Cin s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cin s. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Eylül 2017 Cumartesi

Cin s. 18- 20. Ayetleri: Yalnız Allah'a Dua Edenlerin Üzerine Üşüşen Müslümanlar

Tarih boyunca gönderdiği elçi ve kitaplar ile, yarattığı kullarının sadece kendisini İlah ve Rab olarak tanıyan bir hayat sürmelerini isteyen Allah (c.c), bunun tersi bir yaşamı ŞİRK olarak nitelemekte, hayatlarını şirk temeli üzerine kuran kişi ve toplumların, dünya ve ahirette uğrayacakları akıbeti haber vererek, bundan sakınılmasını emretmektedir. Son elçi ile gönderilen son kitap olan Kur'an içinde pek çok ayet, şirk kavramının kişi ve toplum hayatında nasıl gerçekleştiğini bizlere haber vermekte, önceki nesillerin şirk temelli bir hayat sürmelerinin onlara neye mal olduğunu, yaşanmış kıssalar yolu ile bizlere anlatarak bu olaylardan ibret almamızı istemektedir.

Allah (c.c) nin yetki alanına giren konularda, ondan başkalarına yetki tanımak anlamına giren ŞİRK'in, Cin s. 18-19-20.  ayetlerinde insan hayatında nasıl pratiğe yansıdığı gösterilerek, bundan sakınılması emredilmiştir. Ne yazıktır ki şirk Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında değişmeye başlayan ithal din algıları ile biz Müslümanların hayatına özellikle tasavvuf ile yeniden girmiş, bu ekolün şirk içeren dini öğretileri bir çok Müslüman tarafından içselleştirilmiş, şirk içeren bu öğretiler öyle içselleştirilmiştir ki, Allah'ı birlemenin esaslarından biri olan yalnız Allah'a dua edilmesinin gerektiğini düşünmek ve dile getirmek, bu düşünceyi savunan bazı kimseler tarafından sert tepkilere dahi neden olmaktadır.

Yazımızda Cin s, 18-19-20. ayetlerini ele alarak, bu ayetlerdeki durumun biz Müslümanların hayatındaki yansımalarına dikkat çekmeye çalışacağız.

[072.018] Ve hakıkat mescidler hep Allah içindir, o halde Allahın yanında başka birine duâ etmeyin.
[072.019]  Ve filhakıka o Allahın kulu kalkmış ona duâ ederken üzerine keçeleneyazdılar.
[072.020]  De ki ben ancak rabbıma duâ ederim ve ona hiç bir şerik koşmam.
                                                                                                                           (Elmalılı Hamdi Yazır meali) 

Bu ayetler ilk indiği zaman, ayet içindeki şirk içeren davranışlar, Mekke müşrikleri tarafından işlenmekte, Allah (c.c) ise elçisi vasıtası ile onları bu davranışlarından vazgeçmeye çağırmakta idi. Ancak ayetin tarihsel bağlamındaki yapılan yanlışların o zamanda yaşamış olan Mekke'li müşrikler tarafından yapılmasına karşın aynı yanlışların, kendilerini Müslüman olarak niteleyen bazı kimseler tarafından günümüzde de işlenmekte olması, bu ayetlerin yeniden hatırlanması ve bize dair nasıl bir mesaj vermiş olabileceğinin yeniden düşünülmesi gereğini doğurmuştur.

[072.018] Ve hakıkat mescidler hep Allah içindir, o halde Allahın yanında başka birine duâ etmeyin.

18. ayette geçen El Mesacide (Mescitler) kelimesi, Se-ce-de kelimesinden türemiş bir kelime olup, öne eğilme, aşağıya bükülme, kendini alçaltma, kibrini ve gururunu kırma anlamındadır. Terim olarak kişinin İlah ve Rab olarak tanıdığına karşı yaptığı saygı gösterisi anlamına gelen kelime, Cin s. 18. ayette ismi mekan sigasında kullanılmaktadır.

Mescit kelimesini ilk işittiğimiz zaman zihnimizde namaz kılmak için imar edilmiş binalar canlanmaktadır. Kelime bu anlamı karşılamakla birlikte, daha geniş bir anlam alanına sahiptir. Bildiğimiz anlamda mescit kelimesi belirli zamanlarda kılınan namazlar için kullanılmasına karşın, namaz harici zamanlarda da kulun yaşamının her anında Allah'a secde halinde olması gerektiği hatırdan çıkarılmamalıdır.

Öncelikle mescitlerde Allah'tan başkasına dua etmenin dar anlamı diyebileceğimiz, dualarımızda Allah dışındaki kişileri onunla birlikte anmanın bizim hayatımızdaki yansımalarını, sonra da secde etmenin hayat içinde nasıl bir anlama sahip olması gerektiğini görmeye çalışalım.

İslam coğrafyasında hangi mescide giderseniz gidin, o mescitlerde gözümüze ilk çarpacak olan şey, Arap harfleri yazılmış olan 4 halifenin, cennetle müjdelenen !! sahabelerin isimleri, yan yana yazılmış Allah ve Muhammed yazılarıdır. Bu iki ismin yan yana yazılmış olması belki bir çok Müslüman için gayet normal olarak karşılanabilir, fakat İslam düşüncesindeki aşırı yüceltmeci peygamber algısını dikkate aldığımızda, yan yana yazılan bu iki ismin, Muhammed (a.s) ın Allah (c.c) eşdeğer tutulması gibi bir düşüncenin ürünü olduğu görülecektir. Yanlışlıkla bir kimse böyle bir uygulamanın yanlış olduğunu iddia etse, cemaatin sert tepkisi ile karşılaşarak, o kimsenin mescitten sağlam bir vaziyette çıkması çok zordur.

İslam kültüründe hakim olan aşırı yüceltmeci peygamber anlayışı Müslümanların büyük çoğunluğunda öyle kemikleşmiş bir hale gelmiştir ki, Allah (c.c) den önce onun ismi anılmakta, elçinin ismi onu gönderenden daha fazla gündemde kalmaktadır. Bu durum peygamber sevgisi olarak görülmekte, onun konumunu Kur'an'ın belirlemesini istemek ise, peygamber düşmanlığı olarak görülmektedir.

Ayrıca tasavvuf kültüründe hakim olan kişi merkezli din algısında, yüce ve ulu olarak bilinen bazı kişilerin, Allah'ın yapacağı işleri üstlenme gücüne sahip olduğu iddia edilmekte, darda kalan bazı kimselerin Yetişşşşş yaaaaa .......... diye seslendiklerinde, onlara yardım etmeye güçlerinin yeteceği iddia edilmektedir. Tasavvuf kültüründe hakim olan bu inanç Allah ile birlikte başka birine dua etmek yani çağırmak anlamına gelmekte, bu inancın İslam literatüründeki karşılığı ise ŞİRKtir. Fakat bu inanç tasavvuf kültüründe öyle bir yerleşmiştir ki, böyle bir inanca sahip olmayanlar büyük bir gaflet içinde görülerek sapık ilan edilmektedir.

[072.019]  Ve filhakıka o Allahın kulu kalkmış ona duâ ederken üzerine keçeleneyazdılar.

Dün Mekke müşriklerinin bu inancını ret eden eylem ve söylem içinde bulunan Muhammed (a.s) ın karşılaştığı muamelenin bir benzeri, bugün Allah ile birlikte başkalarına dua edenler tarafından yerine getirilmekte, yalnız Allah'a dua edilmesi, onun yanına ortak olarak elçisi de olsa başka isimlere yer verilmemesi gerektiğini düşünen ve söyleyen kimselere uygulanmaktadır. Allah ile birlikte başka isimleri anmayı dinlerinin amentüsü haline getiren bu insanlar,  Allah yalnız olarak anıldığı zaman tüyleri diken olmakta, kendilerine itiraz eden kimseleri ise peygambere düşman olmakla suçlamaktadırlar.

[072.020]  De ki ben ancak rabbıma duâ ederim ve ona hiç bir şerik koşmam.

