Kevser s. Kur'anın Mekke'de nazil olan en kısa surelerinden bir tanesidir. Bu yazımızda sure ile ilgili bir tefekkür'de bulunmaya çalışacağız.
İnnâ a’taynâkel kevser(kevsere).
[108.001] Muhakkak Biz, sana Kevseri'i verdik.
Fe salli li rabbike venhar.
[108.002] Öyleyse Rabb'in için salat et ve nahr et.
İnne şânieke huvel ebter(ebteru).
[108.003] Doğrusu adı sanı ortadan kalkacak olan, sana kin tutan
kimsedir.
1. Ayette , Muhammed (a.s) a "Kevser" verildiği beyan edilmektedir. "Çokluk" anlamına gelen "Kesera" kelimesinden türemiş olan bu kelimeye , tefsirlerde bir çok anlam verildiğini görmekteyiz , maaleseftir'ki bu kelime bir kısım kimsenin kendi düşüncesini ve fikrini Kur'an onaylatmak amacı ile kullandığı bir kelime olarak gözümüze çarpmaktadır. Şia'nın bu kelimeye "Biz sana Fatıma"yı verdik" şeklinde yorumlar getirmesine , karşın Ehli sünnet "Biz sana şefaat makamını verdik" şeklinde yorumlar getirmiştir. Konumuz farklı yorumların kritiği olmadığı için bu kadarı ile yetinmek istiyoruz.
"Kevser" kelimesi ile kast edilenin ne olduğu konusunda şunları söyleyebiliriz ; 2. Ayette "Salat" ve "Nahr" ın Rab için olması gerektiği emri bize bilgi verebilir. Muhammed (a.s) kendisinden önceki Elçiler gibi yüklendiği görev gereği, yaşadığı toplumun şirk içeren düşünce ve eylemlerini, Tevhidi bir çizgiye getirmekle sorumluydu. Kendisine verilen Elçilik görevi ve Kitab'ın, onun ismini kıyamete kadar sürecek bir zaman içinde dillerde kalıcılık sağlaması, olarak okuduğumuzda sure bütünlüğüne uygun bir düşünce olduğu söylenilebilir.
2. Ayette ,"Salat"ın Rab için olması gerektiği vurgusunu , Kur'anın nazil olduğu toplum içindeki salatın, yani Müşriklerin yapmış olduğu salatın Rab için değil de gösteriş için olduğunu beyan eden Maun suresi Ayetlerini okuduğumuzda daha iyi anlamaktayız.
[107.004-7] Vay haline o salat edenlerin ki,Ki onlar; kıldıkları salatlarından gafildirler.Onlar gösteriş yaparlar.En ufak bir yardımı esirgerler.
Mekke toplumunda yaşayan Müşriklerin "Salat" adı altında yaptıkları şeyin ,Allah (c.c) tarafından kabule şayan bir şey olmadığı , kabule şayan olmasının sadece Allah (c.c) için olması gerektiği Kevser s. 2. Ayeti içinde "Rabbin için salat et" emrinden anlaşılmaktadır. Mekke döneminin ilk yıllarında inen surelerde Müşriklerin, muhtaç olanlara karşı takınmış oldukları cimrice tavırları eleştiren Ayetleri okuduğumuzda , anlatmak istediklerimiz daha net anlaşılacaktır.
Aynı Ayet içinde , "Venhar" emri ile kast edilmek istenenin ne olduğu konusunda farklı yorumlara rastlamaktayız. Bir kısım müfessir bu emri , "Elini göğüs hizasına kadar kaldır" şeklinde okuyup ,namazlarda tekbir alırken ellerin göğüs hizasına kadar kaldırılması gerektiğini söylerken , "Zorluklara göğüs ger" şeklinde anlamlara rastlamaktayız.
"Nahr" kelimesi ; "Gerdanlığın geçirildiği yer" anlamına gelmektedir.
"Nahr'ulbairu" ; "Devenin boynuna bıçak sokmak". Dilimizde "İntihar" olarak bildiğimiz kelimenin aslı bu kökten türemiştir.
Bu anlamlardan yola çıkarak , meal ve tefsirlerde bu kelimeye "Kurban kes" emri anlamı verilmesinin daha doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmekteyiz şöyle ki;
Salat konusunda olduğu gibi ,Kurban ibadeti konusunda Mekke dönemi inanç yapısına baktığımız zaman bu emrin ne anlama geldiği daha kolay anlaşılacaktır.
[022.034] Biz her ümmet için bir «Mensek» kıldık, O'nun kendilerine rızık
olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine Allah'ın adını ansınlar diye. İşte
sizin ilahınız bir tek ilahtır, artık yalnızca O'na teslim olun. Sen alçak
gönüllü olanlara müjde ver.
[022.036] İşte kurbanlık deve ve sığırları Allah'ın size olan
nişanelerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Bağlı halde keserken
üzerlerine Allah'ın adını anın. Yan üstü düşüp ölünce onlardan yiyin, isteyene
de istemeyene de verin. Şükredersiniz diye onları böylece sizin buyruğunuza
verdik.
