Beşer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Beşer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mart 2016 Pazartesi

İSMET SIFATI : Muhammed (a.s) ı Beşer Olmaktan Çıkaran Bir Düşünce

Allah (c.c), biz insanların dünya hayatında nasıl yaşamamız gerektiğine dair  vaz ettiği kuralları , yine biz insanlar arasından seçtiklerine vahy yolu ile bildirmiştir. Allah (c.c) den aldıkları vahyi kavimlerine iletmekle görevli olan elçilerin , kavimleri içindeki bazı kimseler tarafından şiddetli bir muhalefet ile karşılandıklarını , elçilerin kıssalarını okuduğumuzda görmekteyiz. 

[017.094]  Onlara hidayet geldiği zaman; insanları inanmaktan alıkoyan, sadece: Allah peygamber olarak bir beşeri mi göndermiştir? demeleridir.

Kavimlerin ileri gelenlerinin, o elçilere karşı getirdiği itirazlardan bir tanesi de , o elçilerin BEŞER oldukları noktasındadır. Son elçi olan Muhammed (a.s) da önceki elçilere gösterilen aynı tepkilerle karşılaşarak, önceki elçi atalarının karşılaştığı itirazların aynısı ile ona da yapılmıştır. 

[025.007]  Dediler ki: «Bu resule ne oluyor ki, yemek yemekte ve pazarlarda dolaşmaktadır? Ona, kendisiyle birlikte uyarıp-korkutucu olacak bir melek de indirilmesi gerekmez miydi?»
[021.003]  Onların kalpleri tutkuyla-oyalanmadadır. Zulme sapanlar, gizlice fısıldaştılar: «Bu sizin benzeriniz olan bir beşer değil mi? Öyleyse, göz göre göre siz büyüye mi geleceksiniz?»

Kendisinin biz gibi bir insan , bizden farkının ona vahyedilmesi olduğunu bir çok ayette gördüğümüz Muhammed (a.s) , vefatı sonrasında ortaya çıkan Kur'andan onay almayan farklı elçi algısı neticesinde, insan olmaktan çıkarılarak insanüstü bir peygamber portresine büründürülmüştür.

[017.093] «Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla inanmayız.» De ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer bir elçiyim.

Mesajın kendisini değil , getiren elçiyi öne çıkaran bir düşünce temeline oturtulmuş olan genel geçer elçi anlayışında, ona tahsis edilmiş bazı sıfatlar vardır ki , sanki bu sıfatlar diğer insanlardan ayrı olarak , sadece ona has bir ayrıcalıkmış gibi bir düşünce üzerine kurulmuştur. 

"İsmet" , ona tahsis edilmiş bir ayrıcalık olarak Muhammed (a.s) a layık görülen bir sıfat ve , onun her türlü günah işlemekten korunmuşluğunu ifade etmektedir.  

"Muhammed (a.s) a layık görülen böyle bir sıfatın Kur'ani karşılığı nedir" ? diye sorduğumuzda, Kur'andan şöyle bir cevap alırız;

[080.001-4] Amânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve çevirdi. Sana kim bildirdi! Belki o temizlenecek, yahut öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecek.
[066.001]  Ey Nebi! Eşlerinin rızasını gözeterek Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun? Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
[009.043]  Allah senden affetti ya! Neden doğru söyleyenler sence belli oluncaya ve yalancıları öğreninceye kadar beklemedin de onlara izin verdin?
[008.067]  Hiç bir nebiye, yeryüzünde kesin bir zafer kazanıncaya kadar esir alması yakışmaz. Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah (size) ahireti istemektedir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

Bu ayetler , Muhammed (a.s) ın yapmış olduğu bazı hataları haber vermektedir. Onun tarafından yapılmış olan bu hataların vahiy ile düzeltildiğini görmüş olmamız ona, "Günahtan korunmuşluk" yani ismet zırhının giydirilmemiş olduğunu göstermektedir.

Ayrıca ona bazı ayetlerde şu türden ikazların yapılmış olduğunu görmekteyiz;

[039.065] Şüphesiz sana da senden öncekilere de şöyle vahyolunmuştur ki: Andolsun  Allah'a ortak koşarsan, işlerin mutlaka boşa gider ve hüsranda kalanlardan olursun!