Secde kelimesinin en geniş anlamda, Allah'ın yarattığı bütün varlıkların onun kendileri için koyduğu ölçüler dahilinde yaşamlarını sürdürmesi anlamına geldiğini düşündüğümüzde, Mescit kelimesinin anlamı da sadece namaz kılmak için yapılmış binaları da içine alan bir anlamı da içine alan daha geniş bir anlama sahip olacaktır.

Mescitlerin Allah için olması demek, secdenin sadece ona olması demektir. Kulun secde halinin sadece belirli vakitlerde kıldığı namaz ile sınırlı değil, yaşamının her anını kapsaması gerekmektedir. Kul, yaşamının her anında Allah merkezli bir yaşam sürecek, yaptıklarını ve yapacaklarını Allah'ın nasıl değerlendireceği düşüncesi üzerine kurulu bir hayat sürmesi gerektiğini bilecektir. Bu anlamda sadece üzeri çatılı binalar mescit olarak değil, üzeri yıldızlarla kaplı olan yeryüzünün her tarafı mescit hükmünde olacaktır.

Allah (c.c) yarattığı kullarını başıboş bırakmamış, onların yaşamlarını nasıl ve ne şekilde sürdürmeleri gerektiğine dair bilgileri elçileri ve kitapları ile bildirmiştir. Elçi ve kitaplar ile bildirilen kuralları yaşamlarında pratize edenler, secde etmenin sadece Allah'a ait olmasının anlamını yerine getirmiş olacaklardır. Bugün Müslümanların hayatında secde etmenin anlamı sadece namaza indirgenmiş, namaz harici zamanlarda da sadece Allah'a secde edilmesi gerektiği unutulmuş, secde edilecek başka merciler ihdas edilmiştir. 

Kıldığı namaz içinde okunan faizin, içkinin, zinanın haram olduğuna, Kur'an'ın insan yaşamını yönlendirmesi gerektiğine dair ayetleri dinleyen, fakat namazdan sonra içkiyi, faizi, zinayı helal görebilen bir yaşam süren, veya bu haramları helal sayan sistemleri benimseyebilen bir Müslüman, secdenin Allah'a ait olmasını hayatında tam olarak ikame etmiş olmayacaktır.

Bir çok ayetinde kullarına dini sadece Allah'a has kılmalarını emreden Allah (c.c), bu emrin yaşam içinde nasıl gerçekleşeceğini öğreten elçiler göndermiştir. Din dediğimiz şey sadece mistik bir yaşam ve belirli zamanlarda icra edilen ritüellerle sınırlı değildir. Din, bir yaşam biçimi olup, yaşam biçimi önerme hakkına sahip olan tek merci o insanları yaratandır.


Elçileri ve onlar vasıtası ile gönderdiği kitaplarda bizim için benimsediği dinin adının İslam olduğunu bildiren Allah (c.c) başka dinlere tabi olmayı şirk olarak beyan ederek, bu fiili işleyen kişi toplumları ebedi cehennem ile tehdit etmektedir. Son elçi Muhammed (a.s) muhataplarına şirke düşmeden nasıl bir yaşam sürüleceğini öğretmesine rağmen, ona iman ettiğini iddia eden bir kısım Müslüman şirki bir yaşam biçimi haline dönüştürmüş, dönüştürmekle kalmamış bu inancı dinin bir gereği haline getirmiştir.

Bugün halkı Müslüman olan ülkelerin yönetim sistemlerine baktığımızda, sistemlerin temelinde Allah'ı değil, onun dışındakileri merkeze alan bir yönetim şekli olduğunu görebiliriz. Mescitlerde secdelerini Allah'a yapan Müslümanlar, mescit dışındaki sosyal, ekonomik ve siyasal hayatlarında maalesef Allah dışındakilere secde etmektedir. 

Şirk kavramının sadece taştan tahtadan putlara tapmakla sınırlı olduğunu zannederek, yaşamları içindeki şirk göremeyen birçok Müslüman, ne acıdır ki şirk bataklığı içinde debelenmekte, içinde bulundukları bu şirkin farkında bile değillerdir. Kur'an içindeki bu konudaki ayetlerin muhataplarının geçmişte kalmış Mekke müşrikleri olduğunu zannederek okumaları, bir çok Müslümanın bu konuda yanılgı içine  düşmesine sebep olmaktadır. 

Sonuç olarak; Şirki hayattan çıkarmak için gönderilen elçilerin sonuncusu olan Muhammed (a.s) ın ümmeti olmakla övünen bir çok Müslüman maalesef, şirki hayat sistemi haline getirmiş, ve hallerinden memnun bir vaziyette yaşamaktadır. Allah'ın yetki alanını onun dışındakilere hasretmek anlamına gelen şirk, Müslümanların hayatlarına yeniden girmiş, başta Muhammed (a.s) olmak üzere, dini alanda yüce ve ulu olarak bilinen bazı kimseler Allah (c.c) ile yetki paylaştırılır bir hale getirilmiş, yönetim alanında ise, Allah'ın haram kıldıklarını helal sayan yönetim şekilleri Müslüman toplumların tercihleri olmuştur. 

Dün Mekke'de Allah'ı birleyen bir inancı ret edenlerin elçiye uyguladıkları zulmün bir benzeri, bugün kendilerini Müslüman olarak gören fakat sahip oldukları düşünce İslam olmayan bazı kimseler tarafından Allah ile birlikte yanına herhangi bir isim, düşünce, ideoloji konulmaması gerektiğini savunanlara uygulanmaktadır.

Amacımız kimseyi müşrik olarak yaftalamak değil, içinde bulunduğu şirk batağının farkında olmayan bir yaşam sürenlerin zihinlerinde bir farkındalık oluşturmaya çalışmaktır. 

                                        EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR. 

25 Mart 2015 Çarşamba

Cin s. İle İlgili Bir Tefekkür Çalışması: 25-28.Ayetler

CİN Suresi ile ilgili olarak bundan önceki yazılarımızda Sure'nin 24. ayetine kadar tefekkür etmeye gayret etmiştik. Bu yazımızda Sure'nin geri kalan ayetlerini tefekkür etmeye gayret edeceğiz.

Kul in edrî e karîbun mâ tûadûne em yec’alu lehu rabbî emedâ(emedan)

[072.025] De ki: Size vaadedilen yakın mıdır, yoksa Rabbım onu uzun süreli mi kılmıştır bilemiyorum.

Elçilerin kavimlerine olan tebliğlerinde öne çıkan unsur; onların inkarlarına karşılık helak edilme tehditleri ve yeniden diriliştir. Müşrik muhataplar bunları red ederek bir nevi rest çekerek elçilere "Sözünüzde sadıksanız tehdit ettiğinizi getirin" şeklinde ifadeler kullanmışlardır.

[008.032] Bir de: «Ey Allah'ımız, eğer bu (Kur'an) bir gerçek olarak Senin katından ise, gök yüzünden üstümüze taş yağdır veya acıklı bir azab getir (bakalım) .» demişlerdi.

[010.048-9] «Ne zamandır bu va'dedilen (azap); eğer doğru söylüyorsanız?» diyorlar. De ki: «Ben Allah'ın dilediğinin dışında kendi kendime ne bir yarar, ne de bir zarara malikim!» Her ümmetin bir eceli vardır; ecelleri gelince artık bir an geride kalamazlar, ileri de gidemezler.

[017.051] Veya gözünüzde büyüttüğünüz bir yaratık olun. Diyecekler ki: Bizi tekrar kim diriltir? De ki: Sizi ilk defa yaratmış olan. Sana başlarını sallayacaklar ve ne zaman o? diyecekler. De ki: Yakın olması umulur.

[021.038] «Doğru sözlü iseniz bildirin bu tehdit ne zamandır?» derler.

Muhammed(a.s); sadece bir elçi olması sebebi ile gayb hakkında herhangi bir bilgisi bulunmadığını, görevinin sadece aldığı vahyi iletmek olduğunu, saat konusunda herhangi bir bilgisi olmadığını birçok ayette gördüğümüz gibi ifade etmektedir.

[021.109] Eğer yüz çevirirlerse, de ki: «Size düpedüz açıkladım; tehdit olunduğunuz şeyin yakın mı uzak mı olduğunu bilmem.»

[021.111] Bilmem. Belki bu, sizin için bir deneme ve bir süreye kadar yararlanmadır.

