğer gecelere göre kat kat hayırlı olduğu ifade edilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta değer verilen şeyin ne olduğudur. Değer verilen şey Kur'an olup, onun ne kadar değerli olduğu böyle bir kıyaslama ifadesi ile beyan edilmektedir.

 "Melek ve ruhun inmesi" nin nasıllığı konusunda , Nahl s. 2. Ayeti bizlere gerekli bilgiyi vermektedir. 

[016.002]  O, kullarından dilediğine kendi emrinden melekleri ruh ile indirir ki; Ben'den başka tanrı yoktur, Ben'den sakının, diye uyarsınlar.

Nahl s. 2. Ayetinde kullanılan "Ruh" kelimesinin , Elçi Melek ile inen vahiy olduğu açık ve net bir şekilde görülmektedir.  Melek, ruh ile yani vahiy ile inerek Elçi olan Muhammed (a.s) a onu iletmektedir.  

Duhan s. nin 1-6. Ayetleri, Kadir suresi ile birlikte ele alındığında mesele daha net bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

Bu surede de Kur'anın "Mübarek bir gece" de indirildiği beyan edilmektedir. Gecenin mübarek olma sebebi, Kadir suresinde olduğu gibi Kur'anın inmesi nedeni iledir. 

Bu Ayetin çevirilerine baktığımız zaman ağırlıklı olarak "Her hikmetli işin o gecede ayrılmış olması" şeklinde bir çevirinin yapıldığını görmekteyiz. Bu şekilde yapılan çeviriler kandil geceleri hastalığının bir yansıması olduğunu belirtmek isteriz. Bu çeviri üzerinde gidilerek ayrılma işinin nasıllığı ile ilgili olarak tefsirlerde bu gecenin Kadir  mi yoksa Berat gecesi mi olduğu yönünde tartışmaların yapılmış olması "Aya değil parmağa bakmak" misali bir okumanın yansımaları olduğunu söyleyebiliriz.


 4. Ayet içinde geçen "Yufrequ" (Ayrılır) kelimesinin türemiş olduğu "Furkan" sözcüğüne baktığımızda, bu ayrılmanın ne anlama geldiği görülecektir. Kur'anın isimlerinden birisinin "Furkan" yani hak ile batılı ayırıcı bir özelliğe sahip olmasıdır. Bakara s. 185. Ayetinde onun bu özelliğinden bahsedilmektedir. Esed böyle bir çeviri yapmakla ön kabulden arınmış bir çevirinin örneği vermiş olduğunu söyleyebiliriz.

[025.001] Furkan'ı alemlere bir uyarıcı olsun diye, kuluna indiren (Allah) ne yücedir!

Ayrılma , o gecede inmeye başlayan Kur'an ile gerçekleşmektedir. Kur'anın hak ile batılı birbirinden ayırma özelliği göz önünde bulundurularak okunan bu Ayet, sonradan uydurulmuş kandil gecelerinin hangisi olduğu şeklinde yapılan tartışmalara kapısını sonuna kadar kapatır.Kur'anın kendisini "Hakim" olarak tanıtmasının sebebi, bu kelimenin anlamı ele alındığında ortaya çıkacaktır. 

[003.058]  Bunu sana âyetlerden ve zikr-i hakîmden tilâvet ediyoruz.
[010.001]  Elif, Lâm, Râ. İşte onlar, hakîm olan kitabın âyetleridir.
[031.001-2] Elif Lam Mim , İşte bunlar, hakîm olan kitabın âyetleridir.
[036.001-2] Ya Sin , Kur'an-ı Hakim'e andolsun ki;
[043.004]  Ve gerçekten o Bizim nezdimizdeki Ana Kitapta. Çok yüksek, çok hakimdir.

"Hakeme" kelimesi sözlükte ; "Islah etmek , düzeltmek maksadı ile yapılan engelleme ve men etme" anlamındadır.

Kur'anın , "Hakim" olarak adlandırılma sebebi ise " İnsanları düzeltmek ve ıslah etmek amacı onları bazı şeylerden men etmesi yani onlara kötü olanı yasaklaması" dır. 

Duhan suresi Ayetlerinin mesajı  , o gecede inmeye başlayan "Hakim Kur'an" ile iyi ve kötü olanların arası ayrılmış olduğunun beyan edilmesidir. Kur'an içindeki Ayetler insanlara iyi ile kötüyü ayırmaları için lazım olan ölçüyü vaaz etmekte ve bu Kitap içindeki bilgiler ile olaylara , kişilere , düşüncelere v.s her şeye bakışımızı düzenlenmektedir.

Sonuç olarak; Bir anlatım üslubu olarak , bir şeyin değerini anlatmak için onunla ilgili başka bir şeye değer yüklemek şeklinde yapılan bir anlatım örneği olarak, Kadir suresinde Kur'anın indirildiği bir gecenin diğer gecelere nazaran ne kadar değerli olduğunun anlatılmış olması yerleşik ön yargılara kurban edilerek "Aya değil parmağa bakmak" misali her yıl kutlanması gereken bir gece haline dönüştürülmüştür. 

Vurgu Kur'anın değerine işaret etmesine rağmen inen gece kutsallaştırılmış ve hepimizin bildiği Kadir gecesi arama çalışmaları ortaya çıkmıştır. Sadece belirli gün ve zamanlarda Allah (c.c) ye kulluk gösterilerinde bulunmak Müslümanlara maalesef Hristiyan kültüründen geçmiş bir adettir. Allah (c.c) biz kullarına yaşadığımız hayatın bütün anında onun önermiş olduğu yolda yürümek gibi bir vazife yüklemiş bulunmaktadır. 

Belirli gün ve gecelerde yapılan br takım ibadetlerin kaza namazı , tesbih namazı , salavat çekmeler v.s gibi şeylerin İslam açısından ne kadar doğru olduğu ayrı bir konu olup bunların bir gün içinde yapılarak bütün yılda yapılan günahları arındırma düşüncesinin yanlışlığını Ahirette öğrendiğimiz zaman maalesef çok geç olacaktır. Duhan suresinin ilk 6 Ayetin Kadir suresi ile bağı kurularak okunduğunda Ayetlerin mesajı daha net bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Fil Suresi Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması

Fîl Suresi, Kur'an'ın Mekke'de nazil olan surelerinden olup, kıssa yollu anlatım üslubu içinde sadece sonucu anlatması bakımından ilginç bir suredir. Kur'an kıssalarında yapılan anlatımlara bakıldığında; helak edilen kavmi helaka götüren sebepler anlatılmakta ve neticede bu kavmin helak edildiği haber verilmektedir. Ancak "fil sahipleri"ni bu sona götüren sebepler anlatılmadan sadece sonucunu görmekteyiz.

"Fil sahipleri" olarak bizlere anlatılan topluluk, rivayetlere bakıldığında Mekke'yi istila etmek isteyen bir ordu olup, bu ordunun yok edildiği anlatılmaktadır. Tefsirlerde, bu surede yapılan anlatımlar etrafında çok teferruatlı bilgiler olmasına rağmen, biz bu bilgileri değil, Kur'an'ı kullanarak sure hakkında bize dönük bir mesajın olup olmadığı konusunda fikir yürütmeye gayret edeceğiz. Olayın hikaye boyutundan çok, onları böyle bir sona hazırlayan sebepleri okumaya çalıştığımız zaman "eskilerin masalları" olmaktan çıkarılmış bir Kitap'ın mesajlarını okumuş olacağımızı düşünmekteyiz.

