Suresi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Suresi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Eylül 2018 Salı

Bakara Suresi Son İki Ayetinin Miraç'ta Verildiği İddiası Üzerinde Bir Değerlendirme

Muhammed (a.s) ın miraca çıktığı iddiası, Kur'an'dan onay almamasına rağmen kökleşmiş bir inanç olarak, bir çok Müslüman tarafından kabul görmektedir. Hatta bu olayın vaki olmadığını düşünmek dahi küfür alameti olarak sayılmaktadır. Bu olay esnasında Muhammed (a.s) a bazı hediyeler !! verildiği, bu hediyeler arasında da Bakara suresi son iki ayetinin de olduğu, konuyu bilenler tarafından malumdur. Yazımızda sadece bu konu üzerinde durmaya, ve bu ayetlerin iniş zamanı ile, miraç hadisesinin vaki iddia edilen zaman ile aralarındaki uyumsuzluğu ortaya koymaya çalışacağız.

Şurası bir gerçektir ki, İslam tarihinde olduğu iddia edilen bir olayın gerçekliği, tarihi olaylarla arasında uyum olup olmadığı dikkate alınarak bilinebilir. Özellikle bazı hadis rivayetlerinin sahih olup olmadığı, tarihi gerçekliklerle uyum sağlayıp sağlamadığına bakılmak sureti ile öğrenilebilmektedir.

Gerçekleştiği iddia edilen miraç hadisesinin yer ve tarih olarak, Mekke şehrinde ve nübüvvetin 6. yılında vaki olduğu söylenmektedir. 

Kur'an'ın Mekke ve Medine şehirlerinde inen ayetleri, bazı özellikleri bakımından birbirinden ayırt edilebilmektedir. Medine'de inen ayetlerin bariz özelliklerinden bir tanesi, Kitap Ehli olarak tanıtılan Yahudi ve Hristiyanların yanlış inançlarını muhatap alması, ve bu yanlışları düzeltmeye yönelik beyanlarda bulunmasıdır. Bakara suresinin son iki ayetinin miraç hadisesi esnasında verilip verilmediğini öğrenmenin yollarından bir tanesi, Medeni ayetlerdeki bu özelliği dikkate almaktan geçmektedir.

Bakara s. son iki ayetinin meali şu şekildedir: 

285- Resul, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, inananlar da (Rablerinden indirilene inandı). (Resul ve inananların) Hepsi, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, resullerine inandı. (İnananlar derler ki) Resullerin arasında (Yahudiler gibi) hiç bir ayrım yapmayız. Dediler ki: "İşittik ve inandık, senden bağışlama isteriz Rabbimiz dönüş yalnız sanadır".

286- Allah, kişiyi ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef tutar. Herkesin yaptığı iyilik kendi lehine, yaptığı kötülükte kendi aleyhinedir. Rabbimiz, unutur veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Rabbimiz bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz bize gücümüzün yetmeyeceği yükü yükleme. Bizi affet, bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bizim mevlamızsın, inkarcı topluma karşı bize yardım et. 

Bu iki ayet Medine'de inen ayetlerdendir. 285. ayete dikkat ettiğimizde ise, Yahudi ve Hristiyanlarda mevcut bulunan elçiler arasındaki ayrımı konu almaktadır. Mekke'de inen bir ayetin o şehirde bulunmayan Yahudi ve Hristiyanların resuller arasındaki ayrım inancını dikkate aldığını söylemek, ve bu ayetin Mekke'de indiğini iddia etmek abesle iştigal olacaktır. 

[004.150] Allah'ı ve resullerini inkâr edenler ve (inanma hususunda) Allah ile resullerini birbirinden ayırmak isteyip «Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız» diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu;
[004.151] İşte gerçekten kâfirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
[004.152] Allah'a ve resullerine iman eden ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara (gelince) işte Allah onlara bir gün mükâfatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

Nisa suresindeki bu ayetler, Yahudi ve Hristiyanların resuller arasındaki ayrım yapmaya yönelik olan inançlarını, ve bu inanca sahip olanların akıbetlerini konu almaktadır.

286. ayete baktığımızda "Rabbimiz bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme" şeklinde yapılan duanın, Kur'an bütünlüğü dikkate alındığında yine İsrailoğulları ile ilgili olduğu görülecektir. Ayet içinde geçen Isran kelimesi, burada anahtar bir konuma sahiptir. Aynı kelime Araf s. 157. ayetinde de karşımıza gelecektir. Fakat önce Araf s. 157. ayeti ile bağlantılı olan ayetlerin okunması gerekmektedir.

Peki İsrailoğullarına yüklenen ağır yükler ne idi?.

Burada Ağır Yük olarak belirtilen şey, İsrailoğullarına daha önce helal iken, yaptıkları bazı yanlışlar nedeni ile haram kılınan şeylerdir. Bu durumu şu ayetlerden öğrenmekteyiz.

[003.093-94]  Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrail'in kendisine haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrailoğullarına helal idi. De ki: «Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun».Artık bundan sonra kim Allah'a karşı yalan düzüp-uydurursa, işte onlar, zalim olanlardır.

[004.160-161]  Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan men etmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine HELAL kılınan TAYYİBATI onlara haram kıldık. Onlardan inkar edenlere, elem verici azab hazırladık.

[006.146]  Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hariç, iç yağlarını da haram kıldık. Aşırı gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüzdür.
[016.118]  Yahudilere de, daha önce sana bildirdiğimiz şeyleri haram kılmıştık. Bununla Biz onlara zulmetmedik. Lâkin onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.

İsrailoğullarına kılınan bu haramların bir kısmı İsa (a.s) ile kaldırılmıştır. Bu durumu şu ayetten öğrenmekteyiz.

[003.050] Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size HARAM kılınan BAZI şeyleri de HELAL kılmam için gönderildim. Size Rabbinizden bir ayet getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin.

İsrailoğullarına daha önce helal iken, yaptıkları bazı yanlışlar sonucu kılınan haramların tamamı Muhammed (a.s) ile kaldırılmıştır. Onu da Araf s. 157. ayetinden öğrenmekteyiz. Araf suresinin bir kısım ayetleri Mekke'de indiği gibi, bir kısım ayetleri de Medine'de inmiştir. 

[007.157]  Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Nebi Resule uyanlar (var ya), işte o onlara iyiliği emreder, onları kötülükten meneder, onlara TAYYİBATI helâl, HABAİSİ haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. Ona inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nûr'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.

Bakara s. 286. ayetinde geçen Isr kelimesinin, Araf s. 157. ayetinde de geçmesi dikkat çekicidir. 

Bütün bunları alt alta koyarak, Bakara suresi son iki ayetinin miraç hadisesi esnasında verilmiş olduğu iddiaları hakkında şunları söyleyebiliriz:

Mekke'de vaki olduğu iddia edilen bir olaydaverildiği söylenen ayetlerin, Medine'de inen ayetlerin üslup özelliklerin taşıması, akla bu bu olayın inandırıcılığı konusunda şüpheleri getirmelidir. Bakara suresindeki son iki ayetin miraç esnasında verilmiş olması, bu iki ayetin Medeni ayetlerin üslup özellikleri taşıması bakımından, inandırıcı olmaktan uzaktır. Bütün bunları dikkate alarak, ya miraç hadisesi esnasında böyle bir ayetin verilmiş olabileceğini kabul etmeyeceğiz, ya da böyle çelişkili iddialar ile dine yamanmaya çalışılan miraç hadisesinin hiç bir şekilde vaki olmadığını kabul edeceğiz. 

Yazının konusunun sadece Bakara suresindeki son iki ayetin miraçta verildiği iddiası üzerinde olduğunu tekrar hatırlatırız. Miraç konusunda iddia edilen diğer delillerin de elle tutulur bir tarafı olmadığı, bundan önceki bazı yazılarımızda hatırlatılmaya çalışılmıştır.

                                          EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

20 Temmuz 2015 Pazartesi

Fil Suresi Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması

Fîl Suresi, Kur'an'ın Mekke'de nazil olan surelerinden olup, kıssa yollu anlatım üslubu içinde sadece sonucu anlatması bakımından ilginç bir suredir. Kur'an kıssalarında yapılan anlatımlara bakıldığında; helak edilen kavmi helaka götüren sebepler anlatılmakta ve neticede bu kavmin helak edildiği haber verilmektedir. Ancak "fil sahipleri"ni bu sona götüren sebepler anlatılmadan sadece sonucunu görmekteyiz.

"Fil sahipleri" olarak bizlere anlatılan topluluk, rivayetlere bakıldığında Mekke'yi istila etmek isteyen bir ordu olup, bu ordunun yok edildiği anlatılmaktadır. Tefsirlerde, bu surede yapılan anlatımlar etrafında çok teferruatlı bilgiler olmasına rağmen, biz bu bilgileri değil, Kur'an'ı kullanarak sure hakkında bize dönük bir mesajın olup olmadığı konusunda fikir yürütmeye gayret edeceğiz. Olayın hikaye boyutundan çok, onları böyle bir sona hazırlayan sebepleri okumaya çalıştığımız zaman "eskilerin masalları" olmaktan çıkarılmış bir Kitap'ın mesajlarını okumuş olacağımızı düşünmekteyiz.