[022.037] Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah'a ulaşmaz, ancak
O'na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O'nun
size hidayet vermesine karşılık Allah'ı tekbir etmeniz için. Güzellikte
bulunanlara müjde ver.
Allah (c.c) nin kullarına olan emirlerinden bir tanesi de belirli zaman ve mekanda yapılan eti yenen hayvanları kurban etmek sureti ile olan bir ibadet tarzıdır. Bu ibadet tarzı Muhammed (a.s) öncesine kadar uygulanan fakat uygulamada şirk içeren unsurları ihtiva etmekteydi. Allah'ın adının anılması şartını bırakan Müşrikler , Allah'ın dışındakilere bu ibadeti hasr ederek yapmaktaydılar.
[006.121] Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin,
bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları
için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik
olursunuz.
[006.136] Kendi zanlarına göre, «Bu Allah'ındır, bu da putlarımızındır»
diyerek, Allah'ın yarattığı hayvanlar ve ekinlerden pay ayırdılar. Putları için
ayırdıkları Allah için verilmez, ama Allah için ayırdıkları putlarına verilirdi;
ne kötü hüküm veriyorlardı!
[006.138] «Bu hayvanlar ve ekinleri dilediğimizden başkasının yemesi
yasaktır; bir kısım hayvanların sırtlarına yük vurmak da haramdır» iddiasında
bulunarak ve bir kısım hayvanları keserken de Allah'ın adını anmamak suretiyle
O'na iftira ederler. Allah, yaptıkları iftiralara karşı onları
cezalandıracaktır.
[006.145] De ki: «Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti ki
pistir ve günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını
yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum; fakat darda kalan, başkasının
payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir.»
Doğrusu Rabbin bağışlar ve merhamet eder.
Yukarda verdiğimiz örnek Ayet meallerinden anlaşılacağı üzere , Allah (c.c) nin sadece kendisi için yapılmasını emrettiği bir ibadet , şirk bulaştırılarak asıl yönünden çevrilmiş bir hale getirilmiştir.
Kevser suresindeki "Venhar" emrinin, "Kurbanı sadece Rabbin için kes" emri olarak okunmasının, Ayetler çerçevesinde gördüğümüz nuzül dönemi kurban ibadetinin şirk unsurlarından temizlenerek Tevhidi boyuta getirilme aşaması olarak okunmasının daha doğru olduğunu düşünmekteyiz.
3. Ayette ki "Ebter" kelimesi ;"Kendisini takip edecek kimsesi olmayan kişi" anlamında bir kelimedir. Ayet , asıl "Ebter" olanın Muhammed (a.s) değil ona kin ve nefret kusan kimsenin olduğunu beyan etmektedir.
Allah (c.c) , Muhammed (a.s) dahil bütün Elçilerinin isimlerini kıyamete kadar sürecek bi şekilde dilde kalıcı olmasını sağlayarak onların yollarını izleyen takipçilerinin dilinde kalıcı olmasını sağlamıştır.
[094.004] Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi?
[019.050] Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk. Onların her dilde üstün
şekilde anılmalarını sağladık.
[026.084] (İbrahim) Bana, sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak nasip eyle!
[037.180-2] İzzet ve kudret Rabbi olan senin Rabbin onların bütün batıl
iddialarından münezzehtir, yücedir. Selam bütün peygamberleredir. Bütün hamdler
âlemlerin Rabbi Allah’adır.
EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.
Okuduğumuz ayeti doğru anlamak için, "Ayetten ne anlamak istiyoruz?" sorusunun değil, "Ayet bize nasıl bir mesaj veriyor?" sorusunun cevabı aranmalıdır.
Kevser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kevser etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
16 Temmuz 2015 Perşembe
20 Ağustos 2014 Çarşamba
Maun ve Kevser Sureleri Bağlamında Salat'ın Nuzül Dönemi Arka Planı
Salat kelimesi kur'anda en fazla yer tutan çok anlamlı kelimelerden birisidir. Kur'an nazil olduğu zaman salat adı altında yapılan bir kulluk gösterisi mevcut olup , kur'an bu kelimenin anlamını asli şekline yani olması gereken boyutuna döndürmek amacı ile nazil olmuştur. Bu yazımızda Maun ve Kevser sureleri bağlamında bu kelimenin nuzül öncesi arka planı hakkında düşüncelerimizi paylaşmaya çalışacağız.
Allah cc bütün insanların fıtratına kendisini rab olarak bilmeleri ile alakalı bilgileri kodlağını araf s. 172-173. ayetlerinde mealen şöyle beyan etmektedir.
Rabbin, insanoğlunun sulbünden soyunu alıp devam ettirmiş, onlara: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim» demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar da: «Evet şahidiz» demişlerdi. Bu, kıyamet günü, «Bizim bundan haberimiz yoktu» dersiniz veya «Daha önce babalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir soyuz, bizi, boşa çalışanların yaptıklarından ötürü yok eder misin?» dersiniz diyedir.
Bu ayetin beyanına göre kıyamet gününde istisnasız herkes , Allah cc yi rab olarak bilip bilmediğinden sorulacağı için yaratılışlarında bu bilgi onlara kodlanarak , Allah'ın dışında rabler edindikleri takdirde doğacak olan durumdan kendilerinin sorumlu olacakları bildirilmektedir. Muhammed as a kadar gelen bütün elçiler bu sorumluluğunu unutarak Allah cc dışında ilah ve rabler edinenleri uyarmak ve korkutmak için gönderilmişlerdir.