[105.001] Görmedin mi Rabb'in fil sahiplerine ne yaptı?
[105.002] Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı?
[105.003] Ve onların üzerlerine bölük bölük kuşlar gönderdi.
[105.004] Onlara balçıktan pişirilmiş sert taşlar atıyorlardı.
[105.005] Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.

Ayetlerden anlaşıldığı üzere "fil sahipleri" olarak bahsedilen topluluğu böyle bir sona götüren sebeplerden bahsedilmeden, direk sonları anlatıldığını yine hatırlattıktan sonra, ayetlerin ilk muhatabı olan Mekkeliler'in böyle bir olaydan haberlerinin olmuş olması kuvvetli bir ihtimaldir. Yani Mekkeliler "fil sahipleri" olarak anlatılan olaydan ve onların sonlarından haberdardırlar.

Biz sureyi rivayetler ile doldurulmuş bilgiler kanalı ile değil, Kur'an'ın vermiş olduğu bilgiler ile okumaya çalışarak, bu olayın öncelikle Mekkeliler'e bir gözdağı olarak anlatılmış olduğunu düşünmekteyiz.

"E lem tere" (görmedin mi?) kalıbı ile gelen ayetlere baktığımız zaman; önce bu sorunun sorulup, sonra görülmesi gereken şeyin ne olduğu anlatılmakta, dolayısı ile gösterilen yani bilgi sahibi kılınan şeyin göz ile görülmüş gibi bir durum söz konusu olmaktadır.

FECR Suresi'nde helak edilen kavimler örneğinde bunu yine görmekteyiz.

[089.006-10] Beldeler içinde benzeri yaratılmamış ve yüksek binalarla dolu İrem şehrinde oturan Âd halkına. Vâdideki kayaları oyup yontarak sağlam evler yapan Semud halkına Çadırlı ordugâhlar, piramitler sahibi Firavun’a, Rabbinin ne yaptığını görmedin mi?

FECR Suresi ayetlerinde gördüğümüz kavimlerin helak edilme sebebi; Allah(c.c)'yi Rab ve İlah olarak tanımayarak O'ndan başkalarına bu vasıfları yüklemiş olmaları olduğunu, onların kıssalarının anlatıldığı diğer surelerde okumaktayız. Bu kavimlerin ortak özelliklerinin; ellerindeki güç ve servet ile Allah(c.c)'ye kafa tutmaya kalkmış olmalarından hareketle "fil sahipleri"nin de böyle bir kafa tutma macerasına kalkışmış olmalarının cezasını ödemiş olmalarını anlamak mümkündür.

Peki bu olay Mekkeliler'e neden anlatılmaktadır? Olayın Mekkeliler'e anlatılma sebebini anladıktan sonra bize dönük mesajını okumak kolaylaşacaktır. Öncelikle bu olay Mekkeli muhataplar tarafından bilinen bir olaydır. Zamanı konusunda herhangi bir şey söylemenin doğru olmadığını söylesek de, bu olayın Muhammed(a.s)'ın doğumundan kısa bir zaman süresi içinde olduğu söylenmektedir.

[006.006] Onlardan önce nice nesilleri yok ettiğimizi görmediler mi? Onları, sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde yeryüzüne yerleştirmiş, gökten bol yağmur yağdırmış, altlarından ırmaklar akıtmıştık. Fakat onları günahlarından ötürü yok ettik ve ardlarından başka bir nesil yetiştirdik.

Mekkeli müşrikler, kendilerine gelen elçiyi red ederlerken kullandıkları argümanlara baktığımızda bunu daha kolay anlayabiliriz. Mekkeliler ellerindeki güç ve servete dayanarak öyle bir gurur ve kibir içindedirler ki kendilerine kimsenin güç yetiremeyeceği zannına kapılmışlardır. Onların bu şımarık tutumlarını, Mekke döneminin ilk yıllarında inen surelerde açık ve net bir biçimde görmekteyiz.

Allah(c.c)'nin ilk dönem inen surelerde Mekkeliler'e "Ad" ve "Semud" kavimlerinin helakından bahsetmiş olmasının sebebi; bu kavimlerin akıbetlerinin Mekkeliler tarafından biliniyor olması idi. Bu ve benzeri kavimlerin akıbetlerini haber vererek Allah(c.c)'ye başkaldırmanın nasıl bir son ile cezalandırılacağı yaşanmış ve canlı örneklerle muhataplarına gösterilmektedir.

"Fil sahipleri"ne uygulanan helak modelinin nasıllığı konusunda tefsirlerde farklı görüşler olduğu, konu ile alakalı yazılanları okuyanların malumudur. Biz yazımıza bu yazılanları alıntılayıp kritiğini yaparak hacmi büyütmek istemediğimiz için helakın nasıllığı konusunda üretilen düşüncelerin "parmak ayı gösterirken, aya değil parmağa bakmak" misali olduğunu söylemek istiyoruz.

Surede gördüğümüz helakın bir benzerinin Lut kavmine uygulanmış olduğunu görmekteyiz.

[011.082] Emrimiz gelince, oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık.

[015.074] Derhal şehirlerinin üstünü altına getirdik ve balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık üzerlerine.

[051.033-34] Onların üzerine çamurdan pişirilmiş sert taşlar yağdıracağız.«Müsrifler için Rabbin nezdinde alâmetlendirilmiş olarak o taşlar atılacaktır.»

Tefsirlerde bu helakın nasıllığının tartışılarak bu helake götüren sebeplerin göz ardı edilmiş olması, bu tür anlatımların "mesaj" içerikli olması yönünün bir tarafa bırakılarak, "masal" içerikli olarak okunmaya çalışılmasının bir tezahürü olduğunu söylemeden geçemeyeceğiz. Geleneksel tefsirlerdeki anlatımlar ile bu tefsirlerdeki anlatımlara karşı çıkan modernist tefsirlerin buluştukları nokta, her iki okuma şeklinin de sadece anlatıma odaklanarak verilmek istenen mesajı ıskalamış olmasıdır.

"Fil sahipleri" kıssasında yanlış bir bakış açısı olarak değerlendirdiğimiz nokta; onların Kabe'yi yıkmaya gelmiş olmaları ve bu amaçlarının başarıya ulaşamadan helak edilmiş olmalarıdır. Bu durum beraberinde şöyle bir soruyu akla getirmektedir; o gün Kabe'yi koruyan Allah(c.c), daha sonraki zamanlarda Kabe'nin, Müslümanların birbirleri ile yaptıkları savaşta yıkılma teşebbüslerine karşı neden onları helak etmedi?

Bu şekil bir soru, Kur'an kıssalarında helake sebep olan durumun tam anlaşılamamış olmasından kaynaklanan bir sorudur. Allah(c.c); Kabe'nin taşına herhangi bir kutsallık yükleyerek, orayı korumak gibi bir durum içine asla girmez. Şayet girmiş olsaydı Kabe'yi mancınıklarla yıkmaya çalışanları da aynı akıbete uğratırdı. Allah(c.c)'nin bir topluluğu helak ettiğini haber vermiş olması, kendilerini Allah(c.c)'den üstün görmek gibi bir kibir içine girenlerin ne kadar yanlış bir tutum içinde olduklarını, hem kendilerine hem de sonradan gelenlere göstererek ayaklarını denk almalarını ikaz etmeye yöneliktir.