[105.001] Görmedin mi Rabb'in fil sahiplerine ne yaptı?
[105.002] Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı?
[105.003] Ve onların üzerlerine bölük bölük kuşlar gönderdi.
[105.004] Onlara balçıktan pişirilmiş sert taşlar atıyorlardı.
[105.005] Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.

Ayetlerden anlaşıldığı üzere "fil sahipleri" olarak bahsedilen topluluğu böyle bir sona götüren sebeplerden bahsedilmeden, direk sonları anlatıldığını yine hatırlattıktan sonra, ayetlerin ilk muhatabı olan Mekkeliler'in böyle bir olaydan haberlerinin olmuş olması kuvvetli bir ihtimaldir. Yani Mekkeliler "fil sahipleri" olarak anlatılan olaydan ve onların sonlarından haberdardırlar.

Biz sureyi rivayetler ile doldurulmuş bilgiler kanalı ile değil, Kur'an'ın vermiş olduğu bilgiler ile okumaya çalışarak, bu olayın öncelikle Mekkeliler'e bir gözdağı olarak anlatılmış olduğunu düşünmekteyiz.

"E lem tere" (görmedin mi?) kalıbı ile gelen ayetlere baktığımız zaman; önce bu sorunun sorulup, sonra görülmesi gereken şeyin ne olduğu anlatılmakta, dolayısı ile gösterilen yani bilgi sahibi kılınan şeyin göz ile görülmüş gibi bir durum söz konusu olmaktadır.

FECR Suresi'nde helak edilen kavimler örneğinde bunu yine görmekteyiz.

[089.006-10] Beldeler içinde benzeri yaratılmamış ve yüksek binalarla dolu İrem şehrinde oturan Âd halkına. Vâdideki kayaları oyup yontarak sağlam evler yapan Semud halkına Çadırlı ordugâhlar, piramitler sahibi Firavun’a, Rabbinin ne yaptığını görmedin mi?

FECR Suresi ayetlerinde gördüğümüz kavimlerin helak edilme sebebi; Allah(c.c)'yi Rab ve İlah olarak tanımayarak O'ndan başkalarına bu vasıfları yüklemiş olmaları olduğunu, onların kıssalarının anlatıldığı diğer surelerde okumaktayız. Bu kavimlerin ortak özelliklerinin; ellerindeki güç ve servet ile Allah(c.c)'ye kafa tutmaya kalkmış olmalarından hareketle "fil sahipleri"nin de böyle bir kafa tutma macerasına kalkışmış olmalarının cezasını ödemiş olmalarını anlamak mümkündür.

Peki bu olay Mekkeliler'e neden anlatılmaktadır? Olayın Mekkeliler'e anlatılma sebebini anladıktan sonra bize dönük mesajını okumak kolaylaşacaktır. Öncelikle bu olay Mekkeli muhataplar tarafından bilinen bir olaydır. Zamanı konusunda herhangi bir şey söylemenin doğru olmadığını söylesek de, bu olayın Muhammed(a.s)'ın doğumundan kısa bir zaman süresi içinde olduğu söylenmektedir.

[006.006] Onlardan önce nice nesilleri yok ettiğimizi görmediler mi? Onları, sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde yeryüzüne yerleştirmiş, gökten bol yağmur yağdırmış, altlarından ırmaklar akıtmıştık. Fakat onları günahlarından ötürü yok ettik ve ardlarından başka bir nesil yetiştirdik.

Mekkeli müşrikler, kendilerine gelen elçiyi red ederlerken kullandıkları argümanlara baktığımızda bunu daha kolay anlayabiliriz. Mekkeliler ellerindeki güç ve servete dayanarak öyle bir gurur ve kibir içindedirler ki kendilerine kimsenin güç yetiremeyeceği zannına kapılmışlardır. Onların bu şımarık tutumlarını, Mekke döneminin ilk yıllarında inen surelerde açık ve net bir biçimde görmekteyiz.

Allah(c.c)'nin ilk dönem inen surelerde Mekkeliler'e "Ad" ve "Semud" kavimlerinin helakından bahsetmiş olmasının sebebi; bu kavimlerin akıbetlerinin Mekkeliler tarafından biliniyor olması idi. Bu ve benzeri kavimlerin akıbetlerini haber vererek Allah(c.c)'ye başkaldırmanın nasıl bir son ile cezalandırılacağı yaşanmış ve canlı örneklerle muhataplarına gösterilmektedir.

"Fil sahipleri"ne uygulanan helak modelinin nasıllığı konusunda tefsirlerde farklı görüşler olduğu, konu ile alakalı yazılanları okuyanların malumudur. Biz yazımıza bu yazılanları alıntılayıp kritiğini yaparak hacmi büyütmek istemediğimiz için helakın nasıllığı konusunda üretilen düşüncelerin "parmak ayı gösterirken, aya değil parmağa bakmak" misali olduğunu söylemek istiyoruz.

Surede gördüğümüz helakın bir benzerinin Lut kavmine uygulanmış olduğunu görmekteyiz.

[011.082] Emrimiz gelince, oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık.

[015.074] Derhal şehirlerinin üstünü altına getirdik ve balçıktan pişirilmiş taşlar yağdırdık üzerlerine.

[051.033-34] Onların üzerine çamurdan pişirilmiş sert taşlar yağdıracağız.«Müsrifler için Rabbin nezdinde alâmetlendirilmiş olarak o taşlar atılacaktır.»

Tefsirlerde bu helakın nasıllığının tartışılarak bu helake götüren sebeplerin göz ardı edilmiş olması, bu tür anlatımların "mesaj" içerikli olması yönünün bir tarafa bırakılarak, "masal" içerikli olarak okunmaya çalışılmasının bir tezahürü olduğunu söylemeden geçemeyeceğiz. Geleneksel tefsirlerdeki anlatımlar ile bu tefsirlerdeki anlatımlara karşı çıkan modernist tefsirlerin buluştukları nokta, her iki okuma şeklinin de sadece anlatıma odaklanarak verilmek istenen mesajı ıskalamış olmasıdır.

"Fil sahipleri" kıssasında yanlış bir bakış açısı olarak değerlendirdiğimiz nokta; onların Kabe'yi yıkmaya gelmiş olmaları ve bu amaçlarının başarıya ulaşamadan helak edilmiş olmalarıdır. Bu durum beraberinde şöyle bir soruyu akla getirmektedir; o gün Kabe'yi koruyan Allah(c.c), daha sonraki zamanlarda Kabe'nin, Müslümanların birbirleri ile yaptıkları savaşta yıkılma teşebbüslerine karşı neden onları helak etmedi?

Bu şekil bir soru, Kur'an kıssalarında helake sebep olan durumun tam anlaşılamamış olmasından kaynaklanan bir sorudur. Allah(c.c); Kabe'nin taşına herhangi bir kutsallık yükleyerek, orayı korumak gibi bir durum içine asla girmez. Şayet girmiş olsaydı Kabe'yi mancınıklarla yıkmaya çalışanları da aynı akıbete uğratırdı. Allah(c.c)'nin bir topluluğu helak ettiğini haber vermiş olması, kendilerini Allah(c.c)'den üstün görmek gibi bir kibir içine girenlerin ne kadar yanlış bir tutum içinde olduklarını, hem kendilerine hem de sonradan gelenlere göstererek ayaklarını denk almalarını ikaz etmeye yöneliktir.

Sonuç olarak; kendilerini yenilmez armada ve üstün güçlere sahip görenlerin, Allah(c.c)'nin gücü karşısında darmadağın olduğunu haber veren bir çok kıssadan birisi olan "fil sahipleri"nin kıssası; Kur'an'ın diğer kıssalarının aksine teferruatlı bir biçimde anlatılmadan, sadece yaptıklarının sonucunu göstermesi bakımından diğer kıssalardan ayrılmaktadır. Bu şekil ayrılma, kıssayı rivayetler aracılığı ile okumaya yöneltmiş ve bu yönelme kıssadan hasıl olması gereken ibreti okumayı maalesef ötelemiştir. "Fil sahipleri"nin kimliğinden çok, onların akıbetlerinin sebeplerini, bu şekil bir akıbete uğrayan diğer kavimlerin kıssası ile birlikte okumak, bizleri sureyi daha doğru bir anlamaya sevkedecektir. Kimsenin Allah(c.c)'nin gücü karşısında yenilmez bir güç olmadığının bilincinde olmasını, Kur'an'da anlatılan kıssalar aracılığı ile görerek, kendilerini yaratan yegane güç sahibinin önünde eğilmekten başka çareleri olmadığını bu kıssalardaki akıbetleri anlatılan kavimler örneğinde bilmek zorundadırlar.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

16 Temmuz 2015 Perşembe

Kevser Suresi Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması

Kevser s. Kur'anın Mekke'de nazil olan en kısa surelerinden bir tanesidir. Bu yazımızda sure ile ilgili bir tefekkür'de bulunmaya çalışacağız. 

 İnnâ a’taynâkel kevser(kevsere).
 [108.001]  Muhakkak Biz, sana Kevseri'i verdik.