[046.009] De ki: «Ben peygamberlerden bir türedi değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemiyorum. Ben, yalnızca bana vahyedilmekte olana uymaktayım ve ben, apaçık bir uyarıcı-korkutucudan başkası değilim.»

Gelecek ayetler, gayb bilgisinin kime, ne kadar açılacağı ile ilgilidir.

Âlimul gaybi fe lâ yuzhiru alâ gaybihî ehadâ(ehaden)

[072.026] Gaybı bilendir. Gaybını kimseye açıklamaz.

"Ğayb" kelimesi "algıdan ve insanın bilgisine saklı kalan şeylerle" ilgili olarak kullanılır. Ğayb bilgisinin sadece O'nun yanında olduğu ile birkaç ayet örneği ile 26. ayeti biraz daha pekiştirelim.

[006.059] Gaybın anahtarları O'nun katındadır, onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu ki apaçık Kitap'tadır ancak O bilir.

[010.020] Bir de «Ona Rabbinden daha başka bir âyet indirilse ya!» diyorlar. De ki: «Gaybı bilmek ancak Allah'a mahsustur, bekleyiniz bakalım, ben de sizinle beraber bekleyeceğim şüphesiz.»

[011.123] Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. Bütün işler O'na döndürülür. Öyleyse O'na kulluk et, O'na güven. Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.

[016.077] Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir, kıyamet saatinin kopuşu bir göz kırpması kadar veya daha çabuk bir zaman içinde olur. Şüphesiz Allah her şeye Kadir'dir.

[027.065] De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.

Gayb bilgisinin sadece kendi yanında olduğunu daha birçok ayette beyan eden Rabbimiz, buna bir istisna getirerek kime, nasıl ve ne kadar açtığını devam eden ayetlerde beyan etmektedir.

İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ(rasaden)

[072.027] Ancak elçileri içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) başka. Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici) ler dizer.

[003.179] Allah, murdar olanı, temiz olandan ayırd edinceye kadar mü'minleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir. Allah sizi gayb üzerine muttali kılacak da değildir. Ama Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer. Öyleyse siz de Allah'a ve Resulüne iman edin. Eğer iman eder ve korkup-sakınırsanız, sizin için büyük bir ecir vardır.

Allah(c.c), gaybını seçtiği elçiler dışında kimseye açmayacağını beyan etmektedir. Bu durumu Muhammed(a.s) bazında değerlendirdiğimizde şöyle bir durum ortaya çıkar; Muhammed(a.s)'ın gaybe muttali olması demek, onun Kur'an harici bir gayb bilgisine sahip olması anlamına asla gelmez. Ayetlerde gaybı bilmediği kendi ağzından bildirilmektedir.

[006.050] De ki: «Size Allah'ın hazineleri elimdedir, demiyorum; gaybı da bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana vahyolunana uyuyorum.» De ki: «Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?»

[007.188] De ki; ben kendime, Allah'ın dilediğinden başka bir yarar ya da zarar dokunduracak güçte değilim. Eğer görünmeyeni, gaybı bilseydim, daha çok iyilik elde ederdim. Ve başıma hiçbir kötülük gelmezdi. Ben sadece müminler toplumuna seslenen bir uyarıcı ve müjdeciyim.

Kendi ağzından "Ben gaybı bilmem" diyen bir elçinin ümmeti olarak bizler "Sen bilmezsen biz sana bildirttiririz" diyerek onun ağzından birçok uydurma rivayetlerle onun gayb hakkındaki bilgilerini(!) aktararak, kendi düşüncelerimizi ona tasdik ettirmeyi maalesef başarmışız. Ancak Muhammed(a.s)'ın gayb bilgisi Kur'an haricinde olmadığı yine ona Kur'an içinde vahyedilen ayetler ile gayb bilgisine sahip olduğu ayan beyan ayetlerde görülmektedir.

[003.044] Bu Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin, çekişirlerken de orada bulunmadın.

[011.049] İşte bunlar, sana vahyile bildirdiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen bilirdin, ne de kavmin. O halde sabret, iyi sonuç Allah'tan korkanlarındır.

[012.102] İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin).

[028.044-46] Musa'ya o emri vahyettiğimiz sırada sen batı yönünde bulunmuyordun, olayı görenlerden de değildin.Ama biz nice nesiller var etmiştik. Sen, Medyen halkı arasında bulunup, onlara ayetlerimizi okumuyordun, fakat o haberleri sana gönderen Biziz. Sen, Musa'ya hitap ettiğimiz zaman Tur'un yanında da değildin. Senden önce kendilerine uyarıcı gelmeyen bir toplumu uyarman için, Rabbinden bir rahmet olarak gönderildin; belki düşünürler.

Kerametleri müritlerinden menkul din baronları, tabiileri üzerindeki karizmalarını devam ettirmek için kendilerine bu tür bilgilerin verildiğini iddia ederler ki bu iddia tamamen iftira mahiyetindedir. Allah(c.c)'nin gaybını bile sadece Kur'an ayetleri haricinde açmadığı Elçisi'ne, açılmayan gayb bilgisinin kendilerine vahy yolu ile açıldığı iddiası, iddia sahiplerinin itikatlarında derin yaralar açar. Ayet içinde geçen "Razı olduğu Resuller"in istisna edilmesi istismara uğrayarak "Razı olduğu şeyhler"e dönüştürülmüş ve ortaya gayb bilgisine sahip olduğunu iddia eden bir sürü soytarı türemiştir.

Rivayet kitapların önemli yer tutan "Gaybî Hadisler"in tamamı uydurma kategorisine dahil olup, bu rivayetlerin bir çoğu fırka veya mezhepleri kötüleyici veya takdir edici olup, fırka mensuplarının indi düşüncelerini Muhammed (a.s) üzerinden temize çıkarmak veya karşı tarafı onun üzerinden mahkum etmek amacına matuftur.

Ayetin ikinci cümlesi olan "Çünkü O, bunun önüne ve arkasına izleyici (gözetleyici)ler dizer." ayetini anlamak için yine Kur'anın diğer ayetlerine müracaat etmek gerekmektedir. "Gözetleyici" olarak ifade edilen durum, sadece elçiler için geçerli değildir. Bütün insanlar için geçerli olan bir durum olan ve "gözetleyiciler" tarafından her anının kayıt altına alındığı şeklindeki bilgiler Kur'anın diğer ayetlerinde mevcuttur.

[013.011] İnsanı önünden ve arkasından izleyen (melekler) vardır, onu Allah'ın emri ile gözetlerler. Herhangi bir toplum tutumunu değiştirmedikçe Allah onun konumunu değiştirmez. Allah, bir toplumun herhangi bir kötülüğe uğramasını dileyince, onu hiç kimse önleyemez. İnsanların Allah'dan başka hiçbir koruyucusu, kayırıcısı yoktur.

[050.016-8] And olsun ki insanı Biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz; Biz ona şah damarından daha yakınız. Onun sağında ve solunda yerleşmiş iki kayıtçı vardır. Ağzından çıkan bir tek söz olmaz ki yanında, bu iş için hazırlanmış gözcü olmasın, onun söylediğini ve yaptığını kaydetmiş olmasın.

[045.029] «Bu kitabımız gerçekten sizin aleyhinize konuşur. Biz yaptıklarınızı şüphesiz bir bir kaydediyorduk.»

[010.021] İnsanlara darlık geldikten sonra onlara bolluğu taddırdığımızda, hemen ayetlerimize dil uzatmağa kalkışırlar; onlara de ki: «Hile yapanın cezasını vermekte Allah daha çabuktur.» Elçi meleklerimiz kurduğunuz tuzakları hiç şüphesiz yazmaktadırlar.

[054.052] İnsanların yaptıkları her şey kitablarda kayıtlıdır.

[021.094] İnanmış olarak yararlı iş işleyenin ameli inkar edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.

[007.007] And olsun ki, yaptıklarını kendilerine bir bir anlatacağız, zira onlardan uzak değildik.

Bütün insanlar gibi Muhammed(a.s)'ın da yaşadığı hayat içinde yapmış oldukları kayıt  altına alınarak, hesap günü onun karşısına çıkacaktır.