Sonuç olarak; kendilerini yenilmez armada ve üstün güçlere sahip görenlerin, Allah(c.c)'nin gücü karşısında darmadağın olduğunu haber veren bir çok kıssadan birisi olan "fil sahipleri"nin kıssası; Kur'an'ın diğer kıssalarının aksine teferruatlı bir biçimde anlatılmadan, sadece yaptıklarının sonucunu göstermesi bakımından diğer kıssalardan ayrılmaktadır. Bu şekil ayrılma, kıssayı rivayetler aracılığı ile okumaya yöneltmiş ve bu yönelme kıssadan hasıl olması gereken ibreti okumayı maalesef ötelemiştir. "Fil sahipleri"nin kimliğinden çok, onların akıbetlerinin sebeplerini, bu şekil bir akıbete uğrayan diğer kavimlerin kıssası ile birlikte okumak, bizleri sureyi daha doğru bir anlamaya sevkedecektir. Kimsenin Allah(c.c)'nin gücü karşısında yenilmez bir güç olmadığının bilincinde olmasını, Kur'an'da anlatılan kıssalar aracılığı ile görerek, kendilerini yaratan yegane güç sahibinin önünde eğilmekten başka çareleri olmadığını bu kıssalardaki akıbetleri anlatılan kavimler örneğinde bilmek zorundadırlar.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

16 Temmuz 2015 Perşembe

Kevser Suresi Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması

Kevser s. Kur'anın Mekke'de nazil olan en kısa surelerinden bir tanesidir. Bu yazımızda sure ile ilgili bir tefekkür'de bulunmaya çalışacağız. 

 İnnâ a’taynâkel kevser(kevsere).
 [108.001]  Muhakkak Biz, sana Kevseri'i verdik.

Fe salli li rabbike venhar.
[108.002] Öyleyse Rabb'in için salat et ve nahr et.

İnne şânieke huvel ebter(ebteru).
[108.003]  Doğrusu adı sanı ortadan kalkacak olan, sana kin tutan kimsedir.

1. Ayette , Muhammed (a.s) a "Kevser" verildiği beyan edilmektedir. "Çokluk" anlamına gelen "Kesera" kelimesinden türemiş olan bu kelimeye ,  tefsirlerde bir çok anlam verildiğini görmekteyiz , maaleseftir'ki bu kelime bir kısım kimsenin kendi düşüncesini ve fikrini Kur'an onaylatmak amacı ile kullandığı bir kelime olarak gözümüze çarpmaktadır. Şia'nın bu kelimeye "Biz sana Fatıma"yı verdik" şeklinde yorumlar getirmesine , karşın Ehli sünnet "Biz sana şefaat makamını verdik" şeklinde yorumlar getirmiştir. Konumuz farklı yorumların kritiği olmadığı için bu kadarı ile yetinmek istiyoruz. 

"Kevser" kelimesi ile kast edilenin ne olduğu konusunda şunları söyleyebiliriz ; 2. Ayette "Salat" ve "Nahr" ın Rab için olması gerektiği emri bize bilgi verebilir. Muhammed (a.s) kendisinden önceki Elçiler gibi yüklendiği  görev gereği, yaşadığı toplumun şirk içeren düşünce ve eylemlerini, Tevhidi bir çizgiye getirmekle sorumluydu. Kendisine verilen Elçilik  görevi ve Kitab'ın, onun ismini kıyamete kadar sürecek bir zaman içinde dillerde kalıcılık sağlaması, olarak okuduğumuzda sure bütünlüğüne uygun bir düşünce olduğu söylenilebilir. 

2. Ayette ,"Salat"ın Rab için olması gerektiği vurgusunu , Kur'anın nazil olduğu toplum içindeki salatın, yani Müşriklerin yapmış olduğu salatın Rab için değil de gösteriş için olduğunu beyan eden Maun suresi Ayetlerini okuduğumuzda daha iyi anlamaktayız. 

[107.004-7]  Vay haline o salat edenlerin ki,Ki onlar; kıldıkları salatlarından gafildirler.Onlar gösteriş yaparlar.En ufak bir yardımı esirgerler.

Mekke toplumunda yaşayan Müşriklerin "Salat" adı altında yaptıkları şeyin ,Allah (c.c) tarafından kabule şayan bir şey olmadığı , kabule şayan olmasının sadece Allah (c.c) için olması gerektiği Kevser s. 2. Ayeti içinde "Rabbin için salat et" emrinden anlaşılmaktadır. Mekke döneminin ilk yıllarında inen surelerde  Müşriklerin, muhtaç olanlara karşı takınmış oldukları cimrice tavırları eleştiren Ayetleri okuduğumuzda , anlatmak istediklerimiz daha net anlaşılacaktır.

 Aynı Ayet içinde , "Venhar" emri ile kast edilmek istenenin ne olduğu konusunda farklı yorumlara rastlamaktayız. Bir kısım müfessir bu emri , "Elini göğüs hizasına kadar kaldır" şeklinde okuyup ,namazlarda tekbir alırken ellerin göğüs hizasına kadar kaldırılması gerektiğini söylerken , "Zorluklara göğüs ger" şeklinde anlamlara rastlamaktayız. 

"Nahr" kelimesi ; "Gerdanlığın geçirildiği yer" anlamına gelmektedir.
 "Nahr'ulbairu" ; "Devenin boynuna bıçak sokmak". Dilimizde "İntihar" olarak bildiğimiz kelimenin aslı bu kökten türemiştir.

Bu anlamlardan yola çıkarak , meal ve tefsirlerde bu kelimeye "Kurban kes" emri anlamı verilmesinin daha doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmekteyiz şöyle ki;
 
Salat konusunda olduğu gibi ,Kurban ibadeti konusunda Mekke dönemi inanç yapısına baktığımız zaman bu emrin ne anlama geldiği daha kolay anlaşılacaktır. 

[022.034]  Biz her ümmet için bir «Mensek» kıldık, O'nun kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine Allah'ın adını ansınlar diye. İşte sizin ilahınız bir tek ilahtır, artık yalnızca O'na teslim olun. Sen alçak gönüllü olanlara müjde ver.
[022.036]  İşte kurbanlık deve ve sığırları Allah'ın size olan nişanelerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Bağlı halde keserken üzerlerine Allah'ın adını anın. Yan üstü düşüp ölünce onlardan yiyin, isteyene de istemeyene de verin. Şükredersiniz diye onları böylece sizin buyruğunuza verdik.
 [022.037]  Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah'a ulaşmaz, ancak O'na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O'nun size hidayet vermesine karşılık Allah'ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver.

Allah (c.c) nin kullarına olan emirlerinden bir tanesi de belirli zaman ve mekanda yapılan eti yenen hayvanları kurban etmek sureti ile olan bir ibadet tarzıdır. Bu ibadet tarzı Muhammed (a.s) öncesine kadar uygulanan fakat  uygulamada şirk içeren unsurları ihtiva etmekteydi. Allah'ın adının anılması şartını bırakan Müşrikler , Allah'ın dışındakilere bu ibadeti hasr ederek yapmaktaydılar. 
 
[006.121]  Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz.
 [006.136]  Kendi zanlarına göre, «Bu Allah'ındır, bu da putlarımızındır» diyerek, Allah'ın yarattığı hayvanlar ve ekinlerden pay ayırdılar. Putları için ayırdıkları Allah için verilmez, ama Allah için ayırdıkları putlarına verilirdi; ne kötü hüküm veriyorlardı!
 [006.138]  «Bu hayvanlar ve ekinleri dilediğimizden başkasının yemesi yasaktır; bir kısım hayvanların sırtlarına yük vurmak da haramdır» iddiasında bulunarak ve bir kısım hayvanları keserken de Allah'ın adını anmamak suretiyle O'na iftira ederler. Allah, yaptıkları iftiralara karşı onları cezalandıracaktır.
 [006.145]  De ki: «Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti ki pistir ve günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum; fakat darda kalan, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir.» Doğrusu Rabbin bağışlar ve merhamet eder.