Fe salli li rabbike venhar.
[108.002] Öyleyse Rabb'in için salat et ve nahr et.

İnne şânieke huvel ebter(ebteru).
[108.003]  Doğrusu adı sanı ortadan kalkacak olan, sana kin tutan kimsedir.

1. Ayette , Muhammed (a.s) a "Kevser" verildiği beyan edilmektedir. "Çokluk" anlamına gelen "Kesera" kelimesinden türemiş olan bu kelimeye ,  tefsirlerde bir çok anlam verildiğini görmekteyiz , maaleseftir'ki bu kelime bir kısım kimsenin kendi düşüncesini ve fikrini Kur'an onaylatmak amacı ile kullandığı bir kelime olarak gözümüze çarpmaktadır. Şia'nın bu kelimeye "Biz sana Fatıma"yı verdik" şeklinde yorumlar getirmesine , karşın Ehli sünnet "Biz sana şefaat makamını verdik" şeklinde yorumlar getirmiştir. Konumuz farklı yorumların kritiği olmadığı için bu kadarı ile yetinmek istiyoruz. 

"Kevser" kelimesi ile kast edilenin ne olduğu konusunda şunları söyleyebiliriz ; 2. Ayette "Salat" ve "Nahr" ın Rab için olması gerektiği emri bize bilgi verebilir. Muhammed (a.s) kendisinden önceki Elçiler gibi yüklendiği  görev gereği, yaşadığı toplumun şirk içeren düşünce ve eylemlerini, Tevhidi bir çizgiye getirmekle sorumluydu. Kendisine verilen Elçilik  görevi ve Kitab'ın, onun ismini kıyamete kadar sürecek bir zaman içinde dillerde kalıcılık sağlaması, olarak okuduğumuzda sure bütünlüğüne uygun bir düşünce olduğu söylenilebilir. 

2. Ayette ,"Salat"ın Rab için olması gerektiği vurgusunu , Kur'anın nazil olduğu toplum içindeki salatın, yani Müşriklerin yapmış olduğu salatın Rab için değil de gösteriş için olduğunu beyan eden Maun suresi Ayetlerini okuduğumuzda daha iyi anlamaktayız. 

[107.004-7]  Vay haline o salat edenlerin ki,Ki onlar; kıldıkları salatlarından gafildirler.Onlar gösteriş yaparlar.En ufak bir yardımı esirgerler.

Mekke toplumunda yaşayan Müşriklerin "Salat" adı altında yaptıkları şeyin ,Allah (c.c) tarafından kabule şayan bir şey olmadığı , kabule şayan olmasının sadece Allah (c.c) için olması gerektiği Kevser s. 2. Ayeti içinde "Rabbin için salat et" emrinden anlaşılmaktadır. Mekke döneminin ilk yıllarında inen surelerde  Müşriklerin, muhtaç olanlara karşı takınmış oldukları cimrice tavırları eleştiren Ayetleri okuduğumuzda , anlatmak istediklerimiz daha net anlaşılacaktır.

 Aynı Ayet içinde , "Venhar" emri ile kast edilmek istenenin ne olduğu konusunda farklı yorumlara rastlamaktayız. Bir kısım müfessir bu emri , "Elini göğüs hizasına kadar kaldır" şeklinde okuyup ,namazlarda tekbir alırken ellerin göğüs hizasına kadar kaldırılması gerektiğini söylerken , "Zorluklara göğüs ger" şeklinde anlamlara rastlamaktayız. 

"Nahr" kelimesi ; "Gerdanlığın geçirildiği yer" anlamına gelmektedir.
 "Nahr'ulbairu" ; "Devenin boynuna bıçak sokmak". Dilimizde "İntihar" olarak bildiğimiz kelimenin aslı bu kökten türemiştir.

Bu anlamlardan yola çıkarak , meal ve tefsirlerde bu kelimeye "Kurban kes" emri anlamı verilmesinin daha doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmekteyiz şöyle ki;
 
Salat konusunda olduğu gibi ,Kurban ibadeti konusunda Mekke dönemi inanç yapısına baktığımız zaman bu emrin ne anlama geldiği daha kolay anlaşılacaktır. 

[022.034]  Biz her ümmet için bir «Mensek» kıldık, O'nun kendilerine rızık olarak verdiği (kurbanlık) hayvanlar üzerine Allah'ın adını ansınlar diye. İşte sizin ilahınız bir tek ilahtır, artık yalnızca O'na teslim olun. Sen alçak gönüllü olanlara müjde ver.
[022.036]  İşte kurbanlık deve ve sığırları Allah'ın size olan nişanelerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Bağlı halde keserken üzerlerine Allah'ın adını anın. Yan üstü düşüp ölünce onlardan yiyin, isteyene de istemeyene de verin. Şükredersiniz diye onları böylece sizin buyruğunuza verdik.
 [022.037]  Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah'a ulaşmaz, ancak O'na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O'nun size hidayet vermesine karşılık Allah'ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver.

Allah (c.c) nin kullarına olan emirlerinden bir tanesi de belirli zaman ve mekanda yapılan eti yenen hayvanları kurban etmek sureti ile olan bir ibadet tarzıdır. Bu ibadet tarzı Muhammed (a.s) öncesine kadar uygulanan fakat  uygulamada şirk içeren unsurları ihtiva etmekteydi. Allah'ın adının anılması şartını bırakan Müşrikler , Allah'ın dışındakilere bu ibadeti hasr ederek yapmaktaydılar. 
 
[006.121]  Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz müşrik olursunuz.
 [006.136]  Kendi zanlarına göre, «Bu Allah'ındır, bu da putlarımızındır» diyerek, Allah'ın yarattığı hayvanlar ve ekinlerden pay ayırdılar. Putları için ayırdıkları Allah için verilmez, ama Allah için ayırdıkları putlarına verilirdi; ne kötü hüküm veriyorlardı!
 [006.138]  «Bu hayvanlar ve ekinleri dilediğimizden başkasının yemesi yasaktır; bir kısım hayvanların sırtlarına yük vurmak da haramdır» iddiasında bulunarak ve bir kısım hayvanları keserken de Allah'ın adını anmamak suretiyle O'na iftira ederler. Allah, yaptıkları iftiralara karşı onları cezalandıracaktır.
 [006.145]  De ki: «Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti ki pistir ve günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum; fakat darda kalan, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir.» Doğrusu Rabbin bağışlar ve merhamet eder.

Yukarda verdiğimiz örnek Ayet meallerinden anlaşılacağı üzere , Allah (c.c) nin sadece kendisi için yapılmasını emrettiği bir ibadet , şirk bulaştırılarak asıl yönünden çevrilmiş bir hale getirilmiştir. 

 Kevser suresindeki "Venhar" emrinin, "Kurbanı sadece Rabbin için kes" emri olarak okunmasının, Ayetler çerçevesinde gördüğümüz nuzül dönemi kurban ibadetinin şirk unsurlarından temizlenerek Tevhidi boyuta getirilme aşaması olarak okunmasının daha doğru olduğunu düşünmekteyiz.

3. Ayette ki "Ebter" kelimesi ;"Kendisini takip edecek kimsesi olmayan kişi" anlamında bir kelimedir. Ayet , asıl "Ebter" olanın Muhammed (a.s) değil ona kin ve nefret kusan kimsenin olduğunu beyan etmektedir.

Allah (c.c) , Muhammed (a.s) dahil bütün Elçilerinin isimlerini kıyamete kadar sürecek bi şekilde dilde kalıcı olmasını sağlayarak onların yollarını izleyen takipçilerinin dilinde kalıcı olmasını sağlamıştır.  

 [094.004] Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi?
 [019.050]  Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk. Onların her dilde üstün şekilde anılmalarını sağladık.
 [026.084] (İbrahim) Bana, sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak nasip eyle!
 [037.180-2]  İzzet ve kudret Rabbi olan senin Rabbin onların bütün batıl iddialarından münezzehtir, yücedir. Selam bütün peygamberleredir. Bütün hamdler âlemlerin Rabbi Allah’adır.

                             EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

27 Şubat 2015 Cuma

Adem ve İblis Kıssasının Araf Suresi Bölümü İle İlgili Bir Değerlendirme

Adem ve İblis kıssası, Kur'anın 7 ayrı suresinde geçmekte olup , Mushaf dizilişine göre 2. olarak Araf s. içindeki Ayetlerde geçmektedir. Bu sure içinde geçen kısmı diğer surelerden farklı olarak, kıssa anlatıldıktan sonra devam eden Ayetlerde ki "Ey Adem oğulları" hitabı ile başlayan Ayetlerin , bu kıssanın sadece belli bir zaman ve mekan içinde değerlendirilmekten çok yaşayan bütün insanların kıssası olduğunu göstermesi açısından önemli mesajlar içermektedir.

Bu kıssa ile ilgili yorumlara bakıldığında, bir çok konuda müşkilat olduğu ve bu müşkilatların , Kur'an bağlamında değil zan ve İsrailiyyat bağlamında çözüme kavuşturulmaya çalışıldığını görmekteyiz. Kur'an geneline yayılmış olan bu kıssayı okurken dikkat edilmesi gereken hususları , "Adem ve İblis Kıssasını Okuma Klavuzu" başlıklı bir yazımızda değinmeye çalışmıştık.

