Düşünce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Düşünce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Haziran 2016 Cuma

Neml s. 66. Ayetinin Farklı Mealleri Üzerine Bir Düşünce

Kur'an meali okuyucusunun karşılaştığı sorunlardan bir tanesi , aynı ayetin farklı meal yapıcıları tarafından yapılmış, birbiri ile zıtlık arz eden mealleridir. Bu durumun farklı sebepleri olup ,bir kaç tanesini sıralayacak olursak ; Meal yapıcısının bakış açısından kaynaklanan ayet yorumu , bir ayetin gramatik yapısının farklı çevirilere müsait oluşu , kıraat farklılıkları, bağlam , siyak sibak gözetilmeden çevrilmesi gibi sebepleri sıralayabiliriz. 

Neml s. 66. ayetini okuyan bir meal okuyucusu , bir kaç mealden karşılaştırmalı olarak okuduğunda, bu ayetin farklı çevirilerine şahit olabilecek ve bu çevirilerin hangisinin daha doğru olabileceğini düşünecektir.

بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْآخِرَةِ بَلْ هُمْ فِي شَكٍّ مِّنْهَا بَلْ هُم مِّنْهَا عَمِونَ

Bu ayetin , ulaşma imkanı bulduğumuz meallerdeki çevirilerini 2 gurupta toplayabiliriz.

1. guruptaki çeviriler

Abdulbaki Gölpınarlı :
Hayır, onların bilgileri, bu dünyâdayken, âhirete ulaşamaz; hayır, onlar, âhiret hakkında şüphe içindedir; hayır, onlar âhiret husûsunda kördür.

Bayraktar Bayraklı :
Açıkçası, onların âhiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde, onlar âhiretten yana cahildirler.


Bekir Sadak :
Ahirete dair bilgileri yeterli midir? hayir; ondan suphe etmemektedirler. Hayir; ona karsi kordurler. *

Celal Yıldırım :
De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez ve onlar da ne zaman diriltilip kaldırılacaklarının bilincinde değillerdir. Hayır, onların Âhiret hakkındaki bilgisi kıt ve yetersizdir. Hayır, Âhiret hakkında (devamlı) şüphe içindedirler. Hayır, onlar Âhiret'ten yana (o hususta) kördürler.

Diyanet Vakfi :
Hayır; onların ahiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde, onlar ahiretten yana kördürler.

Edip Yüksel :
Doğrusu, onların ahiret hakkındaki bilgileri derme-çatmadır. Aslında ondan kuşku içindedirler. Daha doğrusu, onlar ondan yana tümüyle kördürler.

Fizilal-il Kuran :
Onların bilgileri ahirete erememiş, o alemin berisinde kalmıştır. Aslında onlar ahiret konusunda kuşku içindedirler. Hatta ondan yana kördürler.

Hasan Basri Çantay :
Hayır, onların bilgileri âhiret hakkında (ki bilgiye kadar uzanıb) erişememişdir. Hayır, onlar bundan şek (ve şübhe) içindedirler. Hayır, onlar bundan kördürler.

İbni Kesir :
Hayır, ahiret ile ilgili bilgileri de yetersizdir. Hayır, ondan şüphe etmektedirler. Hayır, ona karşı kördürler.

Muhammed Esed :
Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri gerçeğin berisinde kalmaktadır; zaten (çoğu zaman) onun gerçekliğinden yana şüphe içindedirler; hayır, ondan yana kördürler.

Ömer Öngüt :
Hayır! Onların ahiret hakkındaki bilgileri de yetersiz kalmıştır (bu hususta bilgi edinilecek seviyeye erişmemiştir). Hayır! Ondan şüphe etmektedirler. Hayır! Onlar ahiretten yana kördürler.

Yaşar Nuri Öztürk :
Hayır, onların bilgileri âhiret konusunda yetersiz kalmıştı. Daha doğrusu onlar ondan kuşku duymaktadırlar. Hayır, hayır! Onlar, onu göremeyecek kadar kördürler.

2. guruptaki çeviriler;

Ahmet Tekin :
Doğrusu âhiret ile, ebedî yurt ile ilgili bilgiler onlara ardarda gelmektedir. Buna rağmen onlar, bu konuda hâlâ şüphe içindedirler. Aslında onlar, âhiretten yana kör kesilerek baktıkları için anlamıyorlar.

Ahmet Varol :
Hayır, onların ahiretle ilgili bilgileri ardarda gelip toplandı. Hayır onlar bundan şüphe içindedirler. Hayır onlar buna karşı kördürler.

Ali Bulaç :
Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri 'ard arda toplanıp pekiştirildi,' hayır, onlar bundan bir kuşku içindedirler; hayır, onlar bundan yana kördürler.

Ali Fikri Yavuz :
Fakat âhiretin olacağına dair kendilerine (peygamberler vasıtasıyla) arka arkaya ilim ulaşmaktadır. Doğrusu onlar bundan şüphe içerisindedirler, daha doğrusu onlar, âhiretten yana kördürler (delillerini anlıyamazlar).

Diyanet İşleri :
Ahiret (gününün gerçekleşeceği) hakkında bilgi (peygamberler aracılığı ile) onlara peş peşe gelmiştir. Fakat onlar bu konuda şüphe içindedirler. Daha doğrusu onlar ahiretten yana kördürler.

Elmalılı Hamdi Yazır :
Fakat Âhıret hakkında ılimleri tevalî etmekte fakat onlar ondan bir şekk içindedirler, daha doğrusu onlar ondan kördürler

Gültekin Onan :
Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri 'ard arda toplanıp pekiştirildi', hayır, onlar bundan bir kuşku içindedirler; hayır, onlar bundan yana kördürler.

Ömer Nasuhi Bilmen :
Onların bilgileri, ahiret hakkında, yetişip nihâyet buldu! Fakat onlar ondan şekk içindedirler. Hayır, onlar, ondan kördürler.

Şaban Piriş :
Oysa onlara ahiret hakkında bilgi verilmiştir. Ama onlar, şüphe içindedirler ve belki de ona karşı kördürler.

Suat Yıldırım :
Fakat âhiretin varlığına dair bilgiler, kendilerine resulleri vasıtasıyla ulaşmaktadır. Doğrusu onlar bundan şüphe içindedirler. Hayır, hayır onlar âhiretten yana kördürler.

Süleyman Ateş :
Doğrusu onların âhiret hakkındaki bilgileri, ardarda gelip bir araya toplandı. Fakat onlar (hâlâ) ondan bir kuşku içindedirler. Daha doğrusu, onlar ondan yana kördürler.

Ümit Şimşek :
Aslında âhirete dair bilgiler, peş peşe kendilerine ulaşmıştır. Fakat onlar bundan şüphe içindedirler. Hattâ bu konuda kördürler.

Erhan Aktaş
Aslında onlar ahiret hakkında yeterince bilgilendirildiler. Fakat hala şüphe içindeler. Doğrusu bundan yana kördürler

2 guruba ayırdığımız meallerin , 1. guruba dahil olanında , müşriklerin ahiret hakkındaki bilgilerinin YETERSİZ , 2. guruba dahil olan meallerin ise, YETERLİ olduğu şeklinde bir anlam çerçevesinde olduğunu görmekteyiz. Bu farklılıkları gören bir meal okuyucusu haklı olarak, "Bu çevirilerin hangisi doğru ?" sorusunun cevabını arayacaktır. 

Bu sorunun cevabından önce , neden böyle farklı bir çeviri yapıldığının üzerinde durmak istiyoruz. Farklı çeviriye sebep ,  ayet içindeki "İddereke" sözcüğüne farklı anlamlar yüklenmesidir

Edreke ; "Bir nesnenin en son noktasına varması" anlamındadır. 

Bugün bizim dilimizde de kullanılan ve " birbirine veya en sondakinin en öndekine yetişmesi , ulaşması , ard arda olması , ihtiyacın giderilmesi anlamındaki "Tedarik" kelimesi bu kökten türemiştir.

Kurtubi , Razi , Taberi gibi tefsirciler , bu ayetin 2 farklı şekilde yorumlanmasına sebep olarak kıraat farklılıkları olduğunu söylemektedirler. 

Ayetin iki farklı şekilde çeviri ve yorum yapılmasına sebebin , kıraat farkı ve gramatik okumadan kaynaklanmasına karşın , bu tür ikilimlerde ayetin siyak ve sibakına bakıldığında hangi çevirinin doğru olabileceği konusunda bilgi sahibi olmak kolaylaşacaktır.


Ayrıca "İddereke" kelimesinin başka ayet içindeki geçişi bizi bu konuda aydınlatabilir. 

[007.038] Buyurdu ki: Sizden önce geçmiş cinn ve insan topluluklarıyla girin ateşe. Her ümmet girdikçe; yoldaşına la'net eder. Nihayet hepsi birbiri ardından orada toplanınca (eddereku); sonrakiler öncekiler için derler ki: Rabbımız; işte bizi bunlar saptırdı. Onun için bunlara katmerli azab ver. Buyurur ki: Hepiniz Evet, dediler. Bunun üzerine aralarında bir münadi: Allah'ın la'neti; zalimlerin üzerinedir, diye seslendi.

İlgili ayetin bağlamı şu şekildedir. 

[027.059] De ki: «Hamdolsun Allah'a ve selam olsun O'nun seçtiği kullarına!' Allah mı daha hayırlı, yoksa onların ortak koştukları mı?
[027.060] (Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? O suyla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah'tan başka bir tanrı mı var! Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur.
[027.061] (Onlar mı hayırlı) yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarından (yer altından ve üstünden) nehirler akıtan, arz için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Doğrusu onların çoğu (hakikatleri) bilmiyorlar.
[027.062]  (Onlar mı hayırlı) yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz!
[027.063] (Onlar mı hayırlı) yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah'tan başka bir tanrı mı var! Allah, onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir.
[027.064] (Onlar mı hayırlı) yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden rızıklandıran mı? Allah'tan başka bir tanrı mı var! De ki: Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin!
[027.065] De ki: «Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Onlar, ne zaman yeniden diriltileceklerini bilmezler.
[027.066] Hayır, onların ahiret konusundaki bilgileri 'ard arda toplanıp pekiştirildi,' hayır, onlar bundan bir kuşku içindedirler; hayır, onlar bundan yana kördürler.
[027.067]  Kâfirler dediler ki; «Bizler ve atalarımız, toprak olduktan sonra yeniden mi diriltileceğiz?»
[027.068]  Andolsun ki, bu tehdit bize yapıldığı gibi, daha önce atalarımıza da yapılmıştır. Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.
[027.069]  De ki: «Yeryüzünde gezin, suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.»

59. ayette Allah (c.c), kendisinin mi yoksa müşriklerin ortak koştuklarının mı daha hayırlı olduğunu sorduktan sonra sonra , 60-61-62-63-64. ayetlerde kendisinin hayırlı olduğunu deliller ile açıklamaktadır. 65. ayette ise gayb konusunda sadece Allah'ın bilgi sahibi olduğu , kulların ise bu konuda  özellikle yeniden dirilmenin zamanı konusunda bilgi sahibi olmadıkları , ancak yeniden diriliş haberlerinin elçiler aracılığı ile bildirilmiş olmasına rağmen (66) , müşriklerin bu konuda kuşku ve körlük içinde oldukları haber verilmektedir. 67 ve 68. ayetlerde ise, onların dilinden bu şüpheler bildirilerek , bu şüphelerin yanlışlığı , geçmiş kavimlerin sonları hatırlatılarak , ibret olması istenmektedir.

Sonuç olarak ; Neml s. 66. ayetinin elimizdeki meallerde iki farklı çevirisi yapılmakta olup , bu farklı çeviriden hangisinin daha doğru olabileceği konusundaki düşüncelerimizi paylaşmaya çalıştığımız yazımızda , 2. gurupta toplanan ve müşriklere ahiret hakkında bilgilerin yeterli derecede verilmiş olduğu yönünde yapılan çevirilerin , bağlam gözetilerek okunduğunda daha doğru çeviri ve yorumlar olduğunu söyleyebiliriz. 