Yukarda verdiğimiz örnek Ayet meallerinden anlaşılacağı üzere , Allah (c.c) nin sadece kendisi için yapılmasını emrettiği bir ibadet , şirk bulaştırılarak asıl yönünden çevrilmiş bir hale getirilmiştir. 

 Kevser suresindeki "Venhar" emrinin, "Kurbanı sadece Rabbin için kes" emri olarak okunmasının, Ayetler çerçevesinde gördüğümüz nuzül dönemi kurban ibadetinin şirk unsurlarından temizlenerek Tevhidi boyuta getirilme aşaması olarak okunmasının daha doğru olduğunu düşünmekteyiz.

3. Ayette ki "Ebter" kelimesi ;"Kendisini takip edecek kimsesi olmayan kişi" anlamında bir kelimedir. Ayet , asıl "Ebter" olanın Muhammed (a.s) değil ona kin ve nefret kusan kimsenin olduğunu beyan etmektedir.

Allah (c.c) , Muhammed (a.s) dahil bütün Elçilerinin isimlerini kıyamete kadar sürecek bi şekilde dilde kalıcı olmasını sağlayarak onların yollarını izleyen takipçilerinin dilinde kalıcı olmasını sağlamıştır.  

 [094.004] Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi?
 [019.050]  Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk. Onların her dilde üstün şekilde anılmalarını sağladık.
 [026.084] (İbrahim) Bana, sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak nasip eyle!
 [037.180-2]  İzzet ve kudret Rabbi olan senin Rabbin onların bütün batıl iddialarından münezzehtir, yücedir. Selam bütün peygamberleredir. Bütün hamdler âlemlerin Rabbi Allah’adır.

                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

27 Mart 2015 Cuma

Kıble Kavramı Üzerine Bir Düşünce Çalışması

Kıble , insanların hayatlarını tanzim ettikleri düşünce ,sistem , inanç ,yaşam biçimi gibi unsurlar ile birlikte ifade edilen sembolik bir kavramdır. İstisnasız olmak üzere , Yeryüzünde yaşayan tüm insanlar yaşam süreleri içinde belirli bir hayat tarzı üzerinde yol izlerler , bu izledikleri yolu  belirleyen bir takım temel kurallar olup, bu kurallar dahilinde bir yön takip etmektedirler. "Yüzünü Çevirmek" olarak ifade edilen bu durum tüm insanlara has bir durum olup , herkesin hayatını belirleyen bir yöne yüzünü çevirmiş olması orasının "Kıble" olarak anlamını bulması demektir. Bu durum Bakara s. 148. Ayetinde şu şekilde beyan aedilmektedir. 

 [002.148] Herkesin bir yönü vardır oraya döner. Öyleyse siz hayırlı işlerde birbirinizle yarışın! Nerede bulunursanız bulunun, Allah hepinizi birden getirir. Şüphesiz ki Allah her şeye kadir'dir.

İnsanlık tarihinin özetini iki kelime ile özetleyecek olursak ,"Kıble Savaşları" olarak özetlemek mümkündür. Her kim olursa olsun kendi tabi olduğu kıblesine diğer insanlarında tabi olması veya başka kıbleye tabi olmamak için bir mücadele içine girer. Bu durumu Bakara s. 145. Ayetinde şöyle görmekteyiz.

[002.145] Sen, Kitap verilenlere her türlü delili getirsen, yine de kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. And olsun ki, eğer sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, şüphesiz o zaman zulmedenlerden olursun.

"Kablu" zaman zarfı olup "öncelik" ifade etmektedir , izafe edildiği şeye göre değişkenlik arz eder. Zaman , Mekan , Konum veya yapılan bir işteki önceliği ifade eder. "Kıble" kelimesi ; "Bir yeri öne almak , öncelik vermek" , mekan zarfı olması nedeniyle belirli bir mekanı önüne almak anlamındadır.

Yazımızda bu kelimenin, kişinin yaşantısındaki sosyolojik boyutu ve bu kelime ile bağlantısı olan kelimelerin üzerinde durmaya gayret edeceğiz. Kıble kelimesinin anlaşılabilmesi için "Vech" kelimesinin anlamının anlaşılması önem arz etmektedir.

"Elvechü" ; kelimesinin temel anlamı, "Yüz" dediğimiz, insanın bir organına verilen isimdir. Yüz , kişinin nesneyi ilk karşıladığı yani Göz, Kulak, gibi duyu organları ile algılama imkanına sahip olan en önemli kısmı olması nedeniyle , kişinin yönelişi ile alakalı bir kelimedir. "Yüzünü Döndürmesi" , duyu organları ile algıladıkları neticesinde onu hayatında pratize etmesi anlamındadır.

"Semi , Basar Fuad" olarak Kur'anda yerini bulan bu üçlü duyu organları ile algılananlar neticesinde oluşan bilgiler , kişinin yüzünü o tarafa döndürmesi ile neticelenir. Kişinin elde ettiği bilgi , doğru veya yanlış olabilir, ancak her iki durumda da kişi yüzünü bir yere çevirerek orayı "Kıble" edinir. 

Allah (c.c) nin bizler için razı olduğu yüzümüzü çevirmemiz gereken tek bir Din ve onu tek bir Kıblesi vardır. Ancak kullardan bir kısmı, bu Dini ve Kıbleyi red ederek başka Dinler ve Kıbleler ihdas ederek şirk bataklığına düşmektedirler. 

Kıble kelimesi ile alakalı olan kelimelerden birisi de "Salat" kelimesidir. Bu kelime, kulun yönelimi ile alakalı olup etle tırnak misali birbiri ile çok yakından alakalıdır. Bu kelime kişinin hayatını tanzim ettiği , adına "Din" dediğimiz yaşam şeklinin ,kulun hayatına yansımış şekli olarak , Kur'an literatüründeki adıdır. 

Kişinin duyu organları ile algılayarak bir inanca sahip olması neticesinde VECHini (Yüzünü) döndürdüğü , yaşam biçimi haline getirerek SALATını ikame ettiği , yani inandığı her hangi bir Din için yöneldiği , yerin adı KIBLEdir. Konumuzun asıl amacı bu kavramın Müslüman açısından ifade ettiği anlamdır.

Bakara s. 145. Ayetinde , herkesin Vechini döndürdüğü bir taraf olduğu beyan edilmektedir. Öyleyse , Müslüman için yüzünü döndürmesi gereken yani Salatını ikame edeceği sistemin kaynağını alacağı bir bir merci olmalıdır. Bu merci Allah (c.c) nin kendisi olup , yaşamımız içinde ikame edeceğimiz Salatın nasıl olması gerektiğini haber veren Elçiler ve Kitaplar ile bunları bize beyan etmiştir. 

[002.149]  Her nereden yola çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir, şüphesiz bu Rabbinden bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
[002.150] Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir. İnsanların zulmedenlerinden başkalarının size karşı gösterecekleri bir hüccet olmaması için, her nerede olursanız, yüzlerinizi oranın semtine çevirin, bu hususta onlardan korkmayın. Benden korkun da size olan nimetimi tamamlayayım. Böylece doğru yolu bulursunuz.

Bakara s. 149. ve 150. Ayetlerinde , Vechin "Mescidi Haram" yönüne döndürülmesi emrini görmekteyiz. "Bu emir hayat içinde nasıl gerçekleşebilir ?" sorusunun cevabını anlamak için Mescidi Haram adı ile anılan bölgedeki "Kabe" nin işlevi ve sembolik olarak ifade ettiği anlamı ortaya koymak gerekmektedir.