Li ya’leme en kad eblegû rısâlâti rabbihim ve ehâta bimâ ledeyhim ve ahsâ kulle şey’in adedâ(adeden)

[072.028] Ki böylece onların (peygamberlerin), Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah) onların nezdinde olup bitenleri çepeçevre kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır (kaydetmiştir).

Elçilerin görevinin; Rablerinin onlara yüklediği "risalet" vazifesini tebliğ etmek olduğu birçok ayette beyan edilmiş ve bu vazifelerine hakkı ile riayet ettikleri haber verilmiştir. Bu durum önceki elçilerin ağızlarından şu şekilde aktarılmaktadır.

[007.062] (Nuh)«Size Rabbimin risâletlerini (dinine ait hükümleri) tebliğ ediyorum ve sizin için hayırhâh bulunuyorum ve ben Allah Teâlâ'dan sizin bilmediklerinizi biliyorum.»

[007.068] (Hud) «Size Rabbimin risâletlerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için bir emin öğüt vericiyim.»

[007.079] (Salih) Artık onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: «Ey kavmim! Ben size Rabbimin risâletini muhakkak ki, tebliğ ettim ve sizin için öğüt verdim. Velâkin siz hayırhâh olanları sevmezsiniz.»

[007.093] (Şuayb) O da onlardan yüz çevirdi ve (şöyle) dedi: «Ey kavmim andolsun, size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size öğüt verdim. Şimdi ben, küfre sapan bir topluluğa karşı nasıl üzülebilirim?»

[033.039] Ki onlar (o peygamberler) Allah'ın risaletini tebliğ edenler, O'ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter.

[005.067] Ey Peygamber! Sana Rabbinden indirilmiş olanı tebliğ et. Ve eğer yapmaz isen O'nun risâletini tebliğ etmiş olmazsın. Ve Allah Teâlâ seni nâsdan korur. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ kâfir olan bir kavme hidâyet etmez.

Allah(c.c) sadece elçi kullarını değil, bütün kullarını çepeçevre kuşatarak onların bütün yaptıklarını saydığını diğer ayetlerde de beyan etmektedir.

[018.049] Amel defteri ortaya konunca, suçluların, onda yazılı olanlardan korktuklarını görürsün, «Vah bize, eyvah bize! Bu defter nasıl olmuş da küçük büyük bir şey bırakmadan hepsini saymış!» derler. İşlediklerini hazır bulurlar. Rabbin kimseye haksızlık etmez.

[019.093-94] Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahmân'a gelecektir.O, bunların hepsini kuşatmış ve sayılarını tesbit etmiştir.

[036.012] Gerçekten Biz Biziz, ölüleri diriltiriz; önden gönderdiklerim ve bıraktıktan eserleri kitaba geçiririz. Zaten herşeyi açık bir kütükte «İmam-ı Mübin» de de ihsa (sayıp tesbit) etmişizdir.

Sonuç olarak; CİN Suresi ayetlerini tefekkür etmeye çalıştığımız bu yazılarımızda öne çıkan vurgu diğer Kur'an surelerinde olduğu gibi tevhid ve şirk merkezli bir anlatımdır. Bu surede özellikle Mekkelilerin cinlere verdikleri değer ve cinlerin Mekkelileri şirke sürüklemesi göz önüne alınarak, onların lisanı üzerinden onlara tevhid çağrısı yapılmaktadır. Ayetlerin tarihsel arka planı böyle olmasına rağmen, tevhid çağrısının evrensel olması nedeniyle bu ayetler çağlar boyunca bizler için birer yol gösterici olacaktır.

Modernist düşünce sahiplerinin cin düşüncesi olan, cinlerin insan oldukları hatta bu suredeki cinlerin Yahudiler olduğu düşüncesi, kendi içinde şöyle bir çelişkiyi barındırmaktadır. Ayette Kur'an dinleyen cinlerden "Yahudiler" olarak bahsedilmemektedir. Peki "bu düşüncenin kaynağı nerede?" denilince, cevap olarak rivayetler ortaya konulmaktadır. Rivayetler konusunda dikkatli olan bir düşüncenin, bazı konularda rivayetlere sarılmış olmasının çelişkili bir durum olduğunu hatırlatmak isteriz. CİN Suresini okurken tartışılması gereken; cinlerin ne olduğu veya ne olmadığı değil, Kur'an'ın anlatım sanatı dahilinde vermek istediği mesaja odaklanmak gerektiğini bir kere daha hatırlatmak isteriz.

EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

23 Mart 2015 Pazartesi

Cin s. İle İlgili Bir Tefekkür Çalışması : 8-17 Ayetler


Bundan önceki iki yazımızda CİN Suresi'ne giriş ve 1-7. ayetler arasını tefekkür etmeye çalışmıştık. Bu yazımızda 8-17. ayetler arasını tefekkür etmeye gayret edeceğiz.

Ve ennâ le mesnes semâe fe vecednâhâ muliet haresen şedîden ve şuhubâ(şuhuben).

[072.008] «Doğrusu biz göğü yokladık; onu sert bekçiler ve kayan ateşlerle (ışınlarla) doldurulmuş bulduk.»

Ve ennâ kunnâ nak’udu minhâ mekâıde lis sem’i fe men yestemiıl âne yecid lehu şihâben rasadâ(rasaden).

[072.009] «Doğrusu biz, göğün dinleyebileceğimiz bir yerinde otururduk; ama şimdi kim dinleyecek olsa, kendisini gözleyen bir ateş (ışın) buluyor.»

Bu iki ayeti anlayabilmek için yine Kur'an'a müracat ederek ilgili ayetleri alt alta koymak gerekmektedir.

[015.016-18] And olsun ki, gökte burçlar meydana getirdik, onları bakanlar için donattık. Onları, taşlanmış (kovulmuş) her şeytandan koruduk. Ancak o ki, kulak hırsızlık etmiş olur. Artık onu da apaçık bir ateş parçası takip eder.

[037.006-10] Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik. Ve itaatten çıkmış her azgın şeytandan koruduk; Onlar, artık mele-i a'lâ'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar. Kovulup atılırlar. Ve onlar için sürekli bir azap vardır. Ancak bir çalıp çarpan müstesna. Ona da hemen bir parça ateş parçası ulaşıverir.

[067.005] And olsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onları şeytanlar için taşlamalar yaptık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.

Yukarıda verdiğimiz ayet meallerinde teşbihi bir anlatım metodu ile vahyin geliş yolunun gayet güvenli olduğu, yolda herhangi bir eşkiya veya gasıp saldırısına maruz kalmadan emin bir şekilde yerine ulaştığı anlatılmaktadır.

Vahiy bilindiği üzere Allah(c.c) > Vahiy Meleği > Muhammed(a.s) şeklinde bir yol takibi ile bizlere ulaşmıştır. Allah(c.c)'nin "melek elçi"ye verdiği vahyin, yolda herhangi bir eşkiya saldırısına uğramadan, yani cin veya şeytanların ilave veya katmalarına maruz kalmadan, emin bir şekilde sahibine ulaşmakta olduğunu bu ayetlerden öğrenmekteyiz. 8. ve 9. ayetler vahyin ve Elçi'nin güvenlik yönünden hiçbir şekilde vahye gölge düşürecek eylemlere maruz kalmadığını, onların böyle bir eyleme güç yetiremeyeceğini yine cinlerin lisanı üzerinden beyan etmektedir.

9. ayeti okuduğumuz zaman, sanki cinlerin şimdi yapamadıkları bir şeyi önceden yapıyorlarmış gibi bir algı oluşmaktadır. Bu ayeti, vahyin nazil olma süreci ile ilgili olarak düşündüğümüz zaman kafada bu tür bir soru oluşmasına gerek kalmayacaktır.

Bu bağlamda müşriklerin sünneti olarak ifade edebileceğimiz ve bütün elçiler için yaptıkları "mecnun" (cinlenmiş) suçlamalarını ele almakta fayda vardır. Mekke'li müşriklerin yaşantılarında önemli rol oynayan kahinler, cinlerle irtibat kurarak gaybdan haber aldıklarını iddia ederlerdi. Muhammed(a.s)'ın okuduğu vahiy sebebi ile ona cinlenmiş suçlamaları yapılarak, okuduklarının cinler tarafından ona ilham edildiği iddia edilmiştir.