                            EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.


14 Mart 2016 Pazartesi

İSMET SIFATI : Muhammed (a.s) ı Beşer Olmaktan Çıkaran Bir Düşünce

Allah (c.c), biz insanların dünya hayatında nasıl yaşamamız gerektiğine dair  vaz ettiği kuralları , yine biz insanlar arasından seçtiklerine vahy yolu ile bildirmiştir. Allah (c.c) den aldıkları vahyi kavimlerine iletmekle görevli olan elçilerin , kavimleri içindeki bazı kimseler tarafından şiddetli bir muhalefet ile karşılandıklarını , elçilerin kıssalarını okuduğumuzda görmekteyiz. 

[017.094]  Onlara hidayet geldiği zaman; insanları inanmaktan alıkoyan, sadece: Allah peygamber olarak bir beşeri mi göndermiştir? demeleridir.

Kavimlerin ileri gelenlerinin, o elçilere karşı getirdiği itirazlardan bir tanesi de , o elçilerin BEŞER oldukları noktasındadır. Son elçi olan Muhammed (a.s) da önceki elçilere gösterilen aynı tepkilerle karşılaşarak, önceki elçi atalarının karşılaştığı itirazların aynısı ile ona da yapılmıştır. 

[025.007]  Dediler ki: «Bu resule ne oluyor ki, yemek yemekte ve pazarlarda dolaşmaktadır? Ona, kendisiyle birlikte uyarıp-korkutucu olacak bir melek de indirilmesi gerekmez miydi?»
[021.003]  Onların kalpleri tutkuyla-oyalanmadadır. Zulme sapanlar, gizlice fısıldaştılar: «Bu sizin benzeriniz olan bir beşer değil mi? Öyleyse, göz göre göre siz büyüye mi geleceksiniz?»

Kendisinin biz gibi bir insan , bizden farkının ona vahyedilmesi olduğunu bir çok ayette gördüğümüz Muhammed (a.s) , vefatı sonrasında ortaya çıkan Kur'andan onay almayan farklı elçi algısı neticesinde, insan olmaktan çıkarılarak insanüstü bir peygamber portresine büründürülmüştür.

[017.093] «Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla inanmayız.» De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer bir elçiyim.

Mesajın kendisini değil , getiren elçiyi öne çıkaran bir düşünce temeline oturtulmuş olan genel geçer elçi anlayışında, ona tahsis edilmiş bazı sıfatlar vardır ki , sanki bu sıfatlar diğer insanlardan ayrı olarak , sadece ona has bir ayrıcalıkmış gibi bir düşünce üzerine kurulmuştur. 

"İsmet" , ona tahsis edilmiş bir ayrıcalık olarak Muhammed (a.s) a layık görülen bir sıfat ve , onun her türlü günah işlemekten korunmuşluğunu ifade etmektedir.  

"Muhammed (a.s) a layık görülen böyle bir sıfatın Kur'ani karşılığı nedir" ? diye sorduğumuzda, Kur'andan şöyle bir cevap alırız;

[080.001-4] Amânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve çevirdi. Sana kim bildirdi! Belki o temizlenecek, yahut öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecek.
[066.001]  Ey Nebi! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
[009.043]  Allah senden affetti ya! Neden doğru söyleyenler sence belli oluncaya ve yalancıları öğreninceye kadar beklemedin de onlara izin verdin?
[008.067]  Hiç bir nebiye, yeryüzünde kesin bir zafer kazanıncaya kadar esir alması yakışmaz. Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah (size) ahireti istemektedir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

Bu ayetler , Muhammed (a.s) ın yapmış olduğu bazı hataları haber vermektedir. Onun tarafından yapılmış olan bu hataların vahiy ile düzeltildiğini görmüş olmamız ona, "Günahtan korunmuşluk" yani ismet zırhının giydirilmemiş olduğunu göstermektedir.

Ayrıca ona bazı ayetlerde şu türden ikazların yapılmış olduğunu görmekteyiz;

[039.065] Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun  Allah'a ortak koşarsan, işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun!


Zümer s. 65. ayeti, Muhammed (a.s) dan önceki bütün elçilere, onların da diğer insanlar gibi şirke düştükleri takdirde başlarına neyin geleceğini haber vermektedir. Bu demektir ki , bütün elçilerin diğer insanlardan herhangi bir ayrıcalığı yoktur , bu durum Muhammed (a.s) içinde geçerlidir.

Muhammed (a.s) ı ikaz eden buna benzer pek çok ayeti Kur'anda görmekteyiz.

[028.086-87]  Sen, sana bu Kitap'ın verileceğini ummazdın. O ancak Rabbinin bir rahmetidir. Öyleyse sakın inkarcılara yardımcı olma.Allah'ın ayetleri sana indirildiğinde sakın seni onlardan alıkoymasınlar. Rabbine çağır, sakın müşriklerden olma.
[002.147]  Gerçek Rabb'indendir, sakın şüphelenenlerden olma.
[006.014]  De ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah'tan başkasını mı veli edineceğim! De ki: Bana müslüman olanların ilki olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma! (denildi).
[006.035]  Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse, haydi gücün yetiyorsa yerin içine (inebileceğin) bir delik, ya da göğe (çıkabileceğin) bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplardı. O halde cahillerden olma!
[006.114] «Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?» Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!
[010.094-95]  Sana indirdiklerimizde herhangi bir şüpheye düşersen, senden önce kitap okuyanlara sor. Andolsun ki, sana Rabbinden hak gelmiştir. Sakın şüphe edenlerden olma!Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan da olma, yoksa kaybedenlerden olursun.
[010.104-106] De ki: «Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz bilin ki ben Allah'tan başka taptıklarınıza tapmam. Ancak, sizi öldürecek olan Allah'a kulluk ederim. İnananlardan olmakla emrolundum.»Bir de tevhid inancı içinde hak dine yönel ve sakın müşriklerden olma!«Ve Allah'dan başka, sana faydası da, zararı da dokunmayacak olan şeylere yalvarma! Eğer yalvarırsan, o zaman hiç şüphesiz sen zalimlerden olursun.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerde öne çıkan ortak nokta , Muhammed (a.s) a uyarıların yapılmış olmasıdır. Bu uyarılar ona korunmuşluk zırhı giydirilmediğini , diğer insanlar gibi her an ayağının kayabileceği hatırlatılarak hataya düşmemesi gerektiğini bildirilmektedir. 

Ayrıca Muhammed (a.s) a tevbe etmesini emreden ayetleri dikkate aldığımızda onun , böyle bir emir ile muhatap olmasını, bizim gibi bir beşer olması nedeniyle istiğfar etmesini gerektirecek ameller işlemesinin muhtemel olduğunu anlayabiliriz.

[047.019]  Şimdi şunu bil ki, Allah'tan başka hiç bir ilah yoktur. Bil de günahına, inanan erkeklere ve inanan kadınlara bağışlanma dile. Allah, dolaştığınız yeri de bilir, durduğunuz yeri de.
[040.055]  (Resûlüm!) Şimdi sen sabret. Çünkü Allah'ın vâdi gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam-sabah Rabbini hamd ile tesbîh et.
[110.003]  Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.

Bu ayetlerden Muhammed (a.s) ın işlediği günahkardan ötürü tevbe ve istiğfar etmesi emrediliyor düşüncesini çıkarmak doğru olmasa da , bu ayetler onun korunmuşluk zırhına sahip olmadığını gösteren ayetlerdir.

Burada bazılarımızın aklına , Muhammed (a.s) ın beşer olarak artık aramızda olmadığı , dolayısı ile onun korunmuş olup olmadığının tartışmasının yapılmasının gereksiz olduğu şeklinde bir düşünce gelebilir. 

Bu düşüncede olanlar elbette haksız sayılmazlar , ancak onun korunmuş olması meselesi sadece onu ilgilendiren ve onunla sınırlı bir konu değildir .Onun dışında başkalarına da böyle bir korunmuşluk zırhı giydirilerek , bazı kimselere dokunulmazlık atfedilmesine zemin hazırlamak amacına matuf olarak ortaya atılmış bir düşüncenin ürünü olarak , Muhammed (a.s) a böyle bir zırh giydirilme ihtiyacı duyulduğunu düşünmekteyiz.

Muhammed (a.s) a bir beşer olarak hataya düşmekten korunmuşluk gibi bir zırh giydirilmeliydi ki , onun ardından gelen ve bazılarınca kutsanmış olan beşer şahsiyetlere de böyle bir zırh giydirilsin. Muhammed (a.s) da olmayan bir korunmuşluk zırhının , bazılarınca kutsallık atfedilen beşer cinsinden olan şahsiyetlere verilmiş olması , haklı olarak itirazlara sebebiyet vereceği için , bu itirazların önünün kapatılması ,önce Muhammed (a.s) a böyle bir zırh giydirilmesi ile mümkün olacak , böylelikle kendilerine kutsallık atfedilenlerin önünde engel kalkmış olacaktır.

Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında ortaya çıkan bazı fırkalar , düşüncelerini böyle bir masumiyet ve korunmuşluk üzerine bina ederek , kutsiyet atfettikleri kişiler üzerinden din algısı oluşturmuşlardır.

İnsanlara kutsallık atfeden düşüncenin başında Şia düşüncesi gelmektedir. Şianın "Masum İmam" teorisi etrafında geliştirdiği fikirlere baktığımızda, akla zarar kabilinden iddiaların ortaya atılarak, beşer cinsinden olanlara ilahlık kisvesinin giydirilmiş olduğunu görürüz. 

Müslümanların en büyük sıkıntısı olan fırkacılık , masumiyet ve korunmuşluk teorisi üzerine bina edilmiş bir düşünce olup , "Vahiy merkezli" bir din yerine "Kişi merkezli" bir din ihdas edilerek fırkaların kutsal olarak gördükleri kişilerin sözleri vahyin yerine geçirilmiştir. 

Bu kişilerin asla sorgulanamayacağı, söylediklerine itiraz edilmesinin kişileri "Kafir" konumuna düşüreceği korkuları yerleştirilerek İslam dünyası, bugün içinde bulunduğumuz duruma getirilmiştir. 

Tasavvuf merkezli din anlayışı , ismet yani korunmuşluk teorisini çok iyi kullanan bir ekol olup , kerameti müritlerinden menkul din baronlarının insanlar üzerinde istedikleri gibi tasarruf sağlamasına meydan vermektedir. Tasavvuf ekolündeki kişilerin sorgulanamazlığı üzerine kurulmuş olan din algısını gördüğümüzde , Muhammed (a.s) a neden böyle bir zırh giydirilme ihtiyacı hissedildiğini daha iyi anlayabiliriz. 

Muhammed (a.s) a korunmuşluk zırhının giydirilmiş olması iddiası, bir bakıma onun iradesinin Allah (c.c) tarafından ipotek altına alınması anlamına da gelecektir. Allah (c.c) hiç bir kulunun iradesini ipotek altına almadığını ve hiç bir kulun onun nezdinde ayrıcalığı olmadığını bildirdiği halde neden bizler hala Muhammed (a.s) a "Özel Kul" statüsü yüklemekte ısrar etmekteyiz.

Sonuç olarak ; Muhammed (a.s) a giydirilmiş olan "İsmet" (Korunmuşluk) zırhı, Kur'andan onay almayan bir düşünce olup , bu düşüncenin temelinde "Kişi merkezli" dediğimiz din anlayışının, sağlam bir zemine oturtulmak istenmesi yatmaktadır. Muhammed (a.s) ı beşer olmaktan çıkararak , yarı ilah konumuna getiren din anlayışı , ondan sonra gelen ve bazılarınca kutsallık atfedilen kişiler üzerinden oluşturulmuş din algısının sorgulanamaz bir hale getirilmesine, önce böyle bir sıfatı Muhammed (a.s) a layık görerek , arkasından gelen diğer insanlara da aynı sıfatı vermek için bir zemin hazırlamıştır.