"Sembol" kelimesi ; Bir gayeyi , fikri , amacı ifade eden , görüldüğü zaman akla ortak bir şeyin geldiği nesne veya duyu organlarımızı ile algılayamadığımız bazı şeyleri hatıra getiren gözle görülen şeyler anlamındadır.

"Kabe" , Mekke şehrinde imar edilmiş bir yapıdır. Onu görünüş olarak Mekke de imar edilmiş diğer evlerden ayıran herhangi bir özellik yoktur. Mekke nin etrafında bulunan taşlardan inşa edilmiş sıradan bir yapı olması yanısıra orayı farklı kılan Allah (c.c) tarafından ona yüklenen özel bir konum olup  sembolize ettiği bazı anlamlar vardır. Mesele sembolize ettiği şey ve o sembolun bize ne ifade ettiği veya etmesi gerektiğidir.

[003.096-97] Muhakkak ki insanlar için konulmuş ilk ev (BEYTİN); çok mübarek olarak kurulan ve alemler için hidayet olan Bekke'deki dir.Onda apaçık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir.

"Kabe" adındaki yapının, "Beyt" olarak ifade edilmesi önemli bir noktadır , bu kelimenin anlamı üzerinde durarak sembolize ettiği anlamın anlaşılması biraz daha kolaylaşacaktır.

"Beyt" kelimesi ; "İnsanın gecenin tehlikesinden ve karanlığından sığındığı yer" anlamındadır. "Gece" kelimesinin kullanıldığı "Zulumat"kelimesi ise , "Işığın yani nurun olmaması" anlamındadır. "Nur" kelimesi ise , "Karanlıkta görmeye yol bulmaya yarayan ışık" temel anlamından hareketle , Kur'ana isim olmuştur. Kur'an kelimelerinin birbirleri ile olan anlam örgüsünüde, bir kaç kelimenin birbiri ile olan bağını kurmaya çalışarak görmeye çalıştık.

Burada yeri gelmişken kısa bir hatırlatma yapmak istiyoruz. Kur'an anlatım metodu olarak seçtiği yollardan birisi de mesel yolu ile anlatım metodudur. Nur s. 34.35 Ayetlerde "Nur" kelimesinin mesel yolu ile yapılan anlatımı , Kur'anın en güzel meselli anlatımlarından birisidir.
"Nur s. 35-36.. Ayetleri ve Kuran'ın Mesel İle Anlatım Uslubu" Başlık bir yazımızda bu konuyu ele almaya çalışmştık.


"Kabe" nin sembolik bir yapı olarak , Allah (c.c) tarafından  "Beytim" (2.125/ 22.26) olarak nitelemesinin veya "Beytullah" teriminin ne anlama geldiği şimdi anlaşılabilir.

Allah (c.c) kullarının , küfrün karanlığından sığınarak aydınlık bir ortama kavuşmalarını sembolize eden bir ev yapılmasını emrederek, herkesin buraya sığınması neticesinde , küfrün karanlığından emin olarak aydınlığa kavuşacağını beyan etmiştir. 

Bu kavuşmanın , herkesin o evin içinde oturması  gibi şekilde olmayacağı kesindir , öyleyse "Buraya sığınmak veya yüzün buraya döndürülmesi nasıl ve ne şekilde hayata yansıtılabilir?" sorusunun cevabını aramak gerekmektedir. 

"Salat" kelimesinin anlamına tekrar dönecek olursak, bu kelime kulun , İlah ve Rab kavramlarının içerdiği anlamlar dahilindeki yönelimini ifade etmektedir. Kul hayatında İlah ve Rab olarak kimi kabul ettiyse onun çizdiği yol üzerinde yürür ve Salatını ona yapmış , yüzünü ona çevirmiş ve onun kıblesine dönmüş sayılır. 

Kul eğer hayatında Allahı, İlah ve Rab olarak kabul etmişse, bu kabulunu hayatının her anında onun kendisi için çizdiği sisteme göre bir hayat sürerek gösterir ve Salatı gerçek İlah ve Rab olan Allah için ikame etmiş olur. Salatı Allah  için yapmış olması onun yüzünü Mescidi Haram yönüne döndürmesi anlamına gelir. "Yüzü Mescidi Haram yönüne döndürme" eylemi sadece Namaz için geçerli bir emir telakki edilir hale geldiği için , bir yerlerde yanlış yapıldığını farkeden bir kısım insan, bu hatayı düzeltmek veya doğru olanı yerine koymayı çalışmak yerine, olanı toptan kaldırmak düşüncesi içine girerek , Kıble , Namaz , Hacc gibi kelimeler ile ifade edilen şeyleri red yoluna gitmektedirler.

"Namaz" , Salat kavramı içinde bir cüz olup , kulun belirli vakitlerde Rabbine karşı olan tezellülünü şekilsel olarak ifade ettiği bir eylemdir. Bu gün her ne kadar içi boşaltılmış bir ibadet olarak yerine getiriliyor olmuş olması , onun Tevhidi bir eylem olduğunun şuuruna vakıf olduğunun unutulmasını gerektirmemektedir. Bu ibadetin en önemli boyutu birlikteliğin , ve kardeşliğin dışa vurumudur. Bu ibadette öne çıkan unsurlardan birisi de, belli bir yere yönelmek ile ortaya çıkmaktadır.

Yeryüzünde Tevhidin sembolize edildiği "Allahın Evi" yani küfrün karanlığından kaçarak nura kavuşulan bir yapı olarak inşa edilen "Kabe" bu yönelmenin yapılacağı tek mekandır. Hayatının her anında Allah (c.c) nin onun için beyan ettiği hükümlere tabi olarak yüzünü ona döndürdüğünü deklere eden kul , aynı deklereyi Namazında oraya yönelerek bir kere daha teyid eder. 

Bu bağlamda , Namazda Kabeye yönelmek şeklinde direk bir emir olmadığı düşüncesinden hareketle , "Nereye canım isterse dönerim" düşüncesi içinde olan bir takım kişilere rastlamaktayız. Namaz ritüel olarak yapılan bir takım eylemlerden ibaret olduğuna , bu eylemlerden amacın Allah kul olduğumuzu deklere etmek olduğuna göre, yöneldiğimiz yön tabi olduğumuz İlah ve Rabbın Yeryüzündeki sembolik evine doğru olmalıdır ki , kime sığındığımızı şekilsel olarak topluca dosta ve düşmana gösterelim. 

Şurası unutulmamalıdır ki Kur'an, "Resimli Namaz Hocası" şeklinde bize herşeyi tarif etmesi gereken bir Kitap değildir. "Namazda Kabeye yönelin şeklinde bir emir Kur'anda bulamıyorum" diyen birisi , ya Kur'anın mesajından habersiz bir cahil , ya da Kur'anın mesajından haberdar olan bir haindir bunun üçüncü bir şıkkı yoktur. Özellikle Salat ve Kıble kavramları üzerinde oynanmak istenen bir takım oyunlara bazı yazılarımızda dikkat çekmeye çalıştığımızı burada hatırlatarak , bu kavramların önemini bizlerden daha fazla kavrayan düşmanların, bu kavramlar üzerinde  "Kur'an merkezli düşünce" postuna bürünerek içten içe nifak çıkarmak istediklerini dikkati çekmek istiyoruz.  

"Kıble" kavramı sosyolojik bir olgu olup , aynı düşünce etrafında birleştiklerini iddia edenlerin , bu iddialarını kendi aralarında ve başkalarına karşı bir göstermelerinin sembolik bir ifadesidir. Namaz ibadeti , Müslümanların kendi aralarındaki birlik ve beraberliğin tek yürek olmanın bir ifadesi olarak günde 5 vakit tekrarlanmaktadır. Bu ibadeti yapanların farklı noktalara yönelmiş olması veya farklı noktalara yönelme gayretleri , bu ibadetten kast edilen anlamın anlaşılamamış olmasının bir sonucudur. 