[026.027] (Fir'avun da) «Dedi ki: «Size gönderilmiş olan resûIünüz, şüphe yok ki elbette bir mecnûndur.»

[015.006] Bir de ey o kendisine zikr indirilmiş olan, dediler: mutlaka sen mecnunsun!

[037.036] Ve «hiç biz mecnun şâır için ilâhlarımızı bırakır mıyız?» diyorlardı

[051.052] İşte böyle; onlardan öncekiler de herhangi bir peygamber gelmeyiversin, mutlaka onlar da: «Büyücü veya cinlenmiş» demişlerdir.

Ona yüklenen mecnunluk iddiaları Allah(c.c) tarafından red edilerek, vahyin böyle bir şeyin eseri olmadığı ve tamamen Allah(c.c)'nin korumasında olduğu beyan edilmiştir.

[052.029] O halde anlatıp öğüt vermeye devam et; çünkü sen, Rabbinin nimeti hakkı için, ne kahinsin ne de mecnun!

[068.002] Sen, Rabbinin nimetiyle bir mecnun değilsin.

[081.022] Arkadaşınız (Muhammed) de mecnun değildir.

8.ve 9. ayetlerde yine cinlerin lisanından, vahyin izlediği yol üzerinde onların hiçbir şekilde müdahale imkanları olmadığı, vahyin emin bir şekilde yerine ulaştığı, vahiy inen "beşer elçi"ye karşı onların hiç bir müdahaleleri olmadığı söylenmektedir.

Ve ennâ lâ nedrî eşerrun urîde bi men fîl ardı em erâde bi him rabbuhum reşedâ(reşeden).

[072.010] «Yeryüzünde olanlara şer mi murad edildi, yahut Rableri onlara rüşd mü dilemiştir, doğrusu biz bilemeyiz.»

Gaybı öğrenme isteği, insanın öteden beri var olan bir hastalığıdır. Bu hastalıklarını iyi bilen cin tayfası, onları kendilerine bağlamak için gaybdan haber verdiklerini iddia ederek onları saptırmışlardır. Kendi lisanları üzerinden onların böyle bir bilgiye sahip olmadıkları haber verilerek, bu tür bilgilerin sadece yalan haber olduğu vurgusu yapılmaktadır. Surenin 26. ayetinde gayb bilgisinin sadece Allah katında olduğu ve bu bilgiyi vereceği insanların sadece elçileri olduğu beyan edilerek, kim olursa olsun "Bende gaybi bilgi var" şeklindeki iddiaların ancak yalan bilgiden ibaret olduğunun bilinmesi gerektiği haber verilmektedir. SEBE 14 ayetinde de aynı vurgu yapılarak cinlerin gaybı bilmesi gibi bir durumlarının söz konusu olmadığı haber verilmektedir.

[034.014] Süleyman'ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.

Rabbimiz bütün yarattıkları için "rüşd" yoluna gitmelerini diler ancak bu dilemesi kullarını zorlayıcı bir durum arz etmez. Kullarını kendi iradeleri doğrultusunda yapmış oldukları, "rüşd" veya "ğayy" yolundan hangisini seçerlerse bu yolda yürümelerini sağlar. Hangi yolu seçerlerse, ona göre karşılığını alırlar. Yaratılmışlardan hiçbir kimse gelecek ile ilgili olarak herhangi bir bilgiye asla sahip olamaz. Gayb konusunu surenin 26. ayetinde daha geniş ele almaya çalışacağız.

Ve ennâ minnes sâlihûne ve minnâ dûne zâlik(zâlike), kunnâ tarâika kıdedâ(kıdeden). 

[072.011] «Gerçek şu ki, bizden salih olanlar da vardır ve bizden bunun dışında (ya da aşağısında) olanlar da. Biz türlü türlü yolların fırkaları olmuşuz.»

Bu ayette; cinlerin de tıpkı insanlar gibi fırka fırka olduğu, Mekkeliler'i şirke sürükleyen cinlerin salih olmayanlar olduğu hatırlatması yapılmaktadır. Mekkeliler'e hitaben, "Sizlerin tabi olduğunuz cinler, salih olmayan fırka mensupları olup sizi ancak cehenneme çağırmaktan başka şey yapmazlar" mesajı vermektedirler.

Ve ennâ zanennâ en len nu’cizallâhe fîl ardı ve len nu’cizehu herebâ(hereben).

[072.012] «Biz şüphesiz, Allah'ı yeryüzünde asla aciz bırakamayacağımızı, kaçmak suretiyle de onu hiç bir şekilde aciz bırakamayacağımızı anladık.»

Allah(c.c)'nin dinini inkar ederek başka yollara tabi olanlara vaadedilen cezanın süreye bağlanmış olması, müşrikler nazarında bu azap sözünün yalan olduğu gibi bir düşünce oluşmasına sebep olmuştur. Allah(c.c) bir kulunun günahı işlediği anda cezasını verseydi, kulun tevbe ederek geri dönme imkanı kalmazdı. Allah(c.c)'nin kullarına böyle bir zaman tanıması onların hayrına olup, onun böyle bir acziyet içinde olmadığı birçok ayette beyan edilmiştir.

[008.059] İnkar edenler, asla öne geçtiklerini sanmasınlar, çünkü onlar bizi aciz bırakamayacaklardır.

[006.134] Size vadedilen, mutlaka yerine gelecektir; siz O'nu aciz kılamazsınız.

RAHMAN 33 ayetinde ise O'nun mülk sınırlarından başka bir mülk sınırına geçmek gibi bir şansımız olmadığı hatırlatılarak, kaçarak kurtulmak gibi bir durumun asla olmadığı hatırlatılmaktadır.

[055.033] Ey cin ve insan topluluğu; göklerin ve yerin çevresinden geçip gitmeye gücünüz yetiyorsa geçip gidin. Ama üstün bir güç olmadan geçemezsiniz.

Ve ennâ lemmâ semi’nel hudâ âmennâ bih(bihî), fe men yu’min bi rabbihî fe lâ yehâfu bahsen ve lâ rehekâ(rehekan).

[072.013] Doğrusu biz, o hidayeti (Kur'an'ı) işitince ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse, artık ne bir (ecrinin) eksikliğe uğratılmasından ne de haksızlık edilmesinden korkar.

Kur'an'ı işittikleri zaman inkarcı bir tavır takınanlar ile ilgili ayetleri hatırladığımız zaman, bu ayetin mesajı daha kolay anlaşılacaktır.

[008.031] Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman, «İşittik, işittik! İstesek biz de aynını söyleyebiliriz; bu sadece eskilerin masallarıdır» derlerdi.

[008.021] Ve: «Biz işittik» dedikleri halde, gerçekte işitmeyenler gibi olmayın;

[068.015] Ayetlerimiz ona okunduğu zaman: «Öncekilerin masalları» der.

Halbuki Kur'an işitildiği zaman verilmesi gereken böyle bir tepki değil, aşağıdaki ayetlerde gördüğümüz tepkiler olmalıydı.

[005.083] Resûle indirileni duydukları zaman, tanış çıktıkları gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Derler ki: «Rabbimiz! İman ettik, bizi (hakka) şahit olanlarla beraber yaz.»

[032.015] Bizim âyetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler.

[025.073] Kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.

[017.107] De ki: Siz ona ister inanın, ister inanmayın; şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o (Kur'an) okununca, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar.

Amellerin eksiltme veya haksızlık yapılmadan karşılığının verilmesi iman edenler veya etmeyenler için aynıdır. Dünya hayatında işlenen bütün amellerin karşılığının nasıl ödeneceği ile ilgili ayetlerden birkaç örnek okuduğumuzda bunu görebiliriz.

[020.112] İnanmış olarak, yararlı işler işleyen kimse, haksızlıktan ve hakkının yeneceğinden korkmaz.

[099.7-8] Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.

[004.040] Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz, zerre kadar iyilik olsa onu kat kat arttırır ve yapana büyük ecir verir.

[021.047] Kıyamet günü doğru teraziler kurarız; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak Biz yeteriz.