Bu tür yalan ve iftira üzerine kurulmuş olan düşüncelerden ancak "Vahiy merkezli" bir din algısının oluşturulması ile kurtulmak mümkün olacaktır. Aksi takdirde "Sen falan kişinin dediğine itiraz mı ediyorsun ?" kabilinden,  bu kutsanmış kişiler ne dese ne yapsa doğrudur yaptığının bir hikmeti vardır bizler onu anlayacak ilme sahip değiliz , kabilinden sözler daha yüzyıllarca Müslümanların ağzından düşmeyecektir. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

27 Mart 2015 Cuma

Kıble Kavramı Üzerine Bir Düşünce Çalışması

Kıble , insanların hayatlarını tanzim ettikleri düşünce ,sistem , inanç ,yaşam biçimi gibi unsurlar ile birlikte ifade edilen sembolik bir kavramdır. İstisnasız olmak üzere , Yeryüzünde yaşayan tüm insanlar yaşam süreleri içinde belirli bir hayat tarzı üzerinde yol izlerler , bu izledikleri yolu  belirleyen bir takım temel kurallar olup, bu kurallar dahilinde bir yön takip etmektedirler. "Yüzünü Çevirmek" olarak ifade edilen bu durum tüm insanlara has bir durum olup , herkesin hayatını belirleyen bir yöne yüzünü çevirmiş olması orasının "Kıble" olarak anlamını bulması demektir. Bu durum Bakara s. 148. Ayetinde şu şekilde beyan aedilmektedir. 

 [002.148] Herkesin bir yönü vardır oraya döner. Öyleyse siz hayırlı işlerde birbirinizle yarışın! Nerede bulunursanız bulunun, Allah hepinizi birden getirir. Şüphesiz ki Allah her şeye kadir'dir.

İnsanlık tarihinin özetini iki kelime ile özetleyecek olursak ,"Kıble Savaşları" olarak özetlemek mümkündür. Her kim olursa olsun kendi tabi olduğu kıblesine diğer insanlarında tabi olması veya başka kıbleye tabi olmamak için bir mücadele içine girer. Bu durumu Bakara s. 145. Ayetinde şöyle görmekteyiz.

[002.145] Sen, Kitap verilenlere her türlü delili getirsen, yine de kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. And olsun ki, eğer sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, şüphesiz o zaman zulmedenlerden olursun.

"Kablu" zaman zarfı olup "öncelik" ifade etmektedir , izafe edildiği şeye göre değişkenlik arz eder. Zaman , Mekan , Konum veya yapılan bir işteki önceliği ifade eder. "Kıble" kelimesi ; "Bir yeri öne almak , öncelik vermek" , mekan zarfı olması nedeniyle belirli bir mekanı önüne almak anlamındadır.

Yazımızda bu kelimenin, kişinin yaşantısındaki sosyolojik boyutu ve bu kelime ile bağlantısı olan kelimelerin üzerinde durmaya gayret edeceğiz. Kıble kelimesinin anlaşılabilmesi için "Vech" kelimesinin anlamının anlaşılması önem arz etmektedir.

"Elvechü" ; kelimesinin temel anlamı, "Yüz" dediğimiz, insanın bir organına verilen isimdir. Yüz , kişinin nesneyi ilk karşıladığı yani Göz, Kulak, gibi duyu organları ile algılama imkanına sahip olan en önemli kısmı olması nedeniyle , kişinin yönelişi ile alakalı bir kelimedir. "Yüzünü Döndürmesi" , duyu organları ile algıladıkları neticesinde onu hayatında pratize etmesi anlamındadır.

"Semi , Basar Fuad" olarak Kur'anda yerini bulan bu üçlü duyu organları ile algılananlar neticesinde oluşan bilgiler , kişinin yüzünü o tarafa döndürmesi ile neticelenir. Kişinin elde ettiği bilgi , doğru veya yanlış olabilir, ancak her iki durumda da kişi yüzünü bir yere çevirerek orayı "Kıble" edinir. 

Allah (c.c) nin bizler için razı olduğu yüzümüzü çevirmemiz gereken tek bir Din ve onu tek bir Kıblesi vardır. Ancak kullardan bir kısmı, bu Dini ve Kıbleyi red ederek başka Dinler ve Kıbleler ihdas ederek şirk bataklığına düşmektedirler. 

Kıble kelimesi ile alakalı olan kelimelerden birisi de "Salat" kelimesidir. Bu kelime, kulun yönelimi ile alakalı olup etle tırnak misali birbiri ile çok yakından alakalıdır. Bu kelime kişinin hayatını tanzim ettiği , adına "Din" dediğimiz yaşam şeklinin ,kulun hayatına yansımış şekli olarak , Kur'an literatüründeki adıdır. 

Kişinin duyu organları ile algılayarak bir inanca sahip olması neticesinde VECHini (Yüzünü) döndürdüğü , yaşam biçimi haline getirerek SALATını ikame ettiği , yani inandığı her hangi bir Din için yöneldiği , yerin adı KIBLEdir. Konumuzun asıl amacı bu kavramın Müslüman açısından ifade ettiği anlamdır.

Bakara s. 145. Ayetinde , herkesin Vechini döndürdüğü bir taraf olduğu beyan edilmektedir. Öyleyse , Müslüman için yüzünü döndürmesi gereken yani Salatını ikame edeceği sistemin kaynağını alacağı bir bir merci olmalıdır. Bu merci Allah (c.c) nin kendisi olup , yaşamımız içinde ikame edeceğimiz Salatın nasıl olması gerektiğini haber veren Elçiler ve Kitaplar ile bunları bize beyan etmiştir. 

[002.149]  Her nereden yola çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir, şüphesiz bu Rabbinden bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
[002.150] Her nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir. İnsanların zulmedenlerinden başkalarının size karşı gösterecekleri bir hüccet olmaması için, her nerede olursanız, yüzlerinizi oranın semtine çevirin, bu hususta onlardan korkmayın. Benden korkun da size olan nimetimi tamamlayayım. Böylece doğru yolu bulursunuz.

Bakara s. 149. ve 150. Ayetlerinde , Vechin "Mescidi Haram" yönüne döndürülmesi emrini görmekteyiz. "Bu emir hayat içinde nasıl gerçekleşebilir ?" sorusunun cevabını anlamak için Mescidi Haram adı ile anılan bölgedeki "Kabe" nin işlevi ve sembolik olarak ifade ettiği anlamı ortaya koymak gerekmektedir.

"Sembol" kelimesi ; Bir gayeyi , fikri , amacı ifade eden , görüldüğü zaman akla ortak bir şeyin geldiği nesne veya duyu organlarımızı ile algılayamadığımız bazı şeyleri hatıra getiren gözle görülen şeyler anlamındadır.

"Kabe" , Mekke şehrinde imar edilmiş bir yapıdır. Onu görünüş olarak Mekke de imar edilmiş diğer evlerden ayıran herhangi bir özellik yoktur. Mekke nin etrafında bulunan taşlardan inşa edilmiş sıradan bir yapı olması yanısıra orayı farklı kılan Allah (c.c) tarafından ona yüklenen özel bir konum olup  sembolize ettiği bazı anlamlar vardır. Mesele sembolize ettiği şey ve o sembolun bize ne ifade ettiği veya etmesi gerektiğidir.

[003.096-97] Muhakkak ki insanlar için konulmuş ilk ev (BEYTİN); çok mübarek olarak kurulan ve alemler için hidayet olan Bekke'deki dir.Onda apaçık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren güvene erer. Ona bir yol bulabilenlerin Beyt'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir.

"Kabe" adındaki yapının, "Beyt" olarak ifade edilmesi önemli bir noktadır , bu kelimenin anlamı üzerinde durarak sembolize ettiği anlamın anlaşılması biraz daha kolaylaşacaktır.

"Beyt" kelimesi ; "İnsanın gecenin tehlikesinden ve karanlığından sığındığı yer" anlamındadır. "Gece" kelimesinin kullanıldığı "Zulumat"kelimesi ise , "Işığın yani nurun olmaması" anlamındadır. "Nur" kelimesi ise , "Karanlıkta görmeye yol bulmaya yarayan ışık" temel anlamından hareketle , Kur'ana isim olmuştur. Kur'an kelimelerinin birbirleri ile olan anlam örgüsünüde, bir kaç kelimenin birbiri ile olan bağını kurmaya çalışarak görmeye çalıştık.

Burada yeri gelmişken kısa bir hatırlatma yapmak istiyoruz. Kur'an anlatım metodu olarak seçtiği yollardan birisi de mesel yolu ile anlatım metodudur. Nur s. 34.35 Ayetlerde "Nur" kelimesinin mesel yolu ile yapılan anlatımı , Kur'anın en güzel meselli anlatımlarından birisidir.
"Nur s. 35-36.. Ayetleri ve Kuran'ın Mesel İle Anlatım Uslubu" Başlık bir yazımızda bu konuyu ele almaya çalışmştık.


"Kabe" nin sembolik bir yapı olarak , Allah (c.c) tarafından  "Beytim" (2.125/ 22.26) olarak nitelemesinin veya "Beytullah" teriminin ne anlama geldiği şimdi anlaşılabilir.

Allah (c.c) kullarının , küfrün karanlığından sığınarak aydınlık bir ortama kavuşmalarını sembolize eden bir ev yapılmasını emrederek, herkesin buraya sığınması neticesinde , küfrün karanlığından emin olarak aydınlığa kavuşacağını beyan etmiştir. 

Bu kavuşmanın , herkesin o evin içinde oturması  gibi şekilde olmayacağı kesindir , öyleyse "Buraya sığınmak veya yüzün buraya döndürülmesi nasıl ve ne şekilde hayata yansıtılabilir?" sorusunun cevabını aramak gerekmektedir. 

"Salat" kelimesinin anlamına tekrar dönecek olursak, bu kelime kulun , İlah ve Rab kavramlarının içerdiği anlamlar dahilindeki yönelimini ifade etmektedir. Kul hayatında İlah ve Rab olarak kimi kabul ettiyse onun çizdiği yol üzerinde yürür ve Salatını ona yapmış , yüzünü ona çevirmiş ve onun kıblesine dönmüş sayılır. 

Kul eğer hayatında Allahı, İlah ve Rab olarak kabul etmişse, bu kabulunu hayatının her anında onun kendisi için çizdiği sisteme göre bir hayat sürerek gösterir ve Salatı gerçek İlah ve Rab olan Allah için ikame etmiş olur. Salatı Allah  için yapmış olması onun yüzünü Mescidi Haram yönüne döndürmesi anlamına gelir. "Yüzü Mescidi Haram yönüne döndürme" eylemi sadece Namaz için geçerli bir emir telakki edilir hale geldiği için , bir yerlerde yanlış yapıldığını farkeden bir kısım insan, bu hatayı düzeltmek veya doğru olanı yerine koymayı çalışmak yerine, olanı toptan kaldırmak düşüncesi içine girerek , Kıble , Namaz , Hacc gibi kelimeler ile ifade edilen şeyleri red yoluna gitmektedirler.

"Namaz" , Salat kavramı içinde bir cüz olup , kulun belirli vakitlerde Rabbine karşı olan tezellülünü şekilsel olarak ifade ettiği bir eylemdir. Bu gün her ne kadar içi boşaltılmış bir ibadet olarak yerine getiriliyor olmuş olması , onun Tevhidi bir eylem olduğunun şuuruna vakıf olduğunun unutulmasını gerektirmemektedir. Bu ibadetin en önemli boyutu birlikteliğin , ve kardeşliğin dışa vurumudur. Bu ibadette öne çıkan unsurlardan birisi de, belli bir yere yönelmek ile ortaya çıkmaktadır.

Yeryüzünde Tevhidin sembolize edildiği "Allahın Evi" yani küfrün karanlığından kaçarak nura kavuşulan bir yapı olarak inşa edilen "Kabe" bu yönelmenin yapılacağı tek mekandır. Hayatının her anında Allah (c.c) nin onun için beyan ettiği hükümlere tabi olarak yüzünü ona döndürdüğünü deklere eden kul , aynı deklereyi Namazında oraya yönelerek bir kere daha teyid eder. 