"Kıble" kavramı bütün düşünce sistemlerinde var olan bir olgu olup , her düşünce sistemi kendi düşüncesinin ilhamını aldığı İlahına belirli zamanlarda yönelerek iman tazelerler. Aynı inanca mensup olduğunu iddia eden bir kimse , herkesin yöneldiği yönün tersine veya o düşünceye aykırı olarak herhangi bir görüş beyan ettiği takdirde genel geçer Kıbleye uymamış olur. "Nereye istersem uyarım" mantığı birlikte düşünme ve hareket etme mantığına uymayan bir davranış olarak hiç bir düşünce sisteminde kabul edilir bir davranış değildir.  

                                                   KIBLE AYETLERİ

Bu bağlamda Bakara suresi içindeki , Kıblenin değişimi ile ilgili Ayetler üzerinde durmak gerektiğini düşünmekteyiz. İlgili Ayetlerin tarihi arka planını kısaca hatırlayacak olursak , Mekke den Medineye hicret eden Muhammed (a.s) ın Mekke de iken yöneldiği Mescidi Haram yönüde değil , rivayetlerden Kudüs olarak öğrendiğimiz yöne dönmekteydi. 

Bu konu ile ilgili olarak şöyle bir problem vardır; Muhammed (a.s) Mekke de iken yöneldiği Kabe'nin yerine, Kudüse yönelmesi için Kur'an içinde buna delalet edebilecek net bir Ayet görülmemektedir. Gayri metluv vahiy düşüncesine sahip olanlar , bu durumun gayri metluv vahiy ile gerçekleştiğini iddia etmekte olmalarına karşın böyle bir durumun vaki olmadığını düşünmekteyiz. 

Mekke de nazil olan İsra s. nin 1.ve 8. Ayetler arasının mesajını okumaya çalıştığımızda , bu Ayetlerin Muhammed (a.s) için bir hicret hazırlığı ve hicret edeceği yerde karşılaşacağı kavim olan İsrailoğulları ile ilgili bilgilerin verilmesi olarak okumak mümkündür. Musa (a.s) a verilen Kitap ile kendisine verilen Kitabın ortak bir kaynağı olduğunu bilen Muhammed (a.s) , bir rivayete göre daha Mekke de iken, bir başka rivayet göre Medineye hicret ettikten sonra Kudüse doğru yönelmiştir. Rivayetlerin hangisinin doğru olduğunu tartışmaktan çok , rivayetlerin ortak yönü ve Kur'anın desteği ile , Muhammed (a.s) ın Medinede Kabe den farklı bir yöne yönelmiş olduğudur. 

Bakara s. 115. Ayetinin Kabe harici bir yöne yönelmesi konusunda vahyin onayı olduğunu düşünmekteyiz. Bu Ayeti günümüzde "Canım nere isterse oraya dönerim" düşüncesinde, olanlar kendi düşüncelerine destek olan bir Ayet zannı ile okumakta olmalarına rağmen , onlara sözümüz Ayetleri bağlam ve siyak sibak dahilinde okumalarıdır.

 [002.115]  Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz Allah'(ın rahmeti ve nimeti) geniştir, O her şeyi bilendir.

Bakara s. 144. Ayeti, Kıblenin değişimi ile ilgili bir Ayet olup , bu Ayetin tefsiri ile ilgili bazı bilgileri hatırlatarak bu konudaki görüşlerimizi paylaşmak istiyoruz. Bu Ayet ile ilgili tefsirlerde , Muhammed (a.s) ın döndüğü yerden memnun olmayarak , yeniden Kabeye dönmek için vahiy beklediğini , "Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnud olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz." cümlesinden çıkarmaktadırlar , bu düşünceye katılmadığımızı söyleyerek gerekçelerini şöyle sıralayabiliriz; 

Muhammed (a.s) bir Elçidir , vaizfesi Rabbinin ona vahyettiklerini muhataplarına iletmektir. İçide bulunduğu durumdan hoşnutsuz olması gibi bir şeyin olması mümkün değildir. Kıblenin Kudüs yönüne döndürülmesi ile ilgili olarak net bir Ayet olmaması, bu konuda Elçinin içtihadının rol oynadığı kanaatini uyandırmaktadır. Kudüs yönünden eğer memnun değilse Elçinin vahiy beklemesine gerek olmadığını , nasıl Kudüse yöneldiyse , aynı şekilde Mekkeye yönelebilirdi . 

Ayet içindeki " Tekallube" kelimesinin, El müfredattaki anlamına baktığımızda bu kelimenin "Çevirip durmak" şeklinde anlamı olduğu gibi , "Tasarrufta bulunmak" anlamına da sahip olduğunu görürüz. "Sema" kelimesini , vahy ile alakalandırırsak bu cümlenin , "Senin yüzünü vahye çevirdiğini görüyoruz" şeklinde bir anlam kurarak , Muhammed (a.s) ın memnuniyetsizlik gibi bir duruma sokmaktan kurutulmuş oluruz. Ebu Müslim İsfahani bu konuyla ilgili olarak " yüzünü göklere döndürmesi duadır" diyerek daha doğru bir yaklaşım sergilemiştir. 

Bakara s. 143. Ayeti , Kıblenin sosyolojik boyutu olan , birlik ve beraberlik işareti olmasına işaret etmektedir. Aynı Kıbleye dönmekte tereddüt gösterenler için kullanılan "Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir" cümlesi , bu gün " Canım nereye isterse oraya dönerim" şeklinde kafasına göre takılmak isteyenler için düşünülmesi gereken bir cümledir. 

Kıble ile ilgili Ayetleri şöyle bir sıra dahilinde okuduğumuzda daha kolay anlaşılacağını düşünmekteyiz.

[002.142]  İnsanların beyinsizleri, «Yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir?» diyecekler; de ki: «Doğu ve batı Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola eriştirir».
[002.144] Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu  görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de nerede olursanız olun,  yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.
[002.143]  Böylece sizi insanlara şahid ve örnek olmanız için tam ortada bulunan bir ümmet kıldık. Peygamber de size şahid ve örnektir. Senin yöneldiğin yönü, Peygambere uyanları, cayacaklardan ayırdetmek için kıble yaptık. Doğrusu Allah'ın yola koyduğu kimselerden başkasına bu ağır bir şeydir. Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder.
[002.145] Sen, Kitap verilenlere her türlü delili getirsen, yine de kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. And olsun ki, eğer sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, şüphesiz o zaman zulmedenlerden olursun.
[002.146]  Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu  oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler.
[002.147] Gerçek Rabb'indendir, sakın şüphelenenlerden olma.
[002.148]  Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Nerede olursanız olun Allah sizi bir araya toplar, Allah şüphesiz her şeye Kadir'dir.
[002.149]  Nereden  çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Şüphesiz bu, Rabbından bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
[002.150] [IK] Nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de nerede olursanız, yüzünüzü o yana döndürün, Ta ki, zalim olanlardan başka insanların aleyhinizde bir delili bulunmasın. Artık onlardan korkmayın, Benden korkun ki, hem üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım, hem de siz hidayeti ümid edebilesiniz.