İnsanların nasıl çoğaldığı sorusu herkes tarafından merak edilen bir soru olup , bu sorunun cevabının , bu kıssada verildiği düşüncesi ile bir takım yorumlar getirilmiştir. Meşhur olan yorum , ilk yaratılanın Adem ve eşi olması nedeniyle bunlardan olan çocukların çapraz vari evlilik yaparak çoğaldığı yorumudur. Bu yorum tabi ki problemli bir yorum olup , kardeş evliliğinin haram olması nedeniyle bunun mümkün olmadığı iddiası dile getirilmektedir.

Kardeş evliliği yorumuna karşı getirilen , bir başka yorum bu surenin 11. Ayetinde ," Andolsun ki, sizi yarattık, sonra size suret verdik. Sonra da, «Âdem'e secde ediniz,» diye meleklere emrettik, derhal secde ettiler. Ancak iblis, o secde edenlerden olmadı." şeklinde buyurulmasından hareketle Adem den önce yaratılmış olan İnsanlar var olduğu , çoğalmanın bu yolla gerçekleştiği yönünde iddiaların ortaya atıldığını görmekteyiz.

Ancak bu veya başka surelerde "Ey Adem oğulları" şeklinde başlayan hitaplar bizlere , Adem den önce insanlar var olduğu iddiasının da doğru bir iddia olmadığını göstermektedir. Şayet Adem den önce İnsan nesli var olmuş olsaydı bu iddiayı ortaya atanlara , "Neden Ey Adem oğulları şeklinde hitapta bulunulduğu" sorusunun sorularak cevabının verilmesi istenmesi gerekirdi. 

Bu sorunun cevabı maalesef verilemezdi , çünkü "Ey Adem oğulları" şeklinde başlayan hitaplar, bizlerin atasının Adem olduğu yönündeki düşüncelerin daha doğru olduğunu göstermektedir. Bunu söylerken İnsan neslinin kardeş evliliği ile çoğaldığı iddialarının doğru olduğunu söylemek istemiyoruz.

Söylemek istediğimiz şu dur ; İnsan neslinin nasıl çoğaldığına dair Kur'anın net bir beyanı yoktur. Bu konu hakkında bize bilgi verilmemiş olup hakkında bilgi verilmeyen bir şeyin peşine düşülmektedir (17. 36). Ne kardeş evliliği ile ne de daha önce yaratılmış olan insanlar ile çoğaldığımıza dair Kur'an bize net bir bilgi vermemektedir , bu iddialar zanna dayanmakta olup , "Şu doğrudur" diyebileceğimiz iddialar değildir. 

Araf. s. 11. Ayetinde verilmek istenen mesaj , bu kıssanın bütün İnsanların kıssası olduğu mesajı olup, bu sure içinde Adem ile bizi özdeşleştirerek , başkası yaşamış gibi okumayın kendiniz için okuyun mesajıdır. 

Kur'anda anlatılan Adem ve İblis kıssalarında en önemli aktör , Adem den çok İblis adı ile müşahhaslaştırılarak anlatılan Şeytan olgusudur. Şeytan kelimesi Kur'an da Adem den daha fazla yer alan bir kelime olması bu kelime etrafında anlatılanların önemini göstermektedir.  

Araf s. 17. Ayetinde , Şeytan ismini alan İblis İnsanları nasıl aldatacağını söyleyerek bu sözünün pratiğini ilerleyen Ayetlerde Adem ve Eşini kandırmaya çalışarak gösterecektir. 

[007.017]  «Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen, onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!» dedi.

Kıssanın , Araf s. 20.21.22. Ayetlerinde , Şeytanın 17. Ayette gördüğümüz kandırma taktiğini devreye ne şekilde soktuğunu görmekteyiz.

[007.020]  Derken şeytan, kendilerine örtülmüş olan ayıp yerlerini açmak için ikisine de vesvese verdi ve: «Rabbiniz size bu ağacı yalnızca birer melek olmamanız yahut ölümsüzlüğe kavuşmamanız için yasak etti.» dedi.
[007.021]  Ve: «Ben gerçekten sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim.» diye ikisine de yemin etti.
[007.022]  Bu şekilde onları kandırıp sarktırdı. Bunun üzerine o ağacın meyvesini tattıklarında, ikisine de ayıp yerleri açılıverdi ve üzerlerini üst üste cennet yapraklarıyla yamamaya başladılar. Rableri onlara: «Ben size bu ağacı yasaklamadım mı, haberiniz olsun bu şeytan size açık bir düşmandır, demedim mi?» diye seslendi.

Burada şu hususun hatırlanmasında fayda vardır ; Şeytan Adem ile Eşinin karşısına 3. bir şahıs olarak çıkmamıştır. Onlara vesvese vererek yani fısıldayarak bu yalanı söylemiştir. Bu şekil yoldan çıkarma bütün İnsanlar için geçerli olup , nefsimize hoş gelen bir günahı işlemeden önce bunun güzel gösterilmiş olması Şeytan iğvası dediğimiz yanaşma yolları ile olmaktadır. Bir çok Ayette "Şeytan onlara işlediklerini güzel göstermiştir" buyurularak , başka Ayetlerde de " bu günahı işlemeye vesile olduktan sonra " Ben sizden uzağım Ben Allah tan korkarım" şeklinde ifadelerle Şeytanın İnsanı nasıl enayi ve aptal yerine koyarak bu duruma düşmeyin mesajı verilmektedir.

Adem ile Eşinin yasağı çiğnedikten sonra ki halini anlatan 22. Ayette , onların çırılçıplak kaldığı ve bu çıplaklığı örtmek için , yapraklarla örtünmeye çalıştıklarını görmekteyiz. Tefsirlerde bu yaprakların hangi ağacın yaprağı olduğu tartışmaları kıssanın bu gün doğru anlaşılamamasının temelini atan düşünceler olarak birer ibret vesikası halinde tefsirlerde bulunmaktadır. Olayı sadece yaşanmışlığı içinde düşünerek yapılan bu yorumları bir tarafa bırakarak , verilmek istenen mesajın bize dönük mesajını okumaya çalışalım.

Araf s. 26.27. Ayetleri yukarıdaki Ayetleri anlamakta müfesser bir Ayettir.

[007.026]  Ey ademoğulları, size ayıp yerlerinizi örtecek ve süslenmenizi sağlayacak elbiseler gönderdik. Takva elbisesi bunlardan daha hayırlıdır. Bu Allah'ın ayetlerinden biridir. Ola ki, düşünüp ders alırlar.
[007.027] Ey ademoğulları, şeytan ana- babanızı elbiselerinden soyundurup ayıp yerlerini meydana çıkararak cennetten çıkardığı gibi sizleri de ayartıp tuzağa düşürmesin. Sizin şeytanı ve adamlarını göremeyeceğiniz yerlerden onlar sizi görürler. Biz şeytanları inanmayanlara dost yaptık.

İki Ayet içinde geçen "Libas" kelimesi , "İnsanı çirkinlikten koruyacak örtü" anlamında bir kelimedir. Öncelikle bu olaydan , İnsanın fıtri yapısının örtünmek gibi bir koruyucuya ihtiyaç duyduğunu okuyabiliriz. Adem ile Eşinin emri çiğnediği anda çıplak kalmış olmaları , Allah (c.c) nin onlara emrettiği koruyucuyu (Şu Ağaca yaklaşmayın emrini) Şeytanın onlara verdiği vesvese ile çiğneyerek koruyucusuz kalmaları ve fıtri olarak ihtiyaç duydukları koruyucuyu başka kaynakta arama çabalarını göstermektedir.

Allah (c.c) bizlere , hepimizin üzerinde olan "Libas" kelimesini onun bizlere indirmiş olduğu "Vahiy" ile benzeştirerek , Kur'ana tabi olmanın yani Kur'an elbisesini giymenin kişiyi tehlikeden koruduğunu , Bu elbiseden soyunan insanın her türlü tehlikeye maruz kaldığını 26.27. Ayetlerde anlatmaktadır. Kendini Vahiyden sıyırarak çıplak kalan insan , artık her tür tehlikeye açık olmakta , korunmak için Vahiy harici  koruyuculara kıssa da"Cennet Yaprağı" olarak teşbih edilen başka koruyucular arama peşine düşecektir. 

İnsan fıtri yapısı gereği kendini hem maddi , hem manevi olarak koruyacak koruyuculara ihtiyaç duymaktadır. Allah (c.c) kullarına korunmaları için hem maddi , hem de manevi koruyucular indirerek onların korunmasını sağlamıştır. "Takva Elbisesisi" olarak yapılan teşbihte insana gerekli olan manevi korunmanın yine kendisi tarafından indirilmiş olduğu ve bunun en hayırlı yani diğer koruyucuların yanında daha değerli olduğu vurgusu yapılmaktadır.

[007.031]  Ey Ademoğulları! Her mescidde zinetlerinize yapışın; yiyin için fakat israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez.