Bu bağlamda , Namazda Kabeye yönelmek şeklinde direk bir emir olmadığı düşüncesinden hareketle , "Nereye canım isterse dönerim" düşüncesi içinde olan bir takım kişilere rastlamaktayız. Namaz ritüel olarak yapılan bir takım eylemlerden ibaret olduğuna , bu eylemlerden amacın Allah kul olduğumuzu deklere etmek olduğuna göre, yöneldiğimiz yön tabi olduğumuz İlah ve Rabbın Yeryüzündeki sembolik evine doğru olmalıdır ki , kime sığındığımızı şekilsel olarak topluca dosta ve düşmana gösterelim. 

Şurası unutulmamalıdır ki Kur'an, "Resimli Namaz Hocası" şeklinde bize herşeyi tarif etmesi gereken bir Kitap değildir. "Namazda Kabeye yönelin şeklinde bir emir Kur'anda bulamıyorum" diyen birisi , ya Kur'anın mesajından habersiz bir cahil , ya da Kur'anın mesajından haberdar olan bir haindir bunun üçüncü bir şıkkı yoktur. Özellikle Salat ve Kıble kavramları üzerinde oynanmak istenen bir takım oyunlara bazı yazılarımızda dikkat çekmeye çalıştığımızı burada hatırlatarak , bu kavramların önemini bizlerden daha fazla kavrayan düşmanların, bu kavramlar üzerinde  "Kur'an merkezli düşünce" postuna bürünerek içten içe nifak çıkarmak istediklerini dikkati çekmek istiyoruz.  

"Kıble" kavramı sosyolojik bir olgu olup , aynı düşünce etrafında birleştiklerini iddia edenlerin , bu iddialarını kendi aralarında ve başkalarına karşı bir göstermelerinin sembolik bir ifadesidir. Namaz ibadeti , Müslümanların kendi aralarındaki birlik ve beraberliğin tek yürek olmanın bir ifadesi olarak günde 5 vakit tekrarlanmaktadır. Bu ibadeti yapanların farklı noktalara yönelmiş olması veya farklı noktalara yönelme gayretleri , bu ibadetten kast edilen anlamın anlaşılamamış olmasının bir sonucudur. 

"Kıble" kavramı bütün düşünce sistemlerinde var olan bir olgu olup , her düşünce sistemi kendi düşüncesinin ilhamını aldığı İlahına belirli zamanlarda yönelerek iman tazelerler. Aynı inanca mensup olduğunu iddia eden bir kimse , herkesin yöneldiği yönün tersine veya o düşünceye aykırı olarak herhangi bir görüş beyan ettiği takdirde genel geçer Kıbleye uymamış olur. "Nereye istersem uyarım" mantığı birlikte düşünme ve hareket etme mantığına uymayan bir davranış olarak hiç bir düşünce sisteminde kabul edilir bir davranış değildir.  

                                                   KIBLE AYETLERİ

Bu bağlamda Bakara suresi içindeki , Kıblenin değişimi ile ilgili Ayetler üzerinde durmak gerektiğini düşünmekteyiz. İlgili Ayetlerin tarihi arka planını kısaca hatırlayacak olursak , Mekke den Medineye hicret eden Muhammed (a.s) ın Mekke de iken yöneldiği Mescidi Haram yönüde değil , rivayetlerden Kudüs olarak öğrendiğimiz yöne dönmekteydi. 

Bu konu ile ilgili olarak şöyle bir problem vardır; Muhammed (a.s) Mekke de iken yöneldiği Kabe'nin yerine, Kudüse yönelmesi için Kur'an içinde buna delalet edebilecek net bir Ayet görülmemektedir. Gayri metluv vahiy düşüncesine sahip olanlar , bu durumun gayri metluv vahiy ile gerçekleştiğini iddia etmekte olmalarına karşın böyle bir durumun vaki olmadığını düşünmekteyiz. 

Mekke de nazil olan İsra s. nin 1.ve 8. Ayetler arasının mesajını okumaya çalıştığımızda , bu Ayetlerin Muhammed (a.s) için bir hicret hazırlığı ve hicret edeceği yerde karşılaşacağı kavim olan İsrailoğulları ile ilgili bilgilerin verilmesi olarak okumak mümkündür. Musa (a.s) a verilen Kitap ile kendisine verilen Kitabın ortak bir kaynağı olduğunu bilen Muhammed (a.s) , bir rivayete göre daha Mekke de iken, bir başka rivayet göre Medineye hicret ettikten sonra Kudüse doğru yönelmiştir. Rivayetlerin hangisinin doğru olduğunu tartışmaktan çok , rivayetlerin ortak yönü ve Kur'anın desteği ile , Muhammed (a.s) ın Medinede Kabe den farklı bir yöne yönelmiş olduğudur. 

Bakara s. 115. Ayetinin Kabe harici bir yöne yönelmesi konusunda vahyin onayı olduğunu düşünmekteyiz. Bu Ayeti günümüzde "Canım nere isterse oraya dönerim" düşüncesinde, olanlar kendi düşüncelerine destek olan bir Ayet zannı ile okumakta olmalarına rağmen , onlara sözümüz Ayetleri bağlam ve siyak sibak dahilinde okumalarıdır.

 [002.115]  Doğu da Allah'ındır batı da. Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz Allah'(ın rahmeti ve nimeti) geniştir, O her şeyi bilendir.

Bakara s. 144. Ayeti, Kıblenin değişimi ile ilgili bir Ayet olup , bu Ayetin tefsiri ile ilgili bazı bilgileri hatırlatarak bu konudaki görüşlerimizi paylaşmak istiyoruz. Bu Ayet ile ilgili tefsirlerde , Muhammed (a.s) ın döndüğü yerden memnun olmayarak , yeniden Kabeye dönmek için vahiy beklediğini , "Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnud olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz." cümlesinden çıkarmaktadırlar , bu düşünceye katılmadığımızı söyleyerek gerekçelerini şöyle sıralayabiliriz; 

Muhammed (a.s) bir Elçidir , vaizfesi Rabbinin ona vahyettiklerini muhataplarına iletmektir. İçide bulunduğu durumdan hoşnutsuz olması gibi bir şeyin olması mümkün değildir. Kıblenin Kudüs yönüne döndürülmesi ile ilgili olarak net bir Ayet olmaması, bu konuda Elçinin içtihadının rol oynadığı kanaatini uyandırmaktadır. Kudüs yönünden eğer memnun değilse Elçinin vahiy beklemesine gerek olmadığını , nasıl Kudüse yöneldiyse , aynı şekilde Mekkeye yönelebilirdi . 

Ayet içindeki " Tekallube" kelimesinin, El müfredattaki anlamına baktığımızda bu kelimenin "Çevirip durmak" şeklinde anlamı olduğu gibi , "Tasarrufta bulunmak" anlamına da sahip olduğunu görürüz. "Sema" kelimesini , vahy ile alakalandırırsak bu cümlenin , "Senin yüzünü vahye çevirdiğini görüyoruz" şeklinde bir anlam kurarak , Muhammed (a.s) ın memnuniyetsizlik gibi bir duruma sokmaktan kurutulmuş oluruz. Ebu Müslim İsfahani bu konuyla ilgili olarak " yüzünü göklere döndürmesi duadır" diyerek daha doğru bir yaklaşım sergilemiştir. 

Bakara s. 143. Ayeti , Kıblenin sosyolojik boyutu olan , birlik ve beraberlik işareti olmasına işaret etmektedir. Aynı Kıbleye dönmekte tereddüt gösterenler için kullanılan "Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir" cümlesi , bu gün " Canım nereye isterse oraya dönerim" şeklinde kafasına göre takılmak isteyenler için düşünülmesi gereken bir cümledir. 

Kıble ile ilgili Ayetleri şöyle bir sıra dahilinde okuduğumuzda daha kolay anlaşılacağını düşünmekteyiz.

[002.142]  İnsanların beyinsizleri, «Yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir?» diyecekler; de ki: «Doğu ve batı Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola eriştirir».
[002.144] Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu  görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Siz de nerede olursanız olun,  yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, ehl-i kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir.
[002.143]  Böylece sizi insanlara şahid ve örnek olmanız için tam ortada bulunan bir ümmet kıldık. Peygamber de size şahid ve örnektir. Senin yöneldiğin yönü, Peygambere uyanları, cayacaklardan ayırdetmek için kıble yaptık. Doğrusu Allah'ın yola koyduğu kimselerden başkasına bu ağır bir şeydir. Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder.
[002.145] Sen, Kitap verilenlere her türlü delili getirsen, yine de kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. And olsun ki, eğer sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, şüphesiz o zaman zulmedenlerden olursun.
[002.146]  Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu  oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir takımı, doğrusu bile bile hakkı gizlerler.
[002.147] Gerçek Rabb'indendir, sakın şüphelenenlerden olma.
[002.148]  Herkesin yöneldiği bir yön vardır. Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın. Nerede olursanız olun Allah sizi bir araya toplar, Allah şüphesiz her şeye Kadir'dir.
[002.149]  Nereden  çıkarsan yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Şüphesiz bu, Rabbından bir haktır. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
[002.150] [IK] Nereden çıkarsan, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de nerede olursanız, yüzünüzü o yana döndürün, Ta ki, zalim olanlardan başka insanların aleyhinizde bir delili bulunmasın. Artık onlardan korkmayın, Benden korkun ki, hem üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım, hem de siz hidayeti ümid edebilesiniz.

Sonuç olarak; "Kıble" kavramı,"Salat" kavramı gibi Mümin olsun olmasın her insanın yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. Her insan , yaşamı içinde mutlaka bir inanç sistemine dahil olarak hayatını devam ettirir. Dahil olduğu inanç sisteminin belirlenmiş kuralları olup bu kurallara uymak zorunluluğu herkes için geçerlidir. Kişinin bu kurallara uyması , onun "Yüzünü döndürmesi" anlamına gelip , yüzünü döndürdüğü yerin adı "Kıble"dir. Bu kavram Müslümanın lügatında sadece belirli vakitlerde Mekke şehrinde bulunan Kabeye dönmek şekilde hayat bulmuş olsa da , olması gereken hayatının her anında bu tür yönelimi gerçekleştirmesidir. Bu yönelim 24 saat Kabeye doğru yüzünü döndürmek şeklinde değil , 24 saatinin her anında Allah (c.c) nin onun için vaz ettiği kurallar çerçevesinde hareket etmekle gerçekleşir.

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

14 Eylül 2014 Pazar

Düşünce Tarihimizin Kara Sayfası "Nesih Teorisi"

"Nasih mensuh" teorisi adı altında geliştirilen; Kur'an ayetlerinin başka bir ayetle hükmünün kaldırıldığı iddiası, düşünce dünyamızın en problemli düşüncelerinden birisidir. Bu teori öyle bir hale getirilmiştir ki; alt kategori başlıkları ile genişletilerek traji-komik bir hale dönüştürülmüştür. Adı geçen kelimenin, önce lügat anlamına bakıp, daha sonra konu ile ilgili olarak delil getirilen ayetler üzerinde durmaya gayret edeceğiz.

Teoride adı geçen "nasih" kelimesi; nesheden yani ortadan kaldıran, "mensuh" kelimesi ise neshedilmiş yani ortadan kaldırılmış anlamına gelmektedir.

"Enneshü" kelimesi lügatte; "bir nesneyi kendisini takip eden bir başka nesne ile ortadan kaldırmak" ya da "gidermek" anlamına gelmektedir. Güneşin gölgeyi (neshuşşemsizzılli), gölgenin güneşi (neshuzzllişşemse), saçtaki ağarmanın gençliği gidermesi (neshüşşeybeşşebab) gibi. Bununla kimi zaman "izale etme", "ortadan kaldırma", "giderme" anlaşılır, kimi zaman "sabit" veya "payidar kılma" anlaşılır, kimi zaman da bunların her ikisi anlaşılır. "Neshülkitabi"; bir hükmün kendisini takib eden bir başka hüküm aracılığı ile izale edilmesi, ortadan kaldırılması ya da giderilmesi.