Sonuç olarak; "Kıble" kavramı,"Salat" kavramı gibi Mümin olsun olmasın her insanın yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. Her insan , yaşamı içinde mutlaka bir inanç sistemine dahil olarak hayatını devam ettirir. Dahil olduğu inanç sisteminin belirlenmiş kuralları olup bu kurallara uymak zorunluluğu herkes için geçerlidir. Kişinin bu kurallara uyması , onun "Yüzünü döndürmesi" anlamına gelip , yüzünü döndürdüğü yerin adı "Kıble"dir. Bu kavram Müslümanın lügatında sadece belirli vakitlerde Mekke şehrinde bulunan Kabeye dönmek şekilde hayat bulmuş olsa da , olması gereken hayatının her anında bu tür yönelimi gerçekleştirmesidir. Bu yönelim 24 saat Kabeye doğru yüzünü döndürmek şeklinde değil , 24 saatinin her anında Allah (c.c) nin onun için vaz ettiği kurallar çerçevesinde hareket etmekle gerçekleşir.

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

25 Mart 2015 Çarşamba

Cin s. İle İlgili Bir Tefekkür Çalışması: 25-28.Ayetler

CİN Suresi ile ilgili olarak bundan önceki yazılarımızda Sure'nin 24. ayetine kadar tefekkür etmeye gayret etmiştik. Bu yazımızda Sure'nin geri kalan ayetlerini tefekkür etmeye gayret edeceğiz.

Kul in edrî e karîbun mâ tûadûne em yec’alu lehu rabbî emedâ(emedan)

[072.025] De ki: Size vaadedilen yakın mıdır, yoksa Rabbım onu uzun süreli mi kılmıştır bilemiyorum.

Elçilerin kavimlerine olan tebliğlerinde öne çıkan unsur; onların inkarlarına karşılık helak edilme tehditleri ve yeniden diriliştir. Müşrik muhataplar bunları red ederek bir nevi rest çekerek elçilere "Sözünüzde sadıksanız tehdit ettiğinizi getirin" şeklinde ifadeler kullanmışlardır.

[008.032] Bir de: «Ey Allah'ımız, eğer bu (Kur'an) bir gerçek olarak Senin katından ise, gök yüzünden üstümüze taş yağdır veya acıklı bir azab getir (bakalım) .» demişlerdi.

[010.048-9] «Ne zamandır bu va'dedilen (azap); eğer doğru söylüyorsanız?» diyorlar. De ki: «Ben Allah'ın dilediğinin dışında kendi kendime ne bir yarar, ne de bir zarara malikim!» Her ümmetin bir eceli vardır; ecelleri gelince artık bir an geride kalamazlar, ileri de gidemezler.

[017.051] Veya gözünüzde büyüttüğünüz bir yaratık olun. Diyecekler ki: Bizi tekrar kim diriltir? De ki: Sizi ilk defa yaratmış olan. Sana başlarını sallayacaklar ve ne zaman o? diyecekler. De ki: Yakın olması umulur.

[021.038] «Doğru sözlü iseniz bildirin bu tehdit ne zamandır?» derler.

Muhammed(a.s); sadece bir elçi olması sebebi ile gayb hakkında herhangi bir bilgisi bulunmadığını, görevinin sadece aldığı vahyi iletmek olduğunu, saat konusunda herhangi bir bilgisi olmadığını birçok ayette gördüğümüz gibi ifade etmektedir.

[021.109] Eğer yüz çevirirlerse, de ki: «Size düpedüz açıkladım; tehdit olunduğunuz şeyin yakın mı uzak mı olduğunu bilmem.»

[021.111] Bilmem. Belki bu, sizin için bir deneme ve bir süreye kadar yararlanmadır.

[046.009] De ki: «Ben peygamberlerden bir türedi değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemiyorum. Ben, yalnızca bana vahyedilmekte olana uymaktayım ve ben, apaçık bir uyarıcı-korkutucudan başkası değilim.»

Gelecek ayetler, gayb bilgisinin kime, ne kadar açılacağı ile ilgilidir.

Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehadâ(ehaden)

[072.026] Gaybı bilendir. Gaybını kimseye açıklamaz.

"Ğayb" kelimesi "algıdan ve insanın bilgisine saklı kalan şeylerle" ilgili olarak kullanılır. Ğayb bilgisinin sadece O'nun yanında olduğu ile birkaç ayet örneği ile 26. ayeti biraz daha pekiştirelim.

[006.059] Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitap'tadır ancak O bilir.

[010.020] Bir de «Ona Rabbinden daha başka bir âyet indirilse ya!» diyorlar. De ki: «Gaybı bilmek ancak Allah'a mahsustur, bekleyiniz bakalım, ben de sizinle beraber bekleyeceğim şüphesiz.»

[011.123] Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Bütün işler O'na döndürülür. Öyleyse O'na kulluk et, O'na güven. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

[016.077] Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir, kıyamet saatinin kopuşu bir göz kırpması kadar veya daha çabuk bir zaman içinde olur. Şüphesiz Allah her şeye Kadir'dir.

[027.065] De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.

Gayb bilgisinin sadece kendi yanında olduğunu daha birçok ayette beyan eden Rabbimiz, buna bir istisna getirerek kime, nasıl ve ne kadar açtığını devam eden ayetlerde beyan etmektedir.

İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ(rasaden)

[072.027] Ancak elçileri içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici) ler dizer.

[003.179] Allah, murdar olanı, temiz olandan ayırd edinceye kadar mü'minleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir. Allah sizi gayb üzerine muttali kılacak da değildir. Ama Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer. Öyleyse siz de Allah'a ve Resulüne iman edin. Eğer iman eder ve korkup-sakınırsanız, sizin için büyük bir ecir vardır.

Allah(c.c), gaybını seçtiği elçiler dışında kimseye açmayacağını beyan etmektedir. Bu durumu Muhammed(a.s) bazında değerlendirdiğimizde şöyle bir durum ortaya çıkar; Muhammed(a.s)'ın gaybe muttali olması demek, onun Kur'an harici bir gayb bilgisine sahip olması anlamına asla gelmez. Ayetlerde gaybı bilmediği kendi ağzından bildirilmektedir.

[006.050] De ki: «Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum.» De ki: «Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?»

[007.188] De ki; ben kendime, Allah'ın dilediğinden başka bir yarar ya da zarar dokunduracak güçte değilim. Eğer görünmeyeni, gaybı bilseydim, daha çok iyilik elde ederdim. Ve başıma hiçbir kötülük gelmezdi. Ben sadece müminler toplumuna seslenen bir uyarıcı ve müjdeciyim.

Kendi ağzından "Ben gaybı bilmem" diyen bir elçinin ümmeti olarak bizler "Sen bilmezsen biz sana bildirttiririz" diyerek onun ağzından birçok uydurma rivayetlerle onun gayb hakkındaki bilgilerini(!) aktararak, kendi düşüncelerimizi ona tasdik ettirmeyi maalesef başarmışız. Ancak Muhammed(a.s)'ın gayb bilgisi Kur'an haricinde olmadığı yine ona Kur'an içinde vahyedilen ayetler ile gayb bilgisine sahip olduğu ayan beyan ayetlerde görülmektedir.

[003.044] Bu Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın.

[011.049] İşte bunlar, sana vahyile bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen bilirdin, ne de kavmin. O halde sabret, iyi sonuç Allah'tan korkanlarındır.

[012.102] İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin).

[028.044-46] Musa'ya o emri vahyettiğimiz sırada sen batı yönünde bulunmuyordun, olayı görenlerden de değildin.Ama biz nice nesiller var etmiştik. Sen, Medyen halkı arasında bulunup, onlara ayetlerimizi okumuyordun, fakat o haberleri sana gönderen Biziz. Sen, Musa'ya hitap ettiğimiz zaman Tur'un yanında da değildin. Senden önce kendilerine uyarıcı gelmeyen bir toplumu uyarman için, Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin; belki düşünürler.