Araf s. 31. Ayetinin  meali br çok mealde , " Camiye giderken güzel elbiseler giyin" gibi komik bir anlama büründürülerek yapılmıştır. Bu şekil mealler Kur'an mantığını ve bütünlüğünü hiçe sayarak yapılan mealler olup bağlamdan kopuk anlam vermenin bir örneğidir.

"Mescid" kelimesi , "Secde edilecek mekan" anlamında bir kelime olması nedeni ile , secde etmeyi sadece ritüel anlamda görenler , olayı sadece camide güzel elbise giymek anlamında anlama kabiliyetini!! göstermişlerdir. Secde kelimesi anlam itibarı ile hayatının her anında Allah (c.c) emri doğrultusunda hareket etmek demek olup , bu anlamda her yer bir nevi mescid sayılır. 

"Zinet" kelimesi ; İnsanı Dünya ve Ahirette çirkinleştirmeyen , rezil etmeyen" şeye verilen bir isim olarak , yapışılması emredilen Zinetin burada mecaz bir kullanım olduğu , bu kelime ile kast edilen şeyin "Vahiy" olduğu anlaşılmaktadır. Allah (c.c) hayatın her anında bizlere vahye yapışmamızı emretmektedir.

"Zinet" kelimesi ; "Değerli Eşya" anlamını da içinde barındırdığı için , İnsanın Dünya hayatı içinde sahip olduğu bu tür eşyaya verdiği ve onu koruma hususunda nasıl titizlik gösterdiği üzerinden , Kur'anında böyle bir titizlik içinde korunması ve değer verilmesi emredilmiş ve hayatın her safhasında pratize edilmesi istenmiştir. 

Bu koruma maalesef , içeriğinin hayata pratizesi olarak değil , Mushafın en güzel süslenmiş kaplara konularak hiç dokunulmayacak bir yerde saklanması olarak algılandığı için , evlerin en mutena yerinde kimsenin erişemeyeği bir yerde asılı durması olarak anlaşılmış ve hala bir çok evde bu halde muamele görmektedir.

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

11 Kasım 2014 Salı

Bir Kıyam Manifestosu: Fatiha Suresi

Fatiha kelimesi; "kendisi ile birlikte sonrasında gelenin açıldığı, başlangıcı" anlamındadır. Mushaftaki ilk sureye bu adın verilmesi; sure içindeki ayetlerin, Kitap'ın içindeki bütün ayetlerin özeti mahiyetinde olmasından ötürüdür. "Fatihatül-kitab"; Kitap'ın açıcısı, anahtarı deyimi bu bağlamda önemli bir konuya parmak basması açısından önemlidir.

Kıyam kelimesi; "ayak üzere kalkmak " anlamındaki "kame" fiilinden türemiş olup, "bir şeyi gözetip koruma, bakma, muhafaza etme, azmetme" anlamındadır.

Manifesto kelimesi; "toplumsal bir hareketin amaçlarının yazılı olarak bildirilmesi" anlamındadır.

"La ilahe illallah" (Allah'tan başka İlah yoktur); gönderilen tüm elçilerin ortak çağrısı olduğu gibi, son elçi Muhammed(a.s)'ın da çağrısıdır. Ona indirilen Kitap'ın bütün ayetlerinin, Allah(c.c)'nin tek İlahlığının merkeze alınmasının anlatımı demek mümkündür.

Namazlarımızda her gün defalarca okuduğumuz FATİHA Suresi; içinde barındırdığı ayetler ile Kitap içindeki ayetlerin bir özetidir diyebiliriz.

[001.001] Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
[001.002] Hamd, Alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
[001.003] O Rahman ve Rahim'dir,
[001.004] Din Gününün sahibidir.
[001.005] Yalnız Sana ibadet ederiz ve yalnız Senden yardım dileriz.
[001.006] Bizi doğru yola eriştir.
[001.007] Nimete erdirdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve dalalete düşenlerinkine değil.

Bu ayetlerin namaz adı ile bildiğimiz "salat"ın içinde, bir rükûn olan ritüel ibadet gösterimi içinde üç asli unsurdan biri olan "kıyam" içinde okunması çok önemlidir. Kıyam kelimesinin ifade ettiği anlamı düşünürsek, bu ayetlerde söylenenler bir nevi manifesto sayılır.

Kıyam kelimesi "ayağa kalkış" demek olduğuna göre; bu kalkışta söylenen sözleri nasıl anlamak ve hayata geçirmek lazımdır?

6-7. ayetlerde Rabbimizden "bizi gazaba ve dalalete düşenlerin yoluna değil, doğru yolu ilet" şeklinde bir isteği dile getirmekteyiz. Allah(c.c) bu isteğin nasıl gerçekleşeceğini 5. ayette "yalnız O'na ibadet etmek ve yalnız O'ndan yardım istemek" şeklinde bildirmektedir. Peki bu sözler kulların hayatında nasıl gerçekleşmesi gerekir ki 6-7. ayetlerdeki istek Rabbimiz tarafından kabul edilsin? 

ZARİYAT 56 ayetinde "İnsanı ve Cinni sadece kendisine kulluk etsinler diye" yarattığını buyuruyordu. Peki bu kulluk nasıl bir şey olmalıydı ki doğru yola erişenlerden olalım?

İbadet kelimesi; "kul, köle" anlamına gelen "A-Be-De" kökünden türeyen ve "kendini alçaltmanın, kibirini ve gururunu kırmanın son noktasını temsil eden" şeklinde bir anlama sahiptir.

Bu alçalma, kibir ve gururu kırma öyle bir varlığa olmalıdır ki; onun üzerinde hiç bir varlık olmasın, onun kimseye karşı alçalma ihtiyacı bulunmasın. Böyle özelliğe sahip olan tek bir varlık vardır ki O da Alemlerin Rabbi olan Allah'tır.

Allah kendisine karşı olması gereken bu alçalmanın, kendisinin dışındaki varlıklara karşı gösterildiği takdirde, bu amelin adını ŞİRK koymuş olup; ebedi cehennem ile bu amellerin karşılığını vereceğini müteaddit ayetlerde beyan etmiştir.

"Allah'a ibadet" deyimi ile kast edilenin ne olduğu anlaşıldığı takdirde, surede her gün defalarca beyan ettiğimiz bildiriyi hayatımıza da hakim kılmış sayılırız.

Allah(c.c) her şeyin yaratıcısı olması nedeniyle; her şeyin üzerinde hüküm sahibidir. Yarattıklarından olan insan üzerinde de bu durum geçerli olup, insanlara dünyada yaşadıkları hayat müddeti içinde, Kendisinin emirleri doğrultusunda bir hayat sürmeleri gerektiğini, gönderdiği elçi ve kitaplar ile haber vermiştir.

İnsanlara vaaz ettiği hükümler, onları yaratan olması nedeniyle onları hem dünya hem de Ahiret'te mutlu bir yaşam sürmesine neden olacak iken, maalesef bir çok insan bu hükümleri red ederek, onun dışında vaaz edilmiş hükümlere göre hayatlarını tanzim etme sevdasına düşmektedirler. Böylece de hem dünyasını hemde Ahiret'ini karartma yoluna gitmektedirler. 

Burada insanın "halife" olarak atanmış olması gündeme gelmektedir. İnsanın halife olarak atanması demek; onu atayanın ona verdiği talimatlara göre hareket etmesini gerektirir. Halife olmak demek; "bir göreve vekalet etmek" demek olup geçiciliği ifade eder. İnsan yeryüzüne halife olarak atanmakla, Allah(c.c)'nin verdiği talimatlara göre hareket ederek, O'nun kendisine verdikleri üzerinde gerçek hak sahibi değil, geçici olarak emanetçi olduğunu asla unutmaması gerekir.

Mal, servet, evlatlar ve insanlar üzerindeki yönetim gücü... Bunların hepsi halife olmanın gereği olarak emanet ve geçici bir süre insanın emrine verilmiştir. Esas olan; bunların asıl sahibinin kim olduğunu bilmek ve asıl sahibinin emaneten bunları vermiş olduğunu unutmadan, asıl sahibi imiş gibi hak iddia etmemek olmalıdır. Bu tür bir hak iddia edişte "emanete ihanet" yani halifeliği bırakıp asalete soyunmak yani Allah'tan rol çalmaya kalkmanın adı "Şirk" tir.

Kul "yalnız Sana kulluk ederiz" derken; hem kendisinin kul olduğunu unutmadığını, hem de Allah'tan başka kulluk yapılacak bir merci olmadığını beyan eder. Problem; bu sözleri her gün defalarca söyleyip de içeriğine uygun davranışlarda bulunmamaktır.

Müslümanlar olarak "kulluk" ve "ibadet" kelimelerinin içini öylesine boşaltmışız ki; "sahte ilah" deyimi bizlere sadece Mekke'deki 360 tane putu çağrıştırmaktadır. Muhammed(a.s)'ın bu putları kırdığını ve şirk olgusunun bittiğini zannetmekteyiz. Halbuki şirk olgusu hiç bir zaman bitmeyecek. Hatta kendisini Müslüman olarak tanımlayan birçok kişi, bu bataklığın içinde olduğundan bile habersiz bir vaziyette gününü gün etmektedir.