"Neshül kitabi"; kitabın ya da yazının mücerred suretini başka bir kitaba ya da aktarmak, bu işlem ilk suretin izale edilmesini veya ortadan kaldırılmasını gerektirmez (Elmüfredat).

Bu teori; tefsircilerin inen ayetler arasındaki bağı kuramamasından kaynaklanan bir düşünce olup, konu ile alakalı olarak uydurma olarak bile niteleyebileceğimiz bir tek hadis dahi gelmemiş olması; konunun tamamen sonraki tefsircilerin ürettikleri bir düşünce olduğunu göstermektedir. Bu teoriyi kabul edenlerin aralarında herhangi bir sayı birlikteliği olmaması; işin ne kadar göreceli olduğunuda göstermektedir. En az beş ayet ile en fazla ikiyüz elli ayet arasında hükmünün kalktığı(!), iddia edilen ayetler olduğunun iddia edilmiş olması ayeti anlamakta zorlanan tefsircinin ayetin neshedilmiş olduğunu iddia etmesi ile neticelenmiştir. Konuya delil getirilen ayetler BAKARA, NAHL ve A'LA Sureleri'nde olup, bu ayetleri bu ayetleri ele almaya çalışacağız.

Mâ nensah min âyetin ev nunsihâ ne'ti bi hayrin minhâ ev mislihâ e lem ta'lem ennallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

[002.106] Biz bir âyetten her neyi nesh eder veya unutturursak ondan daha hayırlısını veya onun mislini getiririz. Bilmez misin ki Allah Teâlâ şüphe yok her şeye kemaliyle kâdirdir.

BAKARA 106. ayeti olan bu ayet; Kur'an içindeki ayetlerin birbirlerini nesh etmiş olduğu iddiasına delil getirilmektedir. Bu ayeti siyak ve sibak gözeterek okuduğumuz takdirde, Kur'an içinde herhangi bir ayetin hükmünün kaldırılacağına dair delil getirilmesine imkan görülmemektedir.

Mâ yeveddullezîne keferû min ehlil kitâbi ve lel muşrikîne en yunezzele aleykum min hayrin min rabbikum vallâhu yahtassu bi rahmetihî men yeşâu, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).

[002.105] Ne Kitap ehlinden, ne de müşriklerden hiçbiri, size Rabbinizden bir hayır indirilsin istemez. Allah ise, üstünlüğü, rahmetiyle dilediğine mahsus kılar ve Allah çok büyük lütuf sahibidir.

BAKARA 106 ayetini doğru anlamak; için bu surenin bütünlüğünü dikkate almak gerekmektedir. Sureyi kısaca hatırlayacak olursak; Medine'de nazil olan bir suredir ve içinde Ehl-i Kitap'a hitab eden ayetler mevcuttur. 105 ve 106. ayetler içinde geçen "Hayr" kelimesinin, 105. ayet içindeki anlamı, 106. ayeti anlamayı kolaylaştıracaktır. İndirilen Hayr'ın 105. ayette "Kitab" olduğu hatırlanacak olursa, 106. ayet içinde "nesh edilen bir şeyin daha hayırlısının getirilmesinin" ne demek olduğu anlaşılacaktır.

105. ayet içinde; Kitap Ehli ve müşriklerden olanların, mü'minlere indirilmesini istemedikleri "Hayr" kelimesi ile ifade edilmek istenen kitap olduğuna göre, neshedilen veya unutturulanın yerine daha hayırlısı olan şeyin kitap olduğu anlaşılmaktadır. Konu ile ilgili olarak NAHL Suresi'nde geçen ayetlere bir göz atalım;

Ve izâ beddelnâ âyeten mekâne âyetin vallâhu a’lemu bimâ yunezzilu kâlû innemâ ente mufter(mufterin), bel ekseruhum lâ ya’lemûn(ya’lemûne). 

[016.101] Biz bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir- «Sen ancak bir iftiracısın» dediler. Hayır; onların çoğu bilmezler.

Kul nezzelehu rûhul kudusi min rabbike bil hakkı li yusebbitellezîne âmenû ve huden ve buşrâ lil muslimîn(muslimîne).

[016.102] De ki: Onu Ruh-el Kudüs, mü'minlerin imanını pekiştirmek, müslümanlara hidayet ve müjde olmak üzere Rabbın katından hak ile indirmiştir.

"Nasih mensuh" teorisine delil olarak getirilen ayetlerden birisi de NAHL 101 ayeti olup, bu ayet; önceki BAKARA Suresi ayeti gibi cımbızlanarak okunmuş ve siyak sibak gözetilmeden anlaşılmaya çalışılmıştır. 101. ayet içinde "Sen ancak bir iftiracısın" dedikleri şey; sanki Kur'an ayetleri içinde hükmü kaldırılan bir ayet varmış da Muhammed(as) bunu haber vermiş ve böyle bir itiraz ile karşılaşmış bir durum meydana gelmiş gibi anlaşılmıştır.

SEBE 34. ayet ve bezer ayetlerde "Karşılarında açık deliller halinde ayetleriniz okunduğu zaman o zalimler: «Bu, yalnızca sizi atalarınızın taptığı tanrılardan men etmek isteyen bir adamdır!» dediler ve: «Bu (Kur'an), uydurulmuş bir iftiradan başka birşey değil!» dediler. Ve o küfredenler gerçek kendilerine geldiği vakit: «Bu apaçık bir büyüden başka birşey değildir!» dediler." şeklinde buyurulması; müşriklerin "iftira" dedikleri şeyin indirilen "kitap" olduğu açıkça anlaşılmasına rağmen, sadece anlamama sorunundan kaynaklanan bir durumu Kur'an'a onaylatmak için, ilgili ayetler bağlamdan kopuk olarak okunmuş ve "nasih mensuh" teorisinin Kur'an'dan delili(!) aranmaya çalışılmıştır.

A'LA Suresi 6 ve 7. ayetlerinde "Bundan böyle sana Kur’ân okutacağız da sen unutmayacaksın. Ancak Allah’ın dilediği müstesna." mealindeki ayetlerin; bazı ayetlerin inmiş olduğu, sonra bunların unutturulduğu şeklinde içler acısı bir düşünce ortaya atılarak bu traji-komik duruma kılıf giydirilmeye çalışılmıştır. Halbuki ayet içinde istisna getirilmiş olmasının, imkanlılığı değil aksine imkansızlığı anlattığı; yani Muhammed(as)'a indirilen Vahy'in unutturulmama garantisi olduğu, bu garantinin bizzat Allah(cc) tarafından verilmiş olduğu anlaşılmış olsaydı böyle bir hatalı anlayışa düşülmez idi.

Allah(cc)'nin elçileri vasıtası ile indirmiş olduğu kitapların aralarının ayrılması sonucunda böyle bir düşüncenin oluşturulmuş olduğunu düşünmekteyiz. İlk elçiden son elçiye kadar giden halkanın birbirinden ayrılmaması gerektiği bizlere Kur'anın bir beyanı iken, geleneksel düşünce içinde, önceki elçiler olan Musa(as) ve İsa(as)'ın Allah(cc)'ın elçisi oldukları maalesef unutularak "bizim peygamberimiz" terimi dillerimizde yerini almıştır. "Bizim peygamberimiz" tabiri; Muhammed(as) için kullanılır olup, şuur altında özellikle Musa(as) ve İsa(as) bizim peygamberimiz değilmiş gibi bir zan içine düşülmüştür. Amentü içinde bütün peygamberlere iman ettiğimizi söylememize rağmen, maalesef bu söz pratiğe yansımamıştır.

Peygamberlerin arasını ayırma gibi bir düşüncenin yansıması olarak görebileceğimiz "nasih mensuh" düşüncesi, eğer Tevrat, İncil ve adını bilmediğimiz bütün kitapların kaynağının aynı olduğunu bildiğimiz halde, bu bilgiyi pratiğe yansıtarak, Kur'an'dan önce nâzil olan kitaba iman ettiklerini iddia edenlerin, bu kitaplarındaki bir takım hükümlerin ortadan kaldırıldığı olarak, yani Allah(cc)'ın göndermiş olduğu Tevrat içinde geçen bazı hükümlerin artık neshedildiği şeklinde okunsaydı, Kur'an ayetlerinin içinde böyle bir durum olması akla bile gelmezdi.

Kur'an'ın beyanına göre; Allah(cc) İsrailoğulları'na, yapmış oldukları zulüm ve haksızlıklar nedeni ile onlara önceden helal olan bazı yiyecekleri haram kılmıştır. Bu yasakların bir kısmı İsa(as) ile, geri kalan kısmı Muhammed(as) ile helal kılınmıştır. Bu durumu ARAF 157 ayetinde görmemize rağmen, bu ayet yine bağlamdan kopuk olarak okunması neticesinde; sadece Muhammed(as)'in Kur'an harici helal haram yetkisi olduğu(!) düşüncesine dayanak edilmeye çalışılmıştır.

Kur'an ayetlerinin bağlam gözetilmeden okunması ve oluşturulmuş olan ön kabullerin Kur'an'a onaylattırılma çalışmasından başka bir şey olmayan "nasih mensuh" teorisi; şu 3 alt başlık altında kategorize edilerek düşünce dünyamızda kara bir sayfa olarak yerini bulmuştur. 

1- Metni bâki hükmü mensuh ayetler: Bu kategori altında sayıları 5-250 arasında, tefsircilerin anlayışına göre değişkenlik gösteren Kur'an ayetlerinin birbirlerinin hükümlerini ortadan kaldırmaları(!) söz konusudur.

2- Metni ve hükmü mensuh ayetler: Bu kategori altında; içler acısı bir durum olan Kur'an'ın korunmuşluğuna gölge düşüren bir sürü rivayet mevcut olup, Muhammed(as)'e indirilmiş fakat sonradan unutturulmuş(!) olan bir sürü ayetin mevcut olduğu iddiası söz konusudur.

3- Metni mensuh hükmü baki ayetler: Bu kategori altında; sadece tek bir ayet olup, söylemeye söz bulamayacağımız kadar kara bir sayfa bu kategoriye giren ayet sayesinde açılmıştır. Bu kategori altında zinâ eden evlilerin recm edilerek öldürülmeleri gerektiğine dair inen bir ayet(!) olduğu, Muhammed(as)'in vefatının telaşı sırasında Aişe validemizin odasındaki divanın altından bir keçi tarafından yenildiği, onun için mushafa konulmadığı ancak hükmünün âaki olduğu(!) şeklinde bir iftira ile İslam ceza hukukunun bir maddesi olarak ilave edilmiştir.

Sonuç olarak; hakkında uydurma bile diyemeceğimiz bir rivayet bulunmayan, "Kur'an ayetlerinin hükmünün başka bir ayetle kaldırılması" olarak teorize edilen "nasih mensuh" düşüncesi kara bir sayfa olarak karşımızda durmaktadır. Ayetlerin bağlamı gözetilmeden sadece ön kabullerin Kur'an'a onaylatılma ameliyesinden başka bir şey olmayan bu teori altında kategorize edilen alt başlıkların 2. ve 3. traji-komik bir durum arz ederek Kur'an'ın korunmuşluğuna gölge düşürmektedir. Bu düşünceyi savunanlara sorulduğu zaman, Kur'an'ın korunmuş olduğu düşüncesinin hakim olduğunu görmekle birlikte, mushafa alınmayan bir çok ayetin olduğu rivayetlerine itibar edilmektedir. Kur'an'ın bütünlük gözetilerek okunması sonucunda; hükmünün diğer bir ayet tarafından kaldırılmış bir ayetin olması mümkün görülmemektedir. Hükmünün kaldırıldığı düşünülen ayetlerin, nuzül bağlamı gözetilerek okunması sonucunda yaşanan hayat içinde inen ayetlerin o günkü duruma göre hüküm bildirdiği görülür ve bu durum sonrakiler için yol haritası teşkil etmesi gerekmektedir. Mekke'de elçiye sabır tavsiye edilirken, Medine'de insiyatifi ellerine geçiren mü'minlere savaş emredilmesi; sabır ayetlerinin hükmünün kalkması anlamında değil, süreç içinde nasıl davranılması gerektiğine dair bilgilerin beyanı olarak anlaşılması gerekmektedir.