[031.016] Lokman: «Ey oğulcuğum! İşlediğin şey, bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, Allah onu getirip meydana kor. Doğrusu Allah Latif'tir, haberdardır».

Ve ennâ minnel muslimûne ve minnel kâsitûn(kâsitûne), fe men esleme fe ulâike teharrev reşedâ(reşeden).

[072.014] «Ve elbette bizden Müslüman olanlar da var, zulmedenler de. İşte (Allah'a) teslim olanlar, artık onlar 'gerçeği ve doğruyu' araştırıp-bulanlardır.»

Ayette "el-muslimûne" ve "el-kasitûne" olarak isimlendirilen iki gruptan bahsedilmektedir. "el-kasitûne" olarak bahsedilen grubu anlamak için, surenin 4. ayetine geri dönmemiz gerekmektedir. 4. ayet içinde geçen "şetaten" kelimesi "zalimce, haksızca, adaletsizce,
zorbaca davranış" anlamındadır. 14. ayet içindeki "kasitun" kelimesi "haksızca, zorbaca, adaletsizce davranış" demek olup bu şekil davrananların adı "el-kasitun"dur. "el-muslimun" kelimesi ise bunun karşıtı olarak kullanıldığına göre, "el-kasitun"dan olmayı gerektirecek davranışların tersini yapanların adı "el-muslimun"dur.

Ayette "rüşd" yolunun nereden geçtiği de beyan edilmektedir. "Rüşd" kelimesi "insanın bozuk ve fasid bir inanıştan dolayı cahilce hareket etmesi" anlamına gelen "ğayye" kelimesinin zıddı bir kelime olup, "hidayet" kelimesi ile aynı anlamdadır. "Hidayet" kelimesi "bir kimseye doğru yolu tutmasına takip etmesine vesile olmak" anlamında olup, "dış ve iç afetlerden, belalardan, dertlerden uzak olmak" anlamına gelen "esleme" kelimesi ile bunları birleştirecek olursak; cahilce bir inançtan sakınıp doğru bir yol üzerinde yürümenin tek çaresi Allaha teslim olmak yani "müslim"lerden olmaktır.

Ve emmel kâsitûne fe kânû li cehenneme hatabâ(hataban).

[072.015] Zulmedenler ise, onlar da cehennem için odun olmuşlardır.

Doğru yolun tersi istikametinde gidenlerin alacağı karşılık birçok yerde beyan edildiği gibi burada da beyan edilmektedir.

[002.024] Yapamazsanız --ki yapamayacaksınız-- o takdirde, inkar edenler için hazırlanan ve yakıtı insanlarla taş olan ateşten sakının.

[066.006] Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır. Onun başında gayet katı, şiddetli, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildikleri şeyi yapan melekler vardır.

Ve en levistekâmû alet tarîkati le eskaynâhum mâen gadekâ(gadekan).

[072.016] Onlar gerçekten o yol üzere dosdoğru gitselerdi, elbette kendilerini bol bir su ile suvarırdık.

Ayet içinde geçen "tarikat" kelimesi "ayaklarla 'tark tark tark' diye vurularak gidilen yol" anlamında bir kelime olup, terim olarak "kişinin doğru veya yanlış bir fiili işlerken tuttuğu yol" anlamındadır.

"İstikamet" kelimesi ise "doğru bir çizgi üzerinde olan yol"la ilgili bir kelime olup "doğru bir yolda yürüyenlere bol su verilmesi ne anlama gelir?" sorusunun cevabı olarak şunları söylemek mümkündür.

Kişinin istikamet üzere bir yol üzerinde gitmiş olması, herhangi bir yanlış yola sapmaması anlamına gelir. Böylece bu yol üzerinde gitmeyi hayatının her safhasında uygulama alanına geçirmesi sonucunda yanlış kararlar vermez ve bu doğru kararlar ile yürüdüğü yolda her bakımdan başarı kazanır. Bu başarısı dünya hayatında ona hem dünyevi, hem uhrevi bakımdan kazanç getirir.

Li neftinehum fîh(fîhi), ve men yu’rıd an zikri rabbihî yeslukhu azâben saadâ(saaden).

[072.017] Bu nimetimiz onları imtihan etmek içindir. Kim Rabbini hatırlamaktan yüz çevirirse Allah onu git gide artan çetin bir azaba sokar.

Ayet içinde geçen "fitne" kelimesi "altının kaç ayar olduğunun belirlenmesi için ateşe sokulması" anlamında olup terim anlamı olarak "insanın kaç ayar olduğunun belirlenmesi için bir takım denemelere tabi tutulması" anlamındadır.

Bir çok ayette insanın yaşadığı hayat içinde başına gelen her türlü olayın "imtihan" olgusu dahilinde değerlendirilmesi gerektiği, dünya hayatında bu imtihanı başarı ile geçenlerin Ahiret hayatında mutlu bir hayat süreceklerini Rabbimiz vâdetmiştir. Kişi, elinde olan mal ve servetin bir imtihan olduğu bilincinde olarak doğru bir yol üzerinden sapmadığı müddetçe alacağı karşılık yine bir çok ayette beyan edilmiştir.

[002.155] Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele.

[057.020] Bilin ki, dünya hayatı oyun, oyalanma, süslenme, aranızda övünme ve daha çok mal ve çocuk sahibi olmaktan ibarettir. Bu, yağmurun bitirdiği, ekicilerin de hoşuna giden bir bitkiye benzer; sonra kurur, sapsarı olduğu görülür, sonra çerçöp olur. Ahirette çetin azap da vardır. Allah'ın hoşnudluğu ve bağışlaması da vardır; dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçinmedir.

[006.032] Dünya hayatı sadece oyun ve oyalanmadır; ahiret yurdu, sakınanlar için daha iyidir. Düşünmüyor musunuz?

[047.036] Doğrusu dünya hayatı oyun ve oyalanmadır. Eğer inanır ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız, O, size ecirlerinizi verir; O, sizin mallarınızı tamamen sarfetmenizi istemez.

CİN Suresi 8-17. ayetlerini ele almaya çalıştığımız yazımızın devamı olan 18-28. ayetleri arasını gelecek yazımızda ele almaya gayret edeceğiz.

--Devam edecek--


22 Mart 2015 Pazar

Cin s. İle İlgili Bir Tefekkür Çalışması:1-7. Ayetler

Bundan önceki yazımızda sure ile ilgili giriş yapmaya çalışarak, surenin ayetlerine girmemiştik. Bu yazımızda CİN Suresi 1-7. ayetler üzerinde teker teker durmaya gayret edeceğiz. Kur'an'ı doğru anlamada usul olarak takip ettiğimiz yol olan ilk hitabın kime olduğu, yani nazil olan ayetlerin ilk muhataplarının kim olduğu öncelikle tesbit edilerek, sonrasında günümüze dair olan mesajını okuma yolunu, bu surede de takip etmeye çalışacak ve Mekkeli muhataplara dair olan hitabını öncelikle anlamaya çalışacağız. Suredeki ayetleri diğer ayetler yardımı ile anlamaya çalışarak Kur'an'ın nasıl bir anlam örgüsüne sahip olduğuna bir kere daha şahit olacağız.

Mekkelilerin cinler ile olan yakınlıklarının, yine cinlerin itirafları ile yanlış olduğunu ortaya koyan bir nevi itiraf name olarak okumanın daha doğru sonuç doğuracağını düşündüğümüz ayetlerin, sadece Mekkelilere has olarak inmiş ayetler olarak okunması düşüncesi içinde olmadığımızı öncelikle hatırlatmak isteriz. Her devirde cinler ile ilişki kurarak, onlar vasıtası ile sapmak durumunda olan herkesi ilgilendiren bu ayetlerdeki genel mesaj, yine onlar tarafından bir itiraf olarak okunmalı ve cinlerin onları bir bakıma enayi yerine nasıl koydukları görülmelidir.