[024.041] Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kuşların Allah'ı tesbih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi salatını ve tesbihini (öğrenmiş) bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyle bildi.
Nur s. 41. ayeti araf s. 172-173 de beyan edilen durumu pekiştiren bir ayettir. Allah cc yaratmış olduğu bütün varlıklara uyması gereken kuralları beyan ederek bir düzen içinde hareket etmelerini sağlamıştır. İnsan kendisine verilen seçme serbestiyeti sonucunda hür iradesini kullanarak tesbih ve salatını başka Allahın dışındaki varlıklara hasredebilmekte ve bunun kur'ani adı şirk olmaktadır. Muhammed as a kadar gelen bütün elçiler "salatı ayakta tutma" emrini tebliğ ederek bir olana kulluğa çağırmışlardır.
[011.087] «Ey Şuayb! Babalarımızın taptığını bırakmamızı emreden veya mallarımızı istediğimiz gibi kullanmamızı meneden senin namazın mıdır? Sen doğrusu aklı başında, yumuşak huylu birisin» dediler.
Hud s.87. ayetinde kavminin Şuayb as a söylediği söz bizlere salat kelimesinin altının doldurulmasında önemli bilgi vermektedir. Şuayb as ın kıssasının hatırladığımız zaman Allaha şirk koşan ölçü ve tartıda haksızlık eden kavmine yaptığı tebliği onun Allaha olan salatının bir sonucu ve salatın nasıl anlaşılması gerektiği konusunda bizlere bilgi vermektedir. Buna göre salat sadece belli ritüelleri yerine getirerek, değil daha geniş bir çerçevede anlaşılarak kulluğun Allaha has kılınması şeklinde bir anlama sahiptir.
[019.059] Sonra bunların ardından öyle bir nesil geldi ki, salatı zayi ettiler, heva ve heveslerine uydular; onlar bu taşkınlıklarının karşılığını mutlaka göreceklerdir.
Meryem s. 59. ayeti , bu ayet öncesi zikri geçen elçilerin adı anıldıktan sonra beyan edilerek salatın zayi edilmesinden yani salatın olması gereken yönünden başka bir tarafa kaydığı haberini vermektedir.
[029.045] Sana kitabtan vahyolunanı oku, salatı ayakta tut . Muhakkak ki salat, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak ki en büyüktür. Ve Allah; yaptıklarınızı bilir.
Ankebut s. 45. ayeti, Şuayb as ve diğer bütün elçilerin salatın altını nasıl doldurmaları gerektiğinin yaşayarak örneklenmesine paralel bir ayet olup salatı ayakta tutmanın hayasızlık ve kötülüklerden uzak durmak olacağı bildirilmektedir. Meallerde namaz olarak çevrilen salat kelimesinin bu şekil bir çevirisi kelimenin anlamını daralttığını düşünmekteyiz, namaz adı ile maruf ibadet bir takım ritüellerden oluşmakta olup günün belli vakitlerine tahsis edilmiştir. Namaz, salat kelimesinin içinde bir cüz olup sadece namaza indirgenmesi, namaz kılıp fakat onu kötülüklerden alıkoymayan birisinin yaptıkları hatalar bazılarının elinde kalkan olarak kullanılarak namazı delme çalışmalarına malzeme olmaktadır.
[107.001-7]Dini yalan sayanı gördün mü?İşte o, yetimi itip kakar; Yoksulu doyurmaya teşvik etmez; Vay haline salat edenlerinki ki, Onlar salatlarından gafildirler.Onlar gösteriş yaparlar. En ufak bir yardımı esirgerler.
Maun suresi salatın zayi edilerek şirkin ayyuka çıktığı Mekke şehrinde ilk nazil olan surelerden olarak şehir ahalisinin genel bir portresini çizmektedir. Hitabı yerel bazda düşünecek olursak bu hitabın ilk muhatabı Mekkeli müşriklerdir ,( bu surenin bizlere bir mesajı yoktur anlamında değildir). Salatın kötülüklerden alıkoymasından hareketle onların böyle bir şuur içinde olmadıkları vurgulanmaktadır. Maun suresi içinde bahsedilen , yetim hakkını gözetmemek , yoksulu doyurmamak gibi özellikler Mekkede nazil ilk surelerde çokça vurgulanan bir durum olması salat ettiğini iddia edenlerin yaptıkları salatın olması gereken kapsama alanı ile ilgili bilgiler içermektedir.
[008.035] Onların Beyt'in yanındaki salatları; sadece ıslık çalmak veya el çırpmaktan başka bir şey değildir. Öyleyse devamedegelmekte olduğunuz küfürden dolayı tadın azabı.
Enfal s. 35. ayeti Mekkeli müşriklerin yaptıkları salatın değerini anlatan ayetler olarak, o salatın onlara azab olarak geri döneceğini bildirmektedir.