EN DOĞRUSUNU ALLAH(CC) BİLİR.

26 Mayıs 2014 Pazartesi

İsra s. 2-8. Ayetleri İle İlgili Bir Düşünce Çalışması

Bu yazımız bundan önce yazmış olduğumuz , "isra s. 1. ayetinin mesajı üzerine bir düşünce çalışması " başlıklı yazımızın  devamı mahiyetindedir. Adı geçen yazımızda , isra s. 1. ayetinin sonraki ayetler ile bir bağı olduğunu hatırlatarak 2.ve 3. ayetleri yazımız içinde ele almıştık. O yazımızı kısaca hatırlayarak 1. ayet sonrası ayetler ile ilgili düşüncelerimizi paylaşalım.

İsra s. 1. ayeti , Allah cc nin kendi üzerine vazife kıldığı elçilerine ve mü'minlere yardım etme sözünün Muhammed as ve ona iman edenler içinde geçerli olduğunu hatırlatmakta olup, bu durumu Musa ve Lut as ı kurtarması ile ilgili ayetler de geçen kelimeler ile arada bir bağ kurarak anlatmaya çalışmıştık. İsra s. 1. ayeti Muhammed as a mekke'den hicret etmesi konusunda ona yol gösteren bir ayet olduğunu bunu devam eden ayetlerde hicret edeceği yerdeki karşılaşacağı kavim olan israiloğulları ile ilgili bilgiler vermesinden anlamaktayız. Kısaca bu hatırlatmayı yaptıktan sonra konumuz ile ilgili ayetlere geçebiliriz.

Ve âteynâ mûsel kitâbe ve cealnâhu huden li benî isrâîle ellâ tettehızû min dûnî vekîlâ(vekîlen).
 [017.002]  Musaya da kitab verdik ve onu Beni İsrail için bir hidayet rehberi kıldık, şöyle ki: benden başka bir vekil tutmayın diye.

2. ayette Musa as a verilen kitabın, israiloğullarına yol gösterici ve Allah cc den başkasını vekil tutulmaması gerektiğini hatırlattığı beyan edilmekte olup aynı hatırlatmalara sahip olan kitabın'da Muhammed as verilmesi ile arada bir ortak bağ olduğu bildirilmektedir.Muhammed as a verilen kitap'ta o kitabın hidayet olduğu ve Allah cc den başkasını vekil tutmamamız bir çok ayette emredilmektedir.

[002.002]  İşte bu kitab, onda hiç bir şüphe yoktur, müttekiler için hidayettir.
[002.185]  Ramazan ayı, ki onda Kuran, insanlara yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi. Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun; hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah size kolaylık ister, zorluk istemez. Bu kolaylıkları, sayıyı tamamlamanız ve size yol gösterdiğine karşılık O'nu ululamanız için meşru kılmıştır; ola ki şükredersiniz.
[027.001-2]  Ta, Sin, Bunlar Kuran'ın, Kitab-ı Mübin'in ayetleridir. Mü'minler için bir hidâyettir ve bir müjdedir.
[031.001-3] Elif, Lam, Mim. Bunlar sana o hikmetli kitabın âyetleri Muhsinler için bir hidâyet ve bir rahmettir.
[041.044]  Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı dilden (kitap) olur mu? De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağırılıyor (da Kur'an'da ne söylendiğini anlamıyorlar.)
[004.081]  «Peki» derler, fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden bir takımı, geceleyin senin dediklerinden başka bir şey kurarlar. Allah gece tasarladıklarını yazıyor, onlara aldırış etme. Allah'a güven, vekil olarak Allah yeter.
[004.132]  Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter.
[033.003] Allah'a güven, Allah, vekil olarak yeter.

Zurriyyete men hamelnâ mea nûh(nûhin), innehu kâne abden şekûrâ(şekûren).
Nuh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin nesli! muhakkak o, çok şükreden bir kul idi.

2. ayette ismi geçen israiloğulları ile ilgili olarak 3. ayette onlardan "Nuh ile taşınanların soyundan" oldukları ve Nuh as ın şükreden bir kul olduğu hatırlatması yapılmakta olup bu hatırlatmanın sebebi üzerinde biraz duralım. Bilindiği gibi Nuh as ile birlikte gemide taşınanlar insanlığın ikinci atası olarak bilinir, tufan olayında bütün inanmayanlar helak olmuş ve insanlık yeniden o gemiden inen insanların çoğalması ile devam etmiştir. Burada hitaba dikkat edilecek olursa Nuh tufanının bölgesel olduğu gibi bazı yorumların yanlış olduğuda ortaya çıkmakta olup insanların o gemideki insanların nesli oldukları hatırlatılmaktadır.

Meryem s. 58. ayetinden önceki ayetlerde , İbrahim,İshak,Yakub,Musa,Harun,İsmail,İdris as ların isimleri zikredildikten sonra " İşte bunlar; Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Adem in soyundan, Nuh ile beraber taşıdıklarımızdan ve İbrahim ile İsrail'in neslinden, hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Rahman'ın ayetleri onlara okunduğu zaman; ağlayarak secdeye kapanırlardı." buyurularak insanlar arasında ortak bir bağ kurulmaktadır. Bu durum yasin s. 41. ayettede hatırlatılmaktadır "Onların zürriyetlerini dopdolu bir gemide taşımamız da onlar için büyük bir ibrettir."

Ve kadaynâ ilâ benî isrâîle fîl kitâbi le tufsidunne fîl ardı merreteyni ve le ta’lunne uluvven kebîrâ(kebîren).
[017.004]  İsrailoğullarına Kitap'da: «Doğrusu yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacak ve kibirlendikçe kibirleneceksiniz» diye bildirdik.

"Qada" kelimesi, "ister sözle ister fiille olsun bir meselede veya işte nihai ayrımı yapmak" anlamında olup , ilahi ve beşeri olmak üzere iki ayrılır.(el müfredat)

İsrailoğullarının arz'da iki defa fesad yapacakları şeklinde verilen haberin kaynağı "el kitab" olarak ayette bildirilen, diğer ayetlerde "levhi mahfuz" olarak gördüğümüz Allah cc nin indindeki bilgi için kullanılan bir kelimedir. İsrailoğullarının arz üzerinde iki defa fesad yapacaklarının kitab'ta hükmedilmiş olması sanki onların bu fesadları haşa Allah cc tarafından onlara bir cebir şeklinde olacak  gibi görünmesine rağmen bu konuyu , Allah cc nin kullarına irade vermesi ve yaptıklarını bu iradelerini kullanarak yapmaları ve bunun neticesinde cennet veya cehennemi hakettiklerini bildiren ayetler eşliğinde okuyacak olursak bu fesadı kendi iradeleri ile yaptıkları anlaşılır. 

Arz üzerinde iki defa fesad çıkarmaları israiloğulları üzerine yazılmış olması ilk fesad dan sonra toparlanıp eski gücüne kavuşanların bu güçlerine güvenerek yeniden bir fesad hareketine giriştikleri takdirde yine aynı şeyler ile karşılaşacakları bildirilmektedir.

Bu ve sonraki ayetlere geçmeden ilgili ayetleri anlamamıza yardımcı olması için şunları söyleyebiliriz. Allah cc nin arz üzerindekiler için koymuş olduğu sünnetlerden birisi de fesadçıların engellenmesi olup bu engellemeyi diğer kullarının eli ile yaptırmasıdır. 

 [002.251]  Sonunda Allah'ın izniyle onları yendiler. Davud da Câlût'u öldürdü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir.
[022.040]  Onlar, başka değil, sırf «Rabbimiz Allah'tır» dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.

Bakara s. 251 ve hacc s. 40. ayetlerinde , Allah cc nin bir kısım insanı diğer bir kısım ile defetmesi şeklinde bir sünneti olduğunu görmekteyiz. İsrailoğulları da arz üzerinde yaşayan kavimlerden olup bu sünnetin de onlar için geçerli olup yerine geldiği haberi verilerek ne zaman böyle bir fesada girişseler o fesadın yanlarına kar kalmayacağı haber verilmektedir. 

 Fe izâ câe va’du ûlâhumâ beasnâ aleykum ibâden lenâ ulîbe’sin şedîdin fe câsû hılâled diyâr(diyâri), ve kâne va’den mef’ûlâ(mef’ûlen).
[017.005]  O ikiden birincisinin vakti gelince, üzerinize çok güçlü olan kullarımızı saldık. Onlar, memleketin her köşesini kontrollarına aldılar. Bu, yerine gelmiş bir vaad idi.

İsra s. 5. ayeti , bu sünnet'in israiloğulları üzerindeki uygulamasının gerçekleşmiş olduğunu haber vererek, verilen sözün yerine gelmiş olmasını , bundan sonraki yapacakları fesad için aynı sünnet'in cari olacağı bildirilmektedir. Bu ilk vaad'in ne zaman ve nasıl yerine geldiği konusunda tefsir kitapların da yorumlar bulunmakla birlikte konuya evrensel bir geçerlilik açısından bakmak tercihinde bulunduğumuz için bu tür yorumlar ile yazının hacmini genişletip okuyucuyu sıkmak istemiyoruz.

Yeri gelmişken şunu da hatırlatmak yerinde olacaktır; kur'an ayetlerine baktığımızda israiloğulları ile ilgili ayetlerin hayli bir yekün tuttuğu görülecektir, bunun sebebi insanın olumsuz tarafının bu kavim üzerinde bariz olarak ortaya çıkması ve onların bu yaptıklarının karşılıklarını nasıl aldıkları gösterilerek bizlere " onlar gibi olmayın" mesajı verilmektedir, ayetleri sadece israiloğulları çerçevesinde değerlendirdiğimiz zaman sadece kuru bir düşmanlık la sınırlı kalacak ve bize ibret olarak okunması gibi bir durum olmayacaktır. İsra s. 2-8. ayetlerinin de bu mantık çerçevesinde okunması ve ibret alınması gerektiğini düşünmekteyiz.

Summe redednâ lekumul kerrete aleyhim ve emdednâkum bi emvâlin ve benîne ve cealnâkum eksere nefîrâ(nefîren).
[017.006]  Sonra da onların üzerine tekrar size bir galibiyet verdik ve size mallar ile ve oğullar ile imdat ettik ve sizi aşiretce (düşmanlarınızdan) daha ziyâde kıldık.

6. ayet yine geçerli olan bir sünnet olan yıkımın ardından yükselmeyi ifade etmektedir. Bu şekil bir yükseliş kur'anda helak edilen kavimlerin üzerine kurulan medeniyetler ve o medeniyetlerin yine helak edilmesi ile ilgili olarak anlatılmaktadır. Bu olguyu özellikle mü'minun suresinde anlatılan kıssalarda ve Nuh as kıssası sonra 31-44. ayetlerde görmek mümkündür. 6. ayet'te anlatılan bir durum toplulukların yaşadıkları hayat içindeki iniş çıkışları olup "her inişin bir çıkışı , her çıkışın bir inişi vardır" şeklindeki kural gereğince hiç bir topluluğun elindeki güce güvenerek zulme sapmaması hatırlatılmakta olup bunun tersi bir durumda karşılacaklarının kendilerinden kuvvetli başka bir topluluk tarafından alt edilmeleri olduğu 7. ayette anlatılmaktadır.

İn ahsentum ahsentum li enfusikum ve in ese’tum fe lehâ, fe izâ câe va’dul âhıreti li yesûu vucûhekum ve li yedhulûl mescide kemâ dehalûhu evvele merretin ve li yutebbirû mâ alev tetbîrâ(tetbîren).
[017.007]  İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz o da kendinizedir. İki vaadden ikincisinin vakti gelince, yüzünüzü üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları, önceden Mescid'e girdikleri gibi girmeleri, ele geçirdikleri yerleri harap etmeleri için onları tekrar göndereceğiz.