Sureyi okurken cinlerin nasıllığı, varlığı, yokluğu veya insan oldukları gibi tartışmalar içine girmek "havanda su dövmek" misali getirisi olmayan tartışmalardır. Surenin, Batı ve Doğu edebiyatında örnekleri olan "fabl" yani "hayvanların konuşturularak onlar üzerinden mesaj verilme" metodunun Kur'anî bir versiyonu olarak cinlerin konuşturularak insanların ibret almasının amaçlanması olarak okunması gerektiğini düşünmekteyiz.

Nasıl ki "fabl" tarzı bir eseri okurken "yahu hayvan konuşur mu?" şeklinde bir itirazda bulunmadan okuyor ve ondan çıkan mesaja odaklanıyorsak, özellikle CİN Suresi 1-15. ayetler arasındaki bölümün bu gözle okunarak verilmek istenen mesaja odaklanmak gerektiğini düşünüyoruz.

Varsayalım böyle bir olay hiç olmadı ve sadece "intak sanatı" dediğimiz "insan dışındaki varlıkların konuşturulduğu" bir edebiyat türü ile Mekkeli müşriklerin, değer verdikleri cinlerin kendileri hakkında olan düşüncelerinin anlatıldığı bir tarz olarak okumanın imanımıza bir halel getireceğini düşünmüyoruz.

Bu edebi anlatım türü Kur'an'ın bazı ayetlerinde karşımıza çıkmaktadır. Örnek verecek olursak; AHZAB 72'de göklerin, yerin ve dağların emaneti yüklenmekten kaçınmış olmaları, FUSSİLET 11'de yerin ve göğün konuşması bu edebi tür örneklerindendir.

Kul ûhıye ileyye ennehustemea neferun minel cinni fe kâlû innâ semi’nâ kur’ânen acebâ(aceben).

[072.001] De ki: Hakikat bir takım cinnin Kur'ân dinleyip de şöyle dedikleri bana vahyedildi. Şüphesiz biz, hayret verici bir Kur'ân dinledik.

"De ki bana vahy edildi" ifadesi ile Muhammed(a.s)'ın bu olaydan haberinin olmadığını, yani Kur'an'ı dinleyenleri kendisinin görmediğini anlamaktayız. Kur'an dinleyen cinlerden "nefer" kelimesi kullanılarak bahsedilmiş olması burada önemli bir noktadır.

"Ennefrü" kelimesi sözlükte "dehşet ve korku duyarak bir nesneden kaçmak, veya dehşet ve korku duyarak bir nesneye sığınmak, veya rahatsız olup huzuru kaçıp bir nesneden kopup ayrılmak, veya rahatsız olup huzuru kaçıp bir nesneye doğru kopup gitmek" anlamlarındadır (el-müfredat).

Gelecek ayetleri okuduğumuz zaman, bahsi geçen cinlerden "nefer" şeklinde bahsedilmesi, onların bir şeylerden kaçarak Kur'an'a sığınmalarının neden veya kimlerden kaçtıklarının sorusunu doğuracak ve bunun cevabı 1-15 ayetler arasındaki anlatımların odak noktasını oluşturacaktır.

Cinlerin kaçtıkları kişiler; Mekkeliler ve onların şirkleridir. Cinler onlardan kaçıp Kur'an'a sığınmışlar  ve bundan önce Mekkelileri kendilerinin saptırdıklarını itiraf ederek, onları da kendilerinin yaptıkları gibi Kur'an'a kaçmalarını öğütlemektedirler.

Ayette geçen "şaşılacak ve hayret verici bir durum" anlamına gelen "aceben" kelimesinin diğer ayetlerde kullanılışını gördüğümüz zaman; cinlerin "Kur'anen aceben" ifadesini neden kullandıklarını da görmüş oluruz. Aynı kelime Mekkelilerin ve onlardan önceki müşriklerin kendilerine gelen Elçi ve Kitap'a karşı olan tepkileri için de kullanılır.

[007.063] Size o korkunç akibeti bildirmek için, korunmanız için belki de rahmete kavuşturulmanız için sizden bir adam aracılığı ile Rabbinizden size bir uyarının gelmesine inanmıyor da şaşıyor musunuz? (eve aciptum)» dedi.

[007.069] «Sizi uyarması için içinizden bir adam aracılığı ile, size bir zikir gelmesine şaştınız mı? (eve aciptum) Düşünün ki (Allah) sizi, Nûh kavminden sonra, onların yerine hâkimler yaptı ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki, kurtuluşa eresiniz.»

[038.004] Küfredenler içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaşırmışlardı da (acibu) demişlerdi ki: Bu, çok yalancı bir sihirbazdır.

[050.002] Kafirler aralarından bir uyarıcının gelmesine şaştılar da (acibu) «Bu şaşılacak (acibun) bir şeydir» dediler.

[053.059-62] Şimdi siz bu söze mi şaşırıyorsunuz(ta'cebun)? Hep gülüyorsunuz, ama ağlamıyorsunuz. Üstelik kafa tutuyor, oyalanıyorsunuz. Haydi artık Allah’a secde ve ibadet ediniz!

[038.005] «İlahları bir tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu, şaşırtıcı (ucabun) bir şey.»

[010.002] İçlerinden bir adama: İnsanları uyar ve iman edenlere, Rableri katında onlar için yüksek bir doğruluk makamı olduğunu müjdele, diye vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak (aceben) bir şey mi oldu ki, o kâfirler: Bu elbette apaçık bir sihirbazdır, dediler?

Kur'an ile muhatap olan Mekkelilerin veya onların önceki atalarının, Kur'an'a karşı verdikleri tepki inkarcılık yönünde olmuştur. Aynı Kur'an ile cinler de muhatap olmuş ve Mekkeliler gibi onlar da şaşırarak dinlemişlerdir. Ancak cinler Mekkeliler gibi inkar etmeyip ona iman ettiklerini beyan etmektedirler.

Yehdî iler ruşdi fe âmennâ bih(bihî), ve len nuşrike bi rabbinâ ehadâ(ehaden).

[072.002] «O (Kur'an), 'gerçeğe ve doğruya' yöneltip-iletiyor. Bu yüzden biz ona iman ettik. Bundan böyle Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.»

Ayet içinde geçen "ruşdi" kelimesi "kişinin fasit ve bozuk bir inanca sahip olmasından dolayı cahilce hareket etmesi" anlamına gelen "Ğayye" kelimesinin zıddı bir kelime olup, "hidayetun" kelimesi ile aynı anlamda kullanılır (Elmüfredat).

"Rüşd" kelimesi "fasit ve bozuk bir inanca sahip olan bir kişinin doğru yolu bulması" demek olup, bu durumun nasıl olacağı cinlerin lisanı üzerinden anlatılarak Kur'an olduğu hatırlatılmaktadır.

Kur'an'ı dinleyen cinler; aynı Kur'an'ı dinleyen Mekkeli müşriklerin "eskilerin masalları" gibi sözlerle Kur'an'ı red etmelerine karşın, 2. ayet içindeki sözleri söylemektedirler. Ayet bir nevi "kızım sana söylüyorum gelinim sen anla" deyimine uygun olarak Mekkelilere Kur'an'ı işittikleri zaman göstermeleri gereken tavrın ne olması gerektiğini beyan etmektedir. Cinlerin Allah'a ortak koşup koşmadıklarından ziyade asıl vurgu, Rablerine ortak koşan Mekkeli müşriklerin durumlarının ortaya konulmuş olması olup, Kur'an'ı işiten birisinin artık şirki bırakıp tevhide yönelmesi gerektiğini hatırlatmaktadır.

Ve ennehu teâlâ ceddu rabbinâ mettehaze sâhıbeten ve lâ veledâ(veleden).

[072.003] Hakikat şu ki, Rabbimizin şânı çok yücedir. O, ne eş ne de çocuk edinmiştir.

Bu ayeti anlamak için yine Kur'an içine yayılmış olan ayetlerde, müşriklerin Allah'a çocuk isnadlarını hatırlamak yerinde olacaktır.

[006.100-101] Cinleri O yaratmışken kafirler Allah'a ortak koştular. Körü körüne O'na oğullar ve kızlar uydurdular. Haşa, O onların vasıflandırmalarından yücedir. Gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır. O'nun nasıl bir çocuğu olabilir? O'nun bir eşi (zevcesi) yoktur. O, her şeyi yaratmıştır. O, her şeyi bilendir.