Allah'a ibadet etmek demek; günde sadece beş vakit namaz gibi belirli gün ve zamanlarda yapılanları kapsamaz. Bu deyim; kulun 24 saatini kapsaması gerekli olan ve bütün zamanlarda da Allah'ın emir ve yasaklarına göre davranışlarda bulunmak anlamına gelir.

Maaleseftir ki kul olmak demenin mescitlerde belli vakitlerde namaz kılmak ile sınırlı olduğunu zannedip, diğer vakitlerde böyle bir kulluk yükümlülüğü yokmuşcasına davranan Müslümanlar, sair zamanlarda Allah'a göre değil, O'nun kullarına verdiği hilafet görevini emaneten değil asalaten yüklenmeye kalkanlara kul olmaktadır. Halbuki namazda okuduğu FATİHA Suresi içindeki ayetler, kulun hayatının her anında Allah'a kul olduğunu bildirmesi demek olduğundan habersiz olanlar, hayatlarını başkalarının düzenlediği sistemlere uydurmakta en ufak bir rahatsızlık dahi duymadan şirk sistemlerine kul olmaya devam etmektedirler.

"Yalnızca Senden yardım dileriz" sözünün; özellikle tasavvuf kesiminin içinde bulunduğu hali göz önünde bulundurursak ne kadar önemli olduğunu anlarız. Allah'tan yardım istemek demek; sadece O'nun yetki sınırları dahilinde olan durumlarda bir başkasından değil, sadece O'ndan yardım istemek anlamındadır. Başı dara düştüğünde kabirdeki ölülerden medet umup, sonra bu ayeti okumak; Allah(c.c) ile alay eder gibi bir duruma düşmekten başka bir işe yaramaz.

Allah(c.c)'nin yardım etmesinin elbette bir kuralı ve yasası vardır. Kul gereklerini yerine getirmeden, yattığı yerden sadece  "Allah'ım yardım et" diye dua ederse; bu yardım asla gelmez. Başınız darda ise, o darlıktan kurtulmak için gerekli olan fiilleri işleyerek Allah'tan yardım talebinde bulunmak ve bu talebe gerekli cevabı vermek Sünnetullah'ın bir yasasıdır.

Namaz içinde kıyam halinde iken okunan FATİHA Suresi ayetlerinin şirke, tağuta, müstekbirlere ve bel'amlara karşı tevhidî bir kalkışın manifestosu olduğunu bilerek yapılması, sadece mescitlerde kalmış olmayarak hayatın her anına taşınacak ve kul olarak her anımızda Allah'a göre davranmak gerektiği bilincine hakim olacaktır.

Sonuç olarak; her gün namazlarımızda defalarca okuduğumuz FATİHA Suresi, adından anlaşılacağı üzere "Kitap'ın anahtarı"dır. Kitap içindeki ayetlerin mesajının anası bu sure içindeki ayetlerde özet halinde mevcuttur. Bunun içindir ki bu surenin NAMAZ içindeki KIYAM halinde okunması, ŞİRK sistemlerine karşı bir MANİFESTO mahiyetindedir. Kul okuduğu surenin bilincinde olduğu zaman; kul olmak demenin sadece mescid içinde değil, hayatının her anında Allah'a kul olmak bilinci içinde olduğunu bilir. Bunu; kıldığı namaz içinde hem Allah'a hem de Allah düşmanlarına deklere eder. Ancak bu sure, "surelerin faziletleri" şeklindeki hurafelere kurban edilerek sadece hastalara, evde kalmışlara, imtihanı olanlara, bir yerleri ağrıyanlara okunması gereken ayetler kategorisine düşürmüştür.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

8 Mayıs 2014 Perşembe

Saff Suresi Ayetleri Üzerinde Bir Tefekkür Çalışması

Saff suresi medinede nazil olan surelerden olup 14 ayetlik bir suredir, bu yazımızda sure ile ilgili olarak bir teffekkür çalışması yapmaya çalışacağız . 

 [061.001] Göklerde ve yerde bulunanların hepsi Allah'ı tesbih etmiştir. O üstündür, hikmet sahibidir.

Sure 57 ve 59. surelerdeki başlangıç ayetiyle başlamakta olup, ortak özelliği "sebbeha" kelimesi ile ifade edilen yerde ve gökte ne varsa yani, Allah cc nin haricinde ne varsa onu tesbih ettiği haberi verilmektedir , bu kelime üzerinde biraz tefekür edelim inş. 

Sebbeha, se-be-ha kelimesinden türemiş bir kelime olup sözlükte "su veya havada süratle geçip gitmek" anlamında kullanılan bir kelimedir. Varlıkların yüzmesi demek, bütün varlıkların kendileri için konulmuş olan bir hareket ölçüsü içinde olması demek olup, bunun dışına çıkmaları diye bir durumun sözkonusu olmadığıdır. Kur'anda bir çok ayette geçen bu kelimenin türevleri ile ilgili olarak verilmek istenen mesaj hakkında şunları söyleyebiliriz. 

Bu surenin veya diğer surelerin ilk ayetlerinin " yerde ve gökte ne varsa Allahı tesbih eder" şeklinde başlaması, yegane ilahımız ve rabbımız olan Allah cc nin gücünün ve azametinin bir hatırlatması ve bizlerinde bu şekil onu tesbih etmemiz gerektiği, eğer onu gereği gibi tesbih etmez isek onun bizim tesbihimize ihtiyacı olmadığı ve ihtiyaç sahibi olanın bizler olduğudur. Bu konu ile ilgili olarak bir kaç ayet meali vererek 1. ayetin mesajının kur'an ayetleri ile anlatılmasını görelim. 

[055.005-8] Güneş ve Ay hesap iledir;Bitki ve ağaç (O'na) secde etmektedirler. Göğü bu âhenkle O yükseltti ve bu mîzânı koydu ki siz de ders alıp ölçü dışına taşmayasınız.
[024.041]  Göklerde ve yerde olan kimselerin, sıra sıra uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiğini görmez misin? Her biri kendi salatını ve tesbihini bilir. Allah, onların yaptıklarını bilendir.
[017.044]  Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu tesbih eder; O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız. Doğrusu O Halim olandır, Bağışlayan'dır.

Güneş,ay,bitki,ağaç ve kuşların tesbihi onlar için konulmuş olan ölçünün dışına taşmamaları misalen , güneş " binlerce yıldır aynı yerden doğup batıyorum biraz değişiklik olsun" veya kuşlar " ömrümüz havada'mı geçecek biraz yerde hayat sürelim" gibi bir değişikliğe gitmelerinin mümkün olmadığı her şeyin üzerinde yegane hakim olanın kendisi olduğunu bizlere hatırlatarak, bizlerinde onlar gibi emre itaat ederek tesbih dairesinin dışına çıkmamamız hatırlatılmaktadır. 

[004.170]  Ey İnsanlar! Peygamber Rabbiniz'den size gerçekle geldi, inanın, bu sizin hayrınızadır. İnkar ederseniz, bilin ki, göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Allah bilendir. Hakim'dir.
[014.008]  Musa: «Siz ve yeryüzünde olanlar, hepiniz nankörlük etseniz, Allah yine de müstağni ve övülmeğe layık olandır» demişti.
[039.007]  Eğer inkâr ederseniz, şüphesiz Allah, size muhtaç değildir. Bununla beraber O, kullarının küfrüne razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizden bunu kabul eder. Hiçbir günahkâr diğerinin günahını çekmez. Nihayet hepinizin dönüp gidişi, Rabbinizedir. Yaptıklarınızı O size haber verir. Çünkü O, kalplerde olan herşeyi hakkıyla bilendir.
Örnek olarak vermiş olduğumuz ayet meallerinde, Allah cc nin müstağni olduğu ve fakir olanın bizler olduğu hatırlatılarak bizim ona ihtiyaç duyduğumuz , eğer onu inkar edersek ona bir zarar veremeyeceğimiz aksine zarar gören bizler olacağı beyan edilmektedir. 


[061.002]  Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?
[061.003]  Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük öfke ile karşılanır.
[061.004]  Doğrusu Allah, kendi uğrunda, kenetlenmiş bir duvar gibi, saf halinde çarpışanları sever.

2-3-4. ayetleri bir bütünlük içinde okuduğumuzda , Allah katında büyük öfkeye sebeb olan söz veripte yapmadığımız şeyin ne olduğu görülmektedir. Kur'anı doğru olarak anlamak için, ayetlerin nuzül dönemi içinde hitap ettiği topluma olan mesajını , sonra o mesajın sonraki gelenler için bağlayıcılığı üzerinde düşünmek gerekmektedir.   

Surenin medine'de nazil olduğu hatırlanacak olursa,medine'de inen ayetlerin karakteristik özelliğinin ehli kitap ve münafıkların müslümanlara karşı olan tutumları ile ilgili olan ayetler büyük bir yekun tutmaktadır. Kur'anın bir çok ayeti, iman iddiasında bulunanların bu imanlarını sadece sözle değil mal ve can ile ortaya koymalarını gerektiğini hatırlatmaktadır. 