7. ayette , fesadın devam etmesi halinde daha önce geçerli olan sünnet'in yine cari olacağı , önceki fesadlarının karşılıklarını nasıl aldıkları tekrar hatırlatılmakta ve yapacağınız iyilik ve kötülük kendiniz içindir denilerek alacakları karşılıkların kendi elleri ile yaptıklarının olacağı anlatılmaktadır.

Asâ rabbukum en yerhamekum, ve in udtum udnâ, ve cealnâ cehenneme lil kâfirîne hasîrâ(hasîren).
[017.008]  Olur ki Rabbiniz size merhamet eder. Eğer dönerseniz Biz de döneriz. Öyle ya, Biz cehennemi kafirlere zindan yapmışız!

8. ayet , Allah cc nin merhamet etmesinin insanların fesaddan dönmelerine bağlı olduğunu , dönmedikleri takdirde akıbetlerinin neresi olacağı haberi verilmektedir.  

2-8. ayetler arası İsrailoğullarının arz üzerinde yaptıkları fesada karşılık nasıl bir karşılıkla cevap aldıkları hatırlatılarak, yine aynı surenin 101-104. ayetlerinde bu şekil bir fesadı israiloğullarına uygulayıp nasıl bir son ile karşılık gören firavun ve ordusu hatırlatılmakta olup, cari olan sünnetin sadece israiloğulları üzerinde değil bütün fesadçılara için geçerli olduğu olduğu bildirilmektedir.

[017.101] Andolsun biz, Musa'ya açık açık dokuz âyet verdik. Haydi İsrailoğullarına sor. Musa onlara geldiğinde Firavun ona, «Ey Musa! dedi, senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum!»
[017.102]  Musa da: «And olsun ki, bunları göklerin ve yerin Rabbinin açık belgeler olarak indirdiğini biliyorsun. Ey Firavun! Doğrusu senin mahvolacağını sanıyorum» demişti.
[017.103]  Firavun bunun üzerine onları memleketten sürmek istedi. Biz de onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk.
[017.104]  Arkasından da İsrailoğullarına: «O topraklarda oturun! Ahiret vâdi tahakkuk edince, hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz» dedik.

İsra s. 2-8. ayetler arası israiloğullarından bahsedilmesi bizi bu durumun sadece onlar ile ilgili olmadığı aksine, Allah cc nin cari olan sünnetinin her topluluk için geçerli olduğu , bu sünnetin israiloğulları üzerinden anlatılması nuzül zamanı ve mekanı bağlamında düşünülecek olursa , isra s. 1. ayeti ile Hicret'e bir kapı açılmış olması ve hicret edilecek beldede karşılarına çıkacak olan kavim ile ilgili ön bir bilgi olarak düşünülebilir.

İsra s. 2-8. ayetlerinden , 1- nuzül zamanı ve mekanı açısından tarihsel bir bakış açısı,  2- bu olayın verdiği mesajı evrenselleştirip bütün zamanlara uyarlayarak bir mesaj çıkarmak mümkündür.  

Nuzül zamanı ve mekanı açısından baktığımızda bunu da ikiye ayırıp ayetlere 1-Müslümanlar , 2- israiloğulları açısından bakarak her iki tarafa verilmek istenen mesajı çıkarmak mümkün olabilir. Müslümanlar açısından baktığımız zaman isra s. 1. ayetinin Hicret'e kapı açan bir ayet olduğundan yola çıkarak hicret edecekleri yerde mevcut bulunan kavim ile ilgili bilgiler verilerek bu kavmin Müslümanlara karşı tutumları ve bu tutumları sonucu , eğer Müslümanlar Allah cc tarafından konuşmuş olan galibiyet şartlarını yerine getirdikleri takdirde bu kavmin fesadını engelleyecekleri haber verilmektedir. 

İsrailoğulları açısından bakarak onlara verilmek istenen mesaj ile ilgili olarak şunları söylemek mümkündür. İsrailoğullarının karşılacakları Müslüman topluluğun Nuh ile gemide taşınanlardan olmaları nedeniyle bir bağları olduğu ve iman ettikleri Musa as ve Tevrat'ı gönderen Allah cc nin şimdi Muhammed as ve kur'anı gönderdiği , ve onlarında buna iman zorunluluğu olduğu eğer iman etmeyip daha önceki zamanlardaki gibi fesad peşinde koşacak olurlarsa önceki sünnetin uygulanacağı tehdidinde bulunulmaktadır. Bilindiği gibi israiloğulları bu daveti kabul etmek yerine olanca gayretleri ile karşı koymuş ve fesada devam etmişlerdir.

[002.011] Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, «Biz ancak ıslah edicileriz» derler.
[005.064] Yahudiler «Allah'ın eli sıkıdır» dediler. Bu sözlerinden ötürü elleri bağlansın. onlara lanet olsun! Tersine O'nun iki eli de açıktır, dilediği gibi verir. Rabbin tarafından sana indirilen ayetler onların çoğunun azgınlığını ve kafirliğini arttıracaktır. Onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek bir düşmanlık ve kin saldık. Ne zaman savaş ateşini körüklediler ise, Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde hep fesad, bozgunculuk peşinde koşarlar. Oysa Allah bozguncuları sevmez.

Kur'anın medine'de inen pek çok ayetinde kitab ehline yapılan hitablarda onların nasıl bir yol izledikleri hakkında bilgi sahibi olmaktayız. İsrailoğulları Muhammed as a tabi olmama yolunda başı çekmiş bir topluluk ve fesad ve nifak yoluyla yolu engellemeyi her fırsatta denemişlerdir. Müslümanlar Allah cc nin koymuş olduğu sünnet çerçevesinde bir yol izleyerek fesadçılara karşı cihad edip onların fesadlarına engel olmuşlardır.

[059.002]  Kitap ehlinden inkarcı olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa ey inananlar! Çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da, kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi, kalblerine korku saldı; evlerini kendi elleriyle ve inananların elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri! Ders alın.
[059.003]  Ve eğer Allah, onların üzerine sürülmeyi yazmamış olsa idi, elbette onları yine dünyada muazzep ederdi ve onlar için ahirette ise ateş azabı vardır.

Haşr s. 2 ve 3. ayetleri örneğinde kitab ehlinden olan yahudilerin yapmış oldukları fesada karşı müslümanlar eliyle Allah cc tarafından nasıl cezalandırıldıkları anlatılmakta olup buna benzer ayetler özellikle medine'de inen surelerde görülmektedir. 

İsra s. 2-8. ayetlerini evrensel bir mesajı olması açısından okumaya tabi tutarsak şunları söyleyebiliriz; Bakara s. 30. ayetinde rabbimiz meleklere "ben arz üzerinde bir halife kılacağım" buyurmasına karşılık meleklerin , "orada kan akıtacak fesad çıkaracak olanımı yaratacaksın" şeklinde soru ve sorudaki "fesad" kelimesinin kur'an içindeki kullanımını göz önüne almadan , "melekler neden böyle dedi?" diye onun etrafında yapılan tartışmalar, maalesef Allah cc nin bizlere görev olarak verdiği fesada engel olmayı hatırımızdan çıkarmıştır.

İsrailoğulları örneği üzerinden arz üzerinde fesada koşanların , Allah cc nin koyduğu bir sünnet dahilinde başkaları tarafından bertaraf edileceği ve bu bertaraf edilmenin haberi onlara verilerek , fesadı terketmeleri aksi takdirde bu fesadlarının ortadan kaldırılması için Allah cc nin başka kullarını göndereceği haberi verilmektedir.

Bugün yaşadığımız arz üzerinde fesad hareketi yine israiloğullarının başı çektiği oluşumlar üzerinden yürütülmekte olduğu ve bu fesad hareketinden en fazla müslümanların etkilendiği bir gerçektir. Allah cc koymuş olduğu sünnetin gereklerinin müslümanlar tarafından yerine getirilmeden sadece kuru bir dua ile bu fesadın önlenemeyeceğini hala müslümanlar anlamış değillerdir. Allah cc kur'anı bir hayat ve o hayat içindeki olayların insanları nasıl etkilediği , hayat içinde olumsuz örnekliklerden olan fesadı yayanların ne şekilde engellenmesi gerektiği bir çok kur'an ayetinde bizlere hatırlatılmış olmasına rağmen bu ayetler maalesef eskilerin masalları mesabesinde okunmuş ders çıkrmak ve o dersi hayat içinde tatbikata geçirerek zalimlere engel olmak vazifemiz unutulmuştur. 

Zülkarneyn kıssası içinde okuduğumuz, fesadçı kavim olan ye'cüc ve me'cüc için yapılan seddin yapılmasının anlatılması bizlerin fesadçılara karşı nasıl karşı koymamızı öğ reten bir kıssa olmasına rağmen yine mesajdan uzak bir okuma ile masala dönüştürülmüştür. Bugün elimizi kolumuzu bağlayıp gmkten melekler inip fesadçıları helak edecek diye beklersek bu asla olmayacak aksine bu bekleyişimiz bizim helakımızı hızlandıracaktır. İsra s. 2-8. ayetleri israiloğullarının fesada devam etmeleri halinde başlarına gelecek olanı haber vermiş olup ve haberin gerçekliği Muhammed as ve ashabı eliyle onlara gösterilmiştir, bu gösterilişin nasıl olduğu yapılan savaşlar ile olup bugünde yapılması gereken bundan başkası değildir. Müslüman olmak iddiasında olmamız bizim görev olarak fesada engel olmak gibi bir vazife şuuru içinde olmamız gerektirmektedir , maalesef bugün müslümanlar olarak birbirimizi karşı kullandığımız silahı bile fesadçılardan temin etmemiz bizlerin bu şuurdan ne kadar uzak olduğumuzu göstermektedir.

Sonuç olarak; İsra s. 1. ayetinde Allah cc nin elçilerine vaad etmiş olduğu yardım ve galibiyet sözünün gerçekleşeceği haberi ve bu vaadin gerçekleşmesi için diğer elçilerin yaptığı gibi bulunduğu beldeyi terketmesi gerektiğini bilen Muhammed as a hicret edeceği yerde 2-8. ayetler arasında , karşılaşacağı topluluk ile bilgiler verilmiş olup , bu topluluğun adıl olan israiloğullarına'da karşılaşacakları topluluk olan müslümanlara tabi olmaları, fesad çıkarmamalarının hatırlatılması yapılmakta olup aksi takdirde önceki fesadlarında aldıkları karşılık hatırlatılarak aynı sünnetin cari olacağı bildirilmektedir. Yazılarımızda takip ettiğimiz anlama metodu olarak tercih ettiğimiz soru olan " ayetlerin bize olan mesajı nedir?" sorusuna cevap aramak çerçevesinde okumaya çalıştığımız ayetlerden olan isra s. 2-8. ayetler arasındaki tarihsel bağlamın yanısıra evrensel bir mesajı olduğunu da elimizden geldiğince paylaşmaya çalıştık bu metodu takip ederek yaptığımız çalışmaların kur'an etrafında birleşmiş olan kardeşlerimizin çalışmasına bir nebze ışık tutmak amaçlı olduğunu hatırlatmak isteriz. Özellikle kıssalar ile ilgili ayetlerin bu anlayış içinde okunması ve tarihi bağlamı çerçevesinden çıkarılarak yaşayanlara olan mesajının ne olduğu konusunda düşünülmesi gerektiği ,aksi takdirde tefsir kitaplarında bolca rastladığımız açmazlar içinde kalınması kaçınılmazdır. 

                                  EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

4 Mayıs 2014 Pazar

Nur Suresi 16. Ayetindeki Subhaneke Kelimesi İle İlgili Bir Düşünce

Nur suresi içinde anlatılan konulardan birisi nazil olma sebebi olarak , Aişe validemize atılan iftira hakkında olup onun temize çıkarılması ile ilgili ayetlerdir. Bu ayetleri okurken sadece, bu ayetler Aişe validemizin masumiyeti hakkında nazil olmuş deyip ayetleri tarihsel bir konuma oturtmak gibi bir durum sözkonusu olmamalıdır. Olması muhtemel olan bu tür olaylara nasıl yaklaşmamız gerektiğini öğreten ayetler olarak bu mesajlar kıyamete kadar bizlere yola gösterecektir. Yazımızın konusu bu surenin 16. ayetinde geçen "subhaneke" kelimesinin kullanımı ile ilgili olacağı için önce ilgili ayeti verip sonra konu ile ilgili ayetleri sıralayarak 16. ayetteki kelimenin muhatabının kim olabileceği üzerindeki düşüncemizi ortaya koymaya çalışacağız.