[002.116] «Allah oğul edindi» dediler; haşa, oysa, göklerde ve yerde olanlar O'nundur. Hepsi O'na boyun eğmişlerdir.

[010.068] «Allah çocuk edindi» dediler; haşa; O müstağnidir; göklerde ve yerde olanlara sahiptir. Elinizde, onun çocuk edindiğine dair bir delil yoktur, bilmediğiniz şeyi Allah'a karşı nasıl söylüyorsunuz?

[017.111] De ki; «Hamd, çocuk edinmemiş olan, egemenlikte ortağı bulunmayan ve güçsüzlüğünü telafi edecek bir destekçiye gerek duymayan Allah'a mahsustur. O'nun büyüklüğünü gereğince dile getir.

[039.004] Allah çocuk edinmek isteseydi, yaratıklarından dilediğini seçerdi. O münezzehtir, O; gücü her şeye yeten tek Allah'tır.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetler haricinde bir çok ayette, Allah'ın çocuk edindiği iddiaları red edilerek, bunun iftira olduğu beyan edilmektedir. Aynı iftirayı Mekkeli müşrikler de Allah için kullanıp, O'na çocuk isnad etmişlerdir. 3. ayet cinlerin böyle bir düşüncesi olup olmadığından çok, yine Mekkeli müşriklerin bu iddialarının, onlar tarafından değerli görülen cinler tarafından yanlış olduğu hatırlatılmaktadır.

Ve ennehu kâne yekûlu sefîhunâ alâllâhi şetatâ(şetatan).

[072.004] «Doğrusu şu: Bizim düşük akıllı-beyinsizlerimiz. Allah'a karşı 'gerçek dışı bir sürü saçma şeyler' söylemişler.»

Ayet içinde geçen "şetatan" kelimesi "zalim, haksız, zorba ve adaletsizce davranmak" anlamındadır. Bu kelimenin ifade ettiği anlamı KEHF 14 ayetinde "Ashab-ı Kehf"in dilinden şöyle okumaktayız;

[018.014] Onların kalplerini metîn kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: «Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına tanrı demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş(şataten) oluruz.

KEHF 14 ayetinde "şataten" olarak ifade edilen amel "şirk"tir. CİN 4 ayetinde bu ameli işleyenlerin "sefih" oldukları cinler üzerinden beyan edilerek, müşriklerin bu sefihliği terketmeleri, onları yüce varlıklar olarak gören müşriklere, onların böyle bir amel işlemekle "sefih" oldukları hatırlatılarak vaz geçmeleri öğütlenmektedir.

Ve ennâ zanennâ en len tekûlel insu vel cinnu alâllâhi kezibâ(keziben).

[072.005] «Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah'a karşı asla yalan söylemiyeceklerini sanmıştık.»

CİN suresini, cinlerin Mekkelileri nasıl şirke sürüklediklerinin kendi ağızlarından olan itirafları çerçevesinde okuduğumuz zaman, bu ayetin Cinlerin, yalan söyleyerek Mekkelileri şirke sürükledikleri ve Mekkelilerin cinlerin bu yalanlarına kandıkları yani onları resmen enayi yerine koydukları itiraf edilerek, Mekkelilerin gözlerini açarak cinlerin onları sürükledikleri bataklığa daha fazla batmadan bir an önce çıkmaları hatırlatılmaktadır. Allah'a karşı yalan söyleyen birisinin sağlam pabuç olmadığı yine bu ayetler ile bizlere de hatırlatılmaktadır.

Ve ennehu kâne ricâlun minel insi yeûzûne bi ricâlin minel cinni fe zâdûhum rehekâ(rehekan).

[072.006] «Bir de şu gerçek var: İnsanlardan bazı adamlar, cinlerden bazı adamlara sığınırlardı. Öyle ki, onların azgınlıklarını arttırırlardı.»

"İnsanlardan bazı adamlar" şeklinde bahsedilenler Mekkeli müşrikler olup, sığınılacak merci konusunda yanlış seçim yaptıkları ve bu yanlış seçim neticesinde sığınılacak merci olarak seçtikleri cinlerin onları saptırdığı yine kendi ağızlarından haber verilerek itiraf ettirilmektedir. Allah(c.c)'nin dışında sığınılacak bir merci aramak veya O'ndan başkasına sığınmanın adı "şirk" olup, başta FELAK ve NAS Sureleri olmak üzere kime sığınılacağını bize öğreten bir çok ayet mevcuttur. Bu ayetlerden bir kaç örnek şunlardır;

[040.027] Musa: «Doğrusu ben, hesap görülecek güne inanmayan böbürlenenlerin hepsinden, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınırım» dedi.

[044.020] (Musa)«Beni taşlamanızdan ötürü, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığındım.»

[011.047] (Nuh) dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum!

[019.018] Meryem: «Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen, senden Rahman'a sığınırım» dedi.

[007.200] Şeytan seni dürtecek olursa Allah'a sığın, doğrusu O işitir ve bilir.

[016.098] Kuran okuyacağın zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığın.

Ve ennehum zannû kemâ zanentum en len yeb’asallâhu ehadâ(ehaden).

[072.007] Onlar da sizin sandığınız gibi, Allah'ın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı.

Bu ayetin bazı meallerde "ve şüphesiz onlar da sizin zannettiğiniz gibi zannetmişlerdir ki, Allah hiçbir kimseyi peygamber göndermeyecektir" şeklinde yapıldığını görmekteyiz. Bu farklılık ayet içindeki "En len yeb'asallahu ehaden" cümlesindeki "baase" fiilinin anlam tercihleri sebebiyledir. "Baase" kelimesi sözlükte "bir şeyi kaldırmak, harekete geçirmek ve göndermek" anlamlarına gelir ve hangi anlamda kullanıldığı ayet içindeki cümle bütünlüğünden anlaşılır. Her geçtiği yerde aynı anlama gelmeyen yani "çok anlamlı" kelimeler grubundan olan bu tür kelimelerin kullanımlarında konu bütünlüğünün önemi büyüktür. CİN 7 ayeti içindeki kullanımı "yeniden diriltme" anlamında olup, bu anlamı Kur'an bütünlüğünde Mekkeli muhatapların yeniden dirilişi inkar ettiği ayetlerde görebiliriz.

"Zan" kelimesi sözlükte "bir emareden hareketle ulaşılan bilgi" anlamındadır. Önemli olan emarenin kaynağı olup, eğer bu emare Allah'tan gelen bir bilgi kaynağına dayanmıyorsa, haktan bir şey ifade etmez. Yeniden diriliş diye bir şey olmadığı iddiası Allah'tan gelen bir bilgiye dayanmadığı için haktan hiç bir şey ifade etmemektedir. Bir çok ayet Mekkelilerin yeniden dirilişi inkar ettiklerini haber vererek, bu inkarlarının onlara pahalıya mal olacağını haber vermektedir.

[017.049] «Biz kemik ve ufalanmış toprak olduğumuz zaman, yeniden mutlaka dirilecek miyiz? derler.

[017.098] Bu, ayetlerimizi inkar etmelerinin ve: «Kemik ve ufalanmış toprak olduğumuzda mı yeniden dirileceğiz?» demelerinin cezasıdır.

[023.082] Dediler ki: Sahi biz, ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken, mutlaka yeniden diriltileceğiz öyle mi?

[037.016] «Gerçekten biz öldüğümüz, toprak ve kemik olduğumuz zaman mı, diriltileceğiz?»

[056.047] Şöyle söylerlerdi: «Öldüğümüzde, toprak ve kemik yığını olduğumuzda mı, biz mi tekrar dirileceğiz?»

Yeniden dirilmeme konusunda cinlerle Mekkelilerin aynı düşünmüş olmaları sapkınlıkta ortak yönlerinin aynı olduğu ve bu zanlarının Allah'tan gelen bir bilgiye dayanmadığı yine kendi ifadeleri ile haber verilmektedir.

CİN 1-7 arası ayetleri ele almaya çalıştığımız bu yazımızdan sonra; surenin diğer ayetlerini bundan ileriki yazılarımızda ele almaya gayret edeceğiz.

--Devam edecek--