Kerametleri müritlerinden menkul din baronları, tabiileri üzerindeki karizmalarını devam ettirmek için kendilerine bu tür bilgilerin verildiğini iddia ederler ki bu iddia tamamen iftira mahiyetindedir. Allah(c.c)'nin gaybını bile sadece Kur'an ayetleri haricinde açmadığı Elçisi'ne, açılmayan gayb bilgisinin kendilerine vahy yolu ile açıldığı iddiası, iddia sahiplerinin itikatlarında derin yaralar açar. Ayet içinde geçen "Razı olduğu Resuller"in istisna edilmesi istismara uğrayarak "Razı olduğu şeyhler"e dönüştürülmüş ve ortaya gayb bilgisine sahip olduğunu iddia eden bir sürü soytarı türemiştir.

Rivayet kitapların önemli yer tutan "Gaybî Hadisler"in tamamı uydurma kategorisine dahil olup, bu rivayetlerin bir çoğu fırka veya mezhepleri kötüleyici veya takdir edici olup, fırka mensuplarının indi düşüncelerini Muhammed (a.s) üzerinden temize çıkarmak veya karşı tarafı onun üzerinden mahkum etmek amacına matuftur.

Ayetin ikinci cümlesi olan "Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer." ayetini anlamak için yine Kur'anın diğer ayetlerine müracaat etmek gerekmektedir. "Gözetleyici" olarak ifade edilen durum, sadece elçiler için geçerli değildir. Bütün insanlar için geçerli olan bir durum olan ve "gözetleyiciler" tarafından her anının kayıt altına alındığı şeklindeki bilgiler Kur'anın diğer ayetlerinde mevcuttur.

[013.011] İnsanı önünden ve arkasından izleyen (melekler) vardır, onu Allah'ın emri ile gözetlerler. Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez. Allah, bir toplumun herhangi bir kötülüğe uğramasını dileyince, onu hiç kimse önleyemez. İnsanların Allah'dan başka hiçbir koruyucusu, kayırıcısı yoktur.

[050.016-8] And olsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz; Biz ona şah damarından daha yakınız. Onun sağında ve solunda yerleşmiş iki kayıtçı vardır. Ağzından çıkan bir tek söz olmaz ki yanında, bu iş için hazırlanmış gözcü olmasın, onun söylediğini ve yaptığını kaydetmiş olmasın.

[045.029] «Bu kitabımız gerçekten sizin aleyhinize konuşur. Biz yaptıklarınızı şüphesiz bir bir kaydediyorduk.»

[010.021] İnsanlara darlık geldikten sonra onlara bolluğu taddırdığımızda, hemen ayetlerimize dil uzatmağa kalkışırlar; onlara de ki: «Hile yapanın cezasını vermekte Allah daha çabuktur.» Elçi meleklerimiz kurduğunuz tuzakları hiç şüphesiz yazmaktadırlar.

[054.052] İnsanların yaptıkları her şey kitablarda kayıtlıdır.

[021.094] İnanmış olarak yararlı iş işleyenin ameli inkar edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.

[007.007] And olsun ki, yaptıklarını kendilerine bir bir anlatacağız, zira onlardan uzak değildik.

Bütün insanlar gibi Muhammed(a.s)'ın da yaşadığı hayat içinde yapmış oldukları kayıt  altına alınarak, hesap günü onun karşısına çıkacaktır.

Li ya’leme en kad eblegû rısâlâti rabbihim ve ehâta bimâ ledeyhim ve ahsâ kulle şey’in adedâ(adeden)

[072.028] Ki böylece onların (peygamberlerin), Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah) onların nezdinde olup bitenleri çepeçevre kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır (kaydetmiştir).

Elçilerin görevinin; Rablerinin onlara yüklediği "risalet" vazifesini tebliğ etmek olduğu birçok ayette beyan edilmiş ve bu vazifelerine hakkı ile riayet ettikleri haber verilmiştir. Bu durum önceki elçilerin ağızlarından şu şekilde aktarılmaktadır.

[007.062] (Nuh)«Size Rabbimin risâletlerini (dinine ait hükümleri) tebliğ ediyorum ve sizin için hayırhâh bulunuyorum ve ben Allah Teâlâ'dan sizin bilmediklerinizi biliyorum.»

[007.068] (Hud) «Size Rabbimin risâletlerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için bir emin öğüt vericiyim.»

[007.079] (Salih) Artık onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: «Ey kavmim! Ben size Rabbimin risâletini muhakkak ki, tebliğ ettim ve sizin için öğüt verdim. Velâkin siz hayırhâh olanları sevmezsiniz.»

[007.093] (Şuayb) O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: «Ey kavmim andolsun, size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, küfre sapan bir topluluğa karşı nasıl üzülebilirim?»

[033.039] Ki onlar (o peygamberler) Allah'ın risaletini tebliğ edenler, O'ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter.

[005.067] Ey Peygamber! Sana Rabbinden indirilmiş olanı tebliğ et. Ve eğer yapmaz isen O'nun risâletini tebliğ etmiş olmazsın. Ve Allah Teâlâ seni nâsdan korur. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ kâfir olan bir kavme hidâyet etmez.

Allah(c.c) sadece elçi kullarını değil, bütün kullarını çepeçevre kuşatarak onların bütün yaptıklarını saydığını diğer ayetlerde de beyan etmektedir.

[018.049] Amel defteri ortaya konunca, suçluların, onda yazılı olanlardan korktuklarını görürsün, «Vah bize, eyvah bize! Bu defter nasıl olmuş da küçük büyük bir şey bırakmadan hepsini saymış!» derler. İşlediklerini hazır bulurlar. Rabbin kimseye haksızlık etmez.

[019.093-94] Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahmân'a gelecektir.O, bunların hepsini kuşatmış ve sayılarını tesbit etmiştir.

[036.012] Gerçekten Biz Biziz, ölüleri diriltiriz; önden gönderdiklerim ve bıraktıktan eserleri kitaba geçiririz. Zaten herşeyi açık bir kütükte «İmam-ı Mübin» de de ihsa (sayıp tesbit) etmişizdir.

Sonuç olarak; CİN Suresi ayetlerini tefekkür etmeye çalıştığımız bu yazılarımızda öne çıkan vurgu diğer Kur'an surelerinde olduğu gibi tevhid ve şirk merkezli bir anlatımdır. Bu surede özellikle Mekkelilerin cinlere verdikleri değer ve cinlerin Mekkelileri şirke sürüklemesi göz önüne alınarak, onların lisanı üzerinden onlara tevhid çağrısı yapılmaktadır. Ayetlerin tarihsel arka planı böyle olmasına rağmen, tevhid çağrısının evrensel olması nedeniyle bu ayetler çağlar boyunca bizler için birer yol gösterici olacaktır.

Modernist düşünce sahiplerinin cin düşüncesi olan, cinlerin insan oldukları hatta bu suredeki cinlerin Yahudiler olduğu düşüncesi, kendi içinde şöyle bir çelişkiyi barındırmaktadır. Ayette Kur'an dinleyen cinlerden "Yahudiler" olarak bahsedilmemektedir. Peki "bu düşüncenin kaynağı nerede?" denilince, cevap olarak rivayetler ortaya konulmaktadır. Rivayetler konusunda dikkatli olan bir düşüncenin, bazı konularda rivayetlere sarılmış olmasının çelişkili bir durum olduğunu hatırlatmak isteriz. CİN Suresini okurken tartışılması gereken; cinlerin ne olduğu veya ne olmadığı değil, Kur'an'ın anlatım sanatı dahilinde vermek istediği mesaja odaklanmak gerektiğini bir kere daha hatırlatmak isteriz.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.