 Ve lev lâ iz semi’tumûhu kultum mâ yekûnu lenâ en netekelleme bi hâzâ subhâneke hâzâ buhtânun azîm(azîmun).
 Onu  işittiğinizde: "Bunu konuşmak bizim işimiz değildir! Subhaneke (Seni tenzih ederiz)! Bu, aziym bir iftiradır!" demeniz gerekmez miydi?

Konu bütünlüğünü anlamak açısından ifk olayı ile ilgili ayetlerin mealleri şöyledir.  
[024.011] Muhakkak o kimseler ki, iftira ile geliverdiler, sizden bir zümredirler. Onu sizin için bir şer sanmayın, belki o sizin için bir hayırdır. Onlardan her kişiye de günahtan kazandığı şey vardır. Onlardan o kimse ki, onun büyüğünü deruhte etmiştir, onun için de pek büyük bir azap vardır.
[024.012]  Onu işittiğiniz vakit mü'min erkeklerle, mü'min kadınların kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulunup: Bu, apaçık bir iftiradır, demeleri gerekmez miydi?  
[024.013]  Ona dört şahit getirselerdi ya, madem ki şahit getiremediler, o halde onlar Allah katında yalancılardan ibarettirler.
[024.014]  Ve eğer Allah'ın fazl-u rahmeti dünyada ve ahirette üstünüzde olmasa idi elbette o içine daldığınız yaygaradan dolayı sizi pek büyük bir azap kaplardı.
[024.015] Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç) tur.
[024.016] Onu  işittiğinizde: "Bunu konuşmak bizim işimiz değildir! Subhaneke (Seni tenzih ederiz)! Bu, aziym bir iftiradır!" demeniz gerekmez miydi?
[024.017]  Eğer mü'min kişilerdenseniz; buna benzer bir şeye bir daha dönmemeniz için Allah, size öğüt veriyor.
[024.018]  Allah size ayetleri açıkça bildirir. Allah bilendir, Hakim'dir.
[024.019]  İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da ahirette de çetin bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
[024.020] Ve eğer Allah'ın fazlı ve rahmeti sizin üzerinize olmasa idi (elbette ki, sizi muazzep kılardı) ve şüphe yok ki, Allah çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.

Mealini verdiğimiz ayetlerde görüldüğü üzere Aişe validemizin üzerine atılan sözün iftira olduğu ve16. ayette , bunu duyanların Aişe validemizi böyle bir şey yapmaktan münezzeh olduğunu dile getirmeleri ve olayın gerçek değil apaçık bir iftira olduğunu söylemelerin gerektiği beyan edilmesine rağmen, ayet içindeki "subhaneke" kelimesinin diğer ayetlerde Allah cc için kullanılmasından yola çıkılarak bu ayet'tede sanki Allah cc için kullanıldığını düşünerek bir çok mealin şu şekilde yapıldığını görmekteyiz.  
24.16- Onu duyduğunuzda: 'Bize bunu konuşmak yakışmaz. (Ey Rabbimiz!) Sen yücesin! Bu büyük bir iftiradır' demeli değil miydiniz?
24.16-Onu işittiğiniz vakit, (Peygamberin eşiyle ilgili) böyle bir konuşmamız bize uygun olmaz; Hakk'ı tenzîh ederiz, bu en büyük bir iftiradır, deseydiniz ya..
 24.16- Onu işittiğiniz zaman: "Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Tanrım) Sen yücesin; bu, büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi?

Yukarıda verdiğimiz örnek ayet meallerine dikkat edecek olursak ayet içinde geçen "subhaneke" kelimesinin diğer ayetlerde Allah cc için kullanılışını dikkate alarak parantez açılarak bir ilavede bulunulmuştur. Halbuki bu kelimenin muhatabının ayet içinde Allah cc değilde Aişe validemiz olduğu biraz düşünülseydi gereksiz parantezler açarak ayetin yanlış meallendirmesine gerek kalmazdı. 
Subhaneke kelimesinin geçmiş olduğu diğer ayetler olan, 2.32/3.191/5.116/7.143/10.10/21.87/24.16/25.18/34.11 e bakmış olsalardı o ayetlerdeki "ke" zamiri ile ilgili olan muhatabın Allah cc olduğu ama nur s. 16. ayetteki "ke " zamirinin muhatabının Allah cc değil Aişe validemiz olduğu görülürdü. Subhaneke kelimesi ile eğer Allah cc kastedilmiş olsaydı "subhanallah" kelimesi kullanılması daha doğru olurdu düşüncesindeyiz.

Burada şöyle bir saptama yaparak iddiamızı daha doğru bir zemine oturtabiliriz. Allah cc aşkın bir varlık olması nedeniyle bize kendisini, algılama alanımıza giren kelimeler ile ifade ederek onu idrak etmemizi sağlar, bu idrak etme bize kendisini anlatırken benzettiği kelimelerin anlamları üzerinden olduğu için biz onu kapasitemiz kadar idrak edebiliriz. Allah cc nin subhan alması demek o kelime üzerinden ifade edilen anlamı zihnimizde canlandırarak onun her türlü eksiklikten münezzeh olduğunu biliriz işte bu şekil bir anlatım müteşabih bir anlatım olarara isimlendirilir.Müteşabih anlatımlar ise, muhkem anlatımlar üzerinden verilen mesajlar ile anlaşılabilir olması kur'anın mesani yani ikili anlatım uslubunun bir özelliğidir. Aişe validemiz için kullanıldığını iddia ettiğimiz "subhaneke" kelimesi onun için kullanılan muhkem bir kelime olup onun her türlü zina iftirasından beri olduğunu, kesinlikle böyle bir suç işlemeyeceğini ifade etmek için kullanılmış bir kelime olduğu düşünülebilir.

 Haklı olarak şöyle bir soru gelecektir, "ke" zamiri muhatap müzekker bir zamirdir neden muhatap müennnes zamiri olan " ki" şeklinde gelip "subhaneki" denilmedi'de subhaneke denildi ? . Bu duruma cevap olarakta kur'anın bazı ayetlerinde gözümüze çarpan müzekker gelmesi yerde müennes gelmesi veya müennes gelmesi gereken yerde müzekker şekilde gelen bazı örnekleri söyleyebiliriz mesela  ; yusuf suresi 30. ayetindeki " ve qale nisveten" ibaresinde "qale" (dedi) kelimesi müfret müzekker gaip sigasında gelmiş bir kelime "nisveten" çoğul müennes bir kelimedir . Bu tür örnekleri bazı ayetlerde görmek mümkündür. Bu konu ile ilgili olarak Sayın Soner Gündüzöz hocanın "Kur'anda yerleşik gramer kurallarına aykırı dil yapıları "adlı makalesine bakılabilir. 

 Sonuç olarak; nur suresinde Aişe validemize atılan iftira ile ilgili inen ayetlerdeki 16. ayet içinde geçen "subhaneke" kelimesinin Aişe validemizin böyle bir zina eyleminden münezzeh olması gerektiğini , bunu duyan mü'minlerin o iftirayı duydukları zaman " SENİ BÖYLE BİR ŞEY YAPMAKTAN TENZİH EDERİZ SEN ZİNA GİBİ ÇİRKİN BİR ŞEY YAPMAKTAN MÜNEZZEHSİN" demeleri gerektiği halde o iftiraya inanmalarının çok büyük bir hata olduğu beyan edilmektedir. Subhaneke kelimesinin geçtiği diğer ayetlerde bu kelimenin Allah cc için kullanılmasının bu ayet için'de Allah cc için kullanıldığını düşünen meal yapıcıları bu düşüncelerini ayet içinde parantez açarak gerçekleştirmişlerdir. Kur'an meali yapan kişilerin genelde birbirlerinden kopya çekerek meal yapmaları bu şekil bir hatayı beraberinde getirdiğini düşünerek tetkik ettiğimiz mealler içinde Edip yüksel'in yapmış olduğu mealin parantez açılmadan yapılmış olduğunu gördüğümüz ve doğruya en yakın bir meal olduğu için onun nur s. 16. ayet ile ilgili yaptığı meali vererek yazımızı bitiriyoruz. "Onu işittiğinizde, 'Bunu konuşmamız doğru değil. Sen Yücesin. Bu büyük bir iftiradır,' demeniz gerekmez miydi?"

                                            EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR.

28 Mart 2013 Perşembe

Nuh s. 27. Ayetinin Meali Üzerine Kısa Bir Düşünce

Bu yazımızda nuh as ın kıssasının anlatıldığı nuh s. 27. ayeti ile ilgili yapılmış olan iki farklı meali üzerinde durup hangi mealin kur'an bütünlüğüne daha uygun olduğu hakkındaki düşüncemizi ortaya koyacağız. Bu ayet ile ilgili yapılmış olan iki farklı meal şu şekildedir.  

----- «Doğrusu Sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; sadece ahlaksız ve çok inkarcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler.»
-----Zira sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarıyorlar, ve nankör facirden başka da doğurmuyorlar.

Ayetin mealindeki farklı çeviri arapça metindeki "ve la yelidu" kelimesinin çevirisindedir. Kelime arapça gramer olarak "fiili muzari nefi istikbal" geniş ve gelecek zamanın olumsuzudur. Ancak bu kelime geniş zaman kullanımı yerine gelecek zaman ile ilgili kullanılmış ve dolayısı ile nuh as ın hud s . deki anlatılan kıssasında 31. ayette "«Size, Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum; gaybı da bilmem; doğrusu melek olduğumu da söylemiyorum; küçük gördüklerinize Allah iyilik vermeyecektir diyemem; içlerinde olanı Allah daha iyi bilir. Yoksa şüphesiz haksızlık edenlerden olurum.»" demiş olmasına rağmen kavmi ile gelecekte olan bir şeyi haber söylemiş olması yani kavmi için helak isterken gelecek ile olarak" kafir ve facirden başkasını doğurmazlar" demesi "ben gaybı bilmem" diyen bir elçi için çelişki arzetmektedir. Şu bir gerçektir' kafir bir ebeveynden mü'min bir çocuk , mü'min bir ebeveynden'de kafir bir çocuk dünyaya gelebilir.    

Öyleyse bu ayetin mealini geniş zaman olarak "doğurmuyorlar" şeklinde çevirmek daha doğru olacaktır. Çünkü gaybı bimeyen bir elçi şahid olduğu bir durum ile ilgili konuşmaktadır ve kavminin bireylerinin gelecekte kafir ve facir bir nesil dünyaya getireceğini değil, içlerinde olduğu 950 yıl boyunca şahid olduğu bir durumu dile getirmektedir ve "facir ve kafirden başkasını doğurmuyorlar " demektedir.  

Dikkatli bir meal okuyucusu bu ayetin "doğurmazlar" şeklinde yapılmış olan meallerini okurken "başka ayette ben gaybı bilmem diyen nuh as burada gaybı nasıl bilmiş" diye bir soru aklına gelebilir ancak bu ayet ile ilgili meallere baktığımızda doğru olduğunu düşündüğümüz mealin incelemiş olduğumuz mealler içinde sadece elmalılı hamdi yazır'ın yapmış olduğu mealde görebildik ve maalesef onunda sadeleştirme adı altında yapılan bir mealininde bir cinayete kurban edilerek diğer mealler gibi yapıldığını gördük.   

Nuh s 27. ayeti ile ilgili olarak doğru ve kur'an bütünlüğüne daha uygun olduğunu düşündüğümüz elmalılı hamdi yazır'ın meali şudur.  

071.027 [E0] Zira sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarıyorlar, ve nankör facirden başka da doğurmuyorlar.

                                    EN DOĞRUSUN ALLAH (C.C) BİLİR.