Ayetlerin öncelikle yerel hitab dediğimiz , nuzül dönemi muhatapları ile ilgili olarak verdiği mesajlarının anlaşılmaya çalışıldığı takdirde şöyle bir resim ortaya çıkacaktır. İbrahim as ın tebliğinden ulaşan salat kelimesi ile ifade edilen kulluk bilinci zaman içinde zayi edilmiş şirk bulaştırılmış bir hale getirilmiştir , kevser suresi ayetleri de yakın dönem Mekki ayetleri olarak zayi edilen salatın kime hasredilmesi gerektiğini beyan eder.
[108.001-3] (Resûlüm!) Kuşkusuz biz sana Kevser'i verdik. Şimdi sen Rabbine salat et ve nahr et . Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir.
Kevser suresinde emredilen salatın rabbe olmasının arka planında, salatın alemlerin rabbi olan Allah cc dışındakilere hasredilmiş olduğu anlaşılmakta ve asıl yerine oturtulması gerekeni beyan eden bir sure olarak karşımıza çıkmaktadır. Mekkelilerin yapmış olduklarının şirk olduğunu onlara tebliğ eden elçinin karşısına , her elçide olduğu gibi o kavmin mütekbirleri olanca güçleri ile karşı koyarak engellemeye çalışmışlardır , alak s. benzeri surelerde buna vurgu yapılmaktadır.
[096.009-13] Gördün mü şu men edeni. Salat ederken bir kulu.Gördün mü; ya o kul doğru yolda ise?Veya kötülüklerden sakınmayı emrettiyse?Gördün mü; ya yalan saydı ve yüz çevirdi ise?
Şuayb as örneğinde görüldüğü üzere Muhammed as da aynı şekilde , salatın kötülükten alıkoyması noktasında tebliğine devam etmesine karşın muhalifler var güçleri ile bunu engellemeye çalışmaktadırlar. Salatın bu şekilde genel bir çerçevesi çizildikten sonra bu kelime ile zikredilen namaz adı ile maruf ibadetin neliği ve nasıllığı konusuna.
Secde , ruku ve kıyam kelimeleri ile ifade edilen kelimelerin şekilsel olarak bir araya gelerek günün belli zamanlarında el yüz , baş ve ayağın su ile yıkanarak yapılan ritüelin adına namaz denilmektedir (4.103/4.43/5.6).
Secde ,ruku ve kıyamın şekilsel olarak ifade ettiği anlam kişinin ululadığı bir varlığın önünde ona olan saygısının bir gösterisidir. Bu şekillerle yapılan eylemler insanlık tarihi ile aynı bir zaman sürecine sahiptir. İnsan fıtrat olarak yüce olarak bildiği birisine tabi olma itiyadında yaratıldığı için bu itiyadın Allah cc kendisine has olması gerektiğini kullarına beyan etmiştir. Toplu halde yaşamanın yine insanın fıtri bir özelliği olduğunu hesaba katacak olursak birlikte yaşamanın gereklerinden biriside düşünce birlikteliğidir , farklı düşünen insanların bir arada yaşamaları hele bu farklılık çok keskin bir biçimde oluşmuş ise bunun zorluğuna hepimiz şahid olmuşuzdur. İnsanlara Allah cc tarafından elçi ve kitablar ile gönderilen birlikte yaşama klavuzunda bu ihtiyaçlarına uygun olan kulluk gösterileri diyebileceğimiz ritüellerde tarif edilmiştir. Zaman içinde bu monoteist yapı değişi arzederek şirke dönüşmüş ve bu ritüeller Allah cc dışında varlıklara hasredilmeye başlanmıştır.
Mekke şehrinin kur'an öncesi yapısı bu şekilde idi, secde ,ruku ve kıyam ile yapılan şekilsel gösteriler İbrahim ve İsmail as tarafından yapılan Beytullahın içine doldurulmuş olan putlara yapılmaktaydı. Bu arka plan içinde yapılan bu eylemlerinde sadece Allaha has kılınması istenerek , Allah cc ile kulun arasına konan her ne olursa olsun, şirk vasfını taşıdığı beyan edilmiştir.
Muhammed as Mekkenin bir ferdi olması nedeniyle böyle bir alt yapı bilgisine sahip bir insan olarak Mekkelilerin yaptığı bu eylemin yanlış olduğunu bilmekteydi , bunu nasıl biliyordu diye sorulacak olursa kur'anı nuzül sırası ile okuyacak olursak Muhammed as ın bozulmamış bir insan olduğu görülecektir,kendisina nazil olan ayetler onun ayetlerin ifade ettiği bilginin alt yapısına sahip olduğunu göstermektedir. "Sen kitab nedir iman nedir bilmezdin" (42.51) ayetini onun imansız olduğuna dair bir bilgi olarak değil, kendisine indirilen kitab dahilindeki bilgilere daha önce sahip olmadığı, kavminin üzerinde bulunduğu dininde kabul edilemez olduğunu bildiği şeklinde okumak gerektiğini düşünmekteyiz , özellikle kıssaların geçtiği ayetlerde "sen bunları daha önce bilmezdin" şeklindeki ayetleri bu şekil bir bilmezlik olarak düşünebiliriz. Duha suresinde "seni dalalette iken hidayet erdirmedimi?" ayetini, bu bağlamda düşünecek olursak onun dalalette olmasını putlara tapmak şeklinde değil bir arayış içinde olmasının işareti olarak okuyabiliriz.