[029.002-3]  Yoksa, insanlar; inandık demeleriyle bırakılıvereceklerini ve kendilerinin denenmeyeceklerini mi sandılar.Andolsun ki; Biz, onlardan öncekileri de denedik. Allah; elbette doğruları bilir ve elbette yalancıları da bilir.
[009.016] Allah, içinizden cihat edenleri; Allah'tan, peygamberinden ve inananlardan başka sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan sizi kendi halinize bırakacak mı zannediyorsunuz? Allah işlediklerinizden haberdardır.
[033.023]  İnananlardan, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi, bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahdlerini hiç değiştirmemişlerdir.
[002.155]  Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.
[047.031]  And olsun ki sizi, içinizden cihada çıkanları ve sabredenleri meydana çıkarana ve haberlerinizi açıklayana kadar deneyeceğiz.

Bu ve benzeri ayetler, iman iddiasında bulunanların imanlarının ne derece samimi olduğunun ortaya çıkarılması amacıyla denemeye tabi tutulacaklarını haber vermekte olup saff s. 2-3-4. ayetleri bu arka plan dahilinde okumak gerekmektedir. Bilindiği üzere medinede müslüman olan bir kişi biat dediğimiz bir söz vermekte olup bu biat ile kendilerini bağlamaktadırlar. 

 [048.010]  Herhalde sana bey'at edenler ancak Allah'a bey'at etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir. 
 [048.018]  Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir.
 
[060.012] Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, başkasının çocuğunu sahiplenerek kocasına isnadda bulunmamak ve uygun olanı işlemekte sana karşı gelmemek şartıyla sana beyat etmek üzere geldikleri zaman, onları kabul et; onlara Allah'tan bağışlanma dile; doğrusu Allah, bağışlayandır, acıyandır.
  
Ayet meallerinden anlaşılacağı üzere medinede alınan bu biat kişiyi bağlayan ve bozulması neticesinde kişinin zararına olacak durumlara yol açan bir anlaşmadır. Şimdi saff s. 2-3-4 ayetlerini bu örnek ayet mealleri çerçevesinde tefekkür etmeye çalışalım. 


Medine'de müslüman olduğunu iddia eden ve kendini biat ile bağlayanların bu sözlerine sadık kalmaları gerektiği hatırlatılmakta olup,biatın bozulması neticesinin Allah katında büyük bir gazaba neden olacağı hatırlatılmaktadır. Acaba böyle bir hatırlatmaya sebeb olan olay ne olabilir? dersek bunu yine kur'an bütünlüğünü gözeterek yaptığımız bir okumada öğrenmemiz mümkündür. 



[047.020]  İman edenler: «Bir sure indirilseydi?» diyorlar. Ancak kesin hükümlü bir sure indirilip onda savaş anılınca kalplerinde bir hastalık bulunanların tıpkı ölüm baygınlığında olan kimsenin bakışı misali sana baktıklarını görürsün. O da onlara pek yakındır.
[002.216] Savaş, hoşunuza gitmediği halde size farz kılındı. İhtimal ki hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinizedir ve ihtimal ki sevdiğiniz bir şey sizin kötülüğünüzedir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.
[004.077] Kendilerine, «Ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın, zekatı verin» denilenleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca hemen içlerinden bir kısmı insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hatta daha çok korkarlar ve «Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Ne olurdu bize azıcık bir müddet daha tanımış olsaydın da biraz daha yaşasaydık?» derler. Onlara de ki: «Dünya zevki ne de olsa azdır, ahiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan için daha hayırlıdır ve size kıl kadar haksızlık edilmez.»



Her ne kadar müslüman olduğunu iddia eden bir kısım insan bu sözünü özellikle can ve mal ile denemeye tabi tutulduğunda unutur ve ölüm korkusu kişiyi verdiği sözden caymaya teşvik edebilir. Bu arka plan ayetler kur'anın medinede inen ayetlerinde çok görülmekte olup verilen sözün çocuk oyuncağı olmadığı, istediği zaman dönebilmek gibi bir seçenekleri olmadığı, iddia sahibinin bu iddiasını ispatlamak gibi bir zorunluluğunun olduğu ayetlerde hatırlatılmaktadır. 

Bu ayetlerden bizlere düşen mesaja gelince; yaşadığımız hayatın herhangi bir anında bizler eğer iman iddasında bulunuyor isek ve bu imanın can ve mal ile ispatlanması gerekiyorsa hiç tereddüt etmeden bu görevi yerine getirmemiz gerekmekte olup yan çizmek gibi bir lüksümüzün asla olmadığı bizlerede hatırlatılmakta olup, bu şekil bir yan çizmenin gazaba neden olacağı bizlerede hatırlatılmaktadır.

[061.005] Ve bir vakit ki, Mûsa kavmine dedi ki: «Ey kavmim! Ne için bana eziyet veriyorsunuz? Ve halbuki, benim sizin için bir Allah resûIü olduğumu şüphe yok ki, bilirsiniz.» Vaktâ ki, onlar (Hak'tan) döndüler. Allah Teâlâ da, onların kalplerini döndürdü ve Allah fâsıklar olan kavme hidâyet etmez.

Saff s. 5. ayetinde , Musa as kavmi olan israiloğulları'nın ona eziyet ettiği hatırlatılmaktadır, böyle bir hatırlatmaya acaba neden gerek duyuldu dersek, önceki 2-3-4. ayetler ile bir bağı olduğu görülecektir ve yine özellikle münafıklar olarak toplumda yerini bulan insanların müslümanlara ve Muhammed as a karşı olan tutumları hatırlanacak olursa ve bu münafıkların genelde yahudilerden olduğu hatırlanacak olursa ayeti anlamak kolaylaşacaktır.

İsrailoğullarının Musa as a olan eziyetleri onun kıssasının anlatıldığı ayetlerde hatırlanacaktır. Kendilerine soykırım uygulayan firavun zulmunden kurtarılıp denizin öte yakasına geçer geçmez puta tapan bir kavim görüp aynı puttan Musa as dan istemişler, tura 40 günlüğüne çıktığı zaman samiri onların bu isteklerini yerine getirmiş , Allah cc nin onlara ikram ettiği yiyeceklerden bıkarak daha değişik şeyler istemişler ve Musa as ı onlara ihtiyacı olduğu anda "sen ve rabbin gidin savaşın" diyerek onu yalnız bırakmışlardır. İsrailoğullarının bu tür ve diğer eziyetleri kur'an ayetlerinde teferruatlı bir biçimde anlatılarak bizlerinde o tür bir eziyet verme girişiminden uzak durmamız öğütlenmiştir. 
 
[033.048]  İnkarcılara, ikiyüzlülere itaat etme; eziyetlerine aldırma; Allah'a güven, güvenilecek olarak Allah yeter.
 
[033.057] Şüphesiz ki Allah'a ve Resulü'ne eziyet verenlere Allah hem dünyada, hem ahirette lânet etmiştir. Onlara aşağılayıcı bir azab hazırlamıştır.
[033.069] Ey iman edenler, sizler o Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın! Eziyet ettiler de Allah onu onların dediklerinden temize çıkardı. O, Allah katında yüzlü (itibar sahibi) idi.
[009.061]  Onlardan kimileri de; o, her şeye kulak kesiliyor, diyerek peygambere eziyyet ederler. De ki: O, sizin için bir hayır kulağıdır. Allah'a inanır, mü'minlere inanır. Ve aranızda iman etmiş olanlara rahmettir. Allah'ın Rasulüne eziyyet verenler için elem verici bir azab vardır.
[006.034] Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah'ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. Muhakkak ki peygamberlerin haberlerinden bazısı sana da geldi.
[003.186]  Çaresiz, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve kesinlikle gerek sizden önce kitap verilenlerden ve gerekse Allah'a ortak koşanlardan bir çok incitici sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah'tan korkarsanız işte bu, azmedilmesi gereken şerefli işlerdendir.

Yukarda meallerini verdiğimiz ayetlere bakacak olursak, kitap ehlinin Musa as a yaptığı aynı eziyeti müslümanlara ve elçiye taptıkları ve bu eziyetlere katlanmaları gerektiğine olan emirler görülmektedir. 

[061.006] Meryem oğlu İsa: «Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah'ın size gönderilmiş bir peygamberiyim» demişti. Ama o elçi, kendilerine belgelerle geldiği zaman: «Bu, apaçık bir sihirdir» demişlerdi.

Saff s. 6. ayetindede 5. ayetin devamı olarak israiloğullarına gönderilmiş olan İsa as ın kavmi ile olan mücadelesinden bir kesit görmekteyiz. İsa as kendisini tanıtırken özellikle "tevrat'ı doğrulayan" şeklindeki tanıtımının aynısı Muhammed as ın da tanıtılırken kullanıldığı  bir söz olması dikkat çekicidir. Muhatap kavmin tevrat ve Musa as ı elçi olarak kabul etmesi , Musa as dan sonra gelen elçilerin kendilerinin aynı kaynaktan beslnediğine dair olan delillleri olarak görülmektedir. İsa as ın kendinden sonra gelecek olan elçinin adının " Ahmed" olarak söylemesi ile Muhammed as ismi arasında fark olması bizleri şaşırtmamalıdır.