Zümer s. 65. ayeti, Muhammed (a.s) dan önceki bütün elçilere, onların da diğer insanlar gibi şirke düştükleri takdirde başlarına neyin geleceğini haber vermektedir. Bu demektir ki , bütün elçilerin diğer insanlardan herhangi bir ayrıcalığı yoktur , bu durum Muhammed (a.s) içinde geçerlidir.

Muhammed (a.s) ı ikaz eden buna benzer pek çok ayeti Kur'anda görmekteyiz.

[028.086-87]  Sen, sana bu Kitap'ın verileceğini ummazdın. O ancak Rabbinin bir rahmetidir. Öyleyse sakın inkarcılara yardımcı olma.Allah'ın ayetleri sana indirildiğinde sakın seni onlardan alıkoymasınlar. Rabbine çağır, sakın müşriklerden olma.
[002.147]  Gerçek Rabb'indendir, sakın şüphelenenlerden olma.
[006.014]  De ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah'tan başkasını mı veli edineceğim! De ki: Bana müslüman olanların ilki olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma! (denildi).
[006.035]  Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse, haydi gücün yetiyorsa yerin içine (inebileceğin) bir delik, ya da göğe (çıkabileceğin) bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplardı. O halde cahillerden olma!
[006.114] «Allah size Kitap'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi isteyeyim?» Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye düşenlerden olma!
[010.094-95]  Sana indirdiklerimizde herhangi bir şüpheye düşersen, senden önce kitap okuyanlara sor. Andolsun ki, sana Rabbinden hak gelmiştir. Sakın şüphe edenlerden olma!Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan da olma, yoksa kaybedenlerden olursun.
[010.104-106] De ki: «Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz bilin ki ben Allah'tan başka taptıklarınıza tapmam. Ancak, sizi öldürecek olan Allah'a kulluk ederim. İnananlardan olmakla emrolundum.»Bir de tevhid inancı içinde hak dine yönel ve sakın müşriklerden olma!«Ve Allah'dan başka, sana faydası da, zararı da dokunmayacak olan şeylere yalvarma! Eğer yalvarırsan, o zaman hiç şüphesiz sen zalimlerden olursun.

Yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlerde öne çıkan ortak nokta , Muhammed (a.s) a uyarıların yapılmış olmasıdır. Bu uyarılar ona korunmuşluk zırhı giydirilmediğini , diğer insanlar gibi her an ayağının kayabileceği hatırlatılarak hataya düşmemesi gerektiğini bildirilmektedir. 

Ayrıca Muhammed (a.s) a tevbe etmesini emreden ayetleri dikkate aldığımızda onun , böyle bir emir ile muhatap olmasını, bizim gibi bir beşer olması nedeniyle istiğfar etmesini gerektirecek ameller işlemesinin muhtemel olduğunu anlayabiliriz.

[047.019]  Şimdi şunu bil ki, Allah'tan başka hiç bir ilah yoktur. Bil de günahına, inanan erkeklere ve inanan kadınlara bağışlanma dile. Allah, dolaştığınız yeri de bilir, durduğunuz yeri de.
[040.055]  (Resûlüm!) Şimdi sen sabret. Çünkü Allah'ın vâdi gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam-sabah Rabbini hamd ile tesbîh et.
[110.003]  Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.

Bu ayetlerden Muhammed (a.s) ın işlediği günahkardan ötürü tevbe ve istiğfar etmesi emrediliyor düşüncesini çıkarmak doğru olmasa da , bu ayetler onun korunmuşluk zırhına sahip olmadığını gösteren ayetlerdir.

Burada bazılarımızın aklına , Muhammed (a.s) ın beşer olarak artık aramızda olmadığı , dolayısı ile onun korunmuş olup olmadığının tartışmasının yapılmasının gereksiz olduğu şeklinde bir düşünce gelebilir. 

Bu düşüncede olanlar elbette haksız sayılmazlar , ancak onun korunmuş olması meselesi sadece onu ilgilendiren ve onunla sınırlı bir konu değildir .Onun dışında başkalarına da böyle bir korunmuşluk zırhı giydirilerek , bazı kimselere dokunulmazlık atfedilmesine zemin hazırlamak amacına matuf olarak ortaya atılmış bir düşüncenin ürünü olarak , Muhammed (a.s) a böyle bir zırh giydirilme ihtiyacı duyulduğunu düşünmekteyiz.

Muhammed (a.s) a bir beşer olarak hataya düşmekten korunmuşluk gibi bir zırh giydirilmeliydi ki , onun ardından gelen ve bazılarınca kutsanmış olan beşer şahsiyetlere de böyle bir zırh giydirilsin. Muhammed (a.s) da olmayan bir korunmuşluk zırhının , bazılarınca kutsallık atfedilen beşer cinsinden olan şahsiyetlere verilmiş olması , haklı olarak itirazlara sebebiyet vereceği için , bu itirazların önünün kapatılması ,önce Muhammed (a.s) a böyle bir zırh giydirilmesi ile mümkün olacak , böylelikle kendilerine kutsallık atfedilenlerin önünde engel kalkmış olacaktır.

Muhammed (a.s) ın vefatı sonrasında ortaya çıkan bazı fırkalar , düşüncelerini böyle bir masumiyet ve korunmuşluk üzerine bina ederek , kutsiyet atfettikleri kişiler üzerinden din algısı oluşturmuşlardır.

İnsanlara kutsallık atfeden düşüncenin başında Şia düşüncesi gelmektedir. Şianın "Masum İmam" teorisi etrafında geliştirdiği fikirlere baktığımızda, akla zarar kabilinden iddiaların ortaya atılarak, beşer cinsinden olanlara ilahlık kisvesinin giydirilmiş olduğunu görürüz. 

Müslümanların en büyük sıkıntısı olan fırkacılık , masumiyet ve korunmuşluk teorisi üzerine bina edilmiş bir düşünce olup , "Vahiy merkezli" bir din yerine "Kişi merkezli" bir din ihdas edilerek fırkaların kutsal olarak gördükleri kişilerin sözleri vahyin yerine geçirilmiştir. 

Bu kişilerin asla sorgulanamayacağı, söylediklerine itiraz edilmesinin kişileri "Kafir" konumuna düşüreceği korkuları yerleştirilerek İslam dünyası, bugün içinde bulunduğumuz duruma getirilmiştir. 

Tasavvuf merkezli din anlayışı , ismet yani korunmuşluk teorisini çok iyi kullanan bir ekol olup , kerameti müritlerinden menkul din baronlarının insanlar üzerinde istedikleri gibi tasarruf sağlamasına meydan vermektedir. Tasavvuf ekolündeki kişilerin sorgulanamazlığı üzerine kurulmuş olan din algısını gördüğümüzde , Muhammed (a.s) a neden böyle bir zırh giydirilme ihtiyacı hissedildiğini daha iyi anlayabiliriz. 

Muhammed (a.s) a korunmuşluk zırhının giydirilmiş olması iddiası, bir bakıma onun iradesinin Allah (c.c) tarafından ipotek altına alınması anlamına da gelecektir. Allah (c.c) hiç bir kulunun iradesini ipotek altına almadığını ve hiç bir kulun onun nezdinde ayrıcalığı olmadığını bildirdiği halde neden bizler hala Muhammed (a.s) a "Özel Kul" statüsü yüklemekte ısrar etmekteyiz.

Sonuç olarak ; Muhammed (a.s) a giydirilmiş olan "İsmet" (Korunmuşluk) zırhı, Kur'andan onay almayan bir düşünce olup , bu düşüncenin temelinde "Kişi merkezli" dediğimiz din anlayışının, sağlam bir zemine oturtulmak istenmesi yatmaktadır. Muhammed (a.s) ı beşer olmaktan çıkararak , yarı ilah konumuna getiren din anlayışı , ondan sonra gelen ve bazılarınca kutsallık atfedilen kişiler üzerinden oluşturulmuş din algısının sorgulanamaz bir hale getirilmesine, önce böyle bir sıfatı Muhammed (a.s) a layık görerek , arkasından gelen diğer insanlara da aynı sıfatı vermek için bir zemin hazırlamıştır.

Bu tür yalan ve iftira üzerine kurulmuş olan düşüncelerden ancak "Vahiy merkezli" bir din algısının oluşturulması ile kurtulmak mümkün olacaktır. Aksi takdirde "Sen falan kişinin dediğine itiraz mı ediyorsun ?" kabilinden,  bu kutsanmış kişiler ne dese ne yapsa doğrudur yaptığının bir hikmeti vardır bizler onu anlayacak ilme sahip değiliz , kabilinden sözler daha yüzyıllarca Müslümanların ağzından düşmeyecektir. 

                                    EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.

16 Aralık 2015 Çarşamba

Allah (c.c) Beşer Elçilere Neden Melek Elçi İle Vahyeder?

Allah (c.c) yaratmış olduğu biz kulları üzerinde yegane otorite sahibinin sadece kendisi olduğunu beyan ederek , bu beyanını biz insanlar içinden seçmiş olduğu elçiler ile bildirmiştir. İnsanlar içinden seçmiş olduğu elçilere bu beyanı bildirme şeklini ise, meleklerden seçmiş olduğu elçiler vasıtası ile vahyederek olduğunu, son elçiye inen kitap içinde bildirmiştir. 

Son zamanlarda , Kuran okumalarında ortaya çıkan bazı düşünceler beşer elçiye gelen vahiy konusunda farklı mülahazalar ortaya atarak , böyle bir vahyetme şeklinin olmadığını , olamayacağını iddia ederek , "Allah (c.c) nin direk olarak vahyetmeye gücü yetmiyor da böyle bir yolumu seçiyor" şeklinde itirazları görmekteyiz. 

Bu itirazlar dile getirilirken sürülen gerekçelerin , konu ile ilgili ayetler ile çelişki arz  etmesi üzerine , ilgili ayetlerin anlamı ters çevrilerek tahrifata girişmekten çekinilmediğine şahid olmaktayız. Bu tür itirazları ve ilgili ayetlerin nasıl tahrif edildiklerini daha önceki yazılarımızda ele almaya çalıştığımız için bu yazımızda, bu konudaki itirazlardan çok "Neden melek elçi ?" sorusunun cevabını aramaya çalışacağız. "Neden" sorusunun cevabından önce konuyu aydınlatmak için vahyin gelişi ile ilgili ayetleri okumak istiyoruz.

Bu konu ile ilgili anahtar ayetimiz , Allah (c.c) nin insanlarla konuşma yollarını beyan ettiği Şura s. 51. ayetidir. 

Ve mâ kâne li beşerin en yukellimehullâhu illâ vahyen ev min verâi hıcâbin ev yursile resûlen fe yûhıye bi iznihî mâ yeşâu, innehu aliyyun hakîm(hakîmun).

[042.051] Kendisiyle Allah'ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip kendi izniyle dilediğine vahyetmesi (durumu) başka. Gerçekten O, yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

Şura s. 51. ayetinin beyanına göre Allah (c.c) kulları ile 3 şekilde konuşmaktadır. 

1- Vahy ile.
2- Perde arkasından.
3- Elçi göndererek vahyetmek sureti ile. 

Allah (c.c) nin kulları ile olan konuşmasının , 1. şıkkı bütün insanlar ile ilgili olup , 2. şıkkı Musa (a.s) ile olan konuşma ile ilgilidir. 3. şıktaki konuşma şekli olan elçi göndererek vahyetmek sureti ile olan konuşma şeklinin en son örneği , Muhammed (a.s) a indirilen kitabın ona geliş şeklini ifade etmektedir. 

Bu 3 konuşma şeklinin 1. şıkta olanı, bütün insanlar için geçerli olduğuna göre bu konuşma şeklini "GENEL VAHİY" , 2. ve 3. şıktaki konuşma şeklini ise "ÖZEL VAHİY" olarak isimlendirebiliriz.

Muhammed (a.s) a indirilen kitabın ona geliş keyfiyetini anlatan ayetleri gördükten sonra "Neden böyle bir yol ?" sorusunun cevabını arayabiliriz.

[022.075] Allah meleklerden de elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.

Hacc. 75. ayeti , Allah (c.c) nin İNSAN ve MELEKler den olmak üzere elçiler seçtiğini bildirmektedir. "Melek" olarak bahsedilen elçilerin ontolojik olarak nasıllığı konusunda herhangi bir bilgi verilmediği için , bizlerin de bu konuda bilgimiz olmadığını hatırlatalım.

[016.002] Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile indirir: Benden başka ilah yoktur, şu halde benden korkup-sakının, diye uyarıp-korkutun.»

Nahl s. 2. ayetinde beşer içinden seçmiş olduğu elçilere indirdiği ve "Ruh" olarak beyan ettiği vahyi , "Melek" ile indirdiğini beyan etmektedir.

[002.097-98]  De ki: «Her kim Cibrîl'e düşman olmuş ise» o Kur'an'ı önündeki kitapları musaddık ve mü'minler için bir hidâyet ve bir beşaret olmak üzere Allah ın izniyle senin kalbin üzerine indiren, şüphe yok ki O'dur.Kim Allah’a, meleklerine, resullerine, Cibrile, Mikâil’e düşman ise, iyi bilsin ki Allah da kâfirlerin düşmanıdır.

Bakara s. 97-98 de , Kitabı Muhammed (a.s) a "Melek elçi" olan "Cibril" in indirdiği beyan edilmektedir.

[016.101-2]  Bir ayeti bir ayetin yerine bedel yaptığımız zaman Allah indirdiğini  en iyi bilirken onlar : «Sen yalnızca bir iftiracısın!» dediler. Hayır, onların çoğu bilmezler.De ki: «Onu Rabbinden hak olarak Rûhu'l Kudüs indirmiştir ki, imân edenleri sabit kılsın ve müslümanlar için bir hidâyet ve beşaret olsun.»

Nahl s. 101-102 de , Muhammed (a.s) a  Kitabın , "Ruhul kudüs" adı ile bildirilen melek elçi tarafından indirildiği beyan edilmektedir.

[026.192-5] Muhakkak ki o (Kur'an) âlemlerin Rabbinin indirmesidir.Onu Ruh el-Emin indirmiştir. Senin kalbine ki uyarıcılardan olasın.Apaçık arab diliyle.

Şuara suresindeki bu ayetlerde Melek elçi , "Ruhul emin" olarak isimlendirilmektedir.

[053.001-18] İnmekte olan necme yemin ederim ki, arkadaşınız şaşırmadı, azıtmadı da!O hevadan konuşmuyor.O başka değil, ancak bir vahiydir, vahyolunuverir. Onu kuvvetleri pek şiddetli olan öğretmiştir.Bir kuvvet sahibi ki, hemen dosdoğru göründü. Ve o, en yüksek bir sema kıyısında idi. Araları iki yay aralığı kadar veya daha da yakın oldu. Hemen kuluna vahyettiğini vahyetti.Onun gördüğünü kalb(i) yalanlamadı. Gördüğü hakkında şimdi siz, onunla tartışıyor musunuz? Andolsun onu bir kez daha görmüştü.Sidretu'l-Munteha'nın yanında. Orada Me'va cenneti vardır.Sidre'yi bürüyen bürüyordu. Andolsun ki o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü.

Necm suresindeki bu ayetlerde , Muhammed (a.s) a "Melek elçi" ile vahyedilmesi ve onu göz ile gördüğü anlatılmaktadır.

[081.019-25] Şüphesiz o kerim bir elçinin sözüdür.Arş'ın sahibi katında değerlidir ve güçlüdür.Kendisine uyulandır, emindir.Arkadaşınız (Muhammed) de mecnun değildir.Andolsun ki; onu, apaçık ufukta görmüştür. O, gayb hakkında cimri de değildir. Bu, kovulmuş şeytanın sözü değildir.

Tekvir suresindeki bu ayetlerde ise Muhammed (a.s) a vahyi getiren elçiden "Kerim" olarak bahsedilmektedir.

Buraya kadar verdiğimiz ayetlerin ortak noktası , Allah (c.c) nin beşer içinden seçmiş olduğu elçilere "Melek elçi" vasıtası ile vahyi indirdiğinin beyan edilmesi , ve bu beyanın Muhammed (a.s) ın şahsında nasıl gerçekleştiğini anlatan ayetlerdir. 

Şu noktayı tekrar hatırlatmakta fayda görüyoruz ; "Melek elçi" deyimi ile kast edilen şeyin, bizim için elle tutulur , gözle görülür bir mahiyetinin olup olmadığının önemi yoktur. Biz sadece Allah (c.c) nin böyle bir vasıta ile vahyettiğini beyan etmesine iman ederek bu isim ile adlandırdığı şeylerin nasıllığı üzerinde durmamızı gerektirecek herhangi bir bilgi sahibi değiliz.

Gelelim asıl konumuz olan, Allah (c.c) nin neden böyle bir yol ile beşer elçilere vahyetme sebebine; 

Şura s. 51. ayetine geri dönecek olursak , o ayette Allah (c.c) insan ile 3 yol ile konuştuğunu beyan etmektedir. 1. yol olan "Vahyetmek" yolu, yaratılan bütün insanlara şamil olan "İlham" olarak bildiğimiz konuşma şeklidir. 

Musa (a.s) ın suya bırakması için annesine vahyedildiğinin beyan edilmesi, bu konuyu anlamayı kolaylaştıracaktır. Musa (a.s) ın annesinde fıtri olarak doğuştan gelen annelik duygusu, onun zarar görmemesi için annesini böyle bir yola itmiştir. Allah (c.c) Musa nın annesine melek elçi ile "Onu suya bırak" şekilde bir vahiyde bulunmamıştır. Buradan anlaşılıyor ki Allah (c.c) yarattığı bütün insanlara doğuştan vermiş olduğu fıtri hassasiyetlere, "Vahyederek" konuşma adını veriyor. 

Demek ki 1. yol ile vahyetme şekli bütün insanlar için geçerli olan ve "GENEL VAHİY" olarak kategorize edebileceğimiz bir konuşma türüdür. 

2. ve 3. tür konuşma şekli insan içinden seçilmiş kişiler için geçerli olup , 2. tür konuşma şekli Kur'an içinde Musa (a.s) örneğinde görülmektedir.

Asıl konumuz olan 3. tür konuşma şekli olan "Elçi göndererek vahyetme" , 1. şekil olan bütün insanlar için olan geçerli olan konuşma şeklinden farklı bir konuşmadır. Bunun sebebi ise Allah (c.c) nin elçi olarak seçilmiş olan kula vahyedilen bilgilerin sadece "İlham" denilen kişisel fıtri bilgiler değil , ondan farklı ve kapsamlı olan ve diğer insanları bağlayıcılığı olan bilgiler olmasıdır. 

Elçi olarak seçilmiş olan kişi , bu tür bir vahiy ile kendisine diğer insanlardan daha özel bir vahiyde bulunulduğunu anlar ve kendisine vahyedilen bu bilgilerin Allah (c.c) tarafından sadece kendisine has değil , muhatab olduğu bütün insanları kapsayıcı bir mahiyeti olduğunu bilir. Bu vahiy türü ile gelen bilgiler diğer insanları da bağlayıcı olup, sadece elçi ile sınırlı değildir. Bundan dolayı bu tür vahye "ÖZEL VAHİY" adı verebiliriz.

 Allah (c.c) nin seçilmiş elçilere , insan olmalarının gereği olan "Genel vahiy" türünden ayrı bir vahiy türü olan "Melek elçi" ile özel bir vahiyde bulunma sebebi , vahyedilen kişinin , ve bu vahye muhatap olan kişilerin bu tür vahyin herkese yapılmayacağının bilinerek ayrıcalıklı bir vahiy türü olduğunun bilinmesi içindir. 

Kur'an adı ile bildiğimiz kitap , bilindiği gibi Muhammed (a.s) a bu yolla inmiştir. Eğer biz böyle bir yolun olmadığını, açık ve net ayetlere rağmen iddia edecek olursak ortaya Kur'an hakkında bir takım şüpheler atılabilir şöyle ki ; 

Muhammed (a.s) öncelikle bir insan olması nedeniyle her insan için geçerli olan "Genel vahiy" türü onun içinde geçerlidir. Eğer ona inen kitabı herkes için geçerli olan genel vahiy türü ile bizlere okuduğu iddiasını ortaya atacak olursak , Kur'an adlı kitabın bizler için herhangi bir bağlayıcılığı ortadan kalkarak , Muhammed (a.s) ın içine gelen duyguları yazdığı veya yazdırdığı "BEŞER SÖZÜ" haline veya müşriklerin yaptıkları iftiralardan olan, Allah adına uydurduğu sözler haline gelerek ve bizler için herhangi bir kitaptan farkı olmaz. 

"Melek elçi" vasıtası ile olan özel vahiy türünün red edilerek , genel vahiy kategorisine dahil edilmiş bir kitap haline sokulmak istenilmesi Kur'anın sıradanlaşması , Allah (c.c) nin kelamı olmaktan çıkması , muhteviyatının bağlayıcı durumdan çıkması gibi tehlikeleri beraberinde getirecektir. 

Çünkü, eğer Muhammed (a.s) biz gibi bir insan ise ki öyledir , "Ona ilham yolu ile gelen bilgiler bana da geldi" diyerek , resulluğu kendinden menkul sahte elçiler piyasada cirit atmaya başlayacaktır. Bunların örneklerini maalesef şimdi bile görerek "Ben de resulum" diyerek etrafta kol gezen hastalıklı kişilikler mevcuttur. 

Resulluğu kendilerinden veya müritlerinden menkul bu kimselerin ortaya attığı sözlerin, vahy eseri olduğunu iddia etmelerine zemin hazırlayan söylem , Şura s. 51. ve benzeri ayetlerde beyan edilen "Elçi" sıfatını taşıyan insanlara yapılan vahy yolunu red etmeleridir.

Buradan da anlaşılıyor ki Allah (c.c) nin beşer elçilere diğer insanlardan farklı bir yol seçtiğini beyan etmesi , sahte elçilerin önünü kapatıcı ve kitabı sıradanlaştırıcı düşüncelere set çekmeyi amaçlamaktadır.

Son zamanlarda ,bu kitabın Muhammed (a.s) tarafından yazdığı veya yazdırıldığı hakkında ortaya atılan iddiaların temeli bu kitabın ona vahyedilme şeklinin red edilerek genel vahiy ile ona gelen ilhamın neticesi olduğuna dair sözler sarf edilmektedir. Bu düşünceyi ortaya atanların kendilerini "Yalnız Kur'an" sloganı ile tanıtmaları bizleri  bazı şüpheler içine itmektedir. 

Muhammed s. 30. ayetinde münafıkların tanınma yolu onların konuşma uslupları olarak haber verilmektedir.

"Biz isteseydik onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki sen onları, KONUŞMA ÜSLUBUNDAN tanırsın. Allah bütün yaptıklarınızı bilir."

Kimse hakkında "Münafık" gibi bir etiketleme niyetimiz olmadığını baştan söyleyerek , Kur'an hakkında ortaya atılan bazı söylemlerin kime hizmet ettiği ve kimin ekmeğine yağ sürdüğünü hesaba katarak bu tür söylemleri değerlendirmek mümkündür.

Kur'anın Şura s. 51. ayetinde beyan edilen "Elçi göndermek yolu ile vahyedilmesi" konusunda böyle bir yolu red edenlerin bilerek veya bilmeyerek Kur'anın Allah (c.c) katından olmadığını iddia edenlerin ekmeğine yağ sürdüğünü ifade etmek isteriz. Eğer Kur'an bütün insanlara yapılan 1. konuşma şekli ile indiği kabul edilirse , bu kitabın artık bir bağlayıcılığı kalmayarak, Muhammed (a.s) ın yazdığı veya yazdırdığı bir kitap haline düşmesinden en çok kimler memnun olacağını bu düşünceyi savunanların anlaması gerekmektedir. 

Müslümanlar için "Tuz" mesabesinde olan Kur'anın kokutularak ellerinde güvenebilecek bir dayanakları olmasını istemeyen kimler ise, bu tür söylemler onların ekmeğine yağ sürerek onların kirli emellerine hizmet etmektedir.

Sonuç olarak ; Allah (c.c) nin beşer içinden seçmiş olduğu elçilere , başka bir elçi ile vahyettiğini beyan etmesinin sebebi , seçilen kişiye gelen vahyin Allah (c.c) nin kelamı ve bu elçinin Allah (c.c) adına konuşan bir kişi olduğunun bilinmesi içindir. Böyle bir yolu red ederek , Kur'anın Şura s. 51. ayetinde beyan edilen insanlarla konuşma şeklinin 1. şıkkı dahilinde vahy edildiğini iddia edecek olursak Kur'an bağlayıcılığı olan bir kitap durumundan çıkarak Muhammed (a.s) ın sözü durumuna düşecektir. 

Bu düşünceyi ortaya atanlar veya savunanların böyle bir tehlikenin kapısını araladıklarını açık ve net olarak söyleyerek , daha önce bu kapıyı aralayanların "Bende resulum" diyerek kendilerine Allah (c.c) tarafından vahyedildiği iddialarında bulunduğu malumdur. Bu konudaki ilgili ayetlerin tahrife varan boyutlarda anlamları kaydırılarak , Kur'anın özel bir vahiy ile değil de genel bir vahiy eseri olduğunu ispatlamaya çalışanlar , İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürerek onların işlerini kolaylaştırmaktadırlar. 

                                 EN DOĞRUSUNU ALLAH (C.C) BİLİR.