Salatın şekilsel boyutunu özetledikten sonra esas meselenin onun ilmihal bilgileri ile donatılmış şeklinin nasıl olacağından daha fazla, altının nasıl doldurulması gerektiği meselesidir. Gelenekteki yapının namazı ilmihal bilgileri ile boğmasına mütekabil , bu tür bilgilere karşı söylem üretenlerin bir kısmının karşı ilmihal bilgileri içinde boğulduğunu görmekteyiz.
Bu konu ile alakalı olarak yanlış olduğunu düşündüğümüz rivayetler üzerinde durmak gerekmektedir, namaz ibadetin sanki ilk defa Muhammed as ve kur'an ile emredildiği gibi bir düşünce oluşturularak , Cibril'in elçiye namazı öğrettiğine dair olan rivayetlerin güvenilmez olduğunu hatırlatmak istiyoruz. Kur'anın genel mantık örgüsünden hareketle hiç kimsenin bilmediği ilk defa insanların duydukları bir bilgi kur'anda yer almaz,aksine insanların bildiği ama yanlış olan şeylerin doğrusu anlatılır veya önceden uygulandığı gibi bırakılır. Bundan hareketle namaz diye bilinen ritüeldeki yapılanlar, müşrikler tarafından putlara yapılan ta'zimle bir benzerlik arz etmektedir. Bu yapılan ta'zim in putlara değil, her şeyin yaratıcısı olan Allah cc ye olması gerektiği vurgusu ayetlerde yapılmaktadır. Abdest'in Medinede inen surelerde emredilmesi , vakitlerin farklı zamanda inen surelerde bildirilmesi namazın 23 senelik nuzül süreci içinde tedricen düzenlenmeye gidildiğini göstermektedir.
Bugün müslümanlar olarak yapılan tartışmalar , namaz denilen bir ibadetin olup olmadığı ,varsa kaç vakit olduğu , vakitlerdeki kılınacak rekatlerin nasıl belirleneceği üzerindeki tartışmalar sonu gelmeyen bir kısır döngü halinde sürüp gitmektedir. Tartışılacak bir taraf varsa şudurki; bugün anlamı saptırılmış kuru kuru yapılan bir ibadet haline gelen namazın Allah cc dışındaki ilah ve rableri red etmeye yönelik tarafının gündeme getirilerek yapılan secdenin ,rukunun , kıyamın hayat içine yansıyan taraflarıdır. Namazdaki secdeyi camide yapıp sonra Allah cc dılındaki ilahlara eğilenler ile , namaz diye bir şey yok scde diye bir şey yok deyip şeytana secde edenler arasında herhangi bir fark yoktur.
Toparlayacak olursak; Salat kelimesi ile ifade edilen , kulun ululadığı bir varlığa yönelimi zaman içinde mecrasından çıkarılarak şirk unsuru haline getirilmiş , elçiler salatın bu şekil değişimine asli yönüne çevirmek için gönderilmişlerdir. Muhammed as böyle bir zayi edilişin yaşandığı zaman içinde insanlara gönderilerek salatın kime ve nasıl olmasını muhataplarına tebliğ etmiştir. Salat kelimesi ile ifade edilen , zamanlı ve abdest alınarak eda edilen namazın bugünkü tartışılması gereken tarafı onun ilmihal boyutu olan vakti ,rekatları gibi tarafı değil onun Allah cc ye olan ta'zim göstergesi olması ve belirli şekilleri belirli zamanlar içinde eda edip , sonrasında diğer zamanları Allah cc nin dışındakilere hasretmek şeklinde tezahür eden anlayış salatın asli boyutundan çıkarılmış hali ile Mekkelilerin nuzül öncesi yaptıkları hataya eşdeğerdir. Allah cc bizden ilah olarak sadece ona yönelmemizi istemekte diğer ilah ve rableri red etmemizi istemektedir,namaz içinde bunu dil ile beyan edip namaz sonrası yaşantı ile söylediklerimizi red eden eylemlerde bulunmak yine kur'an ifadesi ile el çırpmaya veya ıslık öttürmeye benzer. Salatın sadece ritüel boyutu ile değil, 24 saatimizi kapsayan bir şekilde sadece Allaha yönelmek diğer ilahları red etmek şeklinde olması gereken boyutu, tarih boyunca gelen bütün elçilerin tebliği olup bizlerinde kuru tartışmalar yerine pratiğe aktarılmış bir salat içinde olmamız gerekmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Allah cc bütün insanların fıtratına kendisini rab olarak bilmeleri ile alakalı bilgileri kodlağını araf s. 172-173. ayetlerinde mealen şöyle beyan etmektedir.
Rabbin, insanoğlunun sulbünden soyunu alıp devam ettirmiş, onlara: «Ben sizin Rabbiniz değil miyim» demiş ve buna kendilerini şahit tutmuştu. Onlar da: «Evet şahidiz» demişlerdi. Bu, kıyamet günü, «Bizim bundan haberimiz yoktu» dersiniz veya «Daha önce babalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı, biz de onlardan sonra gelen bir soyuz, bizi, boşa çalışanların yaptıklarından ötürü yok eder misin?» dersiniz diyedir.
Bu ayetin beyanına göre kıyamet gününde istisnasız herkes , Allah cc yi rab olarak bilip bilmediğinden sorulacağı için yaratılışlarında bu bilgi onlara kodlanarak , Allah'ın dışında rabler edindikleri takdirde doğacak olan durumdan kendilerinin sorumlu olacakları bildirilmektedir. Muhammed as a kadar gelen bütün elçiler bu sorumluluğunu unutarak Allah cc dışında ilah ve rabler edinenleri uyarmak ve korkutmak için gönderilmişlerdir.
[024.041] Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kuşların Allah'ı tesbih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi salatını ve tesbihini (öğrenmiş) bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyle bildi.
Nur s. 41. ayeti araf s. 172-173 de beyan edilen durumu pekiştiren bir ayettir. Allah cc yaratmış olduğu bütün varlıklara uyması gereken kuralları beyan ederek bir düzen içinde hareket etmelerini sağlamıştır. İnsan kendisine verilen seçme serbestiyeti sonucunda hür iradesini kullanarak tesbih ve salatını başka Allahın dışındaki varlıklara hasredebilmekte ve bunun kur'ani adı şirk olmaktadır. Muhammed as a kadar gelen bütün elçiler "salatı ayakta tutma" emrini tebliğ ederek bir olana kulluğa çağırmışlardır.
[011.087] «Ey Şuayb! Babalarımızın taptığını bırakmamızı emreden veya mallarımızı istediğimiz gibi kullanmamızı meneden senin namazın mıdır? Sen doğrusu aklı başında, yumuşak huylu birisin» dediler.
Hud s.87. ayetinde kavminin Şuayb as a söylediği söz bizlere salat kelimesinin altının doldurulmasında önemli bilgi vermektedir. Şuayb as ın kıssasının hatırladığımız zaman Allaha şirk koşan ölçü ve tartıda haksızlık eden kavmine yaptığı tebliği onun Allaha olan salatının bir sonucu ve salatın nasıl anlaşılması gerektiği konusunda bizlere bilgi vermektedir. Buna göre salat sadece belli ritüelleri yerine getirerek, değil daha geniş bir çerçevede anlaşılarak kulluğun Allaha has kılınması şeklinde bir anlama sahiptir.
[019.059] Sonra bunların ardından öyle bir nesil geldi ki, salatı zayi ettiler, heva ve heveslerine uydular; onlar bu taşkınlıklarının karşılığını mutlaka göreceklerdir.
Meryem s. 59. ayeti , bu ayet öncesi zikri geçen elçilerin adı anıldıktan sonra beyan edilerek salatın zayi edilmesinden yani salatın olması gereken yönünden başka bir tarafa kaydığı haberini vermektedir.
[029.045] Sana kitabtan vahyolunanı oku, salatı ayakta tut . Muhakkak ki salat, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak ki en büyüktür. Ve Allah; yaptıklarınızı bilir.
Ankebut s. 45. ayeti, Şuayb as ve diğer bütün elçilerin salatın altını nasıl doldurmaları gerektiğinin yaşayarak örneklenmesine paralel bir ayet olup salatı ayakta tutmanın hayasızlık ve kötülüklerden uzak durmak olacağı bildirilmektedir. Meallerde namaz olarak çevrilen salat kelimesinin bu şekil bir çevirisi kelimenin anlamını daralttığını düşünmekteyiz, namaz adı ile maruf ibadet bir takım ritüellerden oluşmakta olup günün belli vakitlerine tahsis edilmiştir. Namaz, salat kelimesinin içinde bir cüz olup sadece namaza indirgenmesi, namaz kılıp fakat onu kötülüklerden alıkoymayan birisinin yaptıkları hatalar bazılarının elinde kalkan olarak kullanılarak namazı delme çalışmalarına malzeme olmaktadır.
[107.001-7]Dini yalan sayanı gördün mü?İşte o, yetimi itip kakar; Yoksulu doyurmaya teşvik etmez; Vay haline salat edenlerinki ki, Onlar salatlarından gafildirler.Onlar gösteriş yaparlar. En ufak bir yardımı esirgerler.
Maun suresi salatın zayi edilerek şirkin ayyuka çıktığı Mekke şehrinde ilk nazil olan surelerden olarak şehir ahalisinin genel bir portresini çizmektedir. Hitabı yerel bazda düşünecek olursak bu hitabın ilk muhatabı Mekkeli müşriklerdir ,( bu surenin bizlere bir mesajı yoktur anlamında değildir). Salatın kötülüklerden alıkoymasından hareketle onların böyle bir şuur içinde olmadıkları vurgulanmaktadır. Maun suresi içinde bahsedilen , yetim hakkını gözetmemek , yoksulu doyurmamak gibi özellikler Mekkede nazil ilk surelerde çokça vurgulanan bir durum olması salat ettiğini iddia edenlerin yaptıkları salatın olması gereken kapsama alanı ile ilgili bilgiler içermektedir.
[008.035] Onların Beyt'in yanındaki salatları; sadece ıslık çalmak veya el çırpmaktan başka bir şey değildir. Öyleyse devamedegelmekte olduğunuz küfürden dolayı tadın azabı.
Enfal s. 35. ayeti Mekkeli müşriklerin yaptıkları salatın değerini anlatan ayetler olarak, o salatın onlara azab olarak geri döneceğini bildirmektedir.
Ayetlerin öncelikle yerel hitab dediğimiz , nuzül dönemi muhatapları ile ilgili olarak verdiği mesajlarının anlaşılmaya çalışıldığı takdirde şöyle bir resim ortaya çıkacaktır. İbrahim as ın tebliğinden ulaşan salat kelimesi ile ifade edilen kulluk bilinci zaman içinde zayi edilmiş şirk bulaştırılmış bir hale getirilmiştir , kevser suresi ayetleri de yakın dönem Mekki ayetleri olarak zayi edilen salatın kime hasredilmesi gerektiğini beyan eder.
[108.001-3] (Resûlüm!) Kuşkusuz biz sana Kevser'i verdik. Şimdi sen Rabbine salat et ve nahr et . Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir.
Kevser suresinde emredilen salatın rabbe olmasının arka planında, salatın alemlerin rabbi olan Allah cc dışındakilere hasredilmiş olduğu anlaşılmakta ve asıl yerine oturtulması gerekeni beyan eden bir sure olarak karşımıza çıkmaktadır. Mekkelilerin yapmış olduklarının şirk olduğunu onlara tebliğ eden elçinin karşısına , her elçide olduğu gibi o kavmin mütekbirleri olanca güçleri ile karşı koyarak engellemeye çalışmışlardır , alak s. benzeri surelerde buna vurgu yapılmaktadır.
[096.009-13] Gördün mü şu men edeni. Salat ederken bir kulu.Gördün mü; ya o kul doğru yolda ise?Veya kötülüklerden sakınmayı emrettiyse?Gördün mü; ya yalan saydı ve yüz çevirdi ise?
Şuayb as örneğinde görüldüğü üzere Muhammed as da aynı şekilde , salatın kötülükten alıkoyması noktasında tebliğine devam etmesine karşın muhalifler var güçleri ile bunu engellemeye çalışmaktadırlar. Salatın bu şekilde genel bir çerçevesi çizildikten sonra bu kelime ile zikredilen namaz adı ile maruf ibadetin neliği ve nasıllığı konusuna.
Secde , ruku ve kıyam kelimeleri ile ifade edilen kelimelerin şekilsel olarak bir araya gelerek günün belli zamanlarında el yüz , baş ve ayağın su ile yıkanarak yapılan ritüelin adına namaz denilmektedir (4.103/4.43/5.6).
Secde ,ruku ve kıyamın şekilsel olarak ifade ettiği anlam kişinin ululadığı bir varlığın önünde ona olan saygısının bir gösterisidir. Bu şekillerle yapılan eylemler insanlık tarihi ile aynı bir zaman sürecine sahiptir. İnsan fıtrat olarak yüce olarak bildiği birisine tabi olma itiyadında yaratıldığı için bu itiyadın Allah cc kendisine has olması gerektiğini kullarına beyan etmiştir. Toplu halde yaşamanın yine insanın fıtri bir özelliği olduğunu hesaba katacak olursak birlikte yaşamanın gereklerinden biriside düşünce birlikteliğidir , farklı düşünen insanların bir arada yaşamaları hele bu farklılık çok keskin bir biçimde oluşmuş ise bunun zorluğuna hepimiz şahid olmuşuzdur. İnsanlara Allah cc tarafından elçi ve kitablar ile gönderilen birlikte yaşama klavuzunda bu ihtiyaçlarına uygun olan kulluk gösterileri diyebileceğimiz ritüellerde tarif edilmiştir. Zaman içinde bu monoteist yapı değişi arzederek şirke dönüşmüş ve bu ritüeller Allah cc dışında varlıklara hasredilmeye başlanmıştır.
Mekke şehrinin kur'an öncesi yapısı bu şekilde idi, secde ,ruku ve kıyam ile yapılan şekilsel gösteriler İbrahim ve İsmail as tarafından yapılan Beytullahın içine doldurulmuş olan putlara yapılmaktaydı. Bu arka plan içinde yapılan bu eylemlerinde sadece Allaha has kılınması istenerek , Allah cc ile kulun arasına konan her ne olursa olsun, şirk vasfını taşıdığı beyan edilmiştir.
Muhammed as Mekkenin bir ferdi olması nedeniyle böyle bir alt yapı bilgisine sahip bir insan olarak Mekkelilerin yaptığı bu eylemin yanlış olduğunu bilmekteydi , bunu nasıl biliyordu diye sorulacak olursa kur'anı nuzül sırası ile okuyacak olursak Muhammed as ın bozulmamış bir insan olduğu görülecektir,kendisina nazil olan ayetler onun ayetlerin ifade ettiği bilginin alt yapısına sahip olduğunu göstermektedir. "Sen kitab nedir iman nedir bilmezdin" (42.51) ayetini onun imansız olduğuna dair bir bilgi olarak değil, kendisine indirilen kitab dahilindeki bilgilere daha önce sahip olmadığı, kavminin üzerinde bulunduğu dininde kabul edilemez olduğunu bildiği şeklinde okumak gerektiğini düşünmekteyiz , özellikle kıssaların geçtiği ayetlerde "sen bunları daha önce bilmezdin" şeklindeki ayetleri bu şekil bir bilmezlik olarak düşünebiliriz. Duha suresinde "seni dalalette iken hidayet erdirmedimi?" ayetini, bu bağlamda düşünecek olursak onun dalalette olmasını putlara tapmak şeklinde değil bir arayış içinde olmasının işareti olarak okuyabiliriz.
Salatın şekilsel boyutunu özetledikten sonra esas meselenin onun ilmihal bilgileri ile donatılmış şeklinin nasıl olacağından daha fazla, altının nasıl doldurulması gerektiği meselesidir. Gelenekteki yapının namazı ilmihal bilgileri ile boğmasına mütekabil , bu tür bilgilere karşı söylem üretenlerin bir kısmının karşı ilmihal bilgileri içinde boğulduğunu görmekteyiz.
Bu konu ile alakalı olarak yanlış olduğunu düşündüğümüz rivayetler üzerinde durmak gerekmektedir, namaz ibadetin sanki ilk defa Muhammed as ve kur'an ile emredildiği gibi bir düşünce oluşturularak , Cibril'in elçiye namazı öğrettiğine dair olan rivayetlerin güvenilmez olduğunu hatırlatmak istiyoruz. Kur'anın genel mantık örgüsünden hareketle hiç kimsenin bilmediği ilk defa insanların duydukları bir bilgi kur'anda yer almaz,aksine insanların bildiği ama yanlış olan şeylerin doğrusu anlatılır veya önceden uygulandığı gibi bırakılır. Bundan hareketle namaz diye bilinen ritüeldeki yapılanlar, müşrikler tarafından putlara yapılan ta'zimle bir benzerlik arz etmektedir. Bu yapılan ta'zim in putlara değil, her şeyin yaratıcısı olan Allah cc ye olması gerektiği vurgusu ayetlerde yapılmaktadır. Abdest'in Medinede inen surelerde emredilmesi , vakitlerin farklı zamanda inen surelerde bildirilmesi namazın 23 senelik nuzül süreci içinde tedricen düzenlenmeye gidildiğini göstermektedir.
Bugün müslümanlar olarak yapılan tartışmalar , namaz denilen bir ibadetin olup olmadığı ,varsa kaç vakit olduğu , vakitlerdeki kılınacak rekatlerin nasıl belirleneceği üzerindeki tartışmalar sonu gelmeyen bir kısır döngü halinde sürüp gitmektedir. Tartışılacak bir taraf varsa şudurki; bugün anlamı saptırılmış kuru kuru yapılan bir ibadet haline gelen namazın Allah cc dışındaki ilah ve rableri red etmeye yönelik tarafının gündeme getirilerek yapılan secdenin ,rukunun , kıyamın hayat içine yansıyan taraflarıdır. Namazdaki secdeyi camide yapıp sonra Allah cc dılındaki ilahlara eğilenler ile , namaz diye bir şey yok scde diye bir şey yok deyip şeytana secde edenler arasında herhangi bir fark yoktur.
Toparlayacak olursak; Salat kelimesi ile ifade edilen , kulun ululadığı bir varlığa yönelimi zaman içinde mecrasından çıkarılarak şirk unsuru haline getirilmiş , elçiler salatın bu şekil değişimine asli yönüne çevirmek için gönderilmişlerdir. Muhammed as böyle bir zayi edilişin yaşandığı zaman içinde insanlara gönderilerek salatın kime ve nasıl olmasını muhataplarına tebliğ etmiştir. Salat kelimesi ile ifade edilen , zamanlı ve abdest alınarak eda edilen namazın bugünkü tartışılması gereken tarafı onun ilmihal boyutu olan vakti ,rekatları gibi tarafı değil onun Allah cc ye olan ta'zim göstergesi olması ve belirli şekilleri belirli zamanlar içinde eda edip , sonrasında diğer zamanları Allah cc nin dışındakilere hasretmek şeklinde tezahür eden anlayış salatın asli boyutundan çıkarılmış hali ile Mekkelilerin nuzül öncesi yaptıkları hataya eşdeğerdir. Allah cc bizden ilah olarak sadece ona yönelmemizi istemekte diğer ilah ve rableri red etmemizi istemektedir,namaz içinde bunu dil ile beyan edip namaz sonrası yaşantı ile söylediklerimizi red eden eylemlerde bulunmak yine kur'an ifadesi ile el çırpmaya veya ıslık öttürmeye benzer. Salatın sadece ritüel boyutu ile değil, 24 saatimizi kapsayan bir şekilde sadece Allaha yönelmek diğer ilahları red etmek şeklinde olması gereken boyutu, tarih boyunca gelen bütün elçilerin tebliği olup bizlerinde kuru tartışmalar yerine pratiğe aktarılmış bir salat içinde olmamız gerekmektedir.
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)