"İsm" kelimesi sözlükte "kendisi aracılığıyla bir aslın , temelin,zatının , özünün bilindiği şey" anlamında bir kelime olup bu anlama göre "ahmed" ismi demek onun Allah cc ye başkasından daha fazla hamd etme gibi bir özelliğinin olduğunun veya kendisindeki güzellikler nedeni ile başkalarından daha fazla övülen anlamında olup " Muhammed" kelimesi ise övülen anlamında bir kelimedir.  

İsa as belgelerle israiloğullarına geldiği zaman yalanlanma şeklinde bir karşılık görmesi ondan önce gelen ve ondan sonra gelen Muhammed as ın da gördüğü karşılıklar olarak anlatılmakta bu tür bir çok ayet mevcuttur.

[061.007]  İslama davet edilirken Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim de kim olabillr? Allah da zalimler topluluğunu muvaffak etmez.
[061.008]  Onlar ağızlarıyla Allah'ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.

İsa as ın çağrısına karşılıkolarak icabet edilmesi gerektiği yerde "bu apaçık bir sihirdir" şeklinde karşılık verilmesi, Muhammed as ın çağrısı içinde geçerli olduğu onun muhataplarınında onun çağrısına aynı karşılığı verdikleri bilinmektedir. Saff 7. ayeti islama çağrılırken bu çağrıyı red eden kimsenin zalim olduğunu , 8. ayet ise kafirler ne kadar red etseler onların  bu redleri Allah cc nin nurunu tamamlamasına engel olmayacağı bildirilmektedir.

[061.009]  O Allahdır ki Resulünü hidayet  ve hak dini ile gönderdi, onu her dinin üstüne çıkarmak için, isterse müşrikler hoşlanmasınlar

Saff s. 9. ayeti ise Allah cc nin elçilerin gönderme amacını anlatmaktadır. "Hüda" kelimesi sözlükte , " bir kimseye nazik bir şekilde yol göstermek, kalvuzluk etmek,ya da doğru yolu yönü istikameti tutmasına ya da takip etmesine vesile olmak" anlamında bir kelimedir. Bu kelime kur'an öncesi çölde yolunı kaybedene yol göstermek gibi bir anlam içermesine rağmen kur'anın nazil olması ile birlikte anlam genişlmesine uğramış ve ıstılahi bir anlamda kur'anda bir çok ayette kullanılarak Allah cc nin göndermiş olduğu kitab ve elçilerin, "hüda" olduğu yani yolunu kaybedenlere klavuz olduğu hatırlatılmaktadır.

Ayette dikkati çeken kelimelerden biriside "eddin"kelimesidir. Bu kelimeyi, "kişinin yaşamı içinde tabi olduğu kurallar bütünü" şeklinde bir anlam etrafında düşünecek olursak Allah cc bizlere din olarak islamı seçmiş ve o dinin kurallarını elçileri vasıtası ile kullarına bildirmiştir. İslamı din olarak beğenmeyip kendileri ayrı bir din üretenler ise Allah cc nin dinini yıkmak için ellerinden geleni tarih boyunca yapmışlar ve yapmaya devam etmektedirler. Kafirler ne kadar red etsede insanlar ne kadar kendi dinlerini üstün kılmak için çabalasalarda Allah cc nin dini onların dinlerinden üstündür ve yıkılmaya mahkumdur. 

[061.010]  Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi?
[061.011]  Allah'a ve Resulüne iman edip mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız; eğer bilirseniz bu sizin için çok hayırlıdır.
[061.012] Günahlarınızı bağışlar ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş hoş meskenlere koyar. İşte büyük kurtuluş odur.
[061.013]  Bundan başka, sevdiğiniz bir şey daha: Allah katından bir yardım ve yakın bir zafer vardır. İnananlara müjde ver.

Bu ayetlerde , Allah cc katından bir yardımın , günahların bağışlanmasının, adn cennetlerine girmenin yolu gösterilmekte ve bu yol "ticaret" terimi ile mesellendirilmektedir. Ticaret insanlık tarihinin bilinen bir işlemi olup bu işlemde karşılık yapılan alış veriş sonucunda kazanç meydana gelmektedir. Bu kazanç şekli insanları celbettiği için diğer bir çok ayette karşımıza çıktığı üzere sermaye olarak mal ve can ortaya konulacak yani satılacak ve bu can ve mal karşılığında cennet verilecektir. İnsanların ticaret yapmaktaki esas amacı kar olduğuna göre ve şekil bir alışverişin karlı bir durum olduğu rabbimiz tarafından bizlere başka ayetlerde'de bildirilmiştir.Yine ticaret terimi üzerinden insanların zarar etmeleri de ayetler üzerinden bizlere anlatılmaktadır. 

 [035.029]  O Allah'ın kitabını okuyup ardınca gidenler, namazı kılıp kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden gizli ve açık vermekte olanlar, herhalde hiç batma ihtimali olmayan bir ticaret umarlar.
[009.111]  Allah şüphesiz, Allah yolunda savaşıp, öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını Tevrat, İncil ve Kuran'da söz verilmiş bir hak olarak cennete karşılık satın almıştır. Verdiği sözü Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; bu büyük başarıdır.
[002.016]  Onlar (o münafıklar) o kimselerdir ki, hidâyet mukabilinde dalâleti satın almışlardır. Onların bu ticaretleri bir kazanç temin etmemiştir. Ve onlar hidâyete ermiş kimseler değildir.

[061.014]  Ey iman edenler, Allah yardımcıları olun! Nitekim Meryem oğlu İsa havarilere: «Allah yolunda benim yardımcılarım kimdir?» dedi. Havarileri: «Biz Allah (yolunun) yardımcılarıyız.» dediler Bunun üzerine İsrail oğullarından bir grup iman etti, bir grup inkar etti. Biz de iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik o suretle onlar üstün gelip yüze çıktılar.

Saff s. son ayetinde yine İsa as ın havarilerinden örnek verilerek onların üzerinden iman edenlerin desteklendiği haberi verilerek destek sözünün boş bir söz olmadığı hatırlatılmaktadır. İsa as a iman eden bu havariler ile ilgili ayetler başka surelerde'de geçmektedir.

[003.052-53]  İsa onların inkarlarını hissedince: «Allah uğrunda yardımcılarım kimlerdir?» dedi. Havariler şöyle dediler: «Biz Allah'ın yardımcılarıyız, Allah'a inandık, O'na teslim olduğumuza şahid ol».«Rabbimiz! İndirdiğine inandık, Peygambere uyduk; bizi sahid olanlarla beraber yaz».
[005.111]  Hani Ben Havarilere: Bana ve peygamberime iman edin, diye vahyetmiştim de; inandık, şahid ol ki biz, müslümanlarız, demişlerdi.

Ayetin son cümlesindeki Allah cc nin vaadi olan "iman edenlerin düşmanlarına karşı desteklenmesi ve onların galip gelmesi" şeklindeki yardım Allah cc nin bir sünneti olup bu sünnetin nasıl tecelli ettiği bir çok ayette canlı örnekleri ile bizlere gösterilmiştir. Yardımı hak etmek için hiç bir mü'min yan gelip yatmamış aksine güçlerinin son haddine kadar çabalayıp bu yardıma hak kazanmışlardır. Allah cc nin sünneti olarak gerçekleşen mü'minlere yardım vaadi kıyamete kadar geçerli olup ancak bu yardımı hak etmek için gerekli gayretin gösterilmemesi yüzünden bugün bizler baskı ve zulum altında inlemekteyiz ve sadece sözlü dua ile bu yardımın gerçekleşeceğini zannetmekteyiz. Kur'anın hiç bir ayetinde Allah cc nin yardım vaadinin sadece sözlü dua ile gerçekleştiğine dair bir ayet görmemekteyiz aksine bu yardımın takatlarının son haddine kadar gayret eden mü'minlere yapıldığını görmekteyiz.

[002.214]  Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber müminler: «Allah'ın yardımı ne zaman?» diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz yakındır.
[030.047]  Andolsun ki biz, senden önce birçok peygamberleri kavimlerine gönderdik de, onlara apaçık delillerle vardılar. Onun üzerine günah işleyenlerden intikam aldık. Müminlere yardım ise, bizim nezdimizde bir hak oldu.
[006.034] Senden önce nice peygamberler yalanlandı ve kendilerine yardımımız gelene kadar yalanlanmalarına ve sıkıştırılmaya katlandılar. Allah'ın sözlerini değiştirebilecek yoktur; and olsun ki peygamberlerin haberi sana da geldi.
[012.110]  Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez.

Allah cc nin verdiği yardım sözünün gerçekleşmesi için meallerini verdiğimiz ayetlerdeki elçiler ve onunla beraber olan mü'minler gibi zorluklara karşı koyup yardımı öyle talep etmek gerekmektedir ki rabbimizin kendi üzerine hak kıldığı ve Allahın kelimelerinde bir değişme olmaz buyuyarak bunun her zaman yerine getirileceği ancak bu yardımın şartlarının bizler tarafından yerine getirilmesi gereken şartları olduğu bildirilmiştir.

                